
On sekizinci Bölüm: FİNAL
Farah Yücel
Kararımı çoktan vermiştim. Kararımı aslında baştan beri vermiştim. Yaşadıklarım, buna sebep olanlar hepsi birer birer yok olmuştu. Önce çocukluğumu kaybetmiştim şimdi ise benliğimi. Bu çocuğu zor ayakta tutmuştum. Dayan demiştim biraz daha dayan. Dayanmıştı da ama ta ki bugüne kadar. Bugün her şeye son vereceğim gün. Tarihi bilmiyordum. Saati de bilmiyordum ama hava aydınlık ve tepede güneş vardı. Tahminen öğle saatlerindeydik. Dünden beri kendimi odama kapatmıştım. Ne onlar uğramıştı yanıma ne ben inmiştim aşağı. Yemek olsun su olsun hiçbir şey girmemişti mideme çünkü arka bahçede yatan arkadaşlarım varken ben nasıl bir şeyler yiyip içebilirdim?
Ayağa kalkıp çantamdan beyaz bir kazak ve beyaz bir pantolon çıkardım. Bugün bembeyaz olmak istiyordum. Bugün melek gibi beyaz olmak istiyordum. Üzerimdekileri çıkardım ve öylece ayna karşısına geçtim. Kolumdaki yara kapanmamış olsa da kurumaya başlamıştı. Bu yara onlardan bana kalan son hatıraydı.
Kapım çaldı. Sessiz kaldım ve öylece vücuduma baktım. Kapı açıldı. Aynadan Gurur’un geldiğini gördüm. Beni çıplak olarak gördüğü an gözleri kocaman açıldı ve arkasını döndü. “Özür dilerim çıplak olduğunu bilmiyordum.” Özür dilerim kadar iğrenç bir şey yoktu. Yapıyorsun sonra özür diliyorsun. Özür dileyince geçmiyordu. Hiçbir şey geçmiyordu.
Bir şey demeden ayna önünden ayrıldım ve beyaz pantolonu giydim. O ise bana dönmeden konuştu. “Yemek yemek ister misin?” Ona cevap vermeden kazağımı üzerime geçirdim ve saçlarımı içinden çıkardım. “Aç karnına bayılıp kalacaksın.” Çok da önemli değildi. Bugün onların da benim de ölüm yıldönümümdü. Bunu ben biliyordum, onlar bilmiyordu.
Bir şey demeden tekrar ayna karşısına geçtim ve saçlarımı kenardaki tarağım ile taramaya başladım. Gurur, bana doğru gelince gerildim ama belli etmemeye çalıştım. Bakışlarımı ona çevirmemeye çalışarak saçlarımı taramaya devam ettim ama eli tarağa gidince duraksadım. Ben duraksayınca o da duraksadı. “Ben yapayım.” dedi. Ne demek istediğini anladım. Ellerim titrerken yutkunarak başımı olumsuz anlamda salladım ve saçlarımı taramaya devam ettim. “Farah, bize sinirlisin ama bırak yardım edeyim. Öfkeni saçlarından çıkarıyorsun.” Bunu demeden saçlarımı öfkeyle taradığımın farkında değildim. Elim durdu ve tarakta oluşan topak saçlarıma baktım. Öfkeyle taradığım için hep yolunmuştu. “Bırak yardım edeyim.” Bakışlarım aynada onu buldu. Ondan uzak durmak istiyordum ama bir yanımda ona çekilmek istiyordu. Bu yanımdan nefret ediyordum. Önceden olsa bu ilgisi beni mayıştırır, ona hayranlığımı arttırırdı ama ben bunları yaşadığım için ondan da kendimden de nefret ediyordum.
Eli tarağa gitti ve usulca ucuna dokundu. Benden izin ister gibi gözlerime baktı. Ne yapacaktım? Ona izin mi verecektim? Ondan hem nefret ederken hem de onu severken izin mi verecektim? Sessiz kaldım ve bu onu kabul ettiğimi sandı. Elleriyle saçlarımı yarım yarım böldü ve taramaya başladı. Ben ise ona bakıyordum. Nasıl bu hâle geldiğimizi düşünerek ona bakıyordum. Bu hâllere gelecek kötü şey yapmamıştım. Onlar başkasının cezalarını hep bana kesmişti.
Saç tarama işi bittikten sonra tarağı kenara koydu ve saçlarımı örmeye başladı. Küçüklükten beri yaptığını yaptı. Beni yaralarımdan sarmaya başladı. Küçükken işe yarıyordu ama şu an yaramıyordu. Daha da yaralanıyordum. O yara daha da kanıyordu. Gözümden bir damla yaş düşünce hızla onu sildim ve saçlarımı elinden kurtararak yatağa ilerledim. Yarısı örülmüş saçlar sırtıma değdi. Muhtemelen örgü tutmayan saçım usulca açılmıştı.
“Yapma.” dedim sadece. İlk defa ona sözlü cevap vermiştim. “Lütfen yapma.” Acı çekiyorum görmüyor musun? Bunu yaptırırken bile kendimden nefret ediyorum. Senden değil, kendimden nefret ediyorum.
“Farah,” dedi ona dönmedim. Bakamadım. “Çiçek,” dedi ve bakışlarım ona döndü. Korku dolu gözlerle ona döndüm. O ismi unutması lazımdı. Ölmüştü o isim. O ismi diriltip tekrar öldürmek istemiyordum. “Konuşabilir miyiz?” Belki de son kez dinlemeliydim onu. Söyleyeceği şeyler çok bir şey değiştirmeyecekti ama en azından dinleyecektim. Belki hislerini söyleyecekti belki kendini açacaktı. Sadece dinleyecektim. Duygularımın değişmesine izin vermeden dinleyecektim.
“Küçükken,” diye başladı benim sessizliğimi onay algılayarak. “Bizden kaçtın. Sana ulaşmaya çalıştık ama sen kaçmaya devam ettin. Serkan ölmüştü. Sen bizim yanımızda olmak yerine hep kaçtın.” Bakışlarım ona dönünce bir süre duraksadı ama sonra devam ettin. “Biz yine de seni yalnız bırakmadık. Sonra ailen öldü. Yetimhaneye düştün. Ben ve Kaya ailem ile konuştuk ve yine sana aile olduk. Sonra liseye geçtik. Serkan çıktı karşımıza. Biz sana gelecektik. O yaşıyor diyecektik ama Serkan sana hiçbir şey söylemememizi istedi.” Ne olursa olsun beni de katmak istemişlerdi. Yine de onlara güvenmiyordum. “Bize anlattı olanları. Senin nasıl sustuğunu anlattı. Karşımıza çıkmadığı bir zamanda yatağa düşmüş. Uzun zaman kalkamamış. O sırada da senin her şeyi söylemeni beklemiş ama sen söylemedin. Bizden sakladın.” Ben o günleri yaşarken onun hayatta olması büyük haksızlıktı. İçimden keşke ölseydi de bunları yaşamamın doğru olduğunu gösterseydi diyor. O an onun ölmesini diledim.
“Ben susmadım.” dedim tekrar tekrar söyleyecektim bunu. “Ben boşa yaşadım her şeyi. Kardeşlerim boşa öldü. Annemle babam boşa öldü. Benim çocukluğum boşa öldü.” Aslında bunu ona değil Serkan’a söylemek istiyordum ama artık önemi yoktu. Onlar cezasını cehennemde çekecekti.
“Biliyorum.” dedi yüzüme dokunurken ama o an hızla geri çekildim. Elini çekti. “Özür dilerim. Biz sadece bazı şeylerin doğruluğuna inandık.” O doğrular onları katil yapmıştı. Altı kişinin ölümüne neden olmuşlardı. Lerzan’ın bırak beni yalvarışları kulaklarımdaydı. Katil aramızdayken biz ona izin vermiştik. Onu ölüme adım adım yollamıştık. Mirza, korkuyordu. Ölmekten korkuyordu. Tamam, Damla’ya ihaneti berbat bir şeydi ama ölmeyi hak etmemişti. Sevgilisi onu ölüme yollarken bunu hak etmemişti. Mihra ise gözümün önünden gitmiyordu. Asılı bedeni gözlerimin önünde sallanıyordu. Hakan’ı beklemişti. Onu ormanda görmüştüm. Onu deli gibi arıyordu. Onun öldüğünü düşünerek artık dayanamamış ve intihar etmişti belki de intihar değildi, adam öldürmekti. Evde sadece Gurur ve Mihra vardı. Belki de Mihra’yı öldürmüştü. İlayda... Benim ismimi koyacağını söylemişti. Adımı koyduğunda hayatı güzel olsun diye bir dilek dilemiştim ama o da önümde ölmüştü. Yüzüm onun kanıyla boyanmıştı. Karnında bir Farah vardı. O bebek Farah ismine uygun olarak yaşadı. O da öldü. Mert ise bize yardım eli uzatan kişiydi. İlayda’nın cansız bedeni kollarındayken vurulmuştu.
“Böyle olmamalıydı.” dedim birden kendime gelirken. “Lerza, Mirza, Mihra, İlayda, küçük Farah, Mert ölmemeliydi.” Ayağa kalktım hızla ve ondan uzaklaştım. “Onlar suçsuzdu. Benim suçumu onlara kestiniz!” Bu kez bağırmıştım. Ondan daha fazla uzaklaşıp, sırtım duvara değene kadar geriledim. “Ölmemeliydiler. Yaşaması gereken onlardı.” Ağlamaya başlamıştım. Bir tür krizin eşiğindeydim ve bu şu an umurumda bile değildi. “Siz katilsiniz! Benim sevdiğim adam katil!”
“Farah.” dedi Gurur bana dehşetle bakarken ama onu elimle durdurdum. Odaya iki kişi daha girdi ve bakışlarım onlara döndü. Kaya ve Serkan, korkarak bana bakıyordu.
“Yaklaşmayın!” dedim onları da görerek. “Siz katilsiniz! Öldürdünüz. Herkesi öldürdünüz.” Yere doğru eğildim ve kulaklarımı kapattım. Ben onlara katil derken onun yanındaki ölüler bana katil sensin diyordu. “Katil ben değilim. Onlar!”
“Katil sensin.”
“Katilsin sen.”
“Bizi öldürdün.”
“Beni de öldürdün.”
“Çocuğumla beni de öldürdün.”
“Bizi neden ölüme sürükledin?”
Tek tek söylenen şeyler daha da zihnime işledi ve ben ağlayarak çığlık atmaya başladım. Birileri ellerimi tutmaya çalıştı. Çırpındım. Bedenimi tutmaya çalıştılar. Çırpınmaya devam ettim.
“Ölmelisin.”
“Sen de bizimle ölmelisin.”
“Biz suçsuz yere öldük ama sen yaşıyorsun.”
“Ölmeliyim!” dedim büyük bir çığlık koparırken. Sonra ise kafama sert bir şey yedim ve bir anda sesler sustu ve hareketler durdu. Önümde yıldızlar varken etraf karanlık oldu. Zihnim geriye çekildi ve kendini tamamen boşluğa bırakırken, hiçbir şey yapamadım. Öylece kendimi boşluğa bıraktım.
Kaya Özel
Sesler kesilirken şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım ve az önce silahın kabzasıyla Farah’ın kafasına vuran Serkan’a baktım. Gurur’un benden farkı yoktu. O da şaşkındı. “Bunu neden yaptın?” diye sordum. Gurur, Farah’ı yerden kaldırıp yatağa yatırırken bende doğruldum ve Serkan’a bakmaya devam ettim.
“Yapmak zorundaydım. Kriz geçiriyordu.” Bunu yapmasına gerek yoktu. O krizi Gurur geçirirdi. Daha da önce geçirmişti ve hep Gurur vardı yanında.
“Gurur, yapardı. Onu düzeltirdi.” dedim yaptığı yanlışı yüzüne vururken. O ise gayet sakin bir şekilde başını olumsuz anlamda salladı ve silahını kenara koydu.
“Eskiden olsa yapardı ama kriz geçirme sebebi biziz.” Bu mantıklı geldi. Kriz geçirme sebebi bizken Farah asla Gurur’u dinlemezdi.
“Bir daha bunu sakın yapma!” Gurur, öyle öfkeyle söylemişti ki ona bakakalmıştık. Konu Farah iken böyle olabiliyordu. Serkan, oyunu fazla abartıp onu kaçırdığında da öfkelenmişti ve bizim yanımıza gelip o öfkesini atmasına sesimi bile çıkaramamıştım. Bir de elimizden kaçırdığımızı öğrenince daha da öfkelenmişti ki. Gurur’un amacı hiçbir şekilde Farah’a fiziksel zarar vermek değildi. Sadece arkadaşına yardım ederek duygusal yoldan intikam almaktı. Aslında bu bile içine sinmemişti ama yapılanları göz ardı edemiyordu.
Serkan, bir şey demeden odadan çıkınca derin bir nefes alarak ben de odadan çıktım. “Gurur’un ona karşı hassaslığını biliyorsun.” diyerek onun peşinden gittim. “Onu vurduğunu öğrenince nasıl sinirlendiğini de gördün.” Serkan, parmaklarını saçlarına geçirip sinirle geriye doğru çekti. Bana döndüğünde ise gözleri dolmuştu. Bu beni şaşırttı.
“Bende ona karşı hassastım.” dedi kendi duygularını dile getirirken. Yerimde durup onu dinledim. “Onun için ölümü bile göze aldım ben. Korkusuzca onun karşısına geçtim.” Bahsettiği şey o gün olmalıydı. Öldüğü gün. Orada tam olarak ne olduğunu bilmiyorduk.
“O gün ne oldu?” diye sordum merak ederek. O gün ne tür bir olay yaşandı da bizi bu günlere getirdi merak ediyordum.
“Zorla götürüyordu o adam Farah’ı. Geçtim karşısına ona zarar vermesin diye. Oradan gitmemi söyledi ama bana acımadı. Vurdu.” Farah’ın küçükken yaşadığı olay çok kötüydü. Eğer Serkan olmasaydı belki de yaşanacak şeyler onu etkileyecekti ama Serkan’ın olması da işe yaramamıştı. Yine yaşamıştı. Hem de en kötülerini.
“İçinde başka acılar var.” dedim hep düşündüğüm şeyi onun yüzüne vururken. Öfkesini hep dizginlemişti. Farah’a karşı öfkeliydi ama onun yüzüne baktığında yumuşadığını görüyordum ama sonra o öfkesi yerine geliyor, ona zarar vermek istiyordu.
“Farah, benim ilk aşkımdı.” dediğinde öylece kaldım. Gurur, Farah’ı severken Serkan’ın bunu yapmasını doğru bulmadım. Arkadaşının sevdiği kızdı. “Bakma bana öyle. Gurur, sevmeden önce sevdim ben onu. Küçüktük. Yere düştüğümde dizim kanamıştı ve o bir anne edasıyla yaramı üfleyip geçirmeye çalışmıştı. Aslında bunun aşk olduğunu bilmiyordum ama sonradan öğrendim hislerimi.” Sonra duraksadı ve yutkunduğunu gördüm. “Gurur, senle bana açıkladığı gün ben aşkımı kalbime gömmeye çalıştım. Dedim o kardeşim ondan başka kimsem yok. Sustum. Kaya, anlıyor musun beni? Ben içim yana yana sustum. Sonra sustuğum yerden vuruldum.” Öfkelenmişti. Farah, güzel kızdı. Güzel kız olmasını geçtim her zaman bize anne gibi davranmıştı. Bizden başka kimsesi yoktu. Birimiz düşsek ilk o koşardı. Ben onu hep kardeşim gibi görmüştüm ama Gurur ve Serkan’ın kalbini çalmıştı ama en kötüsü de neydi biliyor musunuz? Farah’ın sadece birine gönlünü kaptırmasıydı.
“Farah, Gurur’u seviyor.” dedim acımasız gerçeği söylerken. Bunun için sorun çıkarır mıydı düşünmek istemiyordum. Arkadaşlarımın kız kavgasına girmesini istemiyordum.
“Biliyorum ama kardeşim gerçeği söyleyeyim mi? Farah, ikimize de yar olmayacak. O gemi limandan çoktan kalktı. Benim bu sevgimi de ne Farah ne de Gurur bilecek.” Bunda haklıydı. Şu saatten sonra sevginin bir önemi yoktu. Farah’ın, Gurur’a karşı sevgisi olabilirdi ama o sevgi bizim katil olduğumuzdan beri ortaya çıkmıyordu. İçten içe yaşıyordu. Buradan küs çıkmasak da bundan sonra Farah’ı yanımızda bulacağımızdan şüpheliydim. O hayatına devam edecekti biz hayatımıza devam edecektik.
İkimiz de bu gerçekle sustuk. O dışarı çıkarken bende oflayarak koltuğa oturdum. Bu evde ilk gün mutluluk sesleri yankılanıyordu şimdi ise bomboştu. İki kişi yukarıdaydı. Sessizlerdi. Üç kişi bahçede toprağın altında yatıyordu. Bunu yaptığım için pişman mıydım bilmiyordum. Onlar arkadaşlarımdı ama onlara karşı hiçbir şekilde samimiyet hissetmemiştim. Lerzan ve Mirza’nın yaptığı da Damla’ya haksızlık oluyordu. İçim sızlamamıştı ama Mihra’nın bu şekilde ölmesi bir tık üzmüştü. O neşeli kız kendini asmıştı ve gerçekten de bu travmaydı. İki kişiyi ise salmıştık. Muhtemelen çoktan varmışlardı. Farah, onlara polise gitmemesi gerektiğini söylemişti ve bundan şüpheliydim. Bugün ya da yarın gitmeselerdi sonraki gün vicdan azabı çekip gideceklerdi. Yarına kalmadan buradan uzaklaşmalıydık. Yıllarımı hapishanede geçirmek istemiyordum.
Bir şeyler yoluna girmezdi belki ama yurtdışında dördümüz yeni bir hayat kurabilirdik. Farah belki bizimle gelmezdi ama onun yaşıyor olduğunu bilmek bize yetecekti. Onu en sona bırakmıştık ama asla öldürme düşüncesi aklımızdan geçmemişti. Sadece bütün acıları görecekti. Arkadaşlarının teker teker öldüğünü görecekti ama gerçekler bizi durdurmuştu. Serkan’ı durdurmuştu. Sıradaki kurban Hakan iken Farah cesurca onu kurtarmıştı. Yine kendinden çok başkasına sahip çıkmıştı. Eğer Farah olmasaydı sıradaki ölü Hakan olacaktı. Hakan’ın, Farah’a borcu vardı. Onun sayesinde hayattaydı.
Saatler geçti. Hava karardı. Gurur ve Farah, hâlâ aşağı inmemişti. Serkan ise geleli çok olmuş, mutfakta yemek yapıyordu. Eli marifetli olduğu için yemekler ona bakıyordu. Televizyondan film açmıştım ama odaklanamadan film bitmişti. O ilk gün olan mutluluk yoktu. Ev ölü kokuyordu.
“Uzaklaş benden!” Farah’ın yukarıdan gelen sesi ardından görüntüsüyle oraya baktım. Merdivenlerden hızla inerken, arkasından Gurur geliyordu. “Nerede o Serkan!” Öfke kusacak gibi bir hâli vardı. Muhtemelen Gurur ona gerçeği söylemişti ve Farah, onu bayıltanın Serkan olduğunu biliyordu.
“Buradayım.” diyerek mutfak kapısına yaslandı Serkan. Oldukça sakindi. Farah’ın pis yanını görmemişti.
“Krizden kurtarma yöntemin kafama silah ile vurmak mı?” Farah, Serkan’ın dibine kadar girip onu göğsünden itti. Kapıya yaslı olan Serkan, dengesini kaybedip geriye sendeledi ama düşmedi. Ayağa kalkarken herhangi bir şeye tetikte olmak için bekledim.
“Kriz geçiriyordun ve bende gerekeni yaptım.” Serkan’ın umursamaz tavrını kesmesi lazımdı aksi takdirde bu kendi sağlığı için iyi değildi. Farah’ın tersi çok iyiydi. Ona denk gelirsen bir şeyler kaybedebilirdin.
“Öyle mi?” dedi onun dibine kadar girerek. Şu an biraz yaklaşsalar burunları birbirine değebilirdi. Serkan, diken üstünde dururken yüz ifadesi gevşemişti ve bunu sadece ben fark etmiştim. Eğer bana anlatmasaydı fark edeceğimi düşünmüyordum. Serkan, hislerine sahip çıkmak istiyordu.
“Öyle.” diyerek dik durdu ama onun yakınından da çekilmedi. Gurur ve ben ise beklemiş, herhangi bir şeyde engel olacaktık. Çünkü o da biliyordu ki Farah’ın tersi güzeldi.
“Serkan,” dedi öfkeyle. Dişlerini sıkarak söylemişti. “Benimde yöntemim ne biliyor musun?” Gurur’a kaydı bakışlarım ve o bana bir şey demeden oraya ilerledi. Geliyordu gelmekte olan. “Kriz yaratmak!” Sonra Gurur, oraya yetişemeden Farah, dizini kırdı ve Serkan’ın kasıklarına vurdu. Yüz ifadesi değişen Serkan önce bakakaldı ardından gözlerini kıstı. Eli kasıklarına giderken Gurur, Farah’ı geriye çekti.
“Ah be güzelim önce ben sonra Serkan. Bunu yapmaktan vazgeçmelisin.” Farah, bir şey demeden öfkeyle Serkan’a baktı. Gurur’un onu tutup çekiştirmesine bile sesini çıkarmadı. Serkan’ın çektiği acıyı tahmin edebiliyordum.
“Farah,” dedi Serkan dişlerinin arasından acı çekerek. “Dua et kızsın.” diyerek en büyük tehdit savurdu ama Farah durur mu? Hayır. Bunu da söylemeyecekti.
“Ne yaparsın? Gelip beni öldürür müsün? Belki de bunu yapmanı istiyorum.” Gurur’un elinden kurtulmak için çırpınıyordu ama Gurur ona izin vermiyordu. “Ya adam akıllı gelip otur olup biteceği konuşalım ya da acına acı katayım.” Onu bu duruma biz getirmemiştik. O zaten böyleydi. Farah’ın öfkesi hep vardı ama çıkarılsaydı. Serkan’da çıkarmıştı. Onun eskiden yakın arkadaşı olmamız artık bir işe yaramıyordu. Farah bize karşı tamamen acımasız olmaya başlamıştı. Çiçek bizi çok severken Farah bir o kadar nefret ediyordu.
Serkan, hiçbir şey demeden koltuğa oturdu ve öfkeyle Farah’a baktı. Farah ise bundan hiç etkilenmemişti ve karşımıza oturmuştu. Ellerini birleştirip, dirseklerini dizlerine koydu ve bize baktı. Gözlerinden hiçbir şey okuyamıyordum. Muhtemelen bir yanı bize nefret duyarken diğer yanı bunu bastırıyordu. Geçmişten gelen arkadaşlıktan kaynaklı diye düşünüyordum.
“Konuşacak mısın?” Serkan, ona karşı sertti. Sebebi de az önceki olaydı. Farah, Serkan’a sert bir şekilde baktı. Serkan, Farah’ın sınırlarını zorluyordu.
“Hâlâ aynısın. Hep aksiydin. Sana karşı hep iyiydim ama sen benden tuhaf bir şekilde kendini uzaklaştırıyordun.” Bunun sebebini de biliyordum. Gurur, ona her şeyi söyledikten sonra ondan uzak kalmasını anlayabiliyordum. Kendini uzak tutarsa sevmekten vazgeçebilirdi. İşe yaradı mı emin değildim. “Bana düşman değilsin bunu görebiliyorum. Peki neden bana bu kadar uzakken beni orada kurtarmak istedin?” Geçmiş konular canımı sıktı.
“Geçmişi konuşmasak mı?” diye bir öneri attım ortaya ama Serkan ve Farah, aynı anda bana bakıp sen karışma deyince geriye çekildim ve elimi kaldırıp “Tamam, bahsedelim.” dedim. Bu gerici ortama girmesem iyi olacaktı.
“Bunun nedenini hiçbir zaman bilmeyeceksin. Ayrıca seni kurtardım ama sen sustun.” dedi her şeyi bilmesine rağmen. Suçlu olmadığını biliyordu ama hâlâ bundan vuruyordu.
“Sustum mu?” diye sesini hafiften yükseltti Farah. “Ben susmadım. Susmadığım için ailem elimden alındı. Masumiyetim elimden alındı.” Son kısmı kısık sesle söylerken bundan utandığını düşündüm ya da bunu dile getirmek ona acı çektiriyordu. “Kaya ve Gurur’da senin gibi ölmesin istedim. Yemin ederim kendim için değil, onlar için sustum.” Derin bir nefes alarak geriye yaslandım. Her zamanki Farah buydu. Kendini asla düşünmezdi.
“Yalan söyleme.” Serkan ise asla anlamıyordu ya da anlamıyormuş gibi yapıyordu. Kötü sonuçlara çıkacaktı bu kapı ve bu Serkan’ın yüzünden olacaktı.
“Yalan söylemiyorum!” Bağırarak ayağa kalktı Farah ama Serkan oturduğu yerden kalkmadı. “Kardeşim öldü. Annemle babam öldü. Doğmamış kardeşim öldü. Yine susmadım. Masumiyetim çalındı. Yine de susmak istemedim. Gurur ve Kaya’ya zarar gelmesini istemedim!” Gurur, ayağa kalkıp ona ilerleyecekken onu durdurdu. “Lütfen otur.” dedi yalvarır tonda. “Burada her şey konuşulacak. Bir şeyler çözülecekse çözülecek.” Onun da bir şeyler için çabaladığını görebiliyordum. “Soğuk içecek alacağım. İster misiniz?” dediğinde hiçbirimizden ses çıkmadı ama Farah’ın bize de getireceğini biliyordum. Farah yanımızdan ayrıldıktan sonra Serkan’a döndük.
“Üzerine fazla gitme. Farah aklı dengesini yavaş yavaş kaybediyor.” Bunu gün geçtikçe daha çok görüyordum. Odada gördüğü kişiler muhtemelen arkadaşlarıydı ve onlara cevap veriyordu. Görmemesi gereken şeyler görüyordu.
“Serkan, her şey geçti gitti. Farah’a nazik davran.” Gurur, onu nazikçe uyarırken Serkan sessiz kalmakla yetindi. Yüzünü elleriyle kapatıp, derin nefes aldı. O da sıkıntılıydı. Kendine engel olmaya çalışıyordu.
Farah, içeriye içinde dört bardak olan tepsiyle gelince hepimiz sustuk. Tepsiyi ortaya bırakıp kendine bir bardak aldı ve koltuğa oturdu. Bizde bardaklarımızı alıp, geriye yaslandık. Bir süre sessizce oturduk.
“Çok acı çektim.” diyerek konuşmaya devam etti Farah. “Küçüklüğümde de şimdi de ve bunun sorumlusu sizsiniz.” Bizi asla affetmeyecekti. Bunu şu an ki konuşmasından anlıyordum. Bende olsam affetmezdim.
“Farah, ben sana karşı her zaman dürüsttüm. Sana asla zarar vermedim. Sen benim hâlâ kardeşimsin. Ben Serkan’ın anlattıklarına inandım. İnanmaz olaydım ama inandım.” Serkan’ın şaşkın bakışları bana dönerken, Farah’ın ruhsuz bakışlarına baktım. Ne söylersek söyleyelim işe yaramayacaktı.
“Şimdi de ben mi suçlu oldum.” Serkan, sitem ederken elindeki içeceğin hepsini içip öfkeyle masaya koydu bardağı. “Sizi zorlamadım. Siz onunla zaman geçirdiniz. Size olanı anlattım ve geldiniz peşimden.” Ona döndüğüm de aynı şekilde Gurur’da ona döndü. Burada kartlar açılacaktı. Hem de tüm kartlar.
“Burada yine de suçlu sen oluyorsun. Sen olmasaydın bunlar olmayacaktı.” Gurur, konuştu bu kez. Sanırım kavga çıkacaktı ve bunu hiçbirimiz engelleyemeyecektik. Tek bir kişi hariç.
“Kavga etmeyin.” diyerek araya girdi Farah. “Son saatlerinizi kavga ederek geçirmeyin.” Bu üçümüzün de ona bakmasına neden oldu. Son saatler derken? Farah’ın aklında ne vardı?
Bardak düşme sesi gelince Gurur’a baktım. Elini başına götürmüş, Farah’a bakıyordu. “Ne koydun içine?” Sonra bardağıma döndü bakışlarım ve hepsini bitirmiş olduğumu gördüm. Konuşurken fark etmeden hepsini içmiştim. Siktir!
Serkan, hızla ayağa kalktı ama kalkmasıyla oturması bir oldu. “Siktir.” dedi ağzında geveleyerek. “Farah, sen böyle mi intikam alacaksın?” dediğinde bir şey diyemedim ve elimdeki bitmiş bardağı masaya bıraktım. Farah’a baktığımda bu kez duygusuz değildi. Bize karşı hissettikleriyle başa çıkmaya çalışıyordu. Bunu yaptığı şeye rağmen ağlarken görünce fark etmiştim. Beyni yaptığını doğru bulurken, kalbi bunu doğru bulmuyordu. Ve Farah beyni ve kalbi arasında kalmıştı. Hangisini seçeceği ise bellisizdi.
“Ben,” dediğinde gözlerim kaydı bir an ardından geri geldi. “Ben mecburum. Onlar için mecburum.” Baktığı yer biz değildik hemen arkamızdı. Farah, bize karşı sevgi duysa da gördüğü ölüler buna engel oluyordu. Farah, aklını kaybetmişti. Bu saatten sonra onu kimse kararından döndüremezdi.
Önce Serkan’ın başı düştü koltuğa ardından Gurur, kaybetti kendini. Farah, ayağa kalkarken dudaklarımı yaladım. “Ben özür dilerim. Sana yaşattıklarım için özür dilerim.” Onun ne dediğini dinleyememiştim. Gözlerim kararırken kendimi boşluğa bıraktım. Bu yolun sonu böyleydi. Sonumuz ne olacak onu da ayılınca görecektik. Belki de ayılamayacaktık.
Farah Yücel
Yaptıklarımın doğru olduğunu düşünüyordum. Elimdeki ipi sıkıca sıkarken bir yandan da derin soluklar alıyordum. Düşünmek istemiyordum. Kalbimi dinlemek istemiyordum. “Huzur içinde yatacağız.” dedi Mihra, koltukta otururken. Bakışlarımı ona çevirmeden Gurur’u sürükledim sandalyeye ve onu da sıkıca bağladım. Herkes koltukta oturup yaptıklarımı izliyordu. “Bunu yapmak zorundasın. Sen bizim intikamımızı alacaksın. Böylece biz seni affedeceğiz.” dedi Lerzan. Bakışlarım kısa süreliğine ona döndü ama sonra geri önüme döndüm ve zorla Kaya’yı da sürükledim. Kaya, biraz daha yapılı olunca zorlanmıştım ama sandalyeye oturtmayı başarmıştım. Onu da sıkıca bağlayıp, çekilmiştim yanlarından.
“Şimdi en güzel yeri.” dedi Çiçek eliyle iki kutu bidonu gösterirken. Gülümseyerek başımı salladım ve onu alarak yukarıya çıktım ve odalardan başlayarak dökmeye başladım. Merdivenlerden inerken her yere yayıyordum. Sandalyelere çok yaklaştırmamıştım. Sıcaklığı hissederek, acıyı hissederek ölmelerini istiyordum. Ölenlerin acısını hissetsinler istiyordum. Onları anlasınlar istiyordum. Koltuğa döktüm. Sandalyelere döktüm. Benim için bir alan ayırdım ve iki kutuyu da dışarıya varana kadar boşalttım.
“Unutma bunu hepimizin huzuru için yapıyorsun.” dedi Mirza. Başımı olumlu anlamda salladım. Bunu kendim için değil, onların huzuru için yapıyordum. Kapıyı açıp dışarıya çıktım ve Hakan ve Damla için köşeye ayırdığım kutuyu evin dışına bıraktım. İçinde benden bir şeyler vardı. Yapmak istediklerim ama yapamadıklarım vardı. Benim yerime Damla ve Hakan yapacaktı. Geri içeri girdim ve mutfaktan çakmak aldım. Her şey hazırdı. İçtikleri içeceklerin etkisi birazdan geçecekti ve onlar ayılıp, acıyı hissedeceklerdi.
Tam karşılarında durup, kendim için ayırdığım yere geçtim. Bakışlarım koltukta oturanlara kaydı. “Başaracağım.” dedim gülümseyerek. Hepsinde tek tek gezdirdim gözlerimi. Sonra mırıldanma sesi duydum ve başımı onlara çevirdim. Gurur, yavaş yavaş kendine geliyordu. “Gurur kendine geliyor. Sadece izleyin.” dedim ve önüme döndüm. Gurur, gözlerini tamamen açıp önce bulunduğu konuma baktı ardından bana baktı. Burnu koku alınca önce bir kokladı ardından gözleri kocaman açılarak çırpınmaya başladı.
“Farah, çöz bizi!” Onun sarsıntısı ile Serkan ve Kaya’da kendine gelmişti ve aynı sırada onlarda Gurur’un yaptığını tekrarlamışlardı. Şimdi ise adımı haykırıp onları bırakmamı söylüyorlardı.
“Siz bırakmamıştınız.” dedim hepsinde gözlerimi gezdirerek. “Elimle koltukta oturanları gösterdim. “Onlar size yalvarırken siz bırakmadınız.” Koltuktakiler beni gururla izliyorlardı. Onların intikamını alacaktım. “Siz onlara acımamıştınız. Onlar ölümden korktu ama siz onlara acımadınız.”
“Farah, orada kimse yok. Beynin oyun oynuyor. Bunu yapmak istemiyorsun, çöz bizi.” Serkan, bunu söyleyince bir duraksadım ardından bunun doğruluğunu ölçmek için koltukta oturanlara baktım. Oradaydılar. Beni kandırmalarına asla izin vermeyecektim.
“Oradalar.” diyerek gülmeye başladım. “Beni kandıramazsın. Bizi izliyorlar. Yapacağım şeyden zevk alacaklar. İntikamlarını aldığım için mutlu olacaklar.” dedim. Beni kandıramayacaklardı. Onlara kanmayacaktım.
“Orada kimse yok.” Başımı olumsuz anlamda salladım ve elimdeki çakmağı gösterdim. Bununla birlikte daha da çırpındılar.
“Korkmayın bende sizinle öleceğim. Sizi yalnız bırakmayacağım.” Bende suçluydum onlar kadar. Resmi çıkardım cebimden ve onlara gösterdim. “Ölümüne bile kardeş değil miyiz?” diye sordum. Bir cevap bekledim ama o cevap gelmedi. “Öyleyiz. Ben kardeşlerimle ölmek istiyorum. Yaşarken beraber ölürken beraber.”
“Farah, biz özür dileriz. Bunu yapma.” Kaya, yalvarmıştı bu kez ama ona da kulaklarımı tıkamıştım. Onlara doğru adımladım ve Gurur’un önünde durdum.
“Ben seni sevdim. Senin de beni sevmeni istedim ama sevgimiz mahşere kaldı sevgilim.” diyerek ona doğru eğildiğim de durdu. Bunu bir yanım yapmak istiyordu bir yanım yapmak istemiyordu ama son kez dedi kalbim. Son kez yap. Ve yaptım. Gözlerimi kapatıp dudağına bir öpücük bıraktım. “Bu son öpücüğüm.” dedim ve ondan ayrıldım. Sonra ellerimi Kaya’nın omzuna koydum ve omzuna yaslandım. “Hâlâ beni bu omuzlarda taşıyabiliyorsun. Sen hâlâ benim güçlü bebeğimsin.” diyerek ondan da ayrıldım ve Serkan’ın önünde durdum. “Gözlerini her yerden tanırım.” Ona diyecek bir şeyim yoktu. Aramıza uzun yıllar girmişti.
Onlardan tamamen ayrılıp, karşılarına geçtim. “Ben ailemi özledim.” dedim onları hatırlayarak. "Lütfen cehennemde karşıma çıkmayın. Bana orada rahat verin.” Bu onlardan son isteğimdi. “Bu küçük çocuğu da yalnız bırakın.” dedim resme bakarken. Sonra çakmağı ateşledim. Onların dudaklarından ismim yankılandı. “Çiçek sizi affetti ama Farah sizi affetmiyor.” Çakmağı resme yaklaştırdım ve alev alan resmi koltuğa fırlattım. Anında tutuşan koltuktan çıkan çıtırtı sesleri kulaklarımı doldurdu.
“Farah, çöz bizi!” Serkan’ın yalvaran sesine kulak tıkadım. Yere oturdum ve dizlerimi kendime çektim. “Lütfen!” Başımı dizime yasladım ve yavaş yavaş alev almayı bekledim. Günahlarımla yanmayı bekledim. Onlardan acı çığlıklar çoğalırken bana hâlâ ulaşmamıştı. Görünüşüm giderken bayılmak istemedim. Hissetmek istedim. Acıyı hissedip, suçluluğumu yok etmek istedim.
Küçük bir kız vardı. Üç erkek geldi. Onunla arkadaş oldu. Küçük kızın ailesi vardı ama ona rağmen onlara da ailem dedi. Her şeyi birlikte yaptılar. Küçük kız onlara hem anne hem dost olmuştu. Sonra küçük kız bir arkadaşını kaybetti. Yalnız kaldı. İki arkadaşı kendini teselli etti. Sonra küçük kız ailesini de kaybetti. Artık ailesi sadece iki kişiydi. Sonra büyüdü. Yetişkin oldu. Ailem dediği iki kişi de gitti. Küçük kız yalnız kaldı. Küçük kız kendini duvarların arkasında kalan karanlığa kapattı. Orayı kimse aydınlatamadı. Küçük kız orada uzun süre kaldı ve artık o küçük kız yoktu. Kendini o karanlıkta yok etmişti.
Ölümün yüzünü ilk kez gördüğümde sessizlik çığlık gibiydi. Zaman durmuştu sanki; dışarıdaki rüzgâr nefesini tutmuş, çığlıklar kesilmişti. Her şey bir anda olmuştu ama o an, sonsuzluk gibi üzerime çökmüştü.
Acı öyle derin ki kelimelere sığmıyordu. İçimde bir yer vardı, hiç iyileşmeyen bir boşluk gibi. Her nefeste orası yanar, her gecede orası kanardı. Ne zaman gülümsesem, o boşluk içimde sessizce çığlık atardı.
Biri ölüp de ardından bir şeyler eksildiğinde anlıyorsun; sadece insanlar gitmiyordu bu hayattan. Gülüşün gidiyordu, inancın gidiyordu, bazen çocukluğun bile ellerinden kayıp gidiyordu.
Ben, göz göre göre çürüdüm içimde. Kalbim hâlâ atıyor, evet ama sanki sadece zorunluluktan. Yaşamak bir görevmiş gibi, nefes almak bir mecburiyet. En kötüsü de ne biliyor musun? İçimdeki o eski benliğe ulaşamamak. Sanki hayatta kaldım ama aslında ben de biraz öldüm o gün.
Acı, zamanla alıştığın bir yoldaş oluyor. Sabah uyandığında ilk o selam veriyor, gece yattığında son o fısıldıyor kulağına. “Hâlâ buradayım,” diyor, “hiçbir yere gitmedim.”
Ve ölüm…Artık sadece bir son değil gözümde. Bazen bir kurtuluş, bazen de başlamaya cesaret edemediğim bir başka hayat. Bazen de intikam yemini...
Çok uzaktan siren sesi duydum ya da duyduğumu sandım. Vücudum yere kendini bırakırken, elimin ateşe değdiğini hissettim. O acıyı sonuna kadar hissetmiştim. Diğerlerinin çığlıklarına benim de çığlıklarım katıldı ama benim çığlıklarım içimde kor olmuştu. Onlar acıyı sonuna kadar hissederken ben karanlığa kendimi bırakmıştım. Bu da Tanrının benim için son hediyesiydi. Acısız bir ölüm sunmuştu...
Nefes almak ne kadar kolay bir şeydi eskiden. Şimdi her soluk ciğerlerime keskin bıçaklar gibi saplanıyordu. Duman, boğazımı kavrıyordu; içimden değil, sanki ateşin içinden nefes alıyordum.
Alevler önce duvarları yaladı, sonra kapıya saldırdı. Şimdi bana yaklaşıyorlardı. Tırnakları kızıl, dili öfkeli bir yaratık gibi üzerime geliyorlardı. Gözlerim yaşarmıyor artık, çünkü gözyaşlarım bile buhar olmuştu.
Tahtalar çatırdıyordu. Yer, ayaklarımın altından çekiliyordu sanki. İçimdeki panik, bedenimden daha hızlı yanıyordu. Bir an dışarıdan kendi çığlığımı duyuyorum gibi… ama sesim bana bile yabancıydı.
Isı tanımlanamazdı. Tenimde değil, kemiklerimde hissediyordum. Derim, sanki soyulmuş da yerine ateş dökülmüş gibiydi. Saçlarım yanıyor farkındaydım. Ama artık acıyı bile seçemiyordum; hepsi birbirine karışmıştı.
Zaman büküldü burada. Bir saniye, bir yıl gibi oldu. Dışarıdan biri “kurtulacak” dese bile, ben çoktan veda ettim. Ama üzgün değildim. Mutluydum. Kendimle birlikte bu üç katili de yok etmiştim.
Dört çocuk vardı. Ölümüne dost olan dört çocuk... Sonra bir gün ölüm onlara kucak açtı. Ve dört çocuk o ölüme adım adım yürüdü. Ölümüne dost olan dört çocuk, sözlerini tuttular.
Damla Bolat
Yaptığımızın doğru olduğunu biliyordum. Polise gitmenin doğru olduğunu biliyordum. Şimdi ise polisler önden Hakan ve ben arkadan ilerliyorduk. Tabii bizim önümüzden ölüleri almak için ambulanslarda gidiyordu. Ölenleri de Farah’ı da almadan gitmeyecektik. Geride adam bırakmayacaktık. Farah bizi bırakmamıştı. Biz de onu bırakmayacaktık.
“O duman mı?” Hakan’ın sesiyle daldığım resimlerden çektim bakışlarımı ve önüme döndüm. Az ileride yükselen duman nefesimi tutmama neden oldu. Bu duman bizim dağ evine yakın yerden geliyordu.
“Lütfen,” dedim düşüncelerimi yansıtmadan önce. “Düşündüğümü yapmamış ol.” Hakan, daha da hızlanırken polisler bizden daha hızlıydı. Sonra hepimiz evin önüne gelince yanan dağ evini gördük. Arabadan hızla indim ve eve koştum. “Farah!” Bir polis tarafından tutuldum. Yere çökerken ağlamaya başlamıştım. Ev yok olmaya başlamıştı.
“Farah içeride!” diye bağırdı Hakan kendini tutan polisin elinden kurtulmaya çalışırken. “Arkadaşım içeride!” O da çaresizdi ama o benden daha güçlüydü. “Bırak!” Hiç yapmayacağı bir şeyi yaparak polisi hızla itti ve polis geriye doğru düştü. Hakan, herkesi hızla geçerken üzerindeki montu çıkardı ve ağzına kapadı.
“Hakan!” diye bağırdım girmemesi için ama o yanan kapıya tekme atıp, açılmasına sebep oldu ve o yanan yerden içeri girdi. Onu da kaybetmenin korkusu sardı bedenimi ve daha fazla ağlamaya başladım. Bir sağlık çalışanı daha içeriye girdi. Sonra geri çıktı. Sandalyeye bağlı üç kişi var!” diye bağırdı ve ona desteğe iki kişi daha girdi. Onlar girerken Hakan çıktı. Tek değildi. Kucağında bedeninin yarısı yanan Farah vardı. “Farah!” diye bağırarak oraya gittim. Hakan, öksürerek yere çöktü ve Farah’ı kara bıraktı. Farah’ın sıcak bedeni kar ile bütünleşince duman çıkmaya başladı. Elleri, ayakları yanmıştı. Canı yanmış olmalıydı. Acı çeke çeke can vermiş olmalıydı.
Bahçenin arkasından üç ceset almaya gelmiştik ama o cesetlere dört kişi daha katılmıştı. Bu dağ evi yedi kişinin mezarı olmuştu. Bu yavaş yavaş yanan ev mezarlık olarak nitelendirildi. Dağ evindeki mezarlık olarak nitelendirildi. Bu ev huzur değil, ölüm kokmuştu. Bu ev dayanamamış, kokuyu tamamen is kokusuna çevirmişti. Bu evin içinde ölen ruhlar ise dağ evi etrafında gezinip durdular. Bedenleri burada ölürken, ruhları buradan ayrılamadı. Dağ evi yalnızca ölüm olursa mezarlık olurdu. Ve o ölümler gerçekleşmişti. Yedi ölüyle birlikte Dağ Evindeki Mezarlık olmuştu.
Bir Ay Sonra
Elimdeki kutu ile mezarlığın karşısında durdum. Dört mezara bakıyordum. Dört mezarı da ayrı ayrı sulamış, ayrı ayrı çiçek ekmiştim. Hakan’da aynısını yapmıştı. O benden sonra başladığı için işi yeni bitmişti. Yanıma geldi ve oturdu. Elimdeki kutu polis tarafından verilmişti. Kutunun üzerinde Hakan ve Damla’ya yazıyordu. Açamamıştık. Acımız varken açamamıştık ama şimdi açma zamanıydı. Bir ay geçmişti. Acımız dinmemişti. Zaman geçmişti ama biz hâlâ o gün olduğu gibiydik.
İçimizde bir boşluk vardı. Lerzan ölmüştü. Mirza ölmüştü. Mihra ölmüştü. Farah ölmüştü. İçimizde aslında bir boşluk yoktu. Dört boşluk vardı. Mutluyduk önceden ama sonra mutluluğumuzu çalmışlardı.
Derin bir nefes aldım ve o nefesi sıkıntılı bir şekilde verdim. Kutuyu yavaşça açtım ve ilk karşılaştığım şey bir resim oldu. Toplu çekildiğimiz bir fotoğraftı. Gurur ve Kaya’nın olduğu kısım karalanmıştı. Resim beni anında ağlatırken arkasında yazan şeye baktım ve onu okudum. Güzel gülümsemelerimizin olduğu bir gündü. Güzel gülümsemelerimizi yok ettiler ama bu resmi yok edemediler. Dört kişinin yüzündeki gülümseme yok olurken iki kişinin yüzündeki gülümseme devam etsin. Hep gülün. Bizim için gülün. Resmi göğsüme bastırırken hıçkırarak ağladım. Hakan, elini kutuya daldırdı ve içinden küçük bir kar küresi çıkardı. Üstünde ise bir yazı vardı. Hakan okudu. Hakan, kar kürelerini sevdiğimi bildiğin için doğum günümde aldığım ilk kar küremdi. Teşekkür ederim beni bu hisle yalnız bırakmadığın için. Bu daha çok ağlattı ama Hakan, benden daha çok ağladı. Sonra bir anahtar vardı. Üstünde yine bir kâğıt. Ben okudum. Ev satın almıştım. İçini süslemiştim. Anılarımızla. O evi boş bırakmayın. Sonra sadece bir kâğıt gördük ve onu okumadım sadece inceledim. Üzerinde şifre yazıyordu.
“Şifre derken ne şifresinden bahsediyor?” diye sordum Hakan’a ama o kar küresine odaklanmıştı. Sonra aklıma gelen şey ile ayağa kalktım. “Sanırım buldum. Gidelim.” diyerek önden gidip mezarlık girişine fark ettiğimiz arabaya bindim. Hakan’da hemen binerken arabayı hızla sürdü. O sormadan ben gideceğimiz yeri söyledim. “Eve.” dedim ve o dediğimi yaptı. Eve geldiğimizde arabadan inip eve koştum. Cebimden anahtarı çıkarıp, titreyerek kapıyı açmaya çalıştım. Zorla açılan kapıdan içeri girdim ve odama çıktım. Hakan’da arkamdan hiç ayrılmıyordu. Odama girdiğimde Farah’ın telefonunu koyduğum yerden çıkardım ve kilitli videoya girdim. Şifreyi denemeden önce derin bir nefes aldım. Hakan’da hemen anladığı için yanıma oturmuştu. Şifreyi girdim ve kilit açıldı. Hakan ile birbirimize bakıp güldük. Kilitli videonun şifresini vermişti. Önüme gelen saçları geriye itip videoyu başlattım.
“Merhaba. Bu videoyu açabildiyseniz muhtemelen ben ölmüşümdür. Siz kurtuldunuz ama benim için önemli olan bu. Hayatınızı dolu dolu yaşayın. Bizim yaşayamadığımız hayatı da yaşayın. Hayallerimizi gerçekleştirin. Mihra’nın Las Vegas’a gitme hayali vardı. Beraber oraya gidin. Mirza’nın bir hayali yoktu ama Galatasaray maçını hiç kaçırmazdı. Siz sevmeseniz bile onun için o maçı izlemeye gidin. Lerzan hep popüler olmak istemişti. Muhtemelen öldüğünde herkes onun ismini anmıştır ama siz onun adına yardım yapın. Buna ihtiyacı vardır. Bana gelince bir şey yapmanıza gerek yok. Benim bir hayalim vardı ve onu da öldürdüm. Muhtemelen aynı yerde yanıyoruzdur. Şunu isteyebilirim. Benim içinde mutlu olun. Bir de Çiçek için annesinin mezarına gidebilir misiniz? Adresi en alta bırakacağım. Lütfen bir çiçek bıraksanız yeter. Üç mezarlık yan yana. Bilirsiniz. Yücel soyadı. Bana kızıyorsunuzdur. Kızmayın. Ben bu acıyla zaten yaşayamazdım. Doğru olanı yaptım. Herkes için iyi olanı yaptım. Zaten aklımı da kaybettim. Onları görüyorum. Şu an karşımdalar. Beni gülerek izliyorlar. Videoyu çekmemi de onlar istedi. Size kırgın değillermiş. Hep mutlu olmanızı istiyorlarmış. Bizim için mutlu olun. Hakkınızı helal edin. Sizi çok seviyoruz. Yanınızda değiliz ama sizi izliyor olacağız.”
Video bitti ama bizde bittik. Onların öldüğü gerçeği bir kez daha yüzümüze vurdu. Acı çektik. Ağladık ama sonra ayağa kalkmasını da bildik. Mirza için Galatasaray maçına gittik. En önden izleyip, destek çıktık. Onun için formaya taraftarlardan imza bile aldık. Lerzan adına yardım dağıttık. İkimizin parasını birleştirip, bağış yaptık. Mihra için Las Vegas’a gittik. Onun için o sokaklarda gezdik. Onun yerine mutlu olduk. Sanki o yanımızdaymış gibi. Çiçek için mezarların başına gittik. Anne ve babasının mezarının yanına gömülmek ister diye düşündük ve yalvara yakara onun mezarını buraya aldık. Şimdi ailesinin yanında mutludur. Çiçek koyduk suladık. Tek tek istediklerini yaptık. Yaşadığımız mutluluk kısa süreliydi. Asla mutlu olamadık. Hakan ile yollarımız ayrıldı. O şehrine döndü ben şehrime döndüm. Sekiz arkadaş kötü bir şekilde bir sona erdiler...
Bu hikâye sekiz arkadaş için kötü sonla bitti. Bu hikâyenin mutlu olanı yoktu. Bu hikâyede mutluluk yoktu. Mutluluk varsa bile biz onu tamamen yok ettik.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 189 Okunma |
73 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |