
İYİ OKUMALAR
20.BÖLÜM
Kararlarımız, bizi yol ayrımına getirirdi. Bazen birden fazla seçeneğimiz olur, en doğrusunu seçmeye çalışırdık. Doğru ve yanlış bu noktada kişiden kişiye değişirdi. Bazen ise tek bir seçeneğin etrafında dolanıp, dururduk. Yürümesi gereken tek bir yol olurdu. Tek bir yol, tek bir seçenekti. Sadece hareket edilmesi gerekiyordu. İlk adımı atmak her zaman zor olurdu.
Oluyordu. Olacaktı.
Her şeyin en başından itibaren içten içe tuhaflık hissetmiştim. Yaşanılanlar normal değildi. Babamın çalışma odasının talan edilmesinin sebebi belliydi. Saldırıya uğramamın nedeni ortadaydı. Polat ailesinin evine gelmeden önce de biliyordum. Şimdi de biliyordum. Alim’e de dediğim gibi ben saatli bir bombaydım. Ne zaman patlayacağımı ise bilmiyordum.
Babamı öldüren de beni silahla tehdit eden de köstebek adı altında olan kötü polislerden biriydi. Babam, İstihbarat Başkanlığın da görev yaptığı süre boyunca kapalı kasaydı. Yanımda telefonu çalsa dahi ayaklanır, kendini başka bir odaya atardı. Dakikalarca odadan çıkmadığı olurdu. Emekli olduktan sonra bu durumun değişeceğini düşünmüş ama değişmemişti. Aldırış etmem gerekirken, aldırış etmemiştim. Odasından çıkmıyor, bilgisayar başında zamanını geçiriyordu. Bazen saatler süren gelmeyişleri oluyordu. Alışık olduğum için bana hiç tuhaf gelmemişti ama şimdi anlıyordum ki gelmeliydi. Emekli bir adamın bu kadar yoğun olması normal gelmemeliydi.
Babamın sakladığı belge her ne ise nerede olduğunu bilmiyordum ama bilmezliğim onların umurunda değildi. Onlar, babamın sakladığından haberimin olduğunu düşünüyorlardı. Saldıran adam da böyle düşünmüştü. Yeteri kadar bilinmezliğin içine batmışken, bir başka bilinmezlik yine etrafımı sarmıştı. Peşimde kötü polisler vardı ve beni arıyorlardı, kaç kişilerdi bilmiyordum.
Bakışlarım yağan yağmurun görüntüsüne odaklanmış, dakikalar önce öğrendiklerimi öğrendiğim koltukta oturuyordum. Belki arabasından çıkıp, evine girmem lazımdı ama o gücü kendimde bulamıyordum. Bedenim zihnimin aksine kaskatı kalmıştı.
Sıfır noktasındaydım. En başa geri dönmüştüm. Haftalar önce hangi yolun başındaysam, yine oradaydım.
“Babam sence o şeyi nereye saklamıştır?” diye mırıldandım. Sesim yağmur sesinin sesine karışırken, sorduğum soruyu düşündüm. Çalışma odasında olamazdı. Olsaydı bulurlardı. Kilitli kasasına bile dokunulmamış, direk odasını talan etmişlerdi. Ya da evin diğer odalarını aramaya zaman mı bulamamışlardı? Belki de bu yüzden bana o akşam direk nerede diye soru yöneltilmişti. Zamanları kısıtlı olmalıydı. Kısa yoldan ulaşmak istemişlerdi ama tahmin etmedikleri şey olmuştu. O akşam Alim, gelmiş planları suya düşmüştü. “Ama anlayamıyorum. Eğer babam böyle bir şeye sahipse neden, ortaya çıkarmak yerine saklamaya çalışsın ki? Saçma geliyor.”
Düşüncelerden oluşan bıçaklar, zihni parçalara ayırırdı. Zihnin çıkmaz sokaklarında ise elimde kırık parçalardan başka bir şey bulunmuyordu. Kırık parçaların acısı ise ensemden itibaren başlayan bir sancı olarak alnıma vuruyordu.
“İstihbarata da sızmış olmalılar. Belki de teşkilatın her kademesine sızdılar.” Düşünceli bir sese hakimdi. O da tüm bunlara bir anlam bulmaya çalışıyor ama bulmakta zorluk çekiyordu. Söylediğiyle Alim’e doğru hafifçe döndüm. Dirseğini arabanın kapısına dayamış alnını ovuşturuyordu. “Kime güveneceğini bilemezsen adım atman zorlaşır, herkesten şüphe duymaya başlarsın. Babanda kimseye güvenememiştir. Zamanı gelene kadar çareyi saklamakta bulmuş olmalı. ”
İskender Vural ile bağlantısının olup, olmadığını bilmemesine rağmen babamı anlamaya çalışıyordu ama ben anlayamıyordum. Kafamda oturmayan şeyler vardı.
“Babamın emekliliğine ayrıldığını atlıyorsun,” dedim düşüncelerimle savaşırken. “Bu işlerden elini çekmesi gerekmez miydi?”
“Neyi düşünerek, bunu yaptığını bilemeyiz ama elindekiler her ne ise çok önemli olmalı.”
“Babamın sakladığı yeri bildiğimi nasıl düşünürler? O kadar önemliyse, kim bunu kızına söyler ki?”
“Bunu sen biliyorsun. Onlar bilmiyor,” dedi gözlerini hafifçe çevirirken. Sanki beni kontrol ediyor gibiydi. Demin ki halimle kıyaslama yaparcasına söyleyeceği şey için durakladı ama yüzümden iyi olduğum anlaşılmış olmalı ki devam etti. “Belki de bildiğini düşünmek istiyorlar. Çünkü başka seçenekleri yok.”
“Bilsem bile söylemezdim.”
“Söylemeyeceğini biliyorum.” Yüzümü sanki beni anlıyormuş gibi bakıyordu. Acaba bana bakınca içinden çıkamadığım bataklığı da görebiliyor muydu? “Bundan sonra hareketlerimizi daha özenli atmalıyız. Evinin yakınlarında artık görünemezsin. Bugün sondu. Bunda anlaşmamız lazım.”
Bunun farkındaydım. Evi izliyor olabilirlerdi ya da telefon sinyalimi takip edebilirlerdi. Bu son ihtimalle kanım dondu. Daha önce aklıma bile gelmemişti. Nerede olduğumu anlamaları an meselesi olabilirdi. Bu zamana kadar herhangi bir şey olmamış olması olmayacağı anlamına gelmiyordu.
Elimdeki telefonu yana çevirip, tırnağımla hattın bulunduğu tarafa geçirdim ve küçük hattın kutusunu çıkardığım gibi elime aldım. Yeni bir hat almam gerekecekti ama bu riski göze alamazdım. Aynı ki işlemi babamın telefonuna da yapmam gerekecekti. Alim’in bakışlarını hareketlerimin üstünde sezebiliyordum ama başımı kaldırıp, bakmadım.
“Tamam,” dedim hattı ikiye katlarken. Kadına göre şu an nerede olduğumu bilmiyorlardı ama söylediğine ne kadar güvebilirdim? Kim olduğunu bile bilmiyordum ya da bana neden yardım ettiğini. “Ama önce bundan kurtulalım. Arayan kişi numaramı bulduysa, onların da bilme ihtimali olabilir.”
“Aklımı okudun. Ben de sana hattından kurtul, diyecektim. Yeni bir numara tedarik ederiz.”
Hattın yüzeyi parmaklarımın arasında ufalanırken, gözlerim ufacık kalan eski numaramdaydı ama aklım ise başka yoldaydı. Bu işin içinden nasıl çıkacağımı düşünmeden edemiyordum. Çıkabilecek miydim, onu bile bilmiyordum. Babam ardında kocaman bir yıkım bırakmıştı. Yıkıntının altında kalacağımı hiç düşünmüş müydü? Her neyin peşindeyse, ucunun bana dokunacağı aklına gelmiş miydi? Beni bunun için mi yetiştirmişti? Bir gün böyle bir tehlike ile karşılaşırsam diye mi onca eğitimi vermişti?
Alim, “Ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda, sessizliğimle ne kadar baş başa kalmıştım, bilmiyordum ama sessizliğin içinde tek değildim. Kafamda bir yangın başlıyordu. Zihnimin derinliklerindeki karanlıkta, düşüncelerim tutuşuyordu.
“Yıkıntılar altında daha ne kadar kalacağımı.” Ruhum yıkıntıların arasında, yangının başladığı yerdeydi ve ben ilk defa ona karşı içimdekileri yansıtan bir cümle kuruyordum.
“Hangi yıkıntının altındaysan söyle bana, bir yol bulalım.” Söylediğinde ki samimiyet o kadar belliydi ki, yangının parçası kalbime sıçradı.
Elim, arabanın kapısına gitti. Yağmurun sesini duyan kulaklarım, düşüncelerimi berraklaştırdı. “Kendi, yıkıntımda tek kalmayı tercih ederim,” dedim arabadan bedenimi çıkarıp, yağmurun altına girerken. Bir şey söylemesini beklemedim. Beklesem, ne söyleyeceğini tahmin edebiliyordum.
Bir mesaj vermiştim. İçimde oluşacak vicdan azabına karşı, beni bırakmasını kendi yoluma gitmeme izin vermesini istemiştim. Bugün bu arabanın içinde, duyduklarımıza inanmayı ve yolumu belirlemeyi seçmiştim. O da biliyordu. Çünkü birbirimize benziyorduk. Kendisi bunun farkında mıydı, bilmiyordum ama bu araba da iki yıkıntı birlikte oturmuştu. Hangimizin yıkıntısı büyüktü, aklım karşılaştırma yapamayacak kadar yorgundu.
Onun korumakla yükümlü olduğu bir ailesi vardı. Daha yeni hayatına giren biri için bunu es geçemezdi. Babasına olanları öğrenmesini, babamla ne gibi bir bağlantısının olduğunu öğrenmeyi istediğini biliyordum ama buraya kadardı. Ailesinden birini kayıp etmiş olması diğerlerini de kayıp edebilecek o riskin oluşmasına izin vermesine göze alamazdım.
Adımlarımı evine doğru atarken, ıslanmam umurumda değildi. Yağmur saçlarımı omuzlarıma yapıştırmış, hırkamın yüzeyi yağmurla buluşmuştu. Merdivenlerden çıkarken, kapadığım kapıya yavaşça tıkladım. Kimin açacağını bilmiyordum ama yakın zamanda buradan gidecek olmam, bu düşünceyi önemsiz sayıyordu.
Kapıyı açan Demet oldu. Islanmış halimi adlandıramadığına dair yüzünde şaşkınlık oluştu. Belki de evden neden çıktığımı sorguluyordu ama bir şey demedi. Soru sormadı. Beni içeri aldı. Arkamdan kapıyı kapadı. Bakışlarımdaki üzüntüyü görmüş olmalı ki, yukarı çıkarken beni durdurmadı.
Attığım her adımın ağırlığını bedenim, karşıladı. Kaldığım odaya doğru vardığımda, babamın kişisel telefonunu koyduğum bavulun bölümünden aldım ve aynı kendi telefonuma yaptığım gibi hattı çıkarıp, un ufak ettim. Elim ikinci telefona gitti. Şarjı dolmuştu ama hala açmamıştım. Kapalı telefon, tehlike arz etmezdi. Şu anlık açmama kararı aldım. Bu evden gittiğimde, açacağımı biliyordum.
Ruhumda bir darbede vardı, bu savaşta nasıl ayakta kalacağımı bilmiyordum. Bilmemek, yaralarımı her seferinde daha fazla kanatıyordu. Nefesimi kesiyordu. Yol ayrımında olan zihnimin ise bir plan yapması lazımdı. Yaralarımı acıtmadan, bir yol bulması lazımdı. Yoksa her şey için çok geç olabilirdi.
Akşam saatlerine kadar, kapısı kapalı olan oda da düşündüm. Düşüncelerden oluşan girdabın için de ruhum, savruldu. Bir çıkar yol bulmak için kapılardan girdi. Karar alındı. Gitmek için geceyi beklemem gerekecekti. Ev halkı, uykudayken uyanık bir kişi kalıyordu. Ona da görünmeden, çıkabileceğimi düşünüyordum. Harekete geçmezsem, bir daha harekete geçemeyecekmişim geliyordu.
Yatakta dizlerimi kendime doğru çekmiş, üstüm kuruduğu için değiştirmemiştim. Sırtımı, duvara dayamıştım. Çenem dizlerimin üstündeyken, parmaklarımın değdiği fotoğrafta gözlerimi bir daha gezdiriyordum. Anne ve babamın mutlu fotoğrafı bir daha kızlarına gülümsüyordu. Onlara bakarken, yaşadıklarımı unutmak istercesine zihnimdekileri geri plana atmaya çalışıyordum.
Hayatta çektirdiğimiz fotoğraflar, bize anılarımızı hatırlatırdı. Geçmişe yolculuk etmemizi sağlardı. Benim annemle bir kare bile resmim yoktu. Bebeklik, resimlerim vardı ama annemle hiç resmim bulunmuyordu. Bir keresinde babama bunu sormuştum, o da kaybolduğunu söylemişti. Nedenini sorgulamadıklarımın çokluğu kalbime bir daha iğne batırdı.
İstediğin zaman ağlamak, insanı rahatlatan bir yöntemdi ama ben hiçbir zaman istediğim zaman ağlayan bir insan olamamıştım. Belki bu kendimi sıkmamdan kaynaklanıyordu, bilmiyordum ama aniden saldırılarla kendime engel olamıyordum. Hiç olmadık yerler de hiç olmadık zamanlar da yaşlar gelebiliyordu. Bugün de olan buydu.
Ağlayabilsem, aileme bakarak ağlamayı isterdim. Bomboş bakışlarımı, yaşların doldurmasını isterdim. Belki o zaman biraz da olsa rahatlar, zihnim boşalabilirdi. Kalbimdeki vicdan azabının yükü böyle dışarıya yansırdı.
Hava kararmıştı, odanın ışığı açık değildi ama dışarıdaki sokak lambasının ışığı pencereden, elimdeki fotoğrafı aydınlatmaya yetiyordu. Zihnimde o kadar kaybolmuştum ki, odaya birinin girdiğini ışığı açılınca fark ettim. Gözlerim bir anlığına ışığa alışamadı.
“Yavrum, neden böyle karanlıkta oturuyorsun?”
Odaya girenin Buket olduğunu sanmıştım ama ses annelerine aitti ve ben bunu hiç beklemiyordum. O an ne yapacağımı bilemediğim gibi ne diyeceğimi de bilemedim.
“Sakın kızım ben geldim diye, rahatsız olma,” dedi yatakta hareket edeceğim sırada. Gerginliğim, peyda olurken kaskatı kesildiğimi hissettim. “O zaman ben rahatsız hissederim.”
Şaşkın bakışlarım, Sultan teyzenin yüzünde gezinirken gülümsedi, yanıma doğru ilişti. Yatağın ucuna oturdu. Zihnimdeki ağırlık, köşeye sıkışmamı sağladı. Daha önce hiç baş başa kalmadığımız için kendimi çok tuhaf hissediyordum.
Bir şey demem lazım mıydı? Ne demem gerekirdi? Annelerle nasıl konuşulması gerektiğini bilmiyordum ki, ne diyebilirdim? Bir anne ile nasıl konuşulurdu?
“Onlar, annen ve baban değil mi?” Bakışları elimdeki fotoğrafa kaymıştı. “Annen, Duygu’yu tanığımı biliyor muydun?”
Bakışlarını kaldırdı, şaşkınlığımın yüzümdeki haline baktı. Annemi tanıyor olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Bir cevap beklediğini hissettim, başımı olumsuzca salladım.
“Benim beyle, babanın arkadaşlığı ta o senelere dayanıyor işte. Bu yaşlı kadının geçmişi nasıl hatırladığını sorgulayabilirsin kızım ama hafızam oldukça güçlüdür benim.”
Durdu, gülümsedi.
“Bir gün size geldiğimizi bile hatırlıyorum. Tabi, biz biraz büyük bir aileyiz. Dört çocukla bir yere gitmek, yeteri kadar zordur ama kocam Bilal ile ben alışmıştık. Ama nereye gidersem gideyim hep bir çekingenlik oluşurdu bende. Sonuçta dört çocuğun sesini çekmek, herkesin isteyeceği bir şey değildi. Annen ise kucağında senle bizi öyle bir karşıladı ki, o an annenin özel biri olduğunu anladım. Bizi o gün çok güzel ağırlamıştı. Hatta bir ara sen biraz büyüyünce, kardeşlerin olmasını istediğini söylemişti.” Geçmişteki anısını dinlerken, kalbim kırılsa da dinlemek iyi geliyordu. Annemle bir anım yoktu ama annemin de var olduğu anıları bilmek, zihnimi rahatlatıyordu. Bu dakikaya kadar Alim’in annesinin annemi tanıyor, olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Babamla Bilal Polat’ın bir arkadaşlığı vardı ama bu geçmişe dair olduğunu hiç düşünmemiştim. “Bir yaşlarında bıcır bıcır bir şeydin sen. İkizlerime yaşın yakın olsa da sen benim iki numaranın oyuncak arabasıyla oynamaya bayılmıştın o zamanlar. Gri, ufak karavanımsı bir şeydi ama ilgini çekmişti bir kere. Normal de Alim, o oyuncağı her yere götürürdü ama o gün nasıl yaptıysa sana bıraktı.”
Son cümlesiyle, kalbimden vuruldum. Beklemediğim darbe o kadar ağır geldi ki, nefesimin kesildiğini hissettim. Gri minik karavan. Evde odamdaki çalışma masamın üstünde kalemliğimin yanında duran minik karavan. Nereden bulduğumu ya da ne zaman masamda durmaya başladığını hatırlamıyordum. Sadece yıllardır orada duruyordu. Her gördüğümde, gitmediğim yollar aklıma gelirdi. Bir gün karavan sahip olmayı o karavana bakarak, istemeye başlamıştım. Ve şimdi öğreniyordum ki, o karavan Alim’in çocukluğuna aitti.
“Yüzün bembeyaz oldu, yavrum. İyi misin?”
Bakışlarımı, kaçırdım. Söylemiş olduklarının üstümdeki etkisini göstermemeye çalıştım ve “Benim annemle hiç anım yok,” diye mırıldandım.
“Ah, yavrum. Seni üzmek için anlatmadım ki bunları ben,” dedi bakışları dalgalanırken. Boşta kalan elime doğru uzandı. Sıcak elleriyle elimi arasına aldı. Yaptığı bu hareket, ruhumda sıcaklık oluşturdu. İlk defa bir anne elimi tutuyordu. “Sadece annen ve babanın iyi insanlar olduğunu düşünmeni istediğim için anlattım ama sanırım batırdım.”
Üzüntüyle yüzüme bakarken, verdiğim tepkinin yanlış olduğunu anladım. Anıları dinlemek, her zaman hoşuma giderdi ama söylediğim cümle karşımdaki kadına kendini kötü hissettirmişti.
“Yok, hayır. Üzülmedim,” dedim gülümsemeye çalışırken. “Annemi tanımamış olabilirim ama dinlediklerimle tanıyorum ben. Teşekkür ederim, benimle paylaştığınız için.”
“Bilmeni istiyorum ki güzel kızım, ailen hakkında en ufak yanlış düşünceye sahip değilim. Babanla eşimin dostluklarını bilirdim. Olayların bazılarından haberim var ama düşüncelerimi bu hiç değiştirmedi. Babanın seni bize yönlendirmesi de hala dostluklarının göstergesi zaten.” Durakladı, söylediklerini anlayıp anlamadığına bakındı. “Benden çekinmeni istemiyorum. Beni ablan, teyzen olarak görebilirsin. Annen gibi olamam ama istersen annen gibi görmeni de çok isterim. Çünkü ben seni kızım olarak görüyorum. Burası senin evin, ömrün boyunca kalmak istersen kalabilirsin. Bizi kabul edersen, biz seni çoktan kabul ettik.”
Boğazım düğümlendi. Çenem titrer gibi oldu, dudaklarımı birbirine bastırdım. Zihnimdeki şelaleden kelimeler, akıp gitti. Ruhum şelalenin altında sırılsıklam kaldı. Kalbim sıkışıyordu. Bugün öğrendiklerimle sıkıntı tüm hücrelerime hücum etmemiş gibi şimdi de sıkıştığım yer de darmadağınık oluyordum.
O an odada Buket’in sesi duyulduğunda düşüncelerimin aynaları çatladı, kırıklar ruhuma battı. “Ooo ne güzel bir manzara bu böyle.” Paniğe kapıldım. Elimi annesinin elinden sıyırdım. Sanki annesini çalıyormuş gibi hissettiğim o his bünyeme hücum etti.
“Destursuz, ne giriyorsun kızım içeriye? Konuşuyorduk.”
“Baya baya samimiyeti ilerletmişsiniz siz, görebiliyorum.” Sesindeki neşe acılarının önündeydi. Keşke bende öyle olabilseydim. Annesinin kızına bakışlarını göremiyordum ama Buket, ne dedim dercesine omzunu silkti.
Sultan teyze yataktan kalktı. “Bu kız kime çekti, anlamıyorum ki,” diye mırıldandığını işittim.
“Yemeğe çağırmakta suç oldu,” dedi Buket’te annesinin söylediğine cevabı. “Ne yaptıysam şimdi?”
“Fazla zorlama kızım beni.” Anne kız birbirilerine laf yetiştirirken, elimde duran fotoğrafı yastığımın altına iliştirdim. Dakikalar önce konuşulanların ağırlığı zihnimde ağırlığını korudu. Ardından da aşağıya inmek için beni de çağırdıklarını duydum. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki, banyoya gitmek için izin istedim.
Yüzüme su çarparken, duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Annemi tanıyordu. Anneleri bu zamana kadar bana hiç kötü davranmamıştı. İçimdeki çekingenlik, kötü davranma korkusundan oluşmamıştı. Bildiklerimle bu aileye karşı kendimi kötü hissediyordum. Her geçen günün ardından başka bir bilgi zihnime ilişiyor ve ben çıkmaza daha da yaklaşıyordum. Gerçekleri öğrenmek istemiştim. Bilmediğim o kadar gerçek vardı ki, hangisiyle kalmam gerektiğini şaşırıyordum.
Aşağıya indiğimde, Demet mutfak kısmından elinde tencere ile çıkıyordu. Yardım edebileceğim bir şey var mı diye sorarken, gülümseyerek beni ret etti ve salona doğru adımladı. Arkasından kendisini takip ederken, masayı yine donattığını gördüm. Sultan teyze salon tarafındaki masanın başına oturmuştu. Buket, annesinin yanındaki boş sandalyenin yanında oturuyordu. Demette, Buketin karşısındaki sandalyenin arkasına geçmiş, tenceredeki çorbayı tabaklara dolduruyordu. Banada kapıya yakın sandalye daha yakındı. Kendimi sandalyeye iliştirdim. Masadakilerin aralarında normal bir sohbet dönerken, masadaki değişikliği o zaman fark ettim. Tabak sayısı bir daha fazlaydı. Fazla düşünmeme fırsat kalmadan da tabağın sahibi, salona giriş yaptı. Ev ahalisine selam verdi. Annesinin yanındaki boştaki sandalyeye oturdu. Parmaklarımın buz tuttuğunu hissettim.
Alimle bu zamana kadar akşam yemeği için hiç aynı ki masada oturmamıştık. Kendisi çoğunlukla ya mutfakta yemeğini yiyip, dışarı çıkıyordu ya da çoktan yemiş oluyordu ama şimdi bu masanın bir ucunda oturuyordu. Annesi oğluyla bir masaya oturmak istemiş olabilirdi.
Demet önümden tabağımı aldı, çorba koyup geri bıraktı. Çorbanın sıcak dumanı yüzüme ilişti.
“Abi, tabağını uzatır mısın?” diye sorarken, bakışlarım çorbanın üstünde gezindi. Arabanın içinde konuştuklarımız aklımdan bir türlü çıkmıyordu.
Tabağını uzatmış olmalı ki, “Mehmet nerede?” diye sorduğunu kulaklarım işitti. Tok erkeksi sesi ortama yayıldı.
“Uyuyor dayısı,” dedi Buket, kardeşi yerine cevaplarken.
Demet’te Buket’i onayladı. “Aynen. Uyuttum ama fazla uyuyacağını sanmıyorum. Hadi, çorbaları soğutmayın. Tencereyi bırakıp, bende geliyorum.”
Demet’in arkamdan geçtiğini hissettim. Kaşıkların hareket sesi işitildi ve Buket eczane ile ilgili bir şeyler anlatmaya başladı. O sırada Demet’te sandalyesine oturdu. Çorba, tarhana çorbasıydı. Sıcaklığı, boğazımdan aşağıya kayarken, yandığını hissettim. Bu eve geldiğimden beri, mideme hep ev yemekleri girmişti. Fazla çeşit bilmesem de yemek yapmayı biliyordum ama burada her çeşit yemekten tatma fırsatım olmuştu. Bir ara sohbet memleketleri olan Nevşehir'e kaydı. Babaanneleri ve dedeleri, oradaki evlerindeydi. Anladığım kadarıyla, Ürgüp’e yakın evleri vardı ama benim zihnimde birden bire televizyonda izlediğim Kapadokya’da ki balonlar üşüşmüştü. Bu yüzden konunun nasıl dağıldığını anlayamadığım gibi, Buket’in sesiyle bugün konuşulan konuyu dillendirdiğinde hazırlıksız yakalanmıştım.
“Abi, biliyor musun?” diyordu Buket, sevecen sesiyle. O an çorbadan bir yudum daha almış, sıcaklığı boğazıma girmek üzereydi. “Gittiğimiz kına da Maral’a görücü çıktığını.”
Kendimi toparlamasaydım eğer, çorba boğazıma kaçacaktı. Yutkundum. İlk defa o zaman bakışlarımı kaldırdım. Herkesin üstünde gözlerimi gezdirdim. Annesi ve Demet, Buket’e kızgınca bakarken Alim, elindeki su bardağını masaya bırakıyordu ama Buket’in konuşmasıyla başını kardeşine çevirmişti. Gözlerim Alim de takılı kaldı. Parmaklarının kavradığı, bardaktan elini çekmedi.
Anneleri, “Buket, ne yapıyorsun?” diye azarlarcasına kızını uyardı.
“Ne yapıyormuşum? Bir şey yapmadım. Sadece olanı söylüyorum,” dedi yönünü abisinden çekip, annesine ve ikizine bakarken.
“Ayıp kızım,” dedi Sultan teyze. “Konuşulacak şey vardır, konuşulmayacak şey vardır ama sen hiç yerini bilmiyorsun.”
“Bugün söylediğimde hepiniz çok eğleniyordunuz ama şimdi mi kötü oldu?” diye sorarken, Alim’in gözleri yavaşça bulunduğum tarafa kaydı ve zihnimdeki balonlar birer birer patladı. Geriye de gözlerimin içine bakan mavimsi gözler kaldı.
Gergin hissediyordum ama ne düşündüğünü merak etmeden de edemiyordum. Yüzünde keyifsiz bir ifadenin izlerini görür gibi oldum. Sonra gözlerini çevirdiği gibi Buket’e döndü ve “Kimmiş?” diye sordu.
Bu soruyu kimse ondan beklemiyor gibiydi ama o sormuştu.
Buket, abisinin sorusuna karşılık vermek için ağzını açtı ama annesi susturdu. “Boş ver oğlum, tanımazsın. Buket’in boş boş konuştuğunu biliyorsun.”
“Boş boş mu? Anne ben ne zaman boş boş konuşuyorum ki,” dedi annesine doğru.
“Her zaman,” dedi Demet’te.
Buket bu sefer bakışlarını ikizine çevirdi. “Her zamanmış, ben olmasam kadını yollayamıyordun ama.”
“Senin gibi pat pat söylemek yerine kadını makul bir dille zaten ret edecektim. Fırsat vermedin ki.”
“Kızlar yeter,” dedi anneleri bir kez daha uyarırken. “Yemeğinizi yemeye devam edin. Kapatın şu konuyu.”
Annelerinin son uyarısıyla, herkes sustu. Ortama değişik bir sessizlik yayıldı. Konu kapandığı için memnum olmuştum ama rahatlamamıştım. Huzursuz hissediyordum. Diğer yemekler yenilirken, başka bir konu açıldı, dikkat etmedim. Arada Alim’in kısa cevaplarını duyuyordum ama tam zihnimde tutamıyordum. Yemekler yendikten sonra anneleri koltuğa çekilirken, Alim de telefonla görüşeceği bahanesiyle ayaklandı. Salondan çıktığını hissettim. Kızların sofrayı toplamasına yardım ettim, kısa sürede masa eski haline geldi. Alim’in nereye gittiğini bilmiyordum ama onu bir daha görmemiştim. Ya dışarıdaydı ya da kendi odasına çekilmişti.
Demet ile Buket mutfağı toparlıyorlardı. Yardım etmeyi teklif etmiştim ama kabul edilmemişti. Demet’in elleri sabunluyken Mehmet’e bakmam için ricada bulundu. Uyanıp, uyanmadığından emin olmak istiyordu. İçinin rahat olmamasını anlayabiliyordum. Ricasını kabul ettim, bu evdeki son saatlerimi yaşadığımı bilerek merdivenlerden yukarıya doğru çıktım.
Mehmet ile vedalaşacak zamanı bulamayabilirdim. Bu iyi bir fırsat olmuştu, kendisine çok alışmıştım.
Mehmet, annesiyle kaldığı odadaydı. Bu ara anneannesi, annesiyle beraber kalıyordu. Yönümü o tarafa çevirirken, kapı hafiften aralıktı. Kapıyı tam açacaktım ki, içeride birinin olduğunu daha doğrusu Alim’in oda da olduğunun farkına vardım. Sırtı kapıya dönük bir şekilde yatağın ucunda oturuyor ve Mehmet’e bakıyordu. Mehmet ise uyanmamış, uyuyordu.
Kalbim tekledi, hareket edemedim. Yerimden adımlayamadım, kapının o aralık kısımdan içeriye izledim. Alim, izlendiğinin farkına varmadı. Yeğeni minik parmaklarını Alim’in işaret parmağına dolamış, öylece uyuyordu. Belki de uyanmaması için elini yeğeninden çekemiyordu ama bu manzara öyle huzurluydu ki, gözlerimi üstlerinden alamadım.
Alim, uzun boylu kalıplı bir adamdı ama bir yandan da kalbi yaralarla doluydu. Bugün arabada kriz geçirir gibi olduğumda telaşını saklamadan yüzüne yansıtmıştı. Eli ayağına dolanacak gibi olmuştu. Evde abisinin yanında geçirdiğim kriz anımı hatırladığımda onun orada da ne kadar endişeli ruh haline büründüğünü hatırladım ama her şey bittiğin de sanki telaşını saklıyor gibi de hemen değişiyordu. Bazen duygularını ansızın ortaya seriyordu ama en çokta geri plana atmaya çalışıyordu.
Hangi yıkıntının altındaysan söyle bana, bir yol bulalım.
Bugün söylediği bu cümle zihnimde tekrardan ona bakarken, yankılandı. Söylediğinde açık yürekliydi. Biliyordum ama artık yapamazdım. Bir şekilde, kendi yolumda yürümeliydim. Bu kararım, karşımdaki görüntüye bakarken daha da netleşiyordu.
Sanırım Mehmetle vedalaşamayacaktım ama bu görüntüyü anılarımın içine iteklemek için kendimi onları biraz daha izlemek için izin verdim. Alimle arabada vedalaştığımı düşünürken, bu anı o anıyla yer değiştirdi. Dudaklarımı birbirine bastırırken, gülümsedim. Her geçen gün daha iyi olacaklardı, biliyordum. Alim’in ailesiyle olduğunu bilmem, kendimi daha iyi hissettirecekti. Babamın borcunun birazını ödemiş gibi hissediyordum. Son kez gözlerimi içerideki karede gezdirdim, hayali elim havalandı. Veda selamım, aramızda asılı kaldı. Böylece kapının önünden ayrılmış oldum.
*
Gece dört sularıydı. Sabahın ilk saatlerine kalmak istememiştim. Bekleseydim, sabah namazına kalkanlardan birine yakalanabilirdim. Bu yüzden gözlerimi hiçbir şekilde kapatmadan, bu saate kadar bekledim. Etrafın sessizliğiyle birleşen sokağın sessizliği, doğru zamanı seçtiğimi düşündürüyordu. Eşyalarım dağılmadığı için, toparlanmak adına bir şey yapmamıştım. Buket, karşımdaki yatakta uyuyordu. Onunla beraber yatağa yatmıştım, sadece uyuduğumu sanmasını istemiştim. Sessiz hareketlerle, dağılan yatağın üstünü düzeltmiş, yastığımın altındaki fotoğrafı çantamın içine koymuştum. Geldiğim gibi bir şey bırakmak istemiyordum. İzlerimin kalmasını istemiyordum. Sanki hiç hayatlarına girmemişim gibi çıkmak istiyordum. Bu yüzden not yazmadım.
Odanın kapısını elimdeki bavulumla adımlarken, az önce pencereden dışarıya bakmıştım. Alim, dışarıda değildi. Öyle olmasını umuyordum. Görebildiğim kadarıyla arabasında da değil gibiydi. Odasında olmalıydı. Onu hiç gece odasında kaldığına şahit olmamıştım ama buralar da olmadığına göre orada olmalıydı. Mutfakta ya da salonda da olabilirdi ama bu riski göze alıp aşağıya inecektim.
Adımlarım merdivenler de ses çıkarmaması için parmak uçlarımda aşağıya inmeye çalıştım. Merdivenlerin ortalarında durdum, sesleri dinledim. Hiçbir ses yoktu. Mutfağın ışığı da yanmıyordu. Salondan da ses gelmiyordu. Zihnimdeki plana uyarak, adımlamaya devam ettim. Şu ana kadar iyi gidiyordum. Montumun olduğu askılığa gelip, bavulumu yavaşça yere bıraktım. Üstüme geçirdiğim gibi bavulu tekrar elime aldım. Kalbim endişeyle göğüs kafesimi yararcasına atıyordu. Bu stresle az kalsın kapının anahtarlarını almadan, kilitli kapıyı zorlayacaktım, son anda fark ettim. Yönümü ayakkabılığın üstündeki kaseye gitti, diğer boş elim anahtarları kavradı. Kilitleri birer birer açmaya çalıştım. Kilitler açılırken, çıkardığı ses kulaklarıma sanki daha fazla ses çıkarıyormuş gibi geldi ama sadece kaygılı olduğumdan kaynaklanıyordu, biliyordum. Son kilitte açılınca, ayakkabılarıma uzandım. Ayakkabımın tekini elime almıştım ki hiç beklemediğim bir şey oldu. Akşam olan gibi aranın ışığı açıldı, hareket edemeden öylece kalakaldım. Ayakkabı elimden yere düştü. Kalbim ağzımda attı. Kimseden ses çıkmıyordu. Alim’e yakalandığımı düşünmüştüm ama onun olmadığını omzumdan arkama ürkekçe bakındığımda anlamıştım.
Annesiyle beraber Demet karşımda duruyordu.
Şaşırmışa benziyorlardı ama en çokta annesi şaşırmış gibiydi. Sonuçta saatler önce evlerinde istediğim kadar kalabileceğimi söylemişti. Gözleri üstümden, elimdeki bavula kaydı.
“Hırsız değilmiş anne bir kaçak yakalamışız.” İlk konuşan Demet oldu. Pijamalarıyla, apar topar kalkmış gibiydi. Topuz olan saçları dağılmıştı. Gözlerinde uyku kırıntılarıyla yüzüme bakıyordu.
“Gece gece nereye gidiyorsun kızım böyle?” diye sordu Sultan teyze. Yüzünde ki ifade de hüzün vardı. “Hem de bavulunla. Hiç yakışıyor mu?”
“Maral’ın bu evden ilk gitmeye çalışması değil,” dedi Demet annesine doğru. “Bize alıştığını sanmıştım.”
Alışmıştım ama onların iyiliği için gitmem gerekiyordu. Nasıl, izah edecektim?
“Niye cevap vermiyorsun? Dilini mi yuttun?” Demet’in sesinde hafif sinirli bir tını vardı, onu ilk defa böyle görüyordum. Yanıma doğru ilerledi. Kızgınca suratıma baktı. “Sen gidince, abimi arkandan yollayacağımızı falan mı sandın? Bunu unut, bu sefer sana yardım etmem,” diye fısıldadı. Kapıdaki anahtarı hiddetle avucuna aldı. “Annem arkandan gelmesine asla izin vermez! Aralarının yine mi bozulmasını istiyorsun?”
Bunları o kadar kısık sesle söylemişti ki, dışarıdan bakan biri sadece öfkeyle suratıma baktığını anlayabilirdi. Anlamayan gözlerle, yüzüne bakarken anlamadığımı kendisi de biliyordu ama içindekileri bir kere kusmuştu. Gözlerini kaçırdı, o sırada kapı dışarıdan anahtarla açılırken, kulağım sesini işitti.
Demet kapı açılırken, geriye adımladı. Bu sefer Alim kapı da belirdi. Zihnimde planımı oynatırken, bu kadar batacağım hiç aklıma gelmemişti. Belki Alim’e yakalanırım diye düşünüyordum ama şimdi herşey karışmıştı.
Ev ahalisini ayakta görünce, bir an durakladı. Ayakkabılarını çıkarıp, içeri girdi, arkasından da kapıyı kapadı. “Ne oluyor burada?” diye sordu sertçe. “Niye herkes ayakta?” Ardından üstümdeki montla ve elimdeki bavulla beni görünce kaşları çatıldı.
“Annem namaza kalktığında, aşağıdan kapının yoklandığını duymuş,” diye açıklamada bulundu Demet, abisine. Sesinin tonunu hiç düşürmeden konuşuyordu. Kızgındı. O kadar kızgındı ki, sesinin ayarını yapamıyordu. “Beni uyandırdı. Hırsız sanmış ama hırsız değil, Maralmış. Gidiyormuş, görmüyor musun?”
Son söylediğini halimi abisinin daha iyi görmesini ister gibi başıyla işaret etti.
Kendimi savunma ihtiyacı hissediyordum ama Demet beni boğacakmış gibi bakarken, gerçek açık açık söylemek yerine Alim’e “Neden olduğunu biliyorsun,” dedim.
“Nedenini söyleyin de biz de bilelim. Gizli gizli konuşmayı bırakın. Neyse bizim de öğrenmeye hakkımız var,” dedi dediğimin arkasından.
“Bir dakika sakin olur musun?” dedi Alim, Demet’e doğru dönerken.
“Sakin mi olayım? Nasıl sakin olabilirim? Ona yardım ettin, bak yaptığına. Hak etmiyormuş bile. Yoksa yoksa ikinizin planı mı bu?” diye sordu abisine öfkeyle bakarken. “O gittikten sonra sende mi gidecektin? Anneme bunu yapar mısın abi? O zaman ilk niye buraya getirdin?”
“Kafanda kurgulamayı kes, Demet!” dedi Alim, ciddi bir sesle. “Saçmalamaya başladın.”
“Söz ver o zaman. Giderse, arkasından gitmeyeceksin!”
“Bir yere gittiği yok! Sakin ol, artık.”
Karşımdaki olaya bizzat şahit oluyordum ama hiçbir şey anlamıyordum. Demet, durdu. Öfkeyle soludu. Yanakları sinirden kızarmıştı. Söylemek istedikleri vardı ama dudaklarını birbirine bastırdı ve geriye çıktı. Yüzüme tehdit savurur gibi baktı ve bir daha ses çıkarmadan, hüzünlü gözlerle izleyen annesinin yanına gitti. O sırada merdivenlerden aşağıya apar topar inen Buket’i gördüm. Neler olduğunu soruyordu.
Bekledim. Alim, ailesine bakarken kıpırdamadan duruyordu, kafası karışmıştı, belliydi. Sanki bunu beklemiyor gibiydi. Gitmek için hareket edeceğimi düşünmemiş olabilir miydi?
“Bir şey söylemeyecek misin?”
Bulunduğum tarafa bakmadığı için, benimle konuştuğunu ilk idrak edemedim ama sesinde kırıklık vardı. Beklemiyordu ya da böyle olacağını tahmin etmemişti. Kendimi savunmaya hazırladım.
“Burada kalmaya devam edemeyeceğimi sana söylemiştim. Derdim kimseye görünmeden, çekip gitmekti.”
Alim söylediğimle yüzünü diğer görüntüden çekip, yüzüme çevirdi. “Gece ayakta olduğumu biliyordun, peki beni nasıl atlatacaktın?”
“Bir yolunu bulurdum.”
“Bulamadın.”
Tek kelimesiyle beni zemine çiviledi. Buket, yanımıza gelince susmak zorunda kaldı. “Demet, çok sinirli,” dedi abisiyle bana. Abisi başıyla onayladı. O sırada Demet, annesini merdivenlere yönlendiriyordu.
“Onunla konuşmaya çalışacağım,” dedi Alim, annesiyle kız kardeşinin arkasından merdivenlere yönelmeden önce. “Ben gelene kadar bir yere gitmediğinden emin ol.”
Alim de Demet gibi bana kızgındı, farkındaydım. Alim’in kızgınlığı Demet’in gibi olmasa da işleri batırmıştım.
“Onu böyle sık sık görmem,” dedi Buket, abisi merdivenlerde kaybolduktan sonra, Demet hakkında. Elimdeki bavulu aldı, yere bıraktı. Eğer elimden almasaydı, elimdeki bavulu bile unutacak hale gelmiştim. “Ama biraz Hamza abime benziyor. Çok gücüne gitmiş olmalı.”
“Gittiğimde abinin de arkamdan gelebilme ihtimaline kızdı, ” dedim salondaki yemek masasındaki sandalyeye çökerken. Buket’i daha önce böyle görmediğim için hala sersem gibiydim. Ayaklarım titriyordu. Kendimi bir yere atmasam, düşecekmiş gibi hissediyordum. “Annenle abinin tekrardan arasını bozacağımı düşünüyor.”
Bukette yakınımdaki sandalyeye oturdu. “Demek, bu yüzden o kadar öfkeli. Bu her şeyi açıklar.”
“Anlamıyorum, bunun benimle ne ilgisi var?”
“Biliyor musun, bilmiyorum ama Demet senin önceden kaldığımız eve gidip, babamı sorduğunu söyleyince abimin nerede kaldığını bile bilmiyordu. Arada telefon ettiğimiz de açıyor, iyi olduğunu söyleyip kapatıyordu ama o gün aklına nasıl geldi, bilmiyorum ama seni abime yönlendirirken, kaldığı yeri söyleyip, söylemeyeceğini bile bilmiyordu. Bir yem attı, abim de yemi kaptı. Hiç beklemiyordu, ben de beklemiyordum. Bu yüzden seni yanında götürmediğin için sana kızgındı ama artık abimin kaldığı yerden çıkacağını duyunca sana karşı kızgınlığı sonlanmıştı.” Durdu, yüzümün aldığı şekle baktı. “Şimdi sana kızgın, çünkü bir şeyleri araştırdığınızın bilincinde. Gidersen, annemle arasının açılacağını düşünüyor olmalı, çünkü arkandan gelmesi uygunsuz olur. Olmaz. Tartışmalarından ve aralarının tekrardan açılmasından korkuyor. Yani haklı da aslında…”
Buket’in söyledikleriyle ne hissedeceğimi bilmeden öylece baktım. Alim’in arkamdan gelmesini istiyor muydum? İçten içe istiyordum ama belli etmemeye çalıştığımı biliyordum. Çünkü tüm olayların altından tek kalkamayacağımı düşünüyordum ama gitmek isterken bir seçim yapmıştım. Sonuçta ben onun hiçbir şeyiydim. Kendi başımın çaresine bakmasını bilirdim. Ama bir yandan da Alim’in kendi babasıyla ile ilgili şüpheleri vardı. Bunları da öğrenmek istiyordu. Bensiz de öğrenebilirdi.
Aile yapılarını burada kaldığım süre boyunca farkındaydım, hakta veriyordum, anlıyordum da. Demet’in bana o kadar katı çıkışını şimdi daha iyi anlıyordum.
“Sahi, sen niye gitmeye kalkıştın?”
Buket’in açıkça konuşması cesaretimi körükledi, bende bazı şeyleri atlayarak kendisine anlatırken buldum. Beni arayan kadından bahsettim. Saldırıya uğradığımı es geçtim ama o gün eve hırsız gibi birinin girdiğini söyleyerek, olayları biraz çarpıttım. Bugün ki olanları da çarpıtarak, anlatırken köstebek olayından biraz uzaklaştım. Babamın sakladığı şeyi konuşmamda biraz geçirdim. Hiçbirini tehlikeye sokmak istemediğimi söyledim. Bu gece gitme nedeni mi böyle anlattım.
“Karışık işlermiş,” dedi Buket cevap olarak. “Ama anlıyorum da, gerçeği bilmek istiyorsun. Abim de bunu istiyor. Zaten mesleği de gerçekleri bulmak ama bunu mantıklı bir şekilde yapmalısınız. Bunu böyle kaçarak yapamazsın.”
“Abine söyledim,” dedim kendimi savunurken. Herkes yaptığımın hata olduğunu düşünüyordu. “Buraya ilk geldiğimde de söyledim ama görmezden gelmeye çalışan oydu.”
“Emin ol, ailesini senden daha çok düşünür.”
“Elbette, öyle.” O sırada Alim salona hışımla girdi ve susmak durumunda kaldım. “Demet ne zaman bu kadar kapalı bir kutu oldu?” diye sordu Buket’e.
Buket abisine dönerken, Alim kardeşinin yanındaki sandalyeye yanlamasına oturdu. Bir kolunun dirseği masanın üstüne yasladı. Üstündeki kabanıyla sanki ansızın ayağa kalkıp, gidecekmiş gibi tetikte duruyordu.
“Onu ben halletmeye çalışırım ama,” dedi Buket, gözlerini abisi ile beni işaret ederken. “Siz aranızda ki şeyi çözmelisiniz. Maral, bana neden gitmek istediğini anlattı.”
Kardeşine anlatmamı beklemiyor gibi şaşırarak bakışlarını çevirdi.
“Nereye gitmeyi planlıyordun?” diye sordu ilk diğerini atlarken. “Planın neydi?”
İşin aslı bir planım yoktu. Evden çıkacak, bir taksiye atlayacak ve gerisine sonra bakacaktım.
Cevap vermediğimi görünce, kaşları çatıldı. “Bir planın yoktu! Onca emek verdikten sonra her şeyi geride bırakacaktın ve bunu plansız yapacaktın. Sana bir yol bulacağımı söyledim, Maral. Neden kendi kafana göre hareket ediyorsun?”
Öfkeyle kelimeler çıkıyordu ama öfkesi kelimelerdeydi, sesi normal düzeydeydi.
“Başka yolun olmadığını göremiyor musun?” diye sordum bende. “Sana korkularımı söyledim. Ailenle beraber kalamayacağımı belirttim. Görmezden gelmeye çalışan sendin.”
“Ben de sana bir yol bulacağımı söyledim.”
“Başka yol bulamazsın. Burada kalamam, aileni tehlikeye sokamam.”
“Gerçekleri öğrenmekten vazgeçmiş olamazsın.”
“Vazgeçmedim. Gerekirse, tek başıma da öğrenebilirim.”
“Tek başına mı? Babanın verdiği eğitimin yeterli olduğunu düşünüyorsan, yanlış düşünüyorsun.”
“Beni hafife alıyorsun.”
“Sana doğruları söylüyorum. Beni neden o zaman buldun? Tek başına çözebileceğine inanıyorsan, ilk bu işin peşine düştün!”
“Bu raddeye geleceğini düşünmedim. Düşünseydim zaten burada olmazdım!”
“Bugün gelen telefonla hemen düşüncelerin değişmiş olamaz. Neden böyle konuştuğunu biliyorum. Benim ailemi düşünmediğimi mi sanıyorsun yoksa? Sana bir yol bulacağımı söyledim. Yine tekrar ediyorum. Bulacağım.”
“Bulamazsın. Benimle gelemezsin. Benim hiçbir şeyim değilsin, Alim. Yardımını istemekten vazgeçtim. Neden anlamıyorsun?”
“Arada ezilmekten korkuyorum. Sakin olun, biraz.” Buket’in masada oturduğunu bir anlığına unutmuştum. Konuşmasıyla Alim’in cevap verme hakkını aldığı gibi ikimizin de duraklamasına neden oldu. Yüzünden afallamaya benzer bir ifade gelip, geçti.
“Sakinim, sadece konuşuyoruz,” dedi Alim, kardeşine bakarak. Buket, sandalyeye yaslanmış, yanağını ovalıyordu.
“Evet,” dedim Alim’e destek çıkarken. “Ben de sakinim.”
“Belli oluyor,” dedi Buket, kinayeli bir sesle. “Deminden beri birbirinizi suçlayıp, duruyorsunuz ama böyle bir yere varamazsınız. Çözüm bulmak yerine, didişiyorsunuz.”
“Tartışmıyoruz,” dedi Alim, kardeşine. “ Çözüm bulmaya çalışıyoruz.”
“Böyle mi çözüm buluyorsunuz? Çözüm bulma yöntemin epey farklı, abi. Çünkü Maral hala kendi düşüncesini savunuyor, sende onu ikna etmeye çalışıyorsun. Bu kadar. Ayrıca kimse üzülmeden benim aklıma bir çözüm geliyor ama siz beni dinlemezsiniz bile.”
Tepkim, kaşlarım çatılmak ile sormak arasında kaldı.
“Ne demek istiyorsun, Buket?” diye sordum Alim’den önce davranarak. Onun aklına gelmeyen çözümün kardeşinden çıkmasına anlam veremiyor gibi bakıyordu.
“Ben de babama ne olduğunu öğrenmek istiyorum ama benim elimden bir şey gelmiyor. Siz ikiniz bu işin peşindesiniz, bunu destekliyorum da. Maral, burada kalmak istemiyor. Çünkü bize bir şey olacak diye korkuyor. Giderse, arkasından gitmek isteyeceksin, biliyorum ama abi sen de biliyorsun ki annem bekar bir kızın arkasından gitmene asla izin vermez. Bunun sen de farkındasın ki en başta Maral’ı direk bize getirdin. Böylesinin uygun olacağını biliyordun ama şimdi çıkmaza düştün. Maral gitmek istiyor. Sen de ona yardım etmek istiyorsun. Ben diyorum ki,” Durdu, ne söyleyecekse gözleri ikimizin üstünde gidip geldi. “Evlenin. Evlenin ki bu evden beraber gidin. O zaman kimse bir şey diyemez.”
İfadem dondu. Kocaman gözlerle, Buket’e baktım ama o sanki normal bir şey demiş ki, her zaman ki gibiydi.
“Ne söylediğinin farkında mısın?” diye sordum, sesimi sakin tutmaya çalışırarak.
“Asıl abim olmadan babana olanları öğrenemezsin, sen bunun farkında mısın? Bence farkındasın ama kabul etmiyorsun. Sonra zaten boşanırsınız. Anlaşmalı gibi düşünün. Filmler de oluyor ya, öyle.”
“Biz film karakteri değiliz Buket,” dedim kaşlarım çatılırken. “Saçmalık bu.”
“Bir yol istiyordunuz, size yolu gösteriyorum. Bunu beraber çözmelisiniz. Abim bu mesleğe ömrünü verdi. Nasıl hareket etmesini biliyor, sen biliyor musun? Bildiğini sanmıyorum.” Öne doğru çıktı, dirseklerini masaya dayadı. Alim’den ise ses çıkmıyordu. Nasıl şaşırdıysa, konuşmuyordu. “Bak, Maral. Bu evden gittiğin taktirde, annemle abimin arası bozulacak. Demet’in sana çıkışmasının sebebi bu. Buradayken, gözünün önündeydin ama çekip gidersen, öyle olmayacak.”
“Bu yüzden hayatınızdan çıkmam gerek.” Gitmeliydim. Sırf ailesinin içlerinin rahat etmesi için bile gitmeliydim. Buraya ait değildim. “Kimseyi zor duruma sokmak istemiyorum. Burada bu kadar kalmam bile hataydı.”
“Yanlış yönlerden bakıyorsun,” dedi Buket hala söylediğinde ısrar ediyordu. Kaçırdığı nokta ise abisi daha ağzını açmamıştı. Bu sefer Alim’e döndüm.
“Kardeşine bir şey söylesene. Saçma sapan konuşuyor. Bir şey demeyecek misin? Ne düşünüyorsun sessiz sessiz? Bir şey de!” diye çıkıştım. Bakışlarını masaya dikmiş, ne düşünüyorsa beni duymuyor gibiydi. Buket’te abisine dönmüştü. “Bu böyle olmayacak. Gidiyorum ben.”
Ayaklanmamla oturduğum sandalye geriye gitti. Ani hareketimle Buket’te bana doğru döndü, yüzüne bakmadım. Bavulumu da alıp, bu evden gidecektim. Çözüm namına herhangi bir yol yoktu. Bu yol, en bilindik yoldu. Buraya kadardı. Alim de biliyordu. Bu yüzden ses bile etmemişti. Gitmem gerekiyordu. Yollarımız, bir yer de çarpışmış, şimdi de ayrılıyordu.
Buket’in arkamdan acelece bir şeyler söylediğini işittim, kelimeleri zihnim tutmadı, bıraktı. Salon kapısına doğru varmıştım ki, Alim’in sesini işitmemle bedenim durakladı.
“Bekle,” diyordu. “Daha ben sözümü söylemedim.”
Ne söyleyebilirdi ki? Hiçbir şey! Bunu bilmeme rağmen ona doğru döndüm. Sandalyesinden kalkmıştı, sanki zihnindekileri netleştirmiş gibi ciddi bir havası vardı. Buket’e ise bakmadım, meraklı bakışlarını karşısındaki olaya çevirdiğini tahmin edebiliyordum. Aramızda bir tuhaflığın olduğunu sezdim. Alim’in kararlı bakışları, gözlerim de gidip, geldi.
“Buket doğruyu söylüyor. Evlenelim,” dedi en sonunda ve fırtına kelimeleri ruhuma savurmaya başladı. Gözlerim, gözlerindeyken yıkıntı bir ruh, parçaların arasında yürüdü, bana doğru adımladı. Tam önümde durdu. “Yıkıntıların altında tek kalmana izin vermeyeceğim. Evlen benimle.”
Hangi yıkıntının altındaysan söyle bana, bir yol bulalım.
Bir yıkıntı, diğer yıkıntıya yardım elini uzatmak istiyordu. Yine.
Yol, şekillenmek istiyordu. Yine.
Ve kalbim, ister istemez kabul ediyordu. Yine.
***
OY VE YORUMLARI BEKLİYORUM.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |