36. Bölüm

KÜL (34) Sana Aşığım, Saçma Sapan Bir Şekilde

Ece Asena
_ece_asena_

Çok önceleri okumuştum. Aşk nerede imkânsız varsa gider onu sever diyordu Özdemir Asaf. Belki de günün sonunda paramparça olacağını bilmene rağmen kalbini altın tabakta sunmaktı aşk. Tahmin edememekti, kendine konduramamaktı. Sonra dönüp baktığında da ‘ben ne kadar aptallaştım’ demekti ve bundan zerre gocunmamaktı. Bir kumardı. Kazandığında bile aslında kaybettiğin.

Aşk, kafamı çok karıştırıyordu ve dürüst olmak gerekirse bundan keyif almaya başlamıştım.

“Beni uyandırmadan evden çıkmışsın, bu ne demek oluyor şimdi?”

Derin bir nefes çektim içime ve kahvemden yudumladım. Bana ısrarcı bakışlarını atarken bense kantindeki diğer insanları gözetlemekle meşguldüm. Onun dışında herkese bakıyorum denebilirdi. “Benimle konuşmama yemini mi ettin?” Birden ona baktım ve tek kaşımı kaldırdım. “Bana ne zaman söyleyecektin?”

Kaşlarını çattı. “Neyi?” Kahve dolu karton bardağı masaya bıraktım ve kafamı iki yana salladım sitem edercesine. “Kaç haftadır hayatımızı tehdit eden kişinin kim olduğunu saklamandan bahsediyorum canım.”

Karşımda oturan bedeni gerildi ve omuzları düştü. Kendini beğenmiş bakışlarım onu rahatsız etmiş olacak ki ofladı. “Bunu yeni öğrendim tamam mı?” Omuz silktim. “Ne fark eder? Dün gece birbirimize karşı fazla açıktık. Beni de ilgilendiren bu denli önemli bir şeyi söylemek çok mu zordu senin için?”

Alpaslan ile tam bir şeyleri başarıyoruz derken yeni bir engel ortaya çıkıyordu. Yine de kendimi ona kapılmaktan geri tutamıyordum. Çünkü ne kadar hislerimi frenlemeye çalışsam da gün geçtikçe ona âşık oluyordum. Bizi hiçbir şeyin ayıramayacağını düşünmem de bundan ileri geliyordu. Hiçbir sır onunla arama duvar olamazdı. Kendimi kaybetmiştim Alpaslan’a karşı.

“Sadece emin olmak istedim. Çözüm yolu bulduktan sonra söyleyecektim. Hem bundan nasıl haberin oldu?”

Gözlerimi kıstım. “Araf ile gece telefonda konuştum sen uyuduktan sonra. Bana anlattığın şu toplantı tartışması en başından beri dikkatimi çekmişti. Bilgi alabileceğim en güvenilir kaynak oydu. Anlattığına göre tartıştığın kişi sen de biliyorsun zaten Fevzi’nin kimsenin bilmediği oğlu Bora Çakır. En büyük şüpheli o tüm olanlardan sonra. Kaldı ki sosyal medyasını buldum Alpaslan. Bora Çakır, o gün kumarhanede gördüğüm kişiyle tıpatıp aynı. Aslında her şey gayet açık ve ortadaydı, İstanbul’a geldiğim ilk gün Fevzi’nin ölümünün başıma bela açacağını tahmin etmeliydim. Ama seninle uğraşmaktan pek fırsatım olamadı.”

Esasen Fevzi’nin oğlunun bana bulaşmasıyla ilgili bir suçu yoktu. Tek suçu Fevzi’nin kafasına sıkıp hayatımı kurtarmaktı. Buna rağmen benden bunu sakladığı için nefret göstermekten çekinmiyordum.

“Yardım istemek için Araf’ı mı aradın?” Her şey bir yana sadece buna mı takılmıştı? Saçmalıktı. Sırıttım. “Ondan sadece bilgi aldım Alp. Malum sen bazı şeyleri sakladığın için buna mecbur kaldım.” Kaşlarını çattı. “İşte tam olarak bu yüzden hemen sana anlatmak istemedim! Bir şeyi öğrenir öğrenmez kendi kafana göre aksiyon alıyorsun, sonuçlarını düşünmeden!”

Ayağa kalktım ve kantinin çıkışına doğru yürümeye başladım. Bu sırada o da yetişmişti. Kollarımı göğsümde birleştirirken homurdandım. “Hayatımı tehdit eden, babamı sırtından vuran birinin kim olduğunu öğrenmeye çalışmak dikkatsizlik değil! Ama sen kendi sınırların dışında bir şey yapıldığı zaman saatli bombadan farksız oluyorsun! Bu yüzden de anlaşamıyoruz!”

Merdivenlerden çıkarken kolunu omzuma attı ve beni kendine çekip şakağımdan öptü. “Sana yalvarırım bana soğuk yapma Ferzan. Tam aramız düzelmişken tekrardan uzaklaşmak istemiyorum. Başımıza açılan belaları bir şekilde hallederiz ama ben benden uzaklaşmanla başa çıkamıyorum. Bana bunu yapma.”

Omuzlarım yenilgiyle düşerken dudaklarımı dilimle ıslattım ve yutkundum. “Şeytan tüyü olmalı sen de. Bunun başka bir açıklaması olamaz.” Yüzüne bakmasam da gülümsediğini hissedebiliyordum.

Sınıfımızın olduğu kata çıktığımızda koridorun en ucunda duran Bahadır ile göz göze geldim. Sanki zaten beni görmeyi bekliyor olmalıydı ki hemen bulunduğumuz yere doğru yürümeye başladı. Alpaslan’ın ağzından fütursuz bir küfür savruldu. İç çektim. “Sakın yanlış bir şey yapma. Sinirlenmekte haklı.”

“Haklı mı? Sana yan gözle bakmasaydı o zaman.” Dişlerinin arasından mırıldandığında karnına dirseğimi geçirdim ve omzumdaki kolundan kurtuldum. Bu sırada Bahadır da iki adım ötemizde durmuştu. Oldukça öfkeliydi.

“Nihayet teşrif edebildiniz! Bugün gelmezsiniz diye düşünüyordum. Ama ne kadar utanmaz bir ikili olduğunuzu unutmuşum!”

Boğazımı temizledim. “Olayın Alpaslan ile bir ilgisi yok Bahadır. Boşuna ona yüklenme.” Alpaslan yanımdan ufak bir ekleme yaptı patavatsızca. “Var ya da yok bu hiçbir şeyi değiştirmez aslında.”

Bahadır ona tiksinircesine baktıktan sonra aynı bakışları bana da yöneltti. “Bu yaptığın çok ileriydi. Bu kadar ileri gidebileceğini düşünmezdim Lara. Ama sen suçsuz birini işin içine karıştırdın!”

Omuz silktim. “Her zaman birkaç iyi arada kaynar. Bana bulaşmasaydın, salakça flört etmeye çalışmasaydın bunlar olmazdı Bahadır.” Kaşlarını çattı. Aslında haklı olduğumu biliyordu. Ama içinde eski sevgilisinin zarar görmesinden kaynaklanan bir öfke yatıyordu.

“Sana bunun bedelini ödeteceğim.” Alpaslan sıkıcı bir konu varmış gibi ofladı. “Başladı yine boyundan büyük konuşmaya.”

Bahadır işaret parmağını bana doğrulttu. “Emin ol yaptığın karşılıksız kalmayacak.” Bana olan karanlık bakışları canımı sıkarken Alpaslan önüme geçti ve onu geriye doğru ittirip bu göz kontağını kesti.

“O elini kırmadan bas git!” Bahadır bu harekete karşılık Alpaslan’ın üzerine yürüdüğünde bir anda koridordaki herkesin bakışları üzerimize toplandı. Bu hiç iyi değildi. Çünkü böyle bir kavgaya bulaşırsam babama beni okuldan almak için tekrardan gün doğardı ve bu sefer sicilim bozulacağı için Akagül denen başıboş liseye geçişim farz olurdu.

İkisi tam birbirine girecekti ki Alpaslan’ı kolundan sertçe tutup çekiştirdim ve hızlıca konuştum. “Sakın kavga etmeyi aklından bile geçirme! Akagül’e gitmemi istiyorsan orası ayrı!”

Birden bana baktı ve sinirlice arkamdaki metal dolaba tekme atıp merdivenlere yöneldi. Tüm bunlara bir koridor dolusu öğrenci tanıklık ederken elimi alnıma vurma isteğiyle dolup taştım. Alpaslan ele avuca sığmıyordu. Ben de sığmıyordum. Ancak nerede ne yapması gerektiğini bilen birisiydim. Oysa beni eleştirdiği şeyi kendisi yapıyordu. Kafasına göre aksiyon alıyordu sonuçları düşünmeden.

Bahadır’a bakmadan yanından geçip Alpaslan’ın peşinden koşmaya başladığımda merdiven basamakları sanki ayaklarımın altından kayıyor gibiydi. Onu kaçırmak istemiyordum. Dışarıdan belli etmesem de ben de en az onun kadar onunla uzaklaşmakla nasıl baş edileceğinden bir haberdim.

“Alpaslan!” Adını bağırıp durmasını isterken beni duymazdan gelip bir alt kattaki erkekler tuvaletine girdi. Ben de peşinden girdiğimde içeride kimse olmadığını fark ettim. Bu iyi sayılırdı. Kapıyı kapatıp ona bağırdım. “Ya sen ne yaptığını sanıyorsun!”

Volta atarken bir anda üzerime yürüdü ve dudaklarıma yapıştı. NE!

Ne olup bittiğini anlamadan ittirerek küçücük bir tuvalet kabinine girdiğimizde beni duvara yasladı ve hırsla öpmeye başladı. Geri çekilmek bir yana dursun ben de en az onun kadar hızlı davranmaya çalışıyordum. Beynim işlevlerini yitirmişti. Şu an ne amaçla ne şekilde ne yaptığımı düşünmeyecek haldeydim. Kavga ediyorduk en son! Daha doğrusu edecektik!

Alt dudağımı dişlediğinde dudaklarımın arasından ufak bir inleme kaçtı. Buna karşılık daha sert bir şekilde dişledi. Saniyeler içerisinde onunla öpüşmek nefesimi tüketirken ellerimi, tırnaklarımı batırdığım boynundan omuzlarına indirdim ve ittirmeye çalıştım. Son bir kez öptükten sonra birden geri çekildi.

İkimiz de nefes nefese kalmıştık ve kayıtlara geçsin bu resmi olarak ilk gerçek öpüşmemizdi. Diğerleri sahte ilişkimizi beyan eden ufak öpücüklerden ibaretti.

Nefesimi bir türlü toparlayamazken konuşmaya çalıştım. “Senin derdin ne?” Kelimeler ağzımdan kopuk kopuk çıkarken o da karşımdaki duvara yaslandı ve tavana bakıp nefesini düzene sokmaya çalıştı. Aramızda bir adım bile yoktu. Dediğim gibi ufacık bir tuvalet kabininin içindeydik ve başka kimsenin olmayışı büyük bir şanstı.

“Bana dur diyorsun ve ben duruyorum. Niye!” Birden yüksek sesle bunları söylediğinde cevap veremedim. O da zaten cevap beklemiyordu bence. Devam etti. “Üstüne üstlük bir de beni neredeyse tehdit ediyorsun! Akagül’e gitmekle!” Yaslandığı yerden sırtını ayırdı ve tekrar dibime girdi. İki elini başımın yanlarından duvara yaslarken esasen oldukça karizmatik gelmişti gözüme. Bunu sonra tekrardan düşünecektim.

“Sen kimsin ya! Sen kimsin!” Cevabını bildiği soruları sorarken sırıtmadan edemedim. Yeşil gözlerine cüretkâr bir şekilde bakarak fısıldadım. “Lara Ferzan, bebeğim.” Fısıltım göz bebeklerinin büyümesini sağlarken yutkundu ve kafasını iki yana salladı. “Zaafım olmamalısın. Bunun düşüncesinden bile nefret ediyorum. Bir zayıflığım olsun istemiyorum sırf bu yüzden seni görmek bile istemiyorum. Ama görmeyince de nefes dahi alamıyorum.” Nefesini toparlamış sayılırdı. Ben de öyle. Ancak kalbimin atışlarını sekteye uğratacak bir cümle kurdu birden.

“Aşk buysa ben sana aşığım. Hem de çok. Saçma sapan bir şekilde.”

Tükürüğüm boğazıma kaçmış gibi hissederken ofladım ve onu ittirip bir hışımla kabinden çıktım. Muslukların olduğu kısma geçip suyu açarken aynadan ona bakmamak için direniyordum. Suyla elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynaya bakma gafletinde bulundum. Saçım dağılmıştı, yanaklarım kızarmıştı ve dudaklarımdaki ruj silinmişti. O da biraz arkamdaydı. Kaşlarımı çattım ve gözlerimi kırpıştırdım.

“Bana böyle şeyler söyleme olur olmadık zamanda.” Dudaklarını araladı. “Niyeymiş?” Omuz silktim. “Söyleme işte. Sen ne hissediyorsan ben de aynı şeyi hissediyorum ve bu beni de mahvediyor. Bütün dikkatim dağılıyor. Tek düşündüğüm sen olunca da kendimi tehlikede hissediyorum. Gardım iniyor. Anlatabiliyor muyum?”

Yutkundu. “Gerçek bu. Ayrıca...” Gözlerimin içine baktı. “Dudağına hep bu rujdan sürsene. Vişne tadı hoşuma gitti.” Kaşlarımı çattım. “Ahmak!” Sırıttı. “Sen bana biraz önce bebeğim derken iyiydi?”

Onunla baş etmek zordu. Cidden.

Birden ciddileştim ve arkama dönüp ona yanaştım. Amacım onu tehdit etmek değildi. Bunu anlaması gerekiyordu. Sol elini tuttum ve kafamı iki yana salladım. “Amacım yukarıda seni durdurmak için tehdit etmek değildi Alp. Eğer kavga etseydiniz iş idareye giderdi ve bu benim açımdan iyi olmazdı. Tek amacım buydu yani. Hem sen de boşu boşuna suçlu olacaktın Bahadır yüzünden.”

Çenesi gerildi. Beni anlıyordu. Ama yaptığından da pişman değil gibi gözüküyordu. “Sana hiç kimse o şekilde konuşamaz, bakamaz, tehdit edemez. Tamam mı Lara? Bu kanıma dokunuyor. Ne zamandan beri bilmiyorum. Ama birisi sana kaba davrandığında içimdeki şeytan uyanıyor. Buna ne sen ne de bir başkası engel olabilir.”

Kaşlarım havalandı. “Bir zamanlar bana düşman olan şeytan şimdi bana düşman olanlara mı şeytan?”

Gözlerini kıstı. “Sanırım.” Güldüm. O da güldü. Biz cidden saçma sapandık.

Aramızdaki hararetli konuşma ya da öpüşme bittikten sonra sınıfımın önüne geldiğimizde bıkkın bir şekilde içeri baktı. “Bu sınıfa gelmiş olmandan nefret ediyorum. Neyse ki Asrın var.” Kaşlarımı çattım. “Onunla aran bozuk değil mi?” Derin bir nefes aldı. “Öyle. Ama yine de kardeş gibiyiz onunla. İllaki hallederiz.” Kasvetli bir hale bürünmüştü. Asrın ya da Kaan ile uzaklaşmak ona iyi gelmemiş gibiydi. Bunu çözmek istiyordum.

“Onlarla küsme nedenin benim öyle değil mi?” Ofladı baygınca. “Küsmek mi? Beş yaşında çocuk muyuz biz?” Tek kaşımı kaldırdım. Pes etti. “Tamam. Seninle aramdaki şu oyun gibi şey varken onlara söylememiş olmam canlarını sıktı. Hepsi bu. Benimle de konuşmuyorlar. Asrın da Esila ile arası bozulduğu için beni suçluyor. Çünkü zamanında ondan bilgi çalması için yanaşmasını isteyen bendim.”

Boğazımı temizledim. “Ben Esila ile barıştım. Yani sen de bugün yarın Asrın ve Kaan ile aranı düzeltirsin. Üzülme.” Yüzünü buruşturdu. “Üzülmüyorum Ferzan.” Omuzlarımı düşürdüm. “Tamam, öyle olsun. Sonra görüşmek üzere.” Kolumdan tuttu. “Çıkışta bir yere kaçma, benim eve gidelim... Ders çalışırız biraz.”

Ders çalışmak sadece birlikte vakit geçirmek için bir bahaneydi öyle değil mi? Bozuntuya vermedim. “Tamamdır.”

***

“Dışarıdan pizza söyleyebilirdik.” Gözlerimi devirdim ve haşlanan makarnayı karıştırıp kapağını yarım olacak şekilde kapattım. “Ama birlikte yemek hazırlamak daha eğlenceli.” Hemen biraz ötemde domatesleri rendelerken bana kısa bir bakış attı. “Ne demezsin.”

Gerçekten pizzaya karşı ayrı bir zaafı olduğunu düşünmeye başlayacaktım...

Okul çıkışı sözleştiğimiz üzere onun evine gelmiştik ve acıktığımız için bir şeyler hazırlamak amacıyla kendimizi mutfağa atmıştık. Alpaslan’ın dediğine göre eve haftada üç gün genel işler için iki kadın personel uğruyormuş. Ancak bugün o günlerden biri olmadığı için yemek konusunda baş başaydık.

Açıkçası aklımda bin türlü sorun kol geziyordu. Burada hayattan soyutlanmış bir şekilde sevgilimle -bunu telaffuz etmeye henüz alışamamıştım- vakit geçiriyordum. Ancak dışarıda bizi ölümüne tehdit eden birisi vardı. Ailevi problemleri yalnızca halının altına süpürmüştüm. En güncel sorun ise Merve bugün okula gelmemişti ve telefonlarıma da cevap vermiyordu. Dün onu kullandığımı anlamış olmalıydı. Ama en azından bana nefretini kusmak için dahi olsa cevap verebilirdi. Öyle değil mi? Ama yapmamıştı. Kuzey ile konuştuğu o on dakikalık mevzu ne kadar yaralayıcı olmuş olabilirdi ki? Abarttığını düşünüyordum.

Ve tabi ki de sevgili ikiz kız kardeşim Kayla ile de ilgilendiğim falan yoktu. Bir türlü fırsat bulamamıştım. Sömestr tatilinden önce yeni bir şehre taşındığının ve onu büyüten yaşlı teyzenin öldüğü bilgisini almama karşın yanına gidememiştim. Bu konuda bir Lena kadar bile olamamıştım. Kuvvet ihtimalle Kayla ile ilk görüşmemiz kocaman bir kavgadan ibaret olacaktı. Buna mental olarak hazırlansam iyi olurdu.

“Ne düşünüyorsun?” Derin bir iç çektim ve belimi tezgâha yaslayıp Alpaslan’a baktım. Rendeleme işini bitirmiş ve ellerini yıkamıştı. Gözlerimi birkaç kez hızlıca kırpıştırdım ve tişörtümün yakasını çekiştirdim. “Sorunları düşündükçe boğulacak gibi oluyorum.” Gergin ses tonum kaşlarını çatmasına neden oldu. Yanıma yaklaştığında tıpkı benim gibi tezgâha yaslandı. “Benimle vakit geçirmek iyi gelir sanmıştım.”

Kafamı iki yana sarstım. “İyi geliyor zaten. Ama bir türlü düşünmeden edemiyorum. İlgilenmem gereken çok şey var. Burada seninle fütursuzca vakit geçirmek bencillikmiş gibi hissediyorum.”

Yüzünü buruşturdu. “Bencillik mi? Salakça bir yaklaşım.” Acı bir şekilde gülümsedim. “Belki de.” Bana güven verircesine mırıldandı. “Tüm sorunları halledeceğiz. Özellikle de Bora Çakır olayını. Senden tek beklentim sakin olman.”

Biricik düşmanımızın adını duymamla birlikte kaşlarımı çattım. Her konuda sakin kalabilirdim. Ancak bana savaş açan birisine karşı toleransım yoktu. Alpaslan istisnaydı.

“Yaptıklarını yanına bırakmayacağım Alp. Bunca şeyden sonra olmaz.” Keskin tavrım canını sıkarken karşıma geçti ve ellerini omzuma koydu. “İşler sandığın gibi kolay olsaydı ben zaten şimdiye kadar onu çoktan öldürürdüm Ferzan. Ama bazı diplomatik kurallar her şeyi sarpa sardırıyor.”

Sahte bir şekilde güldüm. Şu an tek derdimiz diplomasi miydi? Şaka gibi. “Kurallar umurumda bile değil. Zamanında babam seni de öldürmeye çalıştı. Müzayede gecesini hatırla Alpaslan. O zaman kurallar neredeydi?”

Bir eliyle çenesini kaşıdı. Haklı olduğumu biliyordu. “O olaydan sonra gereken maddi bedeller ödendi Lara. Kurallar daha da sıkılaştı. İş yapılan ya da hatırı sayılan hiç kimseye zarar verilemeyecek. Veren olursa herkes o kişiye cephe alacak.”

Tek kaşımı kaldırdım. “O zaman Bora Çakır çoktan bu kuralı çiğnemiş sayılmaz mı? Bizi ve babamı öldürmeye çalıştı.” Kafasını iki yana salladı. “O kadar kolay değil. Elimizde sağlam kanıtlar yok. Bunu ayan beyan anlatmamız sadece bir iftira olarak algılanacaktır.”

Yüzümü kırıştırdım sinirlice. “O zaman biz de iz bırakmadan öldürelim onu olsun bitsin.” Omuzlarını düşürdü. “Sence bunu akıl etmemiş midir Ferzan? Bazen çok basit düşünüyorsun. En ufak hamlemizde bizi bitirmeye çoktan hazırdır. Bize düşen gardımızı indirmemek.”

İç çektim ve ondan uzaklaşıp bir bardağa su doldurdum. Bir iki yudum içtikten sonra bardağı tezgâha bıraktım ve makarnayı süzmek için süzgeci hazırladım. Bu sırada bir yandan da konuşuyordum. “Fazla pasif kalıyoruz. Böyle olmaz. Her geçen gün başka birine bir şey olacakmış ihtimaliyle yaşayamam. Hele bir de dalga geçilircesine yollanan nottan sonra...” Sonlara doğru sesim fısıltıya dönerken bıkkınlıkla soludum. Duymuştu öyle değil mi?

“Ne notu?”

Bir anda elimdeki makarna süzgecini elimden aldı ve tezgâha bırakıp ona dönmemi sağladı. Bakışları elinde olsa yüzümü yakacaktı. Bundan emindim. Yutkundum ve pes ettim. “Babamın vurulduğu gece... Hastanede bir anda yanıma bırakılan bir not daha...”

“Bundan neden benim haberim yok!” Sitemli ve kızgın sesine karşın omuz silktim. “Aramız limoniydi...” Sözümü küfürle kesti ve arkasına dönüp sinirlice soludu. “Hay sikeyim böyle işi!”

Elimi güç almak istercesine tezgâha yasladım. “Alpaslan ne yapmamı bekliyordun?” Bana döndü ve kızgınca homurdandı. “Tabi ki de gelip bana söylemeni Ferzan! Sakın aramız bozuktu diyerek sıyrılmaya çalışma! Daha bu sabah benim dürüstlüğümle ilgili tartışma çıkarırken şimdi kendin aynı şeyi yapıyorsun!”

Omuzlarım düştü. “Seni tehlikeye atmak istemiyorum...” Bağırdı. “Her ne nedenle olursa olsun bunu saklamak kocaman bir aptallık! Kendini tehlikeye atarak beni tehlikeye atmadığını mı sanıyorsun! Gerçekten mi?”

Ofladım ve gözlerimi kapattım. Tekrardan açtığımda alt dudağımı dişledim. “Bu işi kimse zarar görmeden halletmek istiyorum. Halledeceğim de.” Kafasını hızlıca iki yana salladı. “Sen gerçekten kafayı sıyırmışsın! Seni deli gibi seviyorum. Ama bu yaptığına kayıtsız kalacak değilim. Resmen yanlışlıkla ağzından kaçırmasan daha bir şey diyeceğin yok. Ne yapmayı düşünüyorsun Lara?”

Birbirimize hararetli bir şekilde bakarken mutfağın girişinden gelen sesle birlikte bakışmamız kesildi. “Her şey yolunda mı?”

Karşılaştığım yeşil gözlerle birlikte aklıma gelen isim tabi ki de Kerem Kıraç’tı. Alpaslan’ın abisi. Onu Merve’nin annesinin doğum günü partisinde de görmüştüm. Tıpkı Alpaslan gibi zaman zaman iç üşüten bakışları vardı.

“Erken gelmişsin?” Alpaslan ona soru işaretleriyle dolu gözlerle bakarken abi Kıraç omuz silkti ve tezgâhın üzerindeki tabaktan bir elma aldı. Sonra da bana baktı. “Spontane bir şekilde işim erken bitti. Ben de eve geldim. Misafirin olduğunu bilmiyordum. Daha doğrusu...” Bakışlarını kardeşine yöneltti. “Sen eve Kaan ve Asrın dışında birini getirir miydin?”

Kendimi bir fazlalıkmış gibi hissederken sessiz kalmaya devam ettim. Bu sırada Alpaslan boğazını temizledi beni tanıştırmak istercesine. Biraz önceki tartışmamızın etkisinden sıyrılmış gibiydi. “Lara, kız arkadaşım.” Bana baktı ve abisini gösterdi. “Kerem, abim.”

Kerem’in bakışları beni süzdü ve kaşlarını çattı. “Sen Uras Ferzan’ın kızı değil misin?” Sevimlice gülümsemeye çalıştım. “Tam olarak doğru yere parmak bastın.” Bu durum hoşuna gitmemiş gibiydi. Eline aldığı elmayı memnuniyetsizce meyve tabağına geri bıraktı ve üzerindeki beyaz gömleğin yakasını düzeltip asabı bozuk bir şekilde Alpaslan’a baktı. “Sakin kalmak istiyorum. Ancak sen tam aksine beni delirtmek istiyor gibisin kardeşim?” Alpaslan huzursuzca onun bakışlarına karşılık verdi. Gözlerine abisinin buradan defolup gitmesini isteyen bir yan vardı. Bunu açıkça görebiliyordum.

“Daha sonra detaylı konuşuruz Kerem. Neden artık gitmiyorsun?” Kendinden dört yaş büyük abisine adıyla hitap etmesi onu çok da takmadığının bir göstergesi gibiydi. Kaldı ki bu hoşuma gidiyordu. Çünkü Kerem Kıraç’tan hoşlanmamıştım.

“Yılbaşından üç gün önce seni alenen öldürmeye çalışan bir adamın kızıyla tam olarak ne yaptığını sorgulamak ne zamandan beri suç oldu? Hem o olaydan öncesine dayanan bir husumetimiz var tam olarak Uras Ferzan’ın şirret yaklaşımları yüzünden. Tüm mevzuya hâkim olmana karşın evimize bu kızı getiriyorsun ve üstüne üstlük de sevgilim diyerek tanıtıyorsun. Kaldı ki İlhan Bey’in eşinin doğum günü etkinliğinde yaptığınız rezillik gözümün önünden silinmiş değil.”

Kerem Kıraç’ın uzun ama yakıcı sözleri mutfakta ufak bir yankı yaparken derin bir nefes aldım. Bu sırada Alpaslan oldukça gerilmişti. Bunu belli etmekten geri durmadı. “Düşüncelerini kendine sakla ve uzatma.”

Kerem’in ağzından ‘hah’ diye alaylı bir nida kaçtı. Bir iki adım gerilerken sırıttı. “Sen de akıl kırıntısı aramayı çok önceleri bırakmakla iyi karar vermişim.” İçimde büyük bir nefret kusma isteği baş gösteriyordu. Ancak kendimi tutmak için uğraşıyordum. Çünkü ne olursa olsun Kerem, Alpaslan’ın abisiydi ve ters bir şey dediğim zaman nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı bilmiyordum.

Alpaslan ile bir de abisi yüzünden tartışmak istediğim son şey olabilirdi...

“Kerem...” Alpaslan sinirle homurdanırken abisi sözünü kesti ve ciddileşti. “Neyse ne, sana başka bir şey diyeceğim. Akşam çok ama çok önemli bir yemeğe katılacağız. Belki bu davetten Lara’nın da haberi vardır?”

Kaşlarımı çattım. “Ne davetinden bahsediyorsun?” Dakikalar sonra ilk kez konuştuğumda boğazım kuruduğu için yutkunmak zorunda kaldım. Kerem’in bakışları bana yöneldiğinde ciğerlerine büyük bir nefes çekti. “Akşam babanlara yemek yemeye gideceğiz.”

“Ne?” Alpaslan ile aynı anda ağzımızdan çıkan şaşkınlık nidası mutfakta yankılanırken duyduğum şeyin doğruluğunu tartıyordum. Yemek mi? Babamın evinde? Bu adam biraz önce Alpaslan’ı Uras Ferzan’ın kızıyla birlikte olduğu için kınamıyor muydu?

“Sen ne saçmalıyorsun Allah aşkına? Biraz önce Uras Ferzan’ın beni öldürmeye çalıştığını söylediğini unutma!”

Kerem ellerini havaya kaldırdı ve biraz önceki alayından eser kalmayan bir net duruşla ona baktı. “Sakin ol, hayırlı bir iş için gideceğiz.”

Yüzümü buruşturdum. “Sen ne dediğini sanıyorsun cidden?” Bana tek kaşını kaldırdı. “Ailenin aforoz edilen üyesi gibisin. Bu yüzden gündemin biraz gerisinden geliyorsun. Akşam yemeğe gelirsen öğrenirsin.”

“Kerem ne haltlar karıştırıyorsun bilmiyorum. Ama o aileyle normal bir şeymiş gibi oturup yemek yemeyeceğim!”

Nefretle bahsettiği ailenin benim ailem oluşu bir anda istinat duvarının çöküşü gibi üzerime yıkılırken Alpaslan da benim burada olduğumu yeni hatırlamış olmalı ki bana pişman olmuş gibi baktı. “Yanlış anlama...”

“Ben artık gitsem iyi olur. Yapılacak işlerim var.” Gözlerine son bir kez baktım.

“Akşam yemekte görüşürüz.”

***

“Buraya gelişini eve geri taşınmana yoruyorum.”

Gözlerimi devirdim. “Sadece yemeğe geldim baba. O da meraktan.” Bahçedeki oturma takımındaydık. Sadece ben ve babam...

Akşam yemeği saati gelmek üzereydi. Benim gelişimse babamı mutlu etmişe benziyordu. Onu son görmemden bu yana epey toparlamıştı. Bunun için mutluydum her ne kadar kabul etmek istemesem de.

“Sevgilin merakını gidermedi mi?” Kaşlarımı çattım. İğneleme peşindeydi. Uyaran bir sesle “Baba!” diye söylendim. Bilmiş bir tavırla omuz silkti. “Ayrıl o çocuktan.”

“O artık hayatımda baba.”

“Olmak zorunda değil.”

“Onu seviyorum.”

“İki günlük heyecanı aşk sanıyorsun.”

Sinirle soludum. “Tek derdin benimle zıtlaşmak.” Kafasını iki yana salladı. “Hayır, senin iyiliğini istiyorum ve onunla geçen her gününü kayıtsızca seyretmek seni intihara sürüklüyormuşum hissi veriyor.”

Yutkundum. “Beni intihara sürüklediğin birçok an oldu bu kadar dertlenme. Bu ilk olmaz.” Gözlerini kıstı. Ona karşı bir duvar oluşum epey canını sıkıyordu. Ama geri adım atmayacaktım. Onun yüzünden sürekli bir hüzün etrafında savrulup gitmeyecektim.

“Seni özlüyorum...” Sözünü kestim. “Beni özlemiyorsun, sadece vicdanın sızlıyor. Beni özleyeceğin çok daha anlamlı zamanlar vardı. Ama sen bir kadınla gönül eğlendirmekle meşguldün.”

Bir şey diyecekti ki sözünü kestim. “Sebebin her ne olursa olsun yıllarca bir entrikanın içerisinde hem beni hem de Lena’yı ziyan etmen kabul edilemez. Koruma adı altında yaptıkların bizi daha da dibe çekmekten başka bir şeye yaramadı. Kaldı ki Sanem ile önümde sergilediğin mutlu aile tablona samimiyetle bakacak değilim. Belki hatırlarsın, bir zamanlar benim de bir annem vardı.”

Geçmişin tozlu sayfalarını kısaca açmam onda bıçaklamışım hissi yaratırken ayaklandım ve sürgülü kapının olduğu kısımdan içeri girdim. Salon epey kalabalıktı. Bade hala, Sanem, Lena, Mehmet amcam ve eşi Füsun yengem, oğulları Tibet, Derya ve babası Araz...

Kendime gelmek için kısa bir süre duraksadım ve ardından Derya’ya haylazca baktım. Yarım saat önce buraya geldiğimde öğrenmiştim her şeyi. Yemeğin amacı o ve Kerem Kıraç’tı.

Meğerse Derya ve Kerem bir süredir birliktelermiş ve nihayet bunu aileyle paylaşma kararı almışlar. İkisi... Yılın bombası sayılabilirdi. Alpaslan ve beni saymazsak.

Açıkçası şaşkındım. Çünkü alakası olmayan iki kişiydi. Gerçi doğum günümde gittiğim röportaj her şeyi biraz açıklıyordu. Kerem Kıraç gibi birisiyle röportaj ayarlayabilmek için büyük torpiller gerekirdi ve bunu Derya yaptıysa aralarında bir şey olduğunu da anlamam gerekirdi. Tek kelimeyle tuhaftı. Yani Derya o soğuk nevalede ne bulmuştu ki? Bugün bana olan bakışları çok saçmaydı çünkü.

“Lara?” Lena’nın sesi yakınımdan geldiğinde kendime geldim ve daldığım uzak düşüncelerden sıyrıldım. Lena hemen yanımdaydı ve bana seslenmişti. Boğazımı temizleyip ona baktım. “Efendim?” Derin bir nefes aldı. “Nasılsın?” Kaşlarım istemsizce çatıldı. “Bundan sana ne?” Omuzlarını düşürdü ve sinirlice homurdandı. “İnsanca konuşmaya çalışıyorum burada ve sen yine o itici tavırlarınla kendinden soğutuyorsun!”

Sahte bir şekilde sırıttım. “Kusura bakma hayatım o kadar derdim var ki seninle insanca konuşmaya pek mecalim kalmadı!” Gözlerini kıstı. “İş Alpaslan ile birlikte olmaya gelince çok mecalin oluyor ama?” Ofladım. “Özel hayatımdan uzak dur bücür!” Yüzünü buruşturdu. “Bücür mü? Senden sadece bir yaş küçüğüm ve buna rağmen ikimiz de son sınıftayız!”

Birbirimizle uğraşırken çalan kapı atışmamızı yarıda kesti. İki kişilik olan dev kadro gelmiş olmalıydı. Kıraç ailesi...

Kerem Kıraç ve onun tehlikeli kardeşi Alpaslan Kıraç...

Ve biricik ailem Ferzan’lar...

Bu geceyi güzel bitirebileceğimiz konusunda tereddüt içerisindeydim!

Bölüm : 07.01.2025 20:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ece Asena / 11 SERİSİ / KÜL (34) Sana Aşığım, Saçma Sapan Bir Şekilde
Ece Asena
11 SERİSİ

10.8k Okunma

2k Oy

0 Takip
48
Bölümlü Kitap
ATEŞ (1) Lara FerzanATEŞ (2) Silik Varis ve Zümrüt YeşiliATEŞ (3) KurtarışATEŞ (4) Kaçınılmaz KarşılaşmaATEŞ (5) Birikmiş Sitemler ve Ufak Bir Lastik MeselesiATEŞ (6) Verilen Birtakım KararlarATEŞ (7) İlgi ÇekmekATEŞ (8) Altı Numaralı OdaATEŞ (9) İlk İhanetATEŞ (10) Asıl Hikayenin BaşlangıcıATEŞ (11) Yakmak ile Yanmak ArasındaATEŞ (12) Tehlikeli Sularda YüzmekATEŞ (13) Kaosun Ayak SesleriATEŞ (14) Maskeler DüştüğündeATEŞ (15) Büyük KumarATEŞ (16) Gizemli NotATEŞ (17) MüttefikATEŞ (18) İlk SızıATEŞ (19) Küçük Bir AnATEŞ (20) SırlarATEŞ (21) Yakmaktan Çok Yandığını AnladığındaKÜL (22) İnce Buz Üstünde YürüyorumKÜL (23) İkiz KardeşKÜL (24) Ölümler ve Geriye KalanlarKÜL (25) Hiç Yaşanmamış GibiKÜL (26) Yeniden Dağıtılan KartlarKÜL (27) KorkaksınKÜL (28) Verilen Sözlerin Canı CehennemeKÜL (29) Beni Çok Üzdün BabaKÜL (30) Aşk, Gurur ve VedalarKÜL (31) Güven ProblemiKÜL (32) Farkındalıklar, Seçimler ve DahasıKÜL (33) Epik Bir BaşlangıçKÜL (34) Sana Aşığım, Saçma Sapan Bir ŞekildeKÜL (35) Aşkı Öldüren ZehirKÜL (36) Bu Senin İçin Yaptığım Son GurursuzluktuKÜL (37) Ateşi Sönmeyen Toksik İlişkiKÜL (38) KorkuKÜL (39) Kavgalar, Kavuşmalar ve AnkaraKÜL (40) Aşk Sözcükleri Bugün Müessesemizin İkramıKÜL (41) Şüphe TohumlarıKÜL (42) Solmuş GüllerKÜL (43) Ben Lara Ferzan, Ben Ne Dersem O Olur!KÜL (44) Kurtulmak İçin Ufak Bir BedelKÜL (45) Biraz Eğlence, Biraz KavgaKÜL (46) Kıyamet ÇanlarıKÜL (47) Paramparça Edilmiş Bir ÇocuklukKÜL (48) Yalanlar, Sırlar ve Hata Üstüne Hata
Hikayeyi Paylaş
Loading...