
OY VE YORUMLARI BEKLİYORUM.
-22-
Geçmiş zamandaki kızda şimdi ki kız gibi aynı yolları geçti. Geçmişten gelen izler ruhumun köşelerine sindi. Bilinmezlik yine ellerimdeydi. O zaman ki kızın elindeki neler yaşayacağını bilmediği bir bilinmezlik hissiydi.
Geçmişteki adrese babamla ilgili net bir şeyler öğrenme umuduyla gelmiştim. O zamandan bu zamana kadar öğrendiklerim, zihnimdeki köşelerinde dinleniyordu. Şimdi ki kızın geldiği adreste ise her şey daha farklıydı.
Alim’in bir planı var mıydı? Bilmiyordum. Bundan sonraki süreç nasıl ilerlerdi? Bilmiyordum. Sadece ailesinin evinden ayrıldığım için ruhumda bir huzur hakimdi. Alıştığım aileyi arkamda bırakmak kalbimi üzse de, iyi olacaklarını düşünmem üzüntümün önüne geçmişti.
Alim’in evden ayrılmamız için bir planı vardı. Evden bugün ayrılacaktık ama ailesi bizi yarın Ankara’ya yola çıkacağımızı biliyordu. Ankara’da kalacağımız yeri bu kararı almadan önce hazırladığını söylemiş, ailesinin içini böylece rahatlatmıştı. Bu akşam için ise otelde kalacağımız biliniyordu.
Gerçek ise çok daha farklıydı.
Buket’ten başka durumumuzu bilen yoktu ama abisinin kendisine nerede kalacağımızı söylemediğini evden ayrılmadan önce sorduğu soruyla anlamıştım. Söyleyip, söylememek arasında giderken de bilmediğimi söyledim. Abisi söylemediyse, uymaya karar vermiştim.
Nikahtan sonra evlerinde daha fazla kalmadan hareket edilmişti. Bu süre zarfında aile bireyleriyle vedalaşmış, Alim’in de kendisine hazırladığı bavulla, bavulum hızlıca arabasına yüklenmişti. Her şey hızlı gelişiyordu ama bundan da memnundum. Bir an önce buradan ayrılmak istiyordum. Diğer taraftan da hızlıca hareket edildiği için üstümü bile değiştirememiş, annesine üstümdekini teslim edememiştim. Geri alacağını zannetmesem de vermek istiyordum ama buna bile fırsatım olmamıştı.
Alim’in ailesinin eviyle kulübesinin uzaklığını hesaba katmamıştım ama yeteri kadar uzaktı. Bir de trafik işin içinde olunca zaman akmış, hava kararmıştı. Araba yolculuğumuz boyunca az ve öz konuşmuş, kendi sessizliğimize çekilmiştik. Ailesiyle daha yeni buluşmuşken, tekrardan ayrılmalarına içim sızlıyordu ama bu kararı kendisi vermişti.
Hem ailesinin benim yüzümden tehlikede olduğunu bildiği için hem de bu olayların içinde kendi gerçeklerini öğrenmek için benimle evlenmişti. Olan buydu.
Geçmiş zamandaki anılardan sıyrılan kareyi, tanıdık sahile gelince bir kez daha yaşıyormuş gibi hissettim. Alim arabasını babamın arabasını park ettiğim gibi yol kenarına çekip, anahtarı kontaktan aldı. Gözlerim dışarıya gitti. Sahil önceden de geldiğim gibiydi. Aynı ki sandallar, aynı ki sessizlik.
“Arabayı burada mı bırakacaksın?” diye sordum, dışarıya çıktıktan sonra. “Ceza alma sonra.”
“Ceza?” Arabanın arka kapısını açıyordu. Sorumu adlandıramadığım belliydi.
“Park cezası,” dedim diğer kapıyı da kendisi gibi açarken. Kendi bavulumu elime alırken bavulunu aldı, doğruldu.
“Burada park cezası kesilmez. İstediğin yol kenarına park edebilirsin.”
Alim’i bulmak için babamın arabasını park ettiğim zamanı anımsadım. Yol kenarına park ettiğim için ceza yazılacağını düşünmüştüm.
“Güzel avantajmış.”
Gülümsediğini görürken, arabanın ön kısmına doğru ilerledi. Kendisini diğer taraftan takip ettim. Üstümde hala annesinin verdiği gelinlik, gelinliğin üstünde de montum vardı. Montum olmasına rağmen bedenim üşümüştü. Hava bu tarafta daha serindi. Sabah ki bahar havası gitmişti. Deniz dalgalarının sesi, rüzgarla beraber kulağıma gelirken etrafa bakındım.
Sahil karşımdaydı. Deniz karşımdaydı. Kulübesi oradaydı.
Bir daha buraya geleceğimi bile düşünmezken, işte buradaydım. Evli biri olarak.
Kulübe hala ıssız görünüyordu. Yol kenarlarındaki sokak lambalarının ışığı bir kısmını aydınlatıyordu ama yetmiyordu. Ellerimizde ki bavullarla taşlıklara doğru ilerlerken rüzgar topuzun içinde olmayan saçlarımı yüzüme getirip, duruyordu.
“Burayı nereden buldun?” diye sordum, bunu hep merak etmiştim ama hiç sorma fırsatım olmamıştı. Alim taşlıklardan kolayca indi, bana doğru döndü. “Uzun hikaye.”
Gelinliğin etekleri taşlara takılmasın diye bir elimle eteklerini topladım ve ilk adımımı taşlara doğru attım. “Nasıl olsa zamanımız var. Anlatırsın.” Buraya geldiğimde taşlıklardan inerken, zorlanmış olsam da aşağıya inmeyi başarmıştım ama o zaman üstümde bir gelinlik ve elimde bir bavulum yoktu.
Tereddütle taşlara bakındım.
Hangi taşa adımımı atmam gerektiğine karar verirken Alim’in “Ver elini,” diyen sesi kulağıma geldi, bakışlarım kalktı. Elini tıpkı merdivenlerden inerken, uzattığı gibi bana doğru uzatmıştı.
“Kendim halledebilirim.”
Yardımını ret etmemle, yüzü kasılır gibi oldu. “Bavulunu ver o zaman.”
Bavulla dengede durmam zor olduğundan itiraz etmeden bavulumu uzattım. Kendi bavulunu yanındaki taşın üstüne koydu, bavulumu elimden aldı. Etekleri toplayıp, bir adım daha attım ama en son beklediğim şey oldu. Ayağımdaki babetin altı kaydı, bedenimi yerinde sallandı.
Alim’in “Dikkat et,” dediğini duydum. Kalbim ağzımda attı ama dengemi sağlamayı başardım, düşmedim.
“İnemeyeceğim. Elini uzat,” dedim en sonunda Alim’in yardımını isterken. Bakışlarım kalktı, kolum havalandı. Ben demiştim dercesine hafifçe tebessüm etti. Bir şey demedi. Gülümsemesine gafil avlanmalarım yeteri kadar zorlanmama sebep olmuyormuş gibi yine aynı şeyi yapıyordu. Afallamamla yanlış adım atmaktan korktum.
Elini demin ki gibi bana doğru uzattı. Sıcak eli soğuk parmaklarımı buldu, sıkıca tuttu. “Güldüğüne göre eğleniyor olmalısın.” Sesim sitemli çıktı, aldırmadım. Yardımıyla taşlıklardan inerken kalp çarpıtılarımı duymamayı tercih ettim, kulağımı dalgaların sesine odakladım.
“Doğru bildin. Eğleniyorum,” dedi yanına vardığımda. Açıkça konuşmuştu. Çok sık yapmıyordu ama benimle böyle konuştuğunda daha yakın olduğumuzu hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.
“Birimizin eğleniyor olması güzel.”
Gelinliğin eteklerini bir elime tekrardan topladım. Elinde tuttuğu bavulumun kulpuna doğru uzandım, elini geri çekti. Diğer eline de kendi bavulunu aldı. Bir şey demeden, kulübeye doğru yürümeye başladı. Arkasından ilerlerken, ellerim resmen buz tutmuştu.
Verandaya attığım ilk adımla, geçmiş anılar ruhuma hücum etti, bakışlarım bu sefer kilitli olan kapının önünde dikilen Alim’e gitti. Üstündeki takım elbisenin üstünde kabanını giymişti. Sinekliği, açtı. Kabanının cebinden iki anahtarı olan anahtarlık çıkardı. Kapıyı açarken, kalbim ağzımda atıyordu.
Bavulları, karanlığa doğru bıraktı. Veranda da ilerleyip, kulübenin sigorta kutusu olarak tahmin ettiğim kutuya doğru uzandı, birer birer sigortaları kaldırdı. Kulübenin girişine doğru adımladım, o gün içeriye girip girmemek konusunda kararsız kalmış, içeriye girmiştim. Şimdi de yine aynı kapının önünde dikiliyordum.
Tuhaf hissediyordum.
“O gün neden kapın kilitli değildi?”
Alim yanıma doğru ilerledi, veranda çatırdadı. Hangi günden bahsettiğimi biliyordu. “Kilitlediğimi sanıyordum. Açık bıraktığımdan haberim yoktu.” Eli gitmesi gereken yeri biliyormuş gibi, karanlığa doğru yanlamasına uzattı ve anında kulübenin ışıkları aydınlandı. Geçmem için yana doğru çekildi.
“Normalde kimsenin mülküne izinsiz girmezdim,” dedim hala o günü hatırladığımda utanıyordum. Anılar zihnime saldırdığında sanki aynı şeyleri yaşıyormuş gibi gerildim.
“Bu sefer izinsiz girmiyorsun,” dedi gerildiğimi anlamış mıydı, bilmiyordum. Sineklik, oynamasın diye tuttu.
“Teşekkür ederim,” dedim gülümsemeye çalışırken.
Üstümdeki yoğun bakışlarını hissederken, babetlerimi çıkarıp önceden de koyduğum zemine koydum ve öne doğru adımladım. Kulübesi hatırladığım gibiydi. Hiçbir değişiklik yoktu. Küçük salonunun ortasına doğru adımladım, durakladım. Zihnimdeki kız, ileriye doğru çıktı, şimdi ki kızla çarpıştı. “Biliyor musun? Kapın açık olunca, terk edilmiş sanmıştım. O gün elim boş dönmekten korktum. Çabaladığımı kendime kanıtlamak istiyordum. Sana yakalanmak aklıma bile gelmemişti.”
“Geleceğini biliyordum.” Sesi arkamdan geliyordu, ona doğru döndüm. Sorgularcasına yüzüne baktım. “Adrese Demet’e birinin geleceğini bilerek verdim ama seninle geleceğini söylemişti. Ben ansızın ortaya çıkmanı beklememiştim.”
“Gelecekti ama onu ektim.”
Söylediğimle şaşırdı ve gülüp, gülmemek arasında kaldı. Ayakkabılarını çıkarmış, sobanın olduğu tarafa doğru gitmişti.
“Kızmıştır.”
“Kızmış. Buket’i evime yolladığında söylemişti ama size gelince kızgınlığını göstermedi ama buraya tek gelerek batırdığımı kabul ediyorum.” Koridora doğru bakındım. “Şunu bilmelisin ki ilk defa bir dolapta saklandım ve hala yaptığımdan utanıyorum. İçeri bile girmemeliydim. Dışarıda beklemeliydim. O gün ki tavrını hak etmiştim. Ben olsam, senden daha öfkeli davranırdım.”
“Söylediklerimi hak etmiyordun.” Sesindeki pişmanlıkla döndüm. Sobanın önünde durmuş, söylediklerimi dinliyordu. “Bunun için de bir özür borçluyum.”
“Özür mü? Evine izinsiz giren bendim, hatırlatırım.”
“Her ne olursa olsun, o kadar sert çıkışmamalıydım. Bazen ani çıkışlarımı engelleyemiyorum. O gün de onlardan biriydi.”
“Ama beni dinledin,” dedim o günü hatırlatmak istercesine.
“Seni kovdum.”
Gülümsedim. “Evet, kovmuştun ama içinde bulunduğun duruma rağmen bana yardıma geldin ve hayatımı kurtardın. Bunları da hatırlamalısın.”
“Hatırlamama gerek yok, Maral,” dedi gözleri gözlerimde dans ederken. Mavi gözlerinde ki pişmanlığın yanında içtenlik saklıydı. “Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmam.”
Afallamam yine aniden oldu. Kalbimdeki atış ruhuma dolandı, benliğimi işgal altına aldı. Toparlanmaya çalıştım. “Doğru,” dedim parmağımla şakaklarımın üstünü, işaret ederken. Önceden yaptığı hareketi taklit ettim. “Burada saklıyorsundur, borçlarını sakladığın gibi.”
“Borçlarımı sakladığım gibi.” Gözleri gözlerimde gidip gelirken bir şey daha söyleyecek sandım. Bakışlarında bugün arabaya binmeden önce ki tuhaf ifadesi yine yer edinmişti. Beklentiyle yüzüne baktım ama bakışlarını kaçırmayı tercih etti. Boğazını temizledi. O zaman Buket geldi diye söylememişti ama bu sefer de kendi isteyerek söylemiyordu.
Elim kırıklıkla yanıma düşerken evin soğuğunu net bir şekilde hissettim. Kollarımı sıvazladım, bakışlarını kaçırdığı gibi evin içinde dolandırdım.
“Bir an önce sobayı yaksam iyi olacak,” diye mırıldandı Alim, kendi kendine. Ya da bana demişti bilmiyordum ama doğru düzgün konuşurken, birden bire susmayı tercih ederek sessizliğimin içine girmemi sağlayan kendisi olmuştu. Bu yüzden cevap vermedim.
Bedenimi koltuğa otuttururken, ilgimi başka bir yere vermeye çalıştım ama kulübe küçük olduğu için bakışlarım yine kendisini buldu. O sırada sobanın yanında ki kovayı almış, kulübeden dışarı çıkmak için kapıya yönelmişti.
Odunları nereden getiriyorsa, burada kaldığı süre boyunca depolamış olmalıydı. Geçmişteki kız gibi gelmesini bekledim, kısa süre sonra da kovanın içi odun ve tahta dolu olarak kulübeye tekrardan giriş yaptı.
Sobayı yakışını izlerken, sessizliğimizle yine baş başa kaldık. Etrafta tek duyulan ses odunun ateşle birleşip, çıkardığı çatırtı sesiydi. Ateşi körüklemek için küçük odunları da sobanın içine yerleştirdi, çatırtı sesi biraz daha arttı. Ardından da sobanın kapağını kapadı.
“Birazdan içerisi ısınır.” Benimle konuşuyordu ama ses etmedim. İlerlemesini izledim. Duvar dibindeki masanın sandalyesini tek eliyle aldı ve sobanın yanına koydu. “Isınana kadar, burada otur.”
Yine öncekiler gibi aynı şeyleri yapıyordu.
“Böyle iyiyim,” dedim kalkmam için bakındığı sırada.
Israr etmedi, kolundaki saatine göz gezdirirken, gözlerim parmağındaki alyansa ilişti. Kapıya doğru ilerledi, ayakkabılarını tekrar giyerken de “On dakikalığına tek kalabilir misin?” diye sordu. Sebebini soracaktım ki devam etti. “Gelirken, bakkala uğramayı unuttuk. Eksikleri almam lazım. Mutfakta bir şey kaldığını sanmam.”
Kendisi söylemese, ne aç karnımı hissedecektim ne de yiyecek aklıma gelecekti.
“Kalırım da, gelmemi ister misin?”
“Ben hallederim,” dedi diğer ayakkabısını da giyerken. “Keyfine bak. İstediğin bir şey var mı?”
Hareketleri o kadar hızlıydı ki, sanki kendisini tanımasam kulübeden kaçıyor sanırdım.
“Kaçmayacaksan, kahve almayı unutma,” dedim bu gün abisinin dediği gibi takılırken. “Sabahları kahvesiz kendime gelemiyorum.”
Durakladı, bedenini doğrulturken keyifsiz bir bakışla yüzüme baktı. “Komik değildi.”
“Bence komikti. Hatta on dakika içinde geri dönmezsen, polise kayıp ihbarı vereceğim. Ona göre hızlı ol.”
Yüzünün ifadesi yumuşadı. Demin ki ifadesi geldiği gibi kaybolmuştu. “Olurum,” dedi bu sefer tebessüm eder gibi olurken. “İhbar için acele etme.”
“Etmem.”
Verandaya çıkıp, kapıyı arkasından kapadı. Sinekliğinde kapandığını duydum. Verandada yürüdüğüne dair ses, kulübenin içine sızdı. Ardından da tamamen duyulmaz oldu. Yüzümde ki gülümsemeyi o zaman fark ettim. Hala kapıya bakıyordum.
Kendimle baş başa kaldığımda, sessizlik sobanın çatırtı sesi olarak yüzüme vurdu. Kulübenin içi sobanın yardımıyla ısınmaya başlamıştı. Bugün hem stresten hem olan durumlardan ruhumla bedenim öyle bir yorulmuştu ki, ayağa kalkacak gücü bedenim de bulamıyordum. Bacaklarımı koltuğa doğru topladım, bedenim de kendiliğinden koltuğa yaslandı.
Rahatlamalıydım.
Ailesine karşı vicdan azabının yerini rahatlama almalıydı. Babamla ilgili şeyleri bilmesem de, istediğim olmuştu. Polat ailesi, güvende olacaktı.
Gözlerim sobanın kapağından görünen alevlere gitti. Şu ana kadar olanları hatırladım. Alim ile bir anımız bir anımızı tutmadığını düşündüm. Bugün abisinin dediğine gerçekten inanmamı istememişti. Kaçacağını düşünmemden endişe duymuştu ama abisi böyle bir şey demese aklıma bile gelmezdi.
Düşüncelerimle koltukta biraz daha kaydım. Alevlere bakarken, gözlerim ağırlaşır gibi oldu, bedenimi kıvrılırken buldum. Başımın ufak yastığa dayandığını hissettim. Dans eden alevlerin insanı sakinleştirici bir etkisi vardı. Kulağımda sobanın çıtırdısı duyulurken de bundan sonra olabilecek şeyleri düşünmemeye çalışsam da olan durumlardan yorulduğumu düşünüyordum. Bir taraftan da üstümü değiştirmem düşüncesi zihnimdeydi.
Bir sonraki düşüncemi ise hatırlamıyordum.
*
Bilincim yerine geldiğinde ilk hissettiğim tatlı bir sıcak oldu. Isı tüm bedenimi kaplamıştı. Kulağımda hala bilincim gitmeden önce duyduğum çatırtı sesi vardı. Gözlerim yavaşça aralandı. İlk nerede olduğumu hatırlayamadım ama sonra bakışlarımın değdiği sobayı görünce her şeyi hatırladım.
Uyuyakalmıştım. En son gözlerimi dinlendirmek için kapamıştım. Gerisi yoktu. Gecelerdir uyumayan bedenim ufak bir kaçamak yapmış olmalıydı. Yaşadıklarım birer birer aklıma geldiğin de, Alim’in gittiğini hatırladım. Gelip gelmediğine bakmak için doğrulmaya çalıştım. O zaman üstümdeki battaniyeyi fark ettim ve bu kadar sıcaklamamın sebebi böylece anlaşılmış oldu.
“Alim?” diye seslendim, battaniyeyi üstümden çekerken.
“Buradayım.”
Tok sesin geldiği yöne doğru bakındım. Sobanın gerisindeki masadaki sandalyede oturuyordu. Gömleğinin kollarını dirseğine kadar sıyırmış ve birini masaya dayamıştı. Eli de yanağına yaslıydı. Yüzünde yine o tuhaf ifadesi yer edinmişti. Kabanını ve ceketini çıkarmıştı ama üstünü değiştirmemişti. Uykulu gözlerle kendisine bakarken, beyaz gömleğin kendisine yakıştığını düşündüm. Mavi gözlerini daha belirgin ediyordu. Bugün gerçekten bir damat gibi olmuştu. Kalbimin sıkıştığını hissettim.
“Ne zaman geldin? Duymamışım,” dedim düşüncelerimi toplamaya çalışırken. Bacaklarımı koltuktan sarkıttım, gelinliğin etekleri halıya düştü. Bir an önce üstümdekinden kurtulmalıydım. Alim gittikten sonra ilk işim üstümü değiştirmek olmalıydı ama hesapta olmayan olmuş, uyuyakalmıştım.
“Baya oluyor. Geldiğimde uyuyordun,” dedi toparlanırken.
“Baya mı oluyor? Sen ne zaman geldin ki?”
Kolundaki saatine baktı. “İki saat önce olması lazım.”
Gözlerim irileşti. İki saat uyuduğuma inanmayarak yüzüne baktım. “İçim geçmiş olmalı.” Bavulumun bulunduğu yere bakındım, orada yoktu.
“Bavulunu kalacağın odaya götürdüm,” dedi ben sormadan. “Dolabı dışında odayı hiç kullanmamıştım ama yine de her şeyini değiştirdim. İstediğin gibi kullanabilirsin.”
Odada ki yataktan bahsediyor olmalıydı.
Elim yüzüme gelen saçlarıma gitti, kulağımın arkasına sıkıştırdım. “Burada kaldığın süre boyunca nerede uyudun, peki?” diye sorarken, bakışlarım kendisine gitti.
Bakışlarıyla oturduğum koltuğu işaret etti. Dudaklarımdan şaşkınlık belirtisi çıktı. Burada ne kadar kaldıysa, uyuduğum koltukta uyumuştu.
“Anladım.”
Çekinerek ayaklandığımda oturduğu masanın boş olmadığını o zaman farkına vardım. Beklemediğim bir şeydi. Bir şeyler hazırlamıştı, hiçbir şeye dokunmamıştı. Ne hazırladığına dikkat etmedim ama karnımın açlığını hissederek, midemden yumruk yemiş gibi oldum.
“Aç mısın?” diye sordu, masaya baktığımı görünce.
“İtiraf etmeliyim ki, açım ama üstümü değiştirmem lazım. Daha fazla annenin yadigarına zarar vermek istemiyorum.”
Başıyla onayladı. Bir şey demedi. Gitmemi işaret etti. Önceden girdiğim koridora doğru adımladım. Dolabında saklandığım odaya girerken, anıların zihnimde yankılanmasına izin verdim.
Bavulumu duvarın önüne bırakmıştı. Kapıyı arkamdan kapatıp, bavulu yatağın üstüne getirdim. Kısa sürede üstümü değiştirdim. Elime gelen ilk şeyleri giymiştim. Üstümde siyah yün kazakla, kot pantolon vardı. Saçlarıma dokunmamıştım. Çünkü Buket tokalarla öyle sıkı bir örgü yapmıştı ki, çözmeye çalışsam zaman geçerdi. Dikkatle katladığım gelinliği, yatağın üstüne koydum. Gerisin geri Alim’in yanına gittim.
Bıraktığım gibi masada oturuyordu ama bu sefer masaya dönmüştü. Uyurken ne kadar zaman sandalyede oturduğunu merak ettim ama soramazdım. Sorsam saçma olurdu.
“Sen yedin mi?” diye sordum diğer sandalyeyi çekip, karşısına otururken. Masa küçüktü ama işe yarıyordu. Birkaç çeşit kahvaltılık vardı. Peynir, zeytin, domates, salatalık.
Sobanın kenarına koyduğu minik çaydanlığa uzandı. “Yemedim,” dedi önümdeki çay bardağını işaret ederken.
“Teşekkür ederim.” Bardağı masada ileriye doğru kaydırdım. “Keşke uyandırsaydın.”
“Uykunu bölmek istemedim,” dedi kendi bardağına da çayı doldururken. Elim çatala gitti, domatesten alıp ağzıma attım.
Alim Polat ince düşünceli bir adamdı ve ben her geçen gün bu inceliğine hayran olmadan edemiyordum.
“Sabaha kadar uyanmayabilirdim. Yine mi bekleyecektin?”
“O zaman bir çaresine bakardım.”
Şekersiz çayını eline aldı, dudaklarına götürdü.
“Horlamadım değil mi?” diye sordum şakasına, çay tabağımdaki küp şekerleri çayıma atıp karıştırırken. “Horladıysam da sakın söyleme ama.”
Sorumla ani bir afallama yaşadı ama bu afallama keyifliydi. Sorum, kendisini güldürmüştü. Tüm bunları bilerek yapıyordum, çünkü gülmesini istiyordum. Kalbim gülümsemelerine ani tepkiler verse de yaşadığı zorlukları, bir nebze de olsa geriye atmasını istiyordum. Sanırım bunda da başarılı oluyordum.
“Öyle bir şey olmadı.”
“İçim rahatladı.” Çatalı bu sefer de salatalığa batırdım. “Aldıklarını ne yaptın?”
“Hepsini yerleştirdim,” dedi ekmekten koparırken.
“Gerçekten iki saat gibi bir süre uyumuş olmalıyım. Her şeyi yapmışsın. Bana bir şey bırakmamışsın.”
“Sofrayı sen toplarsın, ödeşiriz.”
Gülümseyerek, yüzüme bakmayan yüzüne baktım. İstediğim gibi kendisiyle sohbet etmek hoşuma gidiyordu. Çayımdan yudumladım. “Burada kaç odan var?” diye sordum, küçük salonda göz gezdirirken.
“Burası küçük bir kulübe. Oturma yeri ve diğer odadan oluşuyor.”
“Mutfağın nerede? Daha keşfetme zamanım olmadı.”
“Koridorda solda.”
“Peki, odunları nereden getiriyorsun?”
“Burada kalırken, kulübenin arkasında ufak üstü kapalı bir yer inşa etmiştim.”
“Yeteri kadar var mı?”
“İhtiyacımız kadar var.”
“Kendini sorguda gibi hissediyor musun?” Farklı sorumla bu sefer bakışlarını kaldırdı, mavi gözleri anlamadım der gibi baktı. “Durmadan bir şeyler soruyorum. Bundan bahsediyorum. Sesimden rahatsız olabilirsin.”
Elindeki çayla dirseğini masaya dayadı. “Asıl konuşmazsan rahatsız olurum.”
“O zaman sorularıma devam ediyorum.”
Bardaklı eliyle devam et dercesine onayladı.
“Buket’e nereye gittiğimizi söylememişsin. Evden çıkmadan önce bana sordu ama bilmediğimi söyledim.”
“Ağzından kaçırma ihtimalini göze almak istemedim. Şimdilik bilmese daha iyi.”
“Ömer’in burada olduğumuzdan haberi var mı? Bugün onu da gördüm.”
“Planımızdan haberi var. Nerede kaldığımızdan onun da şimdilik haberi yok. Böylesi daha iyi.”
Sandalyede arkasına yaslandı, eli çay bardağını tutuyordu. Onun gibi ben de sandalyeye doğru yaslandım. Aklımı durmadan kurcalayan o soruyu sordum. “Peki, Ömer’e gerçekten güvenebilir miyiz?”
Neden bahsettiğimi biliyordu. Polislerin içinde köstebek polisler vardı ve bu kişiler herkes olabilirdi ama bir yandan da saldırıya uğrayan kişilerden biri de oydu. Hem yaralanmıştı da… Eğer öyle biri olsa, kendini tehlikeye atar mıydı? Atacağını sanmıyordum.
O sırada Buket’in anlattıkları zihnime düştü. Ayrılmalarının sebebini Alim’in dosyasına aleyhine ifade vermiş olmasından dolayı olduğunu söylemişti. Bundan haberinin olması lazımdı. Abileri bu yüzden nişanı attırmıştı ama Alim, Ömer’e güveniyordu.
“Buket ve Ömer’den haberim var,” deyiverdim birden. Bakışları ne kadar bildiğimi tartarcasına gözlerimi işgal etti. “Önceden nişanlılarmış. Buket söylemişti. Neden ayrıldıklarını da söyledi. Ömer’in senin aleyhine hareket etmesi yüzünden ayrılmışlar. Doğru mu bu?”
“Görevini yapıyordu.” Sesi sakin çıkmıştı. Herhangi bir kızgınlık belirtisi aradım ama yoktu. “Ömer ile narkotikteki ekipte beraberdik. Ben cinayet masasına atanınca, o hala oradaydı. Beni tutuklamaya gelen ekibin içinde, Ömer de bulunuyordu. O an yapması gerekeni yaptı. Kim olsa, aynısını yapardı. Buketle nişanlılardı ama ben içeriye girince, engelleyemediğim şeyler olmuş. Abim, Ömer’i suçlamış. Gerisini tahmin edersin. İçeriden çıktıktan sonra, her şeyi düzeltmem gerekiyordu ama ben kaçmakla meşguldüm.”
Edebiliyordum. Buket adına üzülmeden, edememiştim. Öğrendiklerime verdiğim tepkiye bakındı. Yüzümden, nasıl bir halde olduğumu kestiremiyordum ama bana direk her şeyini açmasından dolayı ruhumdaki uçurumlar kapanıyor gibi hissediyordum. “Ama Ömer’e güvenip güvenmediğimi soruyorsan, teşkilattan bir tek kendisine güvenebilirim. Kendisi sadıktır. Böyle bir oluşumun içinde olamaz.”
“Narkotikte olduğunu söyledin ama Ömer şu an cinayet şubede?”
“Olanlardan sonra kendini suçlu hissettiğini düşünüyorum. Ne zaman görev değiştirdiğini bilmiyorum. Narkotikte kalmayı istememiş olmalı. Bana babanın davasına baktığını söyleyince gerçekten şaşırmıştım.”
Hatırlıyordum. Bu bilgiyi beklemediğini o zaman çok açık belli etmişti.
Sobadan yayılan çatırdı sesi devam ederken, içim burkuldu. Buket’in bizim için yaptıkları ortadaydı. Birbirlerini hala seviyorlardı ama bir araya gelemiyorlardı. Birbirlerini severken, ayrılmış olmaları boğazımdaki bir yumruyu büyüttü. Bu konu hakkında bir şey diyemedim.
Karşılıklı oturmaya bir süre daha devam ettik. Kendi düşüncelerim zihnimde savruldu, birkaç şey daha sordum. Bu sefer Ömer’in bir şey daha bulup bulmadığını sormuştum. Sohbetimizin dönüp, dolaşıp bir araya geldiğimiz konuya dönmesi gibi bir özelliği vardı.
“İçeride kimsenin dikkatini çekmeden hareket etmesini ben söyledim ama evet peşinde olduğu bir şey var,” dedi Alim soruma açıkça. “Dikkatini adli tıpa verdi. Şu rapor meselesindeki otopsiyi yapan doktorun peşinde. Ama daha net bir şey yok.”
“Öğrendiğinde söyleyeceğini umuyorum.”
“Her şey netleştiğinde elbette söyleyeceğim.”
İçtenlikle teşekkür ettim, yemeğimi yemeye devam ettim. Bir süre sonra da söylediğim gibi masayı toplamak için ayaklandım. Mutfağı dediği gibi küçüktü ama bir mutfakta olması gerekenlerin çoğu vardı. Bir sıra halinde tezgah üstünde tahta dolaplardan oluşuyordu. Ufak bir buzdolabı girişin yanındaydı. Kare şeklinde minik bir mutfaktı. Bir kişi ancak sığıyordu.
Alim dediği gibi aldıklarını yerleştirmişti, istediğim kahve kutusunu tezgaha koymuştu. Dolaplarını karıştırırken, az ama öz eşyası bulunuyordu. Çıkardığı kahvaltılıkları, dolaba geri koyarken bulaşıkları lavabonun içine koydum. Lavabonun yanındaki süngeri alıp, sabunu da altta ki dolabın içinde buldum.
Fazla bulaşık olmadığı için kısa sürede bitirmiş, mutfaktan çıkmak için hareketlendiğimde ise Alim’i kapıda dikilirken buldum. Beraber yaşayacaksak bu ani karşılaşmalarımıza alışmam gerekiyordu ama kalbimin alışacağını pek sanmıyordum.
Kısa bir süre konuşmadan birbirimize baktık, düşüncelerini merak ettim.
“Su alacaktım,” dedi yana kayarken. “Geçebilirsin.”
İleriye doğru hareket etmedim, arkamı dönüp tezgahtaki şişeden bir bardağa su doldurup kendisine uzattım. “Benden de isteyebilirdin. Benim için yaptıklarından sonra elime yapışmazdı.”
Uzattığı bardağı elimden alırken, teşekkür etti. Yanından geçip, salona doğru adımlayacakken saatin geç olduğunun farkına varıp, arkamı döndüm. Alim’in mutfakta sırtı bana dönüktü.
“Bu gece uyuyacağına söz verir misin?” Sesimle yavaşça bana doğru döndü. Evlerinde kaldığım süre boyunca kendisiyle beraber uykusuz kalsam da artık öyle bir zorunluluğunun olmadığını bilmeden de rahat edemeyecektim. “Nöbet tutmayacağını düşünmek istiyorum. Yeteri kadar uykusuz kaldın zaten.”
“Hiçbir zaman halimden şikayetçi değildim ama söylediğine uyacağım.”
İçimin rahatladığını hissettim. “İyi geceler o zaman. Sabah görüşmek üzere.”
“İyi geceler.”
Söylediğine gülümsedim. Gülümsememe hafifçe karşılık verdi. Yönümü, kalacağım odaya verirken Alim’i arkamda bıraktım. Odanın içindeki sessizlik yüzüme çarptı, bir süre ayakta öylece dikildim. Katladığım gelinlik, yatağın üstünde duruyordu. Bugün olanlara inanmakta zorluk çeksem de, bavulumun içinde bir nikah cüzdanı vardı. Gözlerim parmağımdaki yüzüğe gitti, çıkarmak istememiştim. Alim de çıkarmamıştı ya da çıkarmayı unutmuştu. Arada yüzüğüne kaçamak bakışlar atsam da kalbimin çıkarmasını istemediğini biliyordum.
Gelinliğe doğru adımladım. Önceden saklandığım dolabın kapaklarını açtım, Alim dediği gibi dolapta hiçbir şeyini bırakmamıştı. Gelinliği dolabın içine özenle yerleştirirken, eski anılar zihnime çarpıp durakladı.
Yüzümdeki buruk gülümseme büyüdü.
Buraya geldiğim zamandan bu zamana kadar olanları düşündüm. Hiç aklıma gelmeyen olaylar zincirine takılı kalmış olabilirdim ama bu evliliğin hoşuma gitmediğini de ret edemezdim.
Tüm olanların için de kırıkta olsa umutlu hissettiğim tek şeydi. Tek iyi şeydi.
*
Gözlerim deliksiz ilk uykumu çektiğim yeni sabaha aralandı. Sessizliğin içindeki aralanan sesleri duyma umuduyla kulaklarım kabardı. Kulübenin içinden ses gelmiyordu. Saat sabahın sekiz buçuğuydu. Babamın vefatından sonra ilk defa uykumu aldığımı hissediyordum.
Dün ki kıyafetlerimi üstüme geçirirken, Alim’in de uyanıp uyanmadığını merak ettim. Eğer uyanmadıysa rahatsızlık vermek istemiyordum. Telefonumu pantolonumun cebine koyup, lavaboya adımladım. Ardından da salona ufak bir bakış attım. Alim’in yatacağı dediği koltuk boştu. Dün akşam, üstüme örttüğü battaniye oradaydı ama kendisi salonda yoktu. Soba ise yanmaya devam ediyordu. Yeni yakmış olabilirdi, çünkü sobanın yanındaki kovada birkaç tahta vardı.
Alim kulübede değildi.
Verandada mı diye pencereye doğru adımladım, ince perdeyi hafifçe araladım. Veranda da yoktu ama gözlerim denizin dalgalarından, terk edilmiş sandallara kaymıştı. Kendisini de orada görmüş oldum. Ters çevrilmiş mavi bir sandala yaslanmış, denizi izliyordu.
Aklıma gelenle, mutfağa doğru adımladım. İyi bir uykunun ardından kahve içmeye bayılırdım. Bu yüzden ikimize de birer kahve yaptım. Fincan bulamamıştım ama kulplu çay bardakları bulmuştum. Boyutu fincan kadar vardı. Onları kullandım.
Montumu giyip, yanına doğru ilerlerken geldiğimi hissetmedi. Kumsal da ilerlerken, dalga seslerinin ruhuma işlemesine izin verdim. Temiz havayı içime çektim. Tüm bu yaşadıklarımız olmasa bu küçük kulübede ömrüm boyunca yaşayabilirdim.
“Günaydın,” diye seslendim sandalın yanında geçip, yanına ilerlerken.
Sesimle hafifçe omzundan bakındı, afallamıştı ama belli etmemeye çalıştı. “Günaydın.”
“Sana kahve getirdim,” dedim bardağı kendisine uzatırken. Sanki ben söylemesem elimdekini fark etmeyecekmiş gibi durakladı ama sonra elimden bardağı aldı. Bir an geçmişten sıyrıldı, ortamıza girdi. Benimle konuşmak için geldiği gün de kendisine kahve yapmıştım ama içmemişti. “Çayını şekersiz içtiğini görünce, şeker atmadım. Doğru mu yapmışım? Yoksa şeker tercih eder miydin?”
“Şeker kullanmayı bırakalı baya oluyor,” dedi önüne dönüp, kahveden bir yudum alırken. Gözlerim parmağında duran alyansa ilişti, çıkarmamıştı. “Kahve için teşekkürler.”
“Afiyet olsun.”
Kendisi gibi sandala yaslandım ve bakışlarımı denize çevirdim. Bir müddet dalga seslerine kendimi kaptırdım, konuşmadık.
“Her sabah seni burada mı bulacağım?” diye sordum sessizliği aşarken.
“Dalga seslerini dinlemeyi seviyorum,” dedi kendisiyle ilgili bir bilgiyi sunarken. “Karışık zihnimi dinlendiriyor.”
“Güzel bir tercih yapmışsın. Böyle bir yere ben de kaçmak isterdim.”
“Zihnimizden kaçmak istesekte, sadece fiziksel olarak kaçabiliyoruz. Benim yaptığımda buydu. Kendimden hiçbir zaman kaçamadım.”
Söylediğiyle gözlerim kendisine doğru çevrildi, bakışları denize odaklıydı. Ani itiraflarını ansızın dillendiriyordu ve ben her zaman hazırlıksız yakalanıyordum. Kendini hala suçlu hissediyordu. Kendi içinde kendini bir türlü aklayamıyordu. Bakışlarımı denize doğru çevirdim.
“Biliyor musun? Araban bende,” dedim konuyu değiştirmeye çalışırken. Bana doğru döndüğünü hissettim. Yanlış bir kelime kullanmıştım. “Yani, çocukken elinden düşürmediğin bir karavanın varmış. Annen söyledi. Ailemle ailenin görüştüğünü bile bilmiyordum ama işte bir gün bize gelmişsiniz. Karavanını sahiplenmişim, sen de bana bırakmışsın. Annen böyle anlattı.”
Cevap vermesini bekledim, gelmeyince hafifçe gözlerimi çevirdim. Bana bakıyordu. Yine o tuhaf bakışıyla. “Hatırlıyor musun?”
Şaşırmış, afallamıştı. Bu sefer saklamaya çalışmamıştı. “Hatırlıyorum,” dedi en sonunda. “Birine verdiğimi hatırlıyordum ama o kişinin sen olduğunu bilmiyordum. Şimdi sen de öyle mi?”
“Masam da duruyor. Nereden geldiğini ben de annen söyleyene kadar bilmiyordum. Bir gün eğer eve girebilirsem, sana geri veririm. Söz.”
Bir şey demedi. Yüzünde memnun olmuş bir gülümseme şekillenirken, konuşmasını bekledim. Tam bir şey diyecek gibi oldu ama aramız da çalan telefonun sesiyle eli kabanının cebine gitti. Bakışları ekranına kaydı. Kim arıyorsa doğruldu. Elindeki yarısı bitmiş kahveyi sandalın yüzeyine koydu.
“Arayan Ömer,” dedi bana doğru. “Telefonunun dinlenmesine karşı diğer telefonundan arıyor. Önemli bir şey olmasa, buradan aramayacağın da anlaşmıştık.”
Söylediğiyle ben de toparlandım. Merakla telefonu açmasını bekledim. Yanımdan ayrılmadı. Telefonu kulağına götürüp, cevapladı. Merhaba gibi klasik şeyler konuşulmadan direk konuya giriş yapılmış olmalıydı ki, Alim Ömer’e “ Ne buldun?” diye sordu.
Ömer’i dinledi, gözleri gözlerimi buldu. Yararlı bir bilgiye ulaşmış olmalıydı.
“Konumunu at bana hemen. Ben gelmeden harekete sakın geçme, şimdi yola çıkacağım.”
Ömer bir şey daha dedi. Kısa konuşmaları ardından da sonlandı.
“Ne olmuş?” diye sordum.
“Dün sana bahsettiğim doktorun kaçmak üzere olduğunu söyledi. Sanırım diğer adamla bir bağlantıları var. Bende böyle bir şeyi bekliyordum.” Olay yeri inceleme raporuyla oynayan adamdan bahsediyordu. Sonu ölüm olan adamdan.
“Geçen ki gibi tuzak olmasın.”
“Ömer adamı gece boyunca izlediğinden bahsetti. Evinden daha yeni çıkmış ama bu sefer bavullarıyla çıkmış. Kaçacak ve bizim ortadan kaybolmadan önce sormamız gerekenleri sormamız lazım.”
Eve doğru hareketlendi. Gideceğinden bahsetmişti, kaşlarım çatıldı. Tek başına. Arkasından gelmediğimi görünce ansızın yolun ortasında döndü. “Gelmekten mi vazgeçtin? Gidiyorum.”
Yanlış fikre kapılmıştım. Tek başına gitmiyordu.
“Geliyorum.”
Bıraktığı bardağı da alıp arkasından acelece hareket ederken, kalbimin ağzımda atmasını es geçtim. Bu sefer de tuzağa çekiliyorsak, beraber çekilecektik. Ne derse desin. Çünkü bir kere daha arabada beklememi istediğinde bu sefer ne arabada bekleyecektim ne de uzak kalmam için söylediklerini kabul edecektim.
***
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.
BENİ TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |