
Sekizinci Bölüm: Bazı Pişmanlıklar
Farah Yücel
25 OCAK 2020
Hayat bazen çok acımasızdır. Bizi oradan oraya savurur, canımız yandı mı diye düşünmezdi. Sonra bizi savurduğu yerden kaldırmak için elini uzatır, özür dilemezdi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi tekrar savurur ve buna gülerdi.
Hayata karşı bir umudum olmamıştı hiç ama küçük bir umudum varsa bile bu kamptan sonra artık kalmamıştı. Gördüğüm şeyler bana geçmişimi hatırlatıyor, ayağa kalkmama izin vermiyordu. Yıllardır beynimden hiç çıkmayan şeyler şimdi tamamen yukarı çıkmış ve bana öylece bakıyordu.
Ölüm kolay mıdır? Bazen bunu düşünüyordum. Herkes ölüyordu ama ölümün kolay ya da zorluğunu hiç düşünmemiştim. Ölen insanlar ölürken ne tür duruma giriyorlardı. Canları yanıyor muydu? Peki öldürmek? Bir insanı öldürmek kolay mı? Bu sorunun cevabını burada öğrendim. Bir insanı öldürmek kolaydı. Alıyorsun eline silahı sonra karşıya sabitliyorsun ve hiçbir şey düşünmeden ateşliyorsun. Vicdanını kapatman lazım önce. Katil olmak için vicdansız olman lazım.
İki arkadaşımın ölümünün üzerinden bir hafta, bizim kampa gelişimizin üzerinden on bir gün geçmişti. İlk ölüm geçen hafta bugün işlenmişti. Lerzan’ı gömmüştük o toprağa. Bir gün sonra ise Mirza’yı gömmüştük. O toprağın altına Kaya’nın gireceğini hiç düşünmemiştim. Şimdi o toprağın altında yatıyordu ve ölümünün üzerinden üç gün geçmişti.
Sanki kalbimden bir şeyler eksilmiş gibiydi. Bir yarımı bırakmıştım. Arkadaş acısını iki kere yaşamıştım ve ikisinde de zorla susturulmuştum. En kötüsü de Kaya’nın masum bir şekilde ölmesiydi. Kendimi affedemiyordum. Asla affetmeyecektim.
Kaya, benim yakın arkadaşımdı. Senin ölmene izin vermeyeceğim derken bile inanmıştım ona. Söylediğini yapardı ve gerçekten yapmıştı. Benim öleceğim oyunda kendisi ölmüştü. Katil hileli oynamıştı. Beni oyuna katmamış ve ölümden sonra oyuna katıldığımı söylemişti. Bu bir hileydi. Neden böyle bir şey yapmıştı?
“Farah,” Bakışlarımı pencereden çekip, kapıya çevirdim. Gurur, üç gün içinde pes etmeden sürekli kapıma gelmiş ve bana atıştırmalıklar getirmişti. İlk zamanlar yememiştim ama sonradan halsiz düşünce az da olsa atıştırmıştım ama atıştırdığım şeyleri de hemen çıkarıyordum. Midem kazınıyordu ama ben yemek yiyemiyordum. “Portakal suyu bırakıyorum. Yemek yiyemiyorsun. Portakal suyunu seversin.” Gurur, pes etmiyordu.
Bu odadan hiç çıkmamıştım. Sadece tuvalet ihtiyacımı yapıp çıkıyordum. Kaya’nın yatağını kendi yatağım bilmiştim. O kâğıttan sonra da herkesle iletişimimi kesmiştim çünkü suçlu bendim ve masum birinin ölümüne neden olmuştum. Bunu öğrenmelerini istemiyordum. Tepkilerinden bir nebzede olsa korkuyordum. Özellikle Gurur’un tepkisinden korkuyordum. Kaya’nın benim yüzümden öldüğünü bilse kim bilir nasıl tepki verirdi.
Ses kesildi. Hep olduğu gibi yine sessizliğe büründü etraf. Dışarıda yoğun bir kar vardı. Beni merak edecek bir ailem yoktu ama ya diğerlerinin ailesi neden sessizlerdi? Hiç mi merak etmiyorlardı? Buraya geleceğimizi biliyorlar. Bu adresi de biliyorlardı.
Portakal suyunu almamış, öylece yatağa geçmiştim. Yine kısa bir uykuya dalmış ve o kötü kâbus ile uyanmıştım. Sahne hep aynıydı. Kaya vuruluyor ve ben ona doğru koşarken, benim suçum olduğunu söylüyordu. Kaya, böyle bir şey demezdi ama zihnim olayları o yöne çekiyor, suçluluk duygumu körüklüyordu.
Korkarak yataktan kalktım. Yüzüme yapışan saçları geriye ittim ve etrafa baktım. Karanlıktı. Ses yoktu. Dilim damağım kuruduğu için su içme ihtiyacı duydum ve hemen yan komodine baktım ama bardağı boş görünce derin bir nefes alıp verdim.
Odadan su içmek için çıkarken herkesin uyuyor olmasına şükür ettim. Aslında dışarıda bir katil varken bu kadar rahat uyumak bir değişik geliyordu. Üç arkadaşımız ölmüştü ama herkes rahat uyuyordu. Belki de odalarına çekilmiş, kendi dünyalarına kapanıyorlardır. Kimseye görünmeden suyu alıp, odaya geçmek istedim. Salona girerken Gurur'u koltukta uzanmış bir şekilde gördüm. Gözleri açık öylece tavana bakıyordu. Geldiğimi duymamıştı. Onun yüzüne bakamıyordum. İki arkadaşını da kaybetmişti ve birine sessiz kalmıştım biri de benim için kendini feda etmişti. Kötü bir arkadaştım.
Su içmekten vazgeçerek merdivenleri çıkmak için arkamı döndüm ama adım atamadan adımı onun ağzından duydum. Bakışlarımı ona çevirdiğim de koltukta doğrulmuş, bana yorgun gözlerle bakıyordu. Bir süre sessizce birbirimize baktık ama bir şey söylemedik. Ne diyecektik ki? İkimizin de acısı tazeydi. O benim yanımda olmak isterken ben onu yarı yolda bırakmıştım. O bana hep omuz olmuşken ben ona omuz olamamıştım.
Oluşan sessizlikten rahatsız olup, tekrar arkamı döndüm ve merdivene adım attım. “Gitme,” Titreyen sesi durmamı sağlayan tek şeydi. “Lütfen gitme.” Gözlerim anında dolarken, ona dönmedim. Adım seslerini duyuyordum. “Tek başıma iyileşemiyorum.” Yutkunurken, önüme geçmeye çalıştı ama izin vermeden bir adım atarak ondan uzaklaştım. “Gidecek misin?” Ben sana nasıl omuz olayım? Arkadaşımız benim yüzümden ölmüşken ben nasıl sana omuz olayım?
“Serkan öldüğünde de tektin. O zaman halletmiştin. Şimdi Kaya öldü. Şimdi de halledebilirsin.” Kaya, Serkan’ın ölümüne dayanamamış, eve kapanmıştı. Bende susmanın verdiği suçluluk ile onlardan uzaklaşmıştım ve yine yalnız kalan Gurur olmuştu. İki arkadaşı da ölmüştü ve ikisinde de yalnız kalmıştı. Belki bende ölecektim ve o da yalnız kalacaktı. Bu kez sonsuza dek yalnız kalacaktı.
“Serkan,” dedi mırıldanarak. Sustu. Devamı gelir sandım ama gelmedi. Kötü durumdaydı. Yaptığım saçma mıydı? İkisinde de onu yalnız bırakıyordum. Ona olan aşkım bunu mu engelliyordu? Onu seviyordum neden uzak duruyordum?
“Gurur,” dedim bir şeylere karar vermiş gibi. Hayır, ona Kaya’nın benim yüzümden öldüğünü söylemeyecektim. Ona doğru döndüğüm de gözlerinden akan yaşlarla bana bakıyordu. Kalbim acıdı. Bir gün onu da kaybetme düşüncesi canımı yaktı. Bir gün ona kavuşamadan ölme düşüncesi canımı yaktı.
Yüzünde bir gülümseme oluştu. Gitmiyor oluşum onu mutlu etmişti. Yalnız kalmayacak oluşu onu mutlu etti. “Bir dakika bekler misin?” Onu geride bırakıp kendi odama girdim. Duvardaki yazıya bakmadan çantama ilerledim ve içinden asla ayırmadığım günlüğümü aldım. İçinden hızla ayracı çıkarıp, Gurur’u sevdiğimi itiraf ettiğim sayfayı buldum. Ayracı oraya koyup, Gurur'un yanına indim.
Elimdeki günlüğü ona uzatırken önce afalladı ama sonra günlüğü elimden aldı. “Bu günlüğü kimseye okutmazdın.” Başımı olumlu anlamda salladım. “Okumamı mı istiyorsun?” Bu kez başımı olumsuz anlamda salladım. Herkes günlüğe güzel anılarını hatırlamak için bir şeyler yazardı ama benim günlüğümün içindeki tek güzel şey Gurur ile olan ufak şeylerdi. Günlüğümün ilk sayfası Serkan’ın ölümüyle başlamıştı. Kimseye anlatamamıştım ve kendimi günlüğe vermiştim. O sayfalarda Serkan’ın ölümüne duyduğum pişmanlık, susturulmak, tehdit edilmem, yaşadığım şeyler hepsi burada yazıyordu.
“Sen özel alana her zaman saygılısın. Sadece ayracın olduğu yeri oku.” Ona bir adım daha yaklaştım ve kulağına yaklaştım. “Odanın kapısı açık. Lütfen sadece ayracın olduğu yeri oku ve yanıma gel.” Onu salonda bırakıp odaya girdim ve kapıyı kapatmadan yatağa girdim. Eğer arkadaşlığımız bozulmazsa buraya gelecekti ama arkadaşlığımıza ihanet ettiğimizi düşünürse hiç gelmeyecekti. Ya da aşkıma karşılık vermeyecekti.
Bir süre bekledim. Ne gelen oldu ne giden oldu. Sadece bekledim. Umut ettim aslında ama yanlış yapmıştım. Ona günlüğü vermeyecektim. Ya günlüğün diğer sayfalarını okursa diye düşünmeden edemiyordum ama Gurur özel alan saygısından bunu yapmazdı. İçim hem rahattı hem de huzursuzdu. Ya düşündüğüm gibi olmazsa diye düşünmeden edemiyordum.
Onu beklerken uyuya kaldım. Sabah uyandığım da ise yanımda kimse yoktu. Yutkunup ayağa kalktım. Beni sevmiyordu. Peki ya arkadaşlığımız? Bunu ölçmek için odadan çıktım ve salona indim. Kimse uyanmamıştı o yüzden rahattım. Salonda onu gördüm ve elinde günlüğüm vardı. Gözleri kapalıydı. Korkuyla oraya gittim ve onu uyandırmamaya çalışarak günlüğümü aldım ama gözlerini açınca duraksamak zorunda kaldım.
Mayhoş bir şekilde bana baktı ardından doğrularak etrafa baktı. Yüzünü ovalarken kısık gözlerle bana döndü. Sonra elimdeki günlüğe döndü ve bir süre orada odaklandı ardından uykusu açılmış gibi gözlerini kırpıştırdı.
“Farah,” dedi ama ben bir şey demesine izin vermeden ayracın olduğu sayfayı kontrol ettim. Aynı yerinde duruyordu. Okumamıştı. “Diğer yerleri okumadım.” Düşüncelerimi de doğrulayınca rahat bir nefes aldım. Eğer okusaydı bütün itiraflarımı görecekti. Yaşadıklarımdan çok Serkan’ın ölümüne susmama takılmasına korkuyordum.
Gözlerimi onun üzerine diktim ve öylece baktım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Günlükte yazan aşk itirafına nasıl bir tepki vermişti bilmiyordum o yüzden nasıl davranmam gerektiğini de bilmiyordum. Ya arkadaşlığımızı da bitirmek isterse diye korkuyordum. Benim ondan başka kimsem kalmamıştı. O da giderse ben tamamen yalnız kalırdım.
Ayağa kalktığın da hiç hareket etmedim. Önce etrafına baktı daha sonra tekrar bana döndü. Bir iki adımda dibime yaklaşınca bir an nefesim daraldı ve kalbim çok hızlı atmaya başladı. Kalbimin atışını duyuyor muydu? Duyuyorsa rezil oldum!
Elleri yüzüme gitti. Gözleri gözlerimden hiç ayrılmadı. Bir an beni öpecek zannettim ama beni tutup kendine çekince afalladım. “Farah, burada olmaz. Bugün olmaz.” Ne demek istemişti? Burada olmaz derken neyden bahsetmişti? Seviyor muydu sevmiyor muydu?
“Gurur, ben anlamıyorum.” Kaya ölmeden yaşananlar ve Kaya’nın ölmeden önce söyledikleri aklıma düştü. “Sen çocuğumuz olmayacak dedin. Kaya, çocuğunuza benim adımı verin dedi. Ben anlamıyorum. Beni seviyor musun sevmiyor musun?” Benden ayrılıp yüzüme baktı. Gözlerinde garip bir duygu gördüm ama ne olduğunu anlayamadım. Gurur, duygularını saklamakta çok iyiydi.
“Sadece zaman. Buradan çıkarsak o zaman her şeyi anlatacağım.” Başımı olumlu anlamda salladım. Onun için bir şey yapmak istiyordum. O yüzden onu elinden tutup yukarı sürükledim. “Nereye?” Bir şey demeden onun odasına girdik ve kapıyı kilitleyip, onu yatağa oturttum. Karşısında durunca bana aşağıdan baktı.
“Bugüne kadar hep sen bana omuz oldun, şimdi ben sana olmak istiyorum.” Yanına oturduğum da elimle başını omzuma yasladım. “Hiçbir anlam çıkarmayacağım. Sadece benim senin omzunda ağladığım gibi ağlamanı istiyorum.” Bir süre sessizlik oldu ardından bir hıçkırık koptu dudaklarından. Gözlerimi kapatıp, onun içini döke döke ağlamasını dinledim. Aklıma o günler geldi. Deli gibi ağladığım da Gurur’un yanımda olması geldi. Sonra ben zaten yaşadığım şeyler yüzünden onu da tamamen yanımdan uzaklaştırmıştım. Ama sonra yine yanımda olmuştu. Belli bir aralıkta kendimi Kaya’dan da Gurur’dan da uzak tutmuştum. Bunun için pişmandım. Onların da acıları vardı ama ben kendi acımı düşünmüştüm. Bencildim.
“Bir gün günlüğünün diğer sayfalarını okuyabilecek miyim?” Gözlerimi açıp karşıya baktım. O gün gelecek miydi bilmiyordum. O gün geldiğin de kendimi tamamen açmış olacaktım. Bütün her şeyi itiraf edecektim. Yaşadıklarımı itiraf edecektim. Buna hazır olacak mıydım bilmiyordum.
Sessiz kaldım. O da başka bir şey sormadı. O ağladı ben ona omuz oldum. İkimizde oturmuştuk. Birimiz içinden ağlarken biri dışından ağlıyordu. Dört arkadaştık. Biri 2009 yılında ölmüştü. 12 yaşında ya da 13 yaşındaydık. Biri 2020 yılında öldü. 22 yaşında gencecik bir gençti. Hayalleri vardı. Bir basketbolcu olma hayali vardı.
Bunları düşünüce Gurur ile bende ağlamaya başladım. İkimiz de arkadaşımızın ölümüne ağladık ama birimiz pişmanlıkla ağladık. İki gözyaşı ama biri pişmanlık doluydu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 189 Okunma |
73 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |