9. Bölüm

-8-

okuyan doksandört
__okuyan94__

 

OY ve yorumları bekliyorum.

-8. BÖLÜM-

YARDIM

 

Yeni normal olmayan hayatın bizzat içinde dikiliyordum. Babam vefat ettikten sonra bu kadar fazla karmaşıklıkla baş başa kalacağımı sanmamıştım. Zorluklara göğüs gerebilecek ruh haline sahip olduğumu sanmıyordum. Evet, babam güçlü olmam için dersler vermişti ama bu ruhumun güçsüzlüğüne çare değildi.

Polis ekipleri sokağımızı ışıklarıyla aydınlatırken, odak nokta tekrar yaşadığım ev olmuştu. Komşular, patlayan silah seslerini duymuş arayamadığım polisi kendileri arayarak, gelmelerini sağlamıştı. Ekip, yaklaşık beş dakika içinde sokağa giriş yapmıştı. Polislerin kaçıncı kez, muhatap olduğumu saymayı bırakmıştım. Komşuların kaygılı bakışlarını bile artık umursamıyordum. Hakkımda konuşulacak fısıltıları tahmin edebiliyordum. Her şey sarpa sarmışken ve ben bile daha ne olduğunu anlayamamışken komşuların sorularına cevap verebileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden de bahçe kapısına toplanan insan kalabalığından olabildiğimde uzaktaydım. İnsanların meraklı bakışları pencerelerden taşmış, sokağa yayılmıştı.

“Maral?”

Bakışlarım kalabalığı yaran, Ceyda’nın sulietini görür gibi oldum. Ona bu sefer ne diyecektim? Doğruları bilmeyi hak ediyordu ama bu nasıl anlatılırdı? Komşuların bazıları kaldırımda, bazıları da polislerden bilgi almaya çalışıyorlardı. Ceyda ise bulunduğum tarafa geçebilmek için polis memurunun karşısında geçiş izni istiyordu. Bulunduğum tarafa Ceyda’yı geçirmek için uzak durduğum kalabalığın yanına giderken kaldırımda dikilen Alim Polat üniformalı bir polisle konuşuyordu. Polisin yan profilden görebiliyordum. Dakikalar önce aynı ki polis sorular sormak için gelmiş ama Alim Polat’ı görünce dikkatini farklı yere çevirmişti. Tüm bilgileri bu sefer kendisinden almaya başlamıştı. Benim de işime gelmişti. Aslında benim Alim Polat’a soracak sorularım vardı ama kendisine soracağım soruları fırsat bulamadan da ekip arabası sokağı aydınlatmıştı.

Memur, “Baş komiserim ne zaman geri döneceksiniz? Ekibiniz sizi çok özledi,” diye sordu. Kulağım ansızın konuşmasına daldı. Düşüncelerim karışmış bir halde bakışlarım bulundukları tarafa kaydı.

Alim Polat’ın omuzları dimdikti. Memuru tanıdığı yüzündeki umursamaz tebessümden belli oluyordu. “Bende sizleri özledim ama durumları biliyorsun,” dedi saygıyla yüzüne bakan, memurun omzuna dokunarak. “Sen yine de herkese selamımı söyle.”

“Söylemem mi komiserim? Tabii söylerim. Bu ayrılığın sonlanması için dua ediyorum.”

Adam gerçekten de baş komiserdi.

“Maral, geçmeme izin vermiyorlar.”

Ceyda yine bana seslendiğinde, bahçe kapısından geçmeden önce Alim Polat’ın gözleri gözlerime çarptı. Bakışları bomboştu. Onca olan şeye rağmen bir bakışla ürpermiştim. Bakışlarımı kendilerini dinlediğimi anlamasınlar diye hızla çektim. “Geliyorum.”

Ceyda’yı polis memurundan kurtarmamın ardından bahçenin içine girdik. Ceyda’nın annesi de sokaktaydı ve kadının bakışlarında tedirginlikle beraber üzüntü mevcuttu. Pek konuşmayı seven bir kadın değildi. Az ve öz konuşurdu. Kızının ise böyle bir insanla arkadaş olmasını istemiyor olmalıydı. Evlerine aldıkları kızın tehlikeli çanları çalan hayatını karşı kaldırımdan izlerken, hakkımda düşündüklerini merak ettim.

Üzülüyor muydu? Yoksa kızı yanımda diye nefret etmeye mi başlayacaktı?

“Sana bir şey oldu mu?” dedi Ceyda bahçenin içine doğru yürürken. Üstüne hemen feracesini giyip, başını da acelece ile tülbentle kapatmış olmalı ki bir eliyle tülbendinin ucunu tutuyordu. “İki kere silah sesi duyduk. Evde seni bekliyorduk. ”

Ona ne kadarını anlatacağımı bilmiyordum. Bir insan nasıl başına silah dayandığını söylerdi ki?

“Eve yine biri girmeye çalıştı,” dedim bu yüzden de. Kısmen doğruydu. “Ben iyiyim.”

“Geçen giren hırsız mı?” diyen Ceyda’nın sesinde kaygı saklıydı. Aklıma gelmemişti ama belki de Ceyda’nın da dediği gibi babamın odasını dağıtan adamla bana saldıran kişi aynı olabilirdi. Aklıma not ettim. Peki bugün aldığım notla bir alakası olabilir miydi? Başım çatlayacaktı. “Neler oluyor, Maral böyle?”

“Bilmiyorum,” dedim omuzlarım çökerken. Mağlupluğum, gün yüzüne çıkarken mırıldandım. “Keşke bilsem.”

Babamla ile ilgili öğrendiğim bilgiyle bile rahatladığımı tam anlamıyla idrak edememişken, olan olayların gidişatı başka bir şeylerin ortasında olduğumu hissettiriyordu. O her neyse notta da yazılı olduğu gibi varlığımı tehlikeye atıyordu. Birileri vardı. Belge dediği şeyi istiyordu. İstediği şey her ne ise silah namlusunu hissedeceğim kadar önemli olmalıydı. Ve bu şey babamla ilgiliydi. Bundan o kadar emindim ki, şüphe duyacak bir nokta kalmamıştı. Başıma dayatılan bir silah varsa, artık şüphe edemezdim. Tek bilmediğim babam tüm bu olanların neresindeydi, vefat etmeden ne yaşamıştı? Ona gerçekten ne olmuştu? Bir yandan da yazdığı mektuptaki bilgilerle bizzat yaşadığım durum ters düşmüş olması yeterince beynimi karıştırmışken, bir de hayatımı borçlu olduğum Alim Polat vardı. İlk başta sergilediği tavırla, nereden öğrendiğini bile bilmediğim evimin adresine kadar gelmesi için kararını ne değiştirmişti? Gözlerim hala kaldırımda polis memuruyla konuşan Alim Polat’a kaydı. Elleri montunun cebine sokmuştu. Omuzları dimdikti. Yüzünün hissizliği hareketlerine de yansıyordu. Memurların kendisini gördüğü için oluşan sevinç onun yüzünde yoktu. Yanlarına diğer polis memuru da gelmişti. Muhabbet mi ediyorlardı yoksa bu akşam burada olanları konuşuyorlardı? Hiçbir fikrim yoktu ama beni bir şekilde sorgulama kısmından kurtarmıştı.

“İyi olduğundan gerçekten de emin misin?” diye sordu Ceyda. Bakışlarının üzerimdeydi ama ona dönemiyordum. İki polis memuru kaldırımda indi. Biri arkalarına dönmeden önce Alim Polat’a tekrardan bir şey söyledi. “Polislerle konuşan o adam kim?”

Keşke sorusuna net bir cevabım olsaydı.

“Babamın arkadaşının oğlu,” dedim dümdüz. Yalan söylemeye gerek yoktu. Kendisi bu arkadaşlığı kabul etmese de gerçek buydu.

“Burada ne işi varmış?” diye sordu bu sefer haklı olarak Ceyda. “Ve neden polislerle konuşuyor?”

“Bilmiyorum,” dedim omzumu umursamazca silkerken. “Ama adam hayatımı kurtardı.”

“Hırsızdan mı?” Sesine hayret tohumu ekilmişti. “İyisin değil mi Maral? Benden saklamıyorsun değil mi?” Canımın tehlikeye girdiğini tabi Ceyda bilmiyordu ve bu tepkisi yüzümü çevirmeme neden olmuştu. Endişesi gözlerine yansımıştı.

“İyiyim, iyiyim,” dedim yüzüme gülümseme yerleştirirken. Tebessümüm sahteydi ama şu an Ceyda’nın içinin rahatlamasını istiyordum. “Merak etme. Hırsız bana bir şey yapamadı. Hem hırsızın derdi ben değildim, eve girmek istiyordu. Bilirsin.”

“Allah korumuş.” Koluma destek verircesine dokundu. “Bu aralar tüm evleri yokluyor olmalılar.”

“Olabilir. Dikkatli olmak lazım,” derken odak noktam tekrardan bahçe kapısının dışındaki duruma kaydı. Komşulardan bazıları galiba bilgi alamayacağını anladığı için dağılmıştı ama bir topluluk hala dikilmeye devam ediyordu. Alim Polat, polis memurlarına bir şey dedi. Memurlarda kendisini onayladı. Daha sonra da ekip arabalarına binmeden önce de kalan grubu dağıtmak için insanların arasına girdi. Bir ekip vardı. Bu gidişle bana bir şey sormadan gerçekten de ayrılacaklardı.

“O adam, buraya bu saatte neden gelmiş ki?”

Ceyda’nın sorusuna cevabını biliyordum ama adamın fikrinin neden değiştiğini çözmem imkansızdı. O gün ki tavrı sergileyen adamın benimle konuşmak için geleceğini hiç düşünmezdim.

“Başsağlığına gelmiş olmalı.” Yalandı ve ben içinde eziliyordum. Doğruları baştan itibaren söylemeden, başka açıklama nasıl getirebilirdim?

“Bu saatte mi?” dedi ayıplarcasına. “İnsanlarda adap falan kalmamış.”

Gülmek isterken, kendimi sıktım. Umursamazca omzumu silktim.

“Bu arada artık sizde kalamam.” Ansızın ağzımdan çıkmıştı. “Evde kalmaya alışmam lazım.”

“Ne? Hayır.” Şiddetle karşı çıkmaya çalıştı. “İki kere hırsızlık vakası yaşadın, Maral. Burada kalamazsın. Olmaz.”

Ceyda’nın iyi niyeti o kadar güzeldi ki, kalbinden öpmek istedim ama bir taraftan da kendi tarafımdan gerçekler vardı.

Ceyda’ya doğru döndüm. “Bana evinizi açtınız, çok teşekkür ederim ama bu kadar misafirlik yeter.”

Ceyda tekrardan itiraz etmek için dudaklarını açtı ama susturdum. “Burası,” dedim ışıkları yanan evi işaret ederken. “İyisiyle, kötüsüyle benim yuvam. Burada kalmalıyım.”

“Öyle diyorsan…” Gözlerinden endişe bulutu geçti. “O zaman birkaç günlüğüne yanında kalayım.”

Ceyda’nın annesinin bakışları gözümün önüne geldi. Normal hayatlarını karıştırmama gerek yoktu. Hayatımın etrafında tehlikeli olaylar dönüyordu ve ben kimseyi tehlikeye atmak istemiyordum.

“Ben gerçekten iyiyim, Ceyda,” dedim iknacı olmaya çalışırken. Gülümsedim. “Hayatımı yerine oturtturmam lazım. Lütfen, beni anla. Annene çok teşekkür ettiğimi söylemeyi sakın unutma.”

Üzüntüyle iç çekti ama itiraz etmedi. Bu sırada polis ekipleri sokaktaki kalabalığı dağıtmış, geriye Ceyda’nın annesinden başka pek kimse kalmamıştı. Alim Polat ise cep telefonuyla biriyle konuşmaya başlamıştı.

Polisler, arabalarına binmek için hareket ettiklerinde Alim Polat’a el salladılar, o da karşılık vererek başıyla onayladığını gösterdi. Ekip, sokaktan ayrılırken, Ceyda’nın annesi bulunduğumuz tarafa geçti. Kaldırımda dikilen Alim Polat’a kuşkuyla baktı. Bahçeden içeri girerken, “Hadi, Ceyda. Arkadaşını alda, eve gidelim,” dedi.

“Gelmeyeceğinden emin misin?” derken sıkıntıyla iç çekti. Son şansını denemek için diretiyordu ama kararım kesindi. “Şimdi gelmeyecek misin?”

“Buradayım, sen git.”

Ofladı.

“Çok inatçısın.”

“Beni sevdiğini biliyorum.”

Ceyda ile vedalaştıktan sonra, annesinin yanına gitti. O sırada Alim Polat, dakikalardır dikildiği kaldırımda yoktu. Ceyda annesine bir şeyler söyledi, arkasını döndü bana el salladı. Bende ona el salladım ama aklım giden adama takılı kalmıştı. Benimle konuşmak için buraya kadar gelmişti ve konuşmadan mı gitmişti? Sokak sessizleşti. Uzaklardan korna sesi duyuldu. Kafam karışmış bir halde eve girerken, Ceyda’ya belli etmemeye çalışmış olsam da endişeliydim. Bu gece uyuyabileceğimi ise hiç sanmıyordum.

Arkamdan, kapının tüm kilitlerini kontrol ettiğim gibi evin ıssızlığıyla baş başa kalmıştım. Bütün bu olanların yükü omuzlarımı ağırlaştırmış, gevşeyen düğüm yeniden sıkılaşmıştı. Yol karışıktı. Adımlarım karışıklığın içine gömülüydü. Ufuk çok uzaktı. Çözülmesi gereken sorular vardı. Öğrenilmeyi bekliyordu ama hangi yol cevaplara çıkıyordu? Muammaydı.

Gece boyunca uyuyamamıştım. Odama bile geçmemiş, salondaki koltukta tetikte oturur pozisyonda kalmıştım. Bir ara kendimden geçer gibi olmuştum ama sonra kendimi yerimden sıçrayarak etrafıma bakınırken bulmuştum. Gece boyunca babamın verdiği silah ise koltuğun yanında masanın üstünde durmuştu. Birazda olsa kendimi güvende hissetmemi sağlamıştı ama uyuyabilecek kadar değildi. Sabah güneşi doğana kadarda gözlerim açık kalmıştı. Güneşin doğmasının ardından yarım saat kendimden geçmiş, kendiliğinden uyanmıştım. Tüm bedenim tutulmuş, başımı çatlatacak bir ağrı alnıma saplanmıştı.

Yüzümü yıkayıp, mutfaktan başım için ağrı kesici aldım. Gözlerimin ağırlığının geçmesi adına dolapta kahve kutusunu aradım ama kalmamıştı. Bakkalın açılma saati gelmişti. Ani bir kararla, montumu üstüme geçirdiğim gibi bakkala gittim. Dün gece olanlardan sonra kimsenin tanımamasını adına beremi de saçlarımdan alnıma kadar çekmiştim. Hava kapalıydı. Hafif bir esinti vardı. Bulutlar yağmurun haberciliğini yapıyordu. Sokakta okula gitmek için yola çıkan öğrenciler vardı. Bir temizlik görevlisi sokağın çöplerini temizliyordu.

Bakkaldan isteklerimi almamın ardından hızlı adımlarla, evin önüne geldiğimde ise daha önce fark etmem gereken ama benim şimdi fark edebildiğim o ayrıntı dikkat kesildim. Babamın arabasını her zaman park ettiğim yer de hala dün ki araba vardı. Normalde evimizin boşluğuna denk geldiği için oraya arabasını çoğunlukla kimse park etmezdi. Elimdeki poşetle kaldırımdan inmeden arabayı incelemek adına öne doğru çıktım. Markasını bilmiyordum ama gri renkteydi ve içinde biri vardı. Kalbim izlendiğimin şüphesiyle korkuyla yerinde attı ama adımlarım geriye çıkmadı. Aksine adımlarım hızlandı.

Penceresinden içeriye bakmak için eğildiğimde ise onu gördüm. Kaşlarıma kadar inen beremi hafifçe yukarıya çekiştirdim. Şaşkınlığımla yerimde durakladım. Arabanın içindeki oydu. Alim Polat’ın kendisiydi ve sürücü koltuğunda uyukluyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş, başı öne doğru düşmüş bir halde rahatsız edici bir konumdaydı. Adam sabaha kadar burada, evimin önünde durmuştu. Şaşılacak bir durumdu ama gerçekti. Şok dalgası yavaşça bedenimi terk ederken ise elim havalandı ve arabanın penceresine tıkladı. Konuşmak için sabaha kadar burada beklediyse, söyleyecekleri önemli olmalıydı.

Sesle bedeni ansızın, yerinde irkildi. Ne olduğunu anlayamamış gibi kendi etrafına bakındığında yine penceresine tıklamadan edemedim. En sonunda uyku mahrumu gözleri pencerede kendisini izleyeni görünce yerinde doğrulmaya çalıştı.

“Burada ne arıyorsunuz?” Pencereleri kapalı olan, arabada beni ne kadar duyuyordu, bilmiyordum ama elimdeki, kahve poşetini kaldırıp, şaşkın şaşkın yüzüme bakan, Alim Polat’a göstermiştim. “Hadi, kalkın. Kendime kahve yaparken, bir bardak size de yaparım. Açılırsınız ve ne konuşacaksanız, konuşursunuz. ”

Yerimde doğrulduğum gibi eve doğru ilerlerken, eğer konuşmak istiyorsa davetimi geri çevirmeyeceğini düşünüyordum. Kendi evinden kovmuş olsa da, dün akşam hayatımı kurtarmıştı. Onun bana davrandığı gibi kaba davranmam uygun olmazdı. Her ne kadar evine izinsiz girmiş olsam da o gün ki niyetim iyiydi. Kovulmayı hak etmemiştim.

Mutfakta sıcak su koymamın ardından bakışlarım bahçeyi gösteren cama gitti. Onun hantal hantal bahçe kapısından içeriye girişini izledim. Siyah saçları, darmadağınıktı. Montunun yakasını yukarıya kadar çekmişti. Yüzünde tarif edemediğim bir yorgunluk vardı. Onu izlediğimi görmedi ama mutfak penceresine baksa, anlayabilirdi.

Eve girmedi, yönünü çardağın olduğu tarafa çevirdi. Ona kahvesini nasıl içtiğini sormadan, kupalara kahveleri doldurdum. Bahçeye doğru adımladığımda, akşam oturduğu kısımda oturuyordu. Dirseğini masaya dayamış, yüzünü sıvazlarken geldiğimi görmemişti. Tepsiyi masaya bıraktığımda ise ancak geldiğimi anlamıştı.

“Evinizden kovulduktan sonra buraya kadar geleceğinizi hiç düşünmemiştim,” dedim karşısına doğru otururken. Parmaklarım kupanın sıcak yüzeyini kavradı. Avucum yandı, umursamadım.

“İzinsiz özel alanıma giren sizdiniz. Hatırlatmama gerek yoktur,” diyen sesi sesi kulaklarıma doldu. Sesindeki ton, haklılığıyla tok çıkmıştı. Başını kaldırdı, gözlerini soğukça gözlerime değdirdi. “Ama buraya bunun için gelmedim.”

“Açıklamama fırsat vermediniz. Yaptığımın doğru olduğunu savunmuyorum ama konuşmama izin vermeliydiniz.” O gün kim olsa, farklı tepki verirdi ama onun tepkisini aklım almıyordu. “Ama ben yine de özür dilemek istiyorum. Kapınız açıkta olmuş olsa, evinize izinsiz girmemeliydim. Hatta dolabınızda saklanmamalıydım.”

Dolapta saklandığım an gözlerimin önüne geldiğinde, bakışlarım kupaya kaydı. Suçluluk duyduğum bu adam daha dün hayatımı kurtarmıştı ve içten içe o gün ki hareketim saçmalıktan başka bir şey olmadığını biliyordum.

“Buraya bunu konuşmaya gelmedim,” diyerek söylediklerimi umursamadı. Bu adamda farklı bir şeyler vardı. Homurdanmamak için kendimi sıkmak zorunda kaldım.

“Evet, neden geldiniz?” Omuzlarım dikleşti. Kahvemden bir yudum alırken, bakışlarım kendisine kaydı. “O gün kendinizden çok emindiniz. Söylediklerimi dinlemek istemediniz bile ama buradasınız. Neden buradasınız Alim Bey?”

İğneleyici sesim, kelimelerin üstüne basarak dışarıya çıkıyordu. Aynı onun gibi umursamazca bir tavır takınıyordum.

“Söylediklerimin hala arkasındayım.” Rengini çözemediğim gözlerinden hafif hiddet belirdi ama anında söndü. “Hüseyin Çetin, babamı mesleğinden eden adamdır. Eskiden dost olmuş olmaları, yaptığının üstünü kapatmıyor.”

Parmağım kupanın sıcaklığını emerken, hareket edemedim. Babamla babası bir zamanlar dosttu. Hatta meslektaştılar ama babam hem dostu olan hem de meslektaşı olan birine bu adamın söylediğini yapmış olamazdı. Babasının nasıl men edildiğini sormadım bile. Çünkü benim babam böyle bir şey yapmazdı.

“Eğer babam böyle bir şey yapmış olsaydı, mektubunda babanızdan bahsetmezdi. Bilmediğiniz bir şeyler olmalı.”

“O mektupta yazanlar, yüzsüzlükten başka bir şey değil.”

Eğer o an ağzımın içinde kahve olsaydı, yüzüne doğru püskürtmüştüm. Dik dik suratına baktım. Kaşlarım çatıldı. Bir kelime daha babam hakkında kötü bir şey derse, dün hayatımı kurtarmış olmasını umursamayacaktım.

“Babam hakkında atıp, tutmayı bırakın,” dedim sertçe. Parmaklarım saçlarımı kapatan beremi çekiştirdi. “Neden buradasınız?”

Tepkimi ölçercesine bekledi. Ardından da yerinde öne doğru çktı. “Baban hakkında hiçbir şey bilmiyorsun değil mi? Tanıdığını sanıyorsun ama o adamı tanımıyorsun. Babam vefat etmeden tam bir hafta önce babanla konuşmaya buraya gelmiştim. Ona babama atılan iftiranın nedenini sordum,” dedi iğreti bir sesle. Kulaklarım kabardı. Gözlerimin içine baktı. Söylediği şeyi hiç beklemiyordum. “Babanız ne yaptı, biliyor musunuz? İnkar bile etmedi. Babamı savunması lazımken, o dostu gördüğü adamı korumak için hiçbir şey yapmadı.”

Beynim söylediğinin doğruluk payının olup olmadığını sorguladı. Duyduğum bu kelimeler, ruhuma fazlaydı. O ise masaya doğru dirseklerini dayayarak çıkmış, dümdüz bir şekilde kendi tarafından anlatmaya devam ediyordu.

“Emekliliğini verdiğini, yardım edemeyeceği bahanesine sığındı ama itiraf etmeliyim, ölümünü hiç beklememiştim. Yerine oturmayan şeyler var. Kabul ediyorum. İşte bunun için buradayım. Ne bildiğini bilmem gerek. Dün akşam burada ne oldu? Normal bir hırsızlık olmadığını ikimizde biliyoruz.”

Gözlerim üstündeydi. Bu sefer söylediklerinin de umutsuz bir samimiyet saklıydı. Karşımdaki adamı daha önce görmemiştim. Ne zaman geldiyse anlaşılan evde yoktum. Babamın yanına gelmiş olabilme ihtimali, cevaplar isteyen benliğimi yakalamıştı ama babamın yardım teklifini neden ret ettiğini kafam bir türlü almıyordu. Konuşmamı bekliyordu, biliyordum ama hiçbir şey yerine oturmuyordu. Neler oluyordu? Ne olmuştu? Peki durmadan babamı suçlayan bu adama nasıl güvenebilirdim?

“Tekrar ediyorum, eğer babam söylediğiniz gibi biri olsaydı o mektupta babanızdan bahsetmezdi,” diye konuştum en sonunda. Kahvenin ılıklığı elime işliyordu. “Hayatında tek değer verdiği kızını güvenmediği birine asla emanet etmezdi. Babam babanızı bulmamı istedi. Vefat ettiğinden bile haberi olmamalı. Kabul edin ya da etmeyin, babam babanızın dostuydu. Ben babamı tanıyorum ama sizi tanımıyorum. İthamlarınıza rağmen size neden güveneyim?”

Bekledi. Söylediklerimi aklından geçirdi ama ne düşündüğünü yüzünün mimiksizliğinden anlayamadım.

“Çünkü bende sizin gibi cevaplar arıyorum ve bunun uğruna birçok şeyimi kaybettim.”

Cevabının altında saklananlar vardı. Alim Polat’ın her ne kadar kabul etmesem de gizemli bir havası vardı. Boş bakışlarında, ifadesiz yüz hatlarında, umursamaz tavırlarının arkasında bir şeyler saklıyordu. Duygusuz olmaya çalışıyordu, başarıyordu da…

Bakışlarım masaya kaydı. Omuzlarım düştü. “Ne bildiğimi bilmek istiyorsunuz ama size kötü haberim var. Hiçbir şey bilmiyorum. Neler olduğu hakkında, en ufak fikrim yok,” dedim boş bir sesle. “Dün olanlar, ikinci kez oldu.”

Duraklamak durumunda kalmıştım. Dün yaşadıklarım gözlerimin önünde kare kare sahneler belirdi. Başıma dayatılan silah, çaresizliğim ve duyduğum korku… Hepsi tekrardan iliklerime işledi.

Anlattıklarım dikkatini çekmiş olmalı ki, “İkinci kez ne oldu? Anlatın,” diye yeniledi.

“Birincisin de şanslıydım, sizi aramaya gelmiştim. Dün akşam ise yine sizin sayesiniz de ucuz atlattım. Dün hayatımın tehlikede olduğuna dair bir uyarı aldım,” dedim aniden itiraf ederken. Başım kalktı. Gözlerim Alim Polat’ın bakışlarını buldu. “Bakın babamın ölümünden beri adlandıramadığım olaylar oluyor. Neden, ne için oluyor? Bilmiyorum.”

Böylece babamın olan tüm olayları anlattım. Sadece babamın raporunda olanları atlamıştım. Sözümü kesmedi. Beni sessizce dinledi. Gözlerinde anlayamadığım bir duygunun kıvılcımı vardı. Bana acıyor muydu? Ya da kendini yerime mi koymuştu? Ne düşündüğünü merak ettim. Yanağıma dokunan rüzgarın temasıyla, başımıza gelenlerin benzerliği ruhuma dolanmıştı. İkimiz de babamızı kaybetmiştik. İkimiz de cevaplar arıyorduk ve o cevaplara nasıl ulaşacağımızı bilmiyorduk. Kimseye anlatamadığım itirafım kendi benliğimi de şaşırtmıştı. Babam bir şekilde babasına güveniyordu. Onun güvendiği insan kiminle kan bağı varsa ona güvenirdim. Belki yanlış yapıyordum, belki de seçeneklerden en iyi doğruyu seçiyordum. O an bilmiyordum ama her şeyi karşımdaki adama anlatmıştım.

“İster inanın, ister inanmayın ama tüm bu olanlar tesadüf eseri olamaz,” dedim sözümü tamamlarken.

Düşünüyordu. Anlattıklarımı aklındaki yapboza oturtturmaya çalışıyor olmalıydı.

“Dün aldığınız not nerede?” diye sordu en sonunda.

“Arabada. Bir yararı olacaksa, getiririm.”

Başıyla onayladı. Yerimden kalkarken, ilk evden araba anahtarlarını aldım. Not fırlattığım yerde duruyordu. Zarfıyla beraber, gerisin geri yanına vardığımda, çardaktan kalkmıştı. Arkası dönüktü ama telefonla görüştüğünü görebiliyordum. Kimle konuşuyorsa, tartışıyor gibiydi.

“Bana deli muamelesi yapmayı bırak, Hamza. Ne duyduğumu, ne gördüğümü biliyorum,” diyordu hiddetle. “Kızın yardıma ihtiyacı var.”

Bahsi geçilen kız büyük ihtimalle bendim. Adımlarım yavaşladı, elimdeki not parmaklarımı yaktı.

“Evet, o adamın kızı olduğunu biliyorum,” dedi sakinleşmeye çalışırken. Parmaklarını sıkıntıyla saçlarından geçirdi. “Evet, onu da biliyorum ama bunu oraya gelince konuşuruz.”

Hiçbir şey anlamıyordum. Bekledi, beklediği gibi de varlığımı hissetmiş gibi omzundan arkasına baktı. “Getirdim,” dedim onu dinlediğimi anlamasın diye hızlıca. Gözleri kısıldı. Uzattığım zarfla kağıda baktı. Ne kadarını duyduğumu, ne zamandan beri burada olduğumu düşündüğünü düşündüm. Sonrada, hattın ucundakine “Kapatıyorum,” dedi ama adam öfkeyle bağırmaya devam ederken, telefonu yüzüne kapadı.

Elimden kağıdı alıp, hiçbir şey demeden ona benimde söylediğim yazılanları okudu. Sivri çenesi kasıldı. Kaşları çatıldı.

“Sizi arayanın kadın olduğunu demiştiniz değil mi?”

“Evet, kadındı ama yüzünü görmedim. Kim olduğunu, bana neden bu notu verdiğini bilmiyorum. Aslında dikkate bile almayacaktım ama dün burada olanlardan sonra artık notta yazılanlara inanıyorum.”

“Ve hala burada kalmaya devam ediyorsunuz,” dedi gözlerimin içine bakarak hayretle. Gözlerinin rengi dalgalandı. “Neyin içinde olduğunuzu bilmiyorsunuz.”

“Sanki siz biliyorsunuz.” Afalladı. “Gidecek bir yerim yok. Gitmeye de niyetim yok. Burası benim evim.”

Neden herkes bunu söylemeye devam ediyordu? Hayatımda babamdan başka kimsem yoktu. Akrabalarım yoktu. Tanıdığım yoktu. Yardım edebilecek kimsem yoktu. Olsa bile bu olanlardan sonra kimsede kalamazdım. Tek başımaydım.

“Burada kalamazsınız. Size yardım edeceğim.”

Bakışlarım yüzünü buldu ama söylediğini sanki kendisine söylemişçesine inandırmaya çalışıyordu ve bende ondan bunu beklemiyordum. Buraya konuşmaya gelmişti ama ilk konuşmamızdan sonra ondan böyle bir öneri beklemiyordum. Kararı bir şekilde değişmişti. O neden anlattıklarımda olabilirdi, bilmediğim başka bir şey de olabilirdi.

“Neden yapıyorsunuz? Sizden yardım istemiyorum.”

“Beni bulan siz oldunuz, Maral Hanım. Benden yardım istediniz. Cevaplar arıyorsunuz, bende cevaplar arıyorum.” İsmim ilk defa sesine karışıyordu. “ En önemlisi ise ben Bilal Polat’ın oğluyum. Eğer babam yaşasaydı o da böyle isterdi.”

Varlığım bir kuyunun içindeydi. Işık ölümlerle birlikte sönmüştü. Geriye bilinmez bir karanlık sarmıştı. Alim Polat gibi dengesiz bir adam ise kuyunun başında yardım ipini uzatandı. İpine tutunsam, kopabilirdi ama babam onları bulmamı istemişti. Artık bulmuştum. Sıra ise ipe tutunmaya gelmişti.

Bölüm : 08.12.2024 22:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...