
"Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz diyor Kürk Mantolu Madonna’da. Belki Alp ve ben de öyleyizdir Merve. Yoksa bu denli kaybolmazdık birbirimizde.”
Denizi seyreden Merve’nin bakışları bana çevrildi ve hafifçe sırıttı. “Ne sen bir Maria’sın ne de o Raif Efendi. Neden bir anda böyle toz pembe oldun bilmiyorum ama olanları unutmuş olamazsın Lara değil mi? Çok yakışıyorsunuz ama bu ilişki her geçen gün daha da zehirli bir hal alıyor. Üstelik henüz detaylı Ankara kaçamağınızı da anlatmadın.”
Bebek sahilinde boğaz manzaralı lüks bir restorandaydık. İki gün önce Ankara’dan dönmüştüm ve bugüne Merve’ye kahvaltı sözü vermiştim merakını gidermek için. Her ne kadar telefonda detayları almak için ısrarcı olsa da oralı olmamıştım. Dersleri telafi etmeye çalışmış ve döndükten sonra Alpaslan’la bile doğru düzgün bir daha konuşamamıştım. Uzaktan derslerle iki gündür cebelleşiyordum ve ciddi anlamda bugünkü kahvaltının son kaçamak olmasını diliyordum. Çünkü birkaç gün sonra mart ayını yarılamış olacaktık ve bu sınava biraz daha az süre kalması demekti.
“Anlatmak için buradayım ya zaten Merve!” Ona tek kaşımı kaldırarak baktığımda burnunu kıvırdı ve çatalıyla masanın ortasındaki tavadan bir lokma yumurta aldı. Yumurtayı ağzına götürürken mırıldandı. “Dökül bakalım. Instagram hesabına attığın çoklu gönderiyi de anlatmayı geçme.”
Arkama yaslanmadan önce masanın kenarındaki termostan bardağıma çay doldurdum ve tek şeker atıp karıştırdım. Sırtımı sandalyeye yasladıktan sonra kısaca etrafı seyrettim ve derin bir nefes alıp arkadaşıma baktım.
“Kayla’yı görmem gerekiyordu. Ona haksızlık ettiğimi düşünüp ilk uçakla Ankara’ya gittim. Bir de ne göreyim karşımda bir adet Alpaslan Kıraç! Lena’dan öğrenip peşimden gelmiş. İşte peşimi bırakmayınca mecbur onunla gittim Kayla’nın evine. İyi ki de onunla gitmişim çünkü gittiğimiz semt berbat bir yerdi. Alpaslan’ın tanıdık bir arkadaşıyla aynı binada oturması da cabası.” Çayımdan yudumlayıp devam ettim. “İşte Kayla ile konuşmak için evine girdim. Alpaslan gelmedi. Konuşmaya çalıştım ama kız oralı olmadı. Saçma bir öfke halindeydi, sürekli mağduru oynayıp benim hiçbir şey yaşamadığımı kastedip durdu. Gitmeden önceki ‘seni pişman edeceğim’ imasını da es geçmeyeyim. Doğrusu komikti. Babama onun öyle bir yerde oturduğunu söylesem aklını kaçırır adam. Neyse ki şimdilik Kayla’yı çökertmek amaçlarım arasında değil, iyice bir hevesini alsın orada. Ben üzerime düşeni yaptım bence.”
“Alpaslan ile sonrasında gezme işi nereden çıktı peki?” Derin bir nefes çektim içime. “Gönlümü almak için uğraşıyordu, ben de engel olmadım.” Merve gözlerini belertti. “Cidden şaka gibisin! Onu affettin mi yani?” Kaşlarımı çattım. “Neden bu kadar sert karşılıyorsun ki Merve? Evet, aramızda zor şeyler yaşandı. Bunun büyük bir çoğunluğu da onun yüzünden oldu. Ama hiçbir zaman geri dönüşü olamayacak bir şey yapmadı çocuk. Hem onun kadar benim de hatalı olduğum noktalar var. Derya ve Kerem’in aile yemeğinde onu savunmak yerine sessiz kalmam olayları kızıştırdı... Hem durum şu ki halen aramız tam anlamıyla düzelmiş değil. Sadece biraz ikimize vakit ayırdık. Bu belki de uzun bir süre boyunca bir daha elde edemeyeceğimiz tek fırsattı Merve.”
Konuşmaya kendimi kaptırmışken hız kesmeden devam ettim. “Anıtkabir’i ziyaret ettik, alışveriş merkezinde gezdik, akvaryuma gittik, Atakule’de akşam yemeği yedik, Göksu Parkı diye bir yer vardı orada uzunca yürüyüş yaptık... Tüm bunları onunla birlikte sıkılmadan yapmanın verdiği keyfi sana anlatamam. Onlarca fotoğraf çekindik ve ben ilk defa anıları ölümsüzleştirmek için çaba sarf ettim. Bunu daha öncesinde bir de okuldaki mezuniyet çekimlerinde hissetmiştim. İkimiz yan yanaydık ve yıllar geçse bile o anı unutmayacağımı hissetmiştim Merve.”
Araya girecekti ki buna izin vermeden sırıtarak konuştum. “Ona boş değilim sanırım! Biliyorum bu çok aptalca ve saçma. Ama durum bundan ibaret. Eskiden bunu kendime itiraf edemezdim. Şimdiyse ufak Ankara kaçamağımız bana bazı şeyleri daha net gösterdi. Ben onunla mutluyum. Aramıza birileri girmediği sürece biz ikimiz iyiyiz Merve. Asıl toksik olan şey çevremizdeki insanlar. Alpaslan ve ben son birkaç gündür en ufak bir tartışma bile yaşamadık. Çünkü biz bizeydik. Anlatabiliyor muyum?”
“Lara...” Omuz silktim. “Hemen peşin tepkiler verme. Dediğim gibi henüz ona karşı yelkenleri tam indirmiş değilim. O iş o kadar kolay olmaz. Biraz burnunun sürtmesi gerek. Ama temelli de onu naza boğmak istemiyorum. Bir süre mesafeyi azıcık korusak yeter. Bilirsin, fazla naz aşık usandırır.”
Merve heyecanlı uzun konuşmama güldü ve kafasını iki yana salladı. “Size ateşle barut derken haklı olduğumu biliyordum. Ama bu kadar uçacağınızı tahmin edemezdim.” Alt dudağını dişledi. “Bak... Sana kızmıyorum. İlk defa birisine bu kadar yoğun hisler besliyorsun Lara. Sadece bilirsin... O Alpaslan Kıraç. Etrafta iyi birisi olarak tanınmaz ve her dedikodunun illa bir doğruluk payı vardır.” Derin bir nefes aldı. “Yine de her şeye rağmen destekçin olmak zorundayım sanırım. Yoksa birazdan sana diyeceğim şeyden sonra nasıl senden destek beklerim?”
Gözlerim kısıldı. Neyden bahsediyordu? “Ne demeye çalışıyorsun?” Yutkundu ve boğazını temizledi. “Diyeceğim ama abartılı tepki verme. Anlatacağım şeyler var.” Masada öne eğildim ve “Dökül.” Demekle yetindim. Diliyle dudaklarını ıslattı ve kahvesinden yudumlayıp tek seferde konuştu.
“Kuzey ile barıştık.”
Gözlerimi koskocaman olacak şekilde büyüttüm ve etrafımızdaki insanların dönüp bize bakacakları kadar yüksek bir sesle bağırdım. “Ne!” Gerçekten bu şaka olmalıydı! Biraz önce bana nutuk çeken sevgili arkadaşım, onu aldatan eski sevgilisine dönmüş olamazdı öyle değil mi?
“O sesini kıs Lara! Herkes bize baktı!” Omuz silktim. “Sen ne dediğinin farkında mısın acaba Merve? Bana toksik ilişkim hakkında paragraflar halinde uyarılar verirken kendin gidip seni aldatan eski sevgilinle barıştığından bahsediyorsun? Ciddi olamazsın! Lütfen bana öyle bir şey olmadı de!” Gözlerini devirdi ve kafasını iki yana salladı. “İşler sandığımız gibi değilmiş!” Omuz silktim. “Sandığımız şeylerin arkasında ne gibi bir savunma yatabilir ki Allah aşkına!”
Yutkundu ve omuzlarını düşürüp iç çekti. “Biz çok uzunca bir süre beraberdik Lara. Bu birliktelik en başta ailelerin yakın olması yüzünden olmuştu ve bu ilişki zamanla bir alışkanlık haline gelmişti. Yani birbirimize deliler gibi aşık değildik. En azından öyle sanıyordum. Ama kesin bir şekilde ayrılmamızın ardından bunun doğru olmadığını fark ettim. Doğrusu onsuz hep biraz eksiğim sanki ve tam da bu buhranın içerisinde bana aslında bir aldatma olayı olmadığını sadece aramızdaki monoton ilişkide kaos çıkarmak için böyle bir senaryo yazdığını anlattı. Kanıt olarak da Araf ona kefil oldu. Mekânında Kuzey’in sadece göstermelik birkaç kızla gözüktüğünü doğruladı.”
Kaşlarımı çattım. “Koskoca İstanbul’da bir Araf Karahan’ın mekânı yok ya Merve? Başka yerlerde gönül eğlendirmediği ne malum? Kaldı ki siz geri zekalı mısınız? Neden tüm lise hayatınız boyunca birbirinize âşık olmadıktan sonra tam da mezuniyete birkaç ay kalmışken birbirinize vuruldunuz? Bu çok saçma.”
Derin bir nefes alıp verdi. “İçinde aşk olan her şey bir parça saçma zaten güzelim. Ne yapabilirim ki? Hem ben de ona Kaan olayının bir yalan olduğunu anlattım. Ona inat böyle bir şeye kalkıştığımdan bahsettim. Kısacası ikimizin de tek derdi birbirimizi kudurtmaktı ve bunu bir hayli güzel başardık. Şimdi oturup düşününce sorunlarımızı geride bırakabilirmişiz gibi geliyor. Hatta geldi bile. Sanırım ikinci bir şansı denemekten zarar gelmez.”
Dudaklarımı büktüm. “Kaçıncı seviye mazoşistsiniz cidden aklım ermiyor Merve. Dışarıdan görünen bu işin fazla güven vermediği.” Gözlerini kıstı. “Tıpkı Alpaslan ve sen gibi mi?” Ofladım. “Olabilir.” Durdum ve ardından devam ettim bıkkınca. “Sanırım birbirimizin saçma yürüyen ilişkilerine daha yapıcı yaklaşmanın vakti geldi. Yoksa bir adım dahi ilerleyemeyeceğiz.”
Bana katılırcasına başını salladı ve birkaç lokma daha attı ağzına. Bu sırada ben çoktan doymuştum ve telefonumdan saate bakmıştım. Neredeyse öğle yarısı olacaktı. Buraya Merve ile gelmiştim ve çıkışta Alpaslan alacaktı. Ankara’dan sonra bir daha görüşemediğimiz için beni biraz dolaştırmak niyetindeydi. Açıkçası bu hoşuma gitmişti. Her ne kadar kâğıt üstünde ona yeşil ışık yakmamış gibi gözüksem de az çok affetmiştim ve bundan rahatsız değildim. Çünkü Ankara’da biz bizeyken hiç tartışmamış olmamız bana umut vermişti. Sorunun ikimizden ziyade etrafımızdaki insanlar ve şekillenen olaylar olması içime su serpmişti.
“Lara, Kuzey dışarıda bekliyormuş. Rahatsız olmazsan yanımıza gelebilir mi? Dün ona bu saatlerde buluşabileceğimizi söyleyip adres atmıştım.”
Ağzıma bir tane ceviz atarken ‘sorun değil’ dercesine kafa hareketi yaptım. Kuzey ile bir problemim yoktu. Şehre geldiğimden beri bana bir zararı dokunmamıştı. Ancak onun aksine Bahadır ve Melih bu konuda oldukça başarılıydı. Bahadır ilk başta beni unutamadığından söz etmişti ve ardından aslında unutamadığı başka bir sevgilisi olduğu ortaya çıkmıştı. Melih ise bizzat beni kırmak için bu gerçeği acımasızca yüzüme vurmuştu. Kaldı ki kız kardeşimin erkek arkadaşı olmasına karşın bana hiç saygılı davranmıyordu. Beni insan yerine bile koyduğunu sanmıyordum ve bu gün geçtikçe asabımı bozuyordu. Canımı fazla sıkarsa gardımı kuşanmak mecburiyetinde kalacaktım.
“Tünaydın kızlar.” Kuzey’in gergin sesini işittiğimde şüpheyle başımı masadan kaldırdım. Gelen kişinin bir tek Kuzey olmadığını gördüğümde ise tüm vücudum gerginlikle kasıldı. Açıkçası Bahadır Ata’nın kahvaltı masama gelmesini beklemiyordum ve istemiyordum da. Kuzey bunu tahmin edemeyecek kadar düşüncesiz miydi?
“Sadece seni bekliyorduk?” Merve ona sorgularcasına baktığında Kuzey boğazını temizledi ve yanına kuruldu hızlıca. “Bahadır’a arabadan bir şey vermem gerekiyordu ve bu yüzden onu buraya çağırmıştım. Dışarıda verip gitmesini söyledim. Ama içeri girmek için biraz inatçı oldu ne yazık ki.” O da bundan memnun değildi. Bahadır anlaşılan emri vaki yapıyordu.
“Lara’yı bir göreyim dedim hazır bulmuşken...” Daha fazla konuşmasına izin vermedim ve sertçe sandalyeyi geriye ittirip ayağa kalktım. Çantamdan cüzdanımı çıkardım ve içinden birkaç tane iki yüzlük kâğıt para çıkarıp masaya bıraktım. “Sana iyi günler Merve. Ben gidiyorum, daha sonra telefonda konuşuruz.”
“Ne oldu nereye kaçıyorsun hemen?” Bahadır’ı duymazdan gelip omzuna çarparak yanından geçtim ve restoranın çıkışına doğru hızlıca yürümeye başladım. Bu sırada arkamdan adımı seslenerek geliyordu. Şaka mıydı bu herif? Onunla iletişim kurmak istemediğimi anlamayacak ne vardı?
Kendimi dışarı attığımda gözlerimle hızlıca etrafı taradım. Henüz Alpaslan gelmemişti ve bu şimdilik iyi sayılırdı. Arkamı döndüm ve bana yetişen Bahadır’a öfkeyle baktım. “Neden peşimden geliyorsun Bahadır? Seninle bir şey konuşmak istemiyorum.” Bana kaşlarını çatarak baktı. “Hem suçlusun hem de güçlü. Genç bir kızın bileklerini kestirirken daha cesur gözüküyordun.” Gözlerimi kıstım. “Sen kimsin de bana hesap soruyorsun ya? Aptal aptal peşimde dolanırsan ben de senin canını sıkarım! Ya senin ya da senin değer verdiğin birinin! Kaldı ki kıza ölümcül bir şey yaptırmadım, Araf’ın oradan evinin yakın olduğunu ve senin de ona zamanında yetişeceğini hesapladığımı adın gibi biliyorsun! Sadece beni kötü göstermek hoşuna gidiyor!”
Sinirle güldü. “Kendini sürekli haklı çıkarmaya çalışmaktan vazgeç Lara! Bir kez olsun hatanı kabul et! Ben o kıza değer veriyorum ama ondan öncesinde seni de ne kadar sevdiğimi biliyordun! Merhametsiz bir şekilde benimle olan iletişimini kestiğini sana yılbaşında salak gibi oturup anlatırken oldukça dürüsttüm! Ama sen yine olaya haklı olduğun küçük kısımdan bakarak yaklaşıyorsun! Lan, Alpaslan benim düşmanım! Ona yaklaştığın zaman sadece eski bir sevgili öfkesi yoktu içimde! Aynı zamanda çocukluk arkadaşımın nasıl bir kötülüğe bulaştığını da görmek mahvetmişti! Bunun için seni korumak istedim hep! Ama sen buna yanaşmadın ve yanaşmadığın gibi bir de beni karşına aldın. Sevdiğim kıza dokundun ve aptal gibi bu karşılıksız kalır sanıyorsun. Söylesene karşında korkak birisi mi duruyor sence?”
Tam cevap verecektim ki araya giren bariton ses tüm algımı yerle bir etti. “Aptal cesareti olan birisinin durduğu kesin!” Korktuğum başıma gelirken iç çektim ve buraya doğru yürüyen Alpaslan’a baygınca baktım. “Lütfen olay çıkarma.” Bana kısa bir bakış attıktan sonra yanımda durdu ve Bahadır’a sakince baktı. “Daha ne kadar sabrımı sınayabilirsin acaba Ata? Acaba seni daha kaç kez bu kıza diklenirken bulacağım? Okulda, dışarıda... Daha neresi kaldı? Herhalde bir ara da babasının evinde yapmaya çalışacaksın ama ne yazık ki o kadar göte sahip olduğun konusunda tereddüt içerisindeyim biraz.”
Sakin hali ortamı daha da gererken Bahadır ona sinirle baktı. “Boktan tereddütlerin umurumda değil Kıraç.” Alp, onun aksine sırıttı. “Ama senin bu piç hallerin benim çok umurumda. Kız arkadaşıma ‘çocukluk arkadaşı’ kisvesi altında biraz daha yanaşmaya devam edersen seni ciddi anlamda boğazlamak zorunda kalacağım. Dua et bugünü mahvetmek istemiyorum. Yoksa ağzına sıçmıştım.”
Sıcak eli ona kıyasla üşümüş elimi kavradığında buna engel olmadım. Ne dese haklıydı çocuk. Böyle ikimizi konuşurken görmesi bile iyi olmamıştı. Tek kelime etmezken buradan bir an önce gitmeyi umdum. Ancak Bahadır geri durmadı. “Bu büyük lafları ikinize de ödeteceğim. Boyunuzun ölçüsünü aldığım zaman tekrardan konuşacağız.”
Geriye doğru yürüyüp ardından bize arkasını dönerken saniyeler içerisinde restorana tekrardan girdi. Bu sırada arkasından bakmakla yetinmiştim. Alpaslan’a gerginlikle döndüğümde elimi tutan elini sıktım ve mırıldandım. “Cidden her şey çok spontane gelişti. Burada olacağından haberim bile yoktu. Gelir gelmez masadan ayrıldım ama peşimden geldi gıcık.”
Yutkundum. Yeşilleri kahvelerime kilitlenmişken ofladım. “Yanlış anlamadın öyle değil mi? Bak.…” Başını eğdi ve dudaklarıma küçük bir öpücük bırakarak sözümü kesti. Bu iyi bir şeydi sanırım. Geri çekildiğinde bıkkınca soludu ve boşta kalan eliyle yüzümün sağ kısmını kavradı. “Yanlış anlamadım tabi ki de Ferzan. Sadece içten içe öfke patlaması yaşıyorum, o herifi senin yanında görmek istemiyorum. Bir de böyle üstten üstten konuşuyor canımı sıkıyor piç herif. Sırf günümüz mahvolmasın diye sakin kaldım. Yoksa şimdiye karakolluk olmuştuk.”
Gözlerimi devirdim. “Bir günümüz de normal geçse şaşarım zaten.” Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı alayla. “O zaman şaşır bebeğim. Çünkü bugün normal çiftler gibi gezeceğiz.” Gözlerim hayretle büyüdü. “Bebeğim falan hayırdır? Ekstra kibarlık hizmeti de mi var bugün?” Bilmiş bakışlarıyla sırıttı. “Tabi, nezaket ve aşk sözcükleri bugün müessesemizin ikramı.” Güldüm. “Bunu sevdim, hoşuma giderse hep isterim ama.”
Restoranın önünden uzaklaşıp yürümeye başladığımızda kolunu omzuma attı ve beni kendine daha da yaklaştırdı. “Orasına bakarız.” Açık bıraktığım saçımı bir elimle düzelttim ve etrafa bakındım. Sahil yolunda yürüyorduk. “Nereye gidiyoruz şimdi?” Etrafı seyrederken sesini duydum. “Biraz ilerideki yat limanına. Orada Kerem’e ait bir yat var. Onunla ufak bir gezintiye çıkacağız. Ardından Beyoğlu’nda sevdiğim manzaralı bir teras kafe var. Galata Kulesi’ne yakın. Orada lezzetli bir hamburger menü yiyeceğiz. Ardından da muhteşem İstanbul trafiğini arabada müzik açarak seninle romantizme edecek ve seni evine bırakacağım. Nasıl plan? Kabul et, sınırlarımı gayet aştım.”
Ona gülümseyerek bakarken beni beklenti içerisinde izleyen yeşil gözlerine karşın gözlerimi kırpıştırdım ve dudaklarımı büktüm. “Cidden muhteşem bir plan Alp. Benimle takıla takıla biraz vizyon sahibi olmaya başladın. Tabi fast food ürünleri de biraz seyreltirsen beni tam kalbimden vurabilirsin. Onun dışında hayran kaldım yani.”
Gözlerini devirdi. “Ağzının tadını bilmiyorsun Lara Ferzan! Bunu evini yerleştirirken haşladığın brokolileri iştahla yemenden anlamalıydım! Her şeyi diyebilirsin ama pizza ve hamburger kültürümü ezikleyemezsin.” Güldüm ve çenemle ilerideki yatları gösterdim. “Kerem, yatıyla beni gezdireceğini biliyor mu bari? Kalpten gitmesin adam?”
“O kadar da değil.”
“Umarım.” Bu sahte endişeme neredeyse hiç takılmadı ve direkt görüşemediğimiz birkaç güne getirdi sözü. “Ankara’dan döndükten sonra bir boşluğa düşer gibi oldun mu bari? Seni aşkın zirvesine çıkardıktan sonra boşluğa düşmüş olmalısın.” Yüzümü buruşturdum. “Öyle bir şey olmadı bir kere. Osmanlı’nın yükseliş dönemini öğrenmekle cebelleşiyordum! Çözdüğüm yüzlerce matematik sorusunu da es geçmeyeyim!”
Gerçekten çok yoğun geçmişti son günlerim ve Alpaslan ile yaptığım Ankara kaçamağı düşüneceğim son şey falan olmuştu ne yazık ki. Bundan da doğrusu pişman değildim. Çünkü sınava git gide daha da az bir süre kalıyordu.
Limana giriş yaptığımızda lüks bir yatın önünde durduk ve önden Alpaslan ilerledi. Yata önce kendisini sonra da elimden tutup beni çıkarttığında kısık sesle teşekkür ettim ve ileri doğru birkaç adım attım. Bu sırada Alpaslan bana sırtını dönmüş ondan yaşça çok büyük kaptanla muhabbete girişmişti. Kısa süren muhabbetin ardından kaptan gözden kaybolurken Alpaslan tekrardan elimi tuttu ve beni yatın açık kısmındaki ön tarafına çekiştirdi. Rüzgârlı havadan ötürü saçlarım uçuşurken kendimi yerdeki minderlerden birine attım ve bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım.
“Deniz tutmuyor umarım?” Ona alayla baktım. “Bunu şimdi soruyor olman büyük bir talihsizlik ama şanslısın ki tutmuyor canım.” Gözlerini devirdi ve yanıma oturup bir bacağını ileri uzattı. Diğerini kırıp kendine çekmişti. Bense bağdaş kurmuştum.
“Bu kaçıncı tekne gezintin?” Derince soludum ve kafamı sola çevirip gözlerine baktım. “Daha önce sadece İtalya’da ve İzmir’de binme fırsatım olmuştu. Burada hiç binmedim.” Kaşlarını çattı. “Şaka yapıyorsun?” Kafamı iki yana salladım. “Yo yapmıyorum. Alpaslan, ben doğru düzgün burada yaşamadım ki. On beş yaşında İtalya’ya gittim. Ondan öncesinde zaten küçük olduğum için öyle çok şehrin altını üstünü getirmeye vakit olmadı. Ailem de çok gezen tipler olmadığı için İstanbul’da pek bir yer göremedim dürüst olmak gerekirse.” Bu açıklama içten içe canımı yakarken çaktırmamak adına yüzümü ondan zıt bir yöne çevirdim ve denizi seyretmeye başladım. Bu sırada sesini duydum.
“Desene o zaman bu saatten sonra şehirde gidilecek çok rota var.” Tekrardan ona baktım ve huzursuzca gözlerimi kıstım. “Önümüzdeki birkaç ay çok gezebileceğimi düşünmüyorum Alp. Sınava hazırlanmaya devam etmem gerek.” Omuz silkti. “Sınavdan sonra gezeriz biz de.” Yutkundum. “O zaman da tercih dönemleriyle falan uğraşacağız.” Kaşlarını çattı. “Bunun vakit geçirmeye engel olacağını düşünmüyorum. Bu işin daha üniversitesi var.”
“Üniversiteyi burada okuyacağımın bir garantisi yok ama.”
Aramıza dakikalar sonra gergin bir cümle bırakırken Alpaslan gevşekçe sırıttı. “Beni bırakıp gidecek halin yok herhalde?” Sırıtması durulurken devam etti. “Öyle değil mi?” Gözlerimi kırpıştırdım. “Yani sonuca bağlı. İyi bir sıralama yapamazsam şehir dışındaki alternatifleri değerlendirmek zorunda kalırım.”
Dudakları düz bir çizgi halini alırken tadının kaçtığını fark edebiliyordum. Ancak bu kaçınılmaz bir olaydı ve sadece birkaç ay kalmıştı. Son dakika sürprizi olmasına gerek yoktu. Bu düşüncelerimi önceden bilmesi onun yararına olurdu.
“Yani mezuna bırakmayı düşünmüyorsun bile?” Kafamı keskince aşağı yukarı salladım. “Tabi ki de düşünmüyorum Alpaslan. Zaten Aralık’ta doğduğum için bir sene geç yazılmışım okula. Bir de lisede bir yıl fazla okudum. O yüzden iki yıl kaybım var. Her şey yolunda gitse bile yirmi yaşında üniversiteye başlayacağım. Bunu bir sene daha geciktirmek asla istemiyorum.”
Tek kaşını kaldırdı. “Lisede neden bir yıl kaybın var?” Omuzlarımı düşürdüm. “İtalya’da liseler beş yıllık. O yüzden.” Aklıma gelen şeyle birlikte kaşlarımı çattım. “Sen neden yirmi yaşındasın lise sonda?” Ofladı. “Senin gibi havalı mazeretlerim yok prenses. Direkt ilkokul ve ortaokulda sınıfta kalmalarım yüzünden bu durumdayım.”
“Neden sınıfta kaldın o kadar ya?” Kısa bir an sessiz kaldı. Sanki aklında doğru cümleleri birleştirmek istermişçesine. Sonrasında yavaşça dudaklarını araladı. “Birtakım ailevi meseleler diyelim. Küçükken hayat kolay geçmedi de diyebiliriz.” Ailesi tam bir kara kutuydu ona göre. Etrafa açmak istemiyordu. Aleni olarak tek bahsettiği kişi Kerem Kıraç’tı. Onun dışında annesi ve babasıyla ilgili hiç konuşmamıştı. Başka akrabaları varsa bile bundan bahsetmiyordu.
Onu bu konuda zorlamak istemedim.
Bazen aile hakkında konuşmak gerçekten fazlasıyla zor olurdu. Kendimden biliyordum.
Yanağına ufak bir öpücük bıraktım ve konuyu değiştirerek homurdandım. “Eğer iyi bir derece yaparsam ne yazık ki seninle aynı şehirde okumak zorunda kalacağım Kıraç. Tüh, bu kahredici bir haber!” Yalandan üzülmüş gibi yaparken sırıttı ve kolunu sahilde yürürken yaptığı gibi omzuma attı. “Çok fenasın!”
Sinsice gülümsedim. “Biliyorum.”
***
“Romantik yat gezisi, fazla kalorili ve muhteşem manzaralı yemek molası, senin deyiminle romantizme edilmiş trafikte yolculuk ve en önemlisi de bana vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim. Bugün gerçekten muhteşemdi.”
Akşam sekizdi. Çoktan hava kararmıştı ve sokağı lambalar aydınlatıyordu. Arabanın içinde evimin önündeydik. İnmeden önceki veda konuşmamı yapıyordum. O da buna engel olmamıştı.
“Rica ederim. Mümkünse sık sık tekrarlayalım.” Elimi havada rastgele savuşturdum. “Nerede bizde o şans acaba?” Sırıttı. “Yoksa da yaratacağız artık.” Kafasını iki yana salladı. “Daha fazla kargaşaya tahammülüm kalmadı çünkü. Böyle sessiz sakin gayet iyiyiz.” Onayladım. “Kesinlikle.”
Normal genç çiftler gibi vakit geçirebilmek aşırı derecede keyif vermişti ve bu aslında bizim normalimiz olmalıydı. Ancak içinde bulunduğumuz hayata göre oldukça lükstü. Bugün olmasa bile bir iki gün sonra başımıza yeni belaların üşüşeceğine neredeyse emindim.
“Ee şimdi ne yapacaksın?” Omuz silktim ve arabanın kapısını açıp ona baktım. “Biraz önce amcam mesaj atmış, bana yemeğe gelecekmiş Tibet ile. Uzun zamandır vakit geçiremediğimiz için bundan dert yakınıyor gibi gözüküyor.”
Arabayı çalıştırdı ve bana doğru yaklaşıp dudağımın kenarını öpüp geri çekildi. “Güzel, bu amcanın diğer meymenetsizden daha çekilebilir olduğu kesin en azından.” Seslice güldüm. “Haklısın. Mehmet amcam daha kafa dengidir.” Yüzünü kırıştırdı. “Ya da babanın bir yan versiyonudur.” Gözlerimi devirdim ve arabadan indim. “Kendine iyi bak. Yarın okulda görüşürüz.”
Kapıyı tam örtecektim ki adımı seslendi. “Lara?” Eğildim ve arabanın içerisinden bana odaklanmış yüzüne baktım. “Ne oldu?” Dudağını büzdü ve direksiyonda parmaklarıyla ritim tuttu. “Sorunlarımızı hallettik mi biraz?” Kısık sesi bu konuda beklenti içinde olduğunu ayan beyan gösterirken yutkundum ve boğazımı temizledim. “Biraz hallettik denebilir. Yine de son gaz gitmeyelim Kıraç, fütursuz davranınca neler olduğunu ve olabileceğini ikimiz gayet iyi biliyoruz. Yaşananlardan ders çıkarmak gerek.”
Derin bir nefes aldı. “Pekâlâ, sanırım bu cevap ‘defol git’ demekten daha kibar.” İç çektim ve eğdiğim bedenimi dikleştirip bir adım geri gittim. “Dediğim gibi yarın okulda görüşürüz.”
Kapıyı örtüp binanın girişine yürürken halen gitmemişti. İçeri girmemi bekliyordu muhtemelen. Kapıyı açıp içeri girdiğimde beklediğim gibi oldu ve binanın önünden uzaklaştı. Onun gidişinin ardından ben de merdivenlere yöneldim ve hızlıca basamakları çıkmaya başladım. Nefes nefese bir şekilde kısa sürede kendimi eve attığımda teker teker ışıkları yaktım ve üzerimdeki ceketi çıkarıp portmantoya astım.
Amcamlar birazdan burada olurlardı. Açıkçası sevinmiştim. Gelirken yemeği getireceklerini söyledikleri için hiç mutfağa uğramadan doğruca yatak odama gittim ve üzerime daha rahat kıyafetler geçirdim. Ardından salona geçip klimayı açtım ve etrafın toplu olduğuna kendimi ikna edip bedenimi koltuğa bıraktım.
Bugün Bahadır mevzusunu saymazsak gerçekten müthiş bir gündü. Alpaslan Kıraç ile sadece ikimize odaklanmayı başarınca harikalar yaratabiliyorduk. Resmen tüm gününü bana ayırmıştı ve tek bir falsosu bile olmamıştı. Yat gezintisinin ardından bahsettiği Beyoğlu’ndaki yer çok güzeldi ve kocaman bir İstanbul manzarasına sahipti. Oraya sonraları da gitmek isteyeceğimden emindim.
Yine de dalgalı bir aşk denizinde pervasızca kulaç atmanın benlik olduğunu düşünmüyordum. Belki de böyle düşünmek istiyorumdur, bilemiyorum. Tek istediğim mantıklı olmak ve duygularımın kölesi olmamaktı. Günün sonunda tek başımaydım ve geri dönüşü olmayan hatalardan kaçınma peşindeydim. Ne komiktir ki, Alpaslan ile tüm yaşadıklarım bu akıllıca tavsiyelerden epey uzaktı...
Çalan kapıyla birlikte koltuktan kalktım ve dış kapıyı açmak için hareketlendim. Kapının ardından gelen konuşma sesleri gelenlerin amcam ve Tibet olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Gülümseyerek kapıyı açtım ve mırıldandım. “Hangi rüzgâr attı bakalım sizi buraya? Hem de Füsun yenge olmadan?” Cümlemin sonuna doğru gülümsemem büyürken Mehmet amcam elindeki poşetleri elime tutuşturdu ve ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. “Yeğenim ile vakit geçirmeye gelmek ne zamandan beri beklenmedik oldu?” Omuz silktim. “En son ne zaman vakit geçirdiğimizi hatırlamadığımdan beri sanırım.” Cevabıma karşın omuzlarını düşürüp ceketini çıkarırken kafasını iki yana salladı. “Dilin fazla uzun.”
Onun arkasından Tibet girerken yüzüme hararetli bir şekilde baktı. “Çok açım!” Yüzümü buruşturdum. “Sakin ol, kıtlıktan çıkmadın ya!” Üçümüz içeri geçtiğimizde odanın kenarındaki altı kişilik yemek masasının üzerine beyaz poşetleri bıraktım ve içine baktım. Lahmacun ve ayran almışlardı. Severdim.
“Lahmacun almışsınız.” Tibet başını salladı ve masanın bir kenarına ilişip bir poşeti hemen kendine çekti. “Evet, benim canım çekti. Yol üstünden alıverdik.” Lahmacunun yanında verilen ufak salata kaplarını çıkarmaya başladığında ağzını şapırdattı. “Şimdi bunları bir güzel lahmacunun arasına dökeriz...” Amcam sözünü kesti. “Abartma sen de! Altı üstü öğlenden beri bir şey yemiyorsun! Biz küçükken bütün gün ağzımıza bir şey koymadığımız olurdu!”
Tibet’in yanına oturdum ve kendi yemeğimi önümde hazırlamaya başladım. Bu sırada amcam da karşımızdaki sandalyeyi çekip oturmuştu. Saniyeler içerisinde yemeğe başladığımızda amcam ayranından bir yudum aldı ve çenesiyle beni işaret etti. “Ne yapıyorsun canım? Hayat nasıl gidiyor?”
Ağzımdaki lokmayı çiğneyip yuttum ve arkama yaslandım. “Bir şey yaptığım yok amca. İşte okul, sınav, ev falan... Öyle geçiyor günler.” Yanımda oturan Tibet’te alaylı bir gülme peyda oldu. “Ufak at da civcivler yesin. Daha iki gün önce Ankara’dan fotoğraflar paylaşıyordun, Kıraç ile attığın hikâyeyi gördüm!” Gözlerimi devirdim. “O spontane gelişen bir şeydi bir kere!”
Mehmet amcam konuşmanın arasında geçen isimle gerilirken elindeki lahmacunu önüne bıraktı ve kaşlarını çattı. “Halen o çocukla ne iş görüyorsun acaba kızım? Yanlış olduğu barizken bu neyin inadı? Baban da kaç defa uyardı üstelik.”
Dilimle dudaklarımı ıslattım ve omuz silktim. “Amca şu an kötü giden bir durum yok ortada. Gayet iyiyim.” Kafasını iki yana salladı. “Ama iki gün sonra ne olacağı belirsiz. En son ki aile yemeğinde yaptığı saygısızlık da cabası.” Bu sefer ben de kaşlarımı çattım. “Amca, kusura bakma ama çocuk durduk yere bir şey demedi. Tahrik edenler düşünsün.” Tibet araya girdi. “Hiç bana suç atma. Ben yanlış bir şey demedim.” Gözlerimi devirdim. “Kimi kastettiğimi iyi biliyorsun Tibet!”
“Bak tamam Araz amcan biraz dengesiz ve saçma konuşur. Ama o çocuk iyi birisi değil Lara. Sen sadece son birkaç aya odaklanıyorsun ama bizim onunla daha öncesine dayanan huzursuzluklarımız var. Girdiği çıktığı ortamlar tekin değil...” Ofladım. “Sanki onun dışındaki herkes tam bir melek!” İç çekti. “Bizimle kıyaslama. Biz senin aileniz, her şartta günün sonunda iyiliğini düşünürüz. Ama o ite güven olmaz.” Ellerimi birbirine çarparak silkeledim ve önümdeki boş ayran ve poşetleri toparlamaya başladım. “Amca lütfen erkek arkadaşıma hakaret etme.”
Gözlerini büyüttü. “Bir de erkek arkadaşım diyorsun? Vay be. Bak o üzer seni sonra üzülürsün. Ardından babanın eli kana bulanır.” Gözlerimi devirdim. “Sanki bulanmamış gibi.”
“Baba, biricik kuzenimin fikirlerini değiştiremeyeceğin konusunda seni uyarmıştım.” Tibet ona mırıldanırken bir yandan da lahmacununu yemekle meşguldü. Ona aldırış etmedim ve elimdeki birkaç çöpü mutfağa götürüp tekrardan salona döndüm. Bu sırada gerginlik yaratmamak için bir elimi Mehmet amcamın omzuna koydum ve sıvazladım. “Amca lütfen bozulma. Bak Alpaslan konusunu zaten babamla defalarca tartıştım. Bari seninle bozuşmayalım. Ben yanlış bir şey yapmam. Olacağını sezersem zaten engel olurum.”
İhtiyatlı sesim onu biraz yumuşatırken omzundaki elimi tuttu ve babacan bir tavırla sıktı. “Öyle bozulma demekle olmuyor kızım. Ama neyse, tadımız kaçmasın. Ben sana erken mezuniyet hediyeni vereyim.”
Tek kaşımı kaldırdım. “Hediye mi? Ne hediyesi?” Tibet sırıttı ve sandalyeye sırtını yasladı. “Hediye lafını duydu hemen nasıl gözleri açıldı bak!” Yüzümü buruşturdum ve masadaki havlu kâğıt rulosunu yüzüne fırlattım. “Kapat çeneni ve önce karnını doyur sen!”
“Al bakalım.” Uzatılan küçük siyah kutuyu elime aldığımda amcama şüpheyle baktım. “Ne bu?” Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. “Aç da kendin gör.” Ufak bir merak ve heyecanla kutuyu açtığımda gördüğüm şeyle birlikte neredeyse çığlık atacaktım.
Kutuda Mercedes logolu bir araba anahtarı vardı!
“Siz şaka yapıyorsunuz şu an!” Amcam güldü. “İnanmıyorsan balkondan aşağı bakabilirsin.” Kahkaha attım heyecanla. “Direkt yanına gitmeyi tercih ederim!” Aldığım hediyenin manyak mutluluğuyla kendimi evden dışarı attığımda üzerime bir hırka bile almayı akıl edememiştim. Merdivenleri hızlıca inerek binadan çıktığımda hemen biraz uzağımda park edilmiş olan son model siyah araba ile gözlerim fal taşı gibi açıldı. Koşarcasına arabanın yanına gittim ve anahtarla kilidini açtım. Kapısını aralayıp direksiyonun başına geçtiğimde balkondan Tibet’in sesini duydum. “İmdat, birileri sonradan görme gibi davranıyor!”
Başımı arabadan çıkardım ve yukarıya bağırdım. “Kıskanma!” Heyecanla arabanın ışığını açıp içeriyi incelemeye başladığımda direksiyonun üzerinde elimi gezdirdim. Bu gerçekten oldukça büyük bir mezuniyet hediyesiydi ve amcama çok teşekkür etmem gerekecekti.
Merhaba!!!
Sonunda tatlış bir yeni bölümle yeniden birlikteyiz!
Bugünün özel bir anlamı var! Bugün hikayemizin 4.yıl dönümü!!! Nice senelere diyelim!
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi doğrudan yorumlarda belirtin! Mehmet amca ve Tibet hakkında da yorumlarınızı bekliyorum!
Alpaslan'ın karakter gelişimi de konuşulmaya değer bence, onu da mümkünse konuşalım!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.39k Okunma |
2.4k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |