
Hayatımda en nefret ettiğim anlar, birini kaybetmekle yüzleştiğim anlardı. Bu anların öyle bir tesiri vardı ki, kendimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Hissettiğim bu duygu, beni adeta yerin dibine sokuyordu. Bir ölü nasıl toprağın dibini boyluyorsa ben de aynı şekilde yerin altında kalıyordum. Tek bir farkla: Canlı olarak.
Henüz on dokuz yaşında genç bir kızdım. Dertlerim hangi mesleği yapacağıma karar verirken yaşadığım çaresizlik, üniversite sınavından iyi bir puan alıp alamayacağım ya da üniversiteyi hangi şehirde okuyacağım gibi şeylerden ibaret olmalıydı. Ama değildi.
Belki de on bir yaşında animasyon filmleri izlemem gerekirken annemin ölümünü izlediğim için hayatım dramatik bir kısır döngüde sıkışıp kalmıştı... Herkes takdir edecektir ki hiç kimse bunu hak etmez. Yine de tüm bu yaşadıklarımdan sonra bu sorunların hayatın müşterek unsurları olduğunu düşünüyordum. Herkesin başına gelebilirdi ve tek kayıplar veren insan da ben değildim. Bu nedenle ayakta kalabilmek için her zaman bir umut vardı.
Ancak bazen dayanamadığım noktalara geliyordum. Tıpkı 26 Şubat 2022 tarihinde yani tam olarak bu akşam yaşadıklarımın ardından...
“Ona bir şey olmasını istemiyorum.” Aldığım nefes ciğerlerime yetmezken istemsizce hıçkırdım. Yüzümün gözyaşlarından ötürü ıpıslak olduğunun da yeterince farkındaydım. Tüm gardım inmişken hemen yanımda arabayı süren Tibet ise yanlış bir şey söylemekten çekinircesine konuşmaya çalıştı. “Lara...”
Sözünü kestim. “Tüm olanlar benim yüzümden oldu. Benim yüzümden olmasa da kilit kişi hep bendim. Olacakları önceden kestirmem gerekirdi. Akıllı davranamadım Tibet.” Ellerimle yüzümü kurulamayı denerken burnumu çektim. “Ne kadar lanet bir insan olduğu umurumda bile değil onu gerçekten sevdim ve bir şey olursa bununla yaşayamam.”
“Saçma saçma konuşmayı keser misin artık? Bana neler olduğunu anlat düzgünce... Bak birazdan hastaneye gittiğimizde orada bir tek biz olmayacağız. Herkes gelecektir ve bunun nedenini sorgulayacaktır. Kendini ifade edebilmek için toparla kendini hemen.”
Tibet’in akıllıca cümlelerine doğru düzgün kulak veremezken Ferzan ailesine ait hastaneye giriş yaptığımızda önümüzdeki ambulans acil kapısının önünde durdu. Dakikalar içinde Alpaslan kanlar içerisinde sedyeyle içeriye alındığında derin bir nefes almaya çalıştım elimi kalbime götürerek. Tibet ile içeriye girdiğimizde Alpaslan’ın abisi ve babam da bize yetişmişti. Koridorda bizim dışımızda başka insanlar da varken Kerem Kıraç hem çok dehşet içerisinde hem de çok öfkeliydi. Kardeşinin evimizin bahçesinde vurulmasının ardından hastaneye gelene kadar ki süreçte oldukça öfkesini harlamış olmalıydı. Bana işaret parmağını uzattı sinirlice. Son zamanlarda herkesin yaptığı bu hareket canımı sıkmaya başlamıştı.
“Kardeşime yapılan bu saldırıda herhangi bir payın varsa seni mahvederim!” Babam aramıza girip ona kaşlarını çatarak baktı. “Kendine gel ve geri çekil!” Kerem ona gözlerini büyüterek baktı. “Senin evine güzel bir yemek için geldik ve senin evinde kardeşim vuruldu Uras Ferzan! Kendime gelmemi bekleyemezsin. Çünkü kardeşimin sürekli bas bas bağırdığı gibi sen onu daha önce de öldürmeyi denedin! Şimdi yapmadığın ne malum? Kaldı ki onu senin adamlarından biri vurdu!”
Tibet korumacı bir tavırla yanımda dururken babam da hemen önümdeydi. Yüz ifadesini göremiyordum. Ancak soru işaretleriyle dolu olduğu tahmin edilebilirdi. Kendini karşısındaki adama açıklamaya çalıştı. “Evet o benim adamlarımdan birisiydi. Ama seni temin ederim ki bu akşam bir ateşkes vardı. O adam bunu yaptığına göre içimizde beslediğimiz bir köstebekti sadece. İcabına bakacağız, biraz sakin olman herkesin faydasına Kerem.”
Kerem Kıraç bıkkınlıkla bir iki adım gerileyip sırtını duvara yaslarken ben de zor da olsa dudaklarımı araladım. “Bunu yapan Bora Çakır.” Babam kurduğum cümlenin ardından hızlıca arkasını döndüğünde gözlerimiz kesişti. Gözlerini kıstı şüpheyle. “Ne diyorsun sen?”
Yutkundum ve kafamı iki yana salladım. “Fevzi Çakır’ın beni zorla alıkoyduğu gece var ya hani. O adam o gece beni öldürecekti baba ve beni Alpaslan kurtardı. Onu orada öldürdü ve bu ne hikmetse bizi suçlu yapıp birilerinin intikamını körükledi. Bora Çakır onun oğlu ve buraya sadece babasının yerini doldurmaya gelmedi. Bizimle de görülecek bir hesabı vardı. Bunun için bizi defalarca kışkırttı. Bana notlar yolladı ve... Seni sırtından vuran da oydu. Şimdi de Alpaslan’ı... Sana söylemedim. Çünkü elinden bir şey gelmezdi. Elimizde bir kanıt olmadığı için Alpaslan’a göre ona bir şey yapamazdık.”
İlk tepki Kerem’den geldi. “Sen ne anlattığının farkında mısın? Benim kardeşim şu an içeride senin yüzünden mi canıyla cebelleşiyor?” Neden tüm anlattıklarımdan sadece suçun benim olduğu kanısına varıyordu? Tekrardan üzerime yürüyeceği sırada önüne birden Derya yetişip geçti. Hastaneye hemen arkamızdan gelmiş olmalıydı. Ellerini Kerem’in göğsüne yerleştirdi ve onu durdurdu. “Sakin ol biraz! Şu an düşünmen gereken tek şey kardeşin Kerem!” Kerem’in ona karşı gardı inerken Derya devam etti. “Neden benimle başhekimin odasına gelmiyorsun? Alpaslan ile ilgili bilgi alalım.” Kerem’in ona olan yumuşak bakışları bana döndüğünde tekrardan sertleşti. “Bu kızın anlattıkları hakkında son noktayı koymadan olmaz!”
Derya ısrarla koluna girdi. “Hayır, bunu bırak onlar halletsin. Şu an konuşmak doğru bir karar değil.” Kerem’i saniyeler içerisinde birkaç ikna edici cümle daha kurarak yanımızdan götürdüğünde rahat bir nefes aldım. Çok şanssızdım, Alpaslan’ın hayatında önemli bir isim olan abisi tanıştığımız gün benden nefret etmişti. Bu nefretin bir daha geçmeyeceğine ise neredeyse emindim.
Onlar gittiğinde bir adım geriye gittim. Babamın yüzüne bakmıyordum. Ona benim yüzümden sırtından vurulduğunu söylemek kolay değildi. Gerçekten.
“Sen nasıl olur da böyle bir şeyi benden gizlersin Lara?” Babamın sitem dolu sesi yüzüme çarptığında boğazımı temizledim ve zor da olsa bakışlarımı ona çevirdim. “Öyle olması gerekiyordu baba...” Cümlemi tamamlamama izin vermedi. “Hayır tabi ki de! Öyle olması falan gerekmiyordu! Ben senin babanım! Hayatın tehlikedeyken nasıl olur da beni bunun dışında tutarsın? Hem de tüm bu yaşananların kaynağında bana düşman olduğu için sana bulaşan bir adam yatarken!”
Yutkundum. “Elinden bir şey gelmezdi.” Bağırdı. “Çok şey gelirdi! Seni koruyabilirdim!” Tibet araya girdi. “Amca biraz sakin mi olsan?” Babam ona yüzünü kırıştırarak baktı. “Sen karışma Tibet!” Tibet bir iki adım gerilerken bana umutsuzca baktı. Eminim ki o da bana ona söylemediğim için sinirlenmişti. Teknik olarak böyle bir olayda aileyi saf dışı bırakmam kabul edilebilir bir durum değildi. Ama söylesem de bir şey değişmezdi. Aksine daha da düşmanca bir ortamın içine atmış olurdum kendimi. Bade hala başta olmak üzere diğerlerinin üzerimde gezinecek ‘sen suçlusun’ bakışlarını hayal bile etmek berbattı.
Suçlu falan değildim. Alpaslan da suçlu değildi. Canıma kasteden şerefsiz bir adamın icabına bakmak suç değildi. Olmamalıydı. Damarlarımda gezinen sinir her an patlamaya hazır gibiydi sanki. Fevzi Çakır gibi aşağılık bir adamın geride bıraktıklarıyla uğraşmak beni delirtiyordu.
“Ağzımdan çıkan her bir harf bile sizin için beni suçlama ibaresi baba. Ne yapsam, hangi işin içinde olsam size göre hep ben suçlu oldum. Bu hep böyleydi. Tüm bu olanlardan sonra kalkıp bana ucuz babalık numaraları çekme. İş beni suçlamak olunca Bade hala senin yanında melek kalıyor.”
Babam sahte bir şekilde güldü. “Yaptığın şeye bahane bulma! Sürekli geçmişi öne sürüp hatandan sıyrılamazsın!”
Sakince kurduğum cümlelerin ardından babamın yaptığı çıkış omuzlarımın güçsüzce düşmesine sebep oldu. Ben biraz önce ne söylemiştim? Ağzımdan çıkan her şey onlara göre suçtu ve babam bu konuda bir numaraydı. Bunu dememin hemen ardındansa ironik bir şekilde beni suçlayıcı şeyler söylemişti. Ondan sonra da başım sıkıştığında ona gitmemi bekliyordu. Sorumluluk timsali baba, yersen.
“Tam olarak bundan bahsediyorum işte! Sen busun baba! Her şartta ve zorlukta beni suçluyorsun! Beni suçlamanla uğraşmamak adına başım beladayken bunu saklamak durumunda kalıyorum ve sen öğrenir öğrenmez benimle kavga ediyorsun! Bu zamana kadar neler yaşadığımı ve hissettiğimi sormuyorsun! Senin için her şey bir otorite. Ama ne ironik ki benim için de işler aynen böyle yürüyor.”
Tam savunmaya geçecekti ki hararetli bir şekilde asıl konuya geçtim. “Bora Çakır hakkında bir planın var mı? Burada tartışmak anlamsız. Öğrendiğine göre artık onu durdurmamız gerek.”
Kafasını iki yana salladı. “Aceleci fikirlerini bir kenara bırak Lara. Bu işler öyle yürümez. Bu gece bir şey yapmayacağız. Yarın Mehmet amcan ile oturup konuşur ve bir yol haritası çizeriz. Sen artık kendini bu işin dışında tutacaksın.”
Kaşlarımı öfkeyle çattım. Dalga mı geçiyordu? Alpaslan’ın yansıması gibi olan cümleleri bana aklımı kaybettirecek cinstendi. “Ben zaten işin tam da merkezindeyim baba! Artık dışarıda kalacak bir olay yok! Oturup duracak bir hal de yok! Siz aklınızı mı kaçırdınız! Alpaslan da aynı şeyleri söyleyip durdu ve şimdi ölmek üzere! Sen de birkaç hafta önce ölmek üzereydin! Ben artık çok sıkıldım!”
Yanından geçip gideceğim sırada kolumdan tuttu ve durdu beni. “Aklından ne geçiyorsa çabuk sil!” Hırçın bir şekilde kolumu kurtardım ve yüzümü babamın yüzüne yaklaştırıp kendimden emin bir şekilde konuştum. “Tüm çocukluğum senin tiranlıklarını seyretmekle geçti. Hiç kimseye taviz vermeyişini, boyun eğmeyişini, yeri geldiğinde acımasız tavırlarını... İnkâr edemezsin ki bir çocuk ne görürse bir süre sonra aynı şeyleri yapmaya başlar baba. Gurur duy kendinle... Çünkü artık biri bana bulaştığı zaman ya onu durdurmayı ya da öldürmeyi düşünüyorum. Başka bir seçenek hiçbir zaman olmayacak. Susup oturmak mı? Asla.”
Gözlerimde neyin ateşini gördü bir fikrim yoktu. Ancak sus pus oldu. Babamı tanıyanlar bilir ki o asla susmaz. Genellikle domine edip susturmak tercihidir. Kaderin bir cilvesi olmalıydı ki kızı da tıpkı kendisi gibiydi. Bundan hem nefret ediyor hem de beni güçlü kıldığı için hoşlanıyordum.
Onun sessizliğinden yararlanıp adımlarımı harekete geçirdiğimde hızlıca ilerlemeye başladım. Bu sırada Tibet de koşar adımlarla yanıma yetişmişti. Yutkundum. “Peşimden gelme Tibet. Birkaç saat sonra neler olur hiçbir fikrim yok. Seni tehlikeye atmak istemiyorum.”
Tibet pervasızca yürümeye devam etti. “Amcam senin yanında olmamı istedi. Kaldı ki o istemese de gelirdim. Seni her nereye gidiyorsan yalnız bırakacak değilim kuzen.” Derin bir nefes aldım ve hastaneden çıktım. Tibet ile geldiğimiz araba benim arabamdı. Hemen biraz ötemizde park edilmişti. Tibet’e baktım. “Arabanın anahtarını ver.” İkiletmeden elime verdi. Arabaya bindiğimizde kontağı hızlıca çalıştırdım ve direksiyonu hareket ettirdim. Hastane binasından uzaklaşır uzaklaşmaz konuştum. Bu sırada arabanın kilometre ibresi oldukça hızlı bir sayıyı gösteriyordu. Yavaş olmaya vaktim yoktu. Her ne yapacaksam yapmalı ve Alpaslan’ın yanına dönmeliydim. Son konuşmamız evin bahçesindeki konuşma olamazdı.
“Bora Çakır’ın adresini bul bana Tibet.” Bana gözlerini büyüterek baktı. “Sen aklını mı kaçırdın lan! Adamın evine tek tabanca mı gideceğiz!” Gözlerimi devirdim. “Tabi ki de hayır! Toplayabildiğin kadar adamı da yönlendir o adrese doğru. Hatta Araf’a da haber ver. O da adam yollasın. Kalabalık olacağız.”
“Lara... Araf’ı aratma bana. Onu sevmiyorum.” Yüzümü buruşturdum. “Halen geride bırakamadınız mı bazı şeyleri? Salak mısınız siz? Şu an büyük bir durumla karşı karşıyayız ve son sürat araba kullanıyorum Tibet! Senin aramandan başka bir çare yok! Ara çabuk!”
İkisi rekabet kelimesinin karşılığı gibiydiler. Daha doğrusu eskiden. Benim İtalya’ya gideceğim sene miydi yoksa bir sene öncesi miydi net hatırlamıyorum. Tek bildiğim o dönem bazı tatsız şeylerin yaşandığıydı. Tibet ve Araf aynı kıza âşık olmuşlardı ve o kız Araf’ın anne ve babasının küçük yaşta evlatlık edindikleri üvey kardeşiydi. Üstelik o sıra Derya da Tibet ve Araf ile aynı liseye gidiyordu ve Araf’tan hoşlanıyordu.
Biliyorum şaka gibiydi. Ama gerçekler bunlardı. O dönem pek hoş şeyler olmamıştı ve ben film seyreder gibi seyretmiştim. Şimdi lise son sınıfta yaşadıklarım sanki bir karma gibiydi.
“Aradım.” Tibet’in uzatmak istemeyen tek kelimelik cevabına karşın başımı olumluca sarstım. “Tamam.” Ardından tutamadım kendimi. Bu sırada Tibet navigasyonu açmıştı. Adresi bulmuş olmalıydı.
“Eski defterleri açmak istemezdim.” Tibet bir sigara yaktı ve omuz silkti. “Boş ver.” Gözlerimi kırpıştırdım. “Şimdilerde atlatmışsınızdır diyordum...”
“Sağa döneceksin ilerideki kavşaktan.” Derin bir nefes aldım ve söylendim. “Tibet, sözümü kesip durma!” Homurdandı. “Sen de saçma konuları konuşup durma. Haberin belki yoktur ama benim bir sevgilim var Lara ve eski konuları konuşmak gibi bir huyum da yok.”
Sevgilisi olduğunu vurgulaması artık olur olmadık yerlerde böyle eski şeyleri konuşmamaya özen gösterdiğinin bir belirtisiydi. Alt dudağımı dişledim. “Haberim yoktu. Tanıyor muyum bari?”
Dudağını büktü. “İsmi Gül. Senin kızlarla iyi arkadaştır. Aynı sınıftasınız diye biliyordum biraz bahsetmişti.” Gül mü? Haa... Şu sohbet grubunda kim olduğunu çıkaramadığım kız. Esila, Lena ve Merve ile ortak arkadaş olmalıydılar.
“A evet biliyorum. Hoş kız.”
Biraz sessizlik çöktüğünde Tibet konuştu bu sefer de. “Alpaslan Kıraç gibi birine konmayı nasıl başardın lan? İkiniz o kadar uyumsuzsunuz ki.” Yutkundum. “Bir gün akşam oturduğum mahallede güzel bir restoran var köşe başında. Oraya gideriz, anlatırım sana. Olur mu kuzen? Şu an çok gerginim, romantizm kasacak halim yok.”
Beni onayladıktan sonra gergince camdan dışarı baktı. “Bu yaptığımız şey çok tehlikeli farkındasın değil mi?” Sinsice gülümsedim. “Yanında oturan kız daha tehlikeli.”
“Sen aklını kaçırmışsın, bunu çok önceleri anlamam gerekirdi.” Sırıttım. “Anlamaman hata canım.”
Bir saatlik yolculuğun ardından ormanlık bir alana geldiğimizde navigasyon evi yüz metre ileride gösteriyordu. Ne derece doğru bilemiyorduk. Bu nedenle arabayı karanlık yolun kenarında durdurdum.
“Yaklaşık kırk beş kişi topladık sanırım. Evin etrafını çevrelediler. Silahlılar. Gelen bilgiye göre Bora Çakır’ın adamlarından daha fazlayız. Araf da yolda yakında burada olmuş olur. O gelince ilerleriz. Peki planın ne?”
Derin bir nefes aldım ve emniyet kemerimi çıkarıp Tibet’e doğru döndüm. Dilimler dudaklarım ıslattım ve “Sen burada kalmalısın.” Dedim. Kaşlarını çattı aniden. “Böyle bir şey mümkün değil Lara.” Kafamı iki yana salladım. “Mümkün. Olmak zorunda. Bak Tibet, o evde birazdan neler olur bilmiyorum ama kan gölüne döneceği bir gerçek. Orada olmanı istemiyorum seni tehlikeye atmak istemiyorum. Burada kal ve birinin dışarıda beni beklediğini bilerek rahat hissedeyim. İkimiz girersek aklımız birbirimizde kalacak.”
Bana kesinlikle uymak istemiyordu. Ama haklı olduğumu da biliyordu. Bora Çakır ile ilk yüzleşmemdi. Bu esnada dikkatim dağılırsa kaybederdik.
“Senin ikna edici olmandan nefret ediyorum.”
Gülümsedim ve torpidoya uzandım. “Ben de seni seviyorum!” Torpidodan Alpaslan’ın silahını çıkarttığımda burukça gülümsedim. Bu esnada Tibet sorgulayan bakışlarla silahı inceliyordu. “Ne zamandan beri silah taşır oldun?” Omuz silktim. “Bu Alpaslan Kıraç’ın silahı. Bu silahla Fevzi’nin adamını öldürmüştüm. Temizlemek için ben de kaldı. Sonra da vermeyi unuttum. Kullanması bugüne de nasipmiş.”
Tibet eliyle yüzünü sıvazladı yorgunca. “Saat neredeyse gece yarısına geldi ve kapkaranlık bir yol kenarında senin fantezilerini dinliyorum!” Kafamı iki yana salladım. Arabanın dijital ekranında yazan saate kaydı bakışlarım. “Henüz gece yarısı olmadı kuzen. Saat sadece on bir.”
Bana ‘ciddi misin’ dercesine baktığında boğazımı temizledim ve kontağı çalıştırdım. Yolda ilerlemeye başladığımda mırıldandım. “Seni eve varmaya yakın indireceğim. Adamlara yakın bir yere geçersin. Ormanın içinde kalmaya özen göster. Araf’ı da tekrar ara ve bilgilendir yanına gelsin. Eve girmeye çalışmasın.”
Bana baygınca baktı. “Gerçekten bana onu tekrar mı aratacaksın?” Ofladım ve gaza bastım. Saniyeler içerisinde kocaman bir bahçe kapısı görüş açımıza girdiğinde yavaşladım ve acele bir şekilde konuştum. “İn çabuk, gitme vaktin geldi. Seni bir kez çaldırdığımda adamlar şovu başlatsın.” Tibet indi ve bana öfkeyle baktı. “Eğer sana bir şey olursa seni mahvederim!”
Hızlıca ağaçların arasında kaybolduğunda tekrar harekete geçtim ve ilerlemeye başladım. Bu gece büyük bir kumar oynayacaktım. Yaşama şansım yarı yarıya idi ve biliyordum ki yaşamaktan başka şansım yoktu.
Görkemli demir kapının önüne geldiğimde arabayı durdurdum ve kontağı kapatıp arabadan indim. Bu sırada birkaç adam dışarı çıkmıştı bile. “Hayırdır?” Kaba bir şekilde konuşan adama fütursuzca baktım. “Bora Çakır ile konuşacağım aç kapıyı.”
Adam bana kabaca bakmaya devam ederken arkasındaki adam içeri hızlıca girdi. Bora’ya haber veriyor olmalıydı. Bir dakikanın ardından içeri giden adam tekrardan dışarı çıktı. “Beyim içeri alın dedi.”
Adımlarımı harekete geçirdiğimde adamların çekilmemesi üzerine kaşlarımı çattım. Bu adamlara anladıkları dilden konuşmak gerekiyordu herhalde. “Çekil birader, bozuşmayalım gece gece.” Gözlerini kıstı. “Üstünü aramadan giremezsin.” Tek kaşımı kaldırdım ve üzerimdeki kırmızı elbiseyi gösterdim. “Sence bu elbiseye o pis ellerini değdirir miyim? Hiç sanmıyorum. Şimdi o ellerinizi kırmadan çekilin. Belki duymuşsunuzdur, ben Lara Ferzan. Uras Ferzan’ın kızıyım bana bulaşırsanız sonu iyi bitmez.”
Ucuz tehditlerime karşın adamlar bıkkınca soludu. Biri diğerine şöyle mırıldandı. “Alalım bir problem olacağını düşünmüyorum.” Adamlar kısa süreli bir bakışmanın ardından yana çekildiler. Sırıttım.
Altın kural: Ferzan olmak ardında çok bela getirir ama her kapıyı da sonuna kadar açar.
Hızlıca içeri girdiğimde lüks peyzaj unsurlarını incelemeyi es geçerek büyük malikanenin kapısına doğru yürüdüm. Açık kapıdan birçok adamın bakışları eşliğinde girerken yutkundum.
Çok öfkeliydim. Sadece olanlara değil, aynı zamanda koskoca babam ve Alpaslan’ın yanaşmadığı bir olayı tek başıma göğüslediğim için de... İşte bu yüzden tırnağım varsa başımı her zaman kendim kaşırdım maalesef.
“Bakın kimler gelmiş!”
Babamın evinden daha geniş olan giriş kat dikkatimi çekerken sesin geldiği yöne yani hemen karşıma baktım. Bora Çakır salonda viskisinden yudumlayarak keyiflice bana bakıyordu. Bu bana 28 Aralık gecesini anımsattı. Babası da tıpkı onun gibi büyük bir keyifle viskisinden içiyordu karşımda. Aklından bana yapmak istediği planların pırıltıları gözüne vurmuştu. O sapıkça bakışları hayatım boyunca unutmazdım.
Bora Çakır da ona benziyordu. Yüz hatları babasını andırıyordu. Boyu posu sanki Fevzi itinin gençliği gibiydi. Ama ruhu hakkında emin değildim. Çünkü buraya gelmeden bir süre önce zaten hep bu gecenin planını kurmuş ve Bora Çakır’ın tüm sülalesine varıncaya kadar derin bir araştırma yapmıştım. Edindiğim bilgiler Fevzi’nin elinin Bora’ya çok da ulaşmadığı yönündeydi.
“Hoş buldum hayatım.” Kibar bir şekilde alay dolu sesimi açığa çıkardığımda Bora’nın gözlerinde gevşekliğimden ötürü bir küçümseme gördüm. Ucuz kız numarasını iyi oynardım ve oynamaya da bayılırdım doğrusu.
Oturduğu geniş koltuğun yanında duran içki sehpasına hız kesmeden sanki kendi evimmiş gibi ilerledim ve kesme bardaklardan birine onun içtiği viskiden doldurdum. Dolu bardağı önce kafama diktim. Bu gece cesarete ihtiyacım vardı.
Boşalan bardağı sertçe sehpaya koydum ve arkamı dönüp onun karşısındaki geniş koltuğa attım kendimi. Bacak bacak üstüne atarken omzumdaki orta boy çantamı da omzumdan indirerek yanıma bıraktım. Bora’ya baktığımda böyle bir durumla karşılaşmayı beklemediğini gördüm.
İlk darbe, şaşırt.
“Sen nasıl bir zekaya sahipsin bilmiyorum canım ama emin ol bugüne kadar yaptıklarını o babamın ve sevgilimin de bulunduğu masaya güvenerek yaptığının farkındayım. Ama kaçırdığın bir nokta var ki ben o masanın insanı değilim. Yani diplomatik düşüncelerle kafa ağrıtmam. Yok birine zarar verilemezmiş yok cart curt falan filan...” Elimi havada savuşturdum ve tekrardan koltuğa bıraktım. “Bunlar benlik şeyler hiç değil.”
Bana birkaç saniye durağan bir halde baktı ve ardından güldü. Elindeki bardağı önündeki alçak sehpaya bıraktı ve hafifçe alkış tuttu. “Giriş şovun takdir etmeliyim ki çok havalıydı. Ama buraya sadece bunu yapmaya geldiysen bu güzelliğine çok yazık olacak.”
Tek kaşımı kaldırdım. “Niye? Tecavüz mü edersin?”
Bir anda donakaldığında başını hafifçe yana eğdi. “Ne bahsediyorsun sen?” Ağzımdan ‘hah’ diye alaylı bir nida çıktı. Bu sırada arkamdan bir adam hızlıca gelerek Bora’ya yanaştı. Bora’nın beyaz gömleğine kıyasla üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Ondan yaşça daha büyük duruyordu. “Bora, bu kızı neden içeri aldın? Hadi aldın diyelim neden halen konuşuyorsun sıkıp geçsene kafasına.”
Bora gözlerini benden ayırmadan karanlık bir ses tonuyla konuştu. “Ne yapacağımı sana mı soracağım Saffet?” Saffet denen adam gergin bir şekilde konuştu bana kısaca bakıp. “Bu kız ve yavuklusu babanı öldürdü...”
“Bir dakika bir dakika!” Araya girdim hızlıca. İkisinin de bakışları bana dönerken dişlerimi birbirine bastırıp gevşettim. “Ben ve yavuklum babanı öldürdük ama neden öldürdük orasını da bir açıklığa kavuşturalım da ondan sonra kime sıkılıp sıkılmayacağını konuşalım beyler.”
Saffet denen adam çirkef bir halde ortaya atıldı. “Neden Fevzi beyimi katlettiğiniz ortada değil mi? Babanla anlaşmazlık yaşadılar ve baban seni öne sürerek ona pusu kurdu. Bu ayan beyan ortada!”
Duyduklarımın ardından kendimi tutamadan ayaklandım ve hayatımın en büyük utanç kaynağı olacak olan o küfürlü cümleyi kurdum. Benim gibi kibar bir kız bundan dolayı hayatı boyunca kahrolacaktı.
“Ne pususundan bahsediyorsun lan orospu çocuğu!”
Salonda yankı yapan sesim iki adamın gözlerini büyütmesine sebep olurken Bora da ayaklandı. “O diline mukayyet ol!” Hararetli bir şekilde bağırdım. “Ortada büyük bir yalan varken hiçbir yerime mukayyet olacak değilim!” Saffet denen adamın elinin beline doğru kaydığını görür görmez ayağımdaki yüksek topuklu ayakkabılardan birini elime aldım ve hızlıca suratına fırlattım. Ayakkabı Bora Çakır’ın suratının önünden geçerken hedefini buldu ve Saffet denen iri yarı adamı geriletti. Bu sırada çantamı hızlıca elime aldım ve içinden silahı çıkarıp tetiği çektim. Saffet’e silahı doğrulturken adam neye uğradığını şaşırmıştı.
“Hey hey ne yaptığını sanıyorsun sen! Bırak o silahı! Benim evimde kimseye silah çekemezsin!” Bora bağırdığında ben de bağırdım. “Adamın olacak şerefsiz belinden silahı çıkarmaya yeltendi. Kulağına küpe olsun diye söylüyorum bana da kimse öyle silah çekemez!”
“Beyim durdur şunu! Yalanlar sıralayıp duruyor!” Başımı hafifçe yana eğdim. O sırada bir şeylere yavaştan çakmaya başlamıştım. Ortada bir tutarsızlık vardı. Tam Bora ile ciddi bir şekilde konuşacağım sırada salona dalmıştı ve dikkatli olmasaydım az kalsın silah çekip vuracaktı beni. Bora’dan gizlediği bir şeyler olmasa neden bu kadar gergin ve aceleci olsundu ki?
“Bak Bora Çakır ne kadar doğru ya da yanlış biliyorsun bilmiyorum. Ama haftalardır haksız bir intikamın peşinde koşuyorsun! Olay bu adamın anlattığı gibi gelişmedi. Aksine baban olacak o şerefsiz Fevzi beni sokağın ortasından aldırdı ve lüks bir rezidansa getirtti. Orada kendisi dahil birçok sapık zihniyetli adam vardı ve tek derdi beni öldürmekti. Belki de öldürmekten beter etmekti. Bu yüzden sana biraz önce ima yaptım. Bunu görmemiş olamazsın! Orada başıma gelebilecek şeylerin bir sınırı yoktu ve baban sadece keyif için bunu yaptı! Sırf benim babama inat olsun diye! Alpaslan beni kurtarmak zorundaydı!”
Tüm ışıklar yeniden yanmaya başlamıştı. Buradan sağ çıkma ihtimalim artıyordu. Çünkü beklenmedik bir gelişme vardı ortada.
Bora Çakır aslında olayın kaynağını doğru bilmiyordu.
Babası gibi itin teki olmama ihtimali vardı. Çünkü araştırmalarıma göre babasıyla büyümemişti. Babası o çok küçükken İstanbul’a gelmişti ve memleketinden kendini soyutlamıştı. İşte tam da bu nedenle iş insanlarının ve şehrin çoğu Bora Çakır’dan bihaberdi. Fevzi Çakır aslında kendi çocuğuyla ilgilenmemiş ve en sonunda da bok yoluna gitmiş herifin tekiydi.
Bora’ya bazı şeyler yanlış anlatılmıştı ve intikama yönlendirilmişti. Başka açıklaması olamazdı. Böyle olmak zorundaydı.
“Sana inanmamı beklemiyorsun herhalde?” Bora’nın inanmayan bakışlarıyla karşılaştığımda ayağımdaki diğer topukluyu da çıkardım ve bir adım ötemdeki sehpaya çıkıp hiddetli bir şekilde Saffet’i gösterdim. “Bu keriz seni iyi kandırmış akıllım! Uyutmuşlar seni!”
“Bora bitir şu kızın işini!” Hızlıca konuştum. “Hiçbir şeyi doğru düzgün kanıtlayamam. Bana inanmak zorunda da değilsin Bora Çakır! Ama baban ile babamın ne zaman iş yapmayı bıraktığına dair ortada muhakkak belgeler vardır. Etrafta bu konuyla ilgili bilgisi olan insanlar vardır! Babamın iş yapmayı bıraktığına dair birçok kanıt vardır! Kaldı ki götürüldüğüm rezidansa dair güvenlik görüntüleri de vardır! Ama ben sana başka büyük bir kanıt göstereceğim, kimsenin tahmin edemeyeceği!”
Nefes nefese kalırken Saffet’i gösterdim. “Şu adamın belindeki silahtan kurtul ve sana göstereyim!” Bora büyük şüpheler içinde Saffet’in silahını eline aldı. Ama atmadı. Aksine elinde sıkıca tutmaya devam etti. Bana karşı bir güvenlik önlemiydi sanırım.
Çantamdan telefonunu çıkardım ve galeriye girdim. Bu sırada sehpanın üzerine çıktım yine. Böylelikle Bora Çakır’dan daha uzun oluyordum ve bu egomu besliyordu. Biliyorum, şu an bu dertlerimiz arasında son sırada bile sayılmazdı.
“Yanaş ve izle şunu.” Açtığım videoyu ona yanaştırdığımda yutkunarak yaklaştı ve izlemeye başladı. Videonun kadrajında Fevzi Çakır vardı. Daha da önemlisi video o geceye aitti. 28 Aralık 2021 gecesine...
Bu akşam beni belki de bir tesadüf kurtaracaktı. O akşam müzayedeye küçük bir kamera takılı kolye ile katılmıştım. Amacım babama doğaçlama bir eşek şakası yapmak ve bunu kayıt altına almaktı. Doğum günlerimde onu çıldırtmak benim için bir rutindi. Doğrusu Alpaslan ile yolum kesişene kadar babamı çileden çıkaracak masumane planım da buydu. Basitti. Ancak olaylar bir anda sarpa sarmıştı ve kendimi bir şerefsizin önünde bulmuştum. Çok sonraları ise tüm videonun kayda değer tek yanını kesip düzenlemiş ve galerime kaydetmiştim. Asla işe yarayacağını düşünmüyordum.
Esasen buraya gelirken aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ben buraya Bora Çakır ile yüzleşmeye gelmiştim. Onun düşmanca tavırlarına hazırlamıştım kendimi. Onca tehditten sonra gözümde çok korkunç birisi olarak kalmıştı. Ama şimdi bir ışık vardı. Bir umut...
Karşımda doğruya yönlendirebileceğim biri vardı.
Video bittiğinde Bora’dan ses çıkmadı. Bu ölüm sessizliği gibiydi. Saniyeler sonra silahı Saffet’e doğrultacaktı ki ondan önce davranıp odadaki üçüncü kişinin kafasına tek el ateş ettim. Ardından da çantamdan bana yolladığı notları çıkartıp gözünün önüne tuttum.
“Bu notları bana yolladığında berbat şeyler yaptın Bora Çakır. Şeytana bulaştın. İntikamdan iyi anladığını iddia ettin ama emin ol benim intikamım daha acı olur. Yine de senin hakkında onca bilgiye ulaşmama rağmen acımasızlık etmedim. Buraya gelirken ailenin olduğu şehre bir sürü kiralık katil yollayabilir ve onların işini bitirebilirdim. Karşında on dokuz yaşında bir kız var ama takdir edersin ki bir canavarın kızıyım. Hayat fazla kolay geçmedi. Senin için de geçmemiştir tabi. Böyle bir babanın ardından intikam için gelmek ve doğruları kendi gözlerinle görmek yıkıcı olmalı.”
Yutkundu. Tüm bedeni gerilmiş gibiydi. Derin bir nefes almaya çalıştı ve çenesini kaşıdı. Ne diyeceğini bilemezken devam ettim pervasızca. “Buraya gelirken ölümü göze alarak geldim. Karşımda yanlışa yönlendirilmiş birini görmeyi beklemiyordum. Tüm bu entrikanın ardından da her şey ortaya çıktı. Ama ardımı dönüp gitmek de bana yakışmaz. Onca verdiğin zararın bir karşılığı olmalı öyle değil mi?”
Bana kaşlarını çatarak baktı. “Kafama sıkacaksan sık. Ama aileme dokunma.” Sırıttım. “Sen benim babamı sırtından vurdun be!” Yutkundu. “Babamın suçsuzca öldürüldüğünü sanıyordum Lara Ferzan. Aksini bilseydim kılımı kıpırdatmazdım.”
Omuz silktim ve düşünürcesine etrafıma bakındım ve sehpadan indim. “Benden merhamet dilendiğini görmek egomu okşadı doğrusu.” Gözlerini kıstı. “Ben kimseden merhamet dilenmem.” Güldüm. “Araştırmalarıma göre küçük bir yeğenin varmış, ne de tatlı.” Yaptığım imayı anladığında burnundan soludu. Bu sırada silahımı ona doğrulttum. Daha doğrusu Alpaslan’ın silahını...
“Bu silah Alpaslan’a ait. Saatler öncesinde gözünü kırpmadan vurdurduğun adamın silahının şu an sana doğrultulmuş olması ne ironik öyle değil mi?” Gözlerimin yaşardığını hissettim o anı hatırladığımda. Bora’ya acımasızca baktım ve gövdesinin sol kısmını gösterdim. “Tam olarak oradan vuruldu. Kanlar içinde kaldı. Umarım kurşun sıyırmıştır. Yoksa uzunca bir süre hastaneden çıkamaz. Onu o halde bırakıp buraya geldim hesap sormaya. Ya ona bir şey olursa Bora Çakır? İşte o zaman zaten bir ölüden farkın kalmaz bunu iyice aklına kazı.”
Aynı yeri nişan aldım ve hiç düşünmeden ateş ettim. Bora acıyla inleyip bir adım geri giderken telefonumdan Tibet’i aradım ve bir kez çaldıktan sonra aramayı sonlandırdım. Saniyeler içerisinde hem Saffet için hem de Bora için iki el ateş etmiştim. Dışarıdaki adamlar işkillenmiş olmalıydı. İçeri gelmeden önce işleri bitmeliydi. Öyle de oldu.
Bu sırada yarı baygın koltuğa oturmuş Bora’ya baktım ve konuştum. “Bu yaptıkların bana ve aileme karşı son olsun Bora Çakır. Bu yaptıklarım tamamen senin intikamına karşılık bir intikam. Eğer devam ettirirsen büyük bir şiddet döngüsünü de başlatmış olursun. Sana tavsiyem şehirde fazla göze çarpma ve mümkünse git. Yoksa daha da acımasız hallerime tanık olursun ve bu sefer babam da sessiz kalmaz. Şu an yaşıyorsan benim sayemde, bunu da unutma sakın.”
Arkamı döndüğümde içeri can havliyle giren adama bir el ateş ettim ve yere yığılışını seyrettim. Dışarıdan gelen silah sesleri de kesilmeye yüz tutmuştu. Bu sırada kendimi iyi hissetmiyordum. Midem bulanıyordu. İki kişiyi öldürmüş, bir kişiyi ise yaralamıştım. Bu travmalarımı tetikliyordu. Kendimi güçlü olmak için çok zor tutmuştum. Ama kalbim paramparçaydı ve kendimi ölümle burun buruna olduğum için o kadar kasmıştım ki her yerim titremeye başlamıştı.
Çok güçlü gözükmeye çalışmak ardında büyük enkazlar da doğurabiliyordu...
Dış kapıya yürüyüp dışarı çıktığımda bir sürü cesetle karşılaştım. Eve girerken etrafta dolaşan adamlar şimdi yerde cansız bir halde yatıyordu. Ağzıma gelen acı hisle birlikte bir anda önüme eğilip kustuğumda tutunacak bir yere ihtiyacım vardı. İleriden Tibet’in sesini duydum.
“Lara!” Yanıma koşarak geldi ve kolumdan tutup doğrulttu. Saçlarımı geriye çekip bana baktı. “İyi misin? Konuş!” Yutkundum ve başımı olumluca salladım. “Çok iyiyim! Ama değilim de! Beni götür buradan, hallettim her şeyi.”
“Tamam, Araf dışarıda arabada bekliyor.” Bana destek oldu yürümem için. Bu sırada gözümün önünün kararmasıyla birlikte bedenimin hakimiyetini kaybettim.
***
Bitmeye yüz tutan seruma baygınca bakarken yanı başımda oturan babama baktım. “Baba serum bitmek üzere şu damar yolunu çıkarsınlar artık?” Elimi tutan eli sıkılaştı ve derin bir nefes aldı. “Bu bulantı içindi. Bir de ağrı kesici yapsınlar hem uyutur sabaha kadar dinlenirsin saat gecenin ikisi oldu daha fazla ayakta olmamalısın.”
İç çektim. “Alpaslan’ı görmem gerek.” Ayağa kalktı. Bu sırada odada köşelere çekilen Araf ve Tibet kısa süreliğine bakıştılar. Araf söze girdi. “Onu görmesen daha iyi kuzen. Doktorun dediğine göre kurşun sıyırmış ama çok kan kaybettiği için bu gece yoğun bakımda tutulacak. Uyanır gibi olmuş zaten. O aptala hiçbir şey olmaz. Bu kadar kafana takma ve dinlen. Bu gece boyundan büyük işlere kalkıştın. Uzun bir süre uzak dursan iyi olur.”
Yutkundum. “Ben iyiyim Araf. Sadece boğazım kurudu su içsem iyi olur.” Tibet önündeki masadan su şişesini aldı ve kapağını açıp bana getirdi. Hafif doğrulup birkaç yudum içtim ve geri verdim. Bu sırada Tibet şişeyi kapatırken mırıldandı. “Konuşmayı yarına bırakayım diyorum. Ama aklım ermedi bu işe benim. Sen o artist herifi nasıl sindirdin kız?”
Bora Çakır’dan bahsediyordu. Sırıttım ve dirseklerimin üzerinde doğrulup ona iki numaralı bilmiş bakışımdan attım. “Ben de numaralar biter mi? Bitmez.” Kendimi övercesine güldüm ve geri uzandım yatağa. Bu sırada babam girdi araya bariton sesiyle. “Keşke o numaralar sapasağlam çıktığın hastaneye yarı baygın gelmemeni de sağlasaydı kızım.” Gözlerimi devirdim. “Olacak o kadar, ölmediğime dua et.” Kaşlarını çattı. “Ölümden bahsedip durma.”
Ofladım ve hemşire butonuna bastım. “Ben daha fazla dayanamayacağım. Hemşire gelsin damar yolunu çıkarsın. Benim Alpaslan’ı görmem lazım.” Babam sıkıntıyla soludu ve bıkkınca konuştu. “Halin hiç iyi değil farkında değil misin? Gözlerinin önü uykusuzluktan ve üzüntüden çöktü. Ağlamaktan şişti. Vücudun buz gibi. Yüzün kireç gibi. Neden kendine gelip bunu yarına ertelemiyorsun? Ben onu doktoruyla konuştum. Bir şeyi yok.”
Hemşire odaya girdiğinde gergince soludum ve babama baktım. Tibet ve Araf’ın tepkileri de dikkatimi çekmişti. Neden beni oyalayıp duruyorlardı? “Derdiniz ne sizin? Anlıyorum çocuktan hazzetmiyorsunuz ama bir geceliğine ateşkes yapsanız ölür müsünüz? Benimle uğraşacağınıza bırakın da onu göreyim. Böylelikle içim rahat edecek ve dediğiniz gibi dinlenebileceğim.”
Damar yolum kapatılınca ayağa kalktım ve bir elimle dirsek içimdeki pamuğa baskı yaptım. Çıplak ayaklarımı hastane terliklerine geçirdim ve odadan çıktım. Daha fazla engel olmamışlardı ısrarıma karşın. Koridorun sonundaki sekreter kısmına gidip Alpaslan’ın adını verdiğimde hemşire kadın yüzüme iyi değilmişim gibi baktı. Öyle değildim çünkü. Berbattım ve normalde hiçbir koşulda bu şekilde etrafta dolanmazdım.
“Hasta hemen şu sol tarafta ilk kapıdaki odada.” Nasıl? Aynı katta mıydık? Ama yoğun bakımda olduğu söylenmişti. Yutkundum ve teşekkür edip yan koridora yürüdüm. O tarafa geçer geçmez ilk kapıya yanaştım ve kapıyı yavaşça açtım. İlk gördüğüm kişi karşıda sandalyede oturan Asrın olurken kaşlarımı çattım. Duyar duymaz gelmiş olmalıydılar. Beni gördüğünde tepeden tırnağa inceledi ve “Lara?” diye mırıldandı. Sesinde merak vardı ilk defa. Böyle yıpranmış görmeyi beklemiyor olmalıydı.
Odanın içine yürüdüğümde Kaan ve abi Kerem ile de karşılaştım. Yatakta da Alpaslan yatıyordu ve yarı baygın falan değildi. Hatta ben gelene kadar sohbet ediyor bile olabilirlerdi.
Onunla göz göze geldiğimizde kaşlarını çattı. Bir şey demesini beklerken abisi önce davrandı. “Senin ne işin var burada?” Tek kaşımı kaldırdım. “Pardon? Bir sıkıntı mı vardı buraya gelmemde?” Kaan gergince alt dudağını dişleyip Asrın’a kaş göz işaretleri yaptı ‘odadan çıkalım’ dercesine. Asrın çok oralı olmasa da ona uydu ve ikisi hızlıca çıktılar odadan.
“Evet, bir sıkıntı var. Seni kardeşimin etrafında görmek istemiyorum.” Sahte bir şekilde sessizce güldüm ve Alpaslan’a baktım. “Kendin konuşmaya karar verecek misin yoksa velin gibi abin konuşmaya devam edecek mi?”
Kısıkça soludu ve Kerem’e baktı. “Çıkar mısın dışarı, kısa sürecek zaten.” Kerem ona baygınca baktı ve omzuma çarpıp çıktı odadan. Bu tuhafıma giderken umursamamaya çalıştım ve yatağın kenarına gidip oturdum. Elini tutup derin bir nefes aldım. “Sana bir şey olacak diye çok korktum Alp...”
“Babana yeterince açık konuştum diye zannetmiştim.”
Elini ellerimin arasından çektiğinde gözlerimi kırpıştırdım. “Ne? Ne demeye çalışıyorsun?” Yutkundum ve devam ettim. “En son konuştuklarımızda ikimiz de hatalıydık. Hatamı kabul ediyorum üstüne çok geldim, üzgünüm Alp. Ama sen de üzerime çok geldin, kabul et.”
Bir elimle boynumu ovuşturdum. “Hiçbir şeyin önemi yok, bak gerçekten yok. Seni o şekilde gördükten sonra...”
“Ben sana bitti demedim mi?”
Sözümü tekrardan kestiğinde duraksadım. Kalbimin atışları kulaklarımda atmaya başladığında içime derin bir nefes çekmeye çalıştım. Ama çok başarılı olamadım.
“Sen, benim şaka falan yaptığımı sanıyorsun herhalde? Ya da sürekli bir kavga ortamında büyümüşsün ve bunu normal bir şey sanıyorsun. Bu yüzden de tartışmaları önemsiz algılıyorsun. Ama sana şöyle söyleyeyim ben gayet ciddiydim Lara. Bitti derken çok ciddiydim. Benim için bitti. Ben yalan dolan, samimiyetsizlik ve dahasıyla uğraşamam. Ben şımarık ve sahte kızlarla uğraşacak kadar sabırlı birisi değilim.
Her şey bir anlığına durduğunda sadece onun konuşmalarını duyabiliyordum.
“Senin yalanların yüzünden şu an burada yatıyorum. Eğer benden bir şey saklamasaydın daha dikkatli olabilirdim. Ama sen aptalsın ve bunun bedelini şu an ben ödedim. Bununla ve daha sonrasında olacaklarla uğraşmak istemiyorum. Bunu babana da aynen ilettim.”
Zorlukla yutkundum ve dudaklarımı yavaşça araladım. “Sen benim bu gece ne yaşadığımı biliyor musun?” Yeşil gözleri umarsızca etrafında geziniyordu. Bana baktığında özellikle gözlerimde gezdi bakışları. İyi olmadığımı görmüyor muydu?
“Yersiz ağlamaların umurumda değil.”
Kimse ona bu gece ne kendisinin ne de bir başkasının kesemediği raconu tek başıma kestiğimi söylememişti değil mi?
Omuzlarım düştü ve kendi kendime başımı salladım ağırca. Ona kaşlarımı çatarak baktım büyük bir sakinlikle. “Haklısın ben aptalım. Çünkü bana karşı onca saygısızlığına rağmen ben yine de buraya geldim. Senin için ağlamıştım oysa, ne yazık. Tam bir gurursuzluk şovu yaptım bugün. Ama bilmeni istediğim bir şey var.”
Yüzüne yanaştım ve tek seferde ağzımdan çıkardım kelimeleri.
“Bu senin için yaptığım son gurursuzluktu.”
Ne bölümdü amaaa!
Gerçekten gerilimin tırmandığı ve sonlara doğru büyük bir hüzne kapıldığımız bir bölümdü.
Lara Ferzan karakterinde kendimden ve çoğu kızdan bir şeyler bulabileceğime o kadar eminim ki :( Her türlü zorluğa göğüs geriyor ama tam da beklemediği bir yerden yarayı aldı. Ancak tahmin edersiniz ki Lara kaybetti gibi gözükse de o son cümle Alpaslan'ın kaybettiğinin en büyük kanıtıdır.
Bora Çakır olayının ardından böyle bir şey çıkmasını bekliyor muydunuz peki?
Yorumlarınızı bekliyorumm, biraz uzun bir bölümdü umarım beğenirsinizzz!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.39k Okunma |
2.4k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |