
“Lena babam nerede? Daha fazla burada kalmak istemiyorum. Onu bir görüp gideceğim.”
Hararetli bir şekilde kız kardeşimin yüzüne bakarken bana tuhafmışım gibi baktı ve omzumun üstünden geriye yönlendirdi gözlerini. “Onunla ne konuştun? Buraya doğru alaylı bir yüz ifadesiyle bakıyor.” Alpaslan’ı kastettiğini biliyordum. Omuzlarım kendiliğinden düşü. Yutkundum. “Neyse ne işte Lena! Her zamanki Alpaslan Kıraç zırvaladı bir şeyler. Sana kısa süre içerisinde kuyruğunu sıkıştırıp geleceğini söylemiştim. Haklı çıktım.”
Tek kaşını kaldırdı. “Bu çabuk bir barışma olmadı mı sence de?” Gözlerimi devirdim. “Kimsenin kimseyle barıştığı falan yok. Ona oldukça öfkeliyim ve o da bunu bildiği için babamı öne sürerek kendini aklamaya çalışıyor. Sanki bir işe yararmış gibi!”
Yüzünü kırıştırdı. “Babamın aranızdaki sorunla ne alakası var ki?” Kafamı umutsuzca iki yana salladım. “Sözde o gece hastanede babam Alp’le konuşmuş. Ayrılmamız için. Böylesi daha iyiymiş falan filan. O akşam Alpaslan zaten bana oldukça öfkeliydi yersiz bir şekilde. Babamın da konuşması üzerine benimle ayrılmak istemiş. Ne hikmetse şimdi de bundan oldukça pişman. Bensiz yapamadığından söz ediyor. Tam bir dönek!”
Lena duyduklarına şaşırmış bir şekilde gözlerini büyüttü ve ardından da dalga geçercesine sırıttı. “Dönek deme lazım olur sonra.” Omzuna hafifçe yumruk attım ve gözlerimi kıstım. “Kapat çeneni!” Derin bir nefes aldım. “Babam nerede?” Lena etrafına ufak bir göz gezdirdi ve sonra da iç çekerek bana baktı. “Geç kaldın. Çoktan çıkmışlar.” Kaşlarımı çattım. “Kim? Nereye?”
“Annem ile aralarını yavaştan düzelttiler bunu biliyorsun. Bugün için de sadece ikisinin olacağı bir plan yapmıştı babam. Bana sadece davet bitmeden annemle evden ayrılacağını söylemişti gündüz. Başka bir şey bilmiyorum.”
Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ve ofladım. “Şaka gibi! Adam önce her şeye bir güzel maydanoz oluyor. Ardından da uçkurunun peşinden son gaz gidiyor ve toz oluyor!”
Aklıma gelen durumla birlikte burnumdan soludum. “Üstelik eninde sonunda Alpaslan ile konuştuğunu öğreneceğimi biliyordu. Bu yüzden olabildiğince çabuk kaçmış! Sanki dönünce ona hesap sormayacağım? Hah!”
Lena omuz silkti ve kollarını göğsünde birleştirdi. “Bence biraz sakin ol Lara. Dönünce zaten konuşursunuz. Ama bırak en azından bugün biraz kafasını dinlesin. Bugün onun doğum günü... Hem birkaç gün ortalıklarda olmaması hangimizin işine gelmez ki?”
Lena’yı dinlerken ufak bir açıyla göz gezdirdim Alpaslan’ı görmek için. Kerem’in yanına dönmüştü ve tahminimce elinde maden suyu vardı. İçkiyi fazla abartmamıştı. Kerem ve yanındaki bir adam ona dikkatlice bir şeyler anlatıyordu. Saniyeler sonrasında Kerem gülümsedi ve elini Alpaslan’ın omzuna atıp keyifle sıvazladı. Ne konuştuklarını merak ediyordum. Ancak umursamamaya çalıştım ve yanımdaki kıza döndüm.
“Esasen haklısın. Her şeyin altından babamın çıkmasından sıkıldım. Onun kafa tatili bize de yarayacaktır. Bak ne diyeceğim, hazır o yokken biraz takılalım mı?”
Lena bana şaşkınca baktı. “Sen ve ben? Takılmak? Üstelik teklif de senden geliyor? Ateşin mi var senin?” Elini alnıma götüreceği sırada elini ittirdim ve suratına ciddi bir şekilde baktım. “Ben ciddiyim. İstanbul’a geldiğimden beri hiç vakit geçiremedik. Bir arada olduğumuz zamanlarda da hep bir sorun çıktı. Ama şimdi uzun zamandan sonra başımızda bir bela yok ve aramız da fazla limoni sayılmaz. Üstelik bir iki güne derslere yoğunlaşmaya geri döneceğim. Sınava kadar son bir kez kafa dağıtmaya ihtiyacım var. Bundan daha iyi bir fırsat olamaz. Ne diyorsun?”
Bana tereddüt içerisinde baktı ve ağzının içinden mırıldandı. “Aslında bu akşam Melih ile vakit geçirecektim...” Ofladım ve sözünü kestim. “Bu kadar Melih’e bağımlı olma Lena. Ne zaman seni görsem yanında o var. O da sana çok takmış olmalı ki babama bile kafa tutuyor konu sen olunca. Efsanevi aşkınıza bir geceliğine kilit vuruver benim için.”
İkna edici sözlerim ve bakışlarıma karşın gözlerini kırpıştırdı. Lena Ferzan asi ve ulaşılması zor biri olabilirdi. Ancak sinsi ve hesap peşinde koşan birisi değildi. O işlere genelde ben bakardım.
“Nereye gideceğiz peki? Araf’a mı?” Yüzümü ekşittim. “Aman yok, hep Araf’a gidiyoruz zaten. Tanıdık bir yere gitmek istemiyorum. Şöyle daha önce hiç gitmediğimiz bir yer olsun. Üstümüz başımız da özenli. Sosyal medyaya güzel fotoğraflar atarız.”
Son cümlemden sonra Lena aydınlanmış gibi baktı bana. “Şimdi anladım senin karın ağrını. Ona inat yapıyorsun değil mi? Onu kıskandırmak istiyorsun?” Boğazımı temizledim. “Saçmalama.” O sırada Alpaslan ile aramızda geçen konuşmanın son anları tekrardan zihnime üşüştü.
“O yüzden mi baban vurulduğunda değil de ben vurulduğumda eteklerin tutuşup koştur koştur ev bastın Ferzan?”
Ona sinirli bir halde baktım kısa bir duraksamanın ardından. “Tek yapabildiğin şey söz oyunları yapmak. Olayları kendi lehine çevirmeye çalışıyorsun ama başaramazsın Alpaslan. Senin vurulmanın ardından Bora ile yüzleşmemin sebebi sadece bardağın son damlasının da taşmış olmasıydı. Artık yaptıklarımı kişisel olarak algılamayı bir kenara bırak.”
Kafasını iki yana salladı. “Sana inanmıyorum. Çünkü hastanede bana olan bakışlarını dün gibi hatırlıyorum.” Gözlerimi devirdim. “Dün gibi hatırlaman fazla havalı olmadı canım! Zaten altı üstü daha birkaç gün geçti o günden bu yana! Hem o tavırlarını da hatırlasan iyi edersin!”
Bıkkın bir şekilde iç çekti. “Seninle arama mesafe sokmak istemiyorum...”
“Ben bir Ferzan’ım ve bu bile tek başına aramıza kilometrelerce mesafe koyar. Kaldı ki bunu ikimiz de gayet iyi biliyoruz. Sadece anlık hevesler ve birtakım yanılmalar deyip geçsek olmaz mı?”
Gözlerini kıstı. “İkimizi ve yaşadıklarımızı anlık heves olarak mı görüyorsun cidden? Ufak at da civcivler yesin.” Omuz silktim. “Birkaç gün önce sorsalar kader derdim. Ama artık katıksız bir heves olarak görüyorum. Bunda da sonuna kadar haklıyım. Kısa kessek iyi olur.”
Öfkeyle yüzünü kırıştırdı. “Bu inadından nefret ediyorum Lara Ferzan! Ama aklından şunu sakın çıkarma: Artık ben olmadan yapamazsın, izlerimi silmek o kadar da kolay değil.”
Seslice güldüm. “Emin ol iki üç kadehe bakar.” Suratı yavaşça bozulurken devam ettim. “Ne sanıyorsun seni unutamayacağımı mı?” Öyle sanıyorsa haklıydı. Ama çaktıracak değildim. Yutkundum. “Ben sana bağlı değilim ve seni hayatımdan çıkardım. Çünkü her zaman kendim için en doğrusunu yaparım. Bu sefer de öyle yapacağım. Bir bakmışsın başka birinin elini tutmuşum...”
“Sakın beni başka adamlarla kendini yan yana koyarak kıskandırmaya çalışma zararlı sen çıkarsın!” Sırıttım. “Öyle mi? Oysa Bora Çakır ile sohbet etmem bile seni rahatsız etti. O halde içi içini yiyip zararlı çıkan sen oluyorsun. Bu bana dokunmayacak bir durum.”
Dişlerinin arasından keskin bir soluk bıraktı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Bu pozisyonu kollarının üst kısımlarının şişmesine neden olmuştu. Çekici olduğu su geçirmez bir gerçekti. Tüm kavgalarımız bir yana onun kendine has cazibesini reddedecek değildim. Yani... Of. Ne saçmalıyordum ben?
“Bence sen biraz kafanı dinle. O kafanı bir toparla. Sonra tekrardan konuşalım. Yoksa benim elimden bir kaza çıkacak ve beni sinirlendirmek için kurduğun cümlelerdeki tüm yardımcı şahısları komalık edeceğim.”
Dudaklarımı büktüm ve ona cevap vermeden yanından ayrıldım.
Kendince benim düşüncelerimi duymazdan gelmeye çalışıyordu. Son olarak kafamı toparlamaktan bahsetmişti. Sanki ben oldukça yanlıştım ve o da bunu düzeltmeye çalışan bir melekti. Şeytanın ta kendisiydi esasen.
“Lara, bence bu eğlenceli bir fikir. Anlıyorum. Ama aranızdaki şeyi daha da kötüleştirmez mi?”
Gözlerimi kırpıştırdım. “Aramız daha ne kadar kötüleşebilir ki?” Gözlerini kıstı. “Ha yani kıskandırmak istediğini kabul ediyorsun?” Ofladım. “Sadece o yokken sessizce bir kenarda beklemeyeceğimi görsün istiyorum. Çünkü sanki onsuz yaşayamazmışım gibi bir ruh halinde ve daha fazla narsist tavırlar sergilemesine izin vermeyeceğim.”
Lena bana düşünceli ve kararsız bir şekilde bakarken derin bir nefes aldı. Bu sırada yanımıza Melih geldi. Tam bir şey söyleyecekti ki araya girdim. “Kardeşim bu gece benimle. Kendine başka bir arkadaş bulsan iyi olur.”
Kaşlarını çattı ve bana dost canlısı olmayan bakışlar attı. “Seninle konuştuğumu hatırlamıyorum?” Yapmacık bir şekilde gülümsedim. “Oysa babamın elinde kalacakken insafa gelip seni kurtaran bendim şekerim. Biraz minnetten ölmezsin, emin ol.”
Yüzünü ekşitti memnuniyetsizce ve Lena’ya döndü. “Çıkarcı ablana bir şey demeyecek misin?” Lena iç çekti ve ona baktı. “Melih, bu akşam Lara ile olmam gerek. Vakit geçireceğiz biraz. Kaldı ki kimse günahsız değil. Bu kadar yüklenme.”
Melih huzursuzca duruşunu düzeltti ve kafasını iki yana salladı. “Vakit geçirmek mi? Nereye?” Kaşlarımı çattım. “Bu kadar bulaşmak zorunda değilsin.” Melih inatla Lena’ya bakarken Lena dudaklarını birbirine bastırdı. “Takılacağız işte. Dert etme.” Melih öfkeyle soludu. “Dert etme mi? Hatırlatırım kısa süre önce atlattığımız belayı. Bir yenisine bulaşmak için yanımızda duran kız fazla arzulu gözüküyor. Buna izin vermemi beklemiyorsun herhalde?”
En sonunda kendimi tutamadım ve bir hışımla konuştum. “Sen kimsin ki senden izin alsın bu kız? Kaç hafta önce az daha geberip gidiyordun şu an bulunduğun evin sahibi aracılığıyla. Şu an buradaysan bile emin ol bu sen istediğin için değil babam uygun gördüğü için. Bir lafıma bakar yaka paça atılman, adam ol biraz.”
“Lara düzgün konuş!” Lena bana kızarak baktığında omuz silktim. “Gayet düzgün konuşuyorum kardeşim! Sen de bir erkek için bu kadar düşme ve kendine gel biraz! Bu ne ya, istersen tuvalete de onunla birlikte git! Hayret bir şey!”
“Sen ilişkimize laf atabilecek son insan bile değilsin!” Ağzımdan ‘hah’ diye bir ses çıktı. “Bu şeye ilişki mi diyorsunuz cidden?” Onlara küçümseyerek bakarken yanımıza Merve geldi. “Ne oluyor burada Lara? Tartışmacı havan beş metre ileriden belli oluyor.”
Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Bir şey olduğu yok! Sadece sıkıldım şu gereksiz konuşmalardan. Herkes kendini bir halt zannetmeye başlamış sessiz kaldıkça!”
Tüm tadım bir anda kaçarken Lena ile dışarı çıkma fikrini çöpe attım ve hızlı adımlarla yanlarından ayrıldım. Merve arkamdan gelirken kolumdan tuttu ve durdurdu beni. “Ya kızım bir dursana nereye gidiyorsun?” Bıkkınca homurdandım. “Araf’ın yanına gideceğim.” Aklımdaki plana tezat olacak şekilde konuştuğumda tüm hevesim kaçmıştı. Sadece biraz eğlenmek istemiştim. Ama kız kardeşim ve etraftaki herkes sürekli bir sorun peşindeydi.
Lena ile bir yere gitmek istemiştim ve Melih bir bariton gibi karşımıza dikilmişti. Merve ile gitmek isteseydim oldukça emindim ki Kuzey bir yerlerden fırlayıp çıkardı. Derya’yı düşünemiyordum bile. İstanbul’un en tanınan genç iş insanlarından biriyle birlikteydi ve bu kişi bir Kıraç’tı. Eğlencemizin içine edilirdi. Hem Kerem benden hiç hazzetmiyordu.
Günlerden beri yaşadığım büyük depresif hal bir anda patlamaya geçerken yine de gözyaşlarımı kendime sakladım ve derince bir nefes aldım. Bu sırada Merve bana anlayışla baktı. “Lara sen iyi gözükmüyorsun. Bak nereye gidiyorsan ben de geleyim. Bu halde araba kullanman bile sakıncalı.” Kafamı iki yana salladım. “Sorun değil, ben hallederim. Sadece son zamanlarda yaşadığım ölüm-kalım ve ayrılık sancıları biraz huzursuz ediciydi o kadar. Her şeyi yoluna koyarım ben, sen bana takılma ve içeri git.”
***
Sürekli büyük olmaktan bıkmıştım.
Dün akşam davetten ayrıldıktan sonra eve gitmiştim. Planım, tüm gece kafayı bulmak ve sosyal medyaya ‘hayatıma devam ediyorum’ ışıltıları saçmaktı. Çocukça davranmaya ihtiyacım vardı. Ama onu bile yapamamıştım. Çünkü ben akıllı ve zeki bir kızdım. Basit hareketler imajımı zedelerdi ve beni ben yapan en büyük şeylerden birisi zaten yıkılmaz imajımdı. Elimde kalan kozları kaza kurşununa kurban etmezdim.
Ve şu an tamı tamına beş yüzüncü sorumun da cevabını işaretlemiş birisi olarak oldukça bitkindim. Etrafımdaki insanlar daha enerjikti. Bense sabahtan beri önümdeki test kitaplarına yığılmış bir vaziyetteydim. Okula gelmiştim ve dersler boştu. Teneffüslerde bile başımı kitaplarımdan kaldırmamıştım. Öğle arası biraz uyumuş ve yanımda oturan Asrın’a hiç aldırış etmemiştim. Onu yok sayıyordum. Alpaslan’ın yakınıydı çünkü.
Şunun bilincindeydim. Beni sadece ben kurtarabilirdim. Bunun içinse çok çalışmalıydım. Lara Ferzan bir marka olmalıydı. Bu çok çalışmaktan geçiyordu. Başarılı olmalıydım. Baba parasıyla üniversite bitirecek bir kızdan daha fazlasıydım. Yolumu kendim çizecektim. Kazanmak ve kaybetmek benim elimdeydi. İhtiyacım olan aşktan ziyade saygınlık, prestij ve kendi kazandığım para düşüncesiydi. Bu beni şu sıralar ayakta tutan tek motivasyondu.
“Ne zaman tipik Lara Ferzan davranışları sergilemeye başlayacaksın?” Asrın’ın sorgulayıcı ve tahammülü kalmamış sesine karşın kafamı kitaptan kaldırmadım. Soru çözmeyi bırakmıştım. Yine de devam ediyormuş gibi yapıyordum gözlerimi dinlendirme amacıyla. Bu sırada Asrın tekrardan konuştu.
“Bir erkeğe takılmayacak kadar güçlü değil miydin? Ne oldu da böyle hayattan soyutlandın?” Ona tepki vermeden ayağa kalktım ve masada duran eşyalarımı kucaklayıp çantamı da elime aldım. Ardından ona baktım düz bir şekilde. “Kendimi hayattan değil sizden soyutladım Asrın. Çünkü çok sıkıldım. Ben şımarık bir kızım, çabuk sıkılırım. Arkadaşının da dediği gibi.”
Yanından ayrılıp pencere kenarının üçüncü sırasında tek başına oturan bir çocuğun yanına yürüdüm yorgunca. “Merhaba, oturabilir miyim acaba?” Çocuk bana kibarca baktı ve “Tabi, otur.” Diye mırıldandı. Onunla daha fazla bakışmadan yanına oturdum ve eşyalarımı önüme bıraktım. Asrın’ın yanından kalktığım için memnundum. Çünkü bu durum hem çok absürt hem de çok rahatsız ediciydi. Öğle arası ben uyurken Alpaslan sınıfa gelmişti ve dibimde sohbet ettiklerini duymuştum. Bu canımı sıkıyordu ve sabrımı taşırmıştı.
Telefonumun titrediğini hissettiğimde kendime geldim ve ekrana baktım. Poyraz dayımdı arayan. Bu bir anlığına duraksamamı sağlarken yutkundum ve aramayı reddedip telefonumu çantama attım. Poyraz dayım gıcık bir adamdı ve babam da sevmezdi. Sömestr tatilinde Bursa’ya gittiğimde de pek sevecen olduğu söylenemezdi. Birtakım yaşananlarsa...
Birtakım yaşananlar...
Güzel değildi.
Gözlerim dalgınca boşluğa bakarken yanımdaki çocuğun sesini duydum. “Duru ve Bora senden bahsetmişti. Lara olmalısın?” Başımı sola çevirdim ve ona baktım. Duru ve Bora sınıfa ilk geldiğimde tanıştığım kişilerdi. Sözde onlarla kütüphanede ders çalışacaktım ve o iş yatmıştı. Ne hoş.
“Evet.” Kısa cevabıma karşın konuşmak istemediğimi anlamış olmalı ki uzatmadı ve önüne döndü. Bu sırada biraz vücudumu hareket ettirmek için ayağa kalktım ve sınıftan çıktım. Asrın ise ondan beklenmeyecek bir ısrarla hemen yanımda bitmişti. Dünyanın sonu mu geliyordu ne? Bana tahammül edemezdi o bir kere.
“Asrın sorunun ne senin?”
Omuz silkti ve ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirdi. “Sadece arada yanlış anlaşılmalar varsa düzeltmek isterim. Kalkıp gitmen gerekmiyordu masadan.” Bezgince ofladım ve adımlarımı durdurup ona döndüm. Koridorun bir ucuna gelmiştik. Sırtımı duvara yasladım. O da yanımda durdu ve benim gibi arkasına yaslandı. Dilimi kuruyan alt dudağımda gezdirdim hafifçe. Bir ara lavaboya uğrayıp nemlendiricimi tazelesem güzel olacaktı. Havalardan ötürü dudaklarım çatlıyordu.
“Sen benden hiç hoşlanmazsın Asrın. Yapmacık bir şekilde konuşmana gerek yok.”
Kaşlarını çattı. “Ben yapmacık konuşmam. Sadece Alpaslan ile aranda olup bitenler artık bana dahi batmaya başladı drama kraliçesi.” Drama kraliçesi mi? Eh, doğruluk payı vardı.
“Sen sadece İstanbul’a geldikten sonra olanlara odaklanıyorsun ve bu yüzden de sadece Alpaslan ailene düşmanmış gibi tavır alıyorsun. Ama Alpaslan ve abisi durduk yere insanlara salça olmazlar. Baban onlardan hazzetmiyor ve sen de bunun farkındasın. Aylar önce Alpaslan’ın baban tarafından öldürülmeye çalışıldığını da kendi gözlerinle gördün. Hatta onu sen kurtardın.” Oldukça sakin ve tane tane konuşuyordu. Bu ondan daha önce görmediğim bir kibarlıktı. Bunu neden yapıyordu?
“Neden bu kadar anlayışlısın şu an?” İç çekti. “Çünkü ne yazık ki en yakın arkadaşımın âşık olduğu kızsın.” Araya ‘ne yazık ki’ kalıbını sıkıştırması beni gülümsetse de asıl odaklandığım kısım Alpaslan’ın bana âşık olduğunu söylemesiydi. “Abartma Asrın, aşk fazla iddialı.” Kafasını iki yana sarstı umutsuzca. “Bana kalırsa değil. Çünkü onu daha önce de başka kızlarla gördüm. Çocukken, lise ikinci sınıftayken... Ama o seninle daha farklı.”
Yüzümü kırıştırdım ve kafamı iki yana sallayarak derin bir nefes aldım. “Seninle Alpaslan’ın mazisi ya da ailemle yaşadığı haklı-haksız kavgalarını konuşmak istemiyorum.” Daha önce kimlerden hoşlandığı umurumda değildi. Çünkü zaten hep biraz sabıkası olduğunu bilerek sevmiştim onu. Bir zamanlar başka kızlarla yan yana olduğu düşüncesi zaten hep zihnimin bir köşesindeydi. Kaldı ki Araf’ın odasında bir kızla bile görmüştüm onu. Etrafımdaki herkes de onun o tip mekanlardan çıkmadığını söyleyip duruyorlardı. Bir anlığına da olsa aslında Alpaslan’ın bu yanını sevmediğimi fark ettim. Onun bu konuda mimlenmiş olması esasen canımı yakıyordu.
“Hatan da tam olarak bu zaten. Sürekli olayların merkezinde kendini görmeye alışmışsın. Ama Alpaslan’ın da bir hayatı var ve o hayat da en az seninki kadar zor geçti. Üstelik aileni konuşmak bile istemiyorum. Kabul etmek zorundasın, Alpaslan’ın haklı olduğu taraflar var.”
Omuzlarımı düşürdüm. Mesele haklı ya da haksız seçmek değildi. Ben zaten çoğunlukla herkesin hatalı olduğunu düşünerek konuşuyordum. Alpaslan Kıraç da tam olarak bundan rahatsız oluyordu. Ortada olmamı istemiyordu, bir taraf seçmemi istiyordu. Ben zaten onunla birlikte olarak aileme karşı gelmiştim. Bu neden ona bir türlü yetmiyordu?
“Asrın ben iki tarafın da suçlu olduğunu biliyorum. Ama Alpaslan sürekli tek bir tarafta kalmamı istiyor. Şaka gibi, aileme kalıcı olarak dirsek göstermemi bekliyor benden.”
Kafasını iki yana salladı olumsuzca. “Belki de sadece senden biraz destek istiyor olamaz mı? Bak, akşam yemeğinde olanlardan bahsetti ve onun yerinde olsam ben de bozulurdum tamam mı? En küçük amcan olur olmadık sözler etmeye çalışmış ve o da sinirlenip buna karşılık vermiş. Sen ise tek kelime bile etmemişsin. Senden bir destek gelmeyince son sözü söyleyip masayı terk etmesi suç mu oldu yani?”
Gözlerimi şaşkınlıkla büyüttüm. “Alpaslan resmen beni o masada aşağıladı Asrın! Kurduğu cümle çok küçük düşürücüydü! Siz o geceyi kendi aranızda konuşup bir de beni mi haksız buldunuz gerçekten?” Ofladı. “Hemen yükselme! Öyle bir şey olmadı tabi ki de! Sadece onun da haklı olduğunu anlatmaya çalışıyorum! Biraz sorumluluk almayı dene!”
Gözlerimi sinirle kırpıştırdım ve kollarımı göğsümde birleştirdim sıkıca. Bu sırada Asrın devam etti. “Dün davette de konuşmuşsunuz. Seni temin ederim ki yalan söylediği tek bir nokta yok. Sana karşı sarf ettiği sözler kendine ait inanılmış sözlerdi. Ancak babanın da etkisi yadsınamazdı. Tüm olanlara karşın seni üzdüğü için Alpaslan da üzgün. Sadece bunu bil istedim.” Kısa bir an duraksadı ve “Bu arada seninle konuştuğumu da bilmiyor, bu tamamen benim kendi isteğimdi.” Dedi.
Konuşmayı kestiğinde gideceğini anladım. Boğazımı temizleyip söze atıldım. “Ona güvenmiyorum. Daha doğrusu güvenemiyorum. Benim de ona güven veremediğimin farkındayım. Ama olmuyor işte Asrın... Bazen sevgi yetmiyor.”
Bana kaşlarını çatarak baktı ve kendinden emin bir şekilde dudaklarını araladı. “Sen ona güvenemiyorsun hatta bodoslama öfke kusuyorsun. Ama o seni sabaha kadar mekân dolaşarak aradı bunu biliyor musun?”
Gözlerimi kıstım. “Nasıl?” Kaşlarının halini bozmadan bana aynı şekilde baktı. “Dün davetten ayrıldığında Merve ve Lena ile konuşmuş. Araf’a ya da başka bir yerlere gideceğini söylemişsin kızlara. O da önce Araf’a gitmiş seni bulup bir kez daha konuşmak için. Sonra orada bulamayınca evine gelmiş. Ama araban binanın önünde yokmuş. Sonra teker teker gidebileceğin her yere bakmakla geçirdi gecesini çocuk. Sırf gece vakti başına bir iş gelir ve sana kötü bir şey olur diye korktu. Çünkü seni seviyor ve sen gerçekten çok zeki bir kızsın, bunu anlamış olman gerekiyor artık.”
Duyduklarım beni şaşırtırken, onun beni neden evimde bulamadığını da az çok biliyordum. Dün akşam evin olduğu sokakta yer bulamadığım için arka sokağa park etmek zorunda kalmıştım. Bu nedenle evde olmadığım zannedilmişti.
Ve bugün beni öğlen Asrın’ın yanında uyurken görebildiği için mutlu olmuş olmalıydı. Uyandırıp hırçınca hesap sormaması Alpaslan Kıraç için fazla zarif bir adımdı doğrusu. Yine de ona karşı içimde soğuması güç bir öfke vardı ve bu öfke büyüdükçe kendime olan saygımı kaybediyordum.
“Ben her şeyin farkındayım Asrın. Hatta farkında olmamam gerektiği kadar farkındayım ve bu zaman zaman sırtıma yük oluyor. Sadece... Sadece on dokuz yaşındayım ve kısa bir süre sonra üniversite sınavına gireceğiz. Başarılı olmak zorundayım. Kendim için bir şeyler yapamazsam elimde bir amacımın kalmamasından korkuyorum.”
Bana daha önce hiç bakmadığı kadar anlayışla baktı. Bu belki de gerçekten beni anladığı içindi. “Alpaslan’ın neden inatla peşinde olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.” Bir anlığına duraksadı ve devam etti. “Sen güçlüsün.”
Son sözünü söyledikten sonra yanımdan ayrıldı. Beni düşüncelerimle tek başıma bıraktığında bir süre arkasından baktım. Daha sonra da önüme döndüm. Asrın, Alpaslan’ın en yakın arkadaşlarından birisiydi ve kolay bir şahsiyet de sayılmazdı. Benimle özel olarak konuşma isteği duyması içimde bir yeri okşamıştı dürüst olmak gerekirse. Anlattıkları doğru ya da yalan olabilirdi. Tek bildiğim sonuç ne olursa olsun Alpaslan Kıraç ile tam olarak ne yaşayacağımı bilemediğimdi.
O ulaşılmazdı. İçi yaralı bir erkek çocuğuydu belki de. Tıpkı benim de darbe almaktan yorulmuş bir kız çocuğu olduğum gibi...
Onu sevmek kocaman bir kumardı. Her şey bir anda alev de alabilirdi, kül de olabilirdi, kalbimi ve dahasını bir viraneye de çevirebilirdi. Tüm ihtimallere karşın bir anka kuşu misali küllerimizden doğacağımıza inanmak bizim hikayemizin özetiydi.
Tek korktuğum ikimizin arasına girebilecek yalanlardı... Daha şimdiden bir aile yemeğinde barınamıyorduk, erkek kardeşiyle iki çift laf etmem neredeyse imkansızdı ve o her zaman biraz sinirliydi. Bu sinir önce kendisini sonra da beni mahvediyordu...
Ne olacaktım böyle? Her zaman ona olan öfkeme rağmen onu düşünürken mi bulacaktım kendimi? Bu özsaygının neresinde tutardı beni? Yoksa burnu bir karış havada Lara Ferzan imajım git gide yıkılıyor muydu?
“Hey, bu kadar dalgınlık çok fazla Ferzan!”
Kaşlarımı çattım ve karşımda duran oğlana tuhafça baktım. Bu yanına geçtiğim çocuktu. Adını bile bilmiyordum. Altı üstü yanı boş diye yanına oturmuştum. Belki de Asrın’ın yanına geri dönmeliydim. Ama hayır! Alpaslan’ı çağrıştıran şeylerden ne kadar uzak kalırsam o kadar iyi olurdum.
“Pardon?” Sorgulayıcı bir şekilde yüzüne baktım. “Adın neydi senin?” Bir elini bana uzattı. “Mert.” Uzattığı eline karşılık vermezken göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözdüm ve etrafımızda göz gezdirdim. “Memnun oldum.” Mert, biraz bozulup elini geri çekerken konuştu. “Sen biraz melankolik takılıyorsun sanki. Eğer bir arkadaşa ihtiyacın olursa...”
Sözünü kestim. “Bir arkadaşa ihtiyacım yok Mert. Sadece sınava hazırlanmaya çalışıyorum.” Tek kaşını kaldırdı. “Herkes sınava hazırlanıyor Lara.” Omuz silktim. “Benim için işler daha zor. Lisenin çoğunu yurtdışında geçirdim.” Rahatça tekrardan cevap verdi. “Birileriyle takılmak için daha iyi bir sebep olamazdı. Hem Duru ve Bora da seni geçenlerde kütüphaneye çağırmıştı, neden bizimle takılmıyorsun?”
Derince soludum. “Bak, benim kimlerle birlikte olduğum hakkında hiçbir şey duymadın mı? Bu cesaretini ona bağlıyorum çünkü.” Kaşlarını çattı. “Ne alaka? Alpaslanlarla yakın olduğunu biliyorum. Ama onlarla takılman başkalarıyla arkadaş olamazsın demek değil.”
Bana ısrarcı bir şekilde bakarken yanımıza doğru yürüyen Alpaslan ile birlikte gözlerimi devirdim. “Başlıyoruz.” Kendi kendime homurdanırken yanımda durduğunda Mert’e sorgulayıcı bir şekilde baktı. “Hayırdır, bir sorun mu var?” Mert ellerini ceplerine yerleştirdi. “Bir sorun olduğu yok, sadece yeni sıra arkadaşımla tanışıyordum Alpaslan. Hemen saldırmana gerek yok.”
Alpaslan kaşlarını çattı ve bana baktı. “Asrın ile oturmuyor muydun?” Omuz silktim. “Artık oturmuyorum.” Bıkkınca soludu ve Mert’e döndü. “Bas git.” Mert yüzünü ekşitti. “Şu dağ ayısı tavırlarını tahmini ne zaman bırakırsın acaba? Kızlarda bu davranışlarının işe yaramadığını Duru’dan tecrübe ederek öğrenmişsindir diyordum.”
Duyduğum isimle birlikte gözlerimi kıstım. Bu sırada Mert bu mimiğimi fark etmiş olmalı ki yavaşça gülümsedi. “Sana Duru’dan bahsetmemiş miydi? Şaşırmadım.” Cümlesinin sonuna gelir gelmez Alpaslan onu sertçe ittirdiğinde kımıldamadım.
“O çeneni kırmadan bas git dedim sana!”
Mert kafasını iki yana sallayarak yanımızdan ayrıldığında birkaç kişinin bakışları üzerimizde gezinerek kayboldu. Yutkundum ve alt dudağımı dişledim. “Duru ile eskiden birlikte olduğunu bilmiyordum.” Şaşkındım. Çünkü dünya tatlısı bir kıza benziyordu Duru. Alpaslan gibi birisiyle nasıl ilişki yaşamıştı?
“Bahsetme fırsatım olmamıştı. Üzgünüm. Onunla onuncu sınıfta bir süre çıkmıştık sadece. Mert’in yaptığı yavşaklıktan başka bir şey değildi.” Karşıma geçip ellerini omzuma yerleştirdiğinde silkinerek ellerinden kurtuldum. “Önemli değil, sadece bir an şaşırdım.”
Omzunu düşürdü ve derin bir nefes alıp verdi. “Önemli olduğunu biliyorum Ferzan. Sana anlatmamı beklerdin. Ama oturup konuşamadım işte.” Boğazını temizledi ve devam etti. “Şu an iyisin. Ama dün neredeydin sen ya? Her yere baktım bulamadım.” Sesi pek bir ince çıkıyordu. Mahcubiyet ve haksızlık vardı sesinin tınısında. Şayet ufacık bir haklılık bile görseydi kendinde dağları yıkardı öfkesiyle. Biliyordum.
“Evdeydim Alpaslan. Aramanı gerektirecek bir durum yoktu.”
Yutkundu. “Biraz düşündün mü dünün üzerine bari...” Sözünü kestim. “Düşünmedim bir şey. Çünkü daha önemli işlerim var. Ders çalışmak gibi.” Başını olumluca salladı ve hevesle ekledi. “O zaman ders çalışalım mı birlikte Lara? Sen ve ben, ikimiz. Herhangi bir yerde.”
Kafamı iki yana sarstım. “Şu sıralar seninle bir şeyler yapmak listemde yok maalesef. Belki Mert’in kütüphane teklifini değerlendiririm.” Yüzü bozuldu aniden. Kaşlarını çatıp homurdandı. “Hemen bir dürtmesen olmuyor zaten! İlla kıskançlık damarımı patlatman lazım değil mi?”
Dudağımı büktüm. “Benimkisi sadece yeni uğraşlar canım. Kişisel algılayan sensin.” Sırtımı duvardan ayırdım ve tekrardan sınıfa yürümeye başladım. Bu sırada o da yanımdan yürümeye başladı. “Onun yanından kalkacak mısın bari?” Omuz silktim. “Yo.”
“Yo mu? Şaka mısın kızım ya? Otur işte Asrın’ın yanında.” Bir anda durdum ve ona dönüp işaret parmağımı kalbinin olduğu yere bastırdım. Bedeni gerilirken benim de parmağımın ucu yanmıştı yaşadığımız yoğun andan ötürü. Yine de bozuntuya vermedim. “Sen hayırdır Alpaslan? Normal konuşunca hemen bir yükselmeler, kendinde hak görmeler falan... Yanlış anladıysan düzelteyim biz şu an ayrıyız. Sen hayatımın merkezinin dışındasın.”
Sırıttı. “Ha yani halen hayatındayım.” Ofladım ve hızlıca yanından uzaklaşıp sınıfa girdim. Kaçmıştım. Çünkü kaçmasam benimle akşama kadar laf dalaşını sürdürebileceğini biliyordum.
Onu affetmek gibi bir acelem yoktu. Burnu sürtmeliydi ve önceliğim dersler olmalıydı. Başka yolu yoktu. Ben derslerime yoğunlaşırken belki de o da biraz oturup düşünmeye fırsat bulurdu. Böylelikle bir daha beni yüz üstü bırakmamayı da öğrenirdi. Umarım.
Öğrenemezse, o beni kaybederdi...
Tam yerime geçecektim ki sınıfın kapısında nöbetçi öğrenci belirdi. Yaka kartından anlamıştım. Sınıfa bakınırken bağırdı. “Lara Ferzan burada mı?” Elimi rastgele havada salladım. “Benim.” Çocuk bana baktı ve aşağı katı ima etti eliyle. “Dayın gelmiş, idare kısmında seni bekliyor.”
Kaşlarımı çattım. Dayım mı? Rüzgar dayım olamazdı. Bu Poyraz Karahan olmalıydı. Beni aramasından bir haltlar yiyeceğini anlamış olmam gerekirdi zaten. Gerginlikle ellerimi ovuşturdum ve sınıftan çıkıp aşağı indim.
Zemin kata indiğimde bir kenarda bekleyen dayımı gördüm. Yutkundum ve yanına yürüdüm. “Dayı?” Gözlerimiz buluştuğunda sırıttı ve “En sevdiğim yeğenim.” Diye mırıldandı. Ellerini sarılmak için araladığında boğazımı temizledim. “Ne işin var burada?” Ellerini sahte bir hayal kırıklığıyla yanlarına düşürdü ve parmağının ucuyla burnuma ufacık bir fiske vurdu.
“Bu kadar baban kılıklı olma, asabımı bozuyorsun.”
Kaşlarım çatılı bir şekilde ona bakarken okul binasının çıkışına doğru yürüdü. Bu sırada ben de onu takip etmeye başladım. Bahçeye çıktığımızda etrafta kimse yoktu. Ders saati başlamıştı dakikalar önce.
“Gerçekten neden geldin? Burada olman doğru değil.” Bezgince ofladı ve bir sigara yaktı. “Neden? İstanbul’a giriş yasağım var da ben mi bilmiyorum ablamın kızı?” Yüzümü anlık bir öfkeyle buruşturdum. “Aptal aptal konuşmayı kes dayı!”
Sigaradan bir nefes çekti ve banklardan birine oturdu. Ben ayaktaydım. Bir bacağını diğerinin üzerine attı. “Sadece kontrol için geldim. Ne yapıp yapmadığını görmek istedim. Anlaşılan o ki kimseye bir şey anlatmamışsın. Özellikle de Uras Ferzan’a.”
Tekrardan yutkundum. “Ben...” devam edemedim. Bu sırada o devam etti. “Aferin. Bir an susmayacaksın sanmıştım. Ama yalan konuşma konusunda genlerinin sağlam olduğunu unutmuşum.” Titrekçe soludum. “Ben yalan konuşmuyorum.” Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. “Sır saklamak da yalan konuşmaya dahil değil midir?” Üzgünce bana baktı. “Baban ile arana bu denli gizli şeyin girmesi çok rahatsız edici olmalı. Ama bir anlık delilikle her şeyi ortaya dökersen birçok kişinin daha fazla zarar göreceğini her daim hatırlaman gerekiyor.”
Dilimle dudaklarımı ıslattım. “Ta Bursa’dan buraya bunları söylemeye mi geldin cidden dayı? Sömestr tatilinde her şeyi açık ve net konuştuğumuzu zannediyordum.” Başını olumluca salladı. “Tatilde her şeyi açıkça konuştuğumuzun ben de farkındayım. Sadece gerekirse bazı gerçekleri zihninde bile düşünmeyeceğinden, kendi kendine dahi olsa mırıldanmayacağından emin olmak istiyorum. Tatilden sonra fazla sessiz kaldın. Açıkçası Uras’ın bir anda gece yarısı evimi basacağını beklemekle geçti günlerim ve bu ikilem çok tatsız. Anlıyorsun öyle değil mi?”
Zihnim, şu an bedenimi saran soğuktan ziyade dayımın sarf ettiği sözlerle donarken burnumu çektim ve kollarımı kendime sardım. Gözlerimi kırpıştırırken dudaklarımı araladım. “Seninle tek kelime konuşmak istemiyorum...”
Karşımdaki adama karşı çok güçsüz bir şekilde durduğumun farkındaydım. Ancak kendi zihnimde bile oturup düşünemeyeceğim şeyleri şu an yüzüme vurmaya yeltenmesi beni baştan aşağı savunmasız bırakıyordu.
Babam haklıydı.
Yarı yıl tatili, baştan sona eziyet ve üzüntüyle geçen bir tatildi.
Sadece dedemin cenazesini toprağa vermemiştik, aynı zamanda ruhuma da bir kürek toprak savurmuştuk...
Kader ve nasip öyle kavramlardı ki beni en hazırlıksız olduğum anlarda yakalamışlardı. Annem ve babam tüm hayatımı mahvetmişlerdi ve bunu yaparken beni daha birçok kaosla bir başıma bırakmışlardı. Şimdi elimde sadece birkaç sır ve yalan kalmıştı. Öyle ki ucu Alpaslan’a bile dokunan gerçekler pimi çekilmiş bir bomba misali elimdeydi.
Korkuyordum.
Korku... İşte bu kelime tüm bedenimi titretmeye yetti. Öyle ki ben neler bildiğimi kendime bile açıklayamıyordum. Bu iğrenç bir histi. Bilmekten nefret ediyordum. Hiçbir şey bilmek istemiyordum. Ben... Ben korkuyordum.
“Gerçeklerin yükü ağırdır ve sen ne yazık ki bu yükü taşımak zorundasın. Eğer her şeyi berbat etmek istiyorsan bu da senin ödeyeceğin bedellerle dolu bir süreç olur.”
Donuk bir şekilde ona bakarken cevap vermeden koşarcasına bahçeden ayrıldım. Nefes nefese binaya girdiğimde cebimden telefonumu çıkardım. Tam babamın numarasının üzerine tıklayacaktım ki son anda bundan vazgeçtim. Kalbimi tarifsiz bir çarpıntı hissi ele geçirdiğinde elim göğsümün sol kısmına gitti. Nefes alışverişim hızlanırken gözümden bir damla yaş süzüldü. Şu an yaşadığım his ara sıra beni ele geçirirdi ve ben böyle zamanlarda yaşadığım için kendimden nefret ederdim.
Kimsenin olmadığı zemin katta tek başıma beklerken bir anlığına da olsa bir yerlerden Alpaslan’ın fırlayıp gelmesini istedim. Onun bana sımsıkı sarılıp hep yanımda olacağını söylemesine ihtiyacım vardı. Ama yoktu. Gerçek hayata hoş geldiniz...
Sessizlik içerisinde merdivenlerden çıkmaya başladığımda aklıma Kayla geldi ve o anda aklımı yöneltebileceğim başka bir konunun varlığını hissettim. Kayla... İkizim... O kadar bencildim ki kız kardeşimin değişen hayatına ortak olmak şöyle dursun hislerini dahi sormaya yeltenmemiştim. Gerçekten berbattım. Belki de onu ziyaret etmeliydim. Birkaç günlüğüne Ankara’ya gidebilirdim. Bunun bir zararı olmazdı. Suratıma kapıyı da çarpsa yine de onu görmek istiyordum.
Merhaba!
Uzun bir aradan sonra yeniden bir aradayız! Umarım bölümü okurken keyif almışsınızdır!
Açıkçası gizli kapaklı cümlelerle dolu bir bölüm oldu. Özellikle son satırlara yanaştıkça gizem hissi kendini iyiden iyiye hissettirdi.
Zaten birçok okur yarıyıl tatilinin hızlı geçiştirilmesinden şüphe duymuştur bence. Uras'ın da bu konuda şüpheleri vardı.
Lara Ferzan biraz sıkışmış bir konumda. Hayatında yoluna koyması gereken birçok durum var. Yeni bölümde muhtemelen onu Ankara'da okuyacağız. Kim bilir belki Alp kuş da onun peşinden gider! :)
Düşüncelerinizi yine büyük bir heyecanla bekliyorum, yazın hemen!
Görüşmek üzere!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.39k Okunma |
2.4k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |