
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.
-26-
Sabah odada uyanarak kalkmıştım. En son hatırladığımla uyandığım zamanki halim birbirinden çok uzaktı. Ne kadar zaman sonra odaya taşındıysam boynumda hafif bir ağrıyla karşılaşmıştım. Ben odadan çıkarken Alim de mutfaktan çıkıyordu. Masaya kahvaltı hazırlamıştı. Ne zaman uyandığını sormamıştım ama aramızdaki geçen ki sorunun yavaşça silindiğinin farkındaydım. Şimdi ise saat günün üç sularına varmak üzereydi. Tülin Mutlu’nun dün akşam elime tutuşturduğu anahtarın üstünde yazan bankanın sırasındaydım. Numara almıştım. Numaramın yanmasını bekleme koltuklarında oturarak Alim ile bekliyordum.
Bir müddet sonra numaramın yandığına dair ses duyuldu. Bir önceki müşteri bireysel müşteri masasından ayrılırken benimle beraber Alim de ayaklandı.
Masanın başında orta yaşlarında bir adam vardı. İşlemimi sorarken koltuklara oturmamızı rica etti. Kimliğimi aldı, sistemine girdi. Kasanın numarası anahtarın üstündeki numara ile tutuyordu. Gerçekten de adıma açılmış bir kasa vardı. Bankaya gelmeden önce zorluk çıkacağını bile düşünmüştüm.
Bankacı adam kilitli bir çekmeceden birden fazla anahtarı olan anahtarlık çıkardı, ayaklandı. “Beni takip edin, Maral Hanım.”
Benimle beraber Alim’de hareketlendi. Bankacı Alim’in de ayaklandığını görür görmez tekrar konuşma ihtiyacı duydu. “Sizin burada kalmanızı isteyeceğim Alim Bey. Kurallarımız gereği sadece kasa sahibini götürmeye hakkım var.”
Alim’in kaşları hafifçe çatıldı, itiraz etmek için hareketlendi ama koluna dokununca dikkati dağıldı. “Hemen geleceğim,” dedim tatsızlık çıkmasını istemediğim için. “İçeride fazla kalmayı planlamıyorum.”
“İçeride ne ile karşılayacağını bilmiyorum. Sana bir söz verdim, bu sefer yanında olacağım.”
Neden bahsettiğini biliyordum. Kasada ne varsa etkilenmemden ve sonunda atak geçirmemden korkuyordu.
“Gidip geldiğimi bile anlamadan geleceğim. Söz veriyorum, iyi olacağım.”
O sırada Alim bankacı adama kızgınca bir bakış fırlattı.
“On dakika içinde çıkmazsan kural dinlemem, içeriye girerim,” dedi duraklamasının ardından, ellerini kabanının ceplerine yerleştirirken. “Hadi, git. Buradayım. Süreni birazdan başlatırım.”
“O zaman on dakikaya kalmadan buradayım.”
Gülümsedim ve Alim’i arkamda bırakarak bankacı adamın yanına doğru ilerledim. Yanına vardığımda bakışlarını kolundaki saatten çevirdi, kendisini takip etmemi dillendirdi.
Merdivenlerden bankanın alt katına indiğimde beyaz bir koridorla karşılandım. Uzun koridorun sağındaki ikinci kapının önünde bankacı durdu, kilitli kapıyı açtı. Adını söylemişti ama şu an hatırlamıyordum. İçerinin ışıkları açıktı, duvarların önünde boydan boya küçük kasalardan bölmeler vardı. Bankacı sistemdekiyle elimdeki anahtarla aynı olan sayının olduğu kasanın önüne giderken arkasından içeriye girdim. Kasalar hepsinin üstünde iki anahtar deliği vardı.
“Kasanız, Maral Hanım.” Bankacı bana doğru döndü. “Anahtarınızı alabilir miyim?”
Elimde sıkı sıkıya tuttuğum anahtarı bankacıya uzattım. Deliklerden birine benden aldığını diğerine de elindeki anahtarlardan birini deliğe sürdü. Aynı anda anahtarları çevirirken küçük kasayı kendine doğru çekti. Kasayı hazırladığında geriye adımladı. “Buyurun, elinizdeki anahtarla kasanızı açacaksınız. İşiniz bitince seslenirsiniz, ben koridorda olacağım.”
“Teşekkür ederim.”
Anahtarını da alıp, beni oda da yalnız bıraktı ve kapıyı arkasından kapadı. Yalnız kaldığım an içindeki kasayı anahtarla açtım ve kapağı hızlıca kaldırdım. Buraya gelene kadar hiçbir şey hissetmiyordum ama şu an gerginlikten kalbim ağzımda atıyordu. Karşıma yine bir zarf çıktı. Kahverengi dosya büyüklüğünde bir zarf kıvrılarak kasanın içine konmuştu. Zarfı aldım, pek bir ağırlığı yoktu. İçinde bir CD dışında başka bir şey yoktu.
İçeride fazla kalmadım. Zarfı alıp, bankacıyı çağırdım. İşlemler tekrar edildi, yukarıya çıktık. Alim bıraktığım yerdeydi, duvar dibinde dikiliyordu. İçinden aldığım zarfla kasa boş kalmıştı, kasanın kiralamasına devam edildiğine dair sisteme işlenecekti. Alim geldiğimi görünce yanıma doğru ilerledi. Bu sırada kimliğimi adamdan alıyordum.
Bu kadardı.
Yüzümün şekli nasılsa Alim elimdeki zarfı görmesine rağmen ne bulduğumu sormamıştı. Sadece iyi olup olmadığımı sormuş, iyi olduğumu anlayınca da bankadan çıkmıştık. Park halindeki arabaya bindik, emniyet kemerimi taktıktan sonra zarfın içindekini çıkartıp, Alim’e gösterdim. “Bunun için bilgisayar bulmamız lazım. Senin var mı?”
“Hayır, ama buluruz.”
Yola çıkarken birine telefon etti. Telefon ettiği kişinin Ömer olduğunu düşünüyordum. Düşündüğüm gibiydi. Araba kaldığımız kulübeye ilerlemedi. Alim, Ömer ile buluşmamız için başka bir yeri söylemişti. Ömer bugün izinli olduğu için evdeydi, bu yüzden Alim’in söylediği yere gelecekti.
Alim arabayı ıssız bir yere sürdü. Bir sapağa saptı, yol boyunca ilerledi. Kısa süre içinde de arabayı uçurum kenarına gelmeyecek şekilde durdurmuştu. Arabadan inmedik, Ömer’in gelmesini arabanın içinde beklemeye başladık. Çalışan klimanın sesiyle birleşen rüzgarın sesi etrafımızda duyulan seslerdi.
İkimizde bir süre konuşmadık, sessizce oturmaya devam ettik. Tülin Mutlu’nun olayı içimi kemiriyor oluşuyla zarfın içinde bulunan CD’de ne olduğu birbiriyle çakışıyordu. Kadın buraya kadar yalan söylememişti. Söylediği kasa gerçekti, kasanın içinde sözde annemden bir açıklama bulunan CD vardı. CD’nin içinde ne olduğunu öğrenmeden Tülin olayını Alim’e açıklamamaya karar vermiştim.
“Neden kalkmadın?” Düşüncelerimden Alim’in sesiyle sıyrıldım.
“Anlamadım?” derken kendisine baktım ama o ileriye bakıyordu.
“Gece benim yüzümden koltukta uyumak yerine odana geçmeliydin, Maral. Bir daha böyle bir şey yapmaman konusunda anlaşalım.”
“Anlaşalım mı?” diye sordum gülerek. “Saçmalıyorsun.”
“İki gündür uyuyamamanın acısını çekmeni istemem saçmalık değil. Odana geçip, rahatça uyumalıydın.”
Ciddi ifadesi gerilmeme neden oldu. “İki gündür uyumuyor muydun?”
“Anlaşma konusunda ciddiyim. Bir daha böyle bir şey olursa…”
“Neden iki gündür uyumuyordun?” Beni geçiştirmeye çalışıyordu ama söylediklerinin içinde sadece bu uyumama durumu dikkatimi çekmişti. Çünkü bu iki gün boyunca aramızda olanlar ortadaydı.
“Gerçeği mi öğrenmek istiyorsun yoksa içini ferah tutacak bir bahaneyi mi söylememi istersin?”
“Gerçeği tabi ki de.”
“Gitmenden korktum,” dedi gözlerini gözlerime çevirdiğinde. Gözlerim irileşti. “Gerçek bu. Gitmenden korktum. Sabah uyandığımda yerinde olmamandan korktum. Bu yüzden uyku tutmadı, en sonunda ağrılar başladı.”
Böyle bir cevabı beklemiyordum. Gece öylesine başının ağrısının tuttuğunu ya da uyku tutmadığını ya da daha farklı bir şey diyebilirdi ama o dememişti. Bu cevap benim için farklı kapıyı aralardı. Zihnimin ısrar kaçtığı kapıydı bu. Gözlerimi camdan dışarıya çevirdim, yeşilliklere bakındım. Konu dönüp dolaşıp canımı yakan kısıma gelirken görmezden gelmeye çalıştım.
“Nedenlerinden biri buydu demek.”
“En büyük nedenlerimden biri. Uykusuz kalmaya alışkın bir bünyeye sahibim ama bana hissettirdiğin şu his alışık olmadığım bir durum.”
“Korku hissi.”
“Kaybetme korkusu.”
Kaybetme. Fazla anlam yüklü olan bir kelimeydi. Bazıları eşyasını kaybetmekten korkardı. Bazıları hayatını kaybetmekten korkardı. Bazıları ise sevdiği insanları kaybetmekten korkardı ama Alim’in kaybetme korkusu bunlardan hiçbirine ait değildi. O gidersem, yardım etme imkanını kaybedeceği için vicdanının bünyesine ağır gelmesinden korkuyordu.
“Anladım. Boşuna uykusuz kalmışsın.”
“Ne anladın?” diye sordu bu seferde. Sorgulayıcı sesi zihnime baskı yaptı.
“Konuştuğumuz konuları tekrar konuşmak istemiyorum, Alim.”
“Bana kızgınlığının tam geçmediğinin farkındayım ve bunun içinde konuşmamız lazım. Aramızdaki bu durumun düzelmesi gerekiyor.”
“Aramız iyi. İyi olmasa bu arabada bile olmazdım ama aynı şeyleri konuşmaktansa konuşmamayı tercih ediyorum.”
“Değil,” dedi ciddi bir ses tonuyla. “Sana tüm bunları beni yanlış anlaman için anlatmadım.”
Yönümü Alim’e doğru döndürdüğümde o da bana doğru dönmüştü. Bakışları üstümdeydi. Kaşları hafifçe çatılmış, rahatsız olmuş gibiydi.
“Söylediklerin kendini o kadar iyi anlatıyor ki yanlış anlaşılacak bir durum bırakmıyor. Bu konuyu neden burada konuştuğumuzu bile anlamıyorum. Sessizce bekleyemez miyiz?”
“Sessizlik sen yanımda olunca hoşlanmadığım bir şey,” diyerek söylediğimi kestirip attı. “Ben seninle konuşmak istiyorum, Maral. Evdeyken olduğu gibi bu konuşmanın kapanmasını istemiyorum. O zaman kaçmayı tercih ettin. Şimdi buna izin vermeyeceğim.”
Zihnimin içindeki zil çalmaya başlamış, düşüncelerim birbirine çarpıyordu. Konuyu kapatmaya niyeti yoktu. “Ama ben istemiyorum. Üstüme gelme.”
O sırada bir korna sesi etrafta duyuldu, dalgınca yüzüme bakmaya devam etti. Gözlerini kaçırır gibi oldu, sıkıntıyla soludu. “Bana bir gün kafayı yedirteceksin,”dedi sitem ederek. “Belki de yemişimdir, bu yüzden doğru dürüst bile düşünemiyorumdur. Belki de bu yüzden kendimi anlatmakta başarısızımdır. Olamaz mı?”
“Anlamadım.”
Tekrar korna sesi çalındı. Başını çevirdi, ben ona bakarken arka camdan dışarıya baktı. Ömer gelmiş olmalıydı.
“Haklıymışsın,” dedi bakışlarını hızla çekerken. “Şu an konuşmanın sırası değilmiş.”
Cevap vermemi beklemeden arabadan çıktı. Ardından da cevaplanması gereken soruları şekillendirdiği gibi bıraktı.
Arabanın arkasına doğru yürümesini izlerken Ömer’in arabası yoldan çıkıp bulunduğumuz alana girmek üzereydi. Arabasını Alim’in arabasının arkasına park etti. Ondan istediğimiz dizüstü bilgisayar çantasıyla arabadan inerken Alim’de arkadaşının yanına varmıştı.
Arabada kalmayı tercih ettim. Aralarında konuşma geçerken benim zihnimde yankılanan Alim’in deminki sözleriyle üstüme gelişi vardı. Geri plana atmaya çalıştım, bu konuyu sonra düşünürdüm.
Ömer çantayı Alim’e uzattı. İstediğim bilgisayar o çantadaydı. Ömer’den hala haftalar önce çıkışım için özür dilememiştim, iyiliklerinin altında ezildiğimi hissediyordum.
Alim’in Ömer’i arkasında bırakıp arabaya yöneldiğini görünce bakışlarımı kaçırdım. Oturduğum tarafın kapısı açıldı, bir anlığına arabanın içi havanın soğuyla doldu. Bilgisayar çantasını konuşmadan uzattı ve almamı bekledi. Görevini yerine getirincede kapıyı kapadı, arkadaşının yanına tekrardan ilerledi.
CD’yi arabada izleyeceğimi Alim biliyordu. Çünkü işimi halledip gerisin geri Ömer’e verecektim. Kimsenin fazla vaktini almadan çantadan bilgisayarını çıkardım ve dizlerimin üstüne koydum. Zarf arabanın ön kısmındaki alandaydı. Laptop açılırken gerginliğimin üstüne gerginlik eklenerek çığ gibi birikmişti.
Zarfın içinden CD’yi çıkardım, cihaza yerleştirirken bir anlığına gözlerim dikiz aynasından arkaya gitti. Alim ile Ömer konuşmaya devam ediyorlardı. Bakışlarımı ikiliden çekip önümde bulunan ekrana döndüm. Cihaz CD’yi okurken Ömer’in masaüstünde fazla klasör olmaması dikkatimi çekti. Düzenli birine benziyordu. CD’nin okunduğuna dair bildirim geldi, CD klasörü açıldı. İçinde tek bir dosya vardı. Kalbimin damarlarımda attığını hissediyor, gerginliğim parmak uçlarıma kadar ulaşıyordu.
Ne görecektim?
Dosyaya tıkladığım an karşıma ne çıkacaktı?
Düşünmeye gerek yoktu. Öğrenmenin tek bir yolu vardı, bende yaptım. Fare imlecini dosyanın üstüne tıkladım. Ekranda bir pencere açılırken nefesim çığlık çığlayaydı.
Görüntü gözlerimin önüne geldi, ilk baktığım beyaz bir duvardı. Duvarın önünde siyah bir sandalye duruyordu, kareyi anlamaya çalışırken sanki biri kamera ile oynuyormuş gibi görüntü sallandı. Biri karıncalı görüntünün açısına girdiğinde ise zamanın içindeki varlığım ilk darbesini aldı. Sandalyeye oturdu, üstündeki kahverengi hırkasını düzeltti. Duygu Çetin. Annem. Ekranda yüzü vardı. Kadın yalan söylememişti. Tülin Mutlu doğruyu söylemişti! Nasıl olurdu?
Siyah saçları topluydu. Kulağında beyaz inci küpeleri vardı. Bilgisayar ekranında bir tuhaflık olmasına rağmen karşımdaki annemdi. Çünkü görüntüdeki kişi gençti. Evet, gençti. Özlem duyduğum her an fotoğraflarına baktığım zamanlardaki gibiydi. Annemdi işte. Benim annemdi.
Bir an konuşmayacak, ekrana öylece bakacak sandım, yanıldım. Birbirine bastırdığı dudaklarını araladı ve hayatım boyunca bir kere bile sesini duymadığım kadının sesi kulaklarıma kelimelerle beraber birer birer dolmaya başladı.
Bu video sizi bırakmamın üstünden bir hafta sonra çekilmiştir. Genç olmasının açıklaması bu cümlede saklıydı.
Maral’ım, minik kızım, eğer yaşarsam bu videoyu bir gün sana ulaştırmak için çekiyorum. Çünkü bunu yapmak zorundayım. Gerçekleri öğrenmeni sağlamak zorundayım. Belki büyüdüğünü, genç bir kız olduğunu göremeyeceğim. Yanında olamayacağım ama sana neden seni ve babanı bıraktığımı kendi ağzımdan dinlemen için bu videoyu çekiyorum.
Sizi terk ettim, gitmek zorundaydım. Durakladı. Ciddiyetle baktığı gözlerindeki ifadede ilk firesini verdi. Göz bebekleri, titremişti.
Baban sana hakkımda bir yalan uyduracaktır elbette. Bu yüzden sana ne dese onu suçlu bulmuyorum.
Babanla kafede garsonluk yaparken tanıştım, en azından kendisi böyle bilmesi gerekiyordu. İsmim tek gerçeğimdi. Kameraya odaklanan gözlerini kaçırır gibi oldu, başını dik tutmaya devam etti.
Büyük ihtimalle kafan karışmıştır, karışması çok doğal ama her şeyi anlatmak zorundayım. Birgün seni neden bıraktığımı bilmek zorundasın. Uzatmayacağım. Çünkü fazla zamanım yok. Söylemem gerekenleri söyleyip, bu videoyu güvenli bir yere postalamalıyım.
Boğazını temizler gibi bir ses çıktı.
Tanıştığımızda baban MİT’deki görevine daha yeni atanmıştı kızım. Kurul için en uygun aday kendisiydi. Yanına yaklaşmalı, normal biri olduğumu göstermeli ve hayatına sızmalıydım. İçeride olmalıydım. İçeriye sızmam isteniyordu. Seçme şansım yoktu, Maral. Seçme şansım hiç olmadı.
Babana yanaştım, hayatına sızdım. Benden hiç şüphelenmedi. Kurul’un istediğini yapmak zorundaydım. Çünkü babamda Kurul’un kollarından sadece biri.
Kurul’un ne olduğunu, daha önce ismini duymamış olmalısın. Sana anlatacağım. Nasıl bir bataklık olduğunu sana bildireceğim.
Kurul, kötü adamların kurduğu bir topluluk kızım. Kendi pis işlerini yürütmek için kötü insanların oluşturduğu bir örgüt. Paravanlarının üstüne kurdukları bir çatı. Babamda kendimi bildim bileli kurulun bir üyesi. Bu yüzden sızıntılara ihtiyaçları var. Kendilerinden olan sızıntılara. Bir nevi sadık köstebeklere. En azından bu benim babam için çocukları oldu.
Yine bir duraklama.
Şunu bilmelisin ki baban beni sevdi, Maral. Yanında kaldığım süre boyunca bundan hiç şüphe etmedim. Bana bir aile vermişti. Benimle evlenmişti ama evlendiği kadın aslında hiç olmadı. Hayat hikâyemi farklı bildi. Babana karşı oluşan hislerim ise hiç beklemediğim bir şeydi. Baban iyi bir adamdı, bunların hiçbirini hak etmiyordu. Ve bir gün sen geldin. Buna daha fazla katlanamayacak, benden istenileni yapmaya devam edemeyecektim. Hamile olduğumu sakladım. Kurul ya da beni buna zorlayan babam seni öğrenseydi, bana seninle zarar verirdi,, biliyordum. Bunun bir cezasının olacağının da farkındayım.
Seni bırakmamın sebebini işte şimdi biliyorsun. Yanımda götüremezdim. Yanımda güvende olmazdın. Benim gibi bir hayatı hak etmemen için senden vazgeçiyorum. Tüm bedeli kendim üsteleneceğim. Çünkü ilk defa seçme hakkım var ve ben ailemi seçiyorum. Benim olmayan ailemi seçiyorum.
Bunu izliyorsan kafan çok karışmıştır ama daha başka nasıl anlatırım, bilmiyorum. Babam gerçek kimliğimi öğrendi mi bilmiyorum ama sanırım bitirmem lazım. Zamanı gelince Kurul ile bildiğim her şeyi, tüm bilgileri babana yollayacağım. Zaman geçer ne olur, bilmiyorum ama bunu kendimi görev bildiğimi bilmeni istiyorum.
Tekrar bir duraklama.
Eğer şu an karşımdaysan… Bakışlarındaki hüzün darağacında sallandı. Seni seviyorum, minik kızım. Sana layık olamadığım için çok ama çok üzgünüm. Seni ömrü boyunca seven annen.
Gözünden akan yaşı hızlıca sildiği gibi eliyle öne doğru uzandı ve ekran birden bire kapandı, siyah ekran görüntüye yansıdı. Böylece tanıdık yüz, ortadan kayboldu.
Zihnim uğuldadı, donup kaldım. Saat ilerlemeye devam etti, kulaklarım kalbimin atışlarının zamana yayılarak attığına şahit oldu.
Ne izlemiştim ben? Ne duymuştum?
Görüntüyü bir kez daha oynattım.
Enkazın altında kalmam için deprem olmasına gerek yoktu, insanın öğrendikleri de beton yıkıntılarının altında kalmasını sağlayabilirdi. Bir şeyler öğrenmiştim, görüntülerde gerçekler vardı. Konuşan kişi annemdi. Birkaç kez izlediğim beş dakikayı geçmeyen görüntülerde hiçbir şey değişmedi.
Çok fazlaydı. Tüm bunlar çok fazlaydı. Her zaman fazla olmuştu, fazlalığın üstüne eklenenler ise ayakta kalmamı zorlaştırıyordu.
Annem, babamın konumu için kendisine yanaştığını söylemişti. Bilgi sızdırması için babama yanaşmıştı. Köstebek. Nasıl olurdu? Yaşadıklarım teker teker zihnimde şekillendi, geçmişten bu yana gelen tek bir şey vardı.
Annemin dilindende bu kavram geçmişti ve benim peşimdeydiler.
Tülin Mutlu.
Annem.
Babam.
Hayatımdaki herkes.
Soluduğum hava ciğerlerime baskı yaptı, sıcak havanın ağırlığı ruhuma dolandı. Her şey birbiriyle bağlantılıydı. Her şeyin bir nedeni vardı.
Bakışlarım siyah ekrandan çekildi, nerede olduğumu unutan zihnim gökyüzünü görünce hatırladı ve bilgisayarın kapağını kapatan elim cihazı arabanın ön tarafına koydu. Ardından da kapalı alanda kalan bedenim dışarıya çıktı.
Attığım adımlarla arabadan uzaklaşan bedenimi rüzgar karşıladı. Kuvvetli esen rüzgar yüz hatlarımda dolaştı, ruhuma kadar işledi. Bu his zihnime iyi geldi. Soğuğu hissetmem gerekiyordu. Soğuk his düşüncelerimi dondurmalıydı.
Ne kadar ilerledim, bilmiyorum ama bacaklarım aşina olduğum sesi duyunca durdu. Ona söylemediğim bilgi zihnimi kıskançladı.
Yanıma gelmişti. Gözleri gözlerime değince gerçekler soğuğunu kırdı, aramızda kaldı.
“İyi misin?”
Değildim ve hiçbir zamanda iyi olmayacaktım. Öğrendiklerimle, ondan sakladığım gerçek bir araya gelince ikimizde iyi olmayacaktık.
“Ne öğrendiğimi sormayacak mısın?”
“Hayır.”
“Neden?”
“Bilmem gereken bir şey ise söylersin.”
Cümlesi ruhuma darbesini indirdi, haberi olmadı. “Belki de bilmen gerektiği halde sakladıklarım vardır. O zamanda böyle düşünür müydün?”
“Geçerli bir nedenin olduğunu düşünürdüm.”
“Güvenin zedelenmez miydi?”
“Kolay kolay bendeki yerini zedeleyemezsin.” Gözlerimin içine öyle bir baktı ki sanki içimi görüyor gibiydi. “İyi olduğundan emin misin?”
Bir suçlu gibi gözlerimi kaçırdım. Maviliklerine bakmaya devam edersem öğrendiklerimi bilmeden diğerini söylerdim.
“Sormuş olsaydın anlatamam bile ama CD’deki videoyu izlemeni isteyebilirim,” derken görüş alanıma yavaşça girdi.
“Daha dikkatli olmalısın. Hastalığı yeni atlattın.”
Konunun birden bire değişmesiyle afalladım ama o aniden açık olan montumu fermuarını düzeltti, boğazıma gelene kadar çekene kadar önümden gitmedi.
“Söylediğimi duymadın mı?”
Bakışlarını kaldırırken geriye adımladı. “Duydum.”
“İzleyecek misin?”
“İstediğin buysa izlerim.”
“Tamam. Gidip izlemelisin,” dedim bakışlarımı masmavi denize çevirirken. “Burada bekleyeceğim.”
Bakışlarını üstümde hissederken bir şey demedi. Yanımdan geçti ve istediğimi yapmak üzere arabaya doğru ilerleyen adımları uzaklaştı. Bana güveniyordu, kendisinden saklayacaklarımın olmadığını düşünüyordu, benimle ilgilenirken yanılıyordu. Gidişini izlemedim, rüzgarla savrulan saçlarım yüzüme gelirken gözlerimi rahatlamak adına açıp, kapadım. Ama rahatlamam, huzurlu hissetmem imkansızdı.
Gerçekleri her ne olursa öğrenmek istemiştim, bir kısmını ise kavramam için kulaklarım duymuştu. Beklemediğim bir şeydi. Dün kadın söyleyene kadar tüm bunların annemle ilgili olduğunu bir kez bile düşünmemiştim. Gerçek ise çok farklıydı.
Annem. Tüm yaşadıklarımın sebebi olabilirdi.
Özlem duyduğum zamanlarda mezarına gittiğim annem bu kaosun içindeki tek neden olabilirdi. Geçmişimdeki anılarımı boğazıma battı. Bir mezarı vardı. Yaşarken bir mezarı vardı ama o yaşıyordu. Babam ise o mezarın yanına gömülmüştü. Yaşarken aldığı toprak parçası orasıydı. Annemin yanıydı ama annem orada değildi.
Çünkü gerçekler ve bedeller vardı.
Annem babası yüzünden bu duruma düşmüştü.
Babam sevdiği kadın tarafından ihanete uğramıştı. Belki de her şeyden haberi vardı. Annemin yaşadığından haberi vardı ve bana söylememişti. O kadının dediği doğruysa olabilirdi. Bu zamana kadar yalan söylememiş olması ise babamın annem hakkındakilerini bildiğini tasdik ederdi.
Gerçekler ve bedeller vardı.
Annem babama Kurul dediği örgüt hakkındaki bilgileri ulaştırmış olabilir, babam bu yüzden öldürülmüş olabilirdi.
Gerçekler ve bedeller vardı.
Mektubunda beni yönlendirdiği aileye karşı bir borcu olmalıydı. Bir şey planlamış olmalıydı. Yoksa o mektubu bana yazmazdı.
Gerçekler ve bedeller vardı.
Babam Hüseyin Çetin’in Alim’in panosunda olmasınında bir sebebi ve bir bedeli vardı.
Her şey birbiriyle bağlantılı, her şey bir yapbozun parçasıydı. Yapboz şekillenmeye başlamıştı ama hissettiğim düş kırıklığıyla beraber gelmişti.
Gözlerim bir şey görmeyene kadar buğulanırken kendimi toprak zeminin üstüne otururken buldum. Kavradıklarım sıkı sıkıya tutunduğum soğuğu parçalara ayırdı ve birden fazlaya böldü. Parçalar gözlerime battı, kırptığım kirpiklerim ıslanmaya başladı. İç çekişlerim keskin bıçaklara dönüştü. Her bıçak hayatımın noktalarından geliyordu.
Haykırışımı kimse duysun, bilmesin diye avucum dudaklarımın üstüne kapandı, hıçkırıklarım havaya karışmadı.
Ağlıyordum ama tam olarak neye ağladığımı bilmiyordum. Bu kadar yük, bu kadar acı hangisine odaklanmam gerektiğimi zorlaştırıyordu.
Rüzgar yüzüme vururken zorlukla yutkundum, zorlukla kendimi kontrol etmeye çalıştım. Gözyaşlarımın öğrendiklerimi değiştirmezdi. Kendime kendime avutmalarım boşunaydı.
Aldırmamaya çalıştığım yalnızlığım bünyeme çok ağır geliyordu. Yalnızlık tüm hücrelerimi kucaklamacasınaydı.
Onun gelen adımlarını ise işitmedim. Yanıma benim gibi oturdu, ne bir şey dedi, ne de kendisine baktım. Sadece gözyaşlarımın sessizliğine şahitliğini yaptı.
“Artık başını nasıl bir belaya bulaştırdığını anlamışsındır. Bu sefer idrak etmen lazım.” Sesimle kelimelerim birer harabeyken omzumdan arkama bakındım. Alim’in arabasından başka araba yoktu. “Pişman olman için geç değil, biliyorsun. Burada her şeyi bitirebiliriz.”
“Bitirmek için başlamak gerekir. Başlamayanı bitiremezsin.”
Ağır ağır bakışlarım ona dönerken yaşlı gözlerim mavilikleriyle kenetlendi. Bana bakıyordu. Karşısındaki harap binaya bakıyordu. “Ne demek istediğimi biliyorsun. Görmüyor musun, deştikçe çamurlanıyorum. Çamurum sana da bulaşacak.”
“Bırak ne bulaşırsa bulaşsın.” Kırpılan kirpiklerimde asılı kalan yanağıma doğru süzüldü, yarı yolda karşılayan parmağının dokunuşu oldu. “Seni yalnız bırakmayacağım. Yalnız savaşmayacaksın. Kavra bunu.”
Gitmesini istemiyordum, gitmesi gerekiyordu. Zarar görmesini istemiyordum, zarar görecekti. Bunun benim için nasıl bir yıkım olacağını bilemezdi.
Babamdan nefret ediyordu, babamla hayatını dağıtan adamın bağlantısı vardı. Babam ve annem soruşturmasını yürüten savcıyı tanıyorlardı. Annemin anlattıkları bir polis için bile kavraması zor şeylerdi. Gerçek belliydi. Ailemin parçalarının hepsi onun canını yakan bağlantılardı ve o benimle evliydi. Bu bile bile uçurumdan atlamaktı.
Gözlerimi yer kabuğunun bittiği boşluğa çevirirken birazdan söyleyeceğim şeyle sonumuz burası olabilirdi.
“Sana yalan söyledim. Dün buluştuğum kadını saldırıya uğradığımız günde görmüştüm.” Cesaretimin kırılmasına iznim yoktu. “Bana onun kim olduğunu sen söylemiştin.”
Kim olduğunu açıkça söylememi istemesini bekledim ama o yanımda sessizce kalmaya devam ederken gerginliğim daha da arttı. Kimden bahsettiğimi anlamamış olabilir miydi?
Korkarak Alim’e baktığımda soğuk ya da kızgın bakışlarla karşılaşmayı ummuştum ama bunlardan hiçbiri ifadesinde yoktu. Sakindi, şaşırmamış gibiydi. “Soruşturmanı yürüten kadından bahsediyorum. Beni gizlice arayıp buluşmamızı isteyen Tülin denilen kadındı. Bir şey demeyecek misin? Böyle mi tepki vereceksin?”
“Tepki verebilecek bir şey göremiyorum, sen görebiliyor musun?”
“Sana yalan söyledim, gerçeği gizledim.”
“Gerçeği kesintiye uğratman onu gizlemek olmaz. Bilmem gerektiğini düşünmeseydin şimdi de söylemezdin.”
“Ya hiç söylemeseydim, başka bir yerden öğrenmek zorunda kalsaydın?”
“Sen ima etmeye çalıştığın gibi biri değilsin.”
“Nasıl biri?”
“Suçlu. Benden istediğin suçsuz olmana rağmen seni suçlu konuma getirmem. Ben bunu yapmam.”
Lügatin da suç kavramını nasıl adlandırıyordu, bilmiyordum. Suçsuz olduğum konusunda yanılıyordu. Hayatına girmem başlı başına suçtu benim gözümde. Tepkisizliği hoşuma gitmiyordu. En azından yalan söylediğim için kızmalı, tepki göstermeliydi.
“Sana zarar vermiş ya da vermeyi düşünen herkesle olan bağlantım var. Sırf anla diye videoyu izlemeni istedim senden.” Anladığım her şeyi sesimden duymak zihnimi buruştururken burnumu sızlattı. “Sen ise bunları görmezden gelerek benimle kalmaya devam edeceğini söylüyorsun. Neden hayatına yeni girmiş biri için tüm bu riskleri alıyorsun? Bir insan sırf vicdanı için bunları yapmamalı.”
Söylediklerimi dinledi ama sanki dinlememiş gibi “Ne yapmamalı?” diye sordu kirpiklerini kırpmadan. “Biriyle evlenmemeli mi? Kast ettiğin bu olmalı.”
Söylediklerim iki soruyla çöpe atıldı.
“Evet, evlenmemeli. Hayatını çalmama izin vermemeliydin.” Durulan gözlerim sarsıldı, yanaklarım ıslanmaya başlarken farklı bir ifade yüzünde şekillendi. Gözleri gözlerimin içine bakarken ifadesinden hüzünlü bir nota geçmişti. Eli ıslak yanağıma hafifçe değdi, gözyaşımı silip geri çekildi.
“Kişi çaresizse yapmalı. Hele de çaresizliğinin çözümü bahanesinden geçiyorsa… İşte o zaman bahanesine sığınmalı.” Yüzüne şaşkınca baktığımı görünce durakladı. Bakışlarını kaçırdığında başını çevirdi, karşısına baktı. “Anlamadın değil mi? Anlamamışsın. Asıl yalan söyleyen bendim. O gece bahanemi ortaya atarken aslında vicdanına oynuyordum.”
Zihnimdeki fren beklemediğim bir anda asıldı.
“Ne?”
“Benimle evlenmeyi kabul etmen için yapmam gerekiyordu,” dedi tekrardan yüzüme tuhaf bakışıyla bakarken.
“Anlamıyorum. Neyi yapman gerekiyordu?”
“Sadece dinle, başlamışken devam etmeme izin ver.”
Ses çıkarmadım ama duraklayan sadece zihnim değildi. Göz pınarlarımda duraklamış, yüzünün değişimine anbean izliyordum. Yutkundu, rüzgar saçlarını kondu, aralarından geçti. Hüzün bulutu ifadesinde dolanıyor, gözlerinin içinde duraklıyordu. Zorlanıyordu. Ne söyleyecekse zorlanıyordu.
“Vicdan bahanesine o gece… gitmeye kalktığın gece sığınmamın tek sebebi benimle evlenmeyi kabul etmen içindi. Ancak böyle benden gidemezdin. Evlenirsek benimle kalırdın ama şimdi tüm olanların suçlusu senmişsin gibi bitirmek istiyorsun. Başlamayan bir şeyi bitiremezsin, Maral. Çünkü biz başlamadık bile.”
Biz başlamadık bile.
İrileşen gözlerim gözlerine çivilenirken rüzgar bir yılan gibi bedenimi sardı, kalbim dışarıya fırlayacakmışçasına bedenimde kalmaya devam etti.
“Yanlış anladıysam düzelt beni. Bana karşı…” Yutkundum. Kelimeleri zihnimde dolandı. “Bir şey hissettiğin için mi evlendin?”
“O kadar basit değil.” Dudaklarında ufak ama kalbimi yerinden sökmeye yeminli burukça tebessüm oluşurken elini kaldırdı, zihnini işaret etti. “Burayı yangın yerine çevirdiğin yetmediği gibi…” Durakladı, iki parmağını göğsüne bastırdı. “Burayı da hasta ettin. Anladın mı şimdi, senden neden vazgeçemediğimi?”
Bana karşı hisleri vardı.
Benimle hisleri için evlenmişti.
Biz demişti, başlamak demişti.
Biz olmaktan bahsetmişti.
Sitemi allak bullak olan zihnimi gıdıkladı. Tüm kontrolüm elimden kayıp gitti ve gülmeye başladım. “Şaka yapıyorsun, şaka yapıyor olmalısın.” Yüzüme bozulmuş gibi bakıyordu. “Hayır, yapmıyorsun. Sen ciddisin.”
“Ciddiyim, ciddi olmamı mı isterdin?”
“Öyle değil. Asla öyle değil.” İdrakim öyle sarsıcı öyle beklenmedik olmuştu ki söylediği her bir kelimesi kalbime eklenirken düşünme yetkimi kaybetmekten korktum. “Neden şimdi? Neden daha önce söylemedin?”
“Eğer batırmamış olsaydım söyleyecektim.”
“Ne demek bu?”
“Göstereyim,” dedi hareketlenirken. Elini açık olan kabanının iç cebine attığında tüm dikkatim hareketlerindeydi. Avucuna değdirdiği şeyi gösterince gözlerim bir avucuna bir kendisine gitti. Elindeki masaya koyduğum yüzüğümdü. Yüzük. Benim yüzüğüm. “Tartışmamızın böyle biteceğini düşünmemiştim ama masaya bunu bırakmıştın. O zaman batırdığımı anladım. Oysa evden ayrıldığımızda çıkarmanı bekledim. Sabahında bekledim. Günlerce bekledim, çıkarmadın. Çıkarmamanın nedeni olduğunu düşünmeye başlamıştım. Gözünün içine bakıyordum, beni gör diye.”
Zar zor yutkundum, fayda etmedi. Kelimeler ruhuma ilişirken göğüs kafesimin arkasındaki yüreğimin tüm bedenimde sancılı çekişleri vardı. Kelimelerin ağırlığı gözlerime baskı yaptı.
Duraklamamda gülmem kadar aniden olduğu gibi ağlamaya başlamamda aniden oldu. İtirafının ruhumdaki etkisi kalbimi fırtınanın içine atmış, bugün tüm duygularım birbirine karışmıştı.
Yaşadıklarımız birer film şeridi gibi zihnimde karelerini yansıttı, bu yoğun duygunun altında ezileceğimi hissederken gözleri yüzümde yol aldı.
“Belki de yanlış bir zaman seçmişimdir,” dedi sanki zarar görürmüşüm gibi nazikçe ıslak yanağıma yapışan saçımı yüzümden çekerken. “Bugün çok fazla şey öğrendin.”
Karşısında gözyaşlarında kalmamı yanlış anlamıştı.
“Hayır. Hayır. Devam et, lütfen. İyiyim. Hepsini duymam lazım.”
Mutluluk ile hüzün ancak bu kadar iyi birbirinin üstüne kapanabilirdi.
“Emin misin?” diye sordu, tedirginliğini saklamadan.
“Evet,” dedim ıslak yanaklarımı silmeye çalışırken. Gülümsemeye çalıştım. “Bak ağlamıyorum. Konuş, lütfen.”
“Maral, ben duygularını açıkça söyleyen biri hiç olamadım,” derken mavilikleri dalgalanıyor, burukça bakıyordu. “Aileme karşı bile sevgimi gösteremem. Seni tanıyana kadar bunun başıma dert olacağını bile düşünmezdim. Bu yüzden durmadan bocaladım, bocaladıkça batırdım. İki gün sesini duyamadım, kafayı yiyecekmişim gibi oldum. Tek başına kavganın içine dal desen hiç düşünmeden dalarım ama konuşmak için geldiğim kapına bile vuramadım. Cesaret edemedim. Dün seni masada otururken gördüğümde ise yaptığım tüm hataları düzeltme niyetindeydim.”
O gün kendi kandırıcı düşüncelerime bağlılığım o kadar fazlaydı ki dinlemek istememiştim. “Seni ben durdurdum,” dedim yüzüm düşerken.
“Bende izin verdim.”
Bakışlarımı kaçırdığımda elinde tuttuğu yüzüğü görüp, yutkundum. “Yanında mıydı hep?” diye sordum, yüzüne tekrardan ulaşırken.
“Bir gün sana vermeyi umuyordum.” Aniden durakladı, gözlerini gözlerime kaldırdı. “Tabi kabul edersen. Kabul etmezsen de sabırla kabul edeceğin günü beklerim. Bana gelmeni beklerim.”
“Dalga mı geçiyorsun benimle? Yüzüğümü çıkarmamın sebebi senin şu bahanen yüzünden oldu. Yoksa çıkarmazdım, çünkü haklısın. Bir nedenim vardı,” dedim çıkıştım, ağlamaklı gülümsememle. “Ama sen o gün bizden olmaz diye düşünmeme neden oldun.”
“Bizden olur, Maral,” dedi sıcak gözlerini kalbime değdirirken. “Bizden çok güzel olur.”
Bulunduğumuz duruma gelebileceğimizi düşünmeyen zihnim anlıyordu. Düşüncelerimiz bile birbirine benziyordu.
“Takmayacak mısın?” diye sordum, yüzüğü kast ederken.
Yüzüğü iki parmağının arasına aldı. “Gitmeye kalkışmalarına son verecek misin?” diye sordu tedirgince. Yüreğim sızladı.
“Çok mu korktun gerçekten?”
Burukça gülümserken kalbim eridi. “Ancak benim olduğum yerden kendini görebilseydin, ne kadar korktuğumu anlayabilirdin.”
Cevabına yaşlı gözlerle baktım, yıllardır ağlamakta zorlanan ben bu cevaba gözyaşlarını feda ederdi.
Boşta kalan elim yüzüne çekinmeden ilişirken gizli gizli yüzünü sevdiğim an gözlerime geldiğinde gülümsedim. “Gitmeye kalkarsam beni kendine kelepçele tamam mı? Tüm yetkilerini kullan.”
Gülümsememe karşılık verirken göz bebekleri parladı. “İznin emanetimdir,” dedi, yüzündeki elimin üstüne elini koyarken.
Yüzük elimi yüzünden yavaşça sıyırdı. Kalbimin vuruşlarından göğüs kafesime ağrılar girerken geçmişte çıkardığım yüzüğüm parmağıma yavaşça sevdiğim adam tarafından takıldı. Yanlış anlama, hata, gerçekler ve benim haftalardır karşılıksız sandığım duygularım. Hepsi birbiriyle zincirliydi.
Bizden olurdu.
Bizden çok güzel olurdu.
Artık bizdik.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |