2. Bölüm

KATİLLE İLK RANDEVU

_asenaaa__
_asenaaa__

KATİLLE İLK RANDEVU

........

BAZEN SEVMEK AKLI OLGUNLAŞTIRIR...

 

..............

Hangi yıldızın kuyruğunda asılı kaldı umutlar? Hangi acının eksik bırakılmış yanıyız? Bekledikçe, dağılıyoruz. Dağıldıkça, bilinmez bir sona savruluyoruz. Dur ve bak. Umut, saçlarımdan intihar ipi yapmış...

 

"Mert, bence bizim tayfaya bu yedi'li bilekliği alalım." dedim.

 

Hiç yedili bileklik olur muydu? ikili olurdu, üçlü veya dörtlü olurdu ama Yedili olmazdı!

 

Mert, beni geçiştiren bi cevap verdi. Ama bu geçiştirmeden çok bazı şeylerin kabulüydü.

 

"Nasıl istiyorsan öyle yap." Diye mırıldandı. Söylediği kısa cümle karşısında, yüzüm düştü ama umursamadım. O hep böyleydi, hem bana uzak, hem çok yakındı. Şaşırmamam gerekiyordu.

 

"Alıyorum o zaman. İşin en güzel yanı, bizim tayfaya göre olması." diye ekledim heyecanla.

 

"Bilekliklerin tamamı ne kadar?" dedi Mert, yüzünü bana dönerek. O böyleydi herhangi bir iltifat cümlesi kurmaz, bana kendi adım dışında seslenmezdi.

 

Bu İlk zamanlar zoruma gitse de artık zoruma gitmiyordu. Ben onun aksine, sevgimi deli dolu yaşar hep ona farklı hitaplar kullanarak. İki kişinin yaşadığı bir ilişkide çabalayan tek bir taraf vardı. O taraf bendim. Bilmiyordum ki tek tek duvarını ördüğüm evimin, başıma yıkılacağını.

 

"Sevgilim, yedili ve Gümüş olduğu için 7.500 ve sipariş ediyorum." Para konusunda sıkıntı yaşayan biri olmadığım için, bana göre bu fiyat gayet uygundu.

 

Babamın ünlü bir iş adamı olması, hayatım için çok büyük bir katkı sağlıyordu. Gelirlerimiz, giderlerimizden çoktu ve babam sayesinde bu yaşıma kadar istediğim her şeyi para sayesinde kazanmış, bir kız çocuğuydum. Zorluk, babam sayesinde benim hayatıma hiç uğramamıştı.

 

Ama, Mert'in sevgisi hariç...

 

"Bizim çocuklara söyledin mi?" Mert takı işlerin sevmezdi ve içinden gram almak da gelmiyordu bunu söylemese bile hal ve harekleri belli ediyordu. Ama sırf benim kalbim kırılmasın diye susuyordu. Çünkü, benim için bağlar paha biçilemezdi.

Onları bir arada tutabilecek, ayrılsak bile yıllar sonra bizi birbirimize anımsatabilecek anılar bırakmak istiyordum geleceğe.

 

"Hayır, onlara sürpriz yapacağım hayatım."

Ben biraz da bizim tayfanın göz bebeğiydim. Genelde istediğim her şey olurdu. Zaten benim hayatımda isteklerim her zaman yerine getirilirdi. Bir tek Mertin bazen benden sıkıldığını hissediyordum. Özellikle beni geçiştirdiği zamanlar. Bu durum her ne kadar zoruma gitse de susuyordum. Çünkü ben geçte olsa bir gün sevdiğim kadarı sevilirim diye umut ediyordum.

"Sen bilirsin, umarım beğenirler." Onlar beğenecekti, ama Mert beğenmeyecekti bundan emindim. Sadece bir kişi alsa beğendirdi ama malesef ki o da hayatta değildi.

"Ben alıyorum, tabiki beğenirler zaten üç gün içerisinde teslim edilecekmiş" Dediğimde sadece başını onaylar şekilde salladı. Mert'in doğum gününe az kaldığı için hem bileklikleri hemde Mert için seçtiğim küçük hediyeyi sipariş ettim.

 

İşimi hallettikten sonra telefonu, geçen ay özene özene aldığım rengarenk armut koltuğumun üstüne bırakarak, Mert'in yanına doğru ilerledim. Tam ona sarılacakken ben daha ne olduğunu anlamadan kendimi Eren'e sarılmış halde buldum. Eren'in bana sıkı sıkı sarılmasıyla nefesimin kesildiğini hissettim.

 

“Ne haber, suç ortağı?” dedi Eren, gözlerinde o arsız parıltıyla.

 

Bu lakabı bana takmak belli ki hoşuna gidiyordu. Ona göre masum bir şakaydı belki ama bana ağır geliyordu. Her duyduğumda içimde tuhaf bir sıkıntı beliriyordu. Sanki istemeden bir yükün altına sokulmuşum gibi… O iki kelime bana ait değilmişti, ama ağzına her alışında üzerime yapışıyordu.

 

“Eren, lütfen bu ‘suç ortağı’ lakabını söyleme,” dedim, sesim farkında olmadan sertleşti. Rahatsızlığımı belli etmekten çekinmedim.

Ama o yine de aldırmaz bir tavırla bana baktı. İçimden geçirdim: Benim için önemsiz bir lakap değil bu. Belki sana eğlenceli geliyor ama bana sadece yabancı ve huzursuz hissettiriyor.

 

O an fark ettim ki, aslında mesele sadece bir kelime değildi. Görülmek, anlaşılmak istiyordum. Belki de sırf bu yüzden sesimi yükseltmiştim.

Tabii bu Mert’in işine geliyordu. Çünkü ben ona sarıldığımda, aklına hep o geliyordu. O gölge, o acımasız özlem… Bazen gerçekten ondan ayrı kaldığı için ölecek gibi hissettiğini görüyordum gözlerinde. Ama elinden hiçbir şey gelmiyordu, çaresizliğini saklamak için susuyordu.

 

Sonra Eren’in kolları birden üzerime kapandı. Sıkı sıkı sarıldı bana. O kadar sıkıydı ki, nefesim kesilecek sandım bir an. İçimde bir şeyler birbirine karıştı; boğuluyormuş gibi hissettim ama yine de kopamadım o andan.

 

Eren diğer Grup arkadaşlarıma göre biraz temas bağımlısı bir insandı uyuyup, uyansa veya dersten başını kaldırsa ya da diğer odadan farklı bir odaya geçerken birimizi görse direkt sarılan, sahip çıkan biriydi.

“Derdiniz ne sizin? Biri bir kelime yüzünden rahatsız olur, diğeri inadına söylemeye devam eder… Hayırdır, ben mi kaçırdım bir şey?” dedi Mert, ikisinin arasındaki gerginliği çözmeye çalışarak.

 

Sonra bakışlarını bana çevirdi.

“Ahsen, sen neden bu kelimeden bu kadar rahatsız oluyorsun?”

 

Bir an kalbim hızlandı. Keşke bilmeseydi, keşke sormasaydı… O kelime bana sadece şaka gibi görünmüyordu; sanki hafife alınmış, küçümsenmiş gibi hissettiriyordu. Bir yanım bunu Mert’e anlatmak, içimi dökmek istiyordu. Ama anlatırsam her şey daha da karmaşıklaşacaktı.

 

Yüzüme yapay bir gülümseme yerleştirdim, dudaklarımda zoraki bir hafiflik belirdi.

“Bir şey yok hayatım… sadece sevmiyorum,” dedim kısa ve geçiştirici bir ses tonuyla.

 

Konuyu kapatmak istercesine Eren’in yanından geçip Mert’in oturduğu koltuğa oturdum. Yanağına küçük bir buse kondurdum; hem Mert’in dikkatini dağıtmak, hem de kendimi ikna etmek için…

 

Ama içimde o kelime hâlâ yankılanıyordu. Sevmiyorum… çünkü aslında canımı yakıyor.

Emir kapıda belirdiğinde uykulu sesiyle,

“Ooo, çifte kumrular! Naber?” dedi.

 

Bir anda içimdeki sıkıntıların dağıldığını hissettim. Az önce Mert’le aramızda geçen o küçük gerilim, Emir’in gelişiyle önemsiz bir ayrıntıya dönüşmüştü. Onun sesi bile odanın havasını yumuşatmaya yetiyordu.

 

Mert hemen ayağa kalkıp, “Sen uyanır mıydın be hayırsız?” diye takıldı.

Emir ise kahkahasını saklamadan, “Çok ayıp! İnsan kardeşine hayırsız der mi hiç?” diyerek karşılık verdi.

 

İkisi tokalaşırken yüzlerindeki tebessümü izledim. O an bir kez daha fark ettim: Emir sadece Mert’in kardeşi gibi değildi… benim için de aileden biriydi. Belki de gerçek kan bağı olmadan da kardeş olunabileceğinin en güzel kanıtıydı.

 

Emir yanımızdayken içim hep daha güvende hissediyor. Sanki aramıza katıldığında eksik bir parça tamamlanıyor, biz daha bütün oluyoruz.

 

Onun varlığı, içimde garip bir huzur uyandırıyordu; ne kavga, ne kırgınlık, hiçbir şey Emir’in girdiği ortamda uzun süre tutunamıyordu.

“Şimdi kim, kiminle sevgili? Mert, Ahsen’le mi, yoksa Mert Emir’le mi sevgili?” dedi Eren, çenesini eline koyup sanki ciddi ciddi düşünüyor gibi.

 

İçimden, Aman Allah’ım, işte yine başladı. Adamın işi gücü yok, sırf ortalığı karıştırmak için yaşıyor resmen. diye söylendim.

 

“Tabii ki Mert benimle sevgili. Ahsen üzerime kuma olarak geldi,” diye devam edince herkes kahkaha attı. Benimse yüzümde sahte bir gülümseme… İçimdeyse küçük bir isyan: Kuma mı? Bari görümce deseydin, daha tatlı olurdu.

 

Bir an duraksadım, sonra kendime şaşırarak Mert’e döndüm:

“Emir mi, ben mi?”

 

Söylediğim anda pişman oldum. Ahsen, bravo. Tamam, kıskanıyorsun ama ortada evlilik programı mı var? ‘Seç bakalım damat adayını!’ diye soruyorsun resmen.

 

Mert’in gözleri kocaman açıldı. Şaşkınlığından ben bile eğlenmeye başladım. Bak bak, sanki devlet sırrı verdik de ortalık karıştı.

 

“Seçimlere kapalıyım. Çünkü biriniz sevgilim, diğeriniz kardeşimsiniz,” dedi.

 

Mantıklıydı ama içimden, Yahu bir gün de beni dramatize etmeden net bir şekilde seç, nolur. ‘Sensiz yapamam’ falan… Yok! Adam memur ciddiyetiyle cevap veriyor. dedim. Suratım asıldı, ben asıldıkça Emir’in sırıtışı büyüdü.

 

O sırıtışla göz göze gelince içimden, Kardeşim, Joker misin? Niye bu kadar sırıtıyorsun? diye geçirdim.

 

“Neyse, saçma diyalogları boş verin de bara gidelim mi?” dedi Eren.

 

İçimde bir of çektim. Tabii, bara gidelim. Ben kıskançlıktan kriz geçirirken siz de bara gidip şov yapın. Bravo. Ahsen, hoş geldin hayatına: Sevgilin ciddi, arkadaşların şakacı, sen de ortada kalmış zavallı bir romantiksin.

 

Ama dudaklarımda istemsiz bir tebessüm vardı. Çünkü ne olursa olsun, bu çılgın tayfanın içinde olmak, insanı hem delirtiyor hem de yaşatıyordu.

 

“Tamam gidelim. Diğerlerine mesaj atın, saat 1’de barda olsunlar,” dedi Mert.

 

Onun bu grupla hareket etme sevgisine hayrandım. Bense… bense bu tayfa için canımı bile verirdim. Hepimiz ayrı evlerdeydik belki ama içimizdeki bağ, aynı çatı altında büyüyen kardeşler gibiydi.

 

Sessizce Mert’in yanından kalktım. Bir şey demeden, dikkat çekmeden odama yöneldim. İçimden, hazırlanmak en iyisi, diye geçirdim. Mert de Eren de arkamdan tek kelime etmediler. Zaten beni tanıyorlardı; hazırlanmak için kaybolduğumda, peşimden “Nereye gidiyorsun?” diye soracak kadar merak etmezlerdi.

 

Arkamdan kulak kabarttım. Emir, gözlerini zor açarak Mert’in omzuna yaslanmıştı. Sanki uyumak için fırsat kolluyordu. İçimden gülmeden edemedim: Emir tam bir uyku delisi… şu an bar değil, battaniye ve yastık hayali kuruyor kesin.

 

Eren’in sesi salondan geldi:

“Hadi ben diğerlerine mesaj atıyorum.”

 

Telefon tuşlarının sesi bile kulaklarıma ulaştı. Eren bu işin organizatörü gibiydi. Mert’in sesi de arkasından duyuldu:

“Ben de hazırlanayım.”

 

Adımlarını odasına doğru duydum. İçimde tatlı bir heyecan kabardı. Mert hazırlanıyor… ben de hazırlanıyorum. Aslında bu gece diğerlerinden farklı değil… değil mi?

 

Ama içimde bir burukluk vardı. Doğum günümdü. Hiç söylememiştim. Sanki söylesem, herkes kutlamaya mecbur kalacakmış gibi geliyordu. Ben istemeden yapılan kutlamaların tadı olmazdı. Bu yüzden sustum. Belki de önemsemiyor gibi görünmek kolaydı.

 

Zaten kimse hatırlamaz ki…

 

Yine de hazırlanırken kalbim tuhaf çarpıyordu. İçimde küçücük bir umut kıpırdanıyordu. Belki de yanılıyordum. Belki de bu gece düşündüğümden daha özel olacaktı.

Bir saat sonra…

 

Barın önüne vardığımızda içim kıpır kıpırdı. Ne olduğunu bilmesem de Mert’in yüzündeki o küçük sır gülümsemesi bana yetiyordu.

 

Birden elleri gözlerimi kapladı.

“Ne yapıyorsun sevgilim?” dedim, heyecandan kalbim hızlanmıştı.

 

“Biraz sabret, sürpriz,” dedi gülerek. Sesindeki mutluluk bana güven verdi. Elini bırakıp kendimi ona teslim ettim, adımlarımı yönlendirmesine izin verdim.

 

Az sonra gözlerimden ellerini çektiğinde karşımda kocaman bir çikolatalı pasta belirdi. Üzerindeki mumların ışığı kalbime düştü sanki.

“Ayyy, Mert… bu neee?” dedim, gözlerim mutluluktan parlayarak. O an içimde kocaman bir sevinç patladı.

 

“İyi ki doğdun Ahsen,” dedi Mert, arkadan bana sarılıp çenesini omzuma yaslarken. O sarılışta öyle bir güven, öyle bir huzur vardı ki, içimden sadece iyi ki var demek geçti.

 

Sonra birden hep birlikte yükseldi o sesler:

“İYİ Kİ DOĞDUN AHSEN!”

 

Arkadaşlarımın sesini duydum, yüzlerine baktım… hepsinin gözlerinde bana duydukları sevgiyi gördüm. İçim sıcacık oldu. Ben kutlama beklememiştim, hatta kimse hatırlamaz diye düşünmüştüm ama onlar bana kocaman bir mutluluk hediye etmişlerdi.

Pasta masanın ortasında, üzerindeki mum küçük bir güneş gibi yanıyordu. O ışığa bakarken dileğimi içimden diledim. İçimde kabaran mutluluk öyle yoğundu ki, gözlerim bile parlıyordu. İyi ki varsınız… iyi ki buradayız… diye geçirdim içimden.

 

Mert’in kolları üzerimdeyken kendimi hiç olmadığı kadar güvende hissettim. Omzuma yasladığı çenesi, sıcacık teni… Sanki bütün dünya sadece bizden ibaretti.

 

Ama sonra… bir şey oldu.

 

Loş ışıkların arasında bir gölge kaydı. O an içim ürperdi, nefesim boğazıma düğümlendi. “Hayal gördüm” dedim önce kendime. Ama Mert’in bakışları da aynı yere kilitlenince içimdeki tüm huzur bir anda çatladı. O figür hızla kayboldu, ama kalbimde bıraktığı iz kalıcıydı.

 

Elini sıkıca tuttum, belki de fazlasıyla… Parmaklarımın arasındaki sıcaklığı kaybetmek istemiyordum. Eğer bırakırsan… ben de düşerim.

 

Mert, dudaklarını kulağıma yaklaştırıp fısıldadı:

“Merak etme… yanındayım. Ama biri bizi izliyor olabilir.”

 

Sözleri kulağımdan kalbime indi. O an içimde iki ses çarpıştı:

Biri, “Korkma, Mert yanındayken hiçbir şey olmaz” derken…

Diğeri, “Ya gerçekten biri bu gecemizi mahfetmek için ava yattıysa? dedi.

O an barın ışıkları bana eskisinden daha loş, kahkahalar ise biraz daha uzak geldi. Kalabalığın içinde görünmeyen bir çift göz vardı sanki, karanlıktan bize bakan, sabırlı, sessiz…

 

Yine de gece devam etti. Kahkahalar, şarkılar, içkiler… Masada dostluk vardı, eğlence vardı. Ama Mert’in bakışları sürekli barın kuytu köşelerine kayıyordu arada.

Bar kalabalıktı, kahkahalar ve şarkılar havada uçuşuyordu ama bana göre herkes bulanık, sesler uzak, ışıklar ise gereğinden loştu. Eğleniyor gibi görünüyordum, ama zihnimde sürekli o karanlık köşe vardı.

 

Ve sonra aklım bileğimde henüz takılmamış yedili bilekliklere gitti.

Gerçekten bizi birbirimize bağlayacak mıydı onlar? Yoksa adım adım içine sürüklendiğimiz o bataklığın zinciri miydi?

 

Yedi bileklik.

Yedi kalp.

Tek sır.

 

Ve o kaybolan gözler…

Sanki sadece bir yabancıya değil, geleceğimizin karanlığına da bakıyordum.

 

 

..............

 

Anlatın bakalım bölüm nasıldı?

 

O gözlere dair ne düşünüyorsunuz?

 

Ve 2. bölüm bomba gibi geliyor, bilginiz olsun.

Bölüm : 03.09.2024 09:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...