
On Dördüncü Bölüm: Bir Acı Meselesi
Hakan Çetin
Acı içinde kıvranırken dışarıdan gelen sesler kalbimi sıkıştırıyordu. Yerimden kalkmıştım ama kendimi direkt yerde bulmuştum. Başımı koltuğa dayamış, dayanılmayacak olan acının geçmesini bekledim. İki el silah sesi duyulmuştu. Farah’a bir şey oldu korkusu vardı. Bu kadar ilerlemiştik. Birden onun ölmesine dayanamazdım. Beni geride bırakmamıştı. En başından onu suçlamama rağmen yanımda olmuş, dün yemek yememe bile yardım etmişti. Beni buraya bıraktıktan sonra kaçabilirdi ama yapmamıştı. Yanımda durmayı tercih etmişti.
Ayağa zorla kalktım. Dengede durmam için biraz zaman lazımdı. Kendimi toparlayıp tam düz duracağım vakitte kapı hızla açıldı ve apar topar Farah ve Damla girdi içeri. Damla’nın burada olmasına şaşırırken, Farah’ın hâlini görünce endişelendim. O sırada arkasından giren iki katil ile gerildim. Bizi bulmuşlardı. Arkadan ev sahiplerinin girmesini bekledim ama yoklardı. Duyduğum iki el ateş sesi onlara doğrultulmuş olmalıydı. Bize yardım eden iki masum can...
“Hakan.” Damla, bana seslenince ona baktım. Daha fazla ayakta duramayıp, koltuğa oturdum. Baş parmağımı iyiyim der gibi kaldırdım. Damla, Farah’ı koltuğa oturtup, kendi de oturdu. Farah, Damla’nın kollarından kendini ayırmıyor, öylece boşluğa bakıyordu. Gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı. Bir anda karşımda bir çocuk gördüm. Bu Farah’ın çocukluğuydu. Bana anlattığı şeylerden sonra onu gördüğüm çocukluktu.
“Farah,” dedim ona seslenerek. Bakışları boşluktan kopup, yavaşça bana döndü. Bir süre baktı ardından yüzü kırıştı ve daha çok ağlamaya başladı. Dudaklarım büzülürken, ne yapacağımı bilemez hâlde Damla’ya baktım.
“Karşısında iki tane kişi öldü. Atlatamadı.” Yüzündeki ve elindeki kanlar bunu açıklıyordu. Farah, çabuk etkilenen bir kızdı. Arkadaşlarımız ölürken de böyle etkilenmişti. Kaya, öldüğünde kendini odaya kapatmıştı. Şimdide bize yardım eden iki can ölünce bu hâle gelmişti. Farklı bir şeyler vardı. Onlar tanımadığı insanlardı. Masum bile olsalar Farah neden bu kadar etkilenmişti?
“Dışarıda ne demek istedin anlat!” Katillerden biri konuşunca elindeki silahtan ürktüm. Silahın doğrulduğu kişi Farah olmuştu. Farah, gözyaşları içinde onlara baktı. Gözlerinde bir duygu daha yakalamıştım. Nefret duygusu.
“Hamileydi o!” diye birden bağırınca ikildim. “Gelecek hayalleri vardı!” O an Farah’ın neden bu kadar etkilendiğini anladım. O şerefsiz anne ve babasını öldürürken annesi hamileydi. Bunu Farah sonradan öğrenmiş, artık hiçbir şey yapamamıştı. Şimdi bir hamile kadının daha ölmesi geçmişe döndürmüştü. Karşımdaki kişi 22 yaşındaki Farah değil, 11 yaşlarındaki Farah’tı.
“Annemde hamileydi derken neyden bahsettin!” Karşıdaki kişi bağırınca korkar sandım ama korkmadı. Damla’nın kollarından hızla ayrılıp ayağa kalktı ve onlara doğru yürüdü. İki silahta ona dönerken, durmak zorunda kaldı. Damla, hızla ayağa kalkıp, Farah’ın yanına gitti. Ben ise öylece otura kaldım. Yaram yüzünden kalkamıyordum.
“Bilmiyormuş gibi davranma!” O kadar çok bağırıyordu ki bir an katili sinirlendirip, ölecek sandım. Bu cesaret nereden geliyordu? “Annemi öldürürken hiç mi araştırmadın hamile mi değil mi diye?” Nefretini kusarken karşıdaki katilin gözlerinden bir şeyler anlamaya çalıştı. Bir an dedim karşıdaki kişi Farah’ın düşündüğü kişi değil mi?
“Anneni kim öldürdü?” O an anladım farklı bir katil olduğunu. Tek anlayan ben değildim. Farah’ta sessiz kaldı. Derin nefesler alarak karşıdaki kişinin söylediğini anlamaya çalıştı. “Konuş!” Farah’ın bakışları bana döndü. Başımı olumsuz anlamda salladım ona destek olmak amaçlı. O da bunu hemen anladı ve katile döndü.
“Sen değilsin.” dedi sadece her şeyi tamamen anlayarak. “Cehenneme kadar yolunuz var!” Farah, geriye doğru çekilirken silahlar Damla’ya döndü. Bunun olması ile Farah yerinde dururken bende doğruldum. İkimiz de mesajı aldık.
“Söyle yoksa burada sen hariç iki arkadaşını da öldürürüm.” Bunu yaparlardı. Gözlerini kırpmadan arkadaşlarımızı öldürmüşlerdi. Şimdi ise iki yabancıyı öldürmüşlerdi.
“Sanki söylesem bile bizi sağ bırakacaksın.” Farah, geri durmuyordu. Bir yandan korkuyor bir yandan bir şeyin önlemini almaya çalışıyordu.
“Bugün burada kimse ölmeyecek. Hepinizi eve bırakacağız. Oyun bitmedi ama sen konuşmazsan oyun biter ve buradaki dair dağ evindeki arkadaşlarını da öldürürüm. Oyun erken biter.” Farah, sustu. Düşündü. Bakışları önce Damla’ya döndü ardından bana baktı. Bir şeyler bekliyordu. Bir destek ama o ikimizde de yoktu. Bu Farah’ın olayıydı ve ona söylemesi için baskı yapmayacaktım. Kendi canım için bunu yapmayacaktım.
Farah, ellerine baktı önce ardından derin bir nefes alıp ellerini arkaya sakladı. Elindeki kanın gerçekliğini kavradı. Az önce üç masum ölmüştü. Biri daha doğmadan ölmüştü. Onun acısını yaşıyordu. Nasıl karar vereceğini bilmiyordu.
Damla, elini Farah’ın eline götürdü ve onu destek verir gibi tuttu. Ne karar verirse versin ona kırgın olmayacaktı. Ölse bile hakkını helal edeceğini biliyordum. Ben de aynısı olur muydu bilmiyordum. Kendi canım için ona karışamazdım ama ölürsem helal etsem bile kırgınlığım geçer miydi bilmiyordum. Hoş, öldükten sonra da kırgınlık diye bir şey olmayacaktı.
“O,” dedi dudaklarını ıslatırken. Ağzına almıyordu o ismi. Korkuyordu. “Arkadaşımı öldürdü.” dedi karşıya diktiği gözleriyle. “Beni susturdu.” O acıyı sanki yeniden yaşıyordu. Karşıya dikmişti gözlerini. “Konuşmayayım diye tehdit etti, annemi öldürdü.” Bakışları karşıdan kendine silah tutan katile döndü. “Annem hamileydi. O kadında hamileydi. Senin de ondan bir farkın kalmadı.”
Karşıdaki katiller birbirine baktı. Katil değillermiş gibi bir hâle büründüler. Karşıdaki kişiler Farah’ın katili olmasa da dağ evinin katiliydi. Onların da o katilden farkları yoktu. İkisi de silah tutuyordu. İkisi de gözünü kırpmadan öldürüyordu. Tek fark isimdi.
Arkadaki katilin silahın yönü yer oldu. Omuzları çökmüştü. Neden böyle olmuştu anlayamadım. O sırada onun vücut yapısı dikkatimi çekti. Bu beni bıçaklayan katildi. Farah’ın vurduğu kişiydi. Farah, katil olmamıştı.
“O adam sana başka ne yaptı?” Ne olduğunu anlayamamıştım. Neden bunu merak ediyorlardı? Farah ve Damla’nın da dikkatini çekmişti. Hoş Damla’nın haberi yoktu. Farah ona değil bana anlatmıştı. Aslında anlatmayacaktı ama ben onu suçlu gördüğüm için bunları anlatmıştı yoksa bu acıları dile getirmek onu yaralıyordu.
“Neden merak ediyorsunuz?” Farah yerine Damla sordu bu soruyu. Farah’ın hafif önüne geçti ve onlara karşı geldi. Damla, benim gözümde hep cesur bir kızdı. Farah’a karşı ayrı bir zaafı vardı. Baştan beri onun masum olduğunu düşünüyordu ve onu hep destekliyordu.
“Başka ne yaptı?” Damla’yı umursamadı ve Farah’a bakarak tekrar bu soruyu sordu. Ben zorla ayağa kalkarken, Damla bunu fark etmiş hemen yanıma gelerek destek çıkmıştı. Silah artık Farah’a doğrultulmamıştı. Silahın ucu bizdeydi.
“Ben anlatamam.” dedi sesi titrerken. “Günlük.” dedi sonra. Onun yanına vardığımız da onun omzundan tutmuştum. “Günlükte yazıyor.” dedi. Günlük olayından bana bahsetmemişti o yüzden bilmiyordum.
“Günlük.” dedi karşıdaki adam konuşurken. “Nerede?” Sesi garip bir hâl almıştı. Nedenini bilmiyordum. Bilmek istemiyordum. Ne hissettikleri umurumda değildi. Tek umurumda olan Farah’ın hissettikleriydi.
“Farah, tek kelime etme. Günlükten okusunlar. Sen bahsetme.” Böylesi daha iyiydi. O konuşursa onu toparlayamazdık. Farah’ın dolu gözleri bana döndü. Yardım et dercesine bakıyordu ama benim tek yapabildiğim ona verebildiğim destekti. “Günlük evde.” dedim onun yerine konuşarak. Orada olduğunu bile bilmiyordum ama sağ salim eve gitmek istiyordum. Fazla kişi olursa daha da güvende olabilirdik. Ayrıca sevgilimi özlemiştim.
“Geçin önümüze ve dışarıdaki arabaya binin. Dağ evine gidiyoruz.” Sanki normal bir tatil yapıyormuş gibi zorla da olsa arabaya bindik. Öne iki katil binerken, Farah’ı ortaya alacağımız şekilde bizde arkaya bindik. Bir katil araba sürüyor bir katil silahı bize doğrultmuştu. Tedbiri elden bırakmıyorlardı.
“O günlükte ne yazdığı sizi ne ilgilendiriyor?” Silah Damla’ya dönerken ona baktım. Yürek yemişti bu kız. Küçücük arabada böyle cesaret nereden geliyordu?
“Oraya gidince göreceğiz.” Farah, yanımda titrerken elimi onun eline koydum. Bakışlarım Damla’ya kaydı. O da anlamış gibi Farah’ın elini tuttu. “Sen bu kızı seviyor musun?” Öndeki katil bunu sorarken kaşlarım çatıldı. Bunu da nereden çıkardı?
“Farah benim arkadaşım. Benim sevgilim var.” Mihra’yı seviyordum. Farah’ı da seviyordum ama arkadaş olarak seviyordum. Mihra’ya bağlıydım. Bizim geçmişe dayanan birlikteliğimiz vardı.
Herkes sessiz kaldı. Dağ evine kadar kimse konuşmadı. Dağ evine geldiğimizde ise arabadan indik. Gurur, kapıya çıkarken önce katillere baktı ardından Farah’a döndü. Onu görür görmez ise hiç durmadan direkt buraya geldi ve Farah’ı kollarına aldı. “Güzelim,” dedi onu kendine bakmaya zorlarken. Farah, hiçbir şey demeden başını aşağıya çevirmişti. Bana anlattıkları günlükte yazıyordu ve bunu Gurur’un duyacak olması onu tedirgin ediyordu. Anladığım kadarıyla Farah, Gurur’u seviyordu. Ona bunu söylemek istemiyordu. Ondan kopar diye.
“Gurur, kötü şeyler yaşadı. Zaman ver.” Ben konuşurken bana baktı bir süre arından başını olumlu anlamda salladı. “Bana yardım eder misin? Damla, zor taşıyor.” Gurur’un kaşları çatıldığında ona açıklama yapmadan karnımı açtım ve yarayı gösterdim. Hemen anlayarak bir koluna beni aldı bir koluna Farah’ı aldı. Beraber eve geçtik. Kendimi koltuğa atarken biraz derin bir nefes aldım. Yaram çok acımıştı.
“Garip. Katillerden kaçarken iki katili aramıza alıyoruz.” Gurur’un konuşmasına hak verdim. Katillerden kaçarken şimdi aramızdaydı hem de iki kişiyi öldürmemiş gibi...
“Günlük.” diye hatırlatma yaptı katillerden biri. Bakışlarım Farah’a kaydı. Onun bakışları Gurur’un üzerindeydi.
“Bir şey mi kaçırdım?” Gurur, hiçbir şeyden haberi olmayınca soru sormayı esirgemiyordu. Damla, onun yanına oturup kulağına bir şeyler söyledi ve Gurur’un bakışı önce Farah’a döndü sonra katillere. Bir şey demeden oturmaya devam edince ne dediğini merak ettim ama bir şey söylemediler bende sustum.
Farah Yücel
Araba yolculuğumuzdan sonra kendimi zor eve atmıştım. O günlüğü Gurur’un yanında okumak istemiyordum ama bana başka bir fırsatta sunmuyorlardı. Yaptığımdan utanıyordum. Arkadaşımın ölümüne sustuğum için utanıyordum. Yaşadıklarım yüzünden utanıyordum. İki masum cana benim yüzünden zarar geldi diye utanıyordum. 11 yaşındaydım. Küçüktüm. O adam benden büyüktü. Ona karşı çıkamadım. Bana zarar verdi ama yine de sustum. Çok uğraştım. Unutmak için çok uğraştım ama unutamamıştım. Şu an ki yaşım unutsa da 11 yaşındaki yaşım unutamıyordu.
Hatırlıyordum. Sessiz sedasız ağlıyordum. Kimse beni duymasın diye battaniye altında ağlıyordum. Yine de biri beni duymuş, müdireye yetiştirmişti. Bana ne kadar soru sorsalar da onlara olanları anlatmamıştım. Yaşadıklarımı nasıl anlatabilirdim ki? Utanmıştım.
Ağlamam geçti. Bir gün yine yetimhaneye geldim. Sessiz sedasızdım. Bize bakan kadın yakaladı beni yine ağlarken. Sordu ne olduğunu. Sonra boynumdaki, kolumdaki morlukları gördü. Korktu. Müdireyi uyandırmak istedi ama onu engelledim. Beni yıkamasını söyledim. O kese izini hâlâ tenimde hissediyordum. Canım çok yanmıştı. Ben ağlarken bize bakan kadında ağlıyordu. Vücudumdaki kiri çıkarmak ister gibi keseledi beni. Sonra beni giydirdi. Vücudumu kapatacak şeyler giydirdi ve yatağıma yatırdı. O gün başımdan ayrılmadı. Beni koynunda uyuttu.
Ertesi sabah müdireye anlattı her şeyi. Beraber polise gittik. Hiçbir şey söylememiştim. O gün sesimi duymamışlardı ve bende o günden sonra konuşmamıştım. Hep sessiz kalmıştım. Benim sesimi kesmişlerdi. O gün küçük kızın çığlığını kimse duymamıştı. O günden sonra konuşmamıştım. İlk konuşmam ise Gurur sayesinde olmuştu. Beni o kadar çok güldürmüştü ki kendi sesimi bulmuştum. Gurur o an benim hem sesimi geri getirmişti hem de mutluluğumu...
Onlardan saklıyordum her şeyi. Hiçbir şey olmamış gibi susuyor, onlarla oyun oynuyordum. Onlara hiçbir zaman söylememiştim. Arkadaşımın ölümüne göz yumduğumu asla bilmediler. Sonra bir şey oldu ve bir ölüm gerçekleşti. Kaya, benim için öldü. Ölüm sebebi ise benim günahımı üstlenmek oldu. Kaya biliyordu peki Gurur? Bunca sene Kaya bildiği şeye susmuş muydu? Bana iyi davranmaya devam mı etmişti? Peki Gurur’da böyle yapıyorsa? Belki de bildiği için aşkıma karşılık veremiyordu. Onu da yaralamıştım. Belki de günlüğümü okumuştu ve yine sessiz kalmayı seçmişti.
Merdivenleri çıkarken bana zaman çok ağır geldi. O odaya girip günlüğü almak istemiyordum. Günlüğü açmak istemiyordum. Sayfaları yok etmek istiyordum ama onlara günlüğü vermezsem arkadaşlarımı öldüreceklerdi. Peki günlüğü neden bu kadar merak ediyorlardı? Katil düşündüğüm kişi değilse neden günlüğü merak ediyordu? Belki de onun adamlarıydı ve patronlarının hakkında ne yazılmış onu öğrenmeye çalışıyorlardı.
Odaya zar zor girdim. Ayaklarım geriye gidiyordu. Günlüğü koyduğum yerden çıkardım ve üstünde elimi gezdirdim. Bugün herkes her şeyi öğrenecekti. Bundan kaçamayacaktım. Bunu biliyordum. O yüzden bir şeyleri uzatmadım.
Odadan çıkınca aşağıda Mihra’nın olmadığını fark ettim. Onun da bir şeyleri öğrenmesini istiyordum ve sevgilisinin sağ salim döndüğünü söylemek istiyordum. Onu özlemiş olmalıydı. Hakan’ın da aklına gelmiştir belki ama o kafayla düşünüp çağıramamıştır. O yüzden bu görevi ben üstlendim ve kapısını iki üç kere vurdum. İçeriden herhangi bir ses alamadım.
“Mihra,” Adını seslenirken bekledim ama hâlâ bir ses alamadım. Uyumuş olmalıydı. Yorgunluktan bitap düşmüş olabilirdi. “Giriyorum.” Kapı koluna elim gitti. Kapıyı usulca açacağım sırada aşağıdaki katillerden biri merdiveni çıkıyordu.
“Ne yapıyorsun? Çocuk oyunu değil bu. Aşağıda seni bekliyoruz.” Ona tekme atıp merdivenlerden yuvarlanmasına neden olmak istiyordum ama kendimi zor tuttum. Dayanma gücümün son demlerindeydim. Tahammül edemiyordum bazı şeylere.
“Arkadaşımı çağırıyorum.” dedim dişlerimi sıkarak. Bakışları üzerimden ayrılmazken derin bir nefes alıp ve o nefesi sıkıntılı bir şekilde geri verdim. Kapıyı açıp, içeriye bir adım attığımda gördüğüm şey donup kalmama neden oldu. Hareket dahi edemedim. Hatta benden bağımsız çıkan çığlığımı bile zor duydum. Ellerim titrerken ne yapacağımı bilemedim.
Biri beni tuttu ve odadan çıkardı. Merdivenlerden ayak sesleri duydum. Kulaklarım tıkanmıştı adeta. Hiçbir şeyi net algılayamıyordum. Odaya girdiler çıktılar. Sesler yoğunlaştı. Görüş açım yavaş yavaş yok oluyordu ama duvara tutunup dengede kalmaya çalıştım.
Gördüğüm şey ise benim cehennemim oldu. Ben az önce Mihra Karabağ’ın ölümüne şahit olmuştum. Tavandan aşağı sallanan bedeni karşısında cansız kalmış, tüm gerçekliği zihnime yansıtmıştım. Mihra Karabağ, kendini asmıştı. Mihra Karabağ, arkasında sevgilisini ve arkadaşlarını bırakıp intihar etmişti. Bu dağ evi ona da mezar olmuştu. Dağ evinin arkası dört kişini mezarı olurken, dört kişi o mezarlığın etrafında ayaktaydı.
Ve Dağ Evi yavaş yavaş ölülerle dolan bir mezarlığa dönüşüyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 189 Okunma |
73 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |