11. Bölüm

11. BÖLÜM

Dusin
_dusin

 

"Gülüp eğlenmeliydim, Su gibi akmalıydım şu yaşımda,

Oysa ağır ağır düşünüyorum geleceği...

Kaç gecem daha böyle huzursuz geçecek?

Beni felaketler değil düşünmek mahvedecek."

(...)

"Tam bir buçuk ay önce, hain Albay Kenan, Güven'i ve beni gizli bir göreve göndereceğini söyledi. Görev sonuçta, 'tamam' dedik. Gitmeden önce de Güven abuk subuk bir iki şey saçmaladı. Yok bu görev kurtuluşuymuş, yok son göreviymiş. Sonradan anladım tabii ne demek istediği ama iş işten geçmişti. Sınırı geçip Tel Beyder'e vardık. Ben içeriye sızarken Güven dışarıdan beni koruyacaktı. Planımız böyleydi.

İçeriye girdiğimde iki anarşisti kendi aralarında Güven'le ilgili konuşurken duydum. Güven bunlara bilgi gönderiyormuş. Bunlar da toplantılarını, sevkiyatlarını ona göre yapıyormuş.

Duyunca inanamadım, sordum. Evet dedi, inatla sordum Ahmet amca. Sordum evet dedi. Sonra gideyim diye silah çekti. Bende ona silah çektim. Sonra... sonra olan oldu.

Kenan'ı aradım anlattım. Konum verdi 'git oraya bir süre ortalıkta görünme' dedi. İt, o zamanlarda keyiften dört köşe oluyormuş. Anlayınca Ankara'dan Albay Cengiz Tekin'i aradım. O zaman anladım. Güven resmiyet dışı gizli göreve çıkmış, Cengiz Albay'ın emriyle. Karşı tarafa yem baskınlar söyleyip sağ gösterip sol vurduruyormuş. Bilemedim. Ondan sonra da olan oldu Ahmet amca."

Ahmet Amca sol göğüs cebinden sigara paketi ve bir çakmak çıkardı. Usulca sigarayı dudaklarına yerleştirip yaktı ve derin bir nefes aldı.

"Kardeşi kardeşe kırdırmış köpek." Gözlerimin dolmasını engelleyemezken yavaşça uzanıp koltuğun başlığında duran elini tuttum.

"Beni affedebilecek misin Ahmet Amca? Ben kendimi affedemiyorum. Gözlerimi ne zaman kapatsam Güven yanıma geliyor. Konuşmak istiyorum susuyor. Rüyalarıma giriyor. Giydiği bembeyaz takım birden kırmızıya bulanıyor. İçim yanıyor Ahmet Amca!"

Gözlerini ellerimizden çekip karşısında ki pencereye dikti.

"Güven seni severdi. Kardeşi bilirdi seni. O anlayışsız oğlan en çok seni anlardı. Bana söylediklerini ona söylesen anlardı kızım seni, affederdi. Hakkım benden sana helaldir. Olur da Allah sana şehitlik mertebesini nasip ederse öbür tarafta mutlaka karşılaşırsınız kızım. Gerisine de Güven'im karar verir." dedi titreyen sesi.

Bitirdiği sigarasını önünde duran küllükte söndürdü ve yavaşça kalkıp odasına doğru ilerledi. Bu noktada artık söyleyecek sözüm kalmıyordu. Bende oturduğum koltuktan kalkarak kapıya ilerleyip son kez arkama baktım. Bu evde Güven'le beraber geçirdiğimiz o kadar çok an vardı ki... Artık hepsi bir daha gerçekleşmeyecek birer anı olarak kalacaktı.

Omuzlarım düşerken kapıyı aralayıp çıktım. Kerem bıraktığım yerde arabaya yaslanmış beni bekliyordu.

"Gidebiliriz Kerem." Kerem baş onayı verip şoför koltuğuna geçti ve ben bindikten sonra arabayı çalıştırdı. Yol boyunca Kerem ile tek bir kelime dahi konuşmamıştık. Usul usul, bir zamanlar sakince yaşadığım evime doğru gidiyorduk.

Geçen yarım saatin ardından evime gelmiş, Kerem'i de kendi evine göndermiştim. Zaten ben hastanedeyken yeteri kadar başımda beklemişlerdi.

Evimin kapısını açıp içeriye girdiğimde aldığım temizlik kokusu beni şaşırtmıştı. Haftalardır girmediğim evimde şuan bahar esintisi vardı. Elimde ki anahtarı oturma odasındaki masanın üzerine bırakıp cama doğru ilerledim. Tam da düşündüğüm gibi Hamide Abla çiçeklerimi kurutmamış üstüne üstlük evi de temizlemişti. Bir ara ona teşekkür etmeyi aklıma not edip yatak odama geçtim.

Kısa bir duşun ardından saatin erken olmasına rağmen uyumak için hazırlanıyordum ki çalan kapı bütün rahatımı bozdu. Yeni yeni geçmeye başlayan yaralarıma dikkat ederek yataktan doğruldum. Bu saatte kim gelebilirdi ki?

"Kim o?" Delikten bakarken sorduğum soruya anında cevap geldi.

"Posta!" Kapıyı açıp karşımda lacivert üniformasıyla duran adama baktım. Ne postasıydı bu?

"Mahkeme celbi, Ezgi Börteçen siz misiniz?" Bu kadar çabuk mu gelmişti mahkeme celbi? Kafamı yavaşça sallayıp görevliyi onayladım.

"T.C kimlik numaranızı ve imzanızı alabilir miyim?'' Gösterdiği yerleri doldurup zarfı aldım ve kapıyı kapattım. Oturma odasına giderken bir yandan da celbi açıyordum. Koltuğa doğru yavaşça çökerken mahkemenin ikinci oturumunun bir hafta sonra yapılacağını fark ettim. Birinci oturum ben hastanedeyken yapılmıştı büyük ölçüde lehime dönmütşü işler ancak bu yine de vicdanımı rahatlatmaya yetmiyordu. Ellerimde kardeşimin kanının olmadığı anlamına da gelmiyordu.

Gözlerim televizyon ünitesinin üstüne koyduğum mermi kovanına kaydı. Bu kovan Güven'in bedeninden çıkarılan; benim silahıma ait olan kovandı. Bir şekilde o kovanı alıp yaptığım hatayı bana hatırlatması için oraya koymuştum.

Zarfı masanın üzerine bırakıp tekrar yatağıma geçtim. Yavaştan ağrımaya başlayan başım kendisini daha da belli etmeden uykuya dalsam iyi olacaktı.

(...)

"Güven?!" Duyduğum fısıltılar giderek artarken siyah boşlukta gelişi güzel yürüyordum.

"Ezgi? Beni duyuyor musun?" Güven'in sesi net bir şekilde kulağıma ulaşıyordu ancak nereden geldiğini kestiremiyordum. Hızlı hızlı etrafıma bakınmaya başladım.

"Duyuyorum Güven! Ama nerede olduğunu göremiyorum!"

"Biraz daha ilerle Ezgi! Karşındayım!" Fısıltı sesleri giderek artarken karşımda beyaz takım elbise giyen bir adam belirdi.

Hayır, bu tanımadığım biri değildi, bu Güven'di.

"Güven!" Fısıltı sesleri etrafımızda daire oluşturmaya başladı. Gözlerimi etrafıma çevirdiğimde antik tiyatroları andıran büyük bir mahkeme salonunun ortasında Güven ile karşı karşıya duruyorduk. Fısıltılar buradan geliyordu.

"Evet, bu o!" Kalabalıktan biri ayağa kalkıp eliyle beni işaret etti.

"Nankör, sen katilsin!" Bir başkası kalkıp az önceki adama hak verir gibi bağırdığında yüzüm şokla gerildi.

"Ne cürretle buraya gelirsin, seni hain!" Kadınlardan biri diğerlerinden de destek bekler gibi bağırdı.

"Susun!" Boğazım yırtılırcasına bağırdım.

''Ben hain ya da nankör değilim! Ben... Ben sadece..." Ne diyeceğimi bilmiyordum. Kelimeler boğazımdan çıkmak için birbiriyle savaşırken beynim hangi kelimenin galip geleceğini bilmiyordu.

"Sakin ol Ezgi. Ben seni biliyorum ve tanıyorum." Güven sakin ve yatıştırıcı ses tonuyla konuşurken adeta mest oluyordum. Güven'in bu tavrın yüzümde burukça bir gülümseme sebep oldu. Fısıltılar hâlâ devam ediyordu.

"Sessizlik!" Büyük bir tokmak sesi bütün fısıltıları susturdu. Hakim mahkeme salonuna gelmişti.

"Sanık Ezgi Börteçen'in, kurban Güven Topal'ı vurduğu düşünülen tabanca delil niteliği taşıdığı gerekçesiyle mahkeme salonuna getirilmiştir.
Sanık Ezgi Börteçen, lütfen doğrular mısın?"

Ne biçim bir mahkemeydi burası?

Görevlilerden biri elindeki silahı almam için bana doğru uzattı. Silahı sağ elime alırken dikkatle incelemeye başladım. Evet, bu benim silahımdı.

"Sık! Yine yap!"

"En yakın arkadaşına nasıl kıydığını göster!"

"Sana söylüyorum Ezgi! Bir aptal gibi nasıl oyuna geldiğini göster!" Kalabalığın arasından duyduğum ses Kenan'a aitti.

Gözlerim mahkeme salonunda gezerken Güven'in sol arka çaprazında duran Kenan'la gözlerimiz kesişti. Yüzünde küçümser bir bakış vardı. Silahı hızlıca kaldırıp ona doğru tuttu.

"Yeter!" Artık tetiğe basıp onu da cehennemin dibine gönderecektim.

Tam tetiğe basacaktım ki arkamdan gelen büyük tokmak sesi dikkatimi dağıttı. Tokmak sesiyle aynı anda bastığım tetik namluyu ateşledi ve hiç beklemediğim bir şey oldu.

Güven'in beyaz takım elbisesi yavaş yavaş kırmızıya boyanmaya başladı.

"Güven! Hayır! Bu kez olmaz!"

(...)

Açtığım gözlerim beni büyük bir kabusun ortasından almıştı. Bir kaç gündür gördüğüm rüyaların devamını görmüştüm yine. Baş ucuma koyduğum suyu alıp birkaç yudum içtim. Suyun, adeta kurak bir toprağı ıslatır gibi bütün vücuduma dağıldığını hissediyordum. Yerimden kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Uzun bir süre evde olacağım için market alışverişine çıksam iyi olacaktı.

(...) MAHKEME GÜNÜ -İLAHİ BAKIŞ- (...)

''Karar; sanık Ezgi Börteçen'in suça etki eden niteliklerden dolayı, neticenin iradi olmaması sebebiyle beraatine, ancak psikolojik ve ruhsal durumu göz önünde bulundurularak görevden süreli olarak uzaklaştırılmasına, tabip heyet raporu sonucunda mesleğine tekrar dönmesine karar verilmiştir.''

Mahkeme salonunda çıkan tek ses hakimin topladığı kağıtların sesiydi. Ezgi, oturduğu sanık kürsüsünde geriye doğru yaslanmış, aklanmış olduğu davanın tezatlığını düşünüyordu. Bİr insanı, kardeşi yerine koyduğu bir insanı öldürmüştü ama aldığı tek ceza görevden uzaklaştırılmak mıydı?

Ne kadar doğruydu bu?

Öte yönden bu duruma sevinen bi vardı; Ahmet...

Çocuğunun biri kara toprağın altındayı, evet. Ancak diğeri de karşısında ki sanık sandalyesinde oturan, kızı gibi gördüğü Ezgi'ydi. Bu mahkemenin sonucunda Ezgi suçlu çıksaydı yürüyen bir ölüye dönerdi. Hayata bağlanmasını sağlayan ikinci evladını da kaybetmeyi kaldıramazdı.

Ezgi oturduğu sandalyeden kalkıp Ahmet'in ellerini tutup önünde diz çöktü. Çok şey demek istiyordu ama hiç bir şey çıkmıyordu ağzından. Ahmet sağ elini Ezgi'nin omzuna koydu. Anlayışla kafasını sallayıp hafifçe gülümsedi.

''Tamam kızım. Kalk, toparla artık kendini. Dön mesleğine.'' Ahmet her ne kadar Ezgi'nin karşısında güçlü durmaya çalışsa da içi kan ağlıyordu. Ama bunu kızı gibi gördüğü kadına yansıtmak istemiyordu. Zaten Ezgi yeterince kendini suçluyordu, bir de o suçlarsa Ezgi bunun altından kalkamazdı. Bİr defa canına kıymaya çalışmıştı, ikinciyi kaldıramazdı.

Ezgi aldığı destekle ayaklanırken Timdekiler de yanlarına gelmişti.

''Ahmet abi, seni eve bırakayım istersen.'' Gelirken Muzafferle gelmişti, giderken de onunla gitmek istedi Ahmet. Başını eğerek teklifi kabul dip ayaklandı. Ezgi'nin omzuna hafifçe dokunup çıkışa doğru ilerlemeye başladı.

''Haberleşiriz komutanım.'' Muzaffer'in Ezgi'ye yönelik kurduğu cümle bir emir niteliğindeydi. Daha bu mahkemenin bir de kendi içlerinde olacak versiyonu vardı.

''Çıkalım biz de.'' Ezgi'nin emir niteliğinde ki cümlesi timi hareketlendirdi ve topluca çıkışa doğru ilerlemeye başladılar.

(...)

Mahkemenin ardından timdekiler Ezgi'yi yalnız bırakmak istemeseler de Ezgi emir vermiş herkesi eve göndermişti. Kendisi de eve gelip kısa bir duş almıştı. Şimdi de Hamide Abla'sının yanına gidiyordu. Merdivenleri ikişer ikişer çıkarak üst komşusunun kapısının önüne geldi. Zili çalıp beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra kapı açıldı.

''Buyrun?'' Ezgi aralanan kapıda kendi yaşlarında iri yarı bir erkeği görünce bir anlığına yanlış geldiğini düşündü. Çünkü bildiği kadarıyla Hamide'nin erkek çocuğu yoktu.

''Hamide ablaya bakmıştım?'' dedi merakla.

''Bir komşusuna kadar gitti. Ben geldiğinizi haber veririm? '' diye sesinde ki 'sen kimsin' tonlamasıyla konuştu adam. Ezgi boğazını temizleyip hala kim olduğunu bilmediği adama kafasını salladı.

''Alt komşusuyum, uzun zamandır yoktum da, merhaba diyeyim dedim. Siz iletirsiniz artık kendisine. '' Adam kafasını sallayıp Ezgi'yi onaylarken Ezgi adamın bir şey söylemesine fırsat vermeden heyecanla çıktığı merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. Adam kapıyı kapatmadan önce kısa bir süre kadının arkasından baktı. Garip bir hüzün bulutu vardı kadının yüzünde.

Aradan geçen yarım saatin sonunda Hamide eve gelmiş Akşam yemeğini hazırlmaya başlamıştı. Mutfakta dalgın dalgın salata malzemlerini yıkarken yeğeni Bartu mutfak kapısının önünde belirdi.

''Teyze, alt komşun geldi. Evde olmadığını söyleyince gitti. Haberin olsun.'' dedi. Hamide yıkadığı domatesi tabağa koyarken yavaşça kafasını salladı. Bıkmıştı Suzan'ın sürekli gelip saatlerde mahalle dedikodusu yapmasından. Ona neydi yan binada ki Ayten'in oğlu bilmem kaçıncı sevgilisinden...

"Yalnız; kız iyi değil gibiydi teyze. Gözlerinin altı torbalanmıştı, hafif de kırmızıydı . Bağımlı komşuların mı var senin?" Dedi yeğeni şakayla karışık sorgulayıcı bir sesle. Hamide hızla başını kaldırıp yeğenine baktı, kız mı demişti o?

"Kız mı? Ezgi kuzum mu geldi acaba? Allah'ım aylardır yoktu. Başına bir şey geldi diye aklım çıkıyordu..." Yeğeni anlamaz bakışlar gönderirken elindeki domatesi gelişi güzel doğramaya başladı. Bir an önce yapıp Ezgi'nin yanına gitmek istiyordu.

"Hadi sıpa, git üstüne düzgün bir şeyler giy. Bende yemekleri hazırlayayım, alıp Ezgi'ye ineriz. Ev yemeği görsün çocuğun midesi. " Yeğeni her ne kadar yemeğini evde rahat rahat yemek istese de teyzesinin Ezgi adlı komşusuna olan bağını göz ardı edemedi. Açıkçası teyzesinin bu kızda ne bulduğunu da merak ediyordu. Burnundan nefes vererek oturduğu sandalyeden kalkıp odasına gitti.

Hamide de yeğeni gelene kadar salatayı hazırlayıp saklama kabına koydu ve alacağı tencerelerin kapaklarını kapattı.

"Heh kuzum hazırsan sen şu tencereyle salatayı al, bende bu tencereyi alayım inelim." Yeğeni emirlerine uyarak kapıdan çıktı ve alt kata indi. Teyzesi de arkasından geliyordu. Asansörün önünde beklerken teyzesi genç kadının zile bastı. Birkaç saniye sonra kapı açıldı ve kadın aynı bitkinlikle kapının arasında göründü.

"Hamide abla?"

"Oyy kuzumm, nihayet gördüm ya şu yüzünü, çok şükür Allah'ıma! Nerelerdesin kızım sen kaç aydır?" Hamide taşıdığı tencereyi sağ eline alıp sol eliyle de genç kadına sıkı sıkı sarılıyordu. Ezgi ise hafifçe karşılık vermekle yetiniyordu. Sonunda hafifçe aralaştığında gözleri Hamide'nin arkasında tencere tutan adama kaydı.

Kısık bir sesle hoşgeldin edip elindeki tencereyi aldı.

"Kaç gündür düzgün bir şey yememişsindir şimdi sen. Sıcacık ev yemeği ye diye getirdim. Hadi hemen hazırlayalım da soğumasınlar." Ezgi şaşkınlığını atıp adamın elinden aldığı tencereyle mutfağa doğru yürüdü. Gitmeden önce de adama salonu tarif edip oturmasını söyledi.

Bir kaç dakika sonra masa hazırlanmıştı ve üçü de yemek yemeye hazırdı. Hamide'nin aklında Ezgi'yi soru yağmuruna tutmak vardı ancak kadında ki farklılığı o da fark etmişti ve susmayı daha uygun görmüştü. Bu sebeple salonda ki tek ses kaynağı televizyonda açık olan haber kanalıydı.

"Bu da benim kız kardeşimin oğlu, Karahan. Bir arkadaşının düğünü için geldi buraya." Kısaca bir açıklama yapıp ortamı yumuşatmak istedi Hamide. Ezgi kafasını yavaşça kaldırıp Karahan'a baktı.

"Memnun oldum Karahan Bey. Ezgi ben de." demekle yetindi sadece Ezgi. Karahan hafifçe başını sallarken evin kasvetli havasını düşünüyordu. Mesela neden televizyon ünitesinin üzerinde mermi kovanı vardı? Ya da neden sehpanın üzerinden askeri kışla ismi yazılı olan bir mahkeme celbi vardı? Düşünceleri yüzünden fark etmeden kaşları çatılmıştı.

Televizyondan gelen sesle çattığı kaşlarını düzeltti. Ekranda şehit edilen askerin fotoğrafı vardı. Karahan bu fotoğrafta ki adamı eve ilk girdiğinde duvarda da görmüştü.

"Evet sayın seyirciler, şimdi sırada özel haberimiz yer alıyor. Bir buçuk ay önce Suriye'de gerçekleşen askeri saldırının bugün son mahkemesi görüldü. Hatırlarsanız Sanık E.B görev arkadaşı G.T'yi yurt dışı operasyonunda yanlış istihbarat sonucu şehit ettikten sonra bir süre kayıplara karışmıştı. Ancak sonradan öğrenilen bilgilere göre ordudaki hain bir türbeli tarafından yanlış istihbarat haberi verilip karşılıklı hainlikle suçlamıştı. Bugün görülen son mahkemede sanık E.B nin tutuksuz yargılanmasına ve kontrol şartıyla mesleğine dönmesine karar verildi. İşte detaylar..."

 (...)

Ben burayı unutmuşum ya... Niye kimse hatırlatmadı alooo??!!!

9 aydır hiç mi kimse merak etmez? Allah sizi ne yapmasın e mi!

Neyse Çitlembiklerim, umarım bölümü beğenmişsinizdir, oy verip yorum yazmayı unutmayın lütfen!!

 

 

 

Bölüm : 11.09.2025 01:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...