46. Bölüm
Ece Asena / 11 SERİSİ / KÜL (42) Solmuş Güller

KÜL (42) Solmuş Güller

Ece Asena
_ece_asena_

Satır içi yorumlarda buluşalımm!<3

 

Bir kâbusun içinde olduğumu bilerek bilinçli bir şekilde rüyada kalmak belki de en sancılı alışkanlıklarımdan birisiydi. Uyanmak için can atıp uyanamazdım ve bu saniyeler süren şey saatlerce devam eden bir işkenceden farksız olurdu...

Evimdeydim.

Çocukluğumun geçtiği evde.

Burası oldukça yıllanmış eski bir virane olmalıyken oldukça temiz ve şatafatlıydı. Bu da her zamanki gibi beni içine sürükleyen bir kâbusun en belirgin emaresiydi.

Ve işin en büyük trajedisi benim bütün kabuslarımın mekânı bu evdi. Travmatik bir şekilde bilinçaltımda korkulu rüyalarımın başını hep bu ev çekiyordu...

Evin üst katındaki koridordaydım. Üzerimde beyaz bir elbise vardı. On birinci yaş günümde giydiğim elbiseydi ve bu elbise rüyalarımın sonunda genellikle hep kırmızıya bulanırdı. Zamanla tepkimin azalacağını düşünsem de işler hiç umduğum gibi ilerlemiyor ve ben her seferinde bundan büyük bir dehşet içerisinde kaçmaya çalışıyordum.

Bir kâbusun içindeydim. Bunun farkındaydım ve daha öncesinde de benzer rüyaları görüp durmuştum. İşin üzücü kısmı ben hep aynı dehşeti yaşıyordum. Zamanla acıya alışmak yerine acıyı zihnimin ücra köşelerinde dönüp duran bir filme çevirmiştim...

Koridorun sessizliğine ayak uydurarak ben de sessizce ilerlerken bir yandan da duvarda asılı olan tablolara göz gezdiriyordum. Normalde tablolarla eşit boyda olmam gerekiyordu. Ama onlardan daha alçaktaydım. Rüyamda genelde on dokuz yaşında olmadığım için boyum da bir o kadar kısa olurdu. On bir yaşındaki gibi...

Önünden geçtiğim odadan cam kırılma sesi geldiğinde duraksadım ve kapıyı hafifçe aralayıp içeri baktım. Yerde bir viski şişesi parçalanmış halde duruyordu ve sırtıyla göz göze geldiğim bir adam elindeki başka bir şişeden yudumlayarak pencereden dışarıya bakıyordu.

Babam rutin alkol krizlerinden birine girmişti öyle değil mi?

Burası bir çalışma odasıydı ve ondan başka kimse yoktu. Çünkü böyle zamanlarda yanına kimseyi yanaştırmazdı. Bir defasında yanlışlıkla Lena’nın yakınına bardak fırlattığı için birine zarar vermekten tedirgin olmuş ve kendini ücra köşelere çeker olmuştu. Kendimi kapıdan uzaklaştırırken duygusuz bir şekilde gülümsedim. O zamanlar bazı şeyleri anlayacak kadar büyük değildim. Ancak sonraları yüzüme çarpan bir gerçek vardı: Babam Lena için kendini düzeltmişti. Onun biricik kızı sadece oydu. Yıllar sonra tekrardan aleni bir şekilde birlikte olduğu kadına muhtemelen benim annemden daha çok aşıktı ve bu da üç kızından hangisine daha fazla düşkün olduğunu ayan beyan ortaya dökerdi.

Odanın önünden hızlıca ayrılırken adımlarım beni aşağıya uzanan merdivenlerin olduğu tarafa yöneltti. Koridoru henüz yarılamıştım ki başka bir odadan kavga sesleri gelmeye başladı. Yatak odasından geliyordu.

“Uras, bana kızımın yerini söyleyeceksin!”

Annemin defalarca bulmak için kendini kaybettiği kızı Kayla... Onun için babamla sayısız kez temaslı kavga etmişti. Neyse ki babam bir alkolik olmanın yanında şiddet faili değildi. Ona hiç el kaldırmamıştı. Yine de yaptıkları fiziksel şiddetten daha ağırdı. Ona bir kızını gösterirken diğerinden koparmıştı.

“İstediğin kadar bağır, istediğin kadar uğraş! Onu hiç göremeyeceksin biliyor musun? Sana asla anne demeyecek!” Babamın ukalaca yükselen ses tonu içimi ürpertti. Herkesin elbette korkulacak bir yanı olurdu. Babamınsa rahatlığından korkmak gerekirdi.

Bu evde çok kez sesler yükselirdi. Lena için, Kayla için ya da başka şeyler için... Yutkundum ve ellerimi elbisenin eteklerine sürttüm.

Benim için hiç kavga edilmezdi. Ben çözülmek istenen bir olay, alınmak istenen bir pırlanta ya da paylaşılamayan bir çocuk olmamıştım. Ben kenarda duran başıboş bir sorun ve paylaşılmak istenmeyen bir kız çocuğuydum sadece. Bu anımsadığım his, rüyada bile ağrımaya başladığını hissettiğim boğazımı paramparça etti.

Merdivenlerin başına geldiğimde aşağıya doğru hızlıca inmeye başladım. İstemsizce önüme bakarak hareket ediyordum. Bunun da bir anlamı vardı ne yazık ki. Gerçekten de yaş günümde merdivenleri ayaklarıma bakarak inmiştim. Annem odadan ne olursa olsun çıkma demişti. Ben de çıkmıştım.

“Bıktım artık senden!” Annemin sesi kulaklarıma dolarken babamın devamını getirdi. “Ne oldu? Ona mı gideceksin!”

Olduğum yere yığıldım ve oturdum. Annemle babam kavga ediyordu yine ve yine babam sarhoştu. Aralarındaki kavga hız kesmeden devam ederken iş babamın ona silah çekmesine kadar yükseldi. Annem sinirden delirmiş bir şekilde bağırırken gözlerimi sımsıkı kapattım ve “Anne!” diye bağırdım. Gözlerimi açtığımda bana korkmuş bir şekilde baktı. Bunu görmemi istemiyormuş gibi.

Aniden bir silah sesi kulaklarımı delip geçtiğinde oturduğum yerde sıçradım ve hızlıca ayağa kalktım. Henüz merdiven basamaklarından kurtulmam için beş altı adım daha atmam gerekiyordu. Gözlerimi kırpıştırarak ileriye bakarken bakışlarım anneme kilitlendi. Donuk yüzü bana bakıp kırışırken ağzından ufak bir fısıltı çıktı. “Hayır...” Ağlamaklı bir hale bürünüp devam etti. “Burada olmamalısın.”

“Anne?” Ona sorgu dolu bir şekilde baktığımda iki eli göğüs kafesinin tam orta yerindeydi. Bakışlarım oraya kayamadan bana sırtını döndü ve kendini ayakta tutamadan yere çöktüğünde bana bakmadan bağırmaya çalıştı. “Çabuk odana git!” Sesi pürüzlü ve her zamanki baskınlığını kaybetmiş bir şekilde çıkıyordu. Bunun anlamını küçükken bilmiyordum. Ancak şimdi bir rüyada olduğum için saniyesi saniyesine her şeyin farkındaydım.

Annem ölüyordu... Fiziken... Yıllar sonra da ruhen içimde öldüreceğimi bilmeden...

Babama baktım. Elinde bir silah vardı ve onu sımsıkı tutuyordu. Annemi vurmuştu. Kalbinin hemen biraz sağından. Sonraları çok düşünmüştüm. Neden tam kalbinden değil de biraz sağından? Sarhoştu ve rastgele vurdu diye geçiştirdim.

“Baba?” Basamakları yavaş yavaş inerken ellerimin titrediğini hissettim. Üstelik üşümüştü de. Sonraları üşüme hissimi psikolojik olarak kaybedeceğimi bilmeden...

Annem yanına yaklaştığım sırada önüme yığıldı. Bu ağzımdan acı dolu bir çığlığın dökülmesine neden olurken kanlar içinde kalan gövdesine gitti gözlerim. Yere çöküp başını kucağıma bıraktığımda tekrardan ona seslendim. “Anne!”

Çoktan gözleri kapanmıştı.

Babama baktım. “Baba bir şey yap! Annem gözlerini açmıyor!” Delirmiş gibi ağlamaya başladım. “Baba annem neden gözlerini açmıyor!” Ellerime ve elbiseme kan bulaşırken bunu umursamadan kurşun yarasının olduğu yere tampon yapmaya çalıştım. Ama fayda etmedi. Babamsa şoka girmişti. Silah elinden düşüp yeri boylarken dizlerinin üzerine çöktü ve annemi izlemeye başladı. Çok kızmıştım ona bir şey yapmadığı için. Ama o aslında bir şeyler yapmak adına vakit kalmadığı için çaresizce yere yığılmıştı.

“Baba bir şey yap!” Ona kriz geçirircesine bağırırken birden gözleri beni buldu. Ama öfkeli bir şekilde. Neden öyle bakıyordu ki? Bu saçmaydı. Bana öfkeli bakmayacaktı. Yavaşça kalkacak ve sonra da beni annemden sarılarak uzaklaştıracaktı. Ama öyle olmadı. Hızlıca kalktı ve beni kollarımdan tutarak kendisi gibi kaldırdı.

“Sen bir yalancısın!” Gözlerimi kırpıştırdım. “Ne saçmalıyorsun sen?” Beni duymazdan geldi. “Sen bir yalancısın ve bedelini ödeyeceksin!” İstemsizce gözlerimden yaşlarken akarken beni sertçe arkaya savurdu. Yere dizlerimin üzerine düşerken görüş açımı kaplayan dağılmış saçlarımı yüzümün önünden çektim. Bu sırada hemen biraz ötemdeki solmuş gül buketini fark ettim. Biraz bulanıktı ancak ayırt edebiliyordum.

On bir adet solmuş beyaz gül... Peki neden?

Bedenimdeki güç çekilirken kollarımda derman kalmadı ve kendimi yere bıraktım. Birden canımın acımasıyla irkilirken kulağıma ısrarla çalan kapı zili sesi dolmaya başladı. Gözlerimi bir hışımla olabildiğince açarken boğazımdaki kuruluk yüzünden öksürdüm ve çenemin kenarına hafifçe sızmış salyamı elimin tersiyle sildim.

Okul çıkışı eve gelmiş ve bilgisayardan matematik hocamla blok ders yapmıştım. Onun verdiği ağır yorgunlukla da koltukta derin bir uykuya dalmıştım. Ardından da koltuktan yuvarlanıp yere düşmüştüm! Uyuyalı birkaç saat olmalıydı ki hava kararmıştı ve kapım çalıyordu. Kahretsin! Çocuklar gelmiş olmalıydı! Üzerimdeki ağır depresif hali atmaya çalışırken onları bekletmemek adına kapıya koşturdum ve hızlıca kapıyı açtım. Tahmin ettiğim gibi karşımda davet ettiğim dört kişiyi bulurken yutkunup geri çekildim. Yüzümü ovalarken mırıldandım. “Hoş geldiniz.”

Kaan en öndeydi. Arkasında ise Alpaslan ve Asrın vardı. En arkada ise kollarını göğsünde birleştirmiş bir halde Esila duruyordu. Kaan sanki ben kapıyı açana kadar gülüyormuş gibiydi. Ancak şimdi beni görmesiyle birlikte yüzü düşmüştü. Hepsinin gözleri bendeyken Alpaslan öne atıldı. “Ne oldu sana? Niye böylesin?” Gözlerimi kırpıştırdım. “Uyuyakalmışım, o yüzden biraz halsizim. Yeni uyandım. Hadi beklemeyin geçin içeri!”

Sırayla içeri girdiklerinde Kaan ışıkları açıp bana baktı. “Kızım manyak mısın niye karanlıkta oturuyorsun? Tüm ışıklar da kapalı.” Gözlerimi devirdim. “Çok konuşma! Uyuyakaldım diyorum ya!” Ofladı ve koltuğa doğru ilerledi. Asrın da onu takip ederken Esila bana durgunca baktı. “Sırf vakit geçirelim ve biraz kafam dağılsın diye geldim haberin olsun Lara.” İçimden ‘istemem yan cebime koy yapmayı bırak be!’ diye bağırasım gelse de başımı olumluca salladım ve onu da içeri şutladım. Elbette ki Asrın ile burada olduğu için heyecanlıydı. Sadece belli etmekten kaçınıyordu.

Sıra Alpaslan’a geldiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım ve ona baktım. “N’aber?” Sokak kapısını örtmüştü. Ancak ayakkabılarını daha çıkarmamıştı. Elleri arkadaydı ve bir şey tuttuğu barizdi. Göz kırptım. “Ne saklıyorsun sen arkanda?” Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Sana hiç güzellik yapmadığımı fark ettim ve elim boş gelmeyeyim dedim.” Gülümsemesini bozmazken arkasında tuttuğu şeyi aramızda tutacak şekilde önüne getirdi. “Beğendin mi?”

Hadi canım...

“On bir tane beyaz gül diyorsun?” Tek kaşımı kaldırmış bir şekilde ona bakarken aklım ışık hızıyla rüyama -daha doğrusu kabusuma- kaydı. Bu şaka mıydı cidden? Alpaslan sevinmediğimi düşünerek -kaldı ki gerçekten sevinmekten çok biraz dehşet içerisindeydim- gülümsemeyi bıraktı ve boğazını temizledi. “On bir benim uğurlu sayımdır ve beyaz gül de aynı zamanda yeni başlangıçları temsil ettiği için almak istemiştim. Hoşuna gider sanmıştım... Ne bileyim...”

Sözünü kestim ve elindeki çiçek buketini aldım. Hızlıca kendimi toparlarken konuşmaya başladım. “Senin ne haddine benim adıma bir hediyeyi beğenmediğimi iddia etmek Kıraç! Bir kere ben böyle şık ve anlamlı şeyleri severim. Üstelik daha önce hiç çiçek almamıştım baya anlamlı oldu.” Çiçeği portmantonun müsait bir kısmına bırakırken ona döndüm ve kollarımı boynuna doladım. “Çok teşekkür ederim, çok incesin ve bu incelik senden beklenmezdi doğrusu.” Sonlara doğru sesim muzipleşirken Alpaslan da güldü ve homurdandı. “Bozmasan şaşardım.” Sırıttım ve geri çekilip içeriyi işaret ettim. “Sen içeri geç hadi. Ben de bir odama gidip geleyim.”

Onu salona uğurlayıp çiçeğimle odama gittiğimde kapıyı örttüm ve sırtımı arkaya yaslayıp ofladım. “Hayret bir şey ya! Cidden hayret bir şey abi!” Rüyaların geleceğe yönelik olma durumunu fazla kurcalayanlardan değildim. Ancak bu biraz ürkütmüştü doğrusu. Rüyamda on bir adet solmuş beyaz gül görüyordum ve dakikalar sonrasında benim şekerparem (!) bana on bir adet güzeller güzeli beyaz gül hediye ediyordu. İmdat!

Yine de bunun çok ama çok romantik bir incelik olduğunu belirtmeden edemeyeceğim!

Çiçeği yatağın kenarına bırakırken hızlıca dolabımın önüne geçtim ve içinden siyah bir eşofman ve askılı atlet çıkardım. Atletin üzerine de leopar desenli bir hırka seçerken kendi kendime böbürlendim. Böyle desenli kıyafetleri kendime çok yakıştırıyordum. Tıpkı bazı ağır renkli makyajları yüzümde taşıyabildiğimi düşündüğüm gibi.

Üstümü hızlıca değiştirdikten sonra lavaboya uğrayıp yüzümü yıkadım ve dudağıma kahverengi tonlarında bir ruj sürdüm. Hırkamla uyuşmuştu. Saçlarımı da tarayıp at kuyruğu şeklinde topladıktan sonra salona doğru yürümeye başladım. Bir yandan da telefondan hızlıca pizza siparişi vermeye çalışıyordum. Kendimi koltukta oturan Alpaslan’ın yanına atacakken son anda vazgeçip koltuğun karşısındaki masada tek başına oturan Esila’nın yanına geçtim. Bir tane sandalye çekip otururken Alpaslan yayıldığı koltuktan bana seslendi. “Niye uzağa oturdun? Gelsene.” Omuz silktim. “Rahatım böyle.” Bir yandan da Esila’yı işaret ettim. Kızı hem çağırıp hem de alenen yalnız bırakacak değildim. Üstelik bu akşam burada bir barıştırma töreni gerçekleştirmek için hazır bulunuyorduk. Alpaslan gözlerimdeki parıltıların altındaki altyazıyı okuduğunda yanaklarını şişirip söndürdü ve kafasını geriye yasladı. Bakışmamıza Asrın da dahil olduğunda hafifçe gülümsedim. Bu ‘rahat ol’ demek içindi. Bana ‘öyle olsun’ der gibi baktıktan sonra Alpaslan’ın yanında duran bedenini tıpkı onun gibi geriye yasladı. Kaan ise halen ortada olmayan pizzaların derdindeydi. Bana huysuzca baktı. “Hem çağırıyorsun hem de yemekleri geciktiriyorsun Lara. Sana hiç yakıştıramadım doğrusu!” Alpaslan kaşlarını çatarak kafasını kaldırdı ve ona “Söylenmeyi bırak.” Diye homurdandı. Kaan ise onu tiye almadı. “Sen benim muhatabım değilsin.”

Aralarında soğuk rüzgarlar esiyordu öyle değil mi? Aynı ortamda bulunuyor olmaları eskisi gibi oldukları anlamına gelmiyordu. Asrın’ın ve Alpaslan’ın aşk hayatı Kaan da dahil olmak üzere üçü arasındaki bağları zedelemişti. Çünkü öncelikler değişmişti. Bunu önce Asrın başlatmış olmalıydı Alpaslan’ın dediğine göre. Sonrasındaysa Alpaslan... Benimle olan yakınlığı arttıkça işlerin rengi değişmişti ve en başında arkadaşlarına bu ilişki konusunda yalan söyleyişi güven bağını zedelemişti.

Alpaslan’ın güven ve sadakatten bahsederken aynı zamanda kendisinin de yeterli bahaneleri bulduğu zaman yalan söylemekten çekinmemesi ironik geldi. Bu beni istemsizce güldürürken Kaan sızlandı. “Şimdi de kendi kendine mi gülüyorsun?” Omuz silktim. “Ne var ya? Olamaz mı?” Onu fazla takmadım ve biraz ilerimde oturan Esila’ya baktım. “Ee nasılsın? Şaka maka en son Araf’ta bir aradaydık. Baya olmuş.”

Esila iç çekti. “İyiyim, işte dersler falan. Öyle geçiyor günler.” Sinsice gülümsedim. “Birileri var mı bari?” Asrın hızla yaslandığı yerden doğrulurken bana öfkeyle baktı. “Gerçekten benim yanımda böyle bir muhabbet mi açacaksın? Cidden soruyorum bak.” Gülümsememi bozmadan omuz silktim ve rahat bir şekilde ona duygularımı söyledim. “Yani ben bir sakınca göremiyorum, sonuçta siz ayrısınız ve bu kız hayatına devam etmeli canım.” Asrın bir anda değişen tavrımla birlikte omuzlarını düşürdü. Çöpçatanlık yapacağım konusunda ona verdiğim sözün doğru olmadığını anlamış olmalıydı. Elbette ki bir kızı kandırmasının ardından aralarını yapacak olan kişi ben değildim. Gerçekten seviyorsa kendisi bir çözüm bulmalıydı. Kendimi yormayacaktım. Amacım sadece Alpaslan’ın biraz kafasını dağıtması için arkadaşlarını aynı ortama çekmekti.

“Sen gerçekten güvenilmez bir insansın.” Şaşırmış gibi yaptım. “Hadi canım! Ciddi misin? Ben de tam bir dürüstlük abidesi olduğumu düşünürdüm!” Alpaslan ile göz göze geldiğimde omuz silktim. Bana kötü kötü bakmasına gerek yoktu hiç. “Bakma bana böyle. Yanındakini sen daha iyi tanıyorsun, bir hatası varsa kendisi düzeltsin. Üstelik buradaki tek gıcık insan benmişim gibi de davranmayın. Herkesin falsoları ortada.”

“Lara sen neyden bahsediyorsun Allah aşkına?” Esila araya girdiğinde ona baktım. “Asrın seninle barışmak istiyor hayatım ve bunun için de beni aracı kıldı. Ama ben her zamanki gibi kız gücünün yanında olduğum için seni tutuyorum!” Kaşlarını çattı. “Ama beni yine de buraya çağırdın!” Dudağımı büktüm. “Uzun zamandır vakit geçirmiyorduk, bence güzel bir fikir kabul et.” Ofladı ve ayağa kalktı. “Ben gidiyorum!” Ben de ayaklandım. “Gidemezsin. Çünkü gidersen annene aslında evde ders çalışmadığımızı, alem yaptığımızı söylerim. Bence bunu istemezsin.” Herkesin gözleri hayretle açılırken Esila şoka girdi. Kaan kendini tutamadan ağzından bir küfür savurdu. “Sen gerçekten kötülükler kraliçesisin. Öyle değilsen de olmana ramak kaldı. Bu yaptığın kıza şantaj lan! Hani kız gücünün yanındaydın!”

Kollarımı göğsümde birleştirdim ve dudaklarımı araladım. “Zaten öyle! Ama bu akşam güzel bir arkadaş ortamı istiyorum. Bunu da kimsenin ayrılığı bozsun istemiyorum. O yüzden hepiniz cici bir şekilde burada kalıyorsunuz. Hem belki cidden bir şeyleri düzeltmeyi denersin bu süre zarfında?” Son cümlemde Asrın’a baktığımda derin bir nefes aldı ve ayağa kalkıp balkona yöneldi. “Ben bir sigara içeceğim.”

Koltuğun yanındaki sürgülü cama yanaştı ve kulpu tutarak büyük cam pencereyi sağa doğru çekerek balkona çıktı. Arkasından perdeyi çekip görüş açımızdan çıktığında Esila kalktığı sandalyeye tekrar oturdu ve bana kızgınca baktı. “Birileri hiç de barışmak istiyor gibi gözükmüyor doğrusu!” Tek kaşımı kaldırdım. “Sen de çok barışmaya meraklı gibi gözükmüyordun doğrusu!” Birbirimize imalı bir halde bakarken Alpaslan araya girdi. “Şu an tek düşündüğüm büyük boy karışık pizza ve lütfen şu gerginliği bir sonlandırın.” Bakışlarını bana dikti. “Entrika çevirmeyi bırak.” Sırıttım. “Entrika göbek adım canım.”

Kaan elindeki telefonla ilgilenirken hafif koltuğa uzanmış bir pozisyondaydı. Yanına yaklaştım ve bacağını dürttüm. “Kaan sizce üçlü arkadaş grubunuz ne zaman bu küslüğü sonlandıracak?” Alpaslan ile aynı anda homurdandı. “Biz küsmedik!” Kahkaha attım ve kendimi Alpaslan’ın yanındaki boşluğa bıraktım. “Ama küsmüşsünüz işte! Birbirinize dargınsınız.” Alpaslan kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti. Başım göğsündeki yerini aldığında Alpaslan mırıldandı. “Bence fazla zorlama. Zamana bırakmak en iyisi.” Kafamı iki yana sarstım. “Öyle her şey zamana bırakılmaz.” Ben de onun gibi kısık sesle mırıldanırken bir elini saçıma attı ve tutamlarla oynamaya başladı. “Ortalığı karıştırmak deyince de sen.” Güldüm. “Tabi.”

“Neden o kadar derin uyudun? Kapıyı açtığında kötü gözüküyordun?” Aklı halen kapıyı ilk açtığım anda mıydı? Gerçekten kafasını karıştırmak ve dağıtmak zordu. Çözüme kavuşturamadığı bir nokta olduğu anda o noktaya kafayı takardı. Yutkundum. “Blok matematik ders yaptım. O yüzden yorgundum işte. Koltukta uyumuş kalmışım, uyanırken de yere kapaklandım.” Parmağına saçımı dolarken yüzünü göremiyordum. Muhtemelen durgun ve düşünceliydi. “Anladım.” Bu ‘anladım’ aslında ‘anlamadım ama şimdilik anlamış olayım bakalım’ tonunda bir ‘anladım’ idi.

Kapı çaldığında kolunun altından çıktım ve ayağa kalkıp salondan ayrıldım. Kapıyı açtığımda elinde altı kutu pizza tutan bir kurye vardı. “İyi akşamlar, bir dakika bekleteceğim.” Portmantodaki çantamdan cüzdanımı çıkarırken Alpaslan yanıma geldi ve pantolonunun arka cebine elini atarak mırıldandı. “Sen hiç çantanı karıştırma. Benden olsun bu sefer.” Kaşlarımı çattım. “Ne alaka ya? Ben çağırdım sizi.” Siyah küçük cüzdanını cebinden çıkardı ve içindeki banka kartını parmaklarının arasına sıkıştırdı. “Çünkü iş pizza olunca biz çocuklarla hayvan gibi yiyoruz canım ve kaç kutuluk pizza parasını sana kilitlemek istemiyorum.” İtiraz edeceğim sırada üsteledi. “Sen bana daha sonra pizza olmayan başka bir şey ısmarlarsın.” Pes edip çantamı tekrar askıya astım ve kapıya yanaştım. Alpaslan’ın bazı hareketleri çok inceydi ve dışarıdan bakan birisi asla anlayamazdı. Çünkü bu hareketleri başkalarına sergilemiyordu.

O ödemeyi yapıp pizza kutularını içeriye götürürken ben de içecek poşetini elime aldım ve kuryeyi uğurlayıp kapıyı örttüm. Alpaslan masaya kutuları bırakırken içecek poşetini salonun girişinden ona uzattım ve ardından bardak almak için mutfağa yöneldim. Bu esnada Esila arkamdan geldi ve kolumdan tutup beni kendine çevirdi. “Lara niye böyle yapıyorsun?” Gözlerimi kıstım ve kolumu elinden kurtardım. “Ne yapıyormuşum ben?” Gözlerini devirdi. “Beni Asrın ile aynı ortama sokmanı diyorum. Hiç oldu mu şimdi? Ortamdaki gerginliği hissetmemek olanaksız.” Omuzlarımı düşürdüm bıkkınlıkla ve ona arkamı dönüp bardakların olduğu kapağı açtım. Bardakları teker teker tezgâha indirirken mırıldandım. “Barışın işte kızım, çocuk gerçekten seni seviyor.” Arkamdan homurdanışını işittim. “O yüzden bana yalanlar sıraladı değil mi?” Beşinci bardağı da dolaptan aldıktan sonra kapağı örttüm ve Esila’ya baktım. Konuşmadan önce sol elimle burnumun ucunu kaşıdım.

“Romantik ilişkiler bence çok karmaşık şeyler ve bazen yalana bulaşmak imkânsız değil. Önemli olan gerçekten sevip sevmediğin ve görüyorum ki Asrın seni seviyor Esila. Geçmişte ne olup bittiğinin bir önemi yok. Önemli olan şu an ikinizin de sağlıklı bir şekilde burada olmanız. Henüz çok küçük yaştayız, belki de hayatımıza daha onlarca kişi girecek. Ama önemli olan şu an kızım. Akışa bırak biraz. Bir hatası olursa o kaybeder. Affetmekse senin erdemin olarak anılır.”

Dediklerimi sessizce dinledikten sonra elini saçlarının arasından geçirdi. “Bilmiyorum, ona karşı olan tüm güvenimi yerle bir etti. Onun her zaman takıldığı arkadaşlarından daha farklı biri olduğuna inandırmıştım kendimi. Ama zaman ve yaşananlar gösterdi ki o da aynı halttan ibaretmiş.”

Yutkundum. “Asrın olgun birisi bence. Mesela Alpaslan daha fevridir, Kaan daha fırlamadır. Ama Asrın nerede ne yapması gerektiğini bilen birisi. Bence halen haklısın. O diğerlerinden farklı ve seninle de gayet iyi.” Kısa bir an durdum ve devam ettim. “Onu savunmam asla onun tarafında olduğum anlamına gelmez. Seni bazı çıkarlar adına ilk tanıştığınızda kandırmış olması çok kırıcıydı. Ama gerçekten sevmiş olması bazı şeyleri onarabilirsiniz demek oluyor.” Gülümsedim. “Ve o da bu yüzden burada. Her ne kadar çok belli etmese de. Bugün okulda ona senin de buraya geleceğini söylediğimde gözlerindeki parıltıyı görsen anlardın.”

Birbirimize düşünceli bir şekilde bakarken Alpaslan bulunduğumuz küçük mutfağıma girdi. “Burada dedikodu yapmak yerine artık masaya mı gelseniz? Çünkü açız.” Erkekler neden yemek konusunda bu kadar sabırsızdı ki? Kafamı iki yana salladım ve bardaklardan üçünü elime alıp yanlarından geçtim. “Kalan bardakları alıp gelin.”

Hepimiz masaya oturup önümüze bir kutu çekerken Esila söylendi. “Ben bunun hepsini bitiremem.” Ona katıldım. “Ben de bitiremem. Çok şişkinlik yapar bu.” Alpaslan bir dilimi çoktan bitirmek üzereyken omuz silkti. “Ben bitiririm sizin yerinize.” Sırıttım. “Kahramanım benim!” Birbirimize kaçamak bakışlar atarak önümüze döndüğümüzde Kaan bardağındaki kolasından birkaç yudum aldı ve ciddi bir şey diyecekmiş gibi arkasına yaslandı bize bakıp. Eliyle Alpaslan’ı ve beni işaret etti. “Şimdi siz gerçekten birlikte misiniz? Yoksa bu da ucuz numaralarınızdan biri mi? Öyleyse söyleyin de bilelim.”

Alpaslan ağzındaki lokmayı yuttu ve ona gergince baktı. “Gayet gerçek ve bu şu an bu masaya meze edilmesi gereken bir konu değil.” Kaan sahte bir şekilde sırıttı. “Öyle mi? Pardon saygı değer Kıraç hazretleri, saygısızlık ettiysem af ola.” Alpaslan bir şey diyecekti ki Asrın ve Esila’ya döndü. “Ya siz? Şu depresif ve sancılı ayrılık sürecini atlatıp sıkıcı ilişkinize tekrar devam etme kararınızı alabildiniz mi? Yoksa halen güven problemlerinizi aşamadınız mı? Mevcut durumunuzu söyleyin de bilelim.”

“Sen neden üzerine vazife olmayan işlere karışıyorsun ki?” Esila bu ukalaca tavra bozulmuş bir halde homurdanırken Kaan omuz silkti. “Bilmem.” Onu ve beni gösterdi çenesiyle. “En yakın arkadaşlarımı benden çaldığınız için olabilir mi?” Elimdeki dilimi bıraktım ve gözlerimi büyüttüm. “Yok artık, abart Kaan!” Asrın da dahil olmadan duramadı ve ona döndü. “Dalga mı geçiyorsun şu an?” Alpaslan bu cümlenin üzerine bir şey demeye lüzum bile görmezken Kaan gayet rahat bir şekilde kafasını iki yana salladı.

“Dalga geçtiğim falan yok benim. Gayet de ciddiyim.” Asrın’a bakarken birden Alpaslan’a döndü. “Hikâyenin en başında kimin kime ne için yaklaştığını gayet de net bir şekilde belirlemiştik diye hatırlıyorum. Ben Merve’ye, Asrın ise Esila’ya yanaşacaktı. Amaç Bahadırlardan bilgi akışı sağlamaktı. Tüm plan buydu! Ama ne oldu abi? Asrın gerçekten Esila’yı sevmeye başladı...”

Asrın birden sözünü kesti. “O ağzını bir tarafına sokmadan sussan iyi olur. Çünkü ben bu mevzudan önce Esila ile görüşmeye başlamıştım. Ufak bilgi akışı konusu tamamen sonradan çıkmıştı. Olayları yanlış lanse etme!” Kaan yüzünü buruşturdu. “Bu detay umurumda bile değil. Sonuç olarak kimseye bağlanmak ve takılmak yoktu. Ama sen bunu önemsemedin ve bu kızı hayatımıza soktun.” Alpaslan’a döndü. “Sense senden asla beklenmeyecek bir şekilde Uras Ferzan’ın kızıyla görüşmeye başladın. Tamam bizden gizledin yalan bir ilişki olduğunu. Ama sonradan bunu gerçeğe dökmen tamamen aptallıktı. Şimdi ikiniz de başka insanlara dönüştünüz ve bu beni uyuz ediyor!”

Nefes nefese kaldığında masa sessizleşti. Kaan önündeki kutudan bir dilim daha alırken homurdanmaya devam etti. “Sorun bir kendinize, en son ne zaman konsere gittik? En son ne zaman üçümüz rahatça bir yerlere içmeye gidebildik? En son ne zaman sadece üçümüzün olduğu bir ev takılması yapabildik? En son ne zaman kim ne düşünür biri yanlış anlar diye düşünmeden hareket edebildik?” Durgunlaştı ve ardından da elindeki dilimi kutuya attı fütursuzca. “Kabul edin, problem bu. Siz kafayı ‘kızlar ne der’ düşüncesine taktınız ve bu yüzden bizim arkadaş ortamımızın içine sıçıldı. Durum bundan ibaret. Kabul etseniz yine bir şeyleri toparlayacağız. Ama yok.” Ayağa kalktı ve eline pizza kutusuyla bardağını aldı. “Şimdi balkona gidiyorum, tüm bu rezilliklerinizi çözün ve ardından balkona benden özür dilemeye gelin.”

Onun balkona gidişini ağzımız açık bir şekilde seyrederken düşünceli bir şekilde konuştum. “Kendi problemlerimize dalmışken grubun en neşeli çocuğunu unutmuşuz.” Alpaslan gözlerini kırpıştırdı ve arkasına yaslandı. “İştahımı kaçırdı şerefsiz ve şu an da bunun mutluluğuyla balkonda pizzayı yuttuğuna o kadar eminim ki.” Asrın iç çekti. “Baştan sona saçmalıyor. Ama haklılık payı var. Arkadaş grubumuzun arasına çok soğukluk koyduk.” Esila ve bana baktı. “Üç kişilik kendi yakın grubumuzdan bahsediyorum, üzerinize alınmayın.” Alpaslan başını sallayarak onu onaylarken kaşlarımı çatarak ona baktım. “Şu kızlara yanaşıp bilgi çekme olayı tam olarak ne?” Ofladı rahatsızca. “Oldukça salakça bir şeydi ve bu kadar büyüyeceğini bilsem asla bulaşmazdık. Tamamen olay Bahadır cephesinden bir şeyler öğrenebilmekti. Bu yüzden Asrın ve Kaan kızlara yanaşmıştı farklı zamanlarda.” Tek kaşımı kaldırdım. “Peki sen neden plana dahil olmadın? Sen de Lena’ya yaklaşabilirdin?” Bu cümlenin üzerimde bıraktığı rahatsız edici his midemi bulandırırken Alpaslan’dan cevap gecikmedi.

“Seni beklemekle meşguldüm. Lena ilgimi çekmiyordu ve açıkçası çok da kurcalanmaya değer bir tarafı yoktu.” Yutkundum. “Beni mi bekliyordun?” Gülümsedi. “Herkes Uras Ferzan’ın yurt dışında okuyan bir kızı olduğunu bilirdi. Ben de merak eder ve geleceğin günü beklerdim. Yanlış anlama, tamamen salça olabilmek içindi.” Kafamı iki yana sallayarak sırıttım. “Peki Kayla’dan da haberin olsaydı hangimize salça olmayı seçerdin?” Dudaklarını birbirine bastırdı. “Buna net bir cevap veremem. Rastgele seçerdim sanırım.”

“Pardon da Kayla kim?” Esila’nın sorusuna karşın ona baktım. “Sence Kayla kim, kız kardeşimin biricik en yakın arkadaşı?” Bilmeme gibi bir ihtimali yoktu. Lena ile yakındı. Her şeyi biliyor olmalıydı. Omuzlarını düşürdü ve arkasına yaslandı. “Pot kırmamak için bilmeze yattım, kızma.” Gözlerimi devirmiştim ki Asrın araya girdi. “Ben gerçekten bilmiyorum yalnız.” İç çektim. “İkiz kız kardeşim. Bizden uzakta büyümek zorunda kaldı. Şu anda Ankara’da.” Alpaslan ekleme yaptı. “Tesadüfen Alper ile aynı apartmanda karşılıklı dairelerde oturuyor hem de.” Asrın yüzünü kırıştırdı. “Cidden enteresan.”

Susmuştuk ki aklıma takılan bir konuyla birlikte Alpaslan ile Asrın’a odaklandım. “Bu Kaan Merve’den hoşlanmıyordur değil mi?” İkisi duydukları soru karşısında alayla baktılar bana. Alpaslan arkadaşına asla toz kondurmayan bir tavırla “Asla.” Dedi. Omuz silktim. “Asla deme şimdi.” Kaşlarını kaldırıp indirdi. “Mümkün değil.” Asrın da onu onayladı. “Öyle bir şey yapmaz. Çünkü Kaan uzun süren duygusal şeyleri sevmez. O güler, takılır ve sonra da sıkılır. Bu nedenle Merve’ye yan gözle bakmamıştır. Daha doğrusu ondan hoşlanmamıştır. Yan gözle bakmış olabilir.”

Esila tek kaşını kaldırdı. “Hoşlansa ne olur ki?” Öksürdüm ve boğazımı temizledim hafifçe. “Her ilişki sen ve Asrın gibi olmuyor canım benim. Bir kere Merve tamamen farkındaydı olayın ve en ufak bir samimiyet de duymadı Kaan’a.”

“Nasıl farkındaydı?” Alpaslan’a baktım ve omuz silktim. “Çok uzun hikâye ve karmaşık. Sonra bir ara bahsederim.” Burnumu çektim ve devam ettim. “Hem zaten Merve Kuzey ile barıştı. Yani Kaan’dan yana bir sıkıntı olmasın ona göre.” Üçü de şaşırırken Alpaslan göz kırptı ‘hayırdır’ dercesine. “Bir barıştılar diyordun da pek ciddiye almamıştım ben onu. Harbiden mi barıştılar? Kuzey iti kızı aldatıyor diye duymuştum. Hem de Araf’ta.” Esila da onayladı. “Evet, bunu Merve kendi ağzıyla anlatıyordu Lara. Aldatma olayının üstüne ciddi ciddi onu affetti mi?” Başımı iki yana salladım. “O iş biraz karışık. Aslında aldatma falan yokmuş. İkisinin arasında birtakım olaylar var işte. Bizi ilgilendirmez. Sadece aldatmanın olmadığını bilin yeter.”

Alpaslan ben devam etmeden araya girdi. “Nasıl bu kadar eminsin?” Arkama yaslandım ve bardağımdaki kolayı bitirdim. “Araf kefil oluyor. Mekânında öyle bir şey olmamış.” Alp, sırıtarak bana baktı. “Arada onu arayıp beni de yokluyor musun bari?” Komik bir şey demiş gibi güldüm. “Buna gerek duymuyorum hayatım. Çünkü kuzenimin mekânında beni aldatman için yürek yemiş olman lazım.” Tek kaşımı kaldırdım. “Hem ben niye senden şüphe duyayım ki?” Doğruldu ve yanlış anlamamam için hafif bir tedirginlikle baktı gözlerime. “Hayır ondan demedim, sadece takılıyorum.” Ayağa kalktım ve pizza kutusunun kapağını örttüm. “Takıldığın konulara biraz dikkat et o zaman, aynı şeyi ben sana yapsam kıyameti kopartırsın.”

Elimi tuttu ve kaşlarını çattı. “Şaka yaptım sadece, yapmam bir daha.” Elimi çektim. “Yapma bir daha.” Göz kontağımızı kestim ve yanımızdaki çifte döndüm. “Siz de Allah aşkına bir kendinize gelin. Güzelce konuşun. Bakın bugün burada kalıyorsunuz zaten. Kendinizi anlayın, öpüşün, koklaşın ama halledin şu gerginliği. Ondan sonra da artık bir hata olursa herkes yoluna bakar. Okey?” Esila’ya baktım özellikle. “Tamam mı?” Bana tepki vermeden baktı ve ardından biraz bekleyip Asrın’a baktı. “Varsa bir diyeceğin söyle.” Asrın boğazını temizledi ve başını hafifçe yana eğdi. “Burada mı konuşalım? Ne yani balkonda pizza zıkkımlanan Kaan salağının yanında mı konuşalım?” Elimle koridoru işaret ettim. “Odama gidebilirsiniz.”

İkisi kalkıp salondan çıktığında derin bir nefes aldım ve Alpaslan’a döndüm. “Süper, onlar sorunlarını hallediyorlar. Sen de çocuklarla arayı toparlarsın aranız düzelmeyecek gibi değil.” Ona durgunca bakarken bana rahatsızca baktı. “Ama seninle aram açıldı şu an.” Kafamı iki yana salladım. “Yok öyle bir şey. Sadece konuşmalarına dikkat et. Bana öyle mekanlarla falan ima yaparak gelme. Hoş değil.” Sesim kısık çıkarken Alpaslan ayağa kalktı ve bana bakmadan masayı toparlamaya başladı. Ben de ona yardım ettim. İkimiz çöplerle ve bardaklarla mutfağa geçtiğimizde bardakları makineye dizmek yerine lavabonun içine bıraktım. Ardından Alpaslan’a bakmadan bulaşık süngerine deterjan döküp bardakları köpüklemeye başladım.

“Beni odada bir kızla gördüğün gün, bir ortamda senden başka bir kızla bulunduğum son gündü.”

Kurduğu cümle bir anlığına durmamı sağlasa da ona bakmadım. O da ona bakmam için zorlamadı beni. Ancak devam etti. Sanki bunu uzun zamandır yapmayı istiyormuş gibi.

“Her ne kadar bana bazı şeyleri sormaya çekinsen de ben farkındayım. Araf’ta bir odam oluşu; alkol, sigara ve özellikle de uyuşturucu durumları sana dert oluyor içten içe. İnsanlardan da duydukların cabası...”

Bardakları köpükledikten sonra durulamaya geçmiştim ki Alpaslan bana biraz daha yanaştı. “Esasen sigara ve alkol bağımlılığım yok. Asıl problemim uyuşturucuylaydı. Zamanında madde etkisindeyken birkaç kavgaya bulaştığım için söylentiler aldı başını gitti. Ama ben düzenli olarak Kasım ayından beri ilaç tedavisi yürütüyorum. Arada ufak kaçamaklarım olsa da büyük bir yol kat ettim ve kullandığım ilaçlardan ötürü alkolü de mesela baya azalttım. Sigara zaten gördüğün gibi. Kız olayıysa tamamen bitti. Sen varsın sadece.”

İşim bitince suyu kapattım ve ellerimi kurulayıp ona döndüm. Anlattıkları oldukça yapıcı olmaya yönelikti. Yine de zorunda bırakmak niyetinde değildim. “Bana açıklama yapmak zorunda değilsin, ne de olsa öncelikle senin hayatın.” Onun hayatıydı. Ama esasen benim İstanbul’a gelişimden yaklaşık bir ay öncesinde tedaviye başlamış oluşu şaşırtıcıydı. Çünkü daha sorumsuz bir imaj sergilediği kesindi. İflah olmaz bir insandı. Ancak ilerleme kaydettiği yanları vardı. Bunu da sadece benim için değil aynı zamanda kendisi için de yapıyordu.

“Hayır açıklamam gerek. Çünkü birisi sana benim hakkımda kötü şeyler zırvaladığı zaman bunalmanı istemiyorum. Benim nasıl birisi olduğumun farkında ol istiyorum. Birisi sana benim bir bağımlı ve keş olduğumdan bahsettiği zaman aslında öyle birisi olmadığımı anla istiyorum.”

Elini yüzüme uzattı ve saçımın bir kısmını kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Aklında benimle ilgili soru işaretleri olsun istemiyorum. Tamam masum birisi değilim, bir melek de değilim. Öfkeliyim, yer yer kavgacı ve kırıcıyım. Ama geçmişte yaşadıklarımızdaki gibi birisi de olmadığımı anla istiyorum.”

O kadar güzel konuşuyordu ki... Onun ilk başta zekasına, sonra tipine ardındansa her şeyine ayrı ayrı âşık olmuştum. Şimdi de yeni bir tarafı beni cezbediyordu. Naifliği... Naif bir yanı vardı ve bunu çok nadir görebiliyordum. Yine de bir his boğazımı tırmalayıp geçti. Nefreti... Alpaslan Kıraç’ın nefretini kazanırsam ne olurdu?

“Çok kibarsın. Peki ya bir gün seni kırarsam ne olacak Alpaslan? O zaman yine böyle yapıcı konuşabilecek misin?”

Başını ufak bir açıyla yana eğdi ve bakışlarımı inceledi. Sanki zihnimi okumak istermişçesine. Ardındansa kafasını hızlıca iki yana sarstı ve yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarını alnıma bastırdı.

“Beni mümkünse kırma Lara. Çünkü kırarsan yapıcı konuşabileceğime ve kibar olabileceğime dair bir inancım yok. Sana karşı sonu gelmeyen bir toleransım var ama aynı zamanda da lanet bir huyum var, ben kırılmayı sevmem.”

İç çektim ve ondan uzaklaştım. “Neyse, bana kendini açtığın için teşekkür ederim. Senin hakkında doğru ve özel şeyler bilmek daha iyi hissettiriyor doğrusu.” Gülümsedi. “Her zaman.”

İkimiz el ele salona geçtiğimiz sırada Asrın ve Esila da yan yana oturuyordu. Sırıttım. “Tekrardan birbirine aşık kumrulara dönüşmüşsünüz bakıyorum da?” Esila somurttu. “O kadar da değil.” Asrın ona gülerek bakarken L tipi koltuğun en uzak köşesinde oturan Kaan hepimize bakarak homurdandı. “Masada büyük bir epik konuşma gerçekleştirdiğimi sanıyordum. Ama halen birileri bana kendini affettirmeye çalışmıyor?”

Kendimi Esila’nın yanına bırakırken Alp de yanıma oturdu ve Kaan’a baktı. “Neden yarın üçümüz birlikte bir yemeğe gitmiyoruz? Her zaman gittiğimiz bir meyhane var ya hani, oraya gideriz. Ne dersiniz beyler?” Asrın direkt cevap verdi. “Bana uyar.” Kaan biraz durdu ama konuşmakta gecikmedi. “Bakarız.”

Sokak kapısının açılma sesi geldiğinde kaşlarımı çattım. Alpaslan da çatmıştı. “Başka birinde anahtar mı var?” Dudaklarımı büktüm. “Sadece Lena ve babamda var.” Babam çok uzaktaydı. Lena olmalıydı. Öyle de oldu. Derbeder ve mutsuz bir şekilde salona girdiğinde sadece beni görmediğine şaşırmış olmalı ki kaşlarını çattı ve diğerlerine baktı. Ardından tekrar bana. İç çekti. “Ben, sadece sen varsın sanmıştım. İstersen gideyim?” Oturduğum yerde dikleşirken ciddi bir ses tonuyla konuştum. “Gitmene gerek yok. Senin neden canın sıkkın hem? Bir şey mi oldu? Dikkatli ol demiştim.”

Buraya boşu boşuna gelmezdi. Ben onun için süper bir dert ortağı sayılmazdım. Aksine onu tersler ve küçümserdim. Bu nedenle beni çekmektense başka bir yere gitmeyi tercih ederdi. Ancak şu an cidden mutsuz ve yorgundu. Masadan bir sandalye çekti ve oturdu. Üzerindeki siyah deri ceketi çıkarmamıştı henüz. “Anlatırım sonra.” Aklına bir şey gelmiş gibi kalktı ve çantasını da eline aldı. “Hatta ben odana gideyim. Çok yorgunum. Size iyi eğlenceler.” Salondan çıktığında Esila’ya döndüm hızlıca. “Hemen git şunun yanına ne derdi varsa öğren. Bu kolay kolay böyle benim karşımda somurtmaz.”

Esila bana hak verip onun yanına gittiğinde kendi kendime konuştum. “Kesin bir bela aldı başına geri zekalı.” Asrın bana hitaben konuştu. “Neden böyle düşünüyorsun ki? Bir problem mi var?” İç çektim. “Bilmiyorum Asrın. Lena her şeyi gizli yaşıyor. Sömestr tatilinin başında illegal bir yerde dövüştüğü için dayak yedi mesela ve babam bunu o gün hastanelik olduğunda öğrendi. Babamdan bile her şeyi gizleyebiliyorsa bu işte ustalaşmış demektir. Kesinlikle Melih ile bir ilgisi var. O çocuktan hiç hazzetmiyorum.”

Alpaslan koluma dokundu ve beni kendine çevirdi. “Ben birtakım şeyler duyuyordum. Ama işin bu kadar ciddi olduğunun farkında değildim. Varsa bir problem yardımcı olmaya çalışırım. Hele bir de Uras Ferzan ortalıklarda yokken.” Kafamı iki yana salladım. “Hayır, hayır. Asla karışmıyorsun. Yakın bir zamanda vuruldun ve az kalsın ölüyordun. Benim yüzümden bir şeye daha bulaşmayacaksın.”

Kaşlarını çattı. “Saçmalama. Tehlikeli bir durum varsa kenarda oturacak değilim. Lena’nın başı derde girmişse senin de girmiş demektir. Yani bu benim de başım belada demektir. Anlatabiliyor muyum?”

Ofladım. Bu sırada Esila içeri girdi ve ellerini beline koyarak bize baktı. “Anlattı bir şeyler ve öncelikli şey şu ki...” Derin bir nefes alıp verdi. “Melih ile ayrılmışlar.”

 

 

 

Merhaba!

Çok uzun bir bölüm oldu benim açımdan. Normalde bunun yarısı kadar yazardım. Ama bu sefer baya uzun oldu.

Düşüncelerinizi yorumlara bırakınn!

Ve diğer yeni bölüme kadar kendinize iyi bakın!

Bölüm : 14.04.2025 18:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ece Asena / 11 SERİSİ / KÜL (42) Solmuş Güller
Ece Asena
11 SERİSİ

14.39k Okunma

2.4k Oy

0 Takip
55
Bölümlü Kitap
ATEŞ (1) Lara FerzanATEŞ (2) Silik Varis ve Zümrüt YeşiliATEŞ (3) KurtarışATEŞ (4) Kaçınılmaz KarşılaşmaATEŞ (5) Birikmiş Sitemler ve Ufak Bir Lastik MeselesiATEŞ (6) Verilen Birtakım KararlarATEŞ (7) İlgi ÇekmekATEŞ (8) Altı Numaralı OdaATEŞ (9) İlk İhanetATEŞ (10) Asıl Hikayenin BaşlangıcıATEŞ (11) Yakmak ile Yanmak ArasındaATEŞ (12) Tehlikeli Sularda YüzmekATEŞ (13) Kaosun Ayak SesleriATEŞ (14) Maskeler DüştüğündeATEŞ (15) Büyük KumarATEŞ (16) Gizemli NotATEŞ (17) MüttefikATEŞ (18) İlk SızıATEŞ (19) Küçük Bir AnATEŞ (20) SırlarATEŞ (21) Yakmaktan Çok Yandığını AnladığındaKÜL (22) İnce Buz Üstünde YürüyorumKÜL (23) İkiz KardeşKÜL (24) Ölümler ve Geriye KalanlarKÜL (25) Hiç Yaşanmamış GibiKÜL (26) Yeniden Dağıtılan KartlarKÜL (27) KorkaksınKÜL (28) Verilen Sözlerin Canı CehennemeKÜL (29) Beni Çok Üzdün BabaKÜL (30) Aşk, Gurur ve VedalarKÜL (31) Güven ProblemiKÜL (32) Farkındalıklar, Seçimler ve DahasıKÜL (33) Epik Bir BaşlangıçKÜL (34) Sana Aşığım, Saçma Sapan Bir ŞekildeKÜL (35) Aşkı Öldüren ZehirKÜL (36) Bu Senin İçin Yaptığım Son GurursuzluktuKÜL (37) Ateşi Sönmeyen Toksik İlişkiKÜL (38) KorkuKÜL (39) Kavgalar, Kavuşmalar ve AnkaraKÜL (40) Aşk Sözcükleri Bugün Müessesemizin İkramıKÜL (41) Şüphe TohumlarıKÜL (42) Solmuş GüllerKÜL (43) Ben Lara Ferzan, Ben Ne Dersem O Olur!KÜL (44) Kurtulmak İçin Ufak Bir BedelKÜL (45) Biraz Eğlence, Biraz KavgaKÜL (46) Kıyamet ÇanlarıKÜL (47) Paramparça Edilmiş Bir ÇocuklukKÜL (48) Yalanlar, Sırlar ve Hata Üstüne HataKÜL (49) Mezuniyet ve Beklenmedik KarşılaşmaKÜL (50) Bana Bunu Nasıl Yaptın?TARİH DUYURUSU!VİRANE (51) Yalnızlık, Pişmanlık ve Bol Bol Aşk AcısıVİRANE (52) Aşk Kılıç Yarası Gibidirİlk Şarkımız "KABUL" 🎶İKİNCİ ŞARKIMIZ "MELANKOLİ" 🎶
Hikayeyi Paylaş
Loading...