43. Bölüm

KÜL (39) Kavgalar, Kavuşmalar ve Ankara

Ece Asena
_ece_asena_

Bir söz vardır, belki duymuşsunuzdur: Kazanmak için oyunda kalmak gerekir.

Eğer güçlü ve hırslıysanız tek bir seçeneğiniz vardır, o da kazanmaktır. Benim de kazanmaktan başka bir çarem yoktu. Çünkü kaybetmek kelimesini bilmiyordum. Çünkü hırs kavramı damarlarımda akan kan gibi hep içimde dolanan bir varlıktı.

Soyadım Ferzan’dı. Hayata gözlerimi kaos ve çılgınlık dolu bir ailenin içerisinde açmıştım. Bu bile beni biraz kaçık yapardı. Kaldı ki bunu kabul etmek çok basitti. Asıl sorun, bu durumun ağır geldiği zamanlarda yaşadığım çaresizlikti. Ama ne olursa olsun Lara Ferzan oyunda kalmak zorundaydı. Çünkü dediğim gibi, kazanmak niyetindeydim.

Birçok sırrın ve yalanın ortasında yapayalnız kalmıştım. Kudretli bir yalnızlığı acınası bir kalabalığa tercih ederdim. Ancak şu da bir gerçekti ki kara koyun olarak kalırsam kaybederdim. Bu nedenle birileriyle iyi geçinmekte fayda vardı. En azından bencilliği kısa bir süre kenara bırakarak aklımı güzel ikizim Kayla Ferzan’a yoğunlaştırabilirdim. Böylelikle içine düştüğüm karmaşalardan ötürü ağlamaktansa bir sorunu daha ekarte etmiş olurdum...

Bir saatlik uçak yolculuğum boyunca uzun uzun Kayla ile görüşmeme yoğunlaşmış olsam da nihayetinde yol yorgunluğu hafiften üzerime çöreklenmişti. Kısa süreli bir ziyaret olacağı için orta boy bir sırt çantasına birkaç parça kıyafet koymuş ve yola koyulmuştum. Sonuç olarak şu an Esenboğa Havalimanı’ndaydım. Yılın bu dönemleri Ankara’nın sert bir soğuğu olduğunu tahmin ettiğim için üzerimi sıkı giyinmiştim. Havalimanının geniş ve ferah kısmında kalabalığın arasında yürürken çantamın kenarına sıkıştırdığım kırmızı beremi elime aldım ve açık bıraktığım saçlarımı dağıtmamaya çalışarak kafama geçirdim. Hastalanmak istemiyordum ve Ankara’nın ayazının beni fena hasta edebileceğini bildiğim için tedbirli davranmak niyetindeydim.

Yürürken karşıda doğrudan beni bekleyen birisini gördüğümde adımlarım bıçak gibi kesildi. Bir dakika? Hayal falan görüyordum öyle değil mi? Bu şaka olmalıydı...

Alpaslan Kıraç buradaydı!

Gözlerim onu beklemediği için istemsizce büyürken dudaklarım da hafifçe aralandı ve adını mırıldandım kendi kendime. “Alp?”

Gözleri üzerimdeydi. Yutkundum ve tekrardan yürümeye başlayıp hızlı hızlı yanına gittim. Aramızda bir adımlık boşluk olacak şekilde durduğumda kaşlarımı çattım. “Sen ne yapıyorsun burada?”

Üzerinde yeşil bir kazak ve siyah deri ceket vardı. Kazak gözlerini ön plana çıkarmıştı ve şu an bir havalimanının orta yerinde dikiliyor olmasaydık daha uzun seyredebilirdim.

“Birileri kaçıyormuş diye duydum?” Kaşlarım halen pozisyonunu korurken yüzümü buruşturdum. “Kaçmak mı? Sadece birini görmek için geldim... Hem bir dakika! Bu seni neden ilgilendiriyor? Alpaslan buraya kadar peşimden gelmen delilik!”

Ellerini ceketinin ceplerine yerleştirdi ve omuz silkti. “Bugün okul çıkışında yüzünün ne kadar asık olduğunu fark ettim ve Lena ile konuştum. Son zamanlarda senin çöpçatanlığını yapmaya merak salmış olmalı ki Ankara’ya gideceğinden bahsetti.”

Ne? Lena dalga mı geçiyordu cidden! Alpaslan’ı sevmezdi ve esasen benden de hazzetmezdi. Neden aramızdaki buzları eritmeye çalışıyordu? Ondan sadece Kayla’nın adresini istemiştim ve bu yüzden Ankara’ya gideceğimi öğrenmişti. Alpaslan ona sorar sormaz olanı biteni dökülmüş müydü? Şaka gibi! Belki de dün davette canımı sıktığı için benimle alakalı kendince bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Bilemiyorum. Sadece bunun için uygun bir vakit değildi bana kalırsa. Alpaslan’a Kayla’dan bahsetmemiştim ve şimdi onu görmeye gelmişken Alpaslan’ın bir anda dibimde bitmesi tuhaf olmuştu.

“Aman ne iyi yapmış!” Başını olumluca salladı. “Bence de. Bu ufak kaçamak sorunlarımızı çözmemize yardımcı olabilir.” Gözlerimi kıstım. “Seninle çözmek istediğim bir sorun yok ortada.” Hayır, var. Ama bilmesen de olur canım.

“O zaman durum daha da iyi desene güzelim. Çözeceğimiz bir sorun yoksa gayet iyiyiz demektir.”

Ofladım. “Sözlerimi çarpıtma. Ne kastettiğimi gayet iyi anladın Alpaslan.” Yanından geçip yürümeye başladığımda hemen peşime takıldı. Bıkkınlıkla söylendim. “Peşimi bırak, seninle uğraşmaya gelmedim buraya.” Ne yazık ki konuşmak, onu pes ettirmek için fazlasıyla etkisiz bir eylemdi. “Ama ben senin yanında olmak için geldim. Hem sırf seninle aynı uçağa binebilmek için ekonomi sınıfında uçtum. Başka yer kalmadığı için!”

Gözlerimi devirdim. “Ah, nasıl da unuturum! Sen özel helikopterlerle ulaşımını sağlayan birisisin, ekonomi sınıfı egonu zedelemiş olmalı!” Tanıştığımız ilk gece Kaan ile özel bir helikoptere binmişti. O ve abisi mütevazı gibi dursa da bazen kesenin ağzını baya açık tutuyordu.

“Lara, inat etme!” Dışarı çıktığımızda yüzüme çarpan sert rüzgâr bir anlığına dumura uğratsa da aldırış etmedim. Hava kararmak üzereydi ve bir taksi bulup gideceğim yere tek başıma gidebilirdim.

Alpaslan’a umursamazca baktım. “Gerçekten şu an umurumda değilsin Kıraç. Buraya benim için gelmiş olabilirsin ama benim özel işlerim var. Aramızdaki toksik şeyi İstanbul sınırları içerisinde tutsak olmaz mıydı acaba?” Bana gözlerini kısarak baktı. “İstemem yan cebime koy tavırlarını keser misin Ferzan? Peşinden geldiğim için mutlu olduğunu gözlerinde yakalayabiliyorum.” Dudaklarımı büktüm. “Yok öyle bir şey bir kere!” Sırıttı. “Hızlı reddedişler kabullenmekten ileri gelir.”

Gözlerimi devirdim. “Beni bunaltıyorsun!” Seslice gülmeye devam etti. “Seni seviyorum.” Kurduğu iki kelimelik cümle kalbime bir çarpıntı düşürürken gözlerimi kırpıştırdım ve homurdandım. “Kapa şu çeneni!”

Taksi görmek umuduyla etrafa bakınırken Alpaslan yine konuşmaya başladı. “Bir dizi ya da filmde değiliz, bu da hızlıca taksi bulmanı zorlaştırıyor ne yazık ki.” Dişlerimi birbirine geçirip sıktım. “Gerçekten sabrımı sınıyorsun!” Alt dudağını dişlerinin arasına alıp ezdi. “Bu benim için bir hobi.” Yutkundum. “Beni terk edip başkalarının yanında küçük düşürmek de hobin mi bari?”

Aramızda soğuk rüzgaralar mecazen de esmeye başladığında rahatsızlık içerisinde kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu sırada o da gergince nefes aldı ve sonra da geri verdi. “Yaptıklarımla gurur duymadığımı biliyorsun Lara.” Omuz silktim. “Bana hissettirdiklerinden sonra ne hissettiğin kimin umurunda?”

Olduğumuz yerde dikilirken burnunu çekti ve karşıma geçti. “Beni affedeceğini bildiğin için çabalamama izin vermiyorsun.” Kaşlarımı çattım. “Beni yine üzeceğini bildiğim için bunun yaşanmasına mahal vermiyorum sadece.” Yüzünü ekşitti. “İkimiz arasında gelip giden ciddi bir duygu olduğunu göremiyor musun?” Kafamı iki yana salladım. “Gelgitli durumlardan nefret ederim ve seninle tam olarak bunu yaşıyoruz Alpaslan.”

Bir şey diyecekti ki araya girdim. “Seninle yabancısı olduğum bir şehirde daha fazla tartışmak istemiyorum. Geç olmadan gitmem gereken bir yer var. Lütfen işimi zorlaştırma.” İç çekti. “En azından güvende olduğunu bilmeme izin ver Lara. Buraları iyi bilirim. Her yıl Ankara’ya gelirim ve gideceğin yeri kesin biliyorumdur. Taksicilerle uğraşacağına bırak seni ben götüreyim. Bu teklifim barışmanın biraz dışarısında kalsın. Sadece yardım işte. Öyle düşün.”

Omuzlarım yenilgiyle düştü. Gerginlik içerisinde kaybolma ihtimalindense, Alpaslan Kıraç’ın enteresan bir şekilde aşıladığı güveni yeğlerdim. Hem barışmanın dışında demişti öyle değil mi?

“Peki.” Kısa cevabımı teyit etmek için beni taklit etti. “Peki?” Tek kaşımı kaldırdım. “Ne dediysem o işte. Ama önce bir pastaneye uğrayalım, tatlı almam gerek.”

**

“Tam olarak bu şehirde ne işin var? Kimi görmeye geldin?”

Alpaslan’ın sorgulayıcı sesini duyduğumda kucağımdaki baklava kutusunu düzelttim ve bezgince mırıldandım. “Bu seni ilgilendirmez.” Yaklaşık bir saattir yoldaydık ve akşam trafiği de cabasıydı. Alpaslan’ın hızlı telefon konuşmalarıyla bir araba ayarlanmıştı ve şu an pastaneye uğramamızın ardından Lena’nın yolladığı adrese doğru ilerliyorduk.

Her ne kadar gözü yolda olsa da dikkatinin hatırı sayılır bir kısmı benim üzerimdeydi ve bu beni geriyordu. Ona Kayla’dan bahsetmemiştim ve bunu şimdilik söylemek gibi bir planım da yoktu.

“İyi hoş ilgilendirmez diyorsun da gittiğimiz adres fazla tekin bir semt değil.” Gözlerimi yorgunca kıstım. Ara sıra gözüme çarpan araba farları gözümü yoruyordu. “Biz de fazla tekin sayılmayız hayatım.” Cümlemin sonunda günlük konuşma tarzımın getirdiği bir alışkanlıktan ötürü kullandığım kelime yüzümü buruşturmamı sağlarken Alpaslan’ı güldürdü. “Hayatım mı? Sevdim bunu.” Kafamı iki yana salladım. “Sana özel olmadığının farkındasın.” Omuz silkti. “Ama olmasını isterim.”

“Neyse ne, şu an konumuz bu değil. Sen beni gideceğim yere bırak yeter. Sonrasını ben hallederim.”

Alpaslan gözlerini bir anlığına bana çevirdi ve alayla baktı. “Oldu canım başka isteğin?” Ağzından komik bir şey söylemişim gibi kısık bir nida çıkardı ve ekledi. “Bu mümkün değil.” Kaşlarımı çattım. “Ne demek mümkün değil ya?” Derin bir nefes aldı. “Mümkün değil işte Lara. O çevreyi iyi bilirim, hatta bir arkadaşım da orada oturuyor. Köşe başı yankesici dolu.”

Dedikleriyle birlikte kafamı arkaya yasladım ve gözlerimi kapatıp iç çektim. Haklı sayılabilirdi. Ama onu özelime dahil etmek istemiyordum. Bunun ona haksızlık olduğunun da farkındaydım. Ondan sürekli bana açık olmasını ve güven vermesini beklerken kendim gizemlerle doluydum. Bundan nefret ediyordum.

“İşler gitgide garip bir hal almaya başlıyor.”

Alpaslan’ın sesini duyduğumda dinlendirdiğim gözlerimi açtım ve önce ona sonra da camdan dışarı baktım. Sanırım adrese gelmiştik. Alpaslan’a bakmazken mırıldandım. “Niye öyle dedin şimdi ya?”

Cevap vermedi. Bir binanın önünde durduğumuzda bana şüpheyle baktı. “Adres burası. Ama garip olan şu ki bahsettiğim arkadaşım da bu binada oturuyor Ferzan.” Gözlerimi kırpıştırdım ve yutkundum. “Allah Allah, bak sen şu işe.”

Arabadan indim ve sırtıma çantamı takıp yukarı katlara bakındım. Işıklar yanıyordu. Zaten saat de çok geç değildi. Alpaslan yanıma geldiğinde başımdaki bereyi düzelttim ve ona baktım. “O zaman sen de arkadaşını görmüş olacaksın. Ne tesadüf ama.” Gözlerini kıstı. “Gerçekten kime geldin Lara? Bu mahalle fazla dost canlısı değil ve buralarda oturanlar da az değildir. Başında bir iş mi var da haberim yok?” Bana ciddi bir şekilde bakarken güldüm ve gözlerimi devirdim. “Yok artık Alpaslan! Sadece... Sadece şimdilik sorgulama beni. Anlatırım sonra... Belki.”

Onu arkamda bırakıp kapısı açık apartmandan içeri girdim ve asansörü bile olmayan eski binanın merdivenlerini çıkmaya başladım. Benim de şu an hali hazırda oturduğum ev fazla yeni sayılmazdı. Ancak buranın farklı bir kasveti vardı. Hoşuma gitmemişti.

Alpaslan arkamdan gelirken homurdandım. “Niye takip edip duruyorsun?” Aynı şekilde karşılık verdi. “Arkadaşımın dairesi en yukarıda olduğu için olabilir mi?” Bir anda durdum ve arkamı döndüm. Bu esnada Alpaslan da hızını alamamış ve üzerime çullanmıştı. Onu oflayarak kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ve yukarı katı gösterdim elimle. “Alpaslan, benim gittiğim yer de en yukarı kat yalnız.”

Kaşlarını çattı. “Alper diye birini tanıyor musun?” Kafamı iki yana salladım. “Hayır, daha önce öyle bir isimle hiç tanışmadım.” Gözlerini kıstı. “Enteresan. Neyse birazdan anlarız.” Derin bir nefes aldım ve basamakları çıkmaya devam ettim. Bir yandan da elimdeki baklavayı çok sallamamaya çalışıyordum. Açıkçası neden baklava aldığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sadece kardeşimin evine ilk defa giderken elim boş olmasın istemiştim.

Yukarı kata çıktığımızda karşılıklı iki daire ile burun buruna geldim. Bu iki kapının birisi kardeşime diğeri ise Alpaslan’ın arkadaşına aitti. Tesadüflerden rahatsız olduğumu daha önce söylemiş miydim? Alpaslan’ı Kayla konusundan uzak tutmak isterken bir anda oldukça içinde olması germişti.

Alpaslan arkamdan geçip kapılardan birinin ziline bastığında yutkundum ve diğer kapıya doğru yanaştım. Alpaslan’ın çaldığı kapı açıldığında bizi neredeyse yaşıt olabileceğimiz bir çocuk karşıladı. Alpaslan’ı gördüğünde gözleri büyüdü. “Kardeşim?” Cana yakın ses tonu onu kucakladığında Alpaslan da gülümsedi ve ona doğru ilerleyip sımsıkı sarıldı. İkisi sarılırken merdivenlerden çıkan bir kişi daha aramıza katıldı.

Kayla?

Benim gözlerimin neredeyse aynısı olan kahve rengi gözleri benimkilerle kesiştiğinde şaşkınlıktan olduğu yerde kalakaldı. Bu sırada Alpaslan ve Alper olduğunu tahmin ettiğim çocuk da ayrılmıştı. Alpaslan’ın gözleri Kayla’ya kaydığında kaşlarını çattı ve bana baktı. “Kastettiğin arkadaş bu muydu Ferzan?”

Gözlerimi kırpıştırdım ve başımı olumluca sallayıp mırıldandım. “Evet.” Kayla’yı uzun zamandır görememenin getirdiği boşluk ve özlem hissi dört bir yanımı sarmalarken bir anda yaşadığım pişmanlık hissi de tüm bedenimi çevreledi. Ona çok daha önce gelmeliydim. Çok geç kalmıştım ve vereceği tepkiden tedirgin oluyordum doğrusu. Çünkü haksız olduğumu biliyordum. Ne yaşamış olursam olayım toprağın yedi kat dibinde bile olsam kurtulup onun yanında olmalıydım. Hayatı hızlı bir şekilde değişirken yanında olamadığım için oldukça bencil hissediyordum.

“Senin burada ne işin var?” Sorgulayıcı sesi binada hafifçe yankılandığında derin bir nefes aldım ve kapalı olan diğer kapıyı gösterdim. “Bunu içeride konuşmamız daha sağlıklı olur bence.” Kaşları çatılı bir şekilde kalan basamakları tırmandı ve omzuma çarpıp yanımdan geçti. Alpaslan ve Alper’e bakmadan evinin kapısını açtı ve bana kabaca seslendi. “İçeri geç.”

Birbirimizin aynısı değildik. Ancak dışarıdan bizi seyreden birisi birbirimize benzediğimizi rahatlıkla söyleyebilirdik. Göz rengimiz, saç rengimiz, genel hatlarımız birbirine benziyordu. Nihayetinde ikizdik.

Alpaslan’a son bir kez baktım ve şüpheci tavrını atması için rahatlatıcı bir şekilde konuştum. “Sen arkadaşınla vakit geçir Alpaslan. Söz veriyorum işim bittiğinde seni arayacağım, tamam mı?” Bana emin olamadan baktı ve sonunda derin bir nefes alıp omuzlarını düşürdü. “Öyle olsun.”

Onu arkamda bırakıp eve girdiğimde kapıyı örttüm ve içeriye yürüdüm. Ferah bir evdi ve Kayla’nın kendine has havasını veren bir dekorasyona sahipti. Hızlıca etrafı süzerken salona geçtim ve elimdeki baklava poşetini masaya bıraktım. Ardından koltuklardan birine yavaşça yerleştim ve beni asabı bozuk bir şekilde süzen kardeşime sevimlice bakmaya çalıştım.

“Selam.”

Tek kaşını kaldırdı ve diğer koltuğa oturdu özensizce. Üzerindeki montu çıkarmıştı. Bense halen aynı şekildeydim. “Selam mı?” Başımı olumluca salladım. “Evet.”

Ağzından ‘hah’ diye bir nida fırladı. “Sen ciddi olamazsın. Bunca zamandan sonra buraya gelip fütursuzca ‘selam’ demeyi nasıl başarabiliyorsun Lara?” Yutkundum. “Hatalı olduğumun farkındayım...”

“Evet hatalısın! Zor zamanlarımda bir telefon bile açmaya yeltenmedin! Onun yerine Lena geldi ve benimle ilgilendi!”

Rahatsızlık içerisinde olduğum yerde kalakalırken dudaklarımı araladım. “Aradım ama açmadın Kayla.” Yüzünü ekşitti. “Bu nasıl bir savunma? Beni büyüten kadını kaybettim ve sen yedi kat yabancı gibi aramakla yetindin! O babamız olacak herif gibi işine gelince üste çıkmayı çok iyi biliyorsun!”

Gerginlikle sesli bir şekilde soludum ve kafamdaki bereyi çıkarıp yanıma bıraktım. Bana sinirli olmakta haklıydı. Ama benim de kolay değildi yaşadıklarım. “Kayla, gerçekten kolay günlerden geçmiyorum. Yarıyıl tatilinin başında öğrendiklerim de cabası zaten. Hayatı alt üst olan tek kişi sen değilsin.”

Oturduğu yerde arkasına yaslandı ve bir bacağını büküp altına aldı. Elini havada rastgele salladı ve beni işaret etti. “Benimle sidik yarıştırmayı kes. Uras Ferzan’ın biricik kızı olarak ne şartlarda büyüdüğünün herkes farkında. Uzakta büyüdüm ama az çok ben de biliyorum yani. Sen yaşanılan zorluklar noktasında kendini ortaya atamazsın. Ailesiz büyüyen sen değilsin, yakınını kaybeden sen değilsin, başka bir şehirde düzen kurmaya çalışan sen değilsin Lara. Lena zaten anlattı her şeyi. Benden onca şeyi gizlediniz ve bu konuda hiç rahatsızlık duymadınız. Eğer ortaya dökülmeseydi belki de daha uzunca bir süre yalanların içerisinde uyutulacaktım.”

Kaşlarımı çattım. “Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” Sesim halen oldukça sakindi. İçimde çoğu şeyi tolere etmeyi deniyordum. Başarıyordum da. Ama bu sabrın bir sınırı vardı ve Kayla şansını çok zorluyordu. Sorduğum soruya karşın histerik bir şekilde güldü. “Düşünmesem neden söyleyeyim Lara? Sizin aksinize ben yalancı değilim.” Cümlesinin sonuna doğru sesi kısılırken kafası önüne eğildi. Bu dikkatimden kaçmazken tek kaşımı kaldırdım. “Senin böyle bir yerde ne işin var? Babam biliyor mu?” Eğdiği başını hırçınca kaldırdı. “Kimin ne bilip bilmediği umurumda değil. Ona Ankara’ya taşınacağımı söyledim bu kadarı herkes için yeterliydi bence. Kaldı ki Lena’nın sana adresimi vermesine de bozuldum.”

Kendince sitemlerini sıralarken umursamazca burun kıvırdım bu tavrına. “Bozulacak bir durum yok. Yaşadığın yeri bilmemiz gayet doğal.” Gözlerini kıstı. “Onu bunu bırak da niye geldiğini anlat.” Omuz silktim. “Seni görmek için tabi ki de.” Ofladı.

“Ben seni görmekten pek memnun kalmadım ama.”

Derin bir iç çektim ve oturduğum yerden kalktım. Bu tavırlarını bekliyordum. Ancak uzatması içimde bir yerleri yıpratmıştı. “Peki öyleyse. Sana hayatta başarılar. Ben gitsem iyi olacak.” Koltuktan kalkıp bir iki adım atmıştım ki hırçın bir şekilde önüme geçti ve gitmemi engelledi. “Ne yani gidiyor musun? Buraya sadece iki sinir bozucu söz söylemeye mi gelmiştin?” Omuz silktim. “Yapabileceğim bir şey yok Kayla. Karşımda bütün mağduriyeti sadece kendisi yaşıyormuş gibi davranan bir kız varken insan gibi iletişim kurmak epey zor.”

Kaşlarını çattı ve sesini yükselterek bağırdı. “Sana kızmamdan daha doğal ne var acaba! Bencilsin ve bunun farkındasın! Ama doğru düzgün bir özür bile dilemekten acizsin!” Alt dudağımı dişledim. “Benim yaşadıklarımı yabana atmasaydın belki bir özrü düşünebilirdim.” Gözlerini devirdi ve ellerini iki yana açtı. “Yabana atılacak bir yaşanmışlığın yok! Kabul et artık şunu! Sen oldun olalı hep herkesin gözü önündeydin ve yurtdışında bile yaşadın. İstanbul’a döndüğünde de göz bebeği sendin. Hep sen oldun! Ben sadece vicdan muhakemesi yapılırken akla gelen isim oldum!”

Bıkkınca yüzümü buruşturdum ve onu ittirip yanından geçtim. Dış kapıyı açıp eski apartmanın koridoruna çıktığımda arkamdan öfkeyle geldi ve yine bağırdı. “Beni çıldırtıp gidemezsin! Bu kardeşliğin neresine sığar! Halimden anlamak için en ufak bir çaba bile göstermeyecek misin gerçekten?”

Yutkundum ve merdiven basamaklarını birkaç tane indim. Ona döndüğümde dudaklarımı büktüm düşünceli bir halde. “Üzgünüm Kayla, buraya gelirken seninle olan konuşmamız için çok düşündüm. Ama hayalimde benim bencilliğimin bir yansımasıyla karşılaşmak yoktu. Kusura bakma ama yıllardır ne yaşadığımdan bihabersin. Kaldı ki sadece son birkaç aydır bile hayatımın en zor zamanlarını yaşıyorum. Sana gelemediğim için kızacağını biliyordum. Ama dediğim gibi bu kadar kindar davranmanı beklemiyordum.” Bir anlığına bekledim ve ciğerlerime büyük bir nefes çektim. “Yanında olamama sebebimi hiç düşündün mü mesela? Bunu keyfi olarak yaptığımı düşünecek kadar aramıza mesafeler mi girmiş? Hiç sanmazdım. Sanırım çok yalnızım, ikizim bile benimle empati yapmaktan yoksun.”

Omuzlarını düşürdü. Aramızdaki bu soğukluktan onun da hoşlanmadığını biliyordum. Ancak çok acımasız tavırlar sergiliyordu. Kandırıldığı için ve uzakta büyüdüğü için öfkeliydi. Ama ne kadar şanslı olduğunu bir bilseydi keşke... Onun yerinde olmak için nelerimi vermezdim ki... Kendine ait bir hayatı vardı, başkalarına karşı sorumlulukları yoktu. Ailemizden travmatik bir şekilde nasibini almamıştı. Bu kaostan uzak kaldığı için gerekirse şükretmeliydi. Ancak bana kin kusmaktan başka bir şey yapmıyordu.

“Şu an yaptığın şeye manipüle diyorlar yalnız. Aklınca bana kendimi kötü hissettirmek istiyorsun...” Sözünü kestim. “Bence de kötü hissetmelisin. Çünkü kız kardeşin sana gelmişken kovmaktan beter ettin.” Sessizleştiğinde karşı dairenin kapısı açıldı. Görüş alanımıza Alpaslan girerken arkasından da Alper çıktı.

“Ne oluyor burada? İşin bittiğinde arayacağına söz vermiştin.” Alpaslan’ın sorgulayıcı sesi kulaklarıma dolduğunda dilimle dudaklarımı ıslattım. “Yeni bitti işim Alpaslan. Hemen yükselme.”

“Sen ciddi ciddi beş dakika diyeceğini deyip gidiyorsun öyle mi?” Kayla araya girdiğinde ofladım halimden bezmiş bir şekilde. “Aynen öyle yapıyorum Kayla. Sen de otur düşün biraz. Şu deli öfkeni bir kenara bırak. Yoksa...” Tekrar araya girdi. “Yoksa ne?” Omuz silktim. “Yoksa bir daha görüşemeyiz.”

Binada büyük bir sessizlik oluştuğunda Alper’in sesini duydum ilk defa. “Tam olarak sorun ne?” Kayla’ya bakarak konuşmuştu. Kayla omuz silkti. “Seni ilgilendirmiyor. İşine bak.” Alper yüzünü ekşitti ve homurdandı. “Ne halin varsa gör o zaman, düşünende kabahat.”

Alpaslan yanıma yanaştı ve kısık sesle sordu. “Gidiyor muyuz?” Başımı olumluca salladım. “Evet.” Kayla bana omuzlarını düşürerek baktı. “Bu yaptığını unutmayacağım.” Ofladım. “Abartmayı bırak. Seni düşünüp işimi gücümü bıraktım ve buraya geldim. Sonuç: koca bir hiç. Açıkçası fazla duygusala bağladığımı fark ettim. Belki de seni bu sefil hayatında bir başına bırakıp unutmak en doğrusu.”

Gözleri kısıldı. “Öyle mi olduk şimdi?” Ellerimi montumun cebine yerleştirdim. “Aynen öyle canım. Mümkünse gözüm görmesin seni bir süre. Belki aklın başına gelir ve sen bir özürle yanıma gelirsin.” Sahte bir şekilde sırıttı. “Şu egonu öyle bir yıkacağım ki göreceksin özrü falan.” Derin bir iç çektim ve ona başka bir şey söylemeden arkamı döndüm. Merdivenleri inerken son bir kez konuştum. “Babamın böyle bir yerde oturduğunu öğrenince vereceği tepkiyi merak içerisinde bekliyor olacağım!”

“Siktir git!” Bağırışına aldırış etmedim ve hızlı bir şekilde basamakları indim. Kendimi saniyeler içerisinde çürümüş binadan dışarı attığımda yaşaran gözlerime inat dimdik durdum ve beremi tekrardan kafama geçirdim. Bu sırada Alpaslan hızla önüme geçti ve ellerini kollarıma koyarak beni durdurdu.

“Kim bu kız?” Yutkundum. “Alpaslan şimdi konuşmanın sırası değil...” Sözümü kesti sertçe. “Peki ya ne zaman? Ne zaman konuşmak istersin Ferzan?” Omuzlarımı düşürdüm ve ellerinin arasından kurtulmak gibi bir çaba göstermedim. Ona haksızlık ettiğimin farkındaydım. Dürüst olmayı tam olarak başaramasam da en azından hayatım hakkında bir şeyler öğrenmeye hakkı vardı.

Ondan defalarca kez nefret de etsem bir şekilde kalbimden söküp atamıyordum ve karşısında sırlarla dolu bir kız imajı çizmekten çekiniyordum. Zaten öyleydim. Ancak o bunu bilmese daha iyi olurdu.

Soğuk hava yüzümü ve kalan yerlerimi esir alırken yanağımın içini dişledim. Bu sırada Alpaslan benden bakışlarını bir an olsun çekmiyordu. Pes ettim ve dudaklarımı araladım.

“O kız benim ikiz kardeşim.”

Kısık ve sorgulayıcı gözleri şaşkınlıkla açılırken ağzından ‘Ne?’ diye bir nida firar etti. Omuz silktim gevşekçe. “Duydun işte, o benim kız kardeşim. Aslında Lena’nın dışında bir de Kayla adında bir kardeşim var. Kendisi bizden uzakta büyümek zorunda kaldı. Bu nedenle birtakım sorunlar yaşıyoruz. Öfkesi bu yüzden.”

Bir şey diyecekti ki fırsat vermeden devam ettim. “Kocaman bir aileyiz sanıyorsun Kıraç ama kocaman bir enkazdan ibaretiz aslında. Herkesin kendince hayal kırıklıkları ve hataları var. Pişmanlıkları, acıları, sevinç kırıntıları var... En kötüsü de herkes çok bencil. Bu yüzden oturup iki kelimeyi dahi insan gibi konuşamıyoruz.”

Yutkundum ve burnumu çektim. “Sana ailemden bahsedemiyorum. Çünkü ortada keyifle anlatılabilecek bir aile yok. Biz ihtişamlı bir göz yanılsamasından ibaretiz. Üzgünüm. Ne diyeceğimi bilemiyorum.”

Konuşmayı kestiğimde bana karmaşık bir halde baktı ve sonra da kendine çekip sımsıkı sarıldı. Sarıldı... Bu sarılmayı saatler öncesinde çok istemiştim ve şu anda da yaşıyordum. Yine de aptalca bir gururla kendimi geri çekip homurdandım. “Fırsatçılık yapma, biz ayrıyız.”

Dudakları aralanırken kafamı iki yana salladım. “Ve sana halen çok öfkeliyim. Tereyağından kıl çeker gibi sıyrılamazsın.” Omuzları düştü ve durgun bir şekilde gülümsemeye çalıştı. “Ne diyeceğimi ben de bilmiyorum. Şu anda bile kendinden ödün vermiyorsun ya... Şaka gibi.”

Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Daha önce çok ödün verdiğimdendir o canısı.” Yaşadığım duygusal anı baltalamaya çalışırken o da bunu bozmadı ve arabanın ön kapısını açıp başıyla binmemi işaret etti. “Hadi bin, hava çok soğuk. Bir otele geçelim.”

Arabaya binerken kaşlarımı çattım. “Direkt havalimanına da gidebiliriz. Bir gece uçuşu illa vardır.” Arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Mahalleden hızlıca çıkarken konuştu. “Acele etmeye gerek yok. Buraya kadar gelmişken bir günlüğüne gezebiliriz.” Gözlerimi kırpıştırdım. Yorgundum ve kirpik uçlarım hafiften acıyordu. “Buna gerek yok.” Omuz silkti ve direksiyonu ustaca çevirdi caddeye çıkmak için. “Hayır, var.” Konuşacaktım ki izin vermedi. “Bir kardeşin daha var demek? Hem de ikiz... Cidden daha ne kadar hayret edebilirim bilmiyorum. Uras Ferzan’ın bir çılgın kızı daha var. Hem de sana çok benzeyen.”

Konuyu değiştirmesi canımı sıkarken bir anlığına da olsa uzatmadım ve akışta kalmak isteyip kararları Alpaslan’a bıraktım. İki gün sonra tekrardan terör estirebilirdim. Şimdilik sadece sakin olmak istiyordum. “Evet, biraz hayret verici ama öyle. Genelde çevre tarafından çok bilinmez. Ama belki bu yıl İstanbul’a resmi olarak gelebilir. Babam onu sosyeteye takdim etmek isteyecektir.”

Alnı kırıştı memnuniyetsizce. “Ferzan ailesi ve her davette isimlerinden söz ettiren skandalları. Şaka gibisiniz.” Güldüm. “Eldeki mal bu, ne yaparsın işte.” Yolda olan bakışları kısa bir anlığına bana döndü.

“Sen aralarından çok güzel sıyrılıyorsun ama biliyor musun? Kendine has bir havan var, o lüks ve şaşalı sofraların bir ucunda oturup ‘ben farklıyım’ diyebiliyorsun.”

İç çekti. “Sanırım şımarık falan değilsin Ferzan, aksine çok olgunsun ve kuvvet ihtimalle bu hallerine âşık oldum. Tüm aptalca hatalarımla seni hak etmediğimi biliyorum ama bunu es geçmek isteyecek kadar da bencilim.”7

 

Merhaba!!!

Yorumlarda buluşalım hadi!

 

Bölüm : 16.02.2025 15:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ece Asena / 11 SERİSİ / KÜL (39) Kavgalar, Kavuşmalar ve Ankara
Ece Asena
11 SERİSİ

10.67k Okunma

1.95k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
ATEŞ (1) Lara FerzanATEŞ (2) Silik Varis ve Zümrüt YeşiliATEŞ (3) KurtarışATEŞ (4) Kaçınılmaz KarşılaşmaATEŞ (5) Birikmiş Sitemler ve Ufak Bir Lastik MeselesiATEŞ (6) Verilen Birtakım KararlarATEŞ (7) İlgi ÇekmekATEŞ (8) Altı Numaralı OdaATEŞ (9) İlk İhanetATEŞ (10) Asıl Hikayenin BaşlangıcıATEŞ (11) Yakmak ile Yanmak ArasındaATEŞ (12) Tehlikeli Sularda YüzmekATEŞ (13) Kaosun Ayak SesleriATEŞ (14) Maskeler DüştüğündeATEŞ (15) Büyük KumarATEŞ (16) Gizemli NotATEŞ (17) MüttefikATEŞ (18) İlk SızıATEŞ (19) Küçük Bir AnATEŞ (20) SırlarATEŞ (21) Yakmaktan Çok Yandığını AnladığındaKÜL (22) İnce Buz Üstünde YürüyorumKÜL (23) İkiz KardeşKÜL (24) Ölümler ve Geriye KalanlarKÜL (25) Hiç Yaşanmamış GibiKÜL (26) Yeniden Dağıtılan KartlarKÜL (27) KorkaksınKÜL (28) Verilen Sözlerin Canı CehennemeKÜL (29) Beni Çok Üzdün BabaKÜL (30) Aşk, Gurur ve VedalarKÜL (31) Güven ProblemiKÜL (32) Farkındalıklar, Seçimler ve DahasıKÜL (33) Epik Bir BaşlangıçKÜL (34) Sana Aşığım, Saçma Sapan Bir ŞekildeKÜL (35) Aşkı Öldüren ZehirKÜL (36) Bu Senin İçin Yaptığım Son GurursuzluktuKÜL (37) Ateşi Sönmeyen Toksik İlişkiKÜL (38) KorkuKÜL (39) Kavgalar, Kavuşmalar ve AnkaraKÜL (40) Aşk Sözcükleri Bugün Müessesemizin İkramıKÜL (41) Şüphe TohumlarıKÜL (42) Solmuş GüllerKÜL (43) Ben Lara Ferzan, Ben Ne Dersem O Olur!KÜL (44) Kurtulmak İçin Ufak Bir BedelKÜL (45) Biraz Eğlence, Biraz KavgaKÜL (46) Kıyamet ÇanlarıKÜL (47) Paramparça Edilmiş Bir Çocukluk
Hikayeyi Paylaş
Loading...