
Dördüncü Bölüm: Vakit Doldu. Görev 1: Hainler bulundu.
Farah Yücel
Saat öğlen 12:54. Güneş tepedeydi. Arkadaşlarım beni dışlamıştı ve ben dayanamadığım için kendimi bahçeye atmıştım. Bu buz gibi havaya güneş bile fayda etmiyordu. Kar yağışı durmuştu ama buradan bakıldığına göre yollarda kapalı duruyordu. Elimizdeki telefonlar çekmiyordu. Yardım isteyeceğimiz kimse yoktu.
İçerideki arkadaşlarım iki seçenek sunmuşlardı. Ya hain olduğum için katilin beni kaçırdığını öne atmışlardı ya da katille iş birliği yaptığımı öne atmışlardı. Bunlardan hiçbiri değildi. Katilin neden beni ormana çektiğiyle alakalı hiçbir fikrim yoktu. O korkuyu hâlâ iliklerimde yaşıyordum. Beni ormana götürüp ne yapacaktı? Beni öldürseydi o an öldürürdü ama ya işkence edip, öldürerek beni önlerine atacaksa? O anı düşününce ürperdim. Belki de ruhumu kirletecekti. Katil bir erkekti. Dün beni tutuşundan anlamıştım ek olarak da sesinden anlamıştım. Bir erkeğin ormanda ihtiyacını gidermesi lazımdı ve bunu da benimle yapmak istemişti. Bu düşünce gözlerimi kocaman açmama neden olmuştu.
Sakin olmak ve düşünceleri zihnimden kovmak için derin nefesler alıp verdim. Bunu düşünmemeliydim. Grupta en son kalan bir kız olursa bu acıyı yaşayarak ölebilirdi. Acının üstüne acı eklenerek ölmek berbattı. Bir kurşunla ölmek daha cazip geliyordu. Peki yürüyerek bu ormandan çıkabilirsek? Bu ihtimali neden düşünmemiştik?
Hızla ayağa kalkıp, içeriye girdim. Arkadaşlarımın hepsi buradaydı. “Bir fikir buldum.” Hepsi bana dikkat kesildi. “Buraya yakın bir yerde illa yaşam vardır. Yürüyerek yardım isteyebileceğimiz birileri olmalı.” Arkadaşlarımın yüzü asıldı. Bu fikre olumlu bakmıyorlardı. Bundan emindim.
“Nereden bileceğiz bizi katile teker teker götürmeyeceğini?” Mirza’nın konuşmasıyla öfkelendim. Bu kadar salak olamazdı bir insan. Katil zaten dibimizdeydi neden bir katile götürme ihtiyacı duyayım ki?
“Mirza, kusura bakma ama epey salakmışsın. Katil zaten bizim burada neden sizi katile götüreyim?” Hakaretim onu sinirlendirirken, Damla öne atıldı ve bana keskin gözlerle baktı.
“Sevgilimle düzgün konuş. Belki de kolaylık olsun diye düşünmüşsündür.” Onlara acıyarak baktım. Bu düşünceyle burada kalıp, kurşunla öleceklerdi. Bakışlarım Hakan ve Mihra’ya kaydı. Onlardan ses çıkmamıştı ama bakışları olumsuz olduğunu gösteriyordu. Kaya ve Gurur’a baktım. Onlar benim her zaman yanımda olmuşlardı. Gurur’dan bu bakışı almıştım ama Kaya’dan alamamıştım. Bu beni sattığı anlamına gelmiyordu elbet ama kırmıştı. Ben sorgulamadan yanında olurdum.
“Farah, ben hep yanındayım ama bu pek düzgün bir fikir gibi gelmedi. Hava çok soğuk ve ben donarak ölmek istemiyorum.” Kendince haklıydı. Ona bir şey diyemezdim. Gurur’a dönmeden yukarıya doğru çıktım. Odama girdiğimde orada yazan yazıya bakmamaya çalıştım. Kenardaki çantamdan kalın kıyafetler aldım. Telefonumu cebime koydum ve birkaç gerekli şeyi aldım. Çantamı almaya gerek yoktu. Olurda bir yardım getirirsem o zaman alırdım.
Kapıdan tam çıkarken Gurur odamın önünde duruyordu. Bir iki adım geriye çıktığım da odama girdi ve kapıyı kapattı. Ona ne oldu bakışlarımı gönderdim. Vaktimi harcamak istemiyordum. O yüzden bir şeyler diyecekse çabuk demeliydi.
“Bu kararından emin misin?” Bana engel mi olacaktı? Bir karar aldığım da sonuna kadar gittiğimi o da biliyordu. Buna rağmen engel olacağını düşünmüyordum.
“Evet,” dedim ellerimi cebime koyarken. “Biz bir şeyler yapmazsak katil durmayacak.” Başını olumlu anlamda salladı ve bir şey demeden odamdan çıktı. Bu yaptığına şaşırmadan edemedim ama çok da üstünde durmadan aşağı indim. Arkadaşlarım salonda oturuyorlardı. “Yardım bulmayı başarırsam sizi buradan aldıracağım.” Kaya, bana doğru gelip sıkıca sarıldı. Bende onun sarılmasına karşılık verdim.
“Ne olursa olsun dikkat et olur mu? Eğer senden uzun süre haber gelmezse seni aramaya çıkacağım.” En azından katil tarafından alıkoyulursam beni arayan bir arkadaşım olduğunu bilecektim. Tamamen bilinmezliğe kaybolmayacaktım.
“Tamam.” dedim ve diğerlerine bakmadan kapıya doğru ilerledim. Merdivenlerden adım sesleri gelince durup oraya baktım. Gurur, üzerine siyah montunu giymişti, kafasına beresini, ellerine eldivenlerini, boynuna atkısını takmıştı. Elinde ise benim almayı unuttuğum berem ve eldivenim vardı.
“Nereye?” dedi yanıma kadar gelip. Elime eldivenleri tutuşturup, başıma beremi taktı. Eldivenleri giyerken şaşkınca ona baktım. “Seni ormanda bir başına bırakır mıyım sanıyorsun?” Dudaklarımda bir gülümseme oluştu. Gurur, yanımda olunca daha da güvende hissediyordum. Bir şey demeden botlarımı giydim. O da giyince evden birlikte ayrıldık.
Saat 14:30. İki buçuk saattir yoldaydık ve artık gerçekten yorulmuştum. Yol bir türlü bitmiyordu. Kar yağmaya başlamıştı ve önümüze bir sis bulutu geçmişti. Kollarımı birbirine bağlamıştım. Az da olsa üşümem dursun diye ama bir türlü durmuyordu. Yola çıkmakla hata mı etmiştim?
“Farah,” Gurur, durunca bende durdum. Yüzüme garip bir şekilde bakıyordu. “Yalvarırım şurada duralım yoksa kendimi tutamayacağım.” Gözleri aşağı gösterince oraya bakmadan ne olduğunu anladım. Bu gülmemi sağladı.
“Şurada bekliyorum seni.” Başını sallayınca ben dediğim yere gittim ve bir ağacın altına oturdum. O da işlerini halletmek üzere bana görünmeyen yere gitti. Kafamda dolu dolu şeyler vardı. Birilerini bulduğumuz da onlara ne diyecektik? Bir katil var ve bizi teker teker avlıyor diyemezdik bizi deli zannederler artı bir de polise haber ederlerdi. Katil ortadan kaybolur ve ölüler bize kalırdı. Sonra hapse gidebilirdik. Peki biz neden yardım aramak için buradan çıktık?
Buradan kurtulursak katilden de kurtulurduk düşüncesi geçti aklımdan ama arkada birilerini bırakmak istemiyordum. Özellikle orada yakın dostum vardı. Diğerleri kendi istekleri ile gelmemiş olabilirdi ama Kaya’yı o şekilde bırakamazdım. Kafam çok karışıktı. Ne yapmam lazımdı onu bile bilemiyordum. Yoluma devam etmek istiyordum ama arkamda kalanlar canımı yakıyordu. Bir yanımda kötü şeyler olmadan geri dön diyordu. O yanımı dinlemek istiyordum ama bir yanımda sonuna kadar devam et ve yolun sonunu gör diyordu. Belki yolun sonunda bir yaşama ulaşır, bizi şehre bırakmasını isteyebilirdik. En kötü ihtimal olanları anlatır, bizim için polise ulaşmasını isteyebilirdik.
Arkamdan bir ses geldiğin de hızla ayağa kalkıp, arkama baktım. Kimse yoktu ama kulaklarım tehlikeyi algılamıştı. Kalbim çok hızlı atarken geri geri çıktım ve düz yola girdim. Buradan bir an önce ayrılsak iyi olacaktı. Katil olmasa da bile bir kurt olabilirdi ve kurt tarafından yenilmekte acıydı. “Gurur!” Gurur buradaydı. Tek değildim ve güvendeydim. Kendime bunu sürekli söyledim. “Gurur!” Bir ses alamayınca yutkundum. Arkamı hızla dönüp, Gurur’un gittiği yöne koştum ama çok ilerlemeden onu gördüm. Sadece onu değil, elindeki silahı Gurur’un başına dayayan katili de görmüştüm. Bir kurt değil, katil ile karşı karşıya gelmiştik.
Katilin sadece gözlerini görsem de yüzündeki acımasız gülümsemeyi hissetmiştim. Kaçamamıştık. Bunu biliyordu ve bu ona zevk veriyordu. Gurur’a zarar vermesine izin veremezdim. Benim peşime takılması başlı başına belki hataydı ama beni tek bırakmamıştı. Şimdi de onu ben tek bırakmayacaktım.
“Benden kaçabileceğinizi mi sanıyorsunuz?” Aynı sesi duymak midemi bulandırdı. Ses maskeden dolayı çok boğuk çıkıyordu. Bir insanı sesinden tanırdınız ama bu adamın sesi hep farklı çıkıyordu.
“Lütfen onu bırak.” Gurur’un gözleri korku doluydu. Gözleri hemen dolmuştu. “Korkma.” dedim ona bir anne şefkatiyle. “Bir şey olmayacak.” Arkadaşlarıma hep anaç tavırlarla yaklaşmıştım. Onları kollayıp durmuştum. Bu çocukluktan kalma bir şeydi. Onları koruma iç güdüsü içime işlemişti.
Katil birden kahkaha atınca ona baktım. “Olacak.” dedi net bir sesle. “Eğer geriye dönüp, eve gitmezsen.” Tüylerim diken diken olurken, Gurur’u bana doğru iteledi. Düşmek üzere olan Gurur’u hemen elimle yakaladım ve ayakta tuttum. Gurur, az önce olanları es geçip beni arkasına aldı.
“Dokunma!” diye bağırdığında elimle kolunu tuttum. Kol kasları kasılmıştı. “Gideceğiz.” Katil bir şey demeden bize yol açtı. Gurur, elimi sıkıca tuttuğunda ellerimize baktım. Şu an bu an içinde bayılabilirdim ama önümde olan ihtimal bunu yok ediyordu. Bir katilin elindeydik ve düşünmem gereken yalnızca bu olmalıydı.
Gurur, beni çekiştirerek önden gitti ve bende hemen arkasından ilerledim. Belli bir mesafede ise katil vardı. Bizi takip ediyordu. Böylelikle geldiğimiz yolu zorla dönmek zorunda kalıyorduk. Belki de bir sona ulaştığımız için bizi durdurmak zorunda kalmıştı. Anladım ki katilden kurtulamayacaktık. Bizi her yerden izliyordu. En azından bizim yanımızdaydı, arkadaşlarımın yakınında değil.
İki saatin sonunda eve ulaşmıştık. Katil bizden uzaklaşmış, kendini ağaçların arasına gizlemişti. Kapıyı çaldığımızda açan kişi Kaya olmuştu. Korkuyla bize baktı. Nedeni ise yüzlerimizdeki ifadeydi. Sonra onun arkasından arkadaşlarımız çıktı. Hepsi bize şaşkınlıkla bakıyordu.
“Siz iyi misiniz? Bir yaşam buldunuz mu? Yardım gelecek mi?” İlk soruyu soran Hakan olmuştu. Bakışlarım ağaçlarının arasına gizlenen siluete kaydı. Bir iki adım daha gerileyip kendini iyice gizledi.
“Yakalandık.” Açıklamayı Gurur yapmıştı. Bakışlarım tekrar arkadaşlarıma döndü. “Buradan çıkış yok. Haini bulmak zorundayız.” Gurur, hâlâ elimi bırakmamıştı. Beni içeri geçirirken arkamdan kapıyı kapattı. Üstümüzdekileri çıkarıp, koltuğa oturduk.
“Ne yapacağız?” Kaya, bu soruyu sorunca ne yapacağımı bilmediğimi omuzlarımı kaldırarak belirttim. Lerzan, kesin sonuçtu ama diğer haini bulmak çok zordu.
“Bilmiyorum. Katil haini bulamazsak bizi öldüreceğini söyledi.” Bunu yolda söylemişti ve o zamandan beri korkuyla eve gelmiştik. Haini gerçekten bulamazsak biz ölecektik.
“Belki de hain sensin ve bizi yiyorsun.” Mirza, tekrar bunu söyleyince derin bir nefes aldım ve tavana baktım. Bu çocuk beni sınıyordu. Katil öldürmese de ben öldürecektim ve ilk insan öldürmem olacaktı.
“Buna inanmak istemiyorum ama bir şeyler denemeliyiz. Katil, hain olmayanı vurmaz diye düşünüyorum.” Bu düşünce bir yandan kötü bir yandan iyiydi. Deneyerek gerçekleri öğrenebilirdik ama ya katil yanlış seçim sunduk diye herkesi tek tek öldürürse?
“Çok tehlikeli. Ben hain değilim ve o katilin karşısına çıkmak istemiyorum. Psikopat bir katil tarafından ölmek istemiyorum.” Bunu gerçekten istemiyordum. Diğerlerini de öne atmak istemiyordum ama bu da olmazdı.
“Katille anlaşmalıysan zaten ölmezsin.” Mirza’nın üstüne atlamamak için kendimi zor tutuyordum. Hâlâ bunu belirtmesi sinirlerimi bozuyordu. Kendine neden bu kadar güveniyordu. Belki de gerçek hain oydu.
“Neden bu kadar çok üsteliyorsun? Korktuğun bir şey mi var?” Artık bunu düşünmeye başlamıştım. Neden sürekli bunu belirttiğini merak etmiştim. Bunu açıklamasını bana yapmalıydı.
“Belki de ilk hedefler Farah ve Mirza olmalı.” Damla’nın konuşmasıyla herkes sessizliğe büründü. Damla’nın böyle bir fikir atmasını kimse beklemiyordu. Beni öne atabilirdi ama sevgilisinin ismini vermesi herkesi susturdu. Ben sevgilisi için beni harcar diye düşünmüştüm ama Damla, gözünü kırpmadan ikimizi de harcamıştı.
“Damla, ne diyorsun sen?” Damla’nın gözlerindeki net ifadeyi görmek kaşlarımı çatmama neden oldu. Damla, sevgilisini çok seven biriydi. Bildiği bir şeyler olmasa böyle bir fikri ortaya sunmazdı. Peki bu fikir diğerlerine olumlu mu gelecekti? Bunu görecektik.
Damla Bolat
Kalbim acıyla kavrulurken net bakışlarım Mirza’nın üzerindeydi. Ona hem kırgın hem kızgındım. Bana yaptıklarının cezasını çekmesini istedim. Gördüğümü sindiremezdim. Gizli saklı işlerini diğerlerine kesemezdim. O böyle emin karşımda otururken ben onun yaptıklarını saklayıp, diğerlerine bu fişi kesemezdim.
“Mirza’dan başlayabiliriz. Katil, hain olmayan birini öldürmez. Farah ve Mirza’yı ortaya atalım.” Mirza, üzerime gelecekken onu Hakan engelledi. Mirza, öfkeyle bana baktı.
“Ne diyorsun sen? İlk seni atalım o zaman!” Bu beni güldürdü. Bunu böyle kabul ettirecekse ben kabuldüm. Hain olması onun korku damarlarını tutuşturmuştu.
“Tamam, eğer hain değilsem sen ortaya çıkacaksın.” Katilin adaletli olduğunu düşünüyordum. Şimdiye kadar Farah’ı öldürmemişti. Sadece haini bulmamızı istiyordu. Haini bulursak silah sıkılacaktı. Hain değildim buna emindim. Farah’ta değildi. İkimizde ölmeyecektik.
“Saçmalık!” Güldüm. Ona cevap vermeden kapıya doğru ilerledim. Arkamdan arkadaşlarım seslendi ama durmadım. Hemen ardımdan Farah’ta geldi. Gözlerinde korku vardı. Belki de korktuğu ikimizin de ölecek olmasıydı. Katile güvenmiyordu. Ben güvenmiyordum ama olanlara dayanıyordum. Benim haini görmeme neden olduysa gerçek haini bulmadan kimseyi öldürmeyecekti. Vaktimiz dolmamıştı.
“Böyle bir şey olmamalı!” Kaya, öne atılıp Farah’ı tuttu ama Farah ona temkinli sözler söyleyip yanıma geldi. Gözlerime baktığında bende başımı sallayarak ona baktım. Benden biraz uzaklaştı ve önüne döndü. Bende önüme dönüp, olacak olanı bekledim. Öleceksem öleyim. Ben zaten bir saat önce ölmüştüm. Bunu bilerek yaşamak kalbimi daha çok acıtacaktı.
Bekledik. İkimizde bekledik. Bir ses çıkmadı. Yine de beklemeye devam ettik. Gözlerimi kapattım. Bir yanım korkuyor bir yanım üzülüyordu. Korkmamın nedeni ya gerçekten de ikimiz de ölürsek düşüncesiydi. Üzülmemin nedeni ise kandırılmış olmam ve hâlâ bunun devam ediyor oluşuydu. Damla Bolat, kendisine yapılan hainliği asla unutmaz ve affetmezdi.
O sırada bir silah sesi duydum. Bu beni yerimden sıçratırken, nefesimi tuttum. Bende herhangi bir acı yoktu. Katil onu mu vurmuştu? Katil yanlış tercih sunduk diye onu mu harcamıştı? Nefesimi tutup, yavaşça gözlerimi açtım ve Farah’a baktım. Gözlerine değil, üzerine baktım. Herhangi bir yerinde kan yoktu. O da bana bakıyordu. Beni inceliyor bir yerimde kan var mı onu görmeye çalışıyordu. Ama ikimizde canlıydık. Peki kim vuruldu?
Arkamı döndüğümde kapının önüne yığılan ve kanlar içinde kalan Mirza ile duraksadım. Katil doğru kişiyi vurmuştu. Kalbinden vurmuştu. Acı çekmeden ölmüştü. İçim acıyor muydu? Evet ama yaptıkları içimdeki acıyı az da olsa söndürüyordu.
Oraya doğru ilerledim ve onun önünde diz çöktüm. “Cehennemde sevgiline kavuşacaksın.” Cebime koyduğum resmi onun kanlanmış göğsüne koydum ve ayağa kalkıp, eve girdim. Arkamda ruhumu bırakmıştım. Arkamda ölü bir ceset bırakmıştım. Şaşkın yüzler bırakmıştım. Ağlamak istiyordum. Bunları yaşadığım için delice ağlamak istiyordum.
Tarihler 19 Ocak’ı gösteriyordu. 19 Ocak 2020’de bir ceset daha gömüldü arka bahçeye. Mezara dikilen tahta parçasına ise Mirza Ulutaş yazıldı. Dağ evi bir mezarlığa dönmüştü. Arkasında artık iki ceset saklıyordu. Hain olan iki ceset...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 189 Okunma |
73 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |