10. Bölüm

DEM: 9.Bölüm

Dora
_doraa

Dokuzuncu Bölüm: Küçük Bir Oyun

 

 

Farah Yücel

 

Kar yağmayı bırakmış, hava hafiften açılmıştı. Omuzumda uyuya kalan Gurur’u yatağa yatırmıştım ve hava tamamen aydınlanana kadar odadan çıkmamıştım. Hava aydınlıktan sonra da odadan usulca çıkmıştım. Ses etmemeye özen gösteriyordum. Saat erken bir vakit değildi ama herkes odasındaydı. Kimse kimseyi görmek istemiyor gibiydi. Son olanlardan sonra belki de kimse birbirinin yüzüne bakamıyordu.

Evden çıkıp, kendimi arka bahçede buldum. Kaya’nın mezarının yanına kara oturdum. Soğukluk umurumda olmadı. Cebime koyduğum kâğıdı çıkarıp, gözlerimi yazıda gezdirdim. Bir masumun benim için öldüğünü düşünmek canımı acıtıyordu. Neden beni korumuştu ki? Neyimi biliyor da beni korumuştu? Suçlu neden bendim? Kaya neden kendini öne atmıştı?

“Kaya, özür dilerim.” Neyime karşı koruduğunu bilmesem de özür dilemek istedim. Benim yüzümden ölmüştü. “Suçlu benim ama sen benim için öldün. Ben bunu kimseye söyleyemiyorum. Ben Gurur'dan bunu saklıyorum. Gurur, bana çok kızacak. Kaya, ben yalnız kalmaktan, onu kaybetmekten korkuyorum. Bu beni ruhsuz bir şekilde güldürdü. Her şey bitmişti ve ben Gurur’un bana kızacağından korkuyordum.

“Senin suçun değil.” Başımı sese doğru çevirdiğim de Kaya’nın da benim gibi yere oturduğunu gördüm. Diğerlerinden korktuğum gibi ondan korkmadım.

“Öldün aptal! Kâğıt geldi. Masumsun.” Bu dediğime gülünce bende güldüm. Ölü biriyle kavga ediyordum. Sanırım kafayı yemiştim.

“Doğru öldüm. Gurur'a açıldın sonunda.” Gözlerimi kocaman açarak ona baktım. O nasıl biliyordu? Gerçi doğru o ölüydü ve her şeyi bilebilirdi.

“Evet ama bir sonuç yok. Gurur beni arkadaşı olarak görüyor.” Omuz silktim ve başımı başka tarafa çevirdim. Bu gerçek canımı yakmıştı.

“Bilemezsin.” Başımı ona çevirdiğim de yerinde göremedim. Derin bir nefes alıp, kâğıdı cebime koydum ve başımı gökyüzüne çevirdim. O sırada pencereden bana bakan Damla’yı gördüm. Hızla içeri çekilirken, gözümü kırpıştırarak ayağa kalktım ve eve doğru yürüdüm. Sanırım deli olduğumu düşünen birini olmuştu. Hiçbir şey olmamış gibi eve girip, odama girdim. Sıcak tutacak kıyafetler çıkarıp, üzerime hızlıca geçirdim. Kâğıdı ise alıp, Gurur’un odasına bıraktığım günlüğün arasına koydum. Gurur, uyumaya devam ediyordu.

Aşağıya indiğim de kimse yoktu. Mutfağa geçerek elimizde olan malzemeler ile bir kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Kaç günden beri ortalarda gözükmüyordum. Bununla aramızdaki buzları eritebilirdim.

“Neden kahvaltı hazırlıyorsun?” Başımı Hakan’a çevirdim. Sorusunu anlayamamıştım o yüzden kaşlarımı çatarak ona baktım. O da anlamadığımı anlayarak ben sorumu sormadan cevapladı. “Bir katil neden kurbanlarına kahvaltı hazırlar? Günlerce o odadan çıkmadın. Yine çıkmasaydın.” Beni katil olarak mı görüyordu? Elimdeki işi tezgâha bırakıp, arkamı döndüm ve kollarımı birbirine bağlayarak tezgâha yaslandım.

“Katil olduğumu düşündüren nedir?” Ona merakla baktım. Gözlerimin içine böyle nefretle bakarken bunun cevabını merak ediyordum. Ona katil olduğumu düşündüren ne merak ediyordum.

“Oyuna kendini katmadın. Kaya’nın ölümüne üzülüyor gibi yaptın. Kaya’nın ölümünden sonra da kendini odaya kapattın.” Öfkeyle ona doğru bir iki adım attım ve onun tam göğsünün ortasına işaret parmağımı bastırdım.

“Kaya’nın ölümüne gerçekten üzüldüm ama bu seni ilgilendirmez. Kaya benim, senin sandığında da yakın arkadaşım.” Bu hakkı ona kimse vermiyordu. Kaya’ya üzülüp üzülmeyeceğimi sorgulayacak son kişi bile değildi. Bakışları daha da öfkeliydi.

“Kaya’nın ölümü doğru suçluydu belki ama senin katil olma ihtimalin daha yüksek. Neden oyun başlamadan o ormana çığlık atarak gittin ve geldiğin de direkt oyunda senin olmayacağına dair bir kural çıktı?” Yaşadıklarımı düşündüm. Aklımı kaybetmiştim ve kendimi o ormanda bulduğum da deli gibi üşüdüğümü hatırlıyordum. Hatta üşüsem bile onları orada görüyordum. Beni yalnız bırakmamışlar, her şeyin suçlusunun benim olduğumu söyleyip durmuşlardı. Katil bu durumu bir piyon olarak kullanmıştı. Okları bana çevirmiş ve beni oyundan çıkarmıştı. Arkadaşlarımın benden uzaklaşmasını istiyordu. Ama aklıma takılan bir soru vardı.

“Kaya’nın neden suçlu olduğunu düşünüyorsun?” Böyle düşünüyorsa onun neden öldüğünü biliyordu ve o kâğıtta yazılan şeyleri öğrenecektim. Hangi suçumdan dolayı öldüğünü öğrenecektim. İşte o zaman kendimi tamamen suçlayabilirdim.

“Çünkü günahı büyüktü. Doğru suçlu oydu.” Bu cevap değildi. Bana gerçek cevap lazım.

“Kaya’nın günahı neydi?” Bunu duymaktan korkuyordum ama bir yanımda duymak için can atıyordu. Hangi günahımın bedelini ödemişti? Yakın dostların birbirine verdiği sözü hangi günahımdan dolayı gerçekleştirmişti?

“Arkadaşının ölümüne susmuş. Küçükken olan bir şey sanırım. Ve o kişi de sizin yakın arkadaşınız.” Duyduklarım ile elim hızla ağzıma gitti. Kulaklarım çınladı ve geçmişe dair sesler bir bir önüme düştü.

 

Lütfen, yapma!

 

Lütfen, onun suçu yok!

 

Lütfen, o silahı ateşleme!

Nefes alışverişlerim sıklaştı. Tutunacak bir yer aradım ve elim o yeri bulamadı kendimi yerde buldum. Başımda ölüm meleği gibi dikilen Hakan vardı. Duyduklarımla yıkılmama sebep olan Hakan vardı.

Kaya, en büyük günahımın bedelini kendi kendine vermişti. Peki bu günahımı nereden biliyordu? Serkan’ın ölümüne sustuğumu nereden biliyordu? Ya da ne kadarını biliyordu. Bunların yanında en yakın arkadaşımı yine benim yüzümden kaybetmiştim.

“Doğru ben bir katilim.” dedim geçmişi anımsayarak. Serkan’ın, kardeşimin, annemin, babamın, çocukluğumun, Kaya’nın katiliydim. Ben geçmişimin katiliydim. Sonra bir düşünce düştü aklıma. O adam beni burada da bulmuş olabilir mi? Bana yaşattıkları yetmemiş, konuşmayayım diye böyle bir oyunla arkadaşlarımı öldürüyor olabilir mi? “Katil...” diyebildim sadece. Devamı gelmedi. Katili biliyorum diyemedim. Onlara benim katilimin sizin de katiliniz diyemedim.

“Ne oluyor burada?” Damla’nın sesiyle hızla gözyaşlarımı sildim ve zorda olsa yerden destek alarak ayağa kalktım. Bakışlarım Hakan’a kaydı. Bir şey söylemesini istemedim. Bunu onlara benim söylemem lazımdı. Bunu bir süre saklaması lazımdı.

“Hiç-hiçbir şey olmadı.” Sesim kesik kesik çıkarken, Hakan’a doğru yanaştım. Her an söylemeye hazır gibi bekliyordu. “Lütfen bir süre tanı bana.” Bir şey demesine gerek kalmadan hızla kapıya ilerledim ve üzerime montumu giydim. Botlarımı da giyip, kendimi ormana attım. Evin yolunu kaybetmeyecek şekilde ormana girdim. Evden uzaklaştım. Ondan başka kimsenin beni duymasını istemiyordum.

“Buralardasın biliyorum. Çık dışarı!” Kendi etrafımda dönüp, etrafa bağırdım. “Daha ne istiyorsun benden!” Ondan nefret ediyordum. Onun bana yaptıklarından nefret ediyordum. “Benden aldıkların yetmedi mi? Şimdi neden arkadaşlarımı da bu işin içine katıyorsun!” Nefretimi kusuyordum. Katilime nefretimi kusuyordum. “Kaya’yı neden aldın? Konuşmayacağım demiştim! Onlara zarar verme demiştim!” Artık ağlamaya başlamıştım. Kaya’nın ölümünün suçlusu bendim. Konuşmayacaktım ama o adam onu benden almıştı. Yıllarca susma sebeplerimden biriydi ama o adam onu benden almıştı. “Çık ortaya!” Yere çöktüm çaresizce. Deli gibi ağladım. Karın üzerine düştü gözyaşlarım. Gözyaşlarımı buz oldu. İçim yansa da dışı buz gibiydi. Nefretim hâlâ tazeydi.

Hava soğuktu, hafiften yağan kar usul usul üzerime dökülüyordu. Esen rüzgâr, ağaç dallarını hareket ettiriyordu. Korku filmindeki başrol gibi hissediyordum. Yaşananlardan sonra tek hayatta kalacak olan benmişim gibi hissediyordum. Filmin sonunda bir ambulans ve bir sürü polis gelir. Başrol korkuyla etrafa bakar ve bir süre konuşmaz. Film orada biter ama işin sonunda yatanları kimse bilmez.

Bir çıtırtı sesi duydum. Başımı hafifçe kaldırdığım da karşımda öylece duran takım elbise giymiş, siyah maske takmış katilime baktım. Ayağa kalkamayacak kadar güçsüzdüm. Hıçkırıklarım dursa da ağlamalarım durmadı.

“Neden yapıyorsun bunu?” Bir cevap vermesini bekledim ama o ellerini cebine koymuş, öylece bana bakıyordu. “Sonsuza dek susarsam peşimi bırakacağını söylemiştin. Şimdi neden karşıma çıktın?” Sorularıma cevap bulmak istiyordum ama bir cevap yoktu. Sessizlik vardı. “Beni kurtarmak için ölmüştü. Susturdun. Yaptıklarına rağmen sustum. Şimdi bir arkadaşım daha beni kurtarmak için öldü. Neden bana yaşatıyorsun bunu?” Uzun boylu katilim hiçbir şey söylemiyordu.

Zorla ayağa kalktım ve bir ağaca tutundum. Eğer tutunmasaydım tekrar düşebilirdim. Tek elimle gözyaşlarımı silip, dik durmaya çalıştım. “Allah şahidim olsun senin katilim olduğunu herkese duyuracağım.” Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum ama ölsem bile bunu yapacaktım. Bir şekilde bunu başaracaktım. Artık bana acı çektiremeyecekti. “Sözümü tuttum ama sen bu sözü bozdun. Bunu herkese duyuracağım işte o zaman kurtulamayacaksın!”

“Farah!” Damla’nın uzaktan gelen sesiyle bakışlarım sağa döndü. Önümde bir hareketlilik oldu. Bakışlarım ona döndüğünde bana doğru yaklaştı. Aramızda fazla mesafe bırakmadan suratıma doğru eğildi.

“Yaşadıklarıma karşı yaşadıkların.” Öfke vardı gözlerinde. Benden ayrılıp, hızla buradan ayrıldı. Yaşadıklarıma karşılık yaşadıkların demişti. Şikâyet etmeye çalışmıştım onu. Benim yüzümden katil olmuştu. Belki de nice şeylere neden olmuştum ve şimdi intikamını böyle alıyordu.

“Farah.” Damla’nın sesi şimdi daha yakındı. Başımı sese çevirdiğimde bana doğru koştuğunu gördüm. Yanıma hızla gelip, kolumu tuttu. “İyisin.” Başımı olumlu anlamda salladım. “Böyle ormana dalmamalısın.” Bana destek olup, geldiği yöne yürümeye başladı. Benim kafamda ise katilim vardı. Onu mahvetmeme yetecek şey vardı.

 

 

Damla Bolat

 

Aşağıdan gelen bağırışlar ile korkuyla aşağı inmiştim. Hakan ve Farah, mutfakta tartışıyorlardı. Farah, yerdeyken korkmuştum. Hızla onların yanına gittim.

“Ne oluyor burada?” dediğim de ikisi de bana baktı. Farah, zor da olsa ayağa kalktı ve kekeleyerek hiçbir şey olmadı dedi. Sonra Hakan’a yaklaşıp, bir şey söyledi. Ne olduğunu anlayamadan yanımızdan uzaklaştı ve dışarı çıktı. Arkasından gitmeye yeltendim ama Hakan kolumdan tuttu.

“Bırak biraz hava alsın.” Bir süre Hakan’a baktım. Hakan kolunu çekip yukarı çıktı ve ortadan kayboldu. Benim gözlerim ise pencere ardına kaydı. Ormanda bir katil varken ve Farah’ın durumu iyi değilken ormana dalması ne kadar mantıklıydı. Onu sabah mezarın başında konuşurken görmüştüm. Ne konuştuğunu duymamıştım ama elindeki kâğıt ile mezarın başında oturmuştu. Akıl sorunu yaşayan biriyle karşılaşmamıştım ama bu olanlar onun akıl sağlığıyla oynuyordu. Birkaç gün önce en yakın dostunu kaybetmesi onu daha da kötü yapmıştı.

Yanı sıra en yakın arkadaşının neden öldüğünü bilmiyordu. Sadece o değil, Gurur'da bilmiyordu. Kaya söylememişti ve nedeni de açıkça belliydi. Kaya’nın ölümünü sakladığı kişi Gurur’un o hâle gelmesine sebep olan kişiydi. Kaya belki de arkadaşını daha da kötü yapmaktan korkmuştu. Ölmek istemişti. Bu acıyla yaşamak istememişti. Masum mu suçlu mu olduğuna dair de bir mesaj almamıştık. Neden böyle bir mesaj verilmemişti? Acaba hâlâ doğru kişiyi bulamamış mıydık?

Bir süre düşüncelerde boğuldum ama böyle olmayacağına karar vererek yukarıya çıktım ve Gurur’un kapısını çaldım. Herhangi bir ses gelmeyince kapıyı açtım ve içeri baktım. Gurur yatakta uyuyordu. Oraya doğru ilerleyip, yukarıdan ona baktım Kaya’nın son sözleri Gurur’un, Farah’a dikkat etmesini söylemesiydi. Şimdi Farah’ın ormana gitmesini hoş karşılamazdı. Ondan da saklamak istemiyordum o yüzden onu yavaşça dürttüm.

“Gurur,” Önce bir mırıldandı ama sonra gözlerini açabildi. Önce benimle göz göze geldi ardından etrafına baktı ve hızla ayağa kalkıp, yanına baktı.

“Farah, nerede?” Kalkar kalkmaz Farah'ı sorması onu önemsediğini açık açık gösteriyordu. “Burada yanımdan ayrılmayacağını söylemişti.” Başımı olumlu anlamda salladım onu anladığımı göstererek.

“Farah, Hakan ile kavga etti sonra ormana doğru gitti.” Gurur bunu söylememle hızla ayağa kalktı ve merdivenlerden gürültüyle indi. Bende peşinden gidecekken Mihra odadan çıktı.

“Damla, ne oluyor?” Başımı ona çevirdiğim de odanın önünden ayrılıp yanıma geldi.

“Farah, ormana doğru gitti. Gurur, onu aramaya gitti. Bende ona yardım edeceğim.” Onu geride bırakıp, kapıya ilerledim. Gurur eşyalarını alıp çoktan dışarı çıkmıştı. Bende eşyalarımı giyerken, Mihra’da gelmişti.

“Bende arayacağım.” Başımı olumlu anlamda salladım ve onunla birlikte evden ayrıldık. Ormanın derinliklerine girerken Gururun sesini duyduk ve onu takip ettik.

“Orada!” Mihra, Gururun yerini gösterirken onun yanına gittik. Gurur, bizi gördüğüne şaşırmıştı. Açıklama yapmak gerekiyordu.

“Biz de arayacağız ama fazla uzaklaşmadan yapalım. Bulduğumuz da ise bağırarak birbirimize haber verelim.” Anlaştık ve yollarımızı ayırdık. Dediğimiz gibi oldu. Üçümüzde sesimizi duyabilecek kadar uzaklaşmıştık.

Farah, güvendiğim tek insandı. Ondan asla vazgeçmeyecektim. Hakan ile ne kavgası ediyorlardı bilmiyorum ama ben ne olursa olsun onu dinlemeye hazırdım. Bir açıklaması olmalıydı bazı şeylerin. Eğer katil olsaydı ya da katille anlaşmalı olsaydı o mezarlarla konuşacak kadar kafayı yemezdi. Buradan çıkış yolumuz yalnız o olabilirdi. Biz ölsek bile hakkımızı arayan yalnızca o olurdu.

O sırada gözüme ağaca yaslanmış Farah takıldı. Hızla koşarak onun koluna girdim. “İyisin. Böyle ormana dalmamalısın.” Ona destek olarak bizimkilerin yanına götürdüm. Gurur rahatlamayla benim elimden Farah’ı alarak kucağında taşıdı. Farah ise kollarını ona sarmış, başını omzuna koymuştu. Eve gidene kadar hiçbirimizden ses çıkmadı. Hepimiz sessizdik.

Eve geldiğimizde hızla kapıyı açıp içeri girdik. Dışarısı buz gibiydi. Gurur, Farah’ı odaya çıkartmak yerine koltuğa bıraktı. Farah ise ayaklarını kendine çekerek, titreyerek oturuyordu. Onun yanına gidip oturdum ve ona doğru döndüm.

“İyisin değil mi?” Bana bakarak başını olumlu anlamda salladı. “Başı boş şekilde ormana dalmamalısın.” Bakışları bir anlığına Gurur’a kaydı. Sonra gözlerini yumdu. Bir süre cevap vermedi.

“Belli bir nedenim vardı.” dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. Böyle bir şeyin bir nedeni de olsa dışarıda katil varken bunu yapmamalıydı.

“Yine de böyle bir şey yapmamalısın.” Gurur, yukarıya çıktı. Ardından Mihra çıktı yukarı. Çok sürmedi Mihra etrafta Hakan’ın adını seslenerek geziyordu. Bakışlarım ona döndü.

“Hakan’ı gördünüz mü?” Başımı olumsuz anlamda salladım. Onu en son evden çıkmadan görmüştüm. Sonraysa birlikte gelmiştik.

“Hakan yok.” Mihra’nın korku dolu sesiyle kaşlarımı çattım. Kocaman adam nereye gidebilir ki? O sırada kapı çaldı. Korkuyla kapıya baktık ama sonra gelenin Hakan olduğunu düşündük ve Mihra’nın adımları oraya gitti. “Gelmiş olmalı.” Sesi rahatlarken bizde rahatladık. Bir de bu kadar olayda Hakan’ın kaybolması olmazdı.

Mihra, kapıyı açtı ama hiçbir şekilde bir ses gelmedi. Ne Hakan girdi içeri ne de Mihra girdi. Merak ederek yanına gittiğim de Mihra düz bir şekilde elindeki kâğıda bakıyordu.

“Ne oldu?” Mihra’nın kafası robot gibi bana döndü. Gözlerinden akan yaşları görünce daha da şaşkına döndüm. Hızla ona doğru yürüdüm. “Mihra.” Elindeki kâğıdı bana uzatırken onu aldım. Okumadan önce Mihra’nın gözlerine baktım. Neydi onu bu kadar korkutan? Bakışlarımı kâğıda çevirdiğim de okuduklarım yutkunmama neden oldu. Katilin amacı bu kez bir ölüm değil, ufak bir oyundu. Diğerleri gibi kendinin öldüreceği bir oyun değildi. Bu kez oyuna hepimizi katmış ve ölümü hepimize yükleyeceği bir oyundu.

Küçük bir oyuna ne dersiniz? O zaman ormanın derinliklerine sakladığım arkadaşınızı soğuktan donmadan ya da aç hayvanlar yemeden bulun. İyi şanslar. Arkadaşınızın kaderini kendiniz yazın.

Bölüm : 02.04.2025 17:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...