
Oy ve yorumları bekliyorum.
9.BÖLÜM
GÜVEN
Eski hayatım benimle değildi. Yıllarımı barındırdığım zaman geride kalmıştı. Alışacaktım ama alışmam zamanımı alacaktı. Acı, gitmeyecekti. Gitmezdi. Sadece hissedilmesine aşina olunurdu. Sızım, kalbimde, ruhumda ve hayatımın her köşesine yayılacak, benimle nefes alacaktı. Geçmezdi. Nasıl geçebilirdi ki?
Dayanağım olacak bir annem yoktu. Kardeşim yoktu. Akrabam yoktu. Bazen bu kadar yokluğu aklım almazdı ama o zamanlar babam benimleydi. Ama şimdi bu yokluk kemiklerime kadar hissettiriyordu.
Kabullenmekte can yakıyordu.
Ağlayacak bir omzun olmadığında, yaşlarını içine akıtman gerekirdi. Ruhun akıtamadığın damlalardan deniz oluştururdu ama yokluğun acısını dindiremezdi. Boşluk böyle bir şey olmalıydı. Aslında hislerin vardı ama dışarıya yansıtmak imkansızdı. İstesende hisler, ortaya çıkmıyordu. Ağlamak insanı rahatlatır derlerdi. Ağlamayan insanlar nasıl rahatlayacaktı peki?
Alim Polat ile görüşmemin ardından saatler geçmişti. Farklı bir adamdı. İlk başta yardım etmeyeceğini kesin bir dille söyleyen adam nasıl yardım edeceği hakkında bir şey söylememişti. Babam kendisini daha önceden tanıyordu. Bu bilgi ise benim için çok yeniydi. Babamın sakladıkları vardı. Bunu bilmek için dedektif olmama gerek yoktu. Bu yüzden de Alim Polat, gittikten sonra bir karar almıştım. Kriz geçirdiğim günden sonra babamın çalışma odasına ilk defa girecektim. Hırsız girdiğinden beri içeriye toplamak için bile girmemiştim. Kapısını açmamış, havasını solumamıştım. Bu zor olacaktı ama her ne oluyorsa, cevaplar babamın odasında saklıydı.
Saat sabah onbire geliyordu. Kahvaltı adına mideme pek bir şey indirmemiştim ama sağlam durmayı istiyorsam hastalanmamalı, bir şeyler yemeliydim. Kendime ufak bir ekmeğe sandavinç yaparken de dün olanları düşünmemeye çalışıyordum. Kendime verdiğim telkinleri yeniliyordum. Mutfaktan çıktıktan sonra telefonuma bakmış, Ceyda’dan gelen mesajlara cevap vermiştim. Nasıl olduğumu, gecemin nasıl geçtiğini soruyordu. İyi olduğumu, korktuğumuz kadar kötü bir gece yaşamadığımı söyledim. Her ne kadar sakladıklarım olsa da saklamaya devam edecektim.
Salondan, babamın çalışma odasına doğru adımlarken adımlarım geri gitmek istesede ilerledim. Her şey burada başlamış, burada devam ediyordu. Cevaplarda burada olmalıydı. Kapısının önünde ansızın durduğumda elim havalanmadı. Bu odaya çoğu zaman babamla konuşmak için gelsemde odasında durmamı pek istemezdi. Küçükken ise odada hazine sandığı olduğunu sanırdım. Gizlilik hayal gücümü hareket ettirirdi. Ama ne hazine sandığı vardı ne de ilgimi çekecek başka bir şey… Burası onun yatak odasından daha çok özel alanıydı. Şimdi ise kapısında dikilmiş, göğsüm daralıyordu.
Parmaklarım, kapının kulpunu kavrayıp aşağıya doğru çektiğinde kalbim kulaklarımda atıyordu. Evin içi o kadar sessizdi ki, normalde sessizlikten nefret etmezdim ama şimdi ediyordum. Kalbimin gürültüsü tek duyabildiğim sesti ve sanki kapıyı açtığımda onu gördüğüm hali orada olacakmış gibi geliyordu.
Yutkundum ve derince bir nefes alıp verdiğim sırada tüm gücümü parmaklarıma vererek, kapıyı açtım.
Sessizlik odada ruhumu karşıladı. Ne cansız bedeni sandalyesindeydi ne de o günki dehşet görüntüsü vardı. Oda aynıydı. Dağılmasının dışında, hatırladığım gibiydi. Polislerin geldiği gün olduğu gibi darmadağınıktı. Hiçbir şey yerinde değildi. Masasının üstündeki kağıtlar halının üstündeydi. Çekmeceleri bile yerinden çıkarılıp yere atılmıştı. Berbat görünüyordu. Dolaplarının kapısı açık, polislerin ardından öylece bırakılmıştı. Oda havasız kaldığı için tuhaf bir koku yayılmıştı. Bir yandan kapıyı sonsuza kadar kapatıp, arkamı dönerek kaçmak istiyordum. Diğer taraftan ise kaçmanın korkakların işi olduğunu kendime hatırlatıyordum. Gözlerim odanın tüm noktalarında gezindi. Düşüncelerimi hayali hazine sandığına sığdırmaya çalışırken, o ilk adım gelmişti. Kilidini bu odadan çıkana kadar açmayacaktım.
Odada ilerlerken, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Burayı toplamalı, temizlemeliydim. Hatta bir uçta ilk temizleme istediğimin nesnesi duruyorken, afallamam kaçınılmazdı ama ansızın kendimi toplamış ve harekete geçmiştim. Yere dağılan her şeyi çekmecelerin içine tıkarken, içeriklerine bakıyordum. Faturalar, kitaplar, alakasız notlardan başka bir şey yoktu. Kitaplığından dağılan kitapları tekrardan raflara sıralamış, çekmeceleri yerine takmış, dolaptan çıkarılan eski tarihli gazeteleri yerine koymuştum. Etrafı her topladığımda ise kuruyan kanlar ortaya çıkıyor nefesimi kesiyordu ama durmadım. Odayı eski haline getirmek için çalışmaya devam ettim. Odada bıraktığım kovayı çamaşır sulu temiz suyla değiştirmiş, odanın penceresini açarak havalandırmayıda unutmamıştım.
Masadaki kan kurumuştu. Zemindekiler de aynı durumdaydı. Halıda kısım kısım vardı. Halıyı büyük çöp poşetine koyup, sokaktaki çöp kutusuna götürdükten sonra diğer yerleri temizledim. Bu süre zarfında ise hislerim ıssızlığını korudu. Hareketlerim komutlandırılmış robotun adımlarıydı. En sonunda odayı eski haline getirmiş, eskisinden bir fark yokmuş gibi gelmişti. Zeminde halı yoktu ama oda temiz kokuyordu. Babam hayattayken ki haline dönmüştü. Tek eksik babamdı.
Pis sulu kovayı banyoya koyup, gerisin geri odaya döndüğümde yapmak istediğimi artık yapabilirdim. Açık pencereden rüzgârın getirdiği öğle ezanın sesi saati anlamama yardımcı oldu. Yorulmuştum ama dinlenmeye zamanım yoktu. Çalışma masanın üstündeki bilgisayarı açmak istediğimde şifre ile karşılaştım. Belki yararlı bir şey bulabilme umuduyla açtığım bilgisayarın şifresi vardı. Babamın şifresine bu zamana kadar ihtiyacım olmamıştı.
Masasının saldayesini, yenisiyle değiştirmiştim ama yine de oturmadım. Şifrenin ne olabileceğini düşünürken, ilk önce klasik sayılardan başladım. Babamın doğum tarihi, kendi doğum tarihim, telefon numaraları… Ne denediysem, hiçbiri uymadı. Babam şifre olarak ne yapmış olabilirdi ki? Aklıma ne geldiyse tüm sayıları girmiş, olmamıştı. Sıkıntıyla iç çektim. Odada kalmaya çalıştıkça, daralıyor bir an önce çıkmak istiyordum ama elimin boş çıkmakta istemiyordum. Masanın çekmecelerini bu sefer şifre için taradığımda, bulamadım. Ne şifre için bir ipucu, ne de şifrenin kendisini…
İçten içe öfkelenmeye başladığı sırada ise kapıya vuruldu. Aniden yerimde irkilirken, kalbim hızlandı. Gelen her kimse gizli bir iş üstündeymişcesine gerilmiştim. Aslında bir nebzede öyleydi. Kimseyi beklemiyordum. Ceyda’da geleceğini haber vermemişti. Eğer dün akşam ki gibi bir durum olsaydı kapı çalınmayacağını düşünerek, odanın penceresini kapattım. Ardından da kapıyı arkamdan çekerken tekrardan kapıya vurulduğunu işittim.
Kendi kendime mırıldanarak, kapıyı açtığımda ise karşımda Demet’i buldum. “Demet?” Abisinin adresini aldıktan sonra, bir daha karşılaşacağımızı sanmamıştım ama o buradaydı ve yüzüm ile sesim aynı anda şaşırmıştı.
“Hayır, ben Buket,” dedi şaşkınlığıma bir şaşkınlık eklerken. “Demet, benim ikizim.”
Benzerlik çok fazlaydı. Aynı ki yüz hatları, aynı ki bakış… Sesi bile aynı gibiydi. “Şaşırdığını görebiliyorum ama beni içeriye alacak mısın?” diye sordu. Sabırsızca bakışlarını yüzüme dikmişti. “Ya da her neyse.”
Demet’in ikizinin burada ne işi olduğunu bile sormamıştım ama Buket, davet beklemeden ayakkabılarını çıkarıp, yanımdan geçip içeriye girmişti. Büyük holde durdu, etrafını büyük gözlerle incelerken, “Salonun nerede?” diye sordu.
“Sağda.”
Yönünü salona çevirdi ve arkasından ilerlerken karışan aklım bir kez daha karıştı. Burada ne işi vardı? Evimin adresini nereden bulmuştu? İkinci sorumun cevabı belliydi. Abisinden almış olmalıydı. Peki neden buradaydı?
Salondaki üçlü koltuğa oturdu. Üstündeki bol kahverengi pardüsesini düzeltti. Omzuna astığı çantasını yanına çıkarmadan yanına koydu. Başındaki siyah şal, ufak olan yüzünü daha da küçük göstermişti. Onu izlediğimi görünce, de “Bu arada abimin yanına giderken, Demet’i almadığın için sana baya kızgın. Kızı ekmişsin,” dedi şikayette bulundu. “O gün karşındaki ben olsaydım, bu kadar yardım alamazdın. Demet’e bir özür borçlusun.”
Salonun ortasında dikiliyor, mazimiz olmamasına rağmen rahatça konuşan kızı çözmeye çalışıyordum.
“Kızın o günden beri başına ağrılar girdi. Migreni tuttu. Geçireceğiz diye kaç tane ağrı kesici içti ve görmüş olmalısın bir de küçük paşamız var. O halde, ne çektiğini bir düşün.”
Bebekten bahsediyordu. Kendisini almama sebebimde çocuğundan kaynaklamıştı. Her ne kadar o gün pişman olsamda kararım etkisi farklıydı. Karşımdaki kızın ise beni tanıyormuşcasına cümlelerini sıralaması ise afallamalarıma yenisini eklemeye devam ediyordu. Çekinmeden şikayetlerini sıralıyordu. “Aslında niyetim bu değildi,” derken buldum kendimi. Kendimi savunma ihtiyacı hissettirmişti.
“Niyetini bilemem ben ama Demet’i gördüğünde bir açıklama borçlusun.”
“Buraya bunun için mi geldiniz?” dedim bu kızın buraya neden geldiğini bile daha bilmiyordum. İkizini bir daha ne zaman görürdüm? Allah bilir.
“Senden bir ricam var,” dedi yüzünü olumsuzca buruştururken. “Lütfen, şöyle benimle resmiyetle konuşma. Şuan koltuğunda oturuyorum. Bu bile bir neden. Ayrıca yüzümüzü daha da fazla göreceksin. Neden buradayım sanıyorsun? Alim ağabeyim seni bize götürmem için beni yolladı.” Ruhum sersemleşmiş halde kalakalırken, devam etti. Bakışlarını etrafta gezdirdi. “Burada kalamazmışsın.”
Düşüncelerim uğuldadı, zihnimdeki kelimeler dağıldı. Algım durakladı. Gözlerim üst üste kırpıştırırken, Buket’in dediği cümleyi kavram merkezine iletilmesi gerçekleşti. Bu da ne demekti şimdi?
“Benimle dalga mı geçiyorsun?” derken gerçekten de kızın benimle alay ettiğini düşündüm. “Ne demek bu?”
“Ağabeyimle anlaşmışsınız. Babamla ilgili bir şeyler biliyormuşsun. Artık bizimleymişsin. Burada kalamazmışsın. Demet ve benimle kalacakmışsın.” Kafasında ezberlediği cümleler sanki tekrardan ortaya çıkıyormuş gibi sıralıyordu. Soluklandı. “Bu kadar biliyorum. Ben sadece elçiyim. Sadece görevimi yapıyorum. Ayrıca bir bardak su alabilir miyim?”
O an kelimeler ağzımdan çıkmadı. Kız benimle dalga geçmiyordu. Ciddiydi. Abisinin isteği üzerine buraya gelmişti. Her şey neden bu kadar fazla olmaya başlamıştı? Kafamı toplamalıydım. Buket’in yanından ayrılırken, arkamdan mırıldandığını duydum. “Tamam, bencede sen biraz düşün.”
Kendimi mutfağa nasıl attım, bilmiyordum ama yavaş yavaş düşüncelerim yerine oturmaya başlıyordu. Kararım dışında kararlar alınıyordu ve buna uymam isteniyordu. Hem de tanımadığım insanlar tarafından yolumu seçmem isteniyordu. Hatta seçenecek bile sunulmuyordu. Belki Alim Polat ile bir şekilde anlaşmış olabilirdik. Bana yardım edeceğini söylemişti ama evimden ayrılıp ailesinin de içine gireceğimden bahsetmemişti. Bu kadarda olamazdı.
Gerisin geri, su bardağıyla salona geçtiğimde Buket bıraktığım yerdeydi. Beni görünce yüzünü çevirdi. “Düşündün mü?”
“Ben hiçbir yere gelmiyorum,” dedim bardağı uzatırken. Gözleri elaydı. Yakına geldiğimde fark etmiştim. “Ağabeyine emrivakilerden hoşlanmadığımı söyleyebilirsin.”
“Bak, zaten bunun için Hamza ağabeyimle tartıştılar. Onların bir daha tartışmasına katlanamam. Burada tek kalmaktansa bizimle kalman bencede daha hayırlı olur.”
Hamza ismini daha sabah Alim Polat’ın ağzından da duymuştum. Tartıştıklarına göre bu karara başkası daha karşı çıkıyordu. Hepsi kardeşti. Daha başka kardeşleri olup olmadığını merak etmiştim. Bukette ağabeyinin isteğine ılımlı olmaya çalışıyordu. Farkındaydım ama kararlarım bağlanmıştı. Tereddütlerim vardı.
“Ailenizi tanımıyorum bile ve benden sizinle kalmamı istiyorsunuz,” dedim geri adım atmayarak. “Bu sence mantıklı mı?”
Suyunu üç yudumda bitirip koltuğun yanında ufak masaya koydu. “Tamam,” dedi ayağa kalkarken. Boyu benimle birdi. “Seni anlıyorum ama başına gelenler hakkında da az çok bilgiye sahibim. İkimizde babalarımızı kaybettik. Ben her ne kadar babamın doğal ölüm olduğunu savunsamda ağabeyim bunu kabul etmemekte oldukça ısrarlıydı ama zamanla alışmaya başlamıştı. Aylar sonra ise sen çıktın ve takıntısını tekrardan ortaya çıkarmaya başardın. Ne biliyorsan söylemeli, ne diyorsa yapmalısın. Bunu ona borçlusun.”
Cevaplanmayan sorularla yaşamanın nasıl bir his olduğunu biliyordum. Alim Polat’ın çıkamadığı çıkmazda nasıl savrulmuş olduğunu anlayabiliyorken, boğazıma yumru oturdu.
“Kaçırdığınız şey de bu işte. Ben hiçbir şey bilmiyorum. Hakkımdakileri biliyorsan eğer size babamın mektubuyla ulaştığımıda biliyor olmalısın.”
“Evet, mektuptan haberim var. Bu bile bir neden. Baban babamı bulmamı istemiş, sende buldun. Tek fark ise babamı değil, bizi buldun,” derken gözlerini yüzümden çekmedi. Beni ikna edebileceğini sanıyordu, belliydi. Cümleleri ise benim ağabeyine sarf ettiğim cümlelere benzerliği dikkatimi çekmişti. Bir bakıma doğruydu da… Ama bu teredütlerimi geri plana atmıyordu. Babamın güvendiği insana tabi güvenirdim ama bu çok farklı bir kısıma doğru gidiyordu. Olan olaylardan sonra Ceydaları tehlikeye atmak istemezken, şimdide tekrardan farklı bir karar almam bekleniyordu.
“Ağabeyinle konuşmam gerek.”
Rahat bir nefes aldı. “Tamam,” dedi çantasından telefonunu çıkarırken. Gözlerini telefona dikti, parmakları oynadı. Ardından da kulağına götürdü. Biraz telefonun açılmasını bekledi. Açılmış olmalı ki, “Alim ağabey, Maral seninle konuşmak istiyor,” dedi direk konuya girerek.
Sustu, dinledi. Gözleri gözlerimi kamçıladı. “Hayır, benim gibi biri bile ikna edemiyor, düşün gerisini ağabey.”
Suratı ifadesiz kaldı. Ardından da bir şey demeden telefonunu uzattı. Kulağıma götürdüğüm telefonla Buket’in yanından uzaklaşırken, “Böyle anlaşmamıştık,” diye sitem edercesine konuştum. “Kız kardeşinizi göndermeden önce fikrimi sormalıydınız.”
Hattın ucundan, sokak sesleri duyuluyordu. Uzaklardan bir korna sesi duyuldu. Alim Polat’ın sesini ise bu seslerin arasında kulaklarım duydu. “Evinizde kalamayacağınızı daha öncede dile getirmiştim. Orada kalamayacağınızı sizde biliyorsunuz.”
“Doğruyu söylüyor olabilirsiniz ama buna siz karar veremezsiniz,” dedim kelimelerin üstüne basarak. “Kız kardeşinizi göndermeden önce bir sorabilirdiniz.”
“Neden zorluk çıkıyorsunuz?” diye sordu birden. Tok sesi kulaklarımda yankılandı. Afalladığımı hissettim. “Dün akşam olanlardan sonra evinizde kalamazsınız. Zamanında orada olmasaydım, başınıza ne gelebileceğini hiç düşünmediniz mi?”
“Bu ihtimali sizden daha fazla düşünüyorum, Alim Bey ama bu ailenizle kalmam gerektiğini anlamına gelmiyor.” İçten içe doğru söylediklerini biliyordum. Etrafımdaki herkes doğruyu söylüyordu ama kabul etmek normalliğimin dışına çıkacağımı tescillendirilmesi demekti. Her şey değişiyordu ve ben bu değişimin altında kalmaktan korkuyordum.
“Babanızın ölümünün ayrıntılarını çözmek istediğinizi sanıyordum,” dedi acının varlığına dokunarak. “Beni bunun için bulmamış mıydınız?”
Sessizliğim sorusuna cevaptı. O da anlamış olmalı ki devam etti.
“Bakın, bu olayı aydınlatmak istiyorsanız bana güvenmelisiniz. Sizin için bu durumun inanın zor olduğunu biliyorum ama kaldığınız ev tehlikeli, bunu sizde biliyorsunuz. Bir süre kız kardeşlerimde kalmalısınız. Güvenliğinizi ancak bu şekilde sağlayabilirim.”
Alim Polat sustu. Kelimelerin gerçekliği zihnimin çeşitli yerlerine kondu. Yutkundum. Haklılığına itiraz edemezdim. İki kere gerçekleştirilen saldırıdan sonra doğruluğunu sogulayamazdım ama içimdeki o tereddüt, kabul etmemi sağlamıyordu.
“Anlamıyorsunuz,” dedim salondan çıkıp, koridora geçerken. Buket’i arkamda bırakmıştım. Konuşmamı duyduğundan şüpheliydim. “Saldırganın istediği her neyse onu bildiğimi düşünüyor. Size bunu anlattım. Peşimi bırakacağını sanmıyorum ve ben tüm bu olanlar yüzünden kimseyi tehlikeye atmak istemiyorum.”
Sarf ettiğim kelimeler korkularımı birer birer ortaya çıkardı. Adamın söylediği belge neyle ilgiliyse, bu Alim Polat’a anlattıklarımın arasındaydı. Dün gece ki konuşmalarında da istediğini bildiğimi sanıyordu. Bunu açık bir dille dile getirmişti.
“Kimseyi tehlikeye atmıyorsunuz ama siz o evde kalmaya devam ederseniz, tehlikede olacak kişi siz olacaksnız,” dedi Alim Polat. Sesindeki tınının değişimi gafil avladı. Kelimelerinde anlayış, samimiyet var gibiydi ya da bana mı öyle geliyordu? “Eğer bundan şüphelenmiş olsaydım sizi ailemin yanına emanet etmezdim.”
Aile… Kelime zihnime kurşun sıkmıştı. Cümlesindeki o kelimeyi bir daha ne zaman acaba hissederek, söyleyebilirdim? Ama o ailesinin yanında kalmamı ciddi ciddi istiyor, beni ikna etmeye çalışıyordu. Hem de babasından nefret ettiği adamın kızına karşı bunu yapıyordu. Bu kararı vermek kendisi için zor olmuş olmalıydı.
“Güvenin bana.”
Düşüncelerim şekillendi. Kelimeler gücünü yansıttı.
“Tamam,” diye soludum omuzlarım düşerken. “Tamam. Öyle olsun. Bir süre dediğiniz gibi olsun.”
“Anlaştığımıza göre şimdi telefonu Buket’e verin.”
İfadesizliği geri geldi, aldırmadım.
Verdiğim kararın yüküyle koridordan, geri salona geçerken zihnimdeki kurşun hareket ediyor, gideceği yönü bulamıyordu. Buket, salonda dakikalardır oturduğu yerde oturuyordu. Geldiğimi görünce ayağa kalktı. Telefonu Buket’e uzattığımda sessizliğimi korumaya devam ederken, elimden aldı. Bakışlarından konuşmamızı merak ettiği belli oluyordu ama bir şey demeden, telefonu kulağına götürdü.
“Efendim Alim ağabey?”
Doğru bir karar mı vermiştim, bilmiyordum ama rahatsız hissediyordum.
“Anladım ama bundan Hamza ağabeyin haberi var mı?” Zihnimin yorgunluğu o kadar ağırdı ki Buket’in konuşmasına kulak misafiri oluyordum ama o an herhangi bir tarafa çekemiyordum. “İkinizin arasında kalmaktan nefret ediyorum. ”
Tekli koltuklardan birine otururken, bu sefer Buket, arkasını döndü. Başımı ellerimin arasına aldım, olanları düşünmemeye çalıştım. “Demet’e söylersin o zaman.” Dinledi. “Tamam. Allah’a emanet ol. Dikkat kendine ağabey. Anladım.”
Sessizlik yaşandı.
İçimdeki huzursuzluk göğüs kafesimi patlatacakmış gibiydi. Zihnim uğulduyor, bu zamana kadar tüm yaşadıklarım ruhuma baskı yapıyordu. Ağırlık fazlaydı. Hemde çok fazla… Tanımadığım insanlar, bilmediğim olayların çevresinde kendimi küçüçük hissediyordum.
“Bence bavulunu hazırlamalısın,” dedi Buket yakınımdan. “Zamanı verimli kullanmalıyız.”
Neden diye sormadım. Yüzüne bakmadım. Ne yapmam gerektiğini biliyordum, söylemesine gerek yoktu. Öfkelenmemem gerekiyordu ama içimde patlayacak bir volkan vardı. Odama geçip, üstümü değiştirdim. Uzun kollu lacivert tişört, pantolon giydim. Üstüne de uzun siyah hırkamı almıştım. Bavuluma ihtiyacım olan parçaları tıkarken ne yaptığımı sorguluyordum ama durmadım. Babam acaba tüm bunları hesaplamış mıydı? Bu düşünce aklımdan çıkmıyordu. Tüm bunları bilerek mi beni yalnız bırakmıştı?
Hiddetle, bavulun fermuarını çektiğimde yer de halının üstünde oturuyordum. Derin bir nefes aldım. Bakışlarım odamın içinde gezindi. Çok fazla eşyam yoktu. Her zaman sade biri olmuştum ama burası benimdi. Benim anılarım yaşanmıştı. Her karesinde duygularım vardı. Kitaplarım çalışma masamın üstünde duruyordu. Renkli kalemlerim orada, sanki benim dokunmam için bekliyordu. Yatağım o günden beri bozulmamıştı.
“Hazır mısın?” Buket yanıma geldiğinde ne kadar bir süredir, yerde oturuyordum, farkında değildim. “Sesin gelmeyince, kaçtın sandım.”
Gözünde yıkılmış gibi görünüyor olmalıydım. “Evet,” dedim yerden kalkıp, bavulu elime alırken.
Hiçbir duyguyu hissetmemeye çabalayarak, odadan çıkarken Bukette arkamdan geldi. “Böylesi daha hayırlı oldu. Kendini kötü hissetmene gerek yok.”
Yüzümden bu mu anlaşılıyordu?
“Ben iyiyim.”
“Bu arada buraya taksiyle geldim," diyerek devam etti. Cevabımı duyduğundan emin değildim. "Taksici numarası varsa, arayalım.”
“Gerek yok,” dedim araba anahtarlarını komidinden alırken. “Araba var.”
“Ehliyetin var yani,” dedi sesinde ki heyecanlı tını içimi gıdıklamıştı. “Ağabeylerime o kadar öğrenmek istediğimi söylüyorum ama bir türlü sözümü dinletemiyorum.”
“Banada babam öğretmişti,” dedim kapıyı arkamdan kilitlerken. Sesim kırık çıkmıştı. Buket ile yaşımız tahminen birbirine yakındı ama bu bilgiler daha sonra öğreneceklerimin arasında yer alıyordu.
Beraber, yıllarımın geçtiği evin bahçesinden çıkarken duygularım kontrol altındaydı ama bu durumu bir şekilde Ceyda’ya anlatmam gerçeği yanımdaydı. Hayatımda bir tek o vardı ve bilmeye hakkı vardı.
Seçtiğim yolun ise kararın getirisini şu an bilmiyor olabilirdim. Alim Polat’ın dediği gibi ona güvenmeyi seçmiştim. Bu yol farklıydı. Tanımadığım bir insana güvenmenin sonucu ne olurdu?
Zaman geçecek, yaşayacak ve öğrenecektim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |