
Salona giriş yapan ikiliyle birlikte herkes oturduğu yerden ayağa kalkarken üzerimdeki kırmızı elbiseyi düzelttim ve açık bıraktığım saçımın bir kısmını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Hemen arkamda babamın varlığını hissettiğimde geçmesi için biraz yana kaydım ve onun ileriye doğru yürüyüşünü izledim sessizce. Bu sırada bakışlarım kaçamak da olsa Alpaslan’ın üzerinde geziniyordu. O da bana bakıyordu. Son konuşulanlar pek iyi sayılmazdı. Hem o bana bozuktu hem de ben ona.
Birkaç aramasına geri dönmeyişim onu daha da meraklandırmış olmalı ki benden gözlerini ayırmıyordu. Ta ki babam konuşana dek... “Hoş geldiniz beyler.” Samimiyetsiz ses tonu iki kilometreden bile anlaşılabilirdi ve sanırım en kibar hali buydu. Kerem Kıraç, Alpaslan’ın bir adım ötesine geçerken elini babama doğru uzattı tokalaşmak için. “İyi akşamlar Uras Bey. Son yaşadığınız talihsiz olayın ardından yine eskisi gibi sağlığınızda olmanız mutluluk verici doğrusu.”
Babam gülümsemesini büyüttü ve ona uzatılan ele karşılık verdi. İkisi tokalaşırken konuştu. “Teşekkürler.” Kerem elini geri çektiğinde bizlerde bakışlarını gezdirdi. Bakışlarında gerginlik var denebilirdi. O buraya sadece erkek kardeşiyle gelmişti. Biz ise büyük bir aile olarak karşılarındaki yerimizi almıştık. Sahi, ailelerinden başka birisi yok muydu? Böyle bir tanışma yemeğinde sadece ikisinin olması üzücü gibiydi. Kaldı ki Alpaslan’ın buraya gelirken hiç de heyecanlı olduğunu zannetmiyordum. Buraya gelmesinde Kerem’in ısrarlarının etkili olduğu barizdi.
“Ferzan ailesi her zaman bir arada gözükmüyor. Bu ana denk gelmek büyük şeref olsa gerek.” Dalga geçtiğini anlamak zor değildi. Babam derin bir nefes alırken Derya’nın babası Araz söze atıldı. “Duyduğuma göre kızımla birlikteymişsiniz. Bunu nihayet öğrenmiş olmamız da bizim açımızdan büyük bir şeref olsa gerek.”
Araz amcam tuhaftı. Daha doğrusu ondan hep biraz nefret ederdim...
Kerem Kıraç sevdiği kızın babasına karşı bir ukalalık yapmak istemezcesine sessiz bir tebessümle yetinirken Bade halam uzun yemek masasına doğru yürümeye başladı. İnce topuklu ayakkabıları etrafta yankı yapıyordu ve ne yalan söyleyeyim epey güzeldi. Sarı saçlarını kuaförde özenle yaptırmış olmalıydı. Elbisesi de ince bedenini başarılı bir şekilde sarmalıyordu. Masaya yürürken babamı da koluna takıp ilerletmeyi ihmal etmedi. “Hadi artık masaya geçelim! Çok acıktım!”
Onun talimatıyla herkes hareketlenirken ben de adımlarıma komut verdim. Lena hemen yanımdaydı. Kulağıma eğildi ve mırıldandı. “Abisi de tıpkı kendisi gibi ukala.” Sırıttım. Alpaslan’ı kastettiği ortadaydı. Kısık sesle ona karşılık verdim. “Sevgilimin yakasını bırak.”
Lena geri çekilip yüzüme şaşkınlıkla baktı. “Baya benimsemişsin onu. Umarım sonu da iyi biter.” Kafamı iki yana salladım ve cevap vermedim. Şu an Alpaslan ile ilgili konuşacak havamda değildim.
Babam masanın başına otururken onun sol çaprazına Sanem oturdu. Diğer çaprazında ise Bade halam vardı. Sanem’in yanına Kerem yerleşti. Yanına da Derya. Derya’nın yanına ise Alpaslan. Bade halamın yanına ise Mehmet amcam, eşi Füsun ve oğulları Tibet sırasıyla oturdu. Lena, Alpaslan’ın yanına isteksizce otururken Araz amcam ise Tibet’in yanına yerleşti.
Ben de masada kalan tek yere oturdum. Masanın diğer ucuna, babamın tam karşısına.
Toplam on iki kişi masadaki yerini alırken ortam şimdiden benim açımdan kaos kokmaya başlamıştı. Kabul etmek gerekirse Alpaslan bu masadaki çoğu kişinin nefretine sahipti. Kerem’i tanımadığım için pek bir yorumda bulunamıyordum. Ancak öyle ya da böyle o da bir Kıraç’tı. İkisi buradaki insanlar tarafından hoş karşılanmıyordu. Derya’nın Kerem’e âşık olduğunu varsaymazsak...
Alpaslan ile ben ise... biraz karışıktık...
Masada henüz bir konuşma başlamazken çalışanlar yemek servislerini yaptı. Kırmızı et ağırlıklı yemek iştahımı açarken elime çatalımı aldım. Hemen biraz önümdeki kaşık salatasından da yeme peşindeydim. Kaç gündür doğru düzgün yemek yiyememiştim. Sürekli hazır gıdalarla beslenmek bünyeme zarar veriyordu. Sanırım en yakın zamanda oturduğum mahallenin haftada bir kurulan pazarına gidecek ve yemeklik sebze alacaktım.
“Yemekler için bugün özel bir şef ile anlaştık. Umarım beğenirsiniz.” Babam son bir ekleme yaptığında ona alayla baktım. Her işe bir lüks katmak bu ailenin geleneği olsa gerekti. Yine de hoşuma gitmediği söylenemezdi. Bu ailenin içinde büyümek bu tür şeylere sempati duymayı sağlıyordu.
“Her şey gayet hoş gözüküyor. Keşke bu kadar zahmet etmeseydiniz.” Kerem, ‘uslu damat adayı’ şovunu sergilerken babam ağzının kenarından konuştu. “Biz zahmet etmeyi severiz.” Ardından da masanın geneline hitaben “Afiyet olsun.” Dedi.
Bir süre kimseden çıt çıkmazken tek ses çatal bıçak ve yeme sesleri oldu. Bu sırada ara sıra Alpaslan’a kaçamak bakışlar atıyordum. O da bana aynı şekilde. Burada olmaktan memnun olmadığını dibine kadar hissedebiliyordum.
Ailemi sevmediğini biliyordum. Çünkü kendi gözlerimle gördüğüm kadarıyla babam onu resmen öldürmeye çalışmıştı. Buna rağmen şu an bu masada onlarla yemek yiyor olması büyük bir gelişmeydi. Kerem’in onu nasıl ikna ettiğini merak ediyordum.
“Ee nasıl tanıştınız? Anlatın bakalım.” Bade halam ortaya kendince tatlı bir soru bırakırken telefonum titreşti. Ekrana baktığımda Alpaslan’ın mesaj attığını gördüm. Ona baktığımda yemek yiyordu. Ne ara mesaj atmıştı?
‘Halan her zaman bu kadar cıvık mıdır? Yoksa bize mi denk geldi?’
Hafifçe güldüm. Bu sırada babam ile göz göze geldim. Bana ‘ne oluyor’ dercesine bakıyordu. Omuz silktim ve parmaklarımı dokunmatik klavyede gezdirdim.
‘Kesinlikle her zaman böyledir.’
‘Bu arada evdeyken buraya gelmeye pek niyetli değildin. Ne oldu da fikrin değişti?’
İki mesajı art arda yolladıktan sonra arkama yaslanıp iç çektim. Belki de bir gün benimle olan ilişkisi için de ailemle muhatap olması gerektiğini anlamıştır diye düşünüyordum. O zamanlar için ufak bir prova diye düşünmüş olabilirdi.
Ağzındaki lokmayı yutup masanın üzerinde ters duran telefonuna baktığında ikimiz arasındaki ufak mesajlaşmaya bir kişi daha ortaktı.
Babam.
Gözleri telefona bakan Alpaslan’dan bana kaydığında gözlerini kıstı. Boğazımı temizledim ve bir tatsızlık çıkmasın diye telefonumu sandalyede asılı duran çantama sıkıştırdım hızlıca. Altı üstü birkaç mesaj için durduk yere Derya’nın sevgilisi ile ailesini tanıştırma yemeğini berbat etmek istemiyordum.
Derya ve Kerem sevgi dolu bir şekilde hastanede tanışma hikayelerini kısaca anlattıklarında Araz amcam yine her zamanki art niyetiyle konuşmaya başladı. “Ne kadar da efendi bir çocuğa benziyorsun. Keşke kardeşin de biraz sana benzeseydi.” Amacı neydi bunun? Kendi kızının önemli bir anında neden ortalığı karıştırma peşindeydi? Gerçekten hiçbir zaman iyi bir baba olmadığına neredeyse emindim.
“Konuşmalarına dikkat etsen iyi olur.” Nihayet dakikalar sonra Alpaslan konuştuğunda derin bir nefes aldım. Bir an hiç konuşmayacak sanmıştım. Masadakiler onun bu ani çıkışıyla gerilirken Tibet alayla homurdandı. “Dikkat etmezse ne olur acaba?” Alpaslan serseri bir tavırla sırıttı. “Orasını büyük bir zevkle anlatırım sana. Ama başka bir yerde.”
“Ya öyle mi çok merak ettim doğrusu.” Tibet hız kesmeden ona yine cevap verdiğinde Mehmet amcam onu susturmak istedi. “Tibet tatsızlık çıkarma.”
“Çocuk haklı abi. Boş artistliklere gerek yok. Hak edene hak ettiğini söylemek gerek bazen.” Araz amcam yangına körükle giderken Alpaslan en sonunda elini yumruk yaptı ve “Lan bak seni var ya...”
“Kesin artık şunu!” Babam araya girdiğinde Alpaslan alayla arkasına yaslandı ve Kerem’e döndü. Sanki bir konuda haklıymış gibi baktı ona. “Gerçekten yaptığını beğendin mi? Ferzan ailesi ile keyifli bir akşam yemeği? Sırf bir Ferzan kızını sevdiğin için değer mi şu saçmalığa? Şaka gibisin Kerem!”
Ne?
Duyduklarım bir şaka olmalıydı. Bu masada benim de olduğumun farkında mıydı? Bu kadar mı gözü dönmüştü? Ona dik dik bakmaya başladığımda gözleri benimkilerle kesişti. Bıkkınlıkla derin bir nefes aldı ve ayağa kalkıp dış kapıya doğru yürüdü. Saniyeler içerisinde gözden kaybolduğunda masa buz kesmişti. Üzerimde kaçamak bakışlar hissediyordum. Herkes elbette ki onunla aramda bir şeyler döndüğünün farkındaydı ve o resmen beni rezil etmeye ant içmiş gibi herkesin önünde fütursuzca söylenmişti.
Kalbim kırılmıştı. Ancak şimdilik bunu göz ardı ettim.
“Sizin adınıza çok mutlu oldum Derya. Umarım bu sevginiz ve daha da önemlisi saygınız hiç bitmez. Ben artık kalksam iyi olur. Her şey için teşekkür ederim.” Derya’da ve Kerem’de dolanan bakışlarım babamı buldu. “İyi akşamlar.”
Ayağa kalktım ve çantamı elime alıp yürümeye başladım. Bu sırada masanın diğer kalanı da bana iyi akşamlar demekle meşguldü. Derya da oldukça üzgün gözüküyordu. Sevgili kuzenim böylesine hoş bir günde bu saçmalıklardan hoşlanmamış olmalıydı. Kaldı ki bakışlarında bana üzülen bir yan da yakalamıştım. Omuzlarımı düşürmemeye çalışarak dış kapıya yürüdüm ve kendimi dışarı attım. Hemen biraz ötemde Alpaslan sigara içiyordu. Keskin soğuk içime işlemeye başlarken yutkundum ve boğazımda oluşan ağır yumruyu görmezden gelmeye çalıştım.
Şu an içinde bulunduğum hisleri tarif etmek ne yazık ki mümkün değildi. Üzgündüm sadece. Ne olursa olsun bir şeyler yaşadığım birisinin bu denli ailemin önünde aileme nefret kusmasını kaldıramamıştım ve o kadar bocalıyordum ki nasıl bir yol izleyeceğim konusunda karmakarışıktım. Problem belki de çevre değildi direkt bizdik...
“Biraz önce nasıl bir cümle kurduğunun farkında mısın?”
Bana arkası dönüktü. Ama ben konuşur konuşmaz yüzünü bana döndü. Sigaradan son bir kez içine çekip yere attığında ayakkabısının ucuyla ezerek söndürdü ve yüzüme baktı. Birkaç saniye sessizliğin ardından dudaklarını araladı. “Haksız tek bir cümlem yok. Sen de bunun gayet farkındasın.”
Kafamı iki yana salladım. “Bugün iki kere ailemi kötüledin. Hadi ilkinde sadece ben ve abin vardı. Onu görmezden gelebilirdim. Ama sen gittin bütün ailemin önünde beni yok sayarak onları kötüledin. Beni nasıl bir durumun içine soktuğunun farkında mısın? Ben bizim için çabaladıkça sen neden işleri sarpa sardırıyorsun? Her zorluğun üstesinden gelebilirim ama senin saygısızlığına bulacak bir çözümüm yok Alpaslan.”
Burnundan soludu. Sağ eliyle sinirlice çenesini kaşıdı ve omuz silkti. “Neden kendi tarafından bakıyorsun ki olaya sadece? Şimdi ben mi saygısız oldum? İçeride o amcan ile kuzenin pervasızca konuşurken onlar asil mi oldu? Benim canıma kaç kere kastettiklerinden haberin var mı senin Lara? Yok. Sen sadece bir tanesine tanık oldun. Ben, bana ters yapan insanlarla öyle Kerem gibi oturup samimiyetsiz bir şekilde yiyip içemem kusura bakma.”
Kaşlarımı çattım. “Onların sana kötülüğü dokunduğu gibi senin de onlara kötülüğün dokundu Alpaslan. Hiç kimse durduk yere düşman olmaz. Masum ayağına yatma.” Gözlerini büyüttü sinirle ve bana birkaç adım yanaştı. “Sen neden sürekli ortada olma çabasındasın? Sürekli herkesi haklı çıkarmaya çalışıyorsun. Ailen de iyi ben de iyiyim. Kötüysek hepimiz kötüyüz. Benimle takılırken benim anlaşamadığım insanlarla da konuşabilirsin. Çünkü ya çocukluk arkadaşındır ya da aile dostun. Bunlar bana ters kızım! Benim yanımdaysan karşımdaki insanlarla münasebete giremezsin!”
Ofladım. “Bırak şu Medcezir Yaman tavırlarını Alpaslan! Hem konu ne ara buraya geldi? Ne istiyorsun yani seni seviyorum diye aileme sırtımı mı döneyim ya da yıllardır görüştüğüm insanlara dirsek mi göstereyim senin derdin ne?”
“Sevme beni o zaman!”
Yüzüme bağırdığı cümleyle birlikte irkilirken gözlerimi kırpıştırdım. Bütün bedenimi bir elektrik akımı ele geçirmiş gibiydi. Sinirle soludum ve elimdeki çantayı sertçe ona geçirdim. “Ne diyorsun lan sen! Sevme beni o zaman ne demek! Daha iki üç saat önce sensiz yapamıyorum diyen sen değil miydin delirtme beni!”
Dişlerini birbirine bastırdı ve ellerini kısa siyah saçlarının arasından geçirdi gergince. “Ben seni seviyorum. Bak ciddi söylüyorum ben sana boş değilim. Ama ben senin oyuncağın değilim! Beni her konuda bir bahane bulup çiğneyemezsin. Yok ailemdi yok yakın arkadaşımdı diyerek bana kötülük yapan insanları güzelleyemezsin bu zoruma gidiyor. Ben bundan çok sıkıldım. Sensiz hayat akmıyor ama seninle de sorunlar bitmiyor.”
Ciğerlerine oksijen yetmiyormuş gibi derince nefes alarak göğsünü şişirdi. Soluğunu geri verirken kafasını yine iki yana salladı biraz önce konuşurken yaptığı gibi. “Ben sığamıyorum bir yere ya. Daha lisedeyiz ve normal bir çift olamıyoruz...”
Araya girdim. “Çünkü normal insanlar değiliz. Özellikle sen.” Yeşil gözlerini etraftan bana çevirdi. “Ne?” Yutkundum. “Sürekli etrafımdaki herkesten seninle ilgili kötü şeyler duyuyorum. Uyuşturucu bağımlısı, alkolik, Araf’ın mekânında özel odası her zaman rezerve olan o tehlikeli Alpaslan Kıraç... Bir tane iyi şey yok ya. Ve ben tüm bunlara rağmen seni seviyorum. Çok aptalım. Ama seviyorum. Bu ilişki için o kadar çok çaba gösteriyorum ki kendimi ne hale soktuğumu göremiyorum bile.”
Bana kırgınca baktı. Uzun zamandır kafamda dönüp duran düşünceleri tıpkı bir zehir gibi nihayetinde onun yüzüne söyleyebilmiştim ve bu sözler aramızdaki ilişkinin hiç de hayrına değildi. Bunu fark etmek beni yoğun bir pişmanlığa sürükledi bir anda.
“Demek en çok sen çabalıyorsun? Ben berbat bir insanım ve sen her şeye göğüs geren cefakâr sevgili misin? Vay be... Böyle hayatın içine sıçayım...”
Derin bir nefes aldım. “Alp...” Elini havaya kaldırdı ‘dur’ der gibi. “Yeter artık. Daha fazla bir şey söyleme. Ben anlayacağımı anladım. En haklı sensin, en haklı sizsiniz. Bir ben kötüyüm. Bir ben manyağım. Ama yeter, senin şu yaptıklarından çok daha azını yapanlar şu an diğer tarafta ve ben daha fazla kimseye bu toleransı vermeyeceğim. Bitti. Elimden geleni yaptım. Yeri geldi gecenin bir vakti kapına geldim yeri geldi dibinde bittim. Ben senin için çok çabaladım. Ama sen hep bencilce kendine pay çıkardın. Bitti Lara Ferzan.”
Gözlerimin yaşardığını hissettiğimde arkasını dönecekken kolundan tuttum. “Alp yapma böyle.” Sertçe kolunu kurtardı benden ve işaret parmağını bana doğrulttu. Daha bugün Bahadır yaptığı için sinirden ölmemiş miydi? “Bir daha bana Alp deme.” Ağlamaklı yüzüme bakmak istemezcesine yüzünü çevirdi. “Senin şımarık birisi olduğunun her zaman farkındaydım. Ama gözüm bir süre sonra kör oldu. Artık bitti ama. Tüm ayrıcalıkların bitti.”
Benden uzaklaşmaya başladığında soğuk havanın aksine içinde bulunduğum kasvetli durum bacaklarımı titretmeye başladı. Saniyeler öncesine kolunu tutan elim havada kalırken utanmasam arkasından adını bağıracaktım. Beni o kadar mahvetmişti ki bu gidişi ölümden farksızdı. Üstelik en zor durumsa kendimin de hatalı olduğunu bilmekti. Onu çok kırmıştım. Söylediklerime daha fazla dikkat etmem gerekiyordu. Hatalı olduğu yerler vardı. Ama bu onu alenen aşağılayacağım anlamına gelmiyordu. Zehirli fikirlerimi kendime saklamam lazımdı.
Aldığım nefes kendime yetmezken adımlarımı harekete geçirdim. Onu bir şekilde defalarca yaşadığımız ayrılığı bir kez daha yaşamamak için ikna etmeye çalışacaktım. Ancak tam bu sırada bir şey oldu.
Alpaslan tam arabasına yürüdüğü sırada bahçedeki korumalardan birisi silahını belinden çıkardı ve ona doğru nişan aldı. Gözlerim dehşet içerisinde büyürken biraz önce utandığım şeyi iki kez düşünmeden yaptım. “Alpaslan! Dikkat et!”
Alpaslan korku dolu sesime karşın hızlıca arkasını döndüğünde her şey için çok geçti. Adam çoktan tetiği çekmişti. Ardından da kendi kafasına sıkmıştı. Son sözleri ise şu olmuştu:
‘Bora Çakır’ın selamı var.’
Haydi yorumlarda buluşalımmm!
Sizce yaşanan olaylarda kim haklı?
Bundan sonra nasıl bir yol izleyecekler?
Bora Çakır denen düşman başlarına daha çok iş açacak mı kii?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.39k Okunma |
2.4k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |