
On ikinci Bölüm: Çaresizlik
Damla Bolat
Hakan’ın kayboluşu hepimizi yaralamıştı ama en çok da Mihra’yı yaralamıştı. Onu bulamadan eve gelmiştik. Bir şey eksik olduğunu fark etmiştik. Bir kişi. Farah ortalıkta yoktu. Bunu gören Gurur kafayı yemiş ve bizi eve bırakmıştı. Özellikle tembihleyerek dışarıya çıkmıştı. Anladığımız kadarıyla Farah, Gurur’un onu eve kilitlemesini umursamamış, Hakan’ı aramaya çıkmıştı. Oysa Hakan, Farah’ı aramak için ormana bile dalmamıştı. Farah ve Hakan arasındaki farkı görebiliyorduk. Biri ne olursa olsun arkadaşlarına değer verirken biri o kadar da önem vermiyordu.
İki gün olmuştu. İki gündür kimse ortalıkta yoktu. Gurur, o gün eli boş dönmüştü ama iki gündür aramayı bırakmamış, arkadaşları için ormana gidiyordu. Mihra, kendini yıpratmıştı. Odasına kapanmıştı. Birkaç gün önce Farah’ın yaşadığı durumu yaşıyordu.
Koltukta oturmuş, elimdeki meyveden yerken az az yiyordum. Ne kadar burada olacağımız belli değildi. Yemeklerimiz sınırlı kalmıştı ve şimdilik üç ama sonra -ölmedilerse- beş kişi paylaşacaktık. Sekiz kişiden beş kişi kalmak üzücüydü. Acı kokuyordu bu ev.
Kapı sesi geldiğin de elimdeki meyveyi sehpaya bırakıp, ayağa kalktım. Gurur, eli boş dönünce yüzüm asıldı. İki gündür bu hâldeydi ve görünüşünden çok şey kaybetmişti. Ormanda o kadar yürümek berbat bir şeydi. Soğuk ise buna katılıyordu. Yüzü solmuştu ve bana göre hasta olmuştu. Bunu kabullenmiyordu. Farah ve Hakan’ı aramaya devam ediyordu.
“Gurur,” dedim ona doğru yaklaşarak. Hüzünlü bakışları bana döndü. “Biraz dinlenmelisin. Yatağa düşersen onları daha fazla arayamazsın.” Gurur, başını olumsuz anlamda sallayıp yukarı çıktı ve beni salonda yine tek bıraktı. Bıkkın bir nefes verip, koltuğa tekrar oturdum ve meyvemi yemeye devam ettim. Her ne kadar zorla boğazımdan geçse de bir şeyler yemeliydim. Mihra, güçten düşmüştü. Gurur ise düşmek üzereydi. Benim düşmemem lazımdı.
Başımı koltuk arkasına yaslayıp, tavana baktım. Buraya geldiğimizde o kadar mutluyduk ki. Şimdi o mutluluktan eser yoktu. Ev sessizdi. Kafamı dağıtmak için bir şeyler düşünmeliydim. Geçmişi yokladım ve liseden bir anı koydum önüme.
GEÇMİŞ
“Hızlı olmazsak çocuklar bizi öldürecek!” Farah’ın bıkkın bir şekilde söyledikleri doğruydu. Ben hazırdım ama Mihra hâlâ giyiniyordu. Farah ise giyinmemişti. Aslında bu onun giyinmiş hâliydi.
“Farah,” dediğim de başını bana çevirdi. “Kot pantolon ve tişörtle gitmek istediğine emin misin?” Farah, önce üstüne baktı ardından kararlı bir şekilde bana baktı.
“Ben hâlimden memnunum. Sizin o mini elbiselerinizden hayatta giydiremezsiniz.” Farah’ın tarzı buydu. Elbise ve etek giydiğini görmemiştim. Hatta olabildiğince kendini saklıyordu. Önceden vücudunda bir leke ya da kötü bir yara var gibi düşünmüştüm ama ilk kez bizde kaldığında ve orada benim geceliğimi giymek için üstünü çıkardığında onu incelemiştim ve bu düşünceyi kafamdan silmiştim. Güzel bir vücudu vardı ama ona rağmen kendini hep gizliyordu.
“Sen bilirsin.” dediğim de zil çaldı. Annem bir süre sonra aşağıdan adımı seslendi. Kızlara son kez bakıp, aşağı indim. Salonda çocukları gördüm ama benim dikkatimi çeken Mirza olmuştu. Siyah takım elbisesiyle o kadar yakışıklı olmuştu ki ona bir kez daha hayran olmuştum.
“Selam çocuklar.” dedim onlara sarılıp, en son Mirza’yı öperken. Annem yoktu. O yüzden rahattım.
“Neden sadece sen indin aşağıya?” Kaya’ya döndü bakışlarım. Cevap vermeden önce erkekleri süzdüm. Kaya, her zaman olduğu gibi sportif ama tarz giyinmişti. Gurur, gri likralı pantolonun üstüne siyah beyaz gömlek giymiş, saçlarını arkaya taramıştı. Hakan ise Mirza gibi siyah takım giymişti. Hepsi harika gözüküyorlardı.
“Farah hazır, Mihra hâlâ hazırlanıyor. Onları beklerken oturun size içecek bir şeyler getireyim.” O sırada Farah aşağı inmişti. Onları orada bırakıp, içecekleri doldurmak için mutfağa gittim. Mutfak Amerikan olduğu için hepsini görebiliyordum.
“Giyinmemişsin.” dedi Gurur, Farah’a. “Giyindim.” diyerek yanıtlayınca Farah, Gurur, şaşkındı. “Bu giyinmiş hâlin mi?” Gurur’a katılıyordum. Gurur’un konuşmasına Kaya’da katılmıştı. “Kanka Farah’ın tarzı bu çözemedin herhalde.” Farah, Kaya’ya memnun olmuş bakışlar attı. Bunu görmüştüm. “Bugün mezuniyet töreni var. Bu hâlinden çıkmalısın.” Gurur, ayağa kalkıp Farah’ın elini tutunca bakışlarım onlara kaydı. Farah, itiraz etse de Gurur dinlememiş ve onu yukarı çıkarmıştı. Sonra Gurur tekrar aşağı indi.
Yarım saat sonra Farah ve Mihra, aşağı indiğinde Mihra’nın yüzünde mutluluk, Farah’ın yüzünde ise memnuniyetsizlik vardı. Sebebi ise üstündeki kıyafetti. Beyaz, omuzları düşük ve dizin biraz üstünde biten elbise ile karşımıza çıkmıştı. Ayağında topuklu yoktu. Benim siyah sandaletimi giymişti. Farah, topuklu kızı değildi.
“İşte bu ben!” Kaya, ıslık çalarken diğerleri de ona katıldı. “Ne cevherler varmış sende.” Hakan, bunu söylerken Mirza’da ona katıldı. Bunda kötü bir şey yoktu. İkisi de dostluklarını konuşuyordu.
“Siz bakın diye mi giydirdim, lan!” Gurur, sitem ederken ayağa kalktı ve Farah’ın yanına gitti. “İşte şimdi hazırız.” Sonrası ise hep birlikte mezuniyet töreninin yapıldığı yere gittik.
Gurur, Farah’ın kavalyesi olurken, Hakan, Mihra’nın kavalyesiydi. Benim kavalyem ise Mirza’ydı. Kaya ise yalnız kalmamış, okulun popüler kızlarından olan İlayda’yı koluna takmıştı. Kaya’da boru değildi. Okulun gözde erkeklerindendi. O gün eğlenebildiğimiz kadar eğlenmiştik.
Gözümün önünde canlanan anılara gülümseyerek baktım. O kadar güzel zamanlardı ki. Farah’ın ilk elbisesini orada giydirmiştik. Farah, oturduğu sandalyeden kalkamazken erkekler onu almış, havuza fırlatmışlardı. Bunu sarhoş oldukları için yapmışlardı. O günün sonu ise kötü bitmişti. Farah, orada bir şey demese de eve geldiğin de hepsini haşlamış, evine yollamıştı. Bize de ceza vermişti. Sevgililerimiz ile bizi yalnız bırakmamıştı.
Şöyle bir bakınca hepimiz çok iyi arkadaştık. Gurur, Kaya ve Farah üçlüsü önceden tanışsalar bile bizi hiç dışlamamış, geçmişten bahsederken fark etmeden bizi de katmışlardı. Sanki o geçmişin içinde biz varmışız gibi hissetmiştik. Şimdi o geçmişte sadece üç kişi kalmıştık. Hepimiz birilerini kaybetmiştik. Gurur, Kaya ve Farah’ı kaybederken, Mihra, Hakan’ı kaybetmişti. Ben ise kendi ellerimle de olsa Mirza’yı kaybetmiştim.
Farah ve Hakan’ın varlığı var mıydı onu bile bilmiyorduk. Katil onları öldürmüş olabilirdi. Belki de bir yerde donmuşlardı ve üzeri karla kaplanmıştı. İki gün olmuştu ve iki gündür bir ses yoktu. Bir şekilde bulunur diye düşünüyordum ama yoktu. Bilinmezliğe kaybolmuştu.
Bu vahşet Lerzan ve Mirza’nın ihaneti ile başlamıştı. Bu vahşetin görüntüleri onların adına yazılmıştı. Onları hiçbir zaman affedemeyecektim. Onlarla yaşadığım güzel anılar vardı ama sadece geçmişte kalmıştı. Kötü konuşmak istemiyordum. Ölmüşlerdi ve ölünün arkasından konuşmak iyi değildi.
Bunun yanı sıra kaç günden beri girdiğim psikolojiden bir türlü çıkamıyordum. Kimse fark etmese de ben de yıpranmıştım. Sevgilimi kendi ellerimle ölüme yollamıştım. Sırf bana yaptığı ihaneti affedemediğim için bunu yapmıştım. Boşluğa düşmüştüm.
O gün Farah’ı mezar başında konuşurken görmüştüm. Acaba onları görüyor muydu? Bir kere de olsa kırgın bile olsam Mirza’yı bir kere görmek istedim. Bende Farah gibi delirmek istedim.
Bakışlarım pencereye odaklandı. Hava kararmıştı. Yağmur şiddetini koruyordu. Yollar daha çok kapanmıştı. İçime kasvet çökmüştü. Uykum vardı ama uyuyamıyordum.
Yukarıdan bir şeyin düşme sesi gelince bakışlarım oraya döndü. Sert bir şey düşmüştü. Meraklı yanım harekete geçti ve ayaklandım. Yukarı çıkıp önce Mihra’nın odasına baktım. Yatakta oturmuş, öylece telefonuna bakıyordu. Muhtemelen Hakan ile resimlerine bakıyordu. Bakışları bana döndü. Odayı inceleyip oradan çıktım. Mihra’da bir hareketlilik yoktu.
Gurur’un odasına geçtiğimde ise bir sürü şeyin yere düştüğünü gördüm. Gurur’un ise başını duvara yaslamış bir şekilde durduğunu gördüm. Ne yapacağımı bilemedim ve öylece kapının pervazına yaslanarak ona baktım. Çaresiz gözüküyordu. Ağlamıyordu ama dokunsam ağlayacak pozisyondaydı. Ona hak veriyordum. En yakın arkadaşını kaybetmişti şimdi ise sevdiği -bana göre- kızı kaybetmişti. Onun ölüsüne ya da dirisine ulaşamıyordu.
“Çok çaresizim.” Bana bakmadan konuşunca burada olduğumu fark ettiğini anladım. Derin bir nefes aldım ve yaslandığım yerden doğrulup, ona doğru ilerledim. “Bulamıyorum. İki gündür her yeri didik didik ettim ama yok.” Hakan için endişeli miydi bilmiyorum ama Farah için çok endişeliydi. Farah olmasa da Hakan’ı arardı ama şu an işler başkaydı. Farah’ta ortada yoktu.
“Gurur,” dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Farah ve Hakan’dan vazgeçmek istemiyordum ama onları aramayı bırakmamız gerektiğini de düşünüyordum. Ek olarak iki günden beri katil bize bir oyun oynatmıyordu. Belki de istediği gibi gitmemişti. İstediği tek tek hepimizi avlamakken, birden iki kişiyi avlamıştı ya da kendi isteği dışında gelişen olaylar olmuştu.
Gurur, başını yan çevirip bana baktı. Gözleri kızarmıştı. “Biraz dinlenmelisin. Böyle olursa düşüp kalacaksın bir yerde.” Gurur, başını olumsuz anlamda salladı ve doğruldu. “Sana söz veriyorum gün aydınlanınca ben aramaya çıkacağım. En azından sıra sıra yapalım.” Onlara canlı rastlayacağımı sanmıyordum ama Gurur’un dinlenebilmesi için bunu yapmalıydım. En azından o biraz dinlenebilsin.
“Sende kaybolursun.” Korkusunu anlayabiliyordum. Kimseye zarar gelmesini istemiyordu ama tek olarak da hareket etmemeliydi. Ona zarar gelirse bizi savunmasız bırakırdı. Korunmak için bir erkeğe ihtiyacım yoktu ama güce ihtiyacım olduğunda bir erkek olmalıydı.
“Çok uzağa gitmeyeceğim. Biraz dinlen sonra sıramı sana vereceğim.” Gözlerini kapatıp, ellerini saçlarına geçirdi. Düşünme aşamasındaydı. Onu zorlamadım ve bekledim. Çok sürmedi gözlerini açtı.
“Tamam, uzağa sakın gitme.” Başımı olumlu anlamda salladım ve onu rahat bırakmak için odadan çıktım. Benim de biraz dinlenmem lazımdı. Odama geçip, yatağa geçtim. Telefonumdan alarm kurup kendimi zorda olsa biraz dinlenmeye bıraktım. Çok değil sadece bir iki saat sonra kalkmış kendimi yola atmıştım. Uykum vardı. Hava soğuktu. Üzerime giydiğim kalın şeyler pek etki etmiyordu. İyi taraftan bakmak lazımsa kar yağışı durmuştu. Dizlerime kadar batıyordum. Bu yürümemi engellese de durmuyordum.
Ormanın derinlerine girmeden geri dönüp, yola çıktım. Acaba Gurur, yol taraflarına hiç baktı mı? Her yeri didik didik aradığını söylemişti ama yol kenarına bakmayı akıl edememiş olabilirdi. Benim de aklıma gelen tek şey orman olmuştu. Bu kez farklılık yapıp, yol kenarından ilerledim. İlla bir yaşam vardır. İki ya da üç saatte olsa bulabilirdim.
Kaç saat yürüyordum bilmiyorum ama artık dermanım kalmamıştı. Dizlerimin üzerine çöküp kendimi şuraya bırakmamak için zor duruyordum. Biraz dinlenmek istiyordum. Kenara doğru çekilip, bir ağacın dibine oturdum. Derin nefesler alarak, yorulan bedenimi dinlendirdim. Hava tamamen aydınlanmıştı. Rüzgâr hafiften esiyor, uzuvlarıma kadar işliyordu.
“Allah’ım, neden bunları yaşıyoruz?” Yukarı bakıp konuştum. Bunları yaşamak için bir sebep yoktu. İki kişinin yaptığı şey yüzünden yaşamak saçmaydı. Onlar yüzünden canımızdan oluyorduk. Onları asla affedemeyecektim. İkisine de çok kırgındım. Onlar canları ile cezasını çekmişti ama bize acı bırakmışlardı. Ardarda gelen ölümleri görüyorduk. Kaybolan arkadaşlarımızı görüyorduk. Günden güne kahroluşumuza şahit oluyorduk.
Yüzüme değen soğuk rüzgâr ile artık kalkmam gerektiğinin farkındaydım. Biraz daha ileriye gidip, geri dönebilir ve bu kez farklı yöne sapabilirdim. Belki o zaman bir şeylere ulaşırdım.
Birden duyduğum silah sesiyle yerimde durdum. Hızla ağaçların yanına saklanırken, etrafa baktım. Silah sesi çok yakın olmasa da uzakta gelmemişti. Bir avcı olabilir miydi? Av mevsiminde değildik. Bu hava da kim avcılık yapsın ki diye düşünmeden edemedim.
Ya Hakan ve Farah’a bir şey olduysa? Ya katile yakalanmışlarsa? Ağacın arkasından hızla çıkıp, yoldan koşmaya başladım. Bir silah sesi daha gelince daha da hızlandım. Nefesimi sanki alamıyordum. Korkuyordum. Korktuğum şey ise arkadaşlarıma bir şey olmasıydı.
İleride bacası tüten bir dağ evi gördüm. Mutlu olmam lazım mıydı? Hayır, çünkü önündeki kişileri görünce kalbim tekledi. Yaklaşamadım. Tanıdık yüz vardı evet ama tanımadık yüzlerde vardı.
Farah, şaşkın bir şekilde yerde yatanlara bakıyordu. İkisi de önünde yatıyordu ve kanlar içindeydi. Farah tekti. Yüzü ve elleri kan içindeydi. Karşısında ise katil vardı ve elinde silahla duruyordu. Buna göz yumamazdım.
“Farah!” Oraya doğru koştuğumda fark ettiğim bir şey daha vardı. Tek katil yoktu. Katilin yanında bir kişi daha vardı. Hepsinin bakışları bana döndü. Katiller hedefi değiştirip, bana dönerken ben Farah’a doğru koştum ve onun titreyen bedenini kollarımın arasına aldım. “Yaşıyorsun.” Şu an bulunduğum konumu düşünmeden bunu demiştim.
“Damla,” dedi titreyen sesiyle ve ağlayarak bana sokuldu. Acı dolu hâlim ile Farah’a sarılırken bir yandan da katille göz göze gelmiştim. Ondan korkuyordum ama bunu belli etmeyecektim. Ölecek olsam bile bu şekilde olmayacaktı. Korkak bir kız gibi değil de cesur bir kız gibi ölecekti.
Kaçabilirdim. Zamanım vardı. Katiller Farah ile ilgilenirken ben yolu bulup kaçabilirdim ama bunu yapmamıştım. Buraya onlarla gelmiştim. Farah, bize asla sırt çevirmedi ben de ona sırtımı çevirmeyecektim. Ölümse beraberdi. Yaşamsa beraberdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 189 Okunma |
73 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |