28. Bölüm

-27-

okuyan doksandört
__okuyan94__

Oy ve yorumları bekliyorum.

-27-

 

 

İnsan aynı günde iki zıt duygunun esiri olabilirdi. Biriyle kalbin baharı hisseder, diğeriyle bahar gölgelenirdi. İkisi de ruhun karmaşasında yerini alırdı.

Almıştı.

Hayatımın bilmediğim boyutu geçmişimden çıkıp, gelmişti. Artık gerçek zihnimin içindeydi. Bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bilincindeki varlığım kaosun tam ortasındaydı. Mayın tarlasında yürüyen adımlarım, gerçeklerin ortaya çıkmasıyla teker teker zihnimde bombalarını patlıyordu.

Güneş batmak üzereydi. Gökyüzündeki turuncu ve kırmızının birbiriyle uyumu gözlerimin isabet ettiği denize doğru süzülürken kulübenin merdivenlerinde oturuyordum. Bir yandan deniz dalgalarının sesini dinliyor, bir yandan günün sona ermesini izliyordum.

Zihnimdeki gerçeklerle yaşayacağım ilk günün sonuydu.

Bugünü ömrüm boyunca unutamayacağım iki nedenim vardı. Anılarıma yerleşen acının üstüne bugün öğrendiğim diğer gerçek olmasaydı belki de bu kadar sakin duramazdım. Gerçeğim ateşin üstüne dökülen su gibiydi.

Bakışlarım parmağımdaki yüzüğe kaydığında dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu. Alim kulübeye ilk geldiğimiz akşam gittiği bakkala gitmişti. Mutfağın eksiklerinden haberim yoktu ama görünen o ki Alim’in haberi vardı. Gitmeden sobayı yakmıştı ama tek başıma kaldığımda içeride zihnimdeki gerçekler nefes alamamıştı. İçerisinin sessizliği zihnime bıçak çekerken yalnız kalamamıştım. Alim’in gelmesini içeride bekleyemezdim. Sessizlik zihnimin sakinleşmesini ve ruhumun kabullenmesini zorlaştırıyordu. Gitmesinden fazla zaman geçmemişti ki gelmesini dışarıda beklerim düşüncesiyle kendimi merdivenlerde otururken bulmuştum.

Dudaklarımı birbirine bastırıp nefesimi sıkıntıyla dışarıya verdim. Çıkmaza girdiğim sokaktaki adımlarım zihnimde yürümeye devam etti. Gözlerimi gerçeklere yummak istercesine kapanırken ellerim yüzümü sıvazladı.

Oturuyordum, havayı hissediyordum ama annemin gerçeği aklıma iğnelerini batırmaya devam ediyordu. Görüntüsü gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu. Sesi zihnimde yankılanıyor, kendimle kalmama izin vermiyordu.

“Neden içeride değilsin?”

Yüzümdeki elim sıyrıldığında Alim görüş alanıma giriyordu. Sesiyle çırpınan kalbim yüzünü görünce hızlandı, bu hisse alışamayan bünyem düşüncelerimi geri plana atmamı sağladı. Tek elinde topladığı poşetlerle önümde dikiliyordu.

“Bakkalı mı satın aldın?” diye sordum poşetleri kast ederek, yavaşça verandada ayaklandım. “Keşke ben de gelseydim. Yardım ederdim.”

“Soğukta burada durman yerine keşke gelseymişsin,” dedi merdivenleri çıkıp, yanıma geldiğinde. Onunla beraber kapıya doğru ilerledim. Dışarı çıkarken kapıyı arkamdan çekmiş, sinekliği de örtmüştüm. Sinekliğin kulpuna uzanan elim aynı anda uzanan Alim’in eline değdiğinde afallayan bünyem anında geri çekildi, ellerim montumun cebine saklandı. “Affedersin.”

“Üşümenden hoşlanmıyorum,” dedi hoşnut olmayan bir sesle, sinekliği açarken. “İçeride durmalıydın.”

“Soğuğu seviyorum. Ben kış insanıyım.” Soğuğu hissedersem düşüncelerimde gecikir diyemedim.

Kabanının cebinden anahtarlarını çıkarıp, kapıyı açtı. Kapı içeriye doğru açıldığında içerisinin sıcaklığı yüzüme çarptı, bedeni geçmem için yana kaydı. “Kış insanı olman ısınman gerektiğini değiştirmez. Geç hadi.”

Ayakkabılarımı çıkarıp yerine koydum. Montumu üstümden sıyırdım. Üstümde desensiz soluk pembe rengindeki gömleğin içinde siyah uzun kollu bluz vardı. Altıma da her zaman ki kotlarımdan giymiştim. Kulübeye geri geldiğimizde üstümü değiştirme gereği duymamıştım ama Alim’in sandığı gibi de ellerim dışında üşümüyordum.

Arkamdan kapının kapanma sesi duyuldu, Alim yanımdan geçti. Mutfağa doğru gittiğini düşünürken, “Gel buraya,” dedi masadaki sandalyeyi sobanın yanına çekerken. “Isın biraz.”

“Aldıklarını yerleştirmeyecek miyiz?”

“Onu ben hallederim.”

“Peki.”

Üşümüş olmama fena takıldığı için fazla ısrar etmeyip çektiği sandalyeye oturdum. Buz gibi olan ellerimi sobaya doğru uzatırken Alim mutfağa geçti ama kısa bir saniyenin ardından banyo kapısı açıldı, lavabodan akan su sesi duyuldu. Ellerini yıkıyor olmalıydı. Üstündeki kabanını kanepenin üstüne koymak için tekrardan salona geldiğinde yerimden kımıldamamış ellerimi birbirine sıvazlıyordum. Hareketlerini izlerken konuşmadım, o da bulunduğum tarafa bakmadı. Geldiği gibi mutfağa geri döndüğünde aramızdaki durumun değişimini düşünüyordum.

Isındığıma kanaat getirdikten sonra yerimden ayaklanıp, sandalyeyi eski haline getirdim. Banyoya yönelirken Alim tezgaha koyduğu poşetlerin içinden aldıklarını çıkarmaya devam ediyordu. Sırtı dönüktü, beni görmedi. Hiç ses etmeden lavaboya geçtim, arkamdan kapıyı kapatıp kendime bakındım.

Darma dağınıktım. Saçımı topladığım tokam enseme inmiş, tokadan firar eden saçlarım dağılmıştı. Yüzüm solgun, göz atlarım çökük görünüyordu. Zihnimin kargaşası yüzüme yansımıştı.

Birkaç kez yüzümü yıkadım. Soğuk suyun tenimle buluşmasıyla zihnim ferahladı, serinlik geldi. Dağılan saçımdan tokamı alıp bileğime taktım. Dışarıya çıkmaya hazırlanırken ansızın etraf karardı, ışıklar gitti. Sessizlik karanlığın içinde kayboldu. Kalbimin ürpertisi tedirginliğime kapısını araladı.

Elektrik mi kesilmişti?

Alim’e seslenmeyi düşündüm ama fikrimi değiştirdim. El yordamıyla kapının kulpunu buldum ve banyodan ufak alana adımladığım sırada bedenim bir şeye çarptı. Geriye doğru sendelemekten son anda kurtulurken dudaklarımdan ufak bir inilti yükseldi. O an koluma bir temas değdi. “İyi misin?” diyen Alim’in sesi kulaklarıma doldu.

“İyiyim.” Önümde olmalıydı ama koridora hiçbir yerden ışık gelmiyor, gözlerim görüntüsünü seçemiyordu. “Karanlıkta seni göremedim.”

“Ben de göremedim,” dedi elini kolumdan çekerken. “İçeriye geçebilecek misin?”

“Yolumu bulurum. Sigorta mı attı?”

“Sanmıyorum. Dışarının da elektrikleri gitti.”

“Mumun var mı peki?”

“Olması lazım. Bulmaya gidiyordum.”

“Tamam.”

Aramızda kısa bir sessizlik yaşandı. Sessizliğin içinde duyulan kalp atışlarım kemiklerime baskı uyguladı. Bir anlığına önümden çekilip çekilmediğini anlayamadım, öne doğru uzandım. Elim omzuna değdi, tam önümdeydi.

“Hala buradasın, mumun yerini mi hatırlayamadın?”

Sesimle boğazını temizler gibi oldu. “Şimdi…” Durakladı. “Şimdi gidiyordum. İçeriye geçerken dikkat et.”

Uzaklaştığına dair adım attığında kaldığım odanın kapısı açılarak gıcırdadı. Demin tam anlayamasam da bir şey olmuştu. Afallamasının bir sebebi varmış gibi gelmişti. Bilmediğim ise ne olduğuydu?

Düşüncelerimin arkasına atmaya karar verdim. Duvarlara dokunarak salona geçerken karanlığın içinde yüzüyor gibiydim. Salonun kapı pervazından geçip, dizlerim koltuğa çarptığında kendimi yavaşça koltuğa oturttum.

Alim doğruyu söylüyordu. Kulübenin penceresine yansıyan sokak lambalarının da elektriği gitmişti. İçerisi de koridor gibi karanlığa gömülmüştü. Odadaki çekmecenin kapandığını duydum, kısa sürede mumun alevi koridora yansıdı. Elinde mumla içeriye gelirken mumun ışığı yüzünde dalgalanıyor, mavi gözlerinde parlıyordu. Elindeki kalın mumu masaya bıraktı, sobaya doğru adımladı.

Ona bakarken bana karşı olan hislerinin varlığı aklıma geliyor, mantığım devre dışı kalıyordu. Yalnız kaldığımız her saniye hissettiğim gerginlik şimdi daha çok çoğalmış, tüm ruhumu ele geçirmişti.

“Daha önce elektriğin gittiği olmuş muydu?” Üstümdeki gerginliği atmanın tek yolu konuşmaktı.

“Gidiyordu. Bu aralar gitmemişti.” Sobanın kapağını açıp, kovanın içindeki demirle içini karıştırıp kapadı. Demiri kovanın içine geri koydu.

“Ne zaman geliyordu?” diye sordum yanıma doğru gelirken.

“Bazen sabaha kadar gelmediği oluyordu.” Koltukta yanıma oturdu, sırtını koltuğa yaslamadı. Öne doğru hafifçe eğilirken kollarını bacağına dayadı ellerini birbirine kenetledi.

“Anladım. İyi ki mumun varmış,” dedim ona bakarken. Mavilikleri ilerimizdeki sobadaydı. Sobadaki odunların çıtırtı sesi kulübenin etrafına dağılıyor, yaktığı mum alevi hafifçe titriyordu. Mumun turumcusu tonu kulübenin tahta kısımlarına yansıyordu. Bulunduğumuz koltuğa kadar tam gelmiyordu ama Alim’e ulaşan kalıntıları yüz ifadesine vuruyordu.

“Son mumu kullanıyoruz. Bizi sabaha kadar idare eder. Aslında yedek olarak birkaç tane aldığımı hatırlıyorum. Kullanmış olabileceğim aklımdan çıkmış.”

“Önemli değil. Karanlıktan korkmam ben.” Yavaşça başını çevirip yüzüme baktı. Maviliklerine değen mumun yansıması göz bebeklerinde parlıyordu. “Bazen babam eve gelmediği zamanlarda bizimde elektriklerimiz giderdi. Alışığım.”

“Gelmediği zamanlar fazla mıydı?”

“Kimi zaman bir hafta eve uğramadığı oluyordu ama belirli saatlerde konuşurduk. Beni hiç habersiz bırakmazdı.”

“Küçük bir çocukken de mi yalnızdın?” diye sordu bedenini doğrultup, benimle aynı ki konuma gelirken. İlgiyle yüzüme bakıyordu.

“Hayır, değildim. Üçüncü sınıfa başlayana kadar Leyla teyze benimle ilgilendi. Yaşlıydı. Hatta kendisini babaannem sanırdım. Ama sadece bakıcımdı. Okula onunla giderdim, beni okuldan o alırdı ama sonra gelmemeye başladı. Babam da taşındığını artık kendimi idare etme yaşıma geldiğimi söyledi. Böyle böyle alıştım.”

Geçmişimin izleri zihnime ulaşırken burukça gülümsedim. Normal bir aile hayatım olmadığını aramızda geçen kısacık konuşmamızda öğrenmişti. Bu yüzden Alim’in aile yapısının sıcaklığına alışırken zorlanmıştım. Benim gibi ailesi babası olan biri için fazla kalabalıklardı.

“Seni yalnızlığa alıştırmaya başladığında sadece dokuz yaşındaymışsın.” Sanki kabul etmekte zorlanıyormuş gibiydi.

“Yalnız olmam için kimsenin olmaması gerekir. O zamanlar kimsesiz değildim.”

Bakışlarımı kaçırma ihtiyacı hissettim. Geçmişte kimsesiz olmadığımı savunabildiğim babam vardı. Yüzünü gördüğüm zamanlar kısıtlı olabilirdi ama gölgesi yetiyordu. Yaşadığını biliyordum. Evine geleceğini biliyordum. Nefes aldığını biliyordum. Bunlar yalnız olmadığımı savunabildiğim dayanaklarımın birkaçıydı.

Geldiğim nokta ise çok zıttı. Ömrümü geçirdiğim evime giremiyordum. Sokağına adım atamıyordum. Anılarım kirlenmiş gibi hissediyordum. Yaşanılan tek bir gün yaşadığım evin tüm duvarlarına sızmıştı. Ve ben mezarına dahi gidemediğim babamı özlemiştim.

Boğazım düğümlendi, yanağıma doğru süzülen yaşın varlığı irkilmeme neden oldu. Akmasına izin vermeden hızlıca elimle sildim. Hissettiğim fırtınanın ortasında toparlanmaya çalışırken elimde bir temas hissettim. Bakışlarım yanımdaki adama kaydı. “Şimdi de değilsin,” dedi gözlerimin içine ruhumu görürcesine. Tuttuğu elimi kaldırdı, göğsüne değdirdi. Avucumun altındaki kalbinin atışları tenime vurdu. “Bu yüreğim senin. Ben seninim. Bundan sonra senin ailen benim. Tamam mı?”

Ona baktım. Bana baktı. Denizinin dalgaları gözlerimin kıyılarına vurdu. Zihnimde ruhumu ferahlatan bir yağmur oluştu. Her kötü ihtimalinin yaktığı kıvılcımı söndürüyordu.

Elimin altında atan kalbi bana aitti.

Benim evimdi.

“Hızlı atıyormuş,” dedim gülümserken. Aynı kalbim gibi.

Gülümsememe karşılık verdi. “Atar. Hem de çok hızlı atar.”

“Dinlememe izin var mı?”

Hiçbir şey demedi. İfadesinde bir dalgalanma geçti. Beni yanına doğru nazikçe çekerken bacaklarım koltukta toparlandı. Yanağım kazağının kumaşına değdi. Tıpkı elimi ilk tuttuğu zamanki gibi ellerimiz kilitlendi, aramızda durdu.

İkimizde konuşmadık.

Bir müddet sessizce oturmaya devam ettik. Etrafta duyulan tek ses sobanın yanma sesiydi. Bazen uzaklardan deniz dalgalarının sesini işitiyorken odağım sadece Alim’in nefes alışlarının verdiği huzurdaydı.

Bugün olanlar hakkında ise hiç konuşmamıştık. Öğrendiğimiz bir gerçek vardı ve bu gerçeğin nerede sonlandığı belli değildi. Annem yaşıyor olabilirdi ya da geri döndüğünde başına bir şey de gelmiş olabilirdi. Babamın dediği gibi yaşanan bir trafik kazası hiç olmamıştı. Şu an yaşamıyor olsa bile anneme ayrılan mezar boştu. Yaşıyorsa neredeydi? Tülin Mutlu’nun dediğine göre annem yaşıyordu ama annemi tanıdığına göre kendiside tüm bunların içinde olabilirdi.

Annem bir savcı tanıyordu ve bu savcı anneme yardım etmek için beni buluyordu. Babamla diyalogları vardı. Annemin durumu ortadayken bu kadının da onlardan olma ihtimali yüksekti. Kurul dedikleri örgütün köstebeklerinden biri olabilirdi.

Tülin Mutlu ile ilgili bilgilerim çok karmaşıktı. İyi biri miydi, kötü biri miydi? Amacı neydi? Annemin yerini biliyorsa bana neden söylememişti? Gizli işler içinde yürüttüğü bir şey vardı ve benim kendisinin savcı kimliğini bildiğimi bilmiyordu. Bu yüzden gizlice bana ulaşmıştı. Kurul ile bir bağlantısı olmalıydı. Yoksa tüm bu gizliliğe gerek kalmazdı.

Annem de Tülin Mutlu’da Kurul’un bir parçasıydı.

Ve bu hikayenin bir başka yönü kollarında dinlediğim adamın hayatına değiyordu. Tülin Mutlu Kurul’a çalışıyorsa Alim’e açılan soruşturmanın yönü değişirdi. İskender Vural’ın da Kurul ile bağlantısı olabilir ve Alim’in onları araştırmasını engellemek için ortadan çekilmesi istenmiş olabilirdi. Kendisiyle babasına iftira atılmış, ikisi de mesleklerinden edilmişti. Babasının kalbi tüm bu yaşadıklarına dayanamamış, vefat etmişti ya da başka bir nedenden ötürü Kurul tarafından kaldırılmak istenmişti.

Peki, babam neden kendisine yardım etmemişti? Arkadaşının vefatından nasıl haberi olmazdı? Aklım bu iki soruda takılı kalıyor ve cevabı bir türlü bulamıyordum. Tahmin bile yürütemiyordum.

Bir de şu fotoğraf konusu vardı. Burada Ömer’in babası da hikayeye dahil oluyordu ve kendisi hayatta değildi. Ömer babasının gümrük memuru olduğunu söylemişti ama nasıl ikimizin babasını da tanıyor olabilirdi? Tanışmalarının sebebi ne olabilirdi?

Tüm bu düşünceler öğrenmem gereken kalabalıklardı.

“Bugün öğrendiklerimizden Ömer’in haberi var mı?” diye sordum en sonunda. Alim yanıma geldiğinde Ömer orada değildi. Bilgisayarını ne için kullanmak istediğimi sorması ihtimal dâhilindeydi.

“Hiçbir şey bilmiyor. Söylemedim.”

“Neden söylemedin?”

“Sen o haldeyken tek düşünebildiğim senin yanına gelmekti. Aklım sendeyken zaman kaybedemezdim.”

“Eğer Ömer’e gerçekten güveniyorsan anlatmalısın,” dedim kulübeye yansıyan mumun yansımalarına bakarken. “Benim için sorun değil. Konu ailem ilgili diye anlatmamazlık yapamayız. Kendisi bize bildiklerini söylüyorken bizim de söylememiz lazım.”

“Bir ara konuşurum.”

“Sen izleyince ne düşündün?”

Görüntüleri izlediğinde benim gibi bağlantıları birbirine bağlamış olmalıydı. Onun gibi bir adamın düşünmesi gerekirdi ama ben konuşmasam bu konuyu açmayacağının farkındaydım. Alim böyle biriydi. Halbuki bizim konuşmamız gerekiyordu.

“Seni tüm bu olan bitenden uzağa kaçırmayı.”

Böyle bir cevabı beklemiyordum, en azından analiz yapar diye düşünmüştüm ama onun cevabı boğazımı düğümlemişti.

“Bunu kast etmemiştim,” dedim yutkunurken.

“Sorduğun gibi düşüncemi söyledim.”

“Öyle değil. Ben sana öğrendiğin bilgiler hakkında sordum.”

“Maral,” dedi sanki ona bakmamı istermiş gibi. Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım, yüzüme gelen saçımı çekti. Kalbim gümbürdemekten yorgun düşmek üzereydi. “Öğrendiğim ya da öğreneceğim ne varsa senden sonra gelir. Benim önceliğim sensin.”

Birinin önceliği olmak… Tehlikeliydi.

“İtiraf etmem gereken bir şey var. Duygularını konuşmakta bir sen beceriksiz değilsin.” Niyetim konuyu dağıtmaktı. Kırıntıya dönüşen cesaretimi birleştirmeye çalıştım. Normal hayatta cesaretli bir karaktere sahip olduğumu düşünürdüm ama Alim’in yanında cesaretim kırıntılara dönüşüyordu. “Ama bilmelisin ki daha önce hayatıma kimseyi almadım. Geleceğini bilmesem de yerini kimseye vermedim. Bunu bilmen gerek.”

“Biliyorum.”

Şaşkınlıkla gözlerim irileşirken onun gözleri kurnazca kısıldı. “Biliyor musun?” diye sordum zar zor.

Biliyor muydu? Nasıl bilebilirdi? Kardeşi mi söylemişti? Hakkımda konuşacaklarını sanmıyordum ama Buket yapabilirdi. Ağzından da kaçırmış olabilirdi.

“Seni duydum,” dedi gülümserken.

“Beni mi duydun?”

“Normalde huyum bile değildir ama kızlarla konuşuyordun. Kendini anlatıyordun.”

Bir an neden bahsettiğini anlayamadım ama sonra hangi günden bahsettiğini anladım. Kızlarla mutfakdaydık. Serpil denilen kızın sorularına cevap veriyordum. Buket ısrar etmese orada hayatımla ilgili hiçbir şey anlatmazdım ama anlatmıştım ve Alim de oradaydı. Duymuştu. Bizi dinlemişti.

“Hepsini mi duydun? Anlattığım her şeyi duyduğundan mı bahsediyorsun?”

“Eğer sana ait olacak kişi hakkındaki düşüncelerini soruyorsan, evet hepsini duydum. Duyduğuma memnunum.”

Bilmişçe bakması utanmamdan başka bir işe yaramıyordu. “Devamını dinlemedin o zaman?”

“Dinlemem mi gerekirdi?”

“Dinleseydin Buket’in senin hakkında söylediğini duyardın.”

“Benim hakkımda mı?” diye sordu kaşları çatılır gibi olurken. Huzursuzlanmıştı. “Ne söyledi?”

“Hoşuma giden bir şey söyledi.”

“Hoşuna giden?” diye tekrar etti, sorgulayıcı bakışlarının altında. “O zaman bizim cadıya kocaman bir aferin. Ne dedi?”

Kardeşine hitabına gülmeden duramadım, boğazımı temizledim. “Benim sana söylediğimi. Hayatında kimse olmamış. Demet engellemeseydi, daha fazlasını söylerdi.”

“Demek yumurtladığı buydu. Şimdi benimde hoşuma gitti.”

“Peki, sana kız isteyeceklerinden haberin var mıydı?” diye sordum ansızın. “Yani her şeyden önce ailenin böyle bir planı varmış? Biliyor muydun?”

O gün konuşulan diğer konu aklımdan hiç çıkmamıştı. Serpil’in iğneliyici lafları zihnimde tazeliğini koruyordu. O kızın Alim hakkında farklı düşünceleri vardı ve hiç çekinmeden kız kardeşlerinin yanında alttanda olsa belli etmekten çekinmemişti.

“Bunu da mı Buket söyledi?” diye sordu hiçbir ifade de bulunmadan.

“Hayır. Komşunun kızı söyledi. Kızlarda biliyormuş. Annen annesine söylemiş. Kızı da geldi, masada pat diye söyledi ama kızlar hemen konuyu kapadı.” Anlattıkça geriliyordum. “Her neyse. Sen biliyor muydun?”

“Biliyordum.”

“Yaaa,” dedim kollarından sıyrılıp doğrulurken. Ona doğru dönerken o da bana doğru döndü. “Demek biliyordun.”

Akıllarındaki kişi acaba Serpil miydi?

“Daha doğrusu yeni öğrendim. Oysa benden önce çoğu kişi biliyormuş.”

“Yani komşunun kızına kadar gittiyse… Bütün mahalle duymuştur.” Alaylı dilim kulaklarıma gelince gözlerimi kaçırdım. Aklıma gelenle tekrardan yüzüne baktım. “Bir dakika yeni mi öğrendim dedin? Kim söyledi? Kız kardeşlerin mi?”

“Nikahımız için konuşmaya gittiğimde annem söyledi. O zamana kadar haberim yoktu.”

“Annen niye geçmişte akıllarındaki kızı söylesin? Tabi bu duruma itiraz etmek için söylediyse başka…” Annesi beni istememiş olabilirdi. Olumsuz elektrik almamış olmam beni oğluyla evlendirmek istediğini göstermezdi.

“İtiraz mı? Böyle bir durum söz konusu bile değil. Aksine konuyu açtığımda beklemediğim bir düzeyde memnun oldu.”

“İtiraz etmediyse o zaman niye akıllarındaki kızı söyledi? Hiç mantıklı gelmiyor.”

“Çünkü düşündüğü kızla istediğim kız aynı ki kişiydi. Bu yüzden söylememekte sakınca görmedi.” Zihnim durakladı. Söylediğini yanlış anlayıp anlamadığımı sorguladım. Şaka yapıyor olmalıydı.

“Ciddi olamazsın. Şaka mı bu?”

“Öğrendiğimde benimde nasıl bir şaşkınlığa uğradığımı bilemezsin. Kendime gelmem için saatlere ihtiyacım oldu.”

Hala anlamıyordum. Nasıl olurdu? Öğrendiğim kadarıyla bu konu babası yaşarken konuşulmuştu. Sonrada başka olaylar başlarına gelmişti.

“Yüzüne bakılırsa saatlere değil, günlere ihtiyacın olacak.” Sesiyle kendisine baktım. “Sen de biliyorsun, babamla baban dosttu.”

            Dost.

Babamın yardım etmediği dostuydu babası. Aynı zamanda kendisini bulmamı isteyecek kadar güvendiği kişiydi.

“Annen tam ne dedi?”

“Babamın konuyu açmaya niyetlendiğini ama olanlardan sonra babana açamadığını söyledi. Açılmadan kapanan bir konuymuş. Benim de haberim yoktu.”

Eğer yaşanan hiçbir şey olmadan babası babama bu konuyu açsaydı babamın tepkisinin ne olacağını kestiremiyordum. Etrafımda bu durumu yaşayan sadece Ceyda’ydı. Ailesine gelen görücü isteklerinin hepsini okuduğu için ret etmişti. Hayatta olan şeylerdi. Benim hayatıma uğramamıştı ama bunlar olan durumlardı.

Babam kızını emanet edecek kadar babasına güveniyordu. Babası oğlu için dostunun kızını, beni düşünmüştü. Ailesi ailemi tanıyordu. Tüm kaçmalarımın sonu onun yolunda birleşmişti. Birleşiyordu. Kaderden kaçılamazdı.

“Bana söylemeliydin.”

“Kendimi anlatmadan söyleyemezdim.”

“Peki, bilmediğim başka bir şey var mı?”

“Hangi konuda?”

“Herhangi bir şey. Benden başka bir şey saklıyor musun?”

“Sakladığımı mı düşünüyorsun?”

Omzumu umursamazca silktim. “Bilmiyorum. Sen söyle. Sanki deminde bir şey oldu.”

Gözleri kısıldı, kaşları sorgularcasına havalandı. “Demin mi?”

“Evet, ışıklar gidince. Sana çarptığım sırada sanki bir şey oldu. Yanlış bir şey mi yaptım?”

Bakışları afalladı ama tebessüm ediyordu. “Şimdi anladım, neden bahsettiğini. Kokunun unutkanlığıma neden olmasından bahsediyorsun.”

“Anlamadım?”

“Kokunu duyumsadım, Maral.” Durakladı, aramıza konan sözleri bu sefer afallayanın tarafını değiştirdi. “Konuşmamış olsaydın orada dikilmeye devam ederdim. Beni yakalamışsın.”

Yüreğimin en derinine kadar utanırken gözlerimi kaçırmadan edemedim. Mavilikleri yüzüme bakarken doğru dürüst düşünmem çok zordu. Alim’i çözdüm sanırken çözemediğimi daha yeni yeni anlıyordum.

“Biraz daha soluyacaksın o zaman,” dedim eski konumuma geri dönerken. “Genç yaşta bunamanı istemem ama burada dinlenmeye ihtiyacım var.”

Kollarına sığınmama izin verirken söylediğime güldü ve hafifçe göğsü titredi. “Aldığım riske değer,” dedi kendisine takılmama karşılık verirken. “Olmadı, bana hatırlatırsın.”

Yüzümdeki gülümsemem dudaklarımda şekillendi, ruhuma kondu.

Onca savunmama rağmen yıllardır yalnız olduğum doğruydu. Savunmalarım gerçeğin dikenini hissetmemem içindi. Hayatımdaki insanların sayısı bir elimin parmağını geçmezdi ama yalnızlık böyle bir şey değildi. Fazla insan ya da az insan arasında kalmak yalnızlığı tanımlamazdı. Çünkü insan kalabalıklar içinde de yalnız hissedebilirdi. Asıl önemli olan insanın ait olduğu yeri bulmasıydı.

Ben bulmuştum.

Onun yanı ait olduğum yerdi.

Biraz daha sohbet ettikten sonra gözlerimi açık tutmada zorluk çekmeye başladım ve en sonunda göz kapaklarım kapandığında bilincim uzaklaştı, bulunduğum anın içinden sıyrıldım.

Ne kadar uyukladığımı bilmiyordum ama bilincim yerine gelmiş gibiydi. Bir farklılık vardı, beni uyandıran başka bir şeydi. Bedenim en son hatırladığım koltukta değildi. Başım yastığı hissediyordu. Göz kapaklarım titredi. Bir tarafıma doğru dönen vücudum o kadar yorgundu ki algılarımın oyununa gelebilme ihtimalim vardı.

Yavaşça gözlerimi açtığımda varlığımı karanlık karşıladı, bir an ne olduğunu anlayamadım ama sonra kulübenin elektriğini gittiğini hatırladım. Işıklar gitmişti ve Alim mum yakmıştı. Bulunduğum yere mumun cılız ışığı gelmiyordu.

O sırada üstüme kumaşın çekildiğini hissettim. Gözlerim ufak penceremden yansıyan ayın ışığına alışırken Alim’in gölgesi doğruluyordu. “Alim?”

“Uyandırdım mı?” diye sordu şaşırarak.

“Niye seninle uyumama izin vermedin?” Gözlerimi zar zor açık tutuyordum, bilincim gitti gidecekti. “Yanımda kal.”

Oturduğuna dair yatak hafifçe oynadı, yanıma yatacağını sanan bedenim sırtını duvara yasladı. “Uyuyana kadar buradayım güzelim,” dedi yanağıma dokunup, elini çekerken. “Gitmiyorum.”

“Benimle uyu.” Ağırlaşan gözlerim kapanırken mırıltım ruhumu tırmaladı. “Sabah yüzünü görerek uyanmak istiyorum.”

Bekledim.

Bekleyen ruhum direndi.

Dayanamadı.

Algılarını kapatmadan önce tüm günün karmaşasını yaşayan zihnime kendi sesim geri dönüş sağladı. Gerisi boşluktu. Gerisi zihnimin karanlığa çekilmesiydi. Bilincim benimle değildi.

            *

Sessizliği bozan dalgaların sesi hafif hafif zihnime ulaştı. Bu sesi seviyordum. Hissettirdiği huzur zihnimin bir köşesinde kısa süre sürse de zihnimin çatlayan duvarlarına ilişiyor, kaygılarımı ortadan kaldırıyordu. Kulübede kaldığım her sabah dalga sesleriyle dingin bir halde yeni günü karşılamamı sağlıyordu. Denizin huzurla bir bağlantısı olmalıydı.

Bugün de aynıydı.

Aralanan gözlerimin isabet ettiği yüzle dudaklarımda huzurlu bir tebessüm oluştu. Bir an zihnimden her şey silindi. Anlık bir şeydi. Sonra dün yaşadığım her şey en ince ayrıntısına kadar geri yüklendi. Benimle uyumuştu. Yorganın içine bile girmemişti ama benimle uyumuştu. Aynı yastıkta uyumuştuk. Aynı yatağı paylaşmıştık.

Günümün ilk dakikalarının güzelliği çiçeklerle gelmişti. Tüm yüzünde gözlerim yol aldı, kapalı gözlerinde oyalandı. Ne kadar da huzurlu görünüyordu.

Tanıştığımız andan itibaren yaşadıklarımızla geldiğimiz şu noktanın farklılığı fazlaydı. Beni kovuşu, hayatımı kurtarışı, bana yardım edişi, bana kalbini verişi acılarımın üstünü örtüyordu.

Yüzüne dokunmak isteyen ellerim karıncalandı ama havalanmadı. Benim gibi bir tarafında uyuyakalmıştı. Kolu yorganın üstünde, dirseğime değiyordu. Dokunsam uyanırdı ama ben uyanmasını istemiyordum. Çünkü gözlerim doya doya yüzüne bakacaktı. Zihnimin her köşesine sızacaktı. Her ayrıntısı zihnime kazınacaktı.

Bomba bendim. Yıkıntılar acılarımdı. Bomba çoktan patlamıştı, enkaz oluşmuştu. Yıkıntılar ruhumun her yerindeydi ama yıkıntıların beni ezmesine izin vermemişti. Enkazın altında kalan beni bulmuştu. Kaldığım yıkıntıların altında sadece beni o bulurdu.

Kaç dakika, kaç saniye ses çıkarmadan Alim’i izledim, bilmiyordum. Tek bildiğim her dakikasının, her saniyesinin paha biçilmez değeriydi.

Evimiz olan kulübenin sessizliğinde dakikalar geçti, kaşları hafifçe kımıldadı. Bilinci yerine gelirken yüzünün mimiklerinin her birini izlerken göz kapakları oynadı ve maviliklerine ulaşacağım perdeler açıldı.

Gözlerimiz karşılaştı. Kalbim gözlerine aktı.

“Günaydın uykucu,” diye mırıldandım, elimi yanağımın altına alırken. Uyku hali yüzünden sıyrılmayan göz kapakları kıpırdadı. Tebessümü dudaklarına kondu. “Günaydın.”

“Gitmemişsin.”

“Gidemedim.”

“Gitmediğine sevindim.”

Elini benim gibi yanağının altına aldı. “Ne zamandır uyanıksın?” diye sordu.

“Biraz oluyor.”

“Demek öyle,” dedi kaşları bilmişçesine kalkarken. Uyanık halim boyunca kendisini izlediğimden şüphelendiğini hissetmem utanmama yaradı. Alim’i ilk kez evimin önünde beklerken arabada uyuduğunu görmüştüm. Sonra hastalandığımda onu izlemek için kendime izin vermiştim ve şimdi yeni bir güne onunla uyanıyordum.

“Elektrikler gelmiş midir?” diye sordum konuyu dağıtmaya çalışırken.

“Gelme ihtimali yüksek.”

“Yine de mum alalım biz.”

“Alalım,” dedi ifadesine bir dalgalanma yayılırken, mavilikleri yalpaladı. Yine bir şey olmuştu. Dikkatimden kaçmamıştı.

“Ne oldu?”

Yanağının altındaki elini sıyırıp yanağıma değdirdi. Göz kapaklarım dokunuşunun yumuşaklığıyla kapanır gibi oldu. “Sorma bu sefer,” dedi yanağımı hafifçe okşarken. Gözlerim aralandı. ”Gülümsemelerinde kaybolmalarımı açıklayamam.”

Kahve gözlerim maviliklerinde dağılırken hiçbir şey demedim. Diyemedim. Sessizlik aramıza aktı, kelimeler sessizliğin içinde saklıydı. Sessizlik onunla anlam yüklüydü. Sessizlik ancak onunla dile gelirdi.

Sessizliğin içine yıldırım gibi düşen telefon sesi olmasaydı sessizliğimiz bizim olabilirdi ama öyle olmadı. Kulübede Alim’in telefonun sesi yankılanmaya başladı. Hareket etmesini bekledim, etmedi. Telefonun sesi salondan gelmeye devam etti. En sonunda telefon sustu. Bir başka saniye sonlanmadan telefonu yine çalmaya başladı.

“Bakmalısın,” dedim zihnim çalkanırken.

Sıkıntıyla soludu ama bu sefer hareketlendi. Temasını yanağımdan sıyırdığında üşüdüğümü hissettim, bir şey demedim. Yakınlığımıza alışmaya çalışan bünyem gitmesini istemedi. Yatakta doğrulurken onunla ben de doğruldum ama odadan çıkarken yanında gidemedim. Yatağın ucuna kadar gidip, orada oturmaya devam ettim. Bu sahne çok tanıdıktı. Farklı bir çeşitiydi ama ruhum bedenimde endişesini oluşturmuştu. Geçmişteki halim gözlerimin önüne geldi, bir yerlere sinme isteğim kuvvetlendi.

Bir başka kötü haber daha istemiyordum.

En son böyle bir telefon geldiğinde peşimdeki adamlar evlerini bulmuştu. Biraz daha evlerinde kalsam herkes tehlikede olabilirdi.

Dün öğrendiklerim de ortadaydı.

Düşüncelerimin içinde kaç dakika geçti, farkında değildim ama Alim odaya tekrardan girdi, hızla ayaklandım. Yüzünden ne olduğunu anlamaya çalıştım, korkum algılarımı perdeledi.

“Kötü bir şey mi?” diye sordum endişe ruh halimi bozarken.

Bakışları yüzümü taradı, yüzümün halini nasıl gördüyse büyük adımlarla yanıma geldi ve kollarının arasına aldı. Yüzüm omzuna değdi. “Korktuğun gibi değil. Arayan abimdi. Telefonunu açmadığım zamanlarda arka arkaya aramak huyudur. Önemli bir şey değil.”

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Neyi hatırladığımı anlamıştı. Kaçmaya çalıştıkça kaçtığım ne varsa hepsi peşimdeydi. Düşünmemeye çalıştıkça düşüncelerim sıra sıraydı. Zihnimin yorgunluğu hiç dinmiyordu.

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordum, tüm olanları kast ederek.

“İlk önce seni kahvaltıya götüreceğim.”

“Kahvaltı mı?” diye sordum geriye çıkıp, yüzüne bakarken. “Bunu kast etmemiştim.”

“Biliyorum,” dedi yüzüme merhametle bakarken. “Yine de seni kahvaltıya götüreceğim. Yoksa acıkmadın mı?”

Zihnimi dağıtmaya çalıştığının farkındaydım. Bana gösterdiği merhameti kalbimi acıtıyordu.

“Normal bir çift gibi mi?”

“Normal bir çift gibi.”

Normal nasıl hissedilirdi? Normal nasıl olunurdu? Unutalı baya zaman oluyordu ama bir gün de olsa normal bir günümüz bizimde olabilirdi. Tek bir gün hiçbir şey düşünmeden hafızama kazınabilirdi. En azından düşünmemeye çalışabilirdim. Kendimi kandırabilirdim.

Ben de kendim tarafından kandırılmayı seçtim.

Gideceğimiz yere arabayla gitmedik. Yol boyunca yürümeyi tercih etmiştik. Kulübesinin olduğu mevkii her zaman ıssız bir yer olarak görmüştüm. Yerleşim yeri pek yoktu. Bizden başka insanın varlığından da habersizdim. Burada kalmaya başladığım süre boyunca etrafı keşfe çıkmamıştım ama on beş dakika gibi bir sürede yerleşim alanı tek tük görünmeye başlıyordu. Alim’in gittiği ufak bakkalda oto tamircisinin yanındaki dükkandı. Binalar yavaş yavaş görünmeye başlamış, binaların altındaki dükkanların bazıları boştu.

Kahvaltımızı deniz manzarası olan minik ama tatlı bir yerde yapmıştık. İçerideki iki masa doluydu. Dükkan sahibinin neşesi insanların üstüne siniyordu. İtiraf etmem gerekirse burada böyle bir yerin olduğunu bile hiç düşünmemiştim ama dükkan sahibi olan kadın oturduğumuz masaya donatmıştı.

Kahvaltımızı yapıp, mekandan çıktığımızda bir anı daha zihnimdeki yerini almıştı. Hava ise bugün biraz daha soğuğunu kırmış gibiydi.

Kulübeye geri döndüğümüzde sabah sobayı yakmadığımız için Alim’in ilk işi sobayı tekrardan yakmak oldu. O sobayı yakarken montumu çıkarıp, cebinden telefonumu çıkardım. Şarjı bitmek üzereydi. Hiçbir arama ya da mesaj yoktu. Zaten yeni numaram az kişide vardı, normal bir durumdu. Elektrikler ne zaman geldiyse sabah ışıklar yanıyordu ama geri dönerken mum tedariğini yapmayı unutmamıştık.

Bavuluma eğilip şarj aletini koyduğum yerden aldım. Duvardaki prize şarj aletini taktığımda telefonumu da duvarın önündeki ufak çekmecenin üstüne koydum. İşte o zaman fark ettim. Babamın ikinci telefonu da çekmecenin üstündeydi ve ufak ekranının üst kısmındaki minik nokta yanıp, sönüyordu.

Bedenim anında gerildi, elim telefona gitmeden edemedi.

Telefonda bir mesaj vardı. Yanıp sönen ışık mesajın geldiğini belirtmek içindi.

Mesaj Tülin Mutlu’dandı. Yine buluşmak istiyordu. Bu sefer mesaj yoluyla gelmem gereken yeri ve saatini belirtiyordu. Daha yeni buluşmuş olduğumuzdan bir süre kendisini görmem sanmıştım. Yanılmıştım.

Neden buluşmak istiyordu? Kasaya gittiğimden haberi mi olmuştu? Bunun için mi görüşmek istiyordu? Aslında buluşmak istemesi iyi olmuştu. Ben bu kadına ulaşamıyordum ama kendisi bana ulaşabiliyordu. Kendisine sormam gerekenler ortadayken cevaplar bu kadından geçiyordu.

Adresin konumu neresiydi, bilmiyordum ama o an bilebildiğim benim artık normal bir hayatımın olmayacağıydı.

Kendimi kandıramazdım. Okuduğum bu mesaj bunun kanıtıydı.

           

           

             

           

 

 

             

           

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 02.07.2025 21:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...