14. Bölüm

DEM: 13. Bölüm

Dora
_doraa

On Üçüncü Bölüm: İki Cansız Beden

 

 

 

 

 

Farah Yücel

 

Yardım eli uzandığında ikimizde de umut oluştu. Bu yardım elini en doğru şekilde kullanabilirdik. Bu yardım eliyle polise bile ulaşabilirdik. Şimdilik durduk. İkimizin de güç kazanması lazımdı.

 

Adam, Hakan’ı üçlü koltuğa yatırdı. Bu koltuk şömineye daha yakındı. Ben de titriyordum o yüzden kendimi şömine yanına çökerken bulmuştum. O kadar yolu yarı çıplak gelmiştim. Hasta olacaktım bu belliydi. Yine de kimseyi arkamda bırakamazdım. Benim için aynısını yaparlar mıydı bilmiyorum ama ben yapamazdım. Kaçsam bile onlar için geri dönerdim.

 

“Ne oldu?” Adamın sorduğu soruyla ona baktım. Ona peşimizde bir katil var dersem bizi kapı dışarı eder miydi? Bu olasılık yüksekti çünkü kimse katili başına bela etmek istemezdi. O yüzden ufakta olsa yalana sığındık.

 

“Ben kendimi öldürecektim. Sırf ölmeyeyim diye elimden bıçağı almaya çalıştı. Sonra bu oldu.” Hakan kadar oyunculuğum olmasa da bende iyi oynayabilirdim o yüzden yüz ifadem bu gerçekmiş gibi şekle büründü.

 

“Vuruldu demiştin ama şimdi bıçaklandı diyorsun. Ayrıca neden ölmek istedin?” Evet Farah, söylediğin yalanı yüzünden yakalandın. Ayrıca neden ölmek istedin? Şimdi buna bir bahane bul. Bakışlarımı adamdan çekip, şömine de yanan ateşe çevirdim. Ne diyecektim. Bir yalan atmıştım ortaya ve bunu devam ettirmek zorundaydım.

 

“Şey...” dedim bahaneleri beynime yüklerken. "O korkuyla ve sizi görmenin heyecanı ile ağzımdan vuruldu çıktı." Düzgün bir bahane aklıma gelmiyordu. Yanlış söylemiştim ama bunun üstünde durmazlar diye düşünüyordum. “Depresyondaydım.” dedim birden ortaya atarak. Ne kadar inanır bilmiyordum ama ancak bu yalanı bulmuştum.

 

Önüme getirilen kazak ile bakışlarım uzatana kaydı. Kadın, muhtemelen kendinin olan kazağı bana uzatmıştı. “Temiz, rahat giyebilirsin.” Ona küçük bir gülümseme sunup, kazağı hızla üzerime geçirdim. Şimdi biraz daha iyiydim. En azından elin yabancısının yanında çıplak olmayacaktım. Hoş, sırtım ona dönüktü ama olsun bu rahatsız olmama neden oluyordu.

 

“Çok derin bir yarası ve ne kadar yol geldiniz bilmiyorum ama bu gencin teni çok soluk.” Bakışlarım Hakan’a döndü ve yerimden doğrulup onun yanına gittim. Elimi tenine koyarken buz gibi olduğunu fark ettim. Bu suçluluk duygumu daha da arttırdı. “İki gün bekleyelim eğer uyanmazsa şehre götüreyim.” Başımı olumlu anlamda salladım. Uyanırsa yine de hastaneye götürmelerini isteyecektim. Uyanmazsa daha kötü olmasın diye götürebilirdi.

 

“Aç mısın?” Kadına başımı çevirdim. O sırada karnımda çalan zilleri duydum. Yemeğimi Hakan’a vermiştim ve ben hiçbir şey yememiştim. O yüzden acıkmıştım. Çekinerek kafamı olumlu anlamda salladım. Kadın yanımızdan ayrılıp, mutfak diye düşündüğüm yere girdi. Bakışlarım tekrar Hakan’a döndü. Onu böyle görmek çok kötü olmama neden oluyordu.

 

“Sevgilin mi?” Adama başımı çevirirken olumsuz anlamda başımı salladım. Başka bir şey söylemek istemiyordum. O da sormadı. Başımı Hakan’ın yastığına yasladım ve başım başına değdi. Yabancı bir yerdeydim. Tanıdık birinin varlığına tutunma isteği duydum. Bu uyanık olmasa da Hakan olacaktı.

 

Adam, Hakan ile ilgilenirken kadın benim için yemek koymuş, beni de çağırmıştı. Karnımı doyururken birazını Hakan’a ayırmak istedim ama kadın daha yemek var diyerek hepsini benim yememi söyledi. Aç olduğum için karşı çıkamadım ve karnımı doyurdum. Sonra kadın bir duşa girmem gerektiğini söyledi ve ben hiç ikiletmeden dediğini yaptım. Duştan sonra da şömine karşısında uyuya kalmıştım. Bir kâbus ile uyanmış, odada kimseyi görememiştim. Hava kararmıştı. Muhtemelen geceydi. Doğrulup Hakan’ın yanına gittim ve onu kontrol ettim. Başına koyulan bezin kuruluğunu kontrol ettim ve yana koyulan sirkeli suya tekrar batırıp, sıkarak başına koydum. Ellerim titreyerek kazağına gitti ve karnını görecek şekilde açtım. Yarası dikilmişti. Adam dikmiş olmalıydı.

 

“Seni koruyamadığım için özür dilerim.” Kazağı bırakıp, bezi düzenledim ve karşı koltuğa geçip, Hakan’a baktım. Gece boyunca başında durmak istedim. Uyanırsa korksun istemiyordum.

 

Saat beş civarıydı. Göz kapaklarım artık dayanamıyordu ama uyumamakta kararlıydım. Bir yanım korkuyordu. Katil bu evi bulursa hepimizi öldürebilirdi. Bu insanların başına da iş açıyordum ama başka çarem yoktu. Hakan, iyi olur olmaz burada gidecektik. Onların başını da yakmak istemiyordum. Umarım biz buradayken katil bizi bulmazdı.

 

“Mihra.” Hakan’ın ağzından çıkan isimle dik durdum. Sayıklıyordu. Acaba kâbusunda ne görüyordu da sevgilisinin adını sayıklamıştı? Kafam hâlâ çok karışıktı. Kafama vurulmadan önce Mihra’yı görmüştüm. Göz yanılsaması değilse oydu emindim. Mihra’nın bize ihanet etme olasılığını düşündüm ama bunu yapması için bir neden yoktu. Hiçbirimizin ona zararı olmamıştı. Hakan’ı harcayamazdı. O Hakan’ı çok seviyordu ve Hakan’da onu çok seviyordu. Bunun göz yanılsaması olduğunu düşünmek istedim. Öyle olmasa da öyle görmeye çalıştım.

 

Hakan, sessizliğe bürününce bende geriye yaslandım ve kafamı yastığa koydum. Beynimin için geçmiş zamanımız vardı. Anılarla doluydu. O anın içinde Lerzan’da vardı.

 

GEÇMİŞ

 

“Sanırım bütün derslerden geçtim!” Mihra’nın sevinciyle bende elimdeki telefondan notlarımı kontrol ediyordum. Aşağılara indikçe güzel sonuçlar görüyordum.

 

“Benim için aynısı geçerli değil. İki tane büte ders bıraktım.” Lerzan’ın yakınması ile kalbim titredi. Bende ders bırakmış olabilir miydim? Biraz daha aşağı indim ve son derse girdim.

 

“Ay!” diye bağırdım ayağa kalkarak. “Hepsinden geçmişim. Teşekkürler Allah’ım.” Kaya, elimden tuttu hızla ve benimle birlikte döndü. Benim mutluluğumla mutlu olan bir arkadaşım vardı.

 

“Bende aynı şekilde.” Hakan’da konuşunca Mihra ve Hakan, sevincini birlikte yaşadı.

 

“Ben de bir ders düşük ama büte ders bırakmadım.” Mirza’nın notlarını da duyduk. “Ben de hepsinden geçtim.” Sevgilisi Damla’da bizim gibi mutluydu. Bakışlarım Gurur’a kaydı. Tek notunu söylemeyen oydu.

 

“Neden öyle bakıyorsunuz?” dedi hepimizin ona baktığını fark ederek. Yüzü asıktı. Kötü mü geçmişti? Kaya, beni bırakıp Gurur’un yanına gitti. “Oğlum benim kötü alma ihtimalim var mı? Hepsini geçmişim!” Bu önce bir duraksattı sonra hepimizi güldürdü. Kaya, elini Gurur’un omzuna koyarken bunu kıskanıp, oraya ilerledim. Kollarımı birbirine bağlayıp onlara baktım. Bakışları bana döndü.

 

“Ne?” dedi Kaya öylece dikilmemi sorgulayarak. “Kaysana oğlum!” dedi Gurur, Kaya’yı kalçası ile kenara itti. Hızla gülerek aralarına yerleştim. Bu diğerlerini de güldürmüştü. “Kıskanç paçoz!” Kaya, ayağa kalkıp gözlerini kısarak bana baktı ama onu umursamadan bileğini tuttum ve yanıma çektim.

 

“İlgi istiyorum.” Kaya, gözlerini devirirken, Gurur, başıma öpücük bıraktı. İşte aradığım mutluluk buydu. Arkadaşlarımın ilgisi.

 

“Bunu kutlayalım!” Lerzan, konuşunca herkes ona baktı. “Nasıl kutlayalım?” Mirza’nın sorduğu soruya bizde katıldık. Tek kötü notu olan oydu ama kutlamamızı istiyordu. “Hmm...” diyerek düşündü ardından aklına bir fikir gelmiş gibi güldü. “Gece kulübüne gidebiliriz. Deli gibi sarhoş olup, oradan başka yerlere akarız.” Bu güzel bir fikir gibi gelmiyordu. Ben ayık olmak istiyordum.

 

“Karaoke bara gidebiliriz oradan lunaparka.” Benim fikrim bana cazip geliyordu ama onlara gelmeyebilirdi. Fikirlere açıktım. İçkisiz olan fikirlere.

 

“Çocuk işi!” Lerzan, yakınınca kaşlarımı çatarak ona baktım. “En azından seninki gibi içki dolu değil.” Lerzan’ı severdim ama bazen değişik oluyordu. Beni sinirlendiren bir cisme dönüşüyordu.

 

“Kavga etmeyin. Kura çekelim.” Bunu kabul ettim ve çantadan bir defter çıkardım ve herkese küçük parça verdim. Kalemleri de kendilerinde vardı.

 

“Karaoke barı mı yoksa gece kulübümü yazın.” Ben kendi istediğimi yazarak katladım ve diğerlerini bekledim. Diğerleri de bir şeyler yazıp bana verdi. Şimdi açabilirdim. Kağıtları karıştırdım ve tek tek açtım.

 

Gece Kulübü

Gece Kulübü

Karaoke Bar

Gece Kulübü

Karaoke Bar

Gece Kulübü

Karaoke Bar

Gece Kulübü

 

“Gece Kulübü!” Lerzan, sevinirken yüzümü astım. Hiç eğlenceli değildi. “Mızıkçılık yapma!” Omuz silktim ve defteri çantaya bıraktım. Daha sonra herkes dağıldı ve akşam için hazırlanmaya başladı. Herkesin mutlu olduğu ama benim mutsuz olduğum bir gece olacaktı.

 

Geçmiş güzeldi. Geçmiş her zaman güzeldi. Bazı şeylerin pişmanlığını yaşasak da yine de o güne dönmek isterdim. Keşke şu zaman da değil de o zaman da olsaydık. Birkaç üniversiteli gençken, savaştığımız şeyler sınavlar olurken şimdi kaçmak için savaşıyorduk. Ölümden kurtulmaya çalışıyorduk. Üstelik geçmişten üç kişi ayrılmıştı. Acı ama gerçekti. Geleceğe dair hayalleri olan insanlar bunları kaybetmiş, yukarıda bir yerlerdeydi. Belki de bizi izliyorlardı. Bizim kurtulmamız için birilerine yalvarıyorlardı.

 

“Farah,” Hakan’dan gelen sesle gözlerim açıldı ve başım doğrudan Hakan’a odaklandı. Hava ne ara aydınlanmıştı anlamamıştım. Sanırım geçmişi düşünürken içim geçmişti.

 

“Buradayım.” dedim onun yanına ulaşıp. Alnındaki bezi kontrol ettim ve tekrar sirkeli suyla ıslatıp, alnına koydum. Hakan, elini yarasına götürüp dişlerinin arasından tısladı. “Dokunma. İyi olacak.” Elini çekti ve bakışları bana döndü. Sonra etrafı inceledi ve tekrar bana döndü.

 

“Beni bırakmamışsın.” Başımı olumlu anlamda salladım. “Teşekkür ederim.” Ufak bir gülümseme koydum dudağıma ve ayağa kalktım.

 

“Teşekkür etmene gerek yok. Arkadaşız.” Mutfağa gidip bardağa bir su doldurdum ve tekrar salona döndüm. Suyu Hakan’a yavaşça içirirken bir yandan da etrafa bakıyordum. Gelen kimse yoktu. “Hakan, burada kalma bahanemizi sakın bozma. Ben depresyondaydım ve ölmek istedim. Sen de beni kurtarmak için bıçağı eline aldın ve bıçak sana saplandı.” Hakan, gözlerini kocaman açarak bana baktı. Büyük ihtimal neden yalan söylediğimi düşünüyordu. “Öyle gerekti.” dedim kısa bir şekilde ve bardağı sehpaya bırakıp, koltuğa oturdum.

 

“Ne zamandır buradayız?” Çok olmamıştı. Cebimden telefonu çıkarıp, ekranı açtım ama kapandığını gördüm. Şarj bitecek zamanı bulmuştu. Şarjını doldurmalıydım.

 

“Çok olmadı. Bir gün bile olmadı.” O sırada merdivenlerden ses geldi. Bakışlarımı oraya çevirdiğim de adam aşağı iniyordu. Üzerinde pijama takımı vardı ve saçları dağınıktı. Uykudan yeni uyanmıştı. Bizi fark etmeden mutfağa doğru ilerledi ve bir bardak çıkarıp su doldurdu. Suyu içerken gözleri kapalıydı ve sanırım uykudan uyanamamıştı. Suyunu içti, mutfaktan çıktı. Bizi yine fark etmeden merdivenlere ilerledi ama o an durdu. Yavaşça arkasını döndü ve gözlerini kırpıştırdı.

 

“Ah!” dedi bir şeyi hatırlamış gibi. “Sizi unuttum.” Gözleri açık Hakan’a kaydı bakışları. Kendine gelmeye çalışarak yüzünü ovaladı ve bize doğru ilerledi. “Gözlerini açmışsın.” Hakan, yabancı kişiden korkmuştu ama benim sesimin çıkmamasından bir şey olmayacağını anlamıştı. Konuşmadı onun yerine ben cevap verdim.

 

“Teşekkür ederim. Biz, Hakan kendine gelir gelmez gideceğiz.” Adam bana döndü ve dediğimi önce anlamdı daha sonra elini sağa sola salladı.

 

“Sorun değil. Tamamen iyileşmeden gitmeyin.” Ona zorunlu bir gülümseme sundum. Gitmekte mecburduk yoksa size de zarar gelecekti. En geç yarın buradan ayrılmamız lazımdı.

 

“Şarj aletiniz var mı?” Konuyu değiştirip gerekli olan şeyi sordum. Adamda televizyon komodinini açıp içinden şarj aleti çıkardı ve bana verdi. Bir priz bulup şarjımı taktım ve telefonu açtım. “Şebeke çekmiyor değil mi?”

 

“Çekmiyor ama bazen de gelip gidiyor.” Bu Hakan’a dönmeme neden oldu. O da benim gibi düşünüp bana bakmıştı.

 

“Siz ormanda ne yapıyordunuz. Burada bir yerlerde kalıyor olmalısınız.” Adamın sorgulaması normaldir tabii. Biri yaralı biri çıplak kişiyi evine almıştı. İster istemez bunların kalacak yeri yok mu diye düşünürdü.

 

“Evet, buraya yakın bir yerde evimiz var ama arkadaşım oraya kadar dayanamadı.” Bundan emin değildim. Eve ne kadar uzaktık bilmiyordum. Geride bıraktığımız arkadaşlarımız yaşıyor mu onu da bilmiyorduk. Gurur’u çok merak ediyordum. Yaşıyorsa eğer benim için çok endişelenmiş olmalıydı. Bir yandan da onu çok özlemiştim. Onun sıcaklığını özlemiştim.

 

“Anladım. Gidecek yeriniz var.” Başımı olumlu anlamda salladım ve açılan telefonuma baktım. Şebeke çekmiyordu. Suratımı asarak telefonu kenara bıraktım ve koltuğa ilerledim.

 

“Günaydın!” Neşeli bir şekilde aşağı inen kadın ile ister istemez gülmüştüm. Kocası uykulu şekilde inerken kendisi enerji dolu inmişti. “Misafirlerimiz de uyanmış.” Bakışları Hakan’ın üzerindeydi. “Güzel bir kahvaltı yapalım.” Kadın hızla mutfağa ilerlerken ben de ayağa kalktım ve peşinden ilerledim.

 

“Bende şömineyi yakayım.” Mutfağa geçerken adamın da sesini duydum. Kadının yanına gittiğim de bana hızla döndü.

 

“Hayır, ben yaparım. Sen geç otur.” Başımı olumsuz anlamda salladığım da bir süre bana baktı ardından omuz silkip, önüne döndü. Elimden geldiğince ona yardım ederek bir kahvaltı hazırladık. Daha doğrusu o hazırladı ben sadece dolaptakileri çıkardım. Düzgün bir kahvaltı yapacağımız için mutluydum. Adam dışarıdan gelmiş, şömineyi yakmış ve sıcak bir ev yapmıştı.

 

Bir an düşündüm. Keşke bu mutluluk bizde de olsaydı. Keşle bundan bir hafta önce geldiğimiz gibi mutlu olsaydık. Erkekler ateşi yakarken kızlarda mutfakta olsaydı. Keşke korku dolu değil de mutlu olsaydık. Çok şey istemiyordum. Eskiye dönmek istiyordum. Hatta bu dağ evine bile gelmemek istedim. Belki o zaman mutlu olurduk.

 

Kahvaltı masasından bir tabak alıp içine birkaç şey koydum ve Hakan’ın yanına gittim. Oturamadığı için yanına çöktüm. Bana şaşkınca bakıyordu. “Gerek yok.” Başımı olumsuz anlamda sallayıp, çatala salata batırdım ve onun ağzına uzattım. Önce çekindi ama sonra aldı. Böyle bir durumda ben olsaydım o da bana yardım ederdi. Yardım etmese de karşılıksızdı her şey.

 

Kahvaltıdan sonra kızla oturmuş kahve içmiştik. Adam biraz odun toplamaya çıkmıştı. Hakan ise uyuyordu. İsimlerini öğrenmiştim ve onlara artık isimleri ile sesleniyordum. Kızın ismi İlayda, Adamın ismi Mert’ti. Güzel isimleri vardı. Evlilerdi. Bir çocuk bekliyorlardı. Bunu duyduğumda gerilmiştim. Buradan gitmek istemiştim ama Hakan’ı da bu durumda bırakmak istemiyordum. Yarın ilk iş buradan gidip, gelecekleri olan bu çiftten uzaklaşmaktı.

 

Akşam onları karşıma almış, her şey için teşekkür etmiştim. Yarın kahvaltıdan sonra yola koyulmamız gerektiğini söylemiştim. Aslında Hakan’ı hastaneye götürmesini isteyecektim ama daha fazla zarar olsun istemedim. Kadın hamileydi ve daha fazla zarar olmamalıydı.

 

Herkes uyuduğunda ben uyuyamadım. Hiç evlenme hayalim olmamıştı. Gurur’u severken bile böyle bir hayale tutunmamıştım. Aklıma bir anda Kaya’nın öldüğü gün geldi. Gurur orada bana çocuğumuz olmayacak demişti. Çocuğumuz. O ve benim çocuğum. Benim aşk itirafıma karmakarışık bir cevap veren kişi orada çocuğumuz olmayacak demişti. Hiç ilerideki çocuğumu düşünmemiştim.

 

Kaya’nın isteği kulaklarıma ulaştı. Buradan çıkarsak çocuğumuzun adını Kaya koymamızı istemişti. Böyle bir isteği nasıl isteyebilirdi? Benim yüzümden ölürken benden böyle bir isteği nasıl isteyebilirdi. Bana kızması lazımdı. Senin yüzünden ölüyorum ama sana kızgınım demesi lazımdı. Ölürken beni suçlaması lazımdı.

 

Düşüncelerimin havuzundan çıkamadım. Hepsi zihnime teker teker düştü. En son sabah olmuştu. Gözüme giren aydınlık ile gözlerimi ovuşturdum. Tamamen aydınlanan hava ile kendime gelmeye çalıştım. Ayağa kalkıp, telefonu şarjdan çıkardım ve saate baktım. Saat ona geliyordu ama hâlâ kimse uyanmamıştı. Temiz hava almak iyi gelecekti. Telefonu cebime koyarak dışarıya çıktım ve temiz havayı içime çektim.

 

Bu ev kan kokmuyordu. Bu bahçe kan kokmuyordu. Temizdi. Buradaki masumluğa kimse dokunamamıştı. Biraz daha ilerleyip yola doğru çıktım. Kar yağmıyordu. Rüzgâr hafiften esiyor, saçlarımın arasına karışıyordu.

 

“Üşüyeceksin.” İlayda’nın sesi ile arkamı döndüm. Bana doğru gelmişti. Üzerime bir hırka örttü. Ona gülümseyerek baktım.

 

“Teşekkür ederim.” İlayda’da başını sallayıp önüne döndü. Bir süre karşıya baktık. Bir şey konuşmadık. “Kızının adını ne koyacaksın?” Evet, İlayda’nın bir kızı olacaktı. Belki onun gibi güzel bir kızı olurdu. Giydiği kıyafetler karnını saklıyordu.

 

“Ad düşünmedim ama senin adını çok beğendim. Mert ile konuşup adını Farah koyacağım.” Bu gözlerimdeki ışıltıyı geri getirmişti. İlk defa biri benim adımı koyuyordu. Küçük Farah, umarım benim kaderimi yaşamazsın.

 

“Farah...” diye mırıldandım. “Umarım hayatın hep güzel olur.” Kulak tıkayacak silah sesi ile ikildim ve yüzüme sıçrayan kan ile gözlerimi kocaman açtım. İlayda’nın önce gözlerindeki neşe gitti sonra ayaklarımın dibine yığıldı. Ne yapacağımı şaşırdım. Katile bakmadan yere eğildim ve kafasını tuttum ama elime bulaşan kan ile hızla geri çektim ve çığlık atarak bir adım geriledim.

 

“İlayda!” Mert’in sesi ile oraya bakamadım bile ama bana doğru yaklaştığını anladım. “Hayır!” Mert, ayağımın önünde cansız bir şekilde yatan İlayda’yı kollarının arasına aldı ama daha ona sarılamadan bir silah sesi daha duyuldu ve bu kez Mert’te İlayda’nın yanına düştü. Kan kokmayan bu yer şimdi kan kokuyordu.

 

Bir hıçkırık dudaklarımdan dökülürken, gözyaşlarım akmaya başlamıştı. Gözlerim katillere çevrildi. “Hamileydi.” dedim. Ne düşündüklerini buradan göremiyordum. Gözlerim buğuluydu. “Annemde hamileydi!” Annemin karnındaki bebek aklıma geldi. Karnında kardeşim varken bir cani yüzünden ölmüştü. Ellerim titrerken ne yapacağımı bilmiyordum.

 

“Farah!” İsmim söylenmişti. Hakan’ın sesi değildi. Bakışlarımı çevirdiğimde Damla olduğunu gördüm. Bana doğru koşarak geliyordu. “Yaşıyorsun.” Beni kollarının arasına alırken dudaklarından bir hıçkırık çıktı. Bizi aramayı bırakmamışlardı. Pes etmemişlerdi. Bizi bulmuşlardı ama burası doğru bir zaman değildi.

 

“Damla,” dedim daha çok ağlayarak. Küçük bir çocuğun annesine sarıldığı gibi sarıldım ona. Ben küçük çocuktum ve o da annemdi. Ben her zaman savunmasızdım. Ben on bir yaşındaki korkmuş küçük kız çocuğuydum. Ve şu an anladım ki ben asla büyümemiştim. Sadece yaş atlamıştım ama ben hep on bir yaşındaki çocuk olarak kalmıştım.

 

 

Bölüm : 01.05.2025 13:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...