31. Bölüm

-30-

okuyan doksandört
__okuyan94__

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

-30-

Sabaha kadar uyumadım. Yattığım yerden tavanı izleyerek yeni bir günün başlamasını bekledim. Ama gece boyunca zaman geçmek bilmedi. Yavaşlığı ruhuma eziyet etti. En sonunda zamanın saniyeleri dakikalara, dakikalar teker teker saatlere devrilerek gün başladı. Sabahın ilk ışıkları, perdesi çekilen pencerenin içinden odayı aydınlattı. Böylece Alim yanımda olmadan yeni bir gün başlamış oldu. Ruhumun sıkıştığı kapan ise hiç genişlememişti.

Odadaydım ama değildim.

Donuk bakışlarım görüyordu ama aslında görmüyordu.

Zihnim susmuştu ama sadece saldırmak için zamanını bekliyordu.

Yeni doğan bu gün de Tülin Mutlu ile buluşmak için sözleşmiştik. Günün ilerleyen saatlerinde benim belirlediğim yere gelecekti. İstediğim yere gelince babamın telefonundan beni arayarak bilgi verecekti. En azından öyle anlaşmıştık.

Pansiyonun olduğu mevkiiyi az çok biliyordum. Bu yüzden yakında olsa yürüme mesafesinde olan bir alanı söylemiştim. Daha farklı bir yer belirleyebilirdim fakat yanımda beş kuruş bile param yoktu. Telefonda ne için ondan yardım istediğimi de sormamıştı ya da telefonda söylemeyeceğimi tahmin etmişti. Doğru yapıp yapmadığımı şu anlık, bilmiyordum ama umurumda da değildi. Alim’i kurtarabileceğim her ne varsa sıkıca yapışırdım.

Bu kişi Tülin Mutlu olsa da.

Aynada kendime bakıyordum. Sargı bezi dün ıslandığı için alnımdan çıkarmıştım. Başımdaki şişlik dün ki gibiydi. Tek fark ellemedikçe sızlamıyordu. Dikkatle yüzümü yıkadım, ardından lavabodan çıkmak üzere hareketlendim. O sırada odanın telefonu çalmaya başladı ve ben hızlı adımlarla telefona ulaştım. Ahizeyi öyle bir şekilde çektim ki telefon komodinin üstünde kaydı ama son anda yakalamayı başardım. Yerine koydum.

Telefonu kulağıma götürdüğümde ise herhangi bir şey dememe kalmadan hattın diğer ucundan Ömer’in sesi duyulmuştu. Aşağıdaydı ve aşağıya gelmemi istiyordu. Sesinden vereceği haberlerin sinyalini anlamaya çalıştım ama fark yoktu. Dün nasılsa bugün de öyleydi.

Yani tedirgin.

Montumu apar topar giyip, odanın anahtarını da pantolonumun cebine koydum. Aceleci adımlarım koridordan geçti, merdivenleri buldu. Aşağıya indiğimde danışma masası boştu. Sabahın ilk saatleri olduğu için sokak tarafından da ses duyulmuyordu. Ömer ise girişteki tekli koltukta oturuyor, bakışları yer de ellerini sıvazlıyordu. Sesi gibi hareketleri de tedirgin gibiydi ve bu hali aşırı korkmama neden olmuştu. Adım seslerimi duymuş olmalı ki bakışlarını kaldırdı ve merdivenlerden indiğimi görünce de ayağa kalktı.

“Haber var değil mi Ömer?” diye sordum, karşı karşıya geldiğimizde. “Ne olur, iyi bir haber olduğunu söyle bana.”

Ümitli bakışlarım yorgun ifadesine vuruyordu. Başıyla sokağı işaret etti ve “Gel, dışarıda konuşalım,” dedi.

Boş sokağa çıkarken arkasından takip ettim. Kaldırımdan indik, pansiyondan biraz uzaklaştık. Hava serindi. Ruhumun karamsarlığına uygun bulutlar gökyüzünü kapatmıştı. Gergindim ve bu gerginlik gece boyunca bünyemde yaşayarak hiç eksilmemişti. Ömer’in bu tavrı da gergin ruh halimden çıkmamı engelliyordu.

Arka sokağa döndüğünde onunla beraber bende ilerledim. Hala bir şey dememişti. Bu detay zihnimin çanlarını ruhumda çalmasına yaradı. Sonra durdu ve bana doğru döndü.

“Artık anlatacak mısın?”

Elini montunun cebine daldırdı. Yorgun görünüyordu. Ben nasıl gece boyunca uyumadıysam Ömer’de arkadaşı için merkezde ayakta kalmıştı. “Anlatacağım ama ilk önce sana vermem gerekenler var.”

Alim’den kulübenin anahtarını almış olmalıydı. Sakin kalmaya çalışarak dudaklarımı birbirine bastırdım ama Ömer kulübe anahtarının yanında başka bir anahtarda tutuyordu.

“Alim’in arabasını da getirdim,” dedi elindeki araba anahtarını da uzatırken. “Gelirken tüm kontrolleri sağladım. Araba temiz.”

İşte o zaman neden arka sokağa geldiğimizin farkına vardım. Ömer’den öğreneceklerime o kadar yoğunlaşmıştım ki Alim’in arabasının yanında durduğumuzu görememiştim ama buradaydı işte. Ömer arabanın yanında duruyordu. Anahtarları elinden alırken kalbimin sıkıştığını hissettim.

“Temiz derken, takip cihazından mı bahsediyorsun?” derken buldum kendimi.

“Ama yok. Dokunmamışlar.”

Elimdeki anahtarları sıkıca tuttum ve “Sonuç ne peki?” diye sordum. “Arabayı bana getirdiğine göre bunu senden Alim istemiş olmalı.”

Bir an durakladı, söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmış gibi göründü. Neden bahsettiğimi biliyordu. “Alim ile fazla konuşamadım ama ifade vermeni istemiyor,” dedi sıkıntılı bir sesle. “Hiçbir şey yapmanı istemiyor. Sadece kulübede beklemeni istiyormuş.”

İfademi istemeyeceğini öneri de bulunduğum an zaten biliyordum. Beklemediğim bir durum değildi.

“Peki, şimdi ne olacak? Mahkemeye mi çıkacak? Ne olacak?”

“Daha değil,” dedi Ömer başını olumsuzca sallarken. “Ellerinde olay yeri inceleme raporu mevcut ama cinayet silahı kayıp. Adli kurumdan gelecek otopsi raporu bekleniyor.”

Kafam karışmıştı. Kanıt olarak Alim’in parmak izi vardı. Ellerinde bundan başka bir şey yoktu ve sorgusu saatler sürüyordu. Bu nasıl olurdu? Başka bir şeyler de olmalıydı. Ömer’in bana söylemediği bir şeyler vardı.

Düşüncelerimin aksine, “Gelecek olan rapor Alim’in serbest kalmasını sağlayabilir mi?” diye sordum.

“Sağlar,” dedi Ömer net bir dille. “Doktorun ölüm saati ortaya çıkarsa belki bir şekilde Alim’in o saatler de başka bir yer de olduğunu kanıtlayabiliriz. Kanıtlarsak parmak izinin bir anlamı kalmaz.”

Anlamıştım. Doktorun cansız bedeni çarşamba günü sabahı bulunmuştu. Ölüm saati ile bulunma saati birbiriyle uyumlu olmayabilirdi. İnfaz edildiği gün gece de olabilirdi, salı ya da pazartesi günü de olabilirdi.

Zihnimi yokladım. Pazartesi akşamı Tülin ile buluşmaya futbol maçına gitmiştik. Salı günü ise Tülin’in bana verdiği anahtarı denemek için bankadaydık. Ve bu iki yer de de kameralar vardı. Doktorun ölüm saati bu ikisinden birine denk bir şekilde raporda gelirse Alim, oradan kurtulabilirdi. Alim yine de belki istemeyebilirdi. Çünkü bu iki yer de de benimle beraberdi. Davasına örgüt ile bağlantılı birileri bakıyorsa beni anlamaları an meselesi olurdu. Bu detay umurumda olmasa bile bir de raporun istenilen gibi gelmemesi hali vardı. Bizim kulübede olduğumuz bir saate denk düşerse o zaman ne olacaktı?

Bilmiyordum ama işimi riske atamayacağımı biliyordum.

“Rapor ne zaman çıkar, tahminin var mı?”

“Belli değil. Bugün de olabilir, yarın da… Takipçisi olacağım. Ben sana haber veririm.”Aklına gelenle duraklama yaşadı. “Bir dakika sana ulaşamam. Telefonunu aldıklarını söylemiştin. Kulübeye hemen mi gideceksin?”

“Merak etme, bir şekilde ben sana ulaşırım.”

“Sen öyle diyorsan, tamam o zaman. Şimdilik bu kadar,” dedi gitmek için hareketlenirken. “Sana verdiği numaradan beni ararsın.”

“Bu arada,” dedim Ömer gitmeden. Pantolonumun cebinden pansiyondaki odanın anahtarını çıkardım. “Ben şimdi yola çıkacağım. Bu anahtarı geri verir misin?”

Elimdeki anahtarı aldı. “Elbette.”

“Ayrıca teşekkür ettiğimi belirt lütfen. Sana da borçlandım ama en kısa sürede borcumu ödeyeceğim.”

“Ne borcu?” diye sordu anlamayarak.

“Odanın ücretinden bahsediyorum.”

“Saçmalama,” diye çıkıştı. “Ne sen söyledin, ne de ben duydum.”

Minnetli dolu baktım, yüzüne. “Peki, teşekkür ederim.”

Ardından da ayrıldık. Ömer geldiğimiz yoldan ilerlemeye başladı. Benim de bakışlarım arabaya gitti. Alim’in arabasına…

Ömer Alim’in nezarethane de olduğunu söylememişti ama söylemesine de gerek yoktu. Nezarethaneyi televizyonlardan gördüğüm kadarıyla biliyordum. Sorgulaması araya girdiyse kendisi de orada olmalıydı. Demir parmaklıkların ardında Alim’in görüntüsü zihnime düştü.

Ömer, fazla ilerlemişti ki, “Ömer,” diye seslendim arkasından aniden. Seslenmemle durakladı ve omzundan bana baktı. Sorgularcasına yüzüme bakıyordu. “O iyi değil mi?”

Sevdiğinden ayrılmanın nasıl bir his olduğunu Ömer’den başka kimse iyi bilemezdi. Beni anlıyor olmalıydı. İyi olduğunu başıyla onaylarken, cevabına burukça gülümsedim. Sonra da sokağı dönerek görüş alanımdan çıktı. Tekrardan siyah arabaya gözlerim ilerledi, sürücü tarafına giderken elimdeki anahtarı sıkı sıkıya tutmaktan başka bir tepki veremedim.

Arabanın içine girdiğimde arabayı bir müddet çalıştıramadım. Birlikte olduğumuz süre boyunca bu koltukta bir kez oturmuştum. O da örgütün adamları Alim’in ailesinin evine gittikleri zamandı. Sonrası ise aramızda oluşan tarştışma ve onsuz geçen günlerdi.

Elim direksiyonun etrafında gezindi, daha dün elleri bu direksiyona dokunduğunu düşündüm. Daha dün aynı ki havayı solumuştuk. Daha dün güzel bir sabaha gözlerimizi açmıştık.

Ağlamayacaktım. Burada kendimi bırakırsam kulübeye hiç gidemezdim. Hatta içeriye bile giremezdim. Duygularımı kontrol altına almam gerekiyordu. Her zaman yaptığım şeydi. Kendimi kontrol etmek…

Tülin Mutlu’ya odaklanmalıydım.

Derim bir nefes aldım. Kulübenin anahtarını cebime koytuktan sonra da arabayı çalıştırdım. Ömer’in park ettiği sokaktan çıkarken bilmediğim bir yolun üzerinde seferde olduğumu biliyordum. Nereye çıkacağını ancak ilerlersem görebilirdim.

Sonuna yaklaşana kadar da durmayacaktım.

*

Tanıdık yere geldiğimde arabayı her zamanki yere park ettim. Yoldayken dün bıraktığım silahımın yerinde olup olmadığına bakmıştım. Oradaydı.

Elim torpido gözüne gitti, silahı elime aldım. Arabadan çıkmadan önce de kontrol ettim. Bıraktığım gibiydi. Kurşunlarım duruyor, dokunulmamıştı. Gerisin geri torpidoya, yerine koydum. Ardından da arabadan dışarıya çıktım.

Rüzgar yüzüme ulaştı, saçlarımı arkaya doğru uçuşturdu. Görüş alanımdaki kulübenin varlığı kalbimi sızlattı. Boğazımda oluşan yumru birkaç defa yutkunmama neden oldu.

Kayalıklardan inerken aklımdaki kaosu geri plana atarak yürüyordum. Adımlarım hızlı ve kendinden emindi. Kulübeye gelişimin bir nedeni vardı. Çantamdan para alıp, babamın telefonuna kontör yüklemesi yapmam gerekiyordu.

Verandaya ulaşan merdivenleri zihnimin saldırıları olmadan çıktım. Anılar zihnimi yokladı, taarruzunu görmezden geldim. Duygularımı yatıştırmaya devam ettim. Sakince kapıyı açarak, ayakkabılarımı çıkardım ve her zamanki gibi yerine koydum. Arkamdan kapıyı kapattığımda kulağımın duyduğu dalga sesleri geride kalmış, ruhuma çarpan sessizlik hücrelerime işlemeye başlamıştı.

Anahtarı avucumda parçalamak istercesine sıkmaya devam ederken kaldığım odaya doğru ilerledim. Kapı gıcırdayarak açıldığında gözlerim direk yere değdi. Bavulum dolabın önündeydi. Kendimi zorlayarak içeriye girdim, odak noktamı bavulumdan başka yere vermemeye çalıştım. Yere çömeldiğim gibi seri hareketlerle cüzdanımdan bir miktar parayı alırken ellerimin titrediğini fark ettim, incelemek için durmadım. Saçlarım önüme geliyor, rahatsız olmamı sağlıyordu ama yüzümden çekmek için kendime izin de vermiyordum. Aldığım parayı pantolonumun cebine sıkıştırttıktan sonra da babamın gerçek telefonunu elime aldım. Hattını çıkarmıştım ama yeni bir hat alabilirdim. Onu da yanıma aldım. Bavulumun küçük bölümünden tokalarımdan birini almak için hareketlendiğim sırada kolum duvarın önündeki çekmeceye çarptı ve gözlerim çekmecenin üstünde duran siyah şapkayı gördü. Hiç düşünmeden elime aldım. Oda da kaldığım saniyeler çoğaldıkça nefeslerim sıklaşıyordu.

Ayağa kalktığımda ise ister istemez gözlerim ansızın sessiz odada ki yatağa değdi. Bakmamak için çaba sarf ettiğim gözlerim işte oradaydı. Ruhum çığlıklarını zihnime batırırken anıların kapısı aralandı. Oda da kaldığım süre boyunca kaçmak istediğim anı parçaları birer birer öne çıktı ve kaçıp gitmek isteğim ortaya çıktı.

Şimdi olmaz, diye düşündüm. Şimdi olmaz.

Ben de kaçtım. Yıkılmamak için, dağılmamak için kaçtım. Nasıl kulübeden çıktığımı bilmiyordum ama hareketlerimi geri aldığımda kendimi verandanın tahta korkuluklarına tutunup soluklanırken buldum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki göğüs kafesimi yarıp, dışarıya çıkmasından korkuyordum.

Boğazım düğümlendi, yutkunmalarım işe yaramadı. Elim yüzümü sıvazladı, ürkek bakışlarım arkama bakındı. Kapıyı açık bırakmıştım. Korkuluklardan ellerimi sıyırarak kapıya yöneldim. Kilitlediğim gibi kulübeden uzaklaşmaya başladım.

Belki de burada kalmak yanlış bir fikirdi. Belki de pansiyonda kalmaya devam etmeliydim.

Düşüncelerimle beraber arabada saçlarımı topladım, yanımda getirdiğim şapkayı takarken saçlarım çıkmayacak şekilde içine yerleştirdim. Alim yanımda değildi ama bana bıraktığı her detaya bağlı kalarak geri geleceğini biliyordum.

Geri gelmek zorundaydı.

Dakikalar sonra yolda gelirken gördüğüm telefoncuya gelmiştim. Kendi adıma yeni bir hat ile ikinci telefonuna kontör satın aldım. Yüklemeyi daha yapmamıştım, çünkü babamın ikinci hattındaki numarayı bilmiyordum. Telefoncunun dikkatini çekmemek adına kendim yükleyeceğimi belirmiştim.

Arabaya geri döndüğümde hepsini hallettim. Babamın akıllı telefonunda hala az da olsa şarjı vardı. Yeni hattın açılması için bir gün beklemem gerekiyordu. Babamın ikinci telefonuna kontörü yükledim, hat böylece açılmış oldu.

Sahil yolunda Tülin’i bir kez daha aradım. Buluşacağımız yeri güncelledim. Artık altımda araba olduğuna göre istediğim yere gelebilirdi. Beni ilk çağırdığı yere Sarıyer’e çağırdım. Kafeye değil, oradaki sahile gelecekti. İtiraz etmedi. Saat altı gibi orada olacağını belirtmiş, kısa görüşmemiz sonlanmıştı.

Komutlarım makine gibi birbiri ardına işliyordu ve artık geriye beklemek kalıyordu.

Arabayı caddeye çıkan sokaklardan birine çektim. Buluşma saatine daha vardı. Bulunduğum alandan caddede ilerleyen arabaları ve sahildeki insanları görebiliyordum. Hava kapalı olabilirdi ama insanlar sahilde yürüyüş yapıyorlardı. Birbiri ardına adımlayan insanlar bir görünüp, bir kayboluyorlardı.

Tülin Mutlu ile ilk buluştuğumuz kafeye yakındım. O gün sadece gizlice bir mektup bırakmış, kendisini göstermemişti. Ayrıca aynı günle ilgili farklı anılarımda gerçekleşmişti. O gün Ömer’den teşkilatta gizli şeyler olduğunu öğrenmiş, o gün saldırıya uğramış ve o gün Alim hayatımı kurtarmıştı.

Sabahında içinde bulunduğum arabasında uyurken yakaladığımı hatırladığımda dudaklarımın tebessüm ettiğini hissettim. Gece boyunca evimin önünde beklemişti. Yanına gittiğimde nasıl da şaşırmıştı! Benimle konuşmak için arabasında uyumayı göze almıştı. Ondan sonra ise her şey farklılaşmış, her şey geride kalmıştı. Çünkü o günlerin ardından tüm yollarım Alim’in yoluna çıkmış, yollarımız çarpışmaya başlamıştı.

Ve yolu kalbimi değiştirmişti. Hayatı boyunca aşk duygusunu tatmayan kalbim karşı konulmaz duygunun esiri olmuştu.

Şimdi anlıyordum; benim tüm yollarım Alim’den geçiyordu.

Düşüncelerimle gözlerim arabanın içinde gezindi. Ardından da alnımı direksiyona yaslayıp, gözlerimi kapadım. Bir gün ayrıydık ama uzaklığı canımı yakıyordu. Tartışarak ayrılmış olmamız da kontrol ettiğim duygulara hiç yardımcı olmuyordu.

Gözlerimin buğulandığını hisseder hissetmez de hışımla başımı kaldırdım. Duygularımın kontrolümün dışına çıkmaya başladığının farkındaydım. Kendi sessizliğime sıkışıp kalmaktansa dışarıya çıkmaya karar verdim. Dolan gözlerimi elimle ovuştururken arabanın içindeki dikiz aynasından kendime bakmamaya çalıştım.

Dışarıya çıktığımda nereye gideceğimi bilmiyordum. Araba iki dükkanın arka kısmındaydı. Gözüm ilerideki büfeye takıldığında adımlarım ilerledi. Kendime bir şişe su alırken, esintinin düşüncelerimi dağıtmasına odaklandım.

Gerisin geri arabaya girdiğimde hava almak iyi gelmişti ama içeride fazla oturmama gerek kalmadan montumun cebimdeki babamın telefonu çalmaya başladı. Tülin arıyordu.

“Geldin mi?” diye sordum elimdeki şişeyi yan koltuğa atarken. Görüş alanımda olup olmadığına bakmaya çalışıyordum ama bulunduğum yerden fazla yer görünmüyordu.

“Geldim. Sahilde teknelerin yanında bekliyorum,” dedi ve telefonu yüzüme kapadı.

Apar topar, arabadan çıktım. Küçük, büyük tekneleri dışarıya çıktığımda görmüştüm. Büfenin bulunduğu aşağı kısımda kalıyordu. Sokaktan çıkmadan önce kafamdaki şapkayı düzelttim, alnıma kadar çektim.

Caddenin karşısına geçerek sahil yolunda ilerlemeye başladım. Yanımdan insanlar geçip gitti, gözlerim teknelerin bulunduğu alana kaydı. Bakışlarım Tülin’i görene kadar insanların üstünden geçip gitti. Aradığımı sahil yolunun uzun çıkıntısında buldum. Elleri siyah uzun paltosunun ceplerindeydi. Üstündeki paltosunun kemerini önünde bağladığı için bedenini kilolu gösteriyordu. Saçlarını sımsıkı toplamıştı. Resmi giyinişliydi. Buraya adliyeden gelmiş olmalıydı.

Ben nasıl onu gördüysem o da beni gördü. Yanına varana kadar ikimizde konuşmadık.

“Toparlanmışa benziyorsun,” dedi kahverengi gözlerini yüzüme dikerken. “İyi göründüğüne sevindim.”

İfadesiz durmaya devam ettim. “Öğrendiğime göre hayatımızı kurtarmışsın.”

Bilerek çoğul konuşmuştum.

“Tahmin etmediğim durumlarla karşı karşıya kaldığımda böyle bir şeyin başına geleceğini tahmin edemedim. Orada olmaman gerekiyordu,” dedi ciddi bir sesle. “Bu zamana kadar hiç yalnız değildin değil mi?” diye sordu ardından da.

“Senin için bir önemi var mı?”

“Yardım alman işime yarar.” Yanıma doğru iki adım atıp, durakladı. Bakışları etrafta dolandı. Alim’i tanıdığını dillendirip dillendirmeyeceğini merak ettim. “İyi yapmışsın ama bundan sonra daha dikkatli olmalısın. Yanındakinden birkaç kişinin haberi oldu.”

Örgütten bahsediyordu. Birkaç kişi derken de Alim’in kimliğini sorgulama yapan kişiden bahsediyor olmalıydı.

“Beni çağıran adam kimdi?”

“Kim olduğu fark etmez ama merak ediyorsan, söyleyeyim. Dün seni tuzağa çeken Aydın Özcan’dı. ” Sert kelimelerini dillendirirken ciddi bakışlarını çevirdi. “Tanıyor musun?”

Tanıdığımı sanmıyordum.

Başımı olumsuzca salladım. “Ben de öyle tahmin etmiştim. Senin için isimleri bir fark oluşturmaz, Maral. Dün seni tuzağa çeken onlardan sadece biriydi. Peşinde daha fazlası var ve ben birini engellerken birini engelleyemiyorum artık.” Durakladı, söylediklerinin üstümdeki etkisine baktı. Ama ben ne düşünmem gerektiğini bilemeyecek kadar soğukkanlı görünmeye çalışıyordum. “Dün seni kurtarabildim. Çünkü elimde bir koz vardı. Böyle serbest kalmanızı sağladım. Bir dahakine dün gördüğün adama karşı bir şey yapamam. Daha çok dikkatli olmalısın.”

Elindeki kozu sormadım. Onun yerine “Beni yönlendirdiğin videoyu izledim,” dedim. “Her şeyden haberim var.”

“İyi. O zaman nasıl bir şeyin içinde olduğunu daha iyi anlamışsındır.”

“Annem Kurul denilen örgüt için çalışıyordu.” Bu bir soru değildi. “Nerede şimdi?”

Sorum yüzündeki ciddiyeti silip süpürdü, sıkıntılı bir hal aldı. “Söyleyemem. Öğreneceğin zaman gelecek fakat şimdi değil. Beni sakın yanlış anlama. Ben söylemek isterim ama benim elimde olan bir şey değil.”

Cevabını sevmedim. Gizli kalması hoşuma gitmemişti. Samimi olup olmadığını da bilmiyordum ama söyleyiş tarzı sanki öyleydi. Sanki söylememesinin sebebi kendisi ile ilgili değil de, zorunda olduğu içindi.

“Duygu da seni çok görmek istiyor. ”

Annem.

“Sen,” dedim elimle oynarken. Dışarıda olmama rağmen sanki sesleri kulaklarım duymuyordu. “Annemle görüşüyor musun? Benim nasıl bir durumun içinde olduğunu biliyor mu?”

“Ara sıra,” dedi Tülin, mahcupça yüzüme bakarken. Fazla bilgi vermemeye özen gösteriyordu. “Görüşmeme izin olursa,” diye de ekledi.

İfadesizliğim buraya kadardı. Daha fazlasını öğrenmem gerekiyordu. Öne doğru adımladım, “İzin mi? Annem bir yer de mi tutuluyor?” diye sordum, kaşlarım çatılırken.

“Her şeyi öğreneceksin, Maral ama dediğim gibi şimdi olmaz. Söyleyemem.” Ellerini ceplerinden çıkardı. “Sen şimdi söyle bana, yardımım gereken konu ne?”

Konuyu kapatmasına izin vermemeliydim. Vermemem gerekirdi. Annemle ilgili bilgilere o kadar açtım ki söylediği hiçbir şey doyurmuyordu ama buraya Alim için gelmiştim. Üstüne gidersem, ters tepki olabilirdi. Vazgeçmek zorundaydım.

“Bana yardım eden adamın başı dertte. Alim Polat’ın…” Yüzünde herhangi bir değişim olmadı. “Ama sen zaten tanıyorsun değil mi?”

“Evet,” dediğinde itirafta bulunacağını sandım. “Dün yanında gördüm.”

Yalan konuşuyordu. Onun hakkında bildiğim şeyi bilmediğimi sanıyordu.

“Boşuna yalan söyleme. Savcı olduğunu biliyorum. Alim’in dosyasına baktığından da haberim var.” Bu sefer dediklerime daha da dikkat kesildi, gözleri kısıldı. Ancak şaşırmamıştı. “Size çalışan yani Kurul’a çalışan doktorlarınızdan birinin dün cesedi bulundu. Bence bundan da haberin vardır.”

Sessiz kalmaya devam etti.

“Alim tutuklandı. Dün gece. Sizin infaz ettiğiniz adam yüzünden yanımdaki adamı götürdüler. Onun oradan çıkması gerekiyor, anlıyor musun? Alim suçsuz. Sadece… Sadece bana yardım ediyordu. Orada kalamaz. Çıkması gerek. Sen savcısın, bir şeyler yapabilir, onu oradan çıkarabilirsin.”

Çaresizliğim sesime yansımamalıydı ama yansımıştı.

“Kim ölmüş?” diye sordu ilk. “Bana bunu söyleyebilecek misin?”

Doktorun adını bilmiyordum.

“Bilmiyorum.”

“Bekle,” dedi elini paltosunun cebinden telefonunu çıkarırken. “Ben şimdi öğrenirim.”

Arkasını döndü.

Yanına doğru ilerledim. “Haberin yok muydu?”

“Hayır, yoktu.” Bakışları telefonunda birisini arıyordu. Yüzüme bakmadı. Bulunduğum alandan uzaklaşarak yalnız başına konuşması gerektiğini belirtti.

Yerimde durdum. Telefonunu kulağına götürüşünü izledim. Atkuyruğu yaptığı saçından çıkan saçını kulağının arkasına itekledi, mesafesinin uzaklığından ne konuştuğunu duyamadım. Haberinin olduğunu düşünmüştüm. En azından Kurul’un adamlarından biri ölünce haberin hızlı yayılması gerekirdi. Sistemleri nasıldı, bilmiyordum ama görünüşe bakılırsa Tülin’in haberi yoktu.

Konuşması çok uzun sürmedi. Telefonunu kapadı, yanıma doğru geri geldi.

“Arabasında parmak izi varmış,” dedi Tülin, bilmediğimi sanarak. “Yanındaki adamın Cüneyt Beşikçi’nin arabasında parmak izinin işi ne? Bunu bana açıklayabilecek misin?”

Cüneyt Beşikçi. Babamın otopsisini yapan doktorun adı. İnfaz edilen doktorun adı.

Tülin, babamın öldürüldüğünü mü yoksa intihar ettiğini mi sanıyordu? Peki, ben ne söylemeliydim? Yaptığımız araştırmayı söylememem gerekir miydi?

“Parmak izinin orada olması sadece tesadüf, Alim suçsuz.” Sorgularcasına yüzüme baktı. Devam etmemi bekledi ama durakladım.

“Bu kadar mı? Bana verebileceğin bu mu?” diye sordu. “Ne saklıyorsan yüzünden anlayabiliyorum. Bana güvenmelisin, Maral. Yoksa sana yardım edemem.”

Ciddi sesinden çıkan kelimeler zihnimi sızlattı.

“Babamın ölümünde örgütün parmağı olduğunu biliyorum.”

“Ne?” Tepkisi beklenmedikti. “Neden bahsediyorsun sen?”

“Öldürülmüş. Ölen doktor da sizden biriydi. Otopsi raporunda oynayarak intihar süsü verilmeye çalışılmış. Tıpkı olay yeri inceleme raporunda olduğu gibi. Babam intihar etmedi, öldürüldü. Ve bunu sizden biri yaptı.”

Afallayarak gözlerini kaçırdı. “Ben anlamıyorum,” dedi bakışlarını yere doğru indirirken. “Benim bundan haberim yoktu. Babanın intihar ettiğini biliyordum.”

“Sen de Kurul’a çalışmıyor musun? Nasıl bilmezsin?”

“Yerimin neresi olduğunu düşünüyorsun, bilmiyorum ama gerçekten bilmiyordum.” Bakışlarını kaldırdı. Şok olmuş gibiydi, gerçekten de. “Ama bu parmak izini açıklamaz. Devam et.”

“Adamla konuşmaya gitmiştik,” dedim gerçeği söylerken. Tülin’e güvenmekten başka çarem yoktu. “Başıma konulan ödülden bahsetti. O anlar da arabasına parmak izi bulaştı. Ödülden haberin vardır?”

Beni onayladı. Verdiğim bilginin üstündeki etkisi gitmemişti.

“Alim suçsuz. Birisi adamla konuştuğumuzu öğrenmiş olmalı. Ceza olarak ya da başka bir nedenden ötürü kendi adamlarını infaz etmişler. Anlıyor musun şimdi? Bana yardım etmelisin. Edecek misin?”

“Elimden geleni yapacağım. Yalnız kalmanı ben de istemem.” Bakışları kolundaki saate gitti. “Ama şimdi gitmem gerekiyor. Babanın telefonundan iletişime devam edelim. Olur mu?” Cebinden çıkardığı şeyi bana doğru uzattı. “Aslında görüşmek istemen iyi oldu. Benimde sana bunları vermem gerekiyordu.”

Uzattığı fabrika binasında bıraktığım telefonumla, Alim’in cüzdanıydı!

Elindekileri hızla kaptım. “Adamların elinden mi aldın?”

Başıyla onayladı.

“Teşekkür ederim.”

Yanımdan ayrılmak için hareketlendi ama adım atmadı. Ben elimdekilere bakarken tekrardan konuşmuştu. “Bu arada babanın sakladıklarından gerçekten haberin yok değil mi?” diye sordu çekinerek.

Olumsuzca başımı salladım.

“Video sana bir bilgi vermiş olması lazım,” diye de devam etti. “Duygu’nun yolladığı her şeyi istiyorlar. Tüm bilgileri. Tüm yılları kapsayan ana bilgileri. Bana kalırsa senin belgeleri bir şekilde bulman senin ve seni tanıyan herkes için en iyisi olacak. Yoksa peşini bırakmazlar, Maral. İnan bırakmazlar. Benden sana tavsiye. Bul ve istediklerini onlara ver.”

Yanımdan ayrılmasını izlerken sesindeki ima bedenimden soğuk bir ürpertinin geçmesine neden oldu. Can simidi gibi elimdekileri sımsıkı tutarken Tülin’in ne demek istediğini biliyordum.

Korktuğum zaten buydu.

Korktuğum zaten sevdiklerime zarar gelmesiydi.

Tülin’ de bundan bahsetmişti.

Babamın sakladıklarını bulmadan kimsenin güvende olmayacağıydı.

Tekrar kulübeye uğradığımda bu sefer ki daha kısa sürdü. İstediğimi aldığımda akşam saatleriydi. Ama ilk önce uğramam gereken başka bir yer daha vardı.

Asayiş Şube Müdürlüğünün olduğu polis merkezine yakın bir konumdaydım. Fazla yanaşmamaya özen göstermiştim. Arabanın içinden ilerimdeki uzun, geniş binaya bakarken polis arabalarının birkaç tanesi binanın sokağındaydı. Birkaç tane de sivil araba duruyordu. Merdivenlerin altında nöbet tutan iki üniformalı polis memuru dikiliyordu. Binanın duvarında dikilen iki adam daha vardı. Birisi sigara içiyor, diğeride elindeki karton bardakla kahvesini yudumluyorlardı.

Işıkları açık olan binaya gözlerim değdi.

Buradaydım. Alim içerideydi.

Bir yandan çok yakındım, bir yandan çok uzaktım.

Tehlike de kalmamı istemediği için bu binaya girmemi istemiyordu. Oysa dışarıda tek kalarak zaten tehlikenin içindeydim. Çaba sarf etmemi istemiyordu, çaba sarf edeceğimi bilmeliydi. Beni tanıdıysa tahmin etmeliydi.

Öğrenirse verdiğim kararı da sevmeyecekti. Kızacaktı, belki de bu sefer tüm öfkesiyle bağıracaktı. Geciktirmenin anlamı yoktu. Şansımı denemem gerekiyordu.

Beni bir kere engellemişti, şimdi engelleyemezdi.

Tülin Mutlu doğruyu söylüyordu. Babamın sakladıklarını bulmadan onlara karşı hiçbir şansım olmazdı. Çünkü sakladığımı ya da yerini bildiğimi düşünüyorlardı. Hem de hepsi. Tüm örgüt. Bilmediğimi söylesem bile bana inanmayacaklardı, dün bunu yaşayarak anlamıştım.

Eğer babamın sakladıklarını bulursam belki bir şansım olabilirdi. Güvenilir birilerini bulabilirsem, her şeyi sonlandırabilirdim. Diğer seçeneği düşünmek istemiyordum ama onlara istediklerini verebilirdim. Belki o zaman kimseye zarar gelmezdi.

Bakışlarımı binadan çektim. Arabayı hareket ettireceğim sırada ön pencereden ileriye gözlerim değdi, durakladım. Biraz öne doğru çıktım. Deminki iki adam, üç kişi olmuşlardı. Biri kahvesini içmiş, karton bardağı karşı kaldırımdaki çöp kutusuna gidiyordu. Diğeri ise sigarasını içine çekiyordu. Dikkatimi çeken üçüncü adamdı. Yanlarına yeni gelmişti. Yönü bulunduğum tarafa doğru bakıyorken elindeki sigara paketinden sigara çıkarıyordu. Yaktığı sigarayı dudaklarına götürüp çekti ve kahve içene bir şeyler dedi. Yüzleri sokak lambasına yakın oldukları için net görebiliyordum.

Genç tıraşlı yüzü sislerin ardından ilerledi.

Net görüntüsü gözlerim önüne düştü.

Şapkamın kapadığı gözlerim iri iri açılırken, alnımdaki şişlik sızlar gibi oldu.

Duvar dibinde arkadaşlarıyla konuşan oydu. Evime girenle beni hırpalayan adam aynı ki kişiydi.

Sezgin’di.

Burada, bu binadaydı.

Alim ile Ömer’in olduğu aynı ki binadaydı. Bu adam ikisini de dün görmüştü.

Bir yandan sigarasını içmeye devam ederken, bir yandan da arkadaşlarıyla konuşuyordu ve gözleri sokağın diğer ucunda dolaşıyordu. Hemen toparladım. Beni bulunduğum yerden göremezdi ama bu riski göze alamazdım.

Arabayı geri geri sürerken sakin kalmam çok zordu ama sakin kalabilmiştim. Son kez gözlerim ileri gerçekliğe bakarken Sezgin sigarasını yere atıp, eziyordu.

O da polisti. Köstebek polislerden sadece biriydi.

Öğrendiğim bilgiyle sokaktan çıkarken kararımdan en ufak bir çatırdama yoktu. Kurul’un adamları yerdeydi. Benim Tülin gibi bir koza ihtiyacım vardı.

Gitmem gereken de yer belliydi ve arabanın gittiği yol ömrümü geçirdiğim evin yolu olacaktı.

 

 

 

Bölüm : 21.07.2025 21:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...