
Keyifli okumalar dilerim.
__________________
Yiğit'ten
"Üç vakte kadar bir kurt ile karşılaşacaksın." dedi Ömer, elindeki kahve fincanıma bakarak. "Boş işler müdürü müsün oğlum? Saçma sapan şeylerle uğraşıyorsun." dedim. Ayaklarımı orta sehpaya uzatıp, başımı koltuğa dayadım. "Kahve falına ben de inanmam ama gerçekten kurt figürü var." dedi Okan.
"Bozkurt'umuza Asena mı geliyor yoksa?" dedi Ömer. Kollarımı göğüsümde bağlayıp, ters ters baktım. "Sen böyle olmaya devam edersen, zaten hiçbir kadın yanına yaklaşmaz. Şahsen ben karşı cins olsam senden kaçardım. " Elindeki fincanı sehpaya bırakıp, ayran ve çikolatayı önüne çekti. Yüzümü buruşturdum.
"Midesiz misin Ömer?" dedi Okan. "Güzel kafa yapıyor." dedi Ömer. "Bana diyene bak. Asıl ben senin gibi biriyle olmam." dedim. Takmayıp, çikolatasından bir parça ısırdı. Ardından ayranını yudumladı. Şimdi kusacağım.
Kapının çalmasıyla doğruldum. "Gel!" dedim. Albay'ın postası gelmişti. Asker selamı verip, "Albayım sizi odasına bekliyor, komutanım." dedi. "Geliyoruz." dedim. Mekândan ayrıldık. Üst kata, Albay'ın odasına, çıktık. Kapıyı üç defa tıklattım. "Gir!" Kapı kolunu indirip, odaya girdik. "Gelin çocuklar." dedi. "Bizi çağırmışsınız komutanım." dedim. "Otursanıza." dedi Albay. Ömer gülümseyerek koltuklara doğru ilerlemişti. "Biz böyle iyiyiz komutanım." dememle, Okan'ın yanına geri dönmüştü. Allah'ın delisi.
"Yarın time yeni biri katılacak. Bundan sonra bizimle beraber olacak." dedi Albay. "Tanıyor muyuz komutanım?" dedi Okan. "Hayır ama çok başarılı bir Üsteğmen." dedi Albay. Ömer gülmüştü. "Yiğit'in pabucu dama atıldı." dedi. Albay ters ters bakınca, Ömer ciddiyete bürünmüştü. Mal. "Bugün izlinsiniz. Gidip, tadını çıkarın." dedi Albay. Esas duruşa geçtik. "Emredersiniz komutanım." Sırasıyla odadan çıktık.
"Seni baban mı emzirdi? Albay'ın karşısında pabucun dama atıldı ne lan?" dedim. Bana bakıp sırıtıyordu. "Çikolata ile ayranı birlikte mideye indirince, kafası gitti galiba." dedi Okan. "Aslında yemediğinde de aynı." diye devam etti. Güldüm.
🔫
Silahımı pantolonumun arkasına sıkıştırıp, masanın üzerinden telefonumu ve arabamın anahtarını aldım. Aynanın karşısında saçlarımı düzeltirken, baskına girer gibi kapım açıldı. "Destur al lan önce." dedi Okan, Ömer'in arkasından gelerek. "Destur! Ya Allah!" deyip, odama girdi Ömer. Allahım sen bana sabır ver. "Gidelim biz." dedi Okan. Ömer'i kendisiyle baş başa bırakıp, odadan çıktık.
"Ne yapıyoruz?" dedi Okan. "Yemeğe gidelim. Evde yemek yapmakla uğraşamam." dedi Ömer. "Yemekleri sen mi yapıyorsun?" dedim, alayla. "Okan'a yardım ediyorum sonuçta." dedi. "Çok yardım eder, sağ olsun. Geçen gün menemen yapmaya karar verdim. Domatesi, biberi, yumurtayı çıkardım. Ömer sen bunları doğra ben lavaboya gidip geleceğim dedim. Tamam kardeşim sen rahatına bak dedi. Tövbe estağfurullah tövbe. Neyse. Lavabodan çıktım. Mutfağa girdim. Yumurta tek kalmış. Biber ve domatesi ekmek arası yapıp, yemiş. Yumurtayı da yeseydin dedim. Çiğ yumurta yemiyorum ben. Pişir de birlikte yiyelim dedi. Ben de evi terk ettim." dedi Okan.
Ömer'e bakıp güldüm. "Seni nasıl bordo bereli yaptılar? Bu akıl... Bu zeka..." dedim. "Açken kafam çalışmıyor. Yemek yiyelim. Sorularınızı tekrar alacağım." dedi Ömer. "Allah doyursun seni." dedi Okan. "Amin." dedim.
Karargahın çıkışına doğru ilerlerken, köpeğim Zehir havlayarak, bize doğru koştu. Çömelip, gelmesini bekledim. Yanıma gelince patilerini kaldırdı. "Zehir sana kız mı bulsak?" dedi Ömer. Zehir havlamıştı. "Dinleme onu oğlum." dedim. " Zehir istiyor. Kıskançlık yapma babası." dedi Ömer. "Babasının var da, Zehir eksik kaldı." dedi Okan. "Haklısın devrem." dedi Ömer. Zehir'in başını okşayıp, gönderdim.
Doğrulup, Okan ve Ömer'e baktım. "Sizin bugün diliniz iyi uzamış. Eğitime ne dersiniz?" dedim. Esas duruşa geçtiler. "Bir daha ağzınızdan saçma sapan bir kelime çıksın. Saat kaç olursa olsun karargaha çağırır, burnunuzdan getiririm." diye devam ettim. "Emredersiniz komutanım!" dediler. Gülümsedim. "Ha şöyle. Şimdi yürüyün."
🔫
Her zaman uğradığımız restorana gelmiştik. Siparişlerimizi vermiş, bekliyorduk. Ömer, masaya getirilen mezelerin yarısını şimdiden bitirmişti. "Annen seni çocukken nasıl doyuruyordu?" dedim. "Canım anam. Beş kilo doğmuşum zaten ben. Güzel besliyordu." dedi Ömer. "Yakında bizi de yersin sen." dedi Okan. Ömer tiksinerek bakmıştı. Suyumu yudumlarken meydanda bağrışma sesleri geldi. Hızlıca restorandan çıktık.
"İmdat! Yardım edin." diye bağırıyordu yaşlı bir kadın. "Okan Tarık'ı ara." dedim. "O polisi hiç sevmiyorum. Şimdi arayacaksın oraya yakınız diyecek. Arka sokakları bile geçtiler lan." dedi Ömer. Göz devirmekle yetinmiştim.
Aramıza kızıl saçlı bir kadın girdi. Yüzünü görememiştim ama kokusu, ben buradayım diyordu. Gözlerimi kapatmama sebep olmuştu. Farklı, eşi benzeri olmayan bir kokuydu. Gözlerimi aralayıp, beline kadar uzanan saçlarına baktım. Güzeldi... Kendine gel lan!
"Bunu tutar mısınız?" deyip, elindeki kahveyi Ömer'e verdi. Ömer kahveyi alınca, hızlıca yanımızdan uzaklaştı.
"İnsan mıydı o?" dedi Ömer, hayranlıkla. Ters ters baktım. Omuz silkip, elindeki kahveyi yudumladı. "Niye içiyorsun başkasının kahvesini?" diye sordu Okan. "Ne olacak canım? Ağzım temiz. Hepimiz kardeşiz. Bu öfke ne diye?" diye söylendi. Akıllısı bizi bulmaz ki.
Kızıl saçlı kadını, gözlerimle takip ettim. Karşıdaki motora binip, uzaklaşmıştı. "Rıza babalar da geldi." dedi Ömer. Tarık, polis arabasından inmişti. "Yakındık, hemen geldik." dedi. "Şaşırmadık." dedi Ömer. "Kesin bunlar bizi takip ediyor." diye devam etti, fısıldayarak. "Şu yoldan gittiler. Yakalarsınız." dedi Okan, yolu göstererek.
Bordo bereli olduğumuzdan dolayı olaylara mecbur kalınmadıkça bulaşmıyorduk. Kimliğimiz açısından önemliydi.
"Kızıl saçlı güzel kim acaba?" diye sordu Ömer. "Kim?" dedim. "Ben de onu soruyorum. Kim?" diye tekrarladı. Okan ve Ömer bana bakarak sırıtıyorlardı. "Ne var?" dedim. "Hiç." dedi Ömer.
🔫
Kısa bir süre sonra motor görüş alanıma gitmişti. Motoru aldığı yerde park edip, indi. Kaskı kafasından çıkarıp, saçlarını arkaya savurdu. Yutkundum. Kaskı, çocuğa verip etrafına bakındı. Çantanın sahibi, yaşlı kadına, doğru ilerlemeye başladı.
"Abi?" dedi Ömer.
"Hı." Gözlerimi alamıyordum.
"Afiyet olsun." dedi Ömer. Kaşlarımı çatıp, döndüm.
"Bakışlarınla kızı yedin." deyip, kahkaha attılar.
"Siktirin gidin!" dedim, sertçe.
Bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Başı dik bir şekilde yürüyordu. Birden yere düştü. Bir şeyler mırıldandı. Gülümsedim. "Ben geliyorum." deyip, yanlarından ayrıldım.
Seri adımlarla yanına yaklaşıp, elimi uzattım. Başını kaldırıp, gözleriyle gözlerimi aynı hizaya getirdi. Şiir gibi gözlere şair olmak gerek ama kelimeler kifayetsiz kalıyordu anlatmaya. Az sayıda çilleri vardı. Özenle yapılmış bir tablodan farkı yoktu. Saatlerce, günlerce izleyebilirdim.
"İyi misiniz?" dedim. Gözleri, dudaklarıma kaymıştı.
"Kim?" dedi.
"Siz." dedim.
"Ben mi? Niye ki?" dedi. Dudaklarım yukarı doğru kıvrılmıştı. Etkilendiğini fazlasıyla belli ediyordu.
"İyiyim. Siz bekâr mısınız?"
Kendime engel olamayıp, kahkaha attım. Yerden destek alarak ayağa kalktı. Başını eğmişti. Kendimi susturamıyordum."Kafamı çarptım ben galiba. Kusura bakmayın. Teşekkür ederim. İyi günler." deyip, uzaklaştı. Gitmeseydin ya. Nikah tarihini konuşurduk.
Gözden kayboluncaya kadar baktım, arkasından. Ellerim cebimde, sırıtarak bizimkilerin yanına gittim.
"Yiğit?" dedi Okan. "Efendim." dedim. "İyi misin?" dedi. Hiç olmadığım kadar. "Evet." dedim. "Ben sana dedim değil mi, üç vakte kadar bir kurt ile karşılaşacaksın? Allahım çok zekiyim. Acaba falcı dükkanı mı açsam?" dedi Ömer. "Saçmalama." dedi Okan. Bir şey diyemedim.
Restorana girdik. Masamıza geçip, oturduk. "Ne konuştunuz?" dedi Ömer. Aklıma gelince gülümsemiştim. "Hayallere dalmalar, aptal aptal sırıtışlar... Lan sen aşık mı oldun?" dedi Okan. Suyumdan bir yudum alıp masaya bıraktım bardağı. "Ne alakası var?" dedim. "Sırıtıyorsun." dedi Okan. "Her zamanki halim. " dedim. "Normalde burnumuzdan getiriyorsun. Ve her zaman kaşları çatık bir insansın." dedi Ömer. "Öyle mi?" dedim. Konuştuklarını pek anlıyor sayılmazdım.
"Numarasını aldın mı?" diye sordu Ömer. Kaşlarımı çatıp, baktım. "Tanışır tanışmaz numarasını alarak, rahatsız edemem ben bir kadını. Nasipse tekrar karşılaşır, konuşuruz." dedim. "Haklı." dedi Okan. "Aptal âşık değil bu. Akıllı âşık." dedi Ömer. "Çok konuşmayın. Yemeğinizi yiyin de eve gidelim." dedim.
"Abi daha yemekler gelmedi." dedi Ömer. Gözlerimi masanın üzerinde gezdirdim. Aklın nerede oğlum senin? "Gelince demek istedim." dedim.
"Yok yok bu aptal âşık."
🔫
Tişörtümü giyinip, televizyonun karşısına geçtim. Genellikle izinli olunca gezmeyip, evde dinlenmeyi tercih ederdik. Yeterince dağlarda geziyoruz zaten.
Evin kapısından sesler geliyordu. "Ömer yine kendi anahtarınla eve mi girmeye çalışıyorsun?" Ayaklanıp, kapıya doğru ilerledim. Kapı koluna elimi atıp, kapıyı açtım. Karşımda onu beklemiyordum. Gülümsedim. Kızıl saçlarına, hayran olunası yeşil gözlerine baktım.
Gözlerini evde gezdirdi. Daha sonra da asansöre baktı. "Ben karıştırmışım. Kusura bakmayın bir kez daha." dedi.
Beyaz teni, utandığından renklenmişti. Karşısında elimde olmadan gülümsüyordum. Bence tesadüf olamaz. İçeriye gel de nikah tarihini konuşalım. Sen konuş, ben seni izlerim. Olmaz mı?
"İyi günler." deyip, merdivenlere yöneldi. Kapının önündeki alışveriş torbalarını farkettim. "Bir şey unutmadınız mı?" dedim. Bana baktı. Yerdekileri işaret ettim. Dudaklarını büzüp, çabucak hepsini aldı. Hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı indi. Sesli bir şekilde gülmeye başladım. Deli kız.
🔫
Diz üstü bilgisayarım ile bakışıyorduk. Onu araştırmak istemiştim ama ne yazacağımı bilmiyordum. Adını sorsaydım bari.
'Dünyanın en güzel gözlerine sahip, kızıl saçlı..' Bu ne lan? Sil. Sil.
'Utanınca, yanakları al al olan....." Sil.
'Çok güzel lan." Ben bunu niye arama motoruna yazıyorum ki? Allahım sen aklıma sahip çık.
Bilgisayarı masanın üzerine bırakıp, koltukta uzandım. Yarın meydandaki kamera görüntülerinden bulurum. Yeni Üsteğmen de tam gelecek zamanı buldu. Yarın karargahtan nasıl çıkacağım? Benim Ömer'den akıl almam lazım. Adamın bu konulara aklı çalışıyor. Zaten bir tek bu konulara çalışıyor. Lan ben bu hallere düşecek adam mıydım?
Birden bire yüzüm asıldı. Her şey hoş tamam da. Ben bir askerim. Bordo bereli olanından. Kabul eder mi beni? Allah'tan hayırlısını dilemekten başka bir şansım yok.
"Allah'ım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle."
Doğrulup, tekrardan bilgisayarı aldım. 'Gözlerine bakınca nefes aldığımı hissettim.'
🔫
Düşünmekten pek uyuduğum söylenemez ama uyanıp, yatağımdan kalktım. Banyoya girip soğuk bir duş aldım. Kendime gelmemi sağlayabilirdi. Banyoda işimi bitirince kurulanıp, kıyafetlerimi giydim. Silahımı kılıfına koyup, evden çıktım. Karşı dairenin ziline basılı tuttum. Ömer ve Okan aynı evde, benim karşı dairemde yaşıyorlardı.
Kapıyı Okan açtı. "Hazırsanız çıkalım." dedim. "Gel içeriye. Ömer hâlâ tıkınıyor. " dedi. Eve girip, mutfağa geçtim. "Hoşgeldin." dedi Ömer. "Sağ ol." dedim. Sandalyeyi çekip, oturdum. Okan önüme çay koydu.
"Neyin var?" diye sordu Okan. "Kızıl'ı düşünüyor kesin." dedi Ömer, sırıtarak. Çayımdan bir yudum aldım. Bir dilim salatalık ağzıma attım. "Dün yanlışlıkla evime geldi." dedim. "Kim?" dedi Ömer. "Lan mal. Kimden bahsediyoruz?" dedim. "Devam et sen. Onu boşver." dedi Okan. "Aynı mahalledeki yaşlı teyzeler gibi dedikodu peşindesin. " dedi Ömer. Okan, Ömer'e tehditkâr bakışlarını gönderirken ben devam ettim.
"Karıştırmış evleri işte. Özür diledi ve gitti." dedim. "Yine numarasını almadın değil mi?" dedi Ömer, bıkmış gibi. "Salak salak konuşma." dedim. "Ben onu bulmak istiyorum." diye devam ettim. Pişmiş kelle gibi bana bakıp sırıtıyorlardı.
"Dün hırsızdan çantayı o almadı mı? İllaki Rıza baba kılıklı, Tarık ile konuşmuştur. Tarık'a soralım." dedi Ömer. "Doğru." dedim. Bu niye benim aklıma gelmedi ki?
"Kafa zehir abi." dedi Ömer, hava atarak. "Okan arasana." dedim. Telefonunu çıkarıp aradı. "Hat meşgul çalıyor." dedi. "Olay olsaydı eğer, biz yakınız der burnumuzun dibinde biterdi." dedi Ömer. "Neyse hadi gidip şu yeni Üsteğmen ile ile tanışalım da sonra hallederiz." dedim. "Lan sen büyüdün de aşık mı oldun?" dedi Ömer, neresinden çıkardığını bilmediğim sesiyle.
Kaşlarımı çatıp, çay kaşığını fırlattım. "Ne alaka lan? Biz de tek aşk vardır. O da Vatandır." dedim.
"Tamam abi sustum." dedi Ömer. "Buraları toplayalım öyle çıkalım." dedi Okan. "Toplamayalım, kalsın. Ne olacak?" dedi Ömer. "Operasyon falan çıkar. Eve gelemeyiz. Böcekler mi bassın?" dedi Okan.
"Bir haftadır operasyona yok aslında. Olsaydı fena olmazdı." dedi Ömer.
"O şom ağzını açma. En son bu aralar ne sessiz dedin. İki yüz metre arkamızda bomba patladı. Sen sus." dedim. Burun kıvırdı.
Çenemi avucuma dayayıp boş boş çay bardağıma bakıyordum. "Kızı mı düşünüyorsun, yoksa yeni Üsteğmen benden daha yakışıklı olursa ne yaparım diye mi düşünüyorsun?" dedi Ömer. "Seni nasıl öldüreceğimi düşünüyorum." deyip, bıçağı elime aldım. Ayağa kalkıp, "Okan!" diye bağırdı. "Mal ben buradayım. Dışarı kaç sen. Telefonunu getireceğim ben." dedi Okan. Ömer arkasına bile bakmadan evden çıktı. Güldü.
"Korkutma lan çocuğu. Yazıktır." dedi Okan. "Az biraz kafa dinliyoruz işte. Fena mı?"
🔫
"Yeni Üsteğmen gelmiş midir?" diye sordu Ömer. Arabadan inip, girişe doğru yürüyorduk. "Bir saate gelir diye düşünüyorum." dedi Okan. "Tarık cevap verdi mi?" dedim. "Hayır." dedi Okan. İş başa düştü. Kendim bulacağım.
Alay binasına girip, odalarımıza çıktık. Dolaptan üniformamı çıkarıp üzerime giydim. Postalların bağcıklarını sıkarken, kapım çaldı. "Gel!" dedim. "Albayım sizi odasına çağırıyor, komutanım." dedi asker. "Tamam aslanım." dedim. Bağcıkları bağlayıp, aynanın karşısına geçtim. Bordo beremi güzelce takıp, odadan çıktım. Tanışalım bakalım, yeni Üsteğmenle.
Albay'ın kapısını çalıp, odaya girdim. "Üsteğmen Yiğit ARAL. Emredin komutanım." diye tekmil verdim. "Gel oğlum." dedi. Albay da bugün pek kibar. "Yeni Üsteğmen ile ilk senin tanışmanı istedim." diye devam etti. "Emredersiniz komutanım." demem ile kapı çalmıştı. "Gir!" dedi Albay.
"Üsteğmen Umay YÜCESOY."
Bu ses... Arakama döndüm. O. Vallahi o.
İlerleyip, yanımda durdu. "Hoşgeldin Umay." dedi Albay. Umay... Ne güzel isim. "Sağ olun!" dedi Umay. "Yeni Üsteğmen sen misin?" dedim, şaşkınlığıma engel olamadan. "Evet o ben oluyorum." dedi. "Bordo bereli misin?" dedim. "Burada olduğuma göre evet." dedi. Zeki kız. "Nasıl?" dedim. Bordo bereli oluşuna değil, burada oluşuna şaşırmıştım ama yanlış anlamıştı. Bana döndü.
"Benim asker oluşuma özellikle de Bordo Bereli olduğuma bir laf edersen-" Kısa bir sessizliğe gömülüp, devam etti. "Ederseniz Üstteğmenim, iyi olmaz." Yaşasın kıdemli olmak. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Hayali bir fermuar çekip, Albay'a baktım.
"Tanıştırayım. Tim komutanı Yiğit ARAL." dedi Albay. Nam-ı diğer; Bozkurt. "Biz önceden tanışmış sayılırız komutanım." dedim ama duyduğuna emin değilim. "Yiğit, Umay'a odasına kadar eşlik et." dedi Albay. Benim için bir şereftir. "Hazırlanıp, eğitim alanına gelirsin kızım. Seni diğerleri ile tanıştıralım. " diye devam etti, Umay'a bakarak. "Emredersiniz komutanım. "
Sırıtarak odadan çıkmıştım. "Odamın nerede olduğunu söylerseniz ben kendim gidebilirim. Siz zahmet etmeyin." dedi. "Alt katta. Benim odamın karşısında." dedim. Güldü. "Zaten sizin odanızı biliyordum değil mi?" dedi. "Geçen bir kız bana bekâr mısın diye sormuştu da, aklıma o geldi. Dalmışım. " dedim. Utanmıştı. Kahkaha attım.
"Şimdiden laf atmak için yer arıyorsunuz, Üsteğmenim." dedi. "Hepsini bugüne saklamam. Son bir şey diyeceğim." dedim. "Tabii." dedi.
"Düz yolda yürüyemiyorsun sen. Nasıl asker oldun?" dedim, şakasına. Kaşlarını çattı.
"Siz de kafanızın içindekini kullanmıyorsunuz. Ben size soruyor muyum, nasıl asker oldunuz diye?" dedi. Kaşlarım havalandı. Gülümsedi.
"Bir kadının Bordo Bereli olması sizi şaşırtıyor olabilir. Anlıyorum. Ve evet erkekler kadınlardan dah güçlüdür. %50 oranında fazla kas gücüne sahiptir erkekler. Ama sadece bu. Kas yığınısınız." Ağzım açık onu dinliyordum. İşaret parmağını şakağıma bastırdı. "Asıl iş burada. Ama anlaşılan fazla kullanılmıyor sizlerde." deyip göz kırptı.
Cevap vermemi beklemeden, merdivenlere yöneldi. Zaten bekleseydi de muhtemelen bir cevap veremeyecektim. Şaka yapalım dedik, bir belindeki silahı çıkarıp kafama sıkmadığı kaldı. Umay'ın zekası bizi aşar. Beni olmasa da, Ömer'i kesin aşar. Tehlikeli ama deli.
🔫
Bahçeye eğitim alanına geçtim. Ömer ve Okan da gelmişti. "O burada." dedim, yanlarına gelir gelmez. "Yeni Üsteğmen mi?" dedi Ömer. "Evet." dedim. "Kimmiş?" dedi Okan. "O." dedim. "O kim?" dedi Ömer. "Ciddi misin?" dedi Okan. Anlamıştı.
"Lan kim?" diye sordu Ömer. Dedim değil mi ben, Umay'ın zekası Ömer'i aşar diye?
"Kızıl saçlı varya, o." dedim. "Çüş! Asker miymiş o?" diye bağırdı Ömer. "Lan hayvan, biraz daha bağır Albay da duysun." dedi Okan. "Kahvedeki kurt da o." dedi Ömer. Gülümsedim. "Sonunda Bozkurt Asena'sına kavuştu." diye devam etti. "Adı ne?" dedi Okan. "Umay." dedim. "Konuştunuz mu?" dedi Ömer. "Konuştuğuma pişman etti." dedim. Güldüler.
"Bozkurt devri bitti ha." dedi Ömer, iç çekerek.
"Devir Asena devri." dedi Okan.
"Devir işkence devri. Sizin canınız şınav, mekik çekmiş." dedim.
Dudaklarına hayali fermuar çekip, geri çekildiler. "Zehir nerede?" diye sordum. "Volkan ile eğitimde." dedi Okan. "Güzel çalışsın." dedim.
Kısa bir süre sonra Albay ve Umay göründü. Üniforma içinde bir farklı görünüyordu. "Zehir gibi ne salyanı akıtıyorsun?" dedi Ömer. "Ağzına tüküreceğim senin. Bekle." dedim. Yan yana dizildik.
"Bozkurt Timi!" dedi Albay. Hazır ol'a geçmiştik. "Tanıştırayım, yeni Üstteğmenimiz Umay YÜCESOY." Okan ve Ömer'e selam vermişti, başıyla.
Albay'ın telefonu çaldı. "Siz tanışın. Ben geleceğim." deyip, geri döndü. "Eğitime başlayın siz. Ben geliyorum." deyip, Albay'ın arkasına takıldım.
Toplantı odasına kadar sesimi çıkarmayıp, takip etmiştim. Birden durunca, kendimi durduramayıp, Albay'ın birkaç adım önünde durmuştum. Geri geri yürüyüp Albay'ın karşısında durdum. "Ne oldu Yiğit?" dedi Albay. "Umay-"
Cümlemi bitirmeme izin vermeden, kendisi konuşmuştu. "Kızı sıkmayın, gelir gelmez. Eğitim yaptırıp, denemeyi düşünme. Biraz uyum sağlasın. İşim var şu an. Sonra ne soracaksan gelirsin." İlerleyip toplantı odasına girdi. Kapıyı da yüzüme kapattı. Ben de Albay ne zaman özüne dönecek diye bekliyordum. İki kelime ettirseydin keşke.
Geldiğim yolu geri yürüdüm. Alay binasının kapısına geldiğimde, Umay'ın Zehir ile oynadığını gördüm. Zehir benim köpeğimdi ve kimseye bu kadar çabuk ısınmamıştı. İlk tanıştığımızda, bana bile. Benden hızlı çıktın lan Zehir. Ben de gidip bulaşayım. Belki beni de sever.
"Umay!"
🔫
Umay'dan
Zehir havlamaya başlamıştı. Başını okşadım. "Sakin ol. Gıcıklık yapmaya geliyor." dedim, fısıldayarak. Ayağa kalkıp, arkama döndüm. Üniforma ve bordo bere fazlasıyla yakışıyordu. "Emredin komutanım." dedim. "Eğitime başlayın diye söylediğimi hatırlıyorum." dedi. Doğru hatırlıyorsun. "Zehir oyun oynamak isteyince kıramadım." dedim.
"Burası oyun evi değil, askeriye." dedi Yiğit. "Biz de askeriz, bordo bereli olanından." diye devam etti.
Dudaklarım yukarı doğru kıvrılmıştı. Aslında ciddi olmam gerekirdi. "Haklısınız komutanım." deyip, Zehir'e döndüm. "Mesai çıkışı oynarız olur mu?" dedim. İki defa havladı. "Volkan!" dedi Yiğit. "Emredin komutanım!" dedi Volkan. "Zehir'i götür. Eğitimine devam etsin." dedi Yiğit. "Emredersiniz komutanım." dedi Volkan. Zehir'i yanına alıp, götürdü. Arkasından bakıp el salladım.
Okan ve Ömer'in arasına geçtim. "Ne yapıyoruz komutanım?" dedim, Yiğit'e. Düşünmüştü. "Koşun." dedi. Sağa dönüp, koşmaya başladık. "Bir şey soracağım." dedim. "Buyrun komutanım." dedi Okan. "Eğitim yok değil mi? Düşündü çünkü." dedim. "Canı sıkılınca eğitim yaptırıyor. Alışırsınız yakında komutanım." dedi Okan.
Yiğit'e baktım. Gamzelerini göstere göstere gülümsüyordu. "Bir şey daha sorabilir miyim?" dedim. "Tabi komutanım." dedi Okan. "Yiğit Üsteğmen neden sürekli sırıtıyor? Her zamanki hali mi? Yoksa farklı, Bakırköy'lük bir durum mu var?" dedim. Ömer kahkaha atmıştı ve susmaya hiç niyeti yoktu.
"Ömer hayırdır?" dedi Yiğit. "Sustum komutanım." dedi Ömer. "Ben dün kahve falına baktım. Söylediğim her şey çıktı da onun için sırıtıyor." Gülmeye devam ediyordu.
"Kahve falına mı bakıyorsun sen?" dedim. "Atıyor diyelim biz." dedi Okan. Yiğit'in önünden geçerken, hepimiz susmuştuk. Uzaklaşınca ben devam ettim. "Ama çıkmış sonuçta. Ben inanmam böyle şeylere, bana da bakar mısın?" dedim. Güldüler. "Bakarım komutanım. Siz yeter ki isteyin." dedi Ömer. Gülümsedim.
Üçüncü turun girişinde, "Şınav pozisyonu alın." dedi Yiğit. Beni mi deniyor acaba? Neyse. Mecbur yapacağız. Şınav pozisyonu alıp, çekmeye başladık. "Bir." dedi Yiğit.
"İki."
"Üç."
"Tamam bu kadar yeter. Atış poligonu için hazırlanın." dedi.
"Tadımlık eğitim mi yaptırıyor? Ben anlamadım." deyip, kıkırdadım. "Devreleri yanmış adamın." dedi Ömer. Güldüm.
Atış poligonlarına doğru ilerliyorduk. Ömer ve Okan iki adım kadar önümdeydi. Konuşmalarını dinliyordum. "Beş atışta en düşük puanı toplayan diğerine yemek ısmarlasın, var mısın?" dedi Ömer, Okan'a. "Hep yeniliyorsun oğlum. Tadı çıkmıyor." dedi Okan. Büyük adımlar atıp, aralarına girdim. "Ben varım."
Boş boş bana bakıyorlardı. "İstemiyorsanız geri çekileyim." dedim. "İstememek değilde, masrafa girmeyin boşuna. Bizim atışlarımız iyidir. Bordo bereliyiz sonuçta." dedi Okan, havalı havalı.
"Sizin başınızdaki bordo, bendeki pembe mi?" dedim.
Ömer kahkaha atmıştı. "Mal." dedi Okan'a. Yüzü asılmıştı çocuğun. Gülümsedim. "Deneyelim." dedim.
Ayrı ayrı üç poligonun başına geçtik. Yiğit'ten şimdilik bir ses çıkmıyordu. Silahlarımızı ayarlayıp, atışlara başladık. Ömer, beş atışta; otuz sekiz. Okan; kırk. Ben ise kırk dokuz yapmıştım.
"Son atış kötü oldu ya." dedim. "Dokuz attınız, son atışta komutanım." dedi Ömer. "Kötü." dedim. Uzaylı görmüş gibi bakıyordu. "Komutanım harikasınız." dedi Okan. "Demek ki bende bordo bereli olanındanmışım." dedim. Ömer yine gülmüştü. Yanına yaklaşıp elimi omuzuna koydum. "Yemeğe nereye gidiyoruz?" Gülme sırası Okan'a geçmişti. Ömer düşüncelere dalmıştı. Güldüm.
"Bu kadar yeter!" dedi Yiğit, sesini yükselterek. "Karargahtasınız." diye devam etti. "Gülmekte mi yasak?" dedim. "Çok gülmek istiyorsan anne ve babanın yanına gönderebilirim seni." dedi. Gülümsedim ama bu sevinçten değildi, acı bir gülümseyişti.
"Birgün hepimiz yanlarına gideceğiz. Size gerek yok komutanım." dedim. Kaşlarını çatmıştı. Dudaklarını aralayacakken yanımıza bir asker geldi. "Umay Üsteğmenim, Albay sizi toplantı odasında bekliyor." dedi. "Geliyorum." dedim.
Elimdeki eğitim silahını Yiğit'in avucuna bıraktım. "İllaki ben seni göndermek istiyorum diyorsanız, arkamdan başıma sıkarsınız. " dedim. Cevap vermesine müsaade etmeden oradan uzaklaştım.
Toplantı odasının önüne gelince, bana eşlik eden askere teşekkür ettim. Kapıyı çalıp, odaya girdim. "Umay?" dedi Albay, ben girer girmez. Bismillah dememi bekleseydiniz komutanım. "Emredin komutanım." dedim. Koltukları işaret etti. "Gel otur." dedi. "Ne oluyor komutanım?" dedim. "Otur!" dedi. Sözünü dinleyip oturdum.
"Dinliyorum komutanım." dedim. "Sakin ol tamam mı?" dedi. Ayağa kalktım. "Dedeme mi bir şey oldu?" dedim. "Deden iyi. Paşa bizi de gömer. Sakin ol ve otur." dedi. Kıkırdayıp, oturdum.
"Buyrun komutanım." dedim. Derin bir nefes alıp verdi. Bana uzun uzun baktı. "Komutanım, oğluna kız arayan teyzeler gibi bakıyorsunuz." dedim, gülerek. "Pardon komutanım." diye devam ettim. Ters ters bakmıştı. "Paşanın torunundan sakin kalmasını beklemiyorum." dedi.
Yani?
"Anne ve babanın katilinin yerini tespit ettiler." Kısa bir şokun ardından gülümsemiştim.
"Operasyon başlasın o zaman."
_________
Hoşçakalın❣
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |