
On Yedinci Bölüm: Belki de her şey sondur
Damla Bolat
Huzursuz uykunun kollarından güneş ışıklarıyla uyandım. Bu sabaha kadar hiç güneş ışıklarıyla uyanmamıştım. Odama güneş girmiyordu ama bu odanın içine direkt güneş vuruyordu. Gözlerimi kapatıp, kendime zaman tanıdım. Bedenim çok yorgundu. Vücudumda acı vardı. Böyle iki üç saatlik bir uyku değil de iki günlük bir uykuya ihtiyacım vardı. Anca öyle toparlanabilirdim.
Kendime az çok geldiğim de gözlerimi açtım ve yatakta doğruldum. Sol tarafta bana sırtı dönük yatan Hakan’ı gördüm. Yatakları birleştirmiştik. Daha rahat olur diye düşünmüştük. Bakışlarım odada gezindi ve Farah’ı görmeye çalıştım ama yoktu. Korkuyla ayağa kalktım ve kenardaki silahı elime aldım.
“Hakan,” dedim onun tarafa geçip onu dürterek. Biraz mırıldandı ama zorla da olsa gözlerini küçük bir şekilde açtı. “Farah yok.” Bunu söylememle küçücük açılan gözleri kocaman oldu ve yatakta doğruldu. O kalkmadan ben odadan çıktım ve aşağı indim. Gördüğüm şey ile durmuştum. Farah, koltukta dizlerini kendine çekerek oturmuştu ve koltukta uyuyan Gurur’u izliyordu. İçim sızladı. Gurur, sıradan arkadaşı değildi. Şu an ne hissediyordu bilmiyorum ama Gurur onun için hep en iyisi olmuştu. Onu seviyordu bunu hep hissetmiştim. Şimdi ona bakışlarını görüyordum. Çenesini dizine yaslamış gözlerini kırpmadan ona bakması bile anlaşılıyordu.
Hakan’ın yanıma gelmesiyle ona döndüm ve sus işareti yaptım. Belki de şu an onları yalnız bırakmamız lazımdı. Gurur uyuyordu o yüzden Farah güvendeydi. Aslında uyanık olsa bile ona zarar vermezdi. Diğer ikisine güvenmiyordum.
“Keşke hiçbir şey buraya kadar gelmeseydi.” Farah’ın mırıldanmasıyla ona döndüm. Sanırım Gurur’a söylüyordu. Onu yandan gördüğüm için gözlerini göremiyordum. Gözlerindeki duyguyu göremiyordum.
“Ne oluyor burada?” Biz buna karışmayalım derken aşağıya inen iki katil ile Farah başını buraya çevirdi. Serkan, Farah’ı görünce merdivende durdu. Nedeni ise koltukta yatan Gurur’u da görmüştü ve Farah’ın orada ne yaptığını sorguluyordu.
Farah, ayaklarını indirdi ve derin bir nefes alarak Gurur’un yanına gitti. Başında bir cellat gibi duruyordu. “Uyan!” dedi soğuk sesiyle. Az önceki kızdan eser yoktu. Sanırım onlara karşı gardını düşürmek istemiyordu.
Mayhoş bir şekilde gözlerini açan Gurur, başındaki Farah'a baktı ardından doğrulup gözlerini ovaladı. “Farah,” dedi uykulu sesiyle ardından ayağa kalktı. “Kolun nasıl?” Farah, ona donuk bir şekilde baktı. Koluyla ilgili bir sıkıntı mı olmuştu? Kolu ne alakaydı?
“Farah, koluna ne oldu?” Yanına hızla gittim. Farah, sporcu atleti ile karşımızda duruyordu. Bu ayrıntıyı yeni fark etmiştim. Farah, bizim yanımızda asla vücudunu gösteren şeyler giymezdi. Giydiği zamanlarda da biz zorlardık. “Bunu kim yaptı?” Elim oraya gitti ama Farah biraz geri çekilerek bunu engelledi.
“İki katilden biri ormanda Hakan’ı ararken beni vurdu. Hangisi olduğunu bilmiyorum.” Başımı merdivenlere çevirdiğimde ikisinin de Farah’a baktığını gördüm. Tabii biz sormadan biri cevaplamıştı.
“Vurmak istemedim ama sen o kadar hareketliydin ki boşluğa sıkılan kurşun koluna isabet etti. Dua et kafana isabet etmedi.” Bunu bir de hiçbir şey olmamış gibi söylüyor mu? Hızla elimdeki silahı kaldırıp, Kaya’ya tuttum. Bakışları bana döndü. Bizim aksimize korkusuz bir şekilde bakıyordu.
“Rastgele bir kurşun senin beynine saplanabilir.” O kadar nettim. Farah için her şeyi göze alabilirdim. O bizim için bunu yapıyordu. Bunu yapmasa bile ben yine onun için her şeyi göze alabilirdim.
Silaha bir el dokundu ardından Farah yanı başımda belirdi. “Gerginlik istemiyorum.” Farah, bana bakmadan karşı tarafa doğru konuştu. “Artık verdiğiniz kararı söyler misiniz?” Eliyle salonu gösterdi. Onlar salona doğru yürürken bizde oraya doğru yürüdük. Bu karar doğru gelmiyordu. Onu arkada bırakıp gitmek istemiyordum ama Farah'ın bir planı vardı o yüzden sesimi de çıkaramıyordum. Şehre indiğimiz an polislerle buraya gelebilirdik.
“Arkadaşlarını öylece bırakmamızı mı istiyorsun?” Serkan denen kişinin alay dolu konuşması gerilmeme neden oldu. Burada alay edilecek bir şey yoktu.
“Evet, bunu istiyorum. Bana yapacağınız tek iyilik bu olmalı.” Yine kendinden önce bizi düşünen Farah’a gözlerimi devirdim. Bu kız üç katille yalnız kalmakla hata yapıyordu.
“Ya yapmazsak?” dedi Serkan diğerlerine nazaran daha çok konuşurken. Sanki iki düşman gruptuk ve karşı tarafın lideri Serkan iken bizim tarafın lideri Farah'tı. Bir anlaşma içindeydik.
“Yapacağız.” Bizim cevap vermemize gerek kalmadan Gurur, hepsinin adına cevaplamıştı. Hepimiz ona dönmüştük. Gurur sadece Farah’a bakıyordu. “Farah burada kalacaksa diğerleri gidebilir.” Bu yerimden doğrulmama neden oldu.
“Farah, içim hiç rahat değil. Biz gitmeyelim ya da sen de bizimle gel.” dedim. Farah, bana dönmedi ama dinlediğine emindim. Bir şey demedi. Sustu. Ne karşı tarafa baktı ne de bana cevap verdi.
“Gurur, pişman olacağız.” Kim pişman olacaktı bilmiyorum ama bu hikâyenin kazanı belli oluyordu. Hepsi kazanacaktı ama bu nasıl olurdu bilmiyordum. Ölü ya da diri hepsi kazanacaktı.
“Gitsinler. Silahlar bizde kalacak.” Elimizdeki silahları mı vereceğiz gerçekten? Buna karşı çıkardım. Bunlar bizim tek dayanağımızdı.
“Biri sizde biri onlarda kalacak.” Bu hoşuma gitmemişti. Katillerin eline silah vermek ölüm olurdu. Ölmek için gençtim.
“Kabul.” Hakan, elindeki silahı onlara fırlatırken Kaya havada yakaladı. Gözlerimi kocaman açarak Hakan’a baktım. Hemen pes mi etmişti? Pes yani!
Kaya, elindeki silahın etrafına baktı ardından mermilerine baktı. Sonra emin olduktan sonra ayağa kalktı ve silahı Hakan’ın başına hizaladı. “Beni bıçaklayan sensin.” Hızla ayağa kalktım ve silahı ona tuttum ama silah anında elimden alındı ve bu kez diğer silahın namlusunda ben vardım. İşte en başından bundan bahsediyordum. Onlara güvenemezdik. İkisi önceden yakın arkadaşımız olabilirlerdi ama şimdi aynı kişiler değildi. Onlar katildi ve kurban katil arasında asla dostluk kurulmazdı.
“Elde silah varken cesaretliydiniz.” Serkan konuşurken ona tiksinir gibi baktım. O da gülerek bana bakıyordu.
“Bazen,” diyerek oturduğu yerde konuştu Farah. Bakışlarımız ona döndü. “Nerde hata yaptım diye düşünüyorum.” Bakışları silah tutan iki katile döndü. Nefret doluydu gözleri. O duyguyu hissediyordum. “Hep Serkan’ın ölümünü sakladığım zamanlarda hatalı buldum kendimi ama şimdi hatayı anlıyorum.” Nefret dolu olsa da sesi çok sakindi. Kendinden emindi. Bir şeye güveniyordu ama neye olduğunu anlayamıyordum. “Neden hatalıyım biliyor musunuz?” diye ayağa kalktı. Bakışları hâlâ iki katildeydi. Bir iki adım yaklaştı ve silahın namlusunu bana tutan Serkan’ın önünde durdu. Silahın namlusundan beni kurtarıp, kendine çevirdi. “Arkadaşım bile olmayan biri için bunları yaşadım. Kardeşlerim öldü. Annem öldü. Babam öldü. 11 yaşındaki masumiyetim öldü. Çiçek öldü.” Çiçek kimdi? Buna takılmamalıydım. Sonra anlamadığım bir zamanda silahı aldı ve ters dönerek bizden uzaklaştı. Kafasına silahı tutarken nasıl bu kadar hızlı olduğunu anlamadım. “Şimdi onları bırakın, Farah'ta ölmesin.”
Düz bakışları buradaydı. Bu olaylar küçük çocuğu güçlendirmişti. Yaşadıkları ona güç vermişti. Arkadaşları için gözünü bile kırpmıyordu. Kendi için kapanan gözleri bizim için açıktı. Hiçbirimiz konuşamadık çünkü Farah’ın bu hareketi hepimizi şaşkına döndürmüştü. O kadar ustaca bir hareketti ki korkusuzca bunu yapabilmişti.
“Çiçek.” dedi Serkan bir adım çıkarak ama Farah gülerek başını olumsuz anlamda salladı ve bir adım geriye çıktı. Çiçek demişlerdi. Çiçek ya onun diğer ismiydi ya da bir lakabıydı.
“Çiçek öldü.” dedi gülerek. Arkadaşıma şaşkınca baktım. Deliriyor muydu? “Çiçek’i öldürdüler.” Sonra birden ağlamaya başladı. Evet, doktor olmasam da teşhis koymuştum. Farah, gerçekten de kafayı yemişti. Psikolojisi alt üst olmuştu.
“Çiçek ölmedi.” dedi Serkan aniden. Farah’ın elinde silah olmasına rağmen ona doğru yaklaşmaya devam etti. “Çiçek ölmedi.” dedi tekrardan ve birden atılıp elinden silahı aldı ve yere fırlattı. Silahı almaya bile yeltenemedim çünkü karşımdaki manzaraya bakıyordum. Serkan, Farah’ı kendine çekmiş sımsıkı sarılmıştı. Farah ise çaresizce ağlıyordu. Ne sarılıyordu ne de uzaklaştırıyordu. Sadece ağlıyordu.
“Damla,” dedi Gurur. Bakışlarım ona döndü. “Yerdeki silahı al ve buradan gidin.” Cebinden anahtarı çıkardı ve bana uzattı. Elinden hızla aldım ve silahı da aldım. Farah bunun için çabalamıştı. Biz de Farah için çabalayacaktık. “Eşyalarınızı da alın. Burada kanıt bırakmayın.” Hakan, hızla yukarıya çıktı ve bir süre sonra geri döndü. Farah o sırada susmamış, ağlamaya devam etmişti.
Sonra son kez Farah’a bakıp evden çıktık. Farah, bizim için savaşmıştı. Onlar Farah’a zarar vermeyecekti. Bunu görmüştüm. Ne olursa olsun o silah ona dönmüyordu. Döndüğünde ise engelliyorlardı. Gözümüz şu anlık arkamızda kalmasa da şehre vardığımız da Farah’ı dinlemeyip, polise gidecektik. Böyle bir durumda onu bırakmayacaktık.
Arabaya hızla binmiş, dağ evinden uzaklaşmıştık. Yoldan geçerken yerde yatan iki ceseti gördük. Dağ evi kül olmuştu ama cesetler dışarıdaydı. Aklıma telefon geldi. Farah’ın telefonunu hızla çıkarıp, galeriye girdim. Hep bizim videolarımız vardı ama son üçünün tarihi yeniydi. Biri kilitliydi ikisi açıktı. İlk çekilene girdim ve telefonu yan çevirdim.
“Biliyorum bu video kimseye ulaşmayacak ama ben yine de çekeceğim. Bu ormandan çıkmak gibi bir şansım yok. Buraya sıkışıp kaldık. Bizi avlayan bir katil var.” Ormandaydı. Bu Hakan’ı aramaya gittiğimiz gün çekilmiş olmalıydı. “Arkadaşlarım tek tek ölüyor. Sekiz kişiydik ama üç kişi öldürüldü. Bir gün bu video elinize geçerse intikamımızı alın. Bugün bizim başımıza gelen sizin de başınıza gelir. Hakan diye bir arkadaşımız kayıp.” Bir şeyler yaptı ve kameraya bir kâğıt gözüktü. “Bu mesaj ile katilin onu ormanın derinliklerine bıraktığını öğrendik. Ölmeden onu bulmamız lazım. Muhtemelen ölmüştür ama ben ölmeden bulmak istiyorum.” Kamera çevrilmişti ama nefes alışverişleri hızlanmıştı. Duyabiliyordum. Sonra başka sesler duydum. Bir şeyler diyorlardı. Sonra bir silah sesi duydum. Korkuyla Hakan’a baktım. Hakan’da telefona dönmüştü. Telefona tekrar baktım. “Öleceğim. Burada bugün öleceğim. Bu videoya bir gün ulaşırsanız lütfen hakkımızı arayın. Bir kat- va-. Ü-lü iş a-ı Em-ha- G-l-r oldu-nu dü-nüy-um.” Sesi kesik kesik çıkarken korkusunu hissettim. Koşuyordu ve kamera da cızırtı geliyordu. Kelimeler çok anlaşılmamıştı sonlara doğru. Durdu. Kameradaki cızırtıda durdu ardından kendine çevirdi. Bakışları koluna döndüğünde kanadığını gördüm. “Kan.” dedi korkuyla kolunu gösterdi. Korkmuştu. Orada yalnız kalkmıştı. “Vuruldum.” Sonra kamera kaydı bitti.
Orada yalnız kalmış ve bunları yaşamıştı. Onu terk etmiştik. Onu vuran, ona iki el ateş eden arkadaşlarının yanında yalnız bırakmıştık. Doğru mu yapmıştık? Onlara güvenmiştik. Onu öldürmeyeceğini düşünmüştük ama düşündüğümüz şeyden şu an emin değildik. Peki oraya dönersek ne yapabilirdik? Üç kişiydiler ve ellerinde silahta vardı. Farah’a yardım sadece polisten gelirdi.
“Diğer videoyu açar mısın?” Hakan’a baktım kısa süreliğine ardından başımı sallayıp, diğer videoyu açtım. Ekrandaydı. Donuk gözlerle bakıyordu. Üzerinde onu dağ evinde bulduğum kıyafet vardı. Yüzü kandı. Yutkunarak videoyu başlattım.
“Şu an dağ evindeyiz. Hakan’ı buldum. Damla’da yaşıyor ama bir arkadaşımız tüm olanlar yüzünden kendini astı.” Bakışlarım Hakan’a döndü. Mihra’nın ölümünü hatırlayınca direksiyonu sıkmaya başladı. “Yüzümdeki kanı merak ediyorsunuzdur. Bizi kurtaran kadının kanı. Katiller onu tereddüt etmeden önümde vurdu. O videonun üzerinden üç gün geçti. Katillerin kimliklerini öğrendim. Katilerle aynı evdeyim.” Bunu korkuyla söylemişti. Ağlamaya başlamıştı. Ekrana bir resim gösterdi. Dört küçük çocuk. Hepsi gülüyordu. “Bu fotoğrafta dört ölü görüyorsunuz. Bu fotoğraflardaki büyüdü ama çocuklukları öldü. Serkan, Gurur, Kaya, Çiçek öldü.” Düşündüğüm gibi Çiçek onun adıydı. “Diğer video yayınlandı. Bu videoyu da yayına koyacağım. Kalan iki arkadaşımı kurtardım. Onlar şimdi araba da şehre dönüyorlar. Onlar için ölmeyi bile göze aldım. Çünkü onların başına bu belayı ben açtım. Katil olmasam da suçlu benim.” Hâlâ kendini düşünüyordu. Bu öfkelenmeme neden oldu. “Lütfen buraya gelin. Arka bahçede üç ceset var. Lerzan Yavaşi, Mirza Ulutaş, Mihra Karabağ. Ailelerine ulaşın. Katilleri bu dağ evinde. Katilleri güvendiği insanlar. Katiller Gurur Erge, Kaya Özel ve küçükken öldüğünü düşündüğümüz ama ölmeyen Serkan Alaca. Bu videoyu da koydum yayına. Arkadaşlarım şehre vardıklarında bu video da yayınlanacak. İşte o zaman rahat olacağım.” Video bitmişti. “Kesinlikle polise gitmeliyiz.” Hakan’a katılıyordum. Bu video yayınlanacaktı ama bizim de hemen polise gitmemiz gerekiyordu. Farah belki orada gitmeyin demişti ama belki de gitmemize gerek kalmadığı için demişti. Yine de hayatını bu videoya bağlamamalıydı. Bizim için savaşmıştı. Biz de onun için savaşacaktık.
Gurur Erge
Damla ve Hakan gideli birkaç saat olmuştu. Onlar gittikten sonra Farah, Serkan’ın kollarında biraz daha ağlamıştı sonra uykuya dalmıştı. Şu an ise hâlâ uyuyordu. Serkan, diğer evdeki yiyecekleri alıp gelmiş, bize güzel bir yemek hazırlamıştı. Onu yerken hepimiz sessizdik.
O kadar olay yaşatmıştık ve hepsi bir hiç uğrunaydı. Katil olmamıştım ama onlara yardım ettiğim için katil sayılırdım. Farah bizi affeder miydi bilmiyordum ama onu bırakmaya niyetim yoktu. Onun gerçeklerini öğrensem bile sevmeye devam etmiştim ama adım atamamıştım. Arkadaşımızın ölümünü kendi iyiliği için sakladığını düşünmüştük ama yaşadıkları çok kötüydü. Sırf sustu diye bunları yaşamıştı. Benim Çiçek’i mi koparmışlardı ve onun son kalan yaprağını da biz koparmıştık.
“Dalıp gittin.” dedi Kaya, içeceğinden bir yudum alırken. Derin bir nefes alırken ona umutsuzca baktım.
“Biz o kadar şey yaptık ama Farah arkadaşlarını kurtarmak için kendini harcadı. Geçmişte de sırf bizi korumak için kendini harcamıştı. Farah hep kendini harcarken biz ona kötü şeyler yaşattık.” Bu gerçek hepimizi parçalıyordu. Burada asıl suçlu Serkan'dı. O ölmediğini söyleyip karşımıza erken çıksaydı Farah bunları yaşamayacaktı. Biz ona bunları yaşatmayacaktık. Birilerinin suçu yine Farah'a kesilmişti.
Kaya hiçbir şey demeden Farah’a baktı. Ne düşündü bilmiyorum ama gözleri dolmuştu. Sustu. Konuşmadı. Bakmaya devam etti. Sonra bakışları bana döndü. “Öldüğümü düşündüğünde bile kendini harcamış, beni kurtarmaya çalışmıştı.” Bu da vardı. O gün kendini perişan etmişti. Ek olarak kendi suçunu kimseye söylememişti ama içten içe kendini yemişti. “O gün Hakan, onu öldürmek istedi onu kurtardık ama o buna rağmen uyandıktan sonra Hakan’ı kurtarmak için beni vurdu. Düşünebiliyor musun? Serkan olmasaydı ben gerçekten de ölmüştüm.” Bunu bilmiyordum. Tamam, vurulduğunu biliyordum ama kimin vurduğunu bilmiyordum. Farah yine arkadaşları için kendini harcamıştı. Katil olmayı bile göze almıştı.
“O gece ben ölmeyeyim diye her şeyi yaptı. Silahın önüne geçti ama yine de engel olamadı.” Bu kez konuşan Serkan oldu. O günden kastı geçmişti. “Çiçek o gün de kendini düşünmeden harcadı.” O hep kendini harcadı ama esas düşünmesi gerekenin kendisi olduğunu anlamadı. Burada ona zarar vermezdik ama onu da bırakmazdık.
Farah kıpırdayınca susmak zorunda kaldık. Başını kaldırıp, etrafa baktı. Sonra bizimle göz göze gelince önce baktı. Uzunca baktı ardından ayaklandı. Bizim yanımıza uğramadan yukarı kata çıktı. Bir süre aşağı inmedi. Bizde inmesi için onu zorlamadık. Kendine gelince bizimle konuşacaktı.
“Ne zaman bizi kabullenecek?” Serkan’ın sorduğu soruyu bende merak ediyordum. İçimden bir ses asla kabul etmeyeceğini söylüyordu. Yine de bekledik. Umutla bekledik.
“Sizi kabullenebilir miyim bunu bilmiyorum.” Merdivenlerden gelen ses ile başımı ona çevirdim. Üzerine mont giymişti. Ayağa kalkarken nereye gittiğini sorgulamak istedim. “Arka bahçeye arkadaşlarımın yanına gideceğim.” Biz sormadan açıklama yapmıştı. Ona doğru adımlayacağım sırada hızla konuştu. “Mümkünse yalnız.” Yerimizde durduğumuzda bize bir sürek baktıktan sonra kapıdan dışarı çıktı. Birbirimize baktık ve onu yalnız bıraktık. Hakkıydı. Mihra hariç diğerleri bizim elimizden ölmüştü. Mihra’ya ise sadece neden olmuştuk. Onların yanına yaklaştırmıyordu. Bizde ona biraz zaman tanıdık.
Farah Yücel
Montuma sıkı sıkı sarılırken, mezarlıkların yanına oturdum. Sonra bir tanesinin fazla olduğunu görerek ayağa kalktım ve o tahtayı oradan çıkardım. Kenara koyup, eve gidince ateşe atacağımı aklıma kazıdım. Unutmamak lazımdı.
“Merhaba,” dedim onlar sanki karşımdaymış gibi ve bir süre sonra gerçekten de karşımdalardı. Üçü de kara oturmuş, bana bakıyorlardı. “Ölüm sebebinizi görmüş olmalısınız.” dediğim de sessiz kaldılar ama bakışları bildiklerini gösteriyordu. “Ben özür dilerim.” dediğim de benden sonra hemen Mihra konuştu.
“Senin suçun değil. Hakan’ı kurtardığın için teşekkür ederim.” Ona baktığımda gerçekten de minnet doluydu. Hakan, onun için değerliydi ve uğruna öldüğü insanın yaşadığını görmek onu memnun etmişti.
“Aynı şekilde bende teşekkür ederim. Damla’yı da kurtardın. Ona ne kadar ihanet etsem de seviyordum.” Mirza’nın yaptığını doğrulayamazdım ama o da hislerinde gerçekçiydi. Sadece aptal bir yasağa kapılmıştı ve kendini yok etmişti. Damla onun için gerçek aşktı.
“Bunu söyleyeceğimi düşünmüyordum ama bende teşekkür ederim. İçinden geçenleri biliyorum. Bizim intikamımızı almak için burada kaldın. O intikam sana emanet.” Zorla gülümsedim. Evet, burada hem iki arkadaşımı kurtarmak için kalmıştım hem de intikam almak için. Bu intikam nasıl olurdu bilmiyordum ama sonu başrollerin ölümüyle bitiyordu.
“Başaracaksın.” Tanıdık ince bir ses duyduğum da arkamı döndüm. Çocukluğum bize doğru yürüyordu. Şaşkınlıkla ona baktım. “Ben sana inanıyorum.” Önüme geçti ve tam önümde durdu. Başımı kaldırıp ona baktım. Eğildi ve ellerimi tuttu. “Bunu istemiyorsun ama arkadaşların için yapacaksın. Sen hep arkadaşlarını düşündün.” Haklıydı. Ben hiç bencil olmamıştım. Ben arkadaşlarımın iyiliği için onları korumuştum ve onlardan karşılık beklememiştim.
“Ben bunu yapacağım.” dedim ve ayağa kalktım. “Sadece saatler sonra bu olacak. Hayallerinizi öldüren o katillerden intikamınızı alacağım.” Sonra onlardan uzaklaştım ve kenardan Kaya’nın adı yazılı olan tahtayı aldım ve içeri girdim. Onları koltukta otururken görünce önce onların yanına uğradım. “Ne çabuk kanmışım.” dedim ona adını gösterirken ardından şömineye ilerledim. “Üzerinde ihanetin izleri var ve ihanet hızlı yanarmış.” Sonra elimdeki tahtayı ateşe fırlattım ve bir süre sonra alev aldı. “İhanet hızlı yanarmış.” dedim ve o an alacağım intikamın külleri önümde uçuştu. İhanetin affı hiçbir zaman olmaz. İhanet affedilemezdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 189 Okunma |
73 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |