16. Bölüm

DEM: 15.Bölüm

Dora
_doraa

On Beşinci Bölüm: Gerçek Her zaman Önümüzde

 

 

Farah Yücel

 

Dışarıdaki kulak tıkayıcı çığlıklar daha çok ağlamama neden oluyordu. Mihra’nın o bedenini gördükten sonra bir çeşit transa girmiştim. Kendimi koltukta bulmuştum. Oda da tek değildim. Bir katil benimleydi ve ayakta dikiliyordu. Ara sıra dışarı bakıyor ara sıra beni kontrol ediyordu. Benim ise tek yaptığım bacaklarımı koltukta kendime çekip, günlüğüme sıkı sıkı sarılarak oturmaktı.

O görüntüyü zihnimden silemiyordum. Mihra’nın yüzü kapıya dönüktü. Gözleri açık ölmüştü. Gözü belki de sevgilisinde kalmıştı. Onun öldüğünü düşünmüştü. Onu sağ salim getirmiştim ama bu kez Mihra’yı kaybetmiştim...

 

Hakan’ın çığlığı kulaklarımdan gitmiyordu. O yaralı hâliyle Mihra’nın bacaklarına sarılmıştı. Beni aşağı indirdiklerinde kapı aralığından görmüştüm. Mihra Karabağ, ölmüştü ama arkasından yaşarken ölenleri bırakmıştı.

 

“Bitecek.” dedim kendi kendime. Acılar bitecekti. Daha fazla ölüm olmayacaktı. Buna izin vermeyecektim. Ne olursa olsun bunu başaracaktım. Gerekirse ben ölecektim ama başkası ölmeyecekti. Başka arkadaşımın acısını çekemezdim. Ne Gurur’u ateşe atabilirdim ne Hakan’ı ne Damla’yı...

 

Elimdeki günlüğü bırakmadan ayağa kalktığım da kapıya yakın duran katilde bana baktı. Oraya doğru yürüdüğümde silahı bana uzattı ama ona bakmadan yanından geçtim. Ruhsuz olduğum için bir şey yapmamıştı. Üzerimde bir kazak vardı. İlayda’nın kazağı hâlâ üzerimdeydi. Yüzümdeki ve elimdeki kanları hâlâ yıkamamıştım. Kurumuştu. Ayağıma bir şey giymeden sadece çoraplarım ile kapı ardına çıktım.

 

“Böyle mi çıkacaksın?” Arkamdaki katil konuşunca duraksadım. Cevap versem uzayacaktı. Ona cevap verecek sesi bile kendimde bulamıyordum. O yüzden bir şey demeden yoluma devam ettim. O da arkamdan geliyordu. Bot seslerinden duyabiliyordum. Arka tarafa doğru ilerlediğimde gözüm ilk Gurur’u gördü. Elinde bir kürek vardı. Ellerini küreğin sapına koymuş, başını da ellerine yaslamıştı. Orayı daha kolay göreceğim mesafeye geldiğim de hepsinin bakışları bana döndü. Katil, Hakan ve Damla’dan biraz uzaktaydı. Hakan, mezarın başındayken Damla’da ona destek olmak amacıyla yanı başındaydı.

 

“Farah,” dedi Gurur, küreği kenara atıp bana doğru gelirken. “Bu hâlde dışarıda ne işin var?” Montunu çıkarıp bana verdi. İstemiyorum diyemedim. Omuzlarıma koymasına izin verdim. Onun gözlerine baktım. Gözlerimdeki yorgunluğu görmesini istedim. Gördü mü bilmiyorum. Onu geçerek Hakan’ın yanına gittim. Bakışları bana kaydı. Bir şey diyemedi zaten bende bir şey demeyecektim. Bakışlarım Mihra’nın mezarına gitti. Onu son gördüğümde ormanda Hakan’ı arıyordu.

 

“Biliyor musun?” dedim Hakan’a dönerek. Hakan’da kendisine söylediğimi anlayıp bana döndü. “Son anına kadar seni aramaktan vazgeçmedi.” Bunu görmüştüm. Orada nasıl didik didik her yeri aradığını görmüştüm. Buna şahit olmuştum.

 

Hakan, bunu söylememle daha çok ağlarken yutkunup, önüme döndüm. Günlüğü kucağıma koyup, iki elimle mezarını okşadım. “Özür dilerim.” dedim bir hıçkırık dudaklarımdan koparken. “Sevgilini daha önce buldum ama sana erken getiremediğim için özür dilerim.” Suçu kendimde buluyordum. “Ben getirmek istedim ama yaralıydı.” Suç bendeydi. Onu daha önce getirmeliydim. En azından şu an Mihra aramızda olurdu.

 

“Eve geçelim.” dedim Hakan’a bakarak. Bana anlamadığını gösteren bakış attı. Kucağıma koyduğum günlüğü kaldırıp ona gösterdiğimde gözleri günlüğe kaydı. “Tüm bu olanların benim suçum olduğunu Damla ve Gurur’da bilmeli.” Damla, bize yakın olduğu için bunu duymuştu. Zaten bende kısık söylememiştim.

 

“Ne demek bu?” Hakan ile birlikte Damla’ya döndük. O sırada Gurur’da yanımıza geldi. İkisi de duymuştu. Meraklıydılar. Benim neden olacağım şeyin ne olduğunu merak ediyorlardı.

 

“İçeriye geçelim.” dedim tekrar zorla ayağa kalkarken. Mont omuzlarımdan düşerken umursamadım. “Günlüğü ben okuyacağım.” Ben ilerlerken arkamdan sadece katillerden biri geldi. İçeriye geçtiğim de ilk yaptığım şey çoraplarımı çıkarmak oldu. Titreyerek koltuğa oturdum. Şömine yanıyordu birazdan ısınırdım.

 

Bir süre sonra diğerleri de içeri geldi. En son katiller içeri girmişti. Hakan ve Damla, ikili koltuğa otururken, Gurur’da tekli koltuğa oturdu. Bende diğer koltuktaydım. Hepsinde bakışlarımı gezdirdim. Hakan, az çok biliyordu. Bir şeyi atlayarak ona anlatmıştım. Bunu o da öğrenecekti.

 

“Bu duyacaklarınızdan sonra ne olur bilmiyorum ama şunu söyleyeyim hiçbir şey benim isteğim üzerine olmadı. Gurur, O gün sana günlük verdiğim de söylediğim gibi yapıp dediğim sayfayı okumuştun. Bana ne zaman okutacaksın gibisinden bir şey sormuştun. Şimdi o günlükte diğer sayfaları duyacaksın.” Günlüğümün ilk sayfasını açtım ve katillere baktım. Onlarda meraklıydı. Silahları bize doğrultmamışlardı. Derin bir nefes aldım. Gözlerim günlüğün ilk satırlarında gezindi ve dudaklarımı yalayarak ilk sayfaya karaladığım şeyleri okudum.

 

“Sevgili günlük, ben bir şeyler yazmayı beceremem. Zaten daha önce de günlük tutmadım. Ben sana iyi şeylerimi anlatmayacağım. Yaptığım ve pişman olduğum şeylerden bahsedeceğim. İsteyerek yaptığım bir şey değil yanlış anlama sadece zora dayatıldım. Mecbur bırakıldım.”

 

“Biri öldü. Biri değil, en yakın arkadaşım öldü. Karşımda cansız yatıyordu. Ses vermiyordu. Ona seslendim. Uyanmasını söyledim ama uyanmadı. Günlük, içini karartmak istemiyorum ama benim çocukluğum öldü. Onunla birlikte benim de çocukluğum öldü ama toprağa giren sadece oydu.”

 

İkinci sayfayı açarken, yutkundum. Bunları kekeleyerek okuyordum ve bu çok zordu. Kimse sesini çıkarmıyordu. Bakamıyordum. Utanıyordum. Bu günahın bedelini ben değil, Kaya çekmişti. Bunu öğreneceklerdi. Çok utanıyordum. Diğer sayfaya geçip, yutkundum. Okumak çok zordu ama devam ettim.

 

“Sevgili günlük, yine ben. O gün devamını getirememiştim. Sana bir sokak kenarından yazıyorum. Birazdan katili şikâyet etmeye gideceğim. Tek şikâyet girişimim değil, o gün oradan kurtulup karakola koştum. Serkan’ın öldürüldüğünü söyleyecektim ama telefonum çaldı. Kardeşimin çığlık sesi vardı. O şerefsiz beni kardeşimle tehdit etti. Korktum. Ona zarar vermesinden korktum. Bir korkak gibi sustum ve yakın arkadaşımın ölümüne sessiz kaldım.”

 

Bakışlarımı kaldırıp hepsine baktım. Hakan dışında hepsi şaşkındı. Gurur’un bakışlarında şaşkınlık dışında farklı şeylerde vardı. Bakışlarım katillere kaydığında onlarda gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp, yan sayfaya geçtim.

 

“Sevgili günlük. Ben kardeşimi güvenli bir yere koyup, yine karakola doğru yol aldım. O gün yemin ederim oraya gidiyordum ama biri tarafından alıkoyuldum. Kardeşimin olduğu yere götürdüler. Onu bulmuşlardı. Biliyor musun bana arkadaşımın ölümünden daha kötü bir şey yaşattılar. Bana kardeşimin önce işkence çekmesini izlettiler sonra onun ölümünü izlettirdiler. Susturuldum. O gün beni de dövdüler. Konuşursam daha kötü şeyler olur dediler. Arkadaşımın ölümüne sustuğum gibi kardeşimin de ölümüne susturuldum.”

 

“Kaya ve Gurur, bana ulaşmaya çalışıyorlar ama onları hep uzak tuttum. Benim yüzümden ikinci bir kişi ölmüştü ve ben onların da ölmesini istemiyordum. Günlerdir annem ve babam beni aramıştı ve ben bir sokağın arasında öylece yatıyordum. En son beni birileri fark etti ve ben onlardan da kaçtım. Eve gittim ve bir daha da kimseyle konuşmadım. Kimseye daha fazla zarar gelsin istemedim.”

 

Artık bunları okurken ağlıyordum. Tekrar onlara baktığım da yüzlerindeki garip ifade ve üzüntü beni karşıladı. Gözyaşlarım sayfalara düşüyordu. Gurur, ayağa kalkacağı sırada ona elimi kaldırdım ve dudaklarımı oynatırken otur dedim. Ben bunları anlatırken biraz da olsa günahlarımdan kurtulmak istemiştim. Diğer sayfaya geçerken zor okudum. Ağlarken okumak zor oluyordu.

 

“Günlük, artık dayanamıyordum. Tekrar karar verip, karakola koştum ama yolda yakalandım. Benim konuşma ihtimalim ile ailemi öldürdüler. Sonradan öğrendim annem hamileymiş. Anne ve babamla birlikte bana ikinci kardeş acısını yaşattılar. Yalnız kaldım. Yetimhaneye verildim. İlk ziyaretçim Gurur ve Kaya oldu. Ben onları ne kadar uzak tutsam da onlar beni yalnız bırakmadılar. Arkadaşlarının ölümüne sustuğumu söyleyemedim. Sebebi ise onlara da zarar gelmemesiydi. Ben yalnız kalmak istemiyordum. Ailemi kaybetmiştim. Ben kimsesizdim. Bir daha yalnız kalmak istemiyordum.”

 

Susarak o günleri düşündüm. O gün bunları yazdıktan sonra bir süre günlüğe dokunmamıştım ama yaşadığım o olayı da yazmadan duramamıştım. Sonra o zamandan bu zamana kadar günlüğümü açmamıştım. Günlük acı kokmuştu. Günlük ölüm kokuyordu. O koku oradan asla gitmedi. Günlüğe hep güzel anılar yazılırdı ama ben günlüğe ölümü yazmıştım. Günlük kan kokuyordu.

 

“Sevgili günlük. Bugün benim ölüm günüm. Ben onlara yalan söylememek için teslim olmaya gittim. Her şeyi itiraf edecektim ama yolda yine yakalandım. Ben hep yakalandım. Sanki beni takip ediyorlardı. Ne zaman karakola yol alsam beni yakalıyorlardı. Canımı yaktılar. Vurdular. Yaralar açtılar. Ama en acısı da ne biliyor musun? Masumiyetimi çaldılar. Günlük. Beni tamamen susturdular. Konuşmamam gerektiğini söylediler ben de sustum. Ben canım acıyarak sustum. Kendimi kirli hissettim ama yine de konuşmadım.”

 

“Canım yana yana yetimhane odama gittim. Kimseye bir şey söylemedim. Yine de yetimhanedeki abla fark etti. Sordu bana ama konuşmadım. Morlukları fark etti. Bana banyo yaptırdı. Ben ağladım o ağladı. Banyodan sonra kapalı kıyafetler giydirdi. O günden sonra hep kapalı kıyafetler giydim. Erkeklerden nefret ediyorum. O adamdan nefret ediyorum. Arkadaşımın, ailemin, çocukluğumun katilinden nefret ediyorum.”

 

“Farah,” Gurur, sesi titreyerek konuşunca ona baktım. O da ağlıyordu. Başımı olumsuz anlamda sallayıp, titreyen işaret parmağımı dudağıma götürdüm ve susmasını söyledim. Konuşursam devam edemezdim. Dediğimi yaptı ve sustu. Son yazdığımı okumak acı gelse de okudum.

 

“Sevgili günlük. Bu sana son yazışım. Eğer bir gün ölürsem bu acıyla yaşamak istemiyorum. Gurur ve Kaya’nın bunları okumasını diliyorum. Katilimi bulmalarını istiyorum. Bana bunları yaşatanı, Serkan’ı öylece gözümün önünde öldüreni bulmalarını istiyorum. Ünlü iş adamı Emirhan Güler’i bulmalarını istiyorum. Eğer ben ölmeden bu günlük birilerinin eline geçerse saklasınlar. Ben acı çektim. Bu günlük acı çekti. Başkası acı çekmesin.”

 

“Farah,” Bu kez Damla adımı söyledi. Beni dinlemeden yanıma geldi ve bana sıkı sıkı sarıldı. Gözyaşlarım onun omzunu ıslatırken o sadece saçımı okşadı. Sonra Hakan’da yanıma geldi ve zorda olsa o da bana sarıldı. Bakışlarım Gurur’a kaydı ama o yanıma gelmedi. Tek ihtiyacım belki de oydu ama o yanıma gelmedi. Belki de Serkan’ın ölümünü sakladığım için bana kırıldı. Kırgındı. Benim kendime kırgın olduğum gibi kırgındı.

 

“Hiçbir şeyin suçlusu sen değilsin.” dedi Hakan elini sırtıma koyarken. Bakışlarım ona kaydı. Buna inanıyordu ama ben inanmıyordum.

 

“Neden bize söylemedin?” Katillerden biri konuşunca arkadaşlarım benden ayrıldı. Üçümüzde onlara baktık. Ben şaşkındım. Neden onlara söyleyecektim? Onlar kimdi ki söyleyecektim.

 

“Ne?” dedim anlamayarak. Gurur, ayağa kalkınca bana gelecek sandım ama katillerin yanına geçince kaşlarımı çattım. Ne olduğunu anlamıyordum. Nasıl bir şeyin içine düşmüştük?

 

“Kanka ne yapıyorsun gelsene buraya.” Hakan, ona seslenince bende başımı salladım. Şu an bana destek olması gerekiyordu. Benim de ona üzülmemesi için destek vermem gerekiyordu ama o şu an katillerin yanında duruyordu. Ona zarar verebilirlerdi. Nasıl bu kadar cesaretli olabiliyordu?

 

“Arkadaşlar biz size yaşattıklarımız için özür dileriz. Affedilmeyecek biliyorum.” Nefesim kesilirken ne olduğunu beynim kavrayamıyordu. Bakışlarım Hakan’a döndüğünde gözlerini kısarak bakıyordu. Bir elim onun eline bir elim Damla’nın eline gitti ve ikisine de destek verirken, ikisinden de destek aldım. İçimden bir ses az sonra görmek istemeyeceğimiz gerçekleri göreceğimizi söylüyordu.

 

“Çıkar maskeni.” Gurur’un bize ihanet ettiğini öğrenmiştim. Bu en acısı olmuştu. Bir katil elini maskesine attı ve onu yavaşça çıkardı. Açığa çıkan yüz ile geriye çekildim ve sırtım Hakan’ın göğsüne değdi. Onun da nefes alışverişleri hızlanmıştı. Bunu sırtıma değen kalbinden anlıyordum.

 

“Kaya.” dedim sesim titrerken. Ölmüştü. Gözlerimin önünde vurulmuştu. Kan akıyordu. Kanı ellerime bulaşmıştı. Şimdi canlı bir şekilde karşımda duruyordu. Nefesim daralıyordu. Ellerimi boğazıma götürdüm ve nefes almaya çalıştım. Bu gerçek olamazdı. Tüm bunları yaşatanın Kaya ve Gurur olduğu gerçeğine inanamazdım. Samimiydiler. Tüm olaylarda samimiydi. Bana duyduğu şefkatte samimiydiler. Bir kere arkadaşımdı onlar. Sadece arkadaş değil, kardeşimdiler. Her şeyimdi onlar.

 

“Ben akıl erdiremiyorum. Hepimiz arkadaştık. Neden bunu bize yaptınız?” Damla, bize göre daha sakindi. Aslında sakin değildi. O da titriyordu ama birimizin mantıklı olması gerekiyordu. Ve bunu Damla üstlenmişti.

 

Bütün yaşadıklarımız onlara zevk mi veriyordu? Lerzan’ın ölmesi, Mirza’nın ölmesi, Kaya öldü diye odaya kapanıp kendimi mahvetmem, Damla’nın sevgilisinin ölümüne sessiz kalması, Hakan’ın Mihra’nın arkasından deli gibi ağlaması hatta az önceki mezarlık başı olayı onlara zevk mi vermişti? Neden bunları yapmışlardı? Neden bu kadar acıyı çektirmişlerdi?

 

“Farah, bizden sakladı. Farah, bizim acımızda sustu. Ona acı çektirmek istedik.” Suçlu bendim ya da öyle göstermeye çalışıyorlardı. Bunca sene yanımda olmaları bile yalan olan bu ikiliden ne bekliyordum? Birini sevmiştim birini canımı verecek kadar kardeşim görmüştüm. Şimdi ise bana bu acıyı çektiriyorlardı. Onlara güvenmiştim. Kimseye güvenmediğim kadar onlara güvenmiştim. Ailem görmüştüm onları. Ve anlıyordum ki herkes öldürürdü sevdiğini...

 

“Suçu bana mı atıyorsunuz!” dedim ayağa kalkarak. “Bende olduğu kadar sizde de var!” Arkadaşlarımın ölümünü öyle kolay sindiremezdim. Onlardan hesap sormalıydım. “Ben sizin için sustum. Siz söyleyebilirdiniz. Sorabilirdiniz.” Damla, elimi tutarken o da yanıma geçti. Sonra Hakan’da yanıma geldi. Eskiden hep birlikte dururduk ama şimdi üç kişi karşımızdakilere karşı duruyorduk.

 

“Mirza öldü. Mirza’yı seviyordum. Onu siz öldürdünüz.” Damla, ihaneti unutmuştu. Sevgilisinin ölümüne susmuştu ama içten içe de acı çekiyordu. Damla hep içten yaşayan biriydi. “Arkadaşlarımızı öldürdünüz. Sen öldün diye bu kız günlerce odadan çıkmadı. Bu kız aklını kaybetti.” Beni gösterdiğinde omuzlarım düştü. Hata sadece bana yapılmamıştı. Hata onlara da yapılmıştı.

 

“Farah,” dedi Kaya bana doğru gelirken ama önüme Hakan geçti. Beni koruyan hep Gurur ve Kaya olurken şimdi Hakan, beni onlardan koruyordu. Zaman geçmişti. Her şey ortaya çıkmıştı. Önümde durması gereken Gurur ve Kaya iken, şimdi Hakan ve Damla önümdeydi.

 

“Yaklaşma!” Damla’da hemen yanımda beni sıkıca tuttu. Bu olayda en çok benim kırıldığımı biliyordu. Çocukluğum olan arkadaşlarımdan darbemi çok kötü yemiştim. Herkes öldürürmüş sevdiğini. Böyle bir söz vardı. Çok doğruydu. Onlar beni öldürmüştü.

 

“Ben seni sevmiştim.” dedim Gurur’a karşı. “Lanet olsun ki sevmiştim. Kaya’nın sahte ölümünde ima ettiğiniz şeyleri anladığımda da umut etmiştim ama bunu bilerek yaptınız. Acımadınız, bunları kafama takıp kendimi yiyeyim diye yaptınız!” Şimdi anlamlanıyordu her şey. Gurur ve benim çocuğum olmayacaktı. Bunu Gurur kafama bilerek sokmuştu. Böyle düşündürüp, yanıma gelmemesiyle daha çok karıştırmıştı kafamı.

 

“Ben gerçekten sevdim. Bizden bir şeyleri sakladığını öğrendiğim de bile sevdim. Kafam karışıktı. Seni severken bile bunları yaşatmak canımı yakıyordu ama arkadaşımızın ölümünü bizden sakladığın aklıma geliyordu.” Güldüm. Öyle bir güldüm ki Damla’nın dediği çıktı. Aklımı kaybetmiştim.

 

“Ben arkadaşınız değil miyim!” Öyle bir bağırmıştım ki beni destekleyen arkadaşlarım yanımda yerinden zıpladılar. “Serkan arkadaşınızdı ben sizin arkadaşınız değil miydim!” Bu bir soru değildi. Sitemdi. Onlara karşı sitemimdi. “Dördümüzün çocukluğu birlikte geçti. Hiç mi ne yaşadığımı düşünmediniz?” Bunu bağırmadan sormuştum. Merak ediyordum hiç mi düşünmemişlerdi? “Bana sevgiden bahsetme. Senin sevgine de aşkına da lanet olsun!” Şu saatten sonra Gurur’a duyduğum bütün sevgi yerle bir oldu. Benim sevdiğim çocuk bana çok değer veren, üzülmeme bile izin vermeyen kişiydi ama karşımdaki çocuk böyle değildi. O benim sevdiğim çocuk değildi.

 

“Farah,” dedi ama onu dinlemedim. Koltuktaki günlüğün sayfalarını karıştırdım ve Gurur’a olan aşkımı anlattığım sayfayı kopardım. Ona doğru yaklaşırken Damla kolumdan tuttu ama ona aldırmadan tam önüne geçtim.

 

“Sana olan aşkım,” dedim sayfayı paramparça ederken. “Bu sayfa gibi yok oldu.” Parçaları onun yüzüne fırlattım ve Kaya’ya baktım. Ona karşı bir şey diyemedim. Ona da olan sevgim artık tamamen yok olmuştu. Onlar benim tanıdığım çocuklar değildi. Onlar artık eli kanlı katillerdi.

 

“Bir karıncayı bile incitemeyen siz, altı kişinin canını aldınız. Önce Lerzan sonra Mirza sonra Mihra ve en sonda Masum üç can. Biri daha doğmamıştı bile.” Bu kadar cani arkadaşlarım olduğunu bilmiyordum. Bu canilerle yıllarca yaşamıştım. Onlara canım demiştim. Ailem ölmüştü onları ailem saymıştım. Şimdi ailem beni arkamdan bıçaklamıştı.

 

Bakışlarım maskesini çıkarmayan kişiye kaydı. Onun kim olduğunu bilmiyordum. Belki de figürandı. Onların tuttuğu adamıydı. “Sen de çıkar maskeni.” Gözlerimin içine baktı. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama bakışlarını çekip, elini maskesine attı. Maskeyi yavaşça çıkarırken tepkisizdim. Altında tanıdık bir yüz bekledim ama değildi. Bu yüzü görmemiştim ama zihnim beni anında geçmişe götürdü.

 

“Ben bu mavi gözleri asla unutmam.” Gülerek elimi onun gözlerine götürdüm. O benim mavi gözlerimi unutmazdı ben de onun gözlerini asla unutmazdım. “Kaç yaşında olursak olalım. Yollarımız ayrılsa da bende bu gamzeli yanağı, yeşil gözleri unutmam.”

 

Zihnime dolan geçmişle yutkundum. Başımı olumsuz anlamda sallarken karşımda şimdiki yüz değil de küçüklükten kalan yüz vardı. “Hayır,” dedim geriye doğru adımlayarak. Buna dayanamazdım. Diğer iki kişiye dayanırdım ama buna dayanamazdım. “Lütfen bir kâbusta olayım.” Bedenim bütünüyle titriyordu.

 

“Serkan, çok güzel gözlerin var.”

 

Zihnimdeki ses susmuyordu. Kulaklarıma vurmaya başladım. “Sus!” Arkadaşlarım kollarımı tutarken ben kocaman gözlerle karşıya bakıyordum. Yaşadıklarım bir rüya olmalıydı. Hatta rüya hafif kalırdı bir Kâbus olmalıydı.

 

“Sen öldün.” dedim anlam veremeyerek. Ben hiçbir şeye anlam veremiyordum. “Seni gömdüler.” Mezarı bile vardı. O mezarlıkta her gün kendimi suçlamıştım. “Benim ailem senin ölümünü sakladığım için öldü.” Acı gerçekler bir bir önüme dökülürken, dudaklarımdan kopup gidiyordu. “Ben senin ölümün ile her şeyi kaybettim. Masum çocuğu kaybettim.” İnanmıyordum. Saçmalıktı. Bu kötü bir kâbustu. Ben bu kâbustan uyanmak istiyordum.

 

“Bir dakika.” dedi Damla. Bir şeyleri çözmüş gibiydi. “Sen, Farah’ın ölümüne sustuğu arkadaşı mısın?” Damla’da delirmiş gibi güldü. O da benim yolumdan ilerliyordu.

 

“Ne oluyor anasını satayım. Bir kamera şakası mı bu?” Bir adım öne çıktı Hakan. Onun da bir şeylere anlam veremediğini görebiliyordum. “Bütün ölenler geri canlanıyor. Lerzan’da Mirza’da hatta Mihra’da mı canlanacak!” Bu gerçek onu nasıl hissettirdi bilemedim. Yaşananlara şaşkındı ama Mihra’nın canlanma düşüncesi de içini yiyip bitiriyordu. Gerçek olmasını umut ediyordu. Artık gerçeklik algımı kaybetmiştim.

 

“Hayır,” dedim onlara bakarak. “Siz arkadaşlarınızı kaybederken ben kardeşlerimi kaybettim. Bu bir kamera şakası değil. Biz arkamızdan bıçaklandık.”

 

Gerçek buydu. Gerçek her zaman önümüzdeydi. Dağ evine yapılan bir oyunun içindeydik ve çaresizce bu dağ evinden çıkmaya çalışıyorduk. Bu dağ evi hepimizin ölümü olmuştu. Üç kişi canlıyken üç kişi cansızdı. Yine de altı kişinin ölümü olmuştu. Sekiz kişiden altıya düşmüştük. İki kişi ise hain çıkmıştı.

 

Bölüm : 01.05.2025 15:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...