24. Bölüm

-23-

okuyan doksandört
__okuyan94__

 

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

-23-

 

İstanbul'un yollarında akıp giden arabanın içinde gerçeğin peşini kovalayan iki ruh vardı. Bu sefer de diğer sefer ki gibi olmasından korktuğum ihtimaller zinciri ise yine beynimde mevcuttu.

Alim'in dediğine göre Ömer gece boyu doktorun evini gözetlemiş, bavulları görünce de durumdan işkillenmişti. Bu normal bir seyahatte olabilirdi, düşündükleri gibi doktor kaçıyor da olabilirdi. Yahut diğer yaşadığımız gibi bir tuzağa çekiliyor da olabilirdik ama Ömer doktorun yaşadığını kendi gözleriyle görmüştü. Diğer adam gibi değildi. Şimdilik.

Kulübeye girerken ise aklımda almam gereken tek bir şey vardı. Geçen sefer yanıma aldığım silahı kullandığım için Alim ile tartışmış olsam da ihtiyacımın olmayacağını bilemezdim. Odadan çıktığımda Alim'in de silahını kontrol ettiğini görmüş, hareketlerindeki profesyonelliğe hayran olmadan edememiştim.

"Geçen sefer mermilerini bitirmiştin," demişti kendisini izlediğimi fark edince. Bakışlarını kaldırmamıştı. Neden odaya gittiğimi biliyor olması, beni tanıyor olduğunu gösteriyordu. "Boş şarjörle bir şey yapamazsın."

"Sence şarjörümün boş olduğunu bilerek yanıma alır mıyım?" diye sormuştum ben de. "Elbette mermilerim var."

"Şaşırmamam gerekiyor ama her dakika beni şaşırtmayı başarıyorsun." Ve bu hoşuma gidiyordu. "Önceki konuşmamızı unutmadığını düşünmek istiyorum."

"Unutmadım." Unutmamıştım ama nerede nasıl davranması gerektiğimi bildiğimi de söylemiştim. Ardından da kulübeden hızlıca çıkmıştık. Her ihtimale karşın Alim yola çıkmadan önce arabasının plakasının üstüne sahte bir plaka takmıştı. Nereden bulduğunu bilmiyordum ama önceden kullanmış olmalıydı ki, arabasının bagajından çıkmıştı. Doktorun kimin tarafında olduğunu bilmiyorduk, işini sağlama almaya çalıştığını düşünmüştüm.

Alim, Ömer'den konumu kısa sürede temin etmiş olsa da doktor hareket halindeydi. Ömer takipteydi ve bizim aynı ki konuma gelmemiz için Ömer'i telefonda hoparlöre almıştı. Doktor Silivri'de ki evinden, yakın zamanda çıkmıştı. Yönü havalimanı yönü değildi. Kaçmak için hareketlenen insanın ilk hareketi havalimanına gitmek olduğunu düşünürdüm ama doktor kara yolunu kullanıyordu. Nereye gittiği hala meçhuldü.

Alim'in kulübesi Karaburun taraflarındaydı. Bu yüzden Ömer'in dediği konuma dönmemiz biraz zamanımızı alacaktı. Aslında yakında sayılırdık ama doktor, havalimanına gitmiş olsaydı kendisine ulaşmamız daha kolay olurdu. Yolun bu tarafların da trafik yoktu. Hatta tek tük araba yol şeridindeydi. Hızımız normalin biraz üzerindeydi.

"Sanırım," dedi Ömer'in sesi arabanın içini doldururken. Canı sıkılmış gibi geldi. "Tekirdağ yoluna dönecek."

"Tatile gidiyor olmasın. Belki de kaçmıyordur." Bu da bir ihtimaldi. Kendi düşüncemi ilk kez dillendirirken, bir cevap beklemiyordum ama Ömer bana cevap verdi. Alim'in yanında olduğumu bilip, bilmediğini de bilmiyordum fakat şaşırmamıştı.

"Belki de. Olabilir ama doktorun ailesi var. Tatile gitse ailesini de yanında götürürdü. "

"Kaçsa da kaçmasa da konuşturacağız," dedi Alim araya girerken. Bakışlarım kendisini buldu, kontrollü bakışları direk yoldaydı. "Zamanı geldi."

"Ne planlıyorsunuz?" Adamı direk arabasından alıp, sorgulama yapamayacaklarını düşünüyordum. Sonuçta izini sürdüğümüz şey resmi bile değildi. "Bir planınız vardır, herhalde."

"Bir planımız var mı?" diye sordu sorumun ardından Ömer merakla. "Adamı takip ediyoruz, nereye gittiğini bile tam bilmiyoruz."

"Plan şu," dedi Alim umursamaz bir sesle. "Varması gereken yer neresi ise oraya varmadan adamı alıyoruz. Bu kadar. Gerisini sonra düşünürüz."

Şaşkınca Alim'in yüzüne bakındım. Bunu beklemiyordum. En azından kafalarında şekillendirdikleri bir çizgi de ilerleyeceklerini düşünmüştüm. "Operasyona giderken de mi böyle bodoslama dalış yapıyordunuz?"

Soruma Ömer cevap vermedi.

"İkisi aynı şeyler değil." İkisinin aynı şey olmadığını biliyordum ama geçen sefer çekildiğimiz gibi bir tuzağa da çekilmek istemiyordum. "Adamı gözaltına alamayız. Resmi sorgulama yapamayız. Ömer resmi görevde olsa bile şu an görevde değil. Adamı bir yer de sıkıştıracağız ve konuşturacağız. Planımız şimdilik, bu."

"Doğruyu söylüyor," dedi Ömer de arkadaşına destek çıkmak istercesine. "Polis kimliğimle adamın peşinde değilim."

"Umarım ne yaptığınızı biliyorsunuzdur." İçim, bu karmaşa da rahat değildi. Bir planlarının olduğunu düşünerek, sadece kendimi rahatlatmaya çalışmıştım.

"Bir dakika arabası şu an Avrupa otoyoluna giriyor, devam ediyorum," dedi Ömer, aniden. "Çerkezköy'e doğru gidiyoruz."

"Birazdan aynı ki yola döneceğim. Tahminen on, on beş dakika önümdesinizdir."

Alim Ömer'e cevap verirken, bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Arabanın hızının biraz daha arttığının farkındaydım. Kalbim de her saniye göğüs kafesimde kendi hızını hissettiriyordu.

Hava bulutluydu. Kara bulutlar, gökyüzünü kaplamıştı. Bulunduğumuz yol da arabaların varlığı tekrardan ortaya çıkmıştı. Hızımız artsa da Alim hiçbir arabayı sollamadı. Sanki bu yolları biliyormuş gibi tereddütsüz arabayı sürüyordu. Ben ise ömrüm boyunca bu otoyolu kullanmamıştım. Geçmiş hayatımda babam zaten arabayı kendi isteğiyle kullanımıma vermezdi, arabayı kaçırdığım zamanlar da bu kadar uzaklara hiç gitmemiştim.

"Haberim var, arabanı gördüm." Alim'in sesiyle ön kısımdan bakışlarımı yola çevirdim. Birkaç arabanın önünde Ömer'in daha önce gördüğüm arabası ilerliyordu. "Doktorun plakası ne?"

Plakayı söyledi. Doktor beyaz bir araba kullanıyordu. O sırada Ömer, bir başka yola saptı, otoyoldan çıkıldı. Önümüzde bir başka araç vardı. Ağaçlı bir yolda, bir süre ilerlemeye devam edildi. Yol kenarlarında yerleşim alanına ait tek katlı binalar göründü. Ardından önümüzdeki araba düz devam etti. Ömer sağ yola girdi ve böylece bizde Ömer'i yakalamış olduk. Yolun iki yanında boş toprak alanlar vardı. Yol, uzun ve iki şeritliydi.

Ömer, doktorun arabasıyla kendi arabasına bilerek mesafe bırakmış, öyle devam ediyordu. Bu saatten sonra nasıl devam edeceklerini düşünürken, Alim'in dikiz aynalarına baktığını fark ettim. Gözlerim de dikiz aynalarına gitti. Yolda bizden başka araba yoktu.

"Planı tekrarlıyorum," dedi Alim Ömer'e, etrafa bakındığım sırada. "Arabanın önünü keseceğim, arkada kal."

Ansızın arabanın hızı tekrardan çıktı, Alim diğer şeride geçti. "Emin misin?" diye sordu Ömer'de. Ömer'in arabasının yanına doğru yaklaşmışken, anlamayan gözlerle hareketlerine bakındım. Son derece kararlı duruyordu.

"Bir yerden başlamak lazım," dedi Alim, bakışlarını yoldan çekmeden. "Kapatıyorum."

Telefonuna doğru uzandı, tek tuşuyla kapattı. Ömer'in arabasının yanından geçerken, kendisini görmeye çalıştım. Yanından geçtiğimiz sırada Ömer'de bulunduğumuz arabaya bakınıyordu.

"Arabanın önünü kestiğimde, burada kalmanı istiyorum," dedi Alim doktorun arabasına yanaştığımız sırada. "Duruma göre hareket edeceğiz. Anlaştık mı?"

Beyaz araba hemen ilerimizdeydi, arabası beyaz arabanın yanına doğru ilerledi. Şu an Alim ile yine aynı ki muhabbeti yapmak isteyişim en son şeydi. "Duruma göre bakarım."

Cevabıma cevap vermedi. Arabanın gazını kökledi, orta yaşlarda ki doktorun simasını belli belirsiz görünüp arkamızda kaldı ama o kısa bakışla doktoru şaşkınlığını yüzünden okunmama yetmişti. Takip edildiğini anlamışta olabilirdi ya da arabasını sollayan arabaya karşı şaşkındı.

Doktorun arabasının bulunduğu şeride geçtiğimiz de önümüzde ki yol bomboştu. Ya bilerek bu yolları kullanıyordu ya da gerçekten de kaçıyordu.

Alim beyaz arabayla mesafemizi biraz daha açtı, sonra hızını yavaşlattı. Bakışları dikiz aynasında gidip geldi ve direksiyonu sola doğru kırdı. İçinde bulunduğumuz araba yolu kesecek şekilde yolun ortasına doğru döndüğü gibi durakladı. Alim'in bakışları beyaz arabanın üstüne gitti. Diğer araba durmak zorunda kalmıştı.

Bakışlarım yanlamasına duran arabanın camından arkamızda ki arabaya değdi. Ömer'in arabası da doktorun arabasının gerisinden yolunu kesmişti. Doktor ise olan bitene anlam veremiyormuş gibi bakıyordu. Kır saçlı, yüzünü kaplayan gözlükleri vardı. Hala arabanın içindeydi.

"Burada bekle," dedi Alim dışarı çıkmadan hemen önce. Cevabımı beklemeden, bedenini dışarıya attı ve dikkatim olacaklara kaydı. Büyük adımlarla ama temkinle arabaya yanaşmasını izledim. Belindeki silahını eline almıştı. Ömer de arabaya doğru ilerliyordu. Doktor ise arabanın içinden çıkmak için herhangi bir harekette daha bulunmamıştı.

Alim beyaz arabanın sürücü camına doğru ilerledi, silahlı elini arkada tutmaya özen gösterdi. Açması için cama doğru tıkladı, doktorun bakışları Alim'i buldu. Ömer de hemen yanındaydı.

Alim bir şey dedi, bulunduğum yerden duymam imkansızdı. Bir yandan da arabanın motorunun sesi kulaklarıma geliyor, düşünceler zihnime baskı yapıyordu. Böyle bekleyemezdim. Ani bir kararla emniyet kemerimi çözdüm ve kendimi dışarıya attım. Rüzgar, bedenimi sardı. Arabanın önünden adımlarım geçti, yanlarına gitmesem de durumu analiz etmeye çalıştım.

Alim tekrardan bir şey dedi, doktor korkulu bir bakış attı. Korkusu vardı, belliydi ama girdiği çıkmaza karşı kafası karışmıştı. Doktor ya bu durumu hiç beklemiyordu ya da korkusu başka bir şeydi. Bu sefer Ömer ileriye atıldı, bir şey dedi. Aralarındaki konuşmayı duyamıyordum ama hararetli bir konuşma gerçekleşiyordu. O sırada adam sıkıntıyla bakışlarını çevirdi ve ansızın beni gördü. Yüzünde afallamış bir ifade belirdi. Sanki yüzümü çıkarmaya çalışıyormuş gibi gözleri gözlüklerinin arkasında kısıldı. Bakışlarıyla kaşlarım çatıldı.

Yerimde ürperirken, yanlarına gidip gitmemek arasında kaldım. Doktorun bakışları baktığı gibi çekildi, arabanın torpidosuna uzanır gibi kolu hareket etti. Bir yandan da konuşuyordu. O an Alim doktorun hareketini gördü ve silahını adama doğru doğrulttu. Ömer'in de afalladığına şahit oldum. Doktor ellerini kaldırdı, bir şey dedi. Bakışlarıyla tekrar beni işaret etti. Tuhaf bir olay söz konusuydu ama bulunduğum yerden anlayamıyordum.

Doktor her ne dediyse, Alim hızlıca kapısını açtı ve adamı aniden dışarıya yaka paça çıkardı. Öne doğru atıldım ama Ömer gelmememi işaret etti, yerimde kalmamı sağladı.

Neler oluyordu?

Ömer arabanın içine doğru uzanıp, arabanın içini kontrol etmeye başladı. Alim ise adama bir şeyler deyip duruyordu. Onu ilk defa böyle görüyordum. Silahını adama doğru doğrultmuş, bir eliyle de adamın yakasını tutuyordu.

Ömer ne arıyorsa, saniyeler içinde arabadan bedenini çıkardı ve elindekini Alim'e gösterdi. Ne gösterdiğini göremiyordum ama Alim'in mavi gözlerinden ateş çıkıyordu. Adamın deminden beri gösterdiği korku yüzüne dayanan silahla çoğalmıştı.

Doktor tekrardan konuştu, Alim'in gözleri doktoru buldu. Alim'in dudakları oynadı ve doktoru silkeler gibi arabaya doğru bıraktı. Doktor ceketini düzeltmeye çalıştı. Ama Alim geriye doğru adımladı, doktor korkuyla sindiği yerden kımıldayamıyordu.

Olanların hiçbirinden bir şey anlamamıştım ama kötü bir şeyler olduğu çok belliydi. Kalbim sıkıştı ama yerimde kalmaya devam ettim.

Alim ardından da Ömer'e döndü, o sırada bakışları beni buldu. Endişeyle gözlerinde dolandım ama doktorla ne konuştuysa öfkesi göz bebeklerini yakıyordu. Ömer elindekini Alim'e uzattığında ise ne olduğunu o zaman görmüş oldum. Bir fotoğraftı.

Alim, bir fotoğrafa karşı öfkeliydi.

İleriye doğru adımladım ama Ömer'in yanıma doğru geldiğini görünce duraklamak durumunda kaldım. Bu sefer de Alim doktorun arabasının içine doğru girmişti.

"Neler oluyor?" diye sordum Ömer ile yolun ortasında buluşurken.

Ömer'in bakışlarında da bir karışıklık hakimdi. Endişeli göz bebekleri, yüzünün ifadesine yansımıştı. Bu iki adama doktor ne dediyse, fena sarsmıştı.

"Kendisi anlatsa daha iyi," dedi Ömer, konuşmam gereken kişinin Alim olduğunu belirtirken.

"Ne yapıyor?" diye sordum, Alim'e doğru bakarken.

"Adamın telefonunu arıyor," dedi benimle beraber Alim'e bakarken. O an da Alim arabadan başını çıkardı. Elinde Ömer'in de söylediği gibi bir telefon vardı. Telefonu yere fırlattığı gibi telefonun ekranı çatladı, üstüne basarak daha da kırılmasına neden oldu. Öfkesini telefondan çıkarıyormuş gibi geldi. O sırada doktor olanları sadece izlemekle yetinmişti. Adamı nasıl korkuttuysa, hareket edemiyordu ama Alim yana doğru çekildiğinde, acelece arabasına binmişti.

"Daha önce kendisini hiç böyle görmemiştim."

"Sinirlenmekte haklı," dedi Ömer de, ne olduğunu söylemiyordu ama arkadaşına hak veriyordu. "Yerinde olsam ben de çıldırırdım."

"Ne olduğunu söylemeyeceksin, anladım. Bari ipucu ver."

"Geliyor, konuşursunuz," dedi Ömer de ileriye doğru adımlarken. Yanıma Ömer'i yollayanın Alim olduğunu o an aklıma geldi. Yanına gitmemi istemiyor olmalıydı. Bu duruma bozulmadan edemedim.

Ömer Alim'e yine bir şey dedi ve arabasına doğru ilerledi. Alim yanıma doğru gelirken, demin ki öfkesini sıyırmak için çabalamış olsa da hala gözlerinde alevler mevcuttu.

"Gidiyoruz," dedi arabasına doğru hareket ederken. Silahını tuttuğu elinde doktordan aldığı fotoğrafı tutuyordu.

"Anlatmayacak mısın?" diye sordum arkasından ilerlerken.

Sesimi duymuştu ama bir şey dememesi sinirlerimin gerilmesine neden oldu. Sürücü koltuğuna geçerken, diğer koltuğa bedenimi yerleştirdim. Alim ise konuşmadan torpido gözünü açtı, silahını silahımın yanına hızlıca koydu. Doktorun arabası hala yerindeydi. Yolun açmasını bekliyor olmalıydı. O sırada elinde tuttuğu fotoğrafı yeni hatırlıyormuş gibi kaşları tekrardan çatıldı. Fotoğrafı bana göstermeyecekti. Anlamıştım. Bu düşünceyle ileriye çıktım. Kabanının cebine doğru koyacağını anladığım sırada ise hiçbir şey demeden beklemediği bir an da fotoğrafı elinden kaptım.

Hareketimle irkildi ve fotoğrafı kendime çekemeden kolumu yakaladı. Sert parmakları kolumu kavramıştı ama tutuşunda kuvvet yoktu. Yavaşça bana doğru döndü, mavi gözleri ne yapıyorsun der gibi bakıyordu.

"Neye karşı bu kadar öfkelendiğini bilmek istiyorum. Neler oluyor? Neden konuşmuyorsun?"

Sorumlarıma cevabı bileğimi yavaşça bırakmak oldu. "Bak," dedi fotoğrafı işaret ederken. "Saklamaya çalışsam da peşini bırakmazsın. Bak, kendi gözlerinle gör."

Esrarengiz konuşmaları daha da gerilmeme neden olurken, araba hareket etti ve gözlerim elimdeki fotoğrafa gitti. Fotoğraf karesinde ne beklediğimi tam bilmiyordum ama bunu beklemiyordum. Çünkü fotoğraftaki kişi bendim. Vesikalık fotoğrafım büyütülmüş ve netleştirilmişti. Yaklaşık iki sene önce çektirdiğim bir vesikalıktı. Üstümdeki turuncu gömleğimle, objektife gülümsemiştim. Dudaklarımda ki içten gülüş gözlerime yansımıştı. Saçlarım omuzlarımdan dökülüyorken, kulağımda yuvarlak küpelerim vardı. Üniversite stajımın belgelerine koymak için çektirmiştim, hatırlıyordum.

"Bu benim." Anlayamıyordum. "Doktor da ne işi varmış? Beni tanıyor mu?"

"Doktoru ailesiyle tehdit ediyorlarmış, sözde kafasını dinlemek için yola çıkmış." Ürkek gözlerim fotoğraftan kaydı, Alim'e ilişti. Parmakları direksiyonu sıkıyordu. Konuşmakta zorlanıyordu, demin ki öfkesi bünyesinde varlığını koruyordu. Devam etmesini bekledim. "Seni görünceye kadar bizimle bu yüzden kendince oyun oynuyordu ama seni görünce tanıdı, oyununa son verdi. Çünkü..." Durakladı. Parmakları sıkıntıyla yüzünü sıvazladı, parmakları tekrardan direksiyonu buldu.

"Çünkü ne?"

"Evde konuşalım." Fikrini ansızın değiştirmesini beğenmemiştim.

"Hayır, duymak istiyorum. Çünkü ne?" diye direttim, koltukta yana doğru döndüm. "Söyle! Dinliyorum. Benim fotoğrafımın babamın otopsisini yapan adam da ne işi varmış? Öğrenmek istiyorum."

Alim'in gözleri, gözlerimi buldu. Söylemekle söylememek arasında gidip geliyordu. Bakışlarında bildiği şeye karşı öfke beslerken, bir yandan da bendeki etkisini gözlemlemeye çalışıyor gibiydi. "Seni tanıdı. Çünkü başına konulan ödülü hatırladığını söyledi."

Kelimeler yüzüme çarparken, yüz hatlarımdan sorular fışkırdı.

"Anlamadım?"

"Hızlı bulunman için başına ödül koymuşlar. Babanın yakaladığı şeyin peşinde köstebeklerden de fazlası var."

"Ne demek istiyorsun?"

"Karanlık adamlardan bahsediyorum. Köstebeklerin başındakilerden bahsediyorum. Tahmin ettiğimden de çok tehlikede olabilirsin." Karanlık adamlar. Köstebekler. Tehlike. Yeraltı dünyası.

"Bahsettiğin karanlık adamlar yeraltı dünyasında ki adamlar gibi mi?"

"Her şey olabilir."

"Anladım. Bir peşimde onlar olmadığı kalmıştı, şimdi onlarda peşimdeymiş. Harika."

Karanlık adamlar benzetmesi aklıma sadece bir ismi getiriyordu. İskender Vural. Alim de kendisinden bahsederken, yeraltı dünyasından olduğunu söylemişti. İçerideki bağlantıların dolayı Alim'e bir tuzak kurulmuştu. İçeride ki bağlantıları, köstebek polislerden başkası olamazdı.

Babamla olan durumu aklımın mantıklı tarafına daha koyamamış olsam da, babamın elindeki şeyi isteyenler çoğalıyordu. Bu kişilerden biri de İskender Vural bile olsa, babamın bu adamla neden görüştüğünü bir türlü anlayamıyordum.

Araba geldiğimiz yönden geri dönmemişti, ileriye doğru hareket halindeydi. Ne zaman otoyola çıktığımızın bile farkında değildim. Geri dönüyor olmalıydık.

Bakışlarım elimdeki fotoğrafa gözlerim düşerken, "Ödül ne kadarmış? Söyledi mi?" diye sordum boş bir sesle.

"Ne fark eder?" dedi umursamazca.

"Yakalanmış olsam bile istediklerini veremeyeceğim, boşuna ödül koymuşlar."

"Yakalanmayacaksın. “Kelimeyi kızgınca sarf etmişti.

Elimdeki fotoğrafın kenarlarını tuttum. "Başına fena bir bela aldın."

Tam fotoğrafı ikiye ayıracakken, bakışlarımın hizasına Alim'in eli girdi. Parmaklarının elime temas ettiğini hissettim, fotoğrafımı elimden yavaşça aldı. Elimden kayıp giden fotoğrafla beraber bakışlarım da takip etti. "Bu fotoğrafın kimlerin elindeyse hepsini teker teker bulup alacağım. Söz veriyorum."

Üstüne basa basa söylediği kelimeleri hoşuna gitmeyen bir dille inanarak söylemişti. Alim söyleyene kadar aklıma gelmemişti ama peşimdeki ödülün peşinde kaç kişi varsa fotoğrafım hepsinin elinde olmalıydı. Bu düşünce kanımın donmasına neden oldu.

"Tehlikeye koşacağını söylüyorsun. Sana kocaman bir aferin."

"Seninle olduğumu söylüyorum Maral," dedi ciddi bir sesle. "Bunu da her zaman tekrar edeceğim. Unutmanı istemiyorum."

Benimleydi. Benimle evlenmişti. Benimle olduğu için tehlikedeydi. Unutmam mümkün değildi.

"Unutmam," diye mırıldandım, kendi önüme dönerken. Sesimin tonu silikti ama başka bir şey de diyememiştim.

Göz ardı edemeyeceğim kadar ağır bir durumun içindeydim. Olayların yakıcı hali bünyeme baskı yapıyordu. Nasıl davranmam gerektiğine bir türlü karar veremiyordum. İçinde bulunduğum durum gün geçtikçe sarpa sarıyordu ve benim babamın ne sakladığından hala haberim yoktu. Nereye sakladığını bilmiyordum, ne olduğunu bilmiyordum. Kendim tehlikede değilmişim gibi bir de yanıma kimi çeksem tehlikede olacağını da biliyordum.

Zihnimdeki keskin bıçakların sebebinin başında geliyordu.

Yırtmak istediğim fotoğrafımı Alim'in ne yaptığına bakmadım, bomboş gözlerle akan yolu izledim. Kafamda sormak istediğim sorularım vardı ama dilime yansıtmadım. Doktorun babamla ilgili ne dediğini merak ediyordum ya da başka ne dediyse öğrenmek istiyordum fakat bugün öğrendiğim bu bilgi ağzımı açmama müsaade etmiyordu.

Her yeni bir şey öğrendiğimde içime kapandığımın farkındaydım, bu sefer de öyle olmuştu. Yol boyunca bir daha konuşmadım. Arada Alim'in bakışlarını üstümde hissetsem de bulunduğu tarafa bir daha bakmadım. Arabanın sesiyle, düşüncelerimi örtmeye çalıştım.

Ne zaman tanıdık sahile vardık, farkında değildim ama araba durdu. Durmasıyla arabadan çıktım. Arkama bakmadan ilerledim, taşlıklardan ilk sefer indiğim gibi kolayca indim. Durakladım, bakışlarım denize doğru gitti. O sırada Alim'in yanıma geldiğini hissettim.

"Benim biraz tek kalmaya ihtiyacım var."

Cevabını beklemedim, anlayışla karışılacağını düşünüyordum. Ben sahile doğru adımlarken, arkamdan gelmedi. Kulübenin önünden geçerken, bakışlarım gitmedi. Adımlarım ilerledi. Terk edilmiş sandalların birine yaslanırken, tüm bedenim kaskatıydı. Nefes alamadığımı hissediyordum. Bulunduğum yer de sıkışmış gibiydim. Rüzgar saçlarımı havalandırdı, düzeltmek için elimi kaldırmadım. Rüzgarın soğuk teması yüzüme değerken, nefes almaya çalıştım. Zihnimdekiler, nefes almamı engelliyordu.

Sahil de kimseler yoktu, deniz dalgalarının kumsala vurma sesi kulaklarıma geldi. Kıyıya vuran seslerin arasında, düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. İçine çekildiğim kapan, boğazlarımı düğümlüyordu. Korkularım gün yüzüne çıkıyordu. Endişem sahile vuruyordu.

Bulunmam için çok ileriye gitmişlerdi. Bildiğimi sandıkları şeyi bilmediğimi öğrenince beni sağ bırakacaklarını da sanmıyordum. Sağ bırakmadıkları gibi etrafımdaki insanlara da zarar vermek isteyeceklerdi. Polat ailesinden ayrıldığımı düşünerek, ruhumu rahatlatmak istiyordum ama yanımda Alim'in varlığı buna engel oluyordu. Bir de Ömer'in bize yardım etmesi vardı. Şimdiye kadar şüphelenmemiş olabilirlerdi ama kendisini ele vermesi durumunda tehlikede olacak bir başka kişiydi. Buket'i düşündüm. İkisi birbirlerini gerçekten seviyorlardı ve ben sevdiği insanı tehlikeye atıyordum.

Ruhum sızladı, çenem titredi. Bakışlarım denizden çekildi. Yüzüme yağmur damlası düşmeye başladı. Yere doğru bakındığım sırada parmağımdaki yüzük görüş alanıma girdi.

O an ruhumun yaprakları sarsıldı.

Zihnim ruhuma baskı yaptı. Yağmur çiselemeye başlamıştı ama ne yerimden adımlayabildim ne de gözlerimi yüzükten çekebildim. Saçlarım yağmurdan yüzüme yapıştı, umurumda olmadı.

Gözlerim alyansta gidip geliyorken, başparmağımda yüzüğü sıvazlıyordu. Islanan bedenim değildi, ruhumdu.

Bakışlarımı kulübeye doğru çevireceğim sırada ise yüreğimi yangın yerine çeviren kişiyi gördüm. Ne kadardır orada dikiliyordu, bilmiyordum. Siyah saçları birbirine girmiş, yüzünden akan yağmurun arkasından mavi gözleri gözlerime kilitlenmişti. Yüzü kasılmış, bakışlarında bana karşı duyduğu üzüntüsü vardı. Kendisi de ıslanmış, ıslanıyordu.

Niye buradaydı?

Göz pınarlarıma birikenleri itercesine dudaklarımı bastırmaya çalıştım, bir işe yaramadı. Yüzüm ıslanırken akmak için bekleyen yaşlar biraz daha gözlerimde birikti. Görüş alanım buğulandı. Beni böyle görmesini istemiyordum ama engelleyemiyordum. Yüreğim kollarına sığınmak istiyordu. Mantığım karşı çıkıyordu. Ruhum arada kalmıştı.

Konuşmadı, konuşmadım.

Alyans parmağımı yaktı, kalbim mantığıma yenildi. Bakışlarımı çevirdim.

Beni yalnız bırakmasını istemiştim ama buradaydı. Karşısında ki halime şahit olmasını istemiyordum, çünkü yanında yıkılırsam kendimi toplayamazdım. Bu yüzden hareketlendim. Yanından geçmek istediğimde ise beklemediğim bir şey oldu. Alim bileğimi kavradı, bedenim kendisine doğru döndüğü gibi çekildi. Yüzüm, kabanının yüzeyine temas ederken, kalbimin atışı damarlarıma değdi. Montumun şapkasını saçlarıma doğru çekildiğini hissettim, sanki bana bir alan kurmak istermiş gibi geldi.

Donmuş, kaskatı kalmıştım. Zihnim beynimde uğuldadı, üşüdüğümü hissettim. Sığınağına sığınmak için kendime izin verirken, mantığım baskı yaptı ve kalbim mantığımı ele geçirdi. Düşüncelerim etrafımda çatladı. Savunma mekanizmam kırılma aşamasına geçti.

Omuzlarım hissettiklerimle sarsıldı. Ne zaman ağlamaya başladığımı ise fark etmedim. Kendimi durdurmak için bir hamlede bulunmaya da kalkmadım, gözyaşlarımı kucakladım. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken, yaşlarım yağmur damlaların sesine karışıyor, üzüntüm sığınağında gizleniyordu.

Kriz geçirmiyordum, farkındaydım. Ağlamam gereken zamanların acısı sessizce çıkıyordu. Dökemediğim gözyaşları bu sefer içime akmıyordu, ruhumdan dışarıya sızıyordu. Korktuğum gibi yıkılıyordum.

Ağlarken düşüncelerimin sıkı bağları gevşer gibi oldu, biraz rahatladım. Bileğimdeki tutuşu devam etti, elimi çekmedim. Yüzüm, nefes alış verişlerini hissetti. Ağlamam sonlanana kadar sığınağında kalmama izin verdi, konuşmadı.

İlk defa kendisine bu kadar yakın duruyordum, bunu da ağlamam dinmeye başladığında fark ettim. Şapkamın üstüne düşen yağmur damlalarının sesiyle kendime geldim. Gözyaşlarım yanaklarımı sızlattı, kendimi geri çekmeye hazırladım. Utandığımı hissediyordum.

"Gidelim mi?" diye sordum ansızın kendimi çektiğim sırada. Bileğimi konuşmamla yavaşça bıraktı, içim sızladı. Yağmur aramıza inerken, bakışlarımı nereye sabitleyeceğimi şaşırdım. İlk yaslandığım omzuna değdi, yutkundum. Bir şey demesini beklemedim. Yüzüne bakamıyordum, başka ne diyeceğimi bilemiyordum. Cevap vermedi ama yanımda ilerledi.

Kulübenin kapısında yana çekilirken, Alim kapıyı açtı. İçeriye girdiğimizde de konuşmadık. Kulübenin içi önceden yanan sobanın ısını kaybetmek üzereydi. Oysa ben yanından ayrıldığımda Alim'in kulübeye girdiğini sanmıştım. Eğer girmiş olsaydı sobayı tekrar yakacağını düşünüyordum.

Bunu şu an soramazdım. Adamın yüzüne bile bakamıyordum.

Kendimi banyoya atarken, yanından nasıl geçtiğimin bile farkında değildim. Kaldığım oda da ayna yoktu. Banyoda ki ufak aynadan yüzümün haline bakındım. Berbat görünüyordum. Gözlerimin içi kızarmış, altı şişmişti. Elimi, yüzümü yıkarken sakin kalmaya çalışıyordum ama zihnime dakikalar önce olanlar geliyordu. Bunu ne düşünerek yapmıştı bilemezdim ama zihnimi alt üst yapmıştı.

Salona girmedim. Direk kaldığım odaya girdim. Üstümdeki montu çıkarıp yatağın üstüne attım. Bileğimde hala tutuşunu hissediyordum, yüzüm hala sanki nefesinin inip, kalktığını hissediyordu. Kalbim hala göğüs kafesimi yararcasına içimde atıyordu.

Kendime gelmeliydim. Yaptığı harekete bir anlam yükleyemezdim. Benimle evlenmesinin sebebini tekrardan kendime hatırlattım.

Yatağın ucuna oturdum, parmaklarım ıslanan saçlarıma gitti. Tutamları kulağım arkasına iliştirdim, odadan çıkmaya hazır değildim. Yağmur kulübenin çatısına vururken, yatağa doğru uzandım.

Sakinleşmeyi biraz beklemeliydim.

Bir müddet sonra Alim ile aynı ki evde kaldığımı bile bile kendimi odaya kapatmam mantıksız gelmeye başladı. Ayaklanıp, odadan çıkmaya karar verdim. Telefonumun kamerasından gözlerimin halini inceledim. Demin ki durumdan daha iyi görünüyordum.

Alim'i sobanın yanında yer de bağdaş kurmuş bir şekilde otururken buldum. Üstünde yeşilin koyu tonlarında ince bir kazak vardı. Saçlarında ki yağmurun izleri silinmeye başlamıştı. Sırtı koridora dönüktü. Sobanın alt kapağı açıktı, elindeki ince demir sopayla sobanın içini karıştırıyordu. Geldiğimi hissetmedi. Koltuğa oturduğumda da başını çevirmedi.

"Silahım arabanda kaldı."

Bana doğru bakmadı ama cevap verdi.

"Masada," dedi düz bir sesle. Aramızda ki tuhaflığı tek benim hissettiğimden emin olamıyordum. Söylediği gibi masanın üstünde kendi silahının yanında duruyordu. Ayaklandım ve masadan silahımı aldım. Aklıma gelen fikirle koltuğa geri dönmedim. Üstümdeki kargaşayı atmam gerekiyordu. Yere karşısına doğru çömelirken, kendisi gibi bağdaş kurmuştum. Silahın şarjörünü çıkartıp, mermileri teker teker çıkarmaya başladım. Çıkardığım minik kurşunları, aramızdaki boşluğa dizerken bakışlarını üstümde hissettim.

"Bu kadar mermiyi nereden buldun sen?" Sesindeki şaşkınlığı hissederken, gülümsedim.

"Evden mermi kutusunu da almıştım."

"Ne yapıyorsun?" Silahın parçalarını yavaşça sökerken, sormuştu.

"Sana kendimi kanıtlıyorum."

Tek tek çıkardığım silahın parçalarını kurşunların yanına yerleştirirken, sobanın kapağını kapadığını duydum. Yönünü bulunduğum tarafa çevirdi. Söktüğüm silahın parçalarından, gözlerim Alim'e kaydı. İlgiyle hareketlerimi inceliyordu.

"Saniye tutmak ister misin?"

"Gerek yok, devam et."

Ve söktüğüm parçaları eskisi haline seri şekilde getirmeye başladım. "Babamdan..." dedim ellerim hareket ederken. Bir yandan da eski anıların içinde yüzüyordum. "İzin almak istediğimde dakika belirlerdi. Eğer istediği sürede söküp, takmazsam izin alamazdım." Silah kendine gelmeye başlamıştı. "Ama her defasında istediği sürede kendisine verirdim. On sekiz yaşımın tamamı böyle geçti."

Sürgüsünü çekip, kontrol ettim. Alim'e doğru gösterdim. "Olmuş mu?"

Şaşkınlığını saklamadan yüzüme baktı. Elimden silahı aldı, kendisi de kontrol etti. "Oldukça iyi."

"Tekrardan yapacağım ama bu sefer saniye tut, lütfen." İsteğimi geri çevirmedi, pantolonunun cebinden telefonunu çıkardı. Kısa sürede sayacı açtı, hazır duran halime baktı. Ardından da sayacı başlattı.

Demin yaptığım işlemleri tekrardan yaparken, saçlarım önüme geldi. Son işlemi de yerine getirdiğim de silahı hazır hale getirdim, gözlerim Alim'e değdi. Kaldırdığım silaha bakmıyordu, anlattıklarımla ne düşünmüştü bilmiyordum ama bana bakıyordu. Telefonun sayacını göstermesini bekledim, göstermedi. Öne doğru başımı uzatırken, ekranı görmeye çalıştım.

Gördüğüm sayı ile gülümsedim. "Paslanmamışım."

"Her defasında beni şaşırtıyorsun," dedi Alim, daha bu sabah aynı ki kelimeyi kullanmıştı. "Bunu nasıl yapıyorsun?"

Diğer anlattıklarımla ilgili bir şey dememişti, demesini de beklemiyordum. Söylemediği için de memnundum. Yüzümdeki gülümsemeyle yüzüne bakındım. "Belki de seni şaşırtmak hoşuma gidiyordur. Olamaz mı?"

"Bunda oldukça başarılısın."

"Sevindim." Silahı kendisine uzattım bu sefer. "Sen de beni şaşırt, sıra sen de."

Uzattığım silaha bakışları düştü. Dudaklarında meydan okumamı sevmiş gibi hafif bir tebessüm oluştu. Telefonunu uzattı, silahı elimden aldı. Sayacı sıfırlarken, rolleri değiştik. Bu sefer Alim sayacın başlamasını bekledi. Başlattığım anda da silahım ellerinde parçalara ayrılmaya başladı.

"Atış yapar mısın?" diye sordum hareketleri seri halde devam ederken.

"Kafamı karıştırmak için mi soruyorsun?" diye sordu şüpheyle ama eğlendiği belliydi.

"Sadece merak ediyorum." Aslında dediği doğruydu. Sayaç ilerlerken, dikkatini çekmek istemiştim. "En son ne zaman poligona gittin?"

Parçalanan silahım tekrardan birleşmeye başladı. Gözlerim yüz hatlarında gezindi.

"Hatırlamıyorum," dedi boş bir sesle.

"Bir gün beraber gidelim."

Gülümsedi. "Olur, gideriz."

Silahın şarjörünü de taktı, bana doğru uzattı. Sayaçtaki sayılar birbirimize yakındı. İki saniye ile beni geçmişti. "Şaşırtabilmiş miyim?" diye sordu, üstümde bakışlarını hissederken.

"Şaşırttın," dedim telefonunun ekranını kaldırırken. "Tebrikler."

Aramızdaki tuhaflığın biraz da olsa yumuşadığını hissettim. Yere dizdiğim kurşunları şarjörün içine tekrardan yerleştirirken etrafımızda sobanın yanış sesi duyuluyordu.

"Bugün şu ödül dışında doktoran başka bir şey öğrenebildiniz mi? Babamla ilgili bir şey dedi mi?" Kafamı kurcalayan soru sonunda dilime yansıtmıştım ama sesim de hiçbir duygu barınmıyordu.

"Net bir şey demedi. İşin içinde olduğunu öğrenince demesine gerek kalmadı ama kimin kızı olduğunu biliyordu." Benden saklamadan direk konuşması hoşuma gitmişti.

"O zaman beni tanıyınca susmaktan vazgeçti. Şimdi ne olacak? Doktor yanımda sizi de gördü, bir şey der mi?"

"Konuşacağını sanmıyorum. Kendisinin de kızı varmış. Bu yüzden şu ödül meselesinden bahsettiğini düşünüyorum."

"Anladım." Son kurşun elimdeyken, şarjöre takmadım. "Bu sefer elimiz boş kalmadı, bu da iyi."

Aramızda her zaman ki gibi yine bir sessizlik oldu. Tıkanıp, kalmaktan hoşlanmıyordum ama bir şekilde konuşurken, kelimeleri toplayamıyordum. Gerçekler gibi kelimelerimde tıkanmıştı.

Elimdeki kurşunu da şarjöre takıp, silahımı eski haline getirdim. Dışarıda olanlar hakkında söylemek istediğim vardı ama nasıl söze başlayacağımı kestiremiyordum. Ayaklandım. Ayaklanmamla bakışlarını üstümde hissettim.

Amacım silahı odaya götürmekti ama ani bir kararla salonun ortasında durakladım. "Aslında," dedim kendisine doğru dönerken. "Sana teşekkür etmek istiyordum."

Konuşmamla omzundan arkasına bakındı. Ne için kendisine teşekkür ettiğimi anlayamamıştı.

"Dışarıda," dedim gözlerimi herhangi bir yere sabitlemeye çalışırken. "Demin dağıttığımız silah gibi dağılmıştım. Dağılmamam gerekirdi." Durakladım, yutkundum. Bu zamana kadar birinin içimi görmesi için hareket etmek isteyen kişi hiç olmamıştım. Bazı insanlar duygularını rahat bir şekilde yaşardı, ben onlar gibi değildim. Üzüntümü de mutluluğumu da içine atan bir karaktere sahiptim ve böyle olmak insanı bir zamandan sonra yormaya başlıyordu. Ama şimdi öyle değildi. Babamın vefatı karakterime de çizikler atmıştı.

"Anlatmak zorunda değilsin." Konuşamadığımın farkındaydı ama konuşmak istiyordum.

" Dağılırsam hep yıkılırmışım gibi hissederek, büyüdüm. Orada yaptığın şey bir yandan dağılmama neden oldu ama diğer bir yandan da dağıldığım yerden kalkmamı sağladı."

Eski ben olsa demin söylediklerimi asla dile getiremezdim.

"Orada yıkılan bir kız görmedim ben," dedi sakince, Alim. Bakışlarım kendisine değdi. Ayaklanmıştı. Bakışları sanki beni anlıyormuş gibiydi. "Ağlamamak için kendini zorlayan kızı gördüm. Yaşların akmak için bekliyordu ama sen ağlamaktan korkuyordun. Tek ihtiyacın sadece ağlamak için bir destekti."

Beni çözmüştü. Hiçbir zaman kolay kolay ağlayan bir insan olamamıştım.

"Teşekkür..."

Sözümü kesti.

"Teşekkür etme." Dikildiği yerde, öylece duruyordu, mavi gözleri ruhumun yanına ilerlerken, adımları sabitti. "Dağılmaktan da korkma. Eğer dağılırsan, bir daha beraber toparlanırız. Unutma bunu."

Kalbimden bir kuş kanatlarını çırparak ruhumdan firar etti, aramıza kondu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kendisinin bu iyi niyetine karşı kendi tabiriyle borçlarım artıyordu ama ben onun gibi listeyi aklımda yapmıyordum.

Teşekkür dolu gülümsemem dudaklarımda şekillendi, anlayışla yüzüme bakmaya devam etti. Düşüncelerim ise zihnimden ruhuma ilişti.

Her inceliği kalbime kazınıyordu. Bilmiyordu.

Her saniye kendisine karşı bağım güçleniyordu. Bilmiyordu.

Karşısında ki bedende kalbine ait bir kalp vardı. Bilmiyordu.

Ben bilerek yaralarını sarmak istiyordum, kendisi bilmese de yaralarımı sarıyordu. Aramızdaki fark buydu.

***

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

BENİ TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN.

 

Bölüm : 05.04.2025 21:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...