
“Şaka yapıyorsun?”
Heyecanlı çıkan sesim salonda çıkan ilk tepki olurken Esila somurttu ve beline yerleştirdiği ellerini indirip masanın yanındaki sandalyeye oturdu. Bir yandan da bana sorgulayıcı bir şekilde bakmakla meşguldü. “Neden sevinmiş gibi duruyorsun şu an?”
Keyifle arkama yaslandım ve bacağımı bir diğer bacağımın üzerine attım. “Çünkü sevindim de ondan canım.” Yanımda oturan Alpaslan tek kaşını kaldırdı. “Ne alaka?” Omuz silktim. “Melih’ten hoşlanmıyorum.” Yüzünü kırıştırdı. “Benden başka kimseden hoşlanmana gerek yok zaten.” Ofladım. “Öyle kastetmediğimi biliyorsun!” Ağzının kenarından sırıttı ve kafasını iki yana salladı
Asrın ve Kaan konuya yorumda bulunmazken Esila devam etti. “Çok kötü kavga etmişler.” Dudağımı büktüm. “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Çok da şaşırmadım doğrusu.” Laubali tavrım onu bozsa da aldırış etmemeye çalıştı. “Bir süredir bir borç meselesi vardı ortada dönen... Kayla ile ilgili...”
Tam bir şey diyecektim ki Alpaslan söze girdi. “Ne borcu?” Esila derin bir nefes alırken Asrın ona huysuzca baktı. “Neler dönüyor Esila? Bir problem varsa neden söylemedin daha önce?” Esila ona asabı bozuk bir şekilde baktı. “Pardon, sırtımdan bıçaklayan birisinden yardım istemenin yanlış olduğunu düşünmüştüm.” Asrın oturduğu yerde doğruldu ve ellerini iki yana açtı. “O konuyu hallettik sanmıştım?” Aralarında yine ilişkilerine dair bir tartışmanın çıkacağını sezer sezmez konuya el atma ihtiyacı hissettim.
“Tartışmayı bırakın. Şu an konumuz bu değil. Konumuz sizin üç kuruşluk aklınızla ne haltlar çevirdiğiniz. Konuş Esila.”
Esila iç çekti. “Seninle bazen konuşmak neden bu kadar zor ve kötü oluyor diye düşünüyordum da ne kadar ukala olduğun geldi aklıma.” Sıkıntıyla ayaklandım ve salonun içinde birkaç adım attım. “Lafı dolandırma. Ne borcundan bahsediyorsun?”
Omuzlarını düşürdü ve yutkundu. “Balkona çıkalım, anlatayım.” Ayağa kalktığı sırada Alpaslan da kalktı. “Bir dakika, öyle başka yerde konuşmak yok. Ne olduysa ben de duyacağım anladınız mı?” Derin bir nefes aldım ve ona döndüm. “Alp, belli ki özel bir şey. Ben bir ne olduğunu öğreneyim.” Cümlem biter bitmez sesini yükseltti. “Özel mi? Ne özeli ya? Belli ki bir sıkıntı var ve ucu sana illa dokunacak. Sonuçta kardeşlerinin mevzusu...” Sözünü kestim. “Kardeşlerimin mevzusu benim mevzum demek ve önce ben öğreneceğim ne olup bittiğini. Sonra gerekirse sana da anlatırım.” Yüzünü buruşturdu. “Bana ayar vereceğin en son konu başın belaya girmek üzereyken beni uzaklaştırmak olur Ferzan!” Omuzlarımı düşürdüm ve Esila’ya ufak bir baş işareti yaptım. “Balkona geç.” Alpaslan aramıza girdi. “Ne olduysa hemen şimdi öğreneceğim!” Kaşlarımı çattım. “Bana emrivaki yapma Alpaslan!” Burun buruna bir halde birbirimize bağırırken Asrın ve Kaan da ayaklandı ve bizi birbirimizden uzaklaştırmaya çalıştılar. Asrın, Esila’ya şüpheli bir şekilde baktı. “Ortada her ne dönüyorsa belli ki bizim duymamamız gerekiyor sanırım, yoksa anlatmak için girecek delik aramazdın değil mi?”
“Sakın bana hesap sormaya kalkma!” Esila da ona bağırırken içeriye Lena girdi. “Kesin artık şu kavgayı!” Hepimiz ona baktığımızda Lena doğrudan bana baktı. “Belli ki bir derdim var ve buraya geldim değil mi! Belli ki biricik sevgilinin ve arkadaşlarının yanında dillendirmek istemediğim kadar önemli bir derdim var ki buraya geldim değil mi! Neden bir kez olsun ukalalık yapmak ve şu kendin kadar gıcık sevgilinle vakit harcamak yerine ciddi konulara yönelmiyorsun? Anlamıyor musun durum ciddi diyorum! Ciddi!” Derin bir nefes aldı. “Melih ile ayrıldığım için göbek atmak yerine biraz abla ol!”
Sözünü bitirmesini bekledikten sonra ona fütursuz bir yüz ifadesiyle baktım. Gerçekten de bu sözleri etmek için fazla iddialı değil miydi? Benden abla olmamı mı bekliyordu? Öyleyse önce saygı duymasını bilmeliydi. İşine gelmeyince her türlü laf sayabileceği bir stres topu, işine gelince de onun ablasıydım demek? Vay canına!
“O çeneni kırmadan kapatsan iyi olur! Sıra birazdan zaten sana gelecek, izin verirsen erkek arkadaşımı güvende olacağıma dair ikna etmem gerekiyor!”
Bana sinirle bakmaya devam etti. “Şu an bu heriften daha önemli konularımız var ve rica ediyorum acele et!” Alpaslan benimle uğraşmayı bıraktı ve ona doğru yürümeye başladı. “Senin derdin ne? Benim neyi öğrenmemi istemiyorsun? Yoksa o Melih ve diğerleri ile alakalı bizim yararımıza olacak bir şey mi var ortada?” Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Dökül bakalım.” Diğerlerinden kastı Bahadır’ın çevresiydi. Melih, Kuzey ve onların arkadaş çevresi...
Ofladım. Alpaslan ve Bahadır ben şehre gelmeden önce de kötüydüler, ben geldikten sonra zaten hiç iyi olmamışlardı. Birbirlerine karşı hırs doluydular. Çünkü ikisi de dominant karakterlerdi, sadece Alpaslan biraz daha sinsi ve kurnazdı. Bahadır’ın öfkesi biraz daha saman alevi gibiydi. Çabuk yanar ve çabuk sönerdi. Yine de bu ikisine bulaşmak hiç akıl karı değildi ve ne yazık ki ben bu iki kişiye de fena bulaşmıştım. Geri dönüşü olmayacak şekilde...
Sonuç olarak, her ne kadar şu an Alpaslan benimle birlikte olmaya başladıktan sonra kendince değişmeye çalışsa da o halen Alpaslan Kıraç’tı. Stratejik hamleleri kaçırmaz ve fırsatını bulursa düşmanlarının başını ezerdi. Şimdi de Bahadır’ın aleyhine olacak birtakım şeylerin kokusunu almış olmalıydı ki Lena’nın üzerine gidiyordu.
Bahadır’ı ve Melih’i sevmesem de Lena benim kız kardeşimdi. Keza, Kayla da öyle. İkisiyle ne yaşamış olursam olayım bir başkasına hele de bir erkeğe ezdirecek değildim. Üstelik Alpaslan’ın istediği zaman ne kadar baskıcı ve kalp kırıcı olabileceğinin farkındaydım. Bu nedenle Lena’yı konuşturmak için üstüne gideceğini de biliyordum.
Buna izin vermezdim.
O da dahil hiç kimse, benim evimde veya başka bir yerde kız kardeşimi sorguya çekemezdi. Hele bir de babam şu sıralar etrafımızda yokken. Bu his inceden inceye beni düşünceli bir hale soktu. Her ne kadar Uras Ferzan’dan nefret edecek sebeplerimiz olsa da onun gölgesinin daima etrafımızda bir yerlerde olduğunu bilmek bize güven veriyordu. Ama şu an İstanbul’da değildi ve bu fazla iyi sayılmazdı. Kaldı ki başımıza bir bela alırsak da ailemize duyurmak fazla iç açıcı olmazdı. Çünkü Ferzan ailesi başlı başına bir bela olduğu için ekstra saçmalıklara tahammülleri yoktu...
Alpaslan’ın ürkütücü çıkmaya başlayan ses tonu beni harekete geçirdi. Lena’yı arkama aldım ve Alpaslan’a sitemli bir şekilde baktım. “Melih’ten neden hoşlanmıyorum biliyor musun? Bana hiç saygılı davranmadı ve kaba olmayı tercih etti.” Gözleri kısılırken devam ettim kafamı iki yana sallayarak. “Şu an ondan hiç farkın kalmadı. Çünkü gözümün önünde kardeşime kaba davrandın. Bana bak Alpaslan, ne olursa olsun benim kardeşime kötü davranamazsın. Düşmanlarınla olan sidik yarışını benim evimde benim kardeşimden bilgi alarak da yapamazsın. Bazen bunu unutuyor gibi davranıyorsun. Yapma.”
Derin bir nefes alıp verdi. “Lara...” Konuşmasına izin vermedim. “Sen biraz önce ne halt ettiğinin gayet farkındasın, bence inkâr etmeye kalkışma ve arkadaşlarını da alıp git buradan. Seni sonra ararım.” Üsteleyecekti ki tekrar ettim. “Seni sonra ararım.”
Bulunduğum oda sanki buz gibi olmuştu. Sadece hava değil aynı zamanda bakışlarımız da. İşte bundan nefret ediyordum... Ufak bir baş hareketiyle çocuklara işaret yaptı ve omzuma çarpıp gitti. Onlar evden çıkana kadar çıt çıkarmadım. Ta ki sokak kapısı kapanana kadar...
“Allah senin cezanı vermesin.” Kendi kendime mırıldanırken Lena’ya döndüm ve devam ettim. “Bak vermesin diyorum ama! Vermesin!” Sinirle alnımı ovdum ve salonda volta atmaya başladım. Esila bir köşede oturmuş ve sessizleşmişti. Lena ise ayakta dikiliyordu. Yutkundu. “Beni korumana gerek yoktu...”
“Tabi ki de vardı! Ben sen miyim de erkek arkadaşımın kardeşimi üzmesine izin vereyim! Üstelik sen sanıyor musun ki sadece anlat deyip bekleyecekti? Alpaslan’ın ne kadar manipülatör olduğundan haberin yok, aptal aptal bağırıyorsun sadece!”
Adımlarım hızlı hızlı odanın içinde birbirini takip ederken Esila’ya döndüm. “Peki ya sana ne demeli? Kızım neden adamların yanında konuşuyorsun? Madem ortada özel konuşulması gereken bir şey var sussana. Şaka mı sanıyorsun sen bu mevzuları? Borç diyorsun, ayrılık diyorsun, Alpaslanlar duymasın istiyorsun...”
İç çektim ve koltuğa oturup ikisine baktım. “Sizin aptallığınız ne ben size söyleyeyim mi? Bak daha olayı bile anlatmadınız ama şunu bir söyleyeyim: Siz tam bir aptalsınız. Çünkü birlikte olduğunuz adamlara çok güveniyorsunuz abi! Olur olmadık her lafa atlayıp konuşuyorsunuz bu iş böyle olmaz!” Esila’ya baktım. “Sen mesela! Asrın ile yine barıştın. Ama onu hayatının her alanında naif birisiymiş gibi sanmayı bir keser misin? Çünkü öyle bir durum yok ortada!” Lena’ya baktım. “Sen de yat kalk dua et Alpaslan şu sıralar bana tabiri caizse tapıyor! Yoksa ayıptır söylemesi ama boku yemiştik!” Bir eliyle çenesini kaşıdı. Suçlu olduğunu ve başının belada olduğunun farkındaydı. “Ne alaka ya?” Sırıttım. “Ne alaka anlatayım canım kardeşim. Şöyle ki Alpaslan benim gözlerimin önünde Fevzi Çakır’ın kafasına sıktı! Adam şak diye vurdu adamı bir zamanlar ve bu kaçıncı öldürüşüydü emin bile değilim! Anlayacağınız şakası yok! Eğer şu an benden torpilli olmasaydın ağzından kerpetenle dahi olsa öğrenmek istediği şeyi öğrenirdi! Dua et gittiler!”
Ellerimle yüzümü sıvazladım. Haklıydım, her ne kadar içinde bulunduğumuz romantik ilişkiler tatlı gözükse de olay oturup bir pizza partisi vermekle bitmiyordu. Ailelerimiz gerek iş dünyasında gerekse de yer altı dünyasında adı sanı geçen kişilerdi. Birlikte olduğumuz kişiler de bundan farksızdı. Normal bir hayatın içinde değildik ve öyleymiş gibi davranırsak bunun bedelini öderdik. Bazı sınırları bilmekte fayda vardı ve buna Alpaslan’ın sınırları da dahildi.
O iyi birisi değildi. Tıpkı benim de olmadığım gibi. Bazı davranışlarımızı yaşadığımız ilişki bile kurtaramayabilirdi. Çünkü yeri geldiği zaman birbirimize bile eyvallahımız olmuyordu. Biraz önce olduğu gibi...
“Bunların konumuzla ne ilgisi var?” Lena konuştuğunda ellerimi yüzümden çektim ve kafamı kaldırıp ona baktım alayla. “Çok ilgisi var canım. Ölmeyi bayılmak sanmayın diye birkaç tüyo veriyorum sadece, anlayana tabi!”
Derin bir iç çektim ve arkama yaslandım. “Bu işin aslı astarı ne? Neler oluyor? Ne borcundan bahsediyorsunuz? Melih ile neden kavga edildi? Bu işin Alpaslan ile ne gibi bir bağlantısı var? Anlatın çabuk.”
Lena yutkundu ve üzerindeki deri ceketi çıkartıp koltuğun kenarına bıraktı. Artık üzerindeki kırmızı kazakla kalmıştı. Çaprazımda kalacak şekilde koltuğa oturdu ve açık bıraktığı siyah saçlarını tokayla topladı. Konuşmak için kasıtlı olarak oyalandığının farkındaydım. Yine de bir şey demedim.
“Sen gittikten kısa bir süre sonra karma dövüş sanatlarına başladım bir kulüpte. Hem kafam dağılsın diye hem de kendimi savunmayı öğrenebilmek için.” Bahsettiği dönem benim Sicilya’ya gittiğim dönemdi. Üç dört yıl öncesinden bahsediyor olmalıydı.
“Melih ile de uzun süren bir arkadaşlığımız ve ilişkimiz vardı.” Geçmiş zaman ile konuşması gerçekten de fena kavga ettiklerinin bir göstergesiydi. Neredeyse Melih ile birbirlerine tapıyorlardı. Ne olmuştu da ibre farklı bir yeri göstermeye başlamıştı?
“O da dövüşle ilgileniyordu ve geçen sene yasadışı dövüşler düzenleyen bir yerle yolumuz kesişti. Biliyorum, çok saçma ve mantık dışı bir durum ama biz belli aralıklarla orada ringe çıkmaya başladık. Sadece keyfine ve birkaç olan olay yüzünden. Şimdiye kadar sadece birkaç kez oldu bu. Çoğu da bu sene içerisinde oldu. Babamın hiçbir şeyden haberi yok. Ondan ayrı yürütmeye çalıştığım bir hayatım var zaten tahmin ediyorsundur.” Gözlerimi kıstım. “Konuyu saptırma Lena.” İç çekti ve arkasına yaslanıp devam etti. Esila da sessizce beklemekle yetiniyordu.
“Şey... İşte Kayla da İzmir’de geçen sene bir olaya karıştı.” Kaşlarımı çattım. “Ne olayı?” Boğazını temizledi ve orta sehpadaki bakışlarını gözlerime dikti. “Ehliyetini aldığı sıralardı ve liseden arkadaşları da fazla tekin değildi. Özellikle oturduğu sitedeki komşularından biri yaz döneminde gelen Soysalan ailesi bunu biliyorsun.” Kendimi sakin tutmak için çaba gösterirken dişlediğim dudaklarımı araladım.
“Faruk Soysalan da mı işin içerisinde?”
Onu en son Akagül Lisesi’nde kaydımı sildirirken okulunun önünde görmüştüm. Tesadüfen karşılaşmıştık ve çok ama çok kısa bir diyalog geçmişti aramızda. Lena ve benim yaz tatillerinden kalma bir İzmir arkadaşımız sayılırdı. Daha çok Kayla ile samimiydi ve tekin bir kişi değildi. İkiz erkek kardeşiyle istediği gibi at koşturabildiği için İstanbul’daki tüm kaliteli kolejleri eleyip Akagül’de olmasına şaşırmamak gerekti. Tam bir zengin züppesiydi.
“Tam olarak değil... Kayla babamın parasını fazla yemeye meraklı değil ve o sıralar da işte ehliyeti yeni almıştı ve bildiğin gibi arabaları çok seviyor. Kendine bir araba almak istiyordu. Arkadaşları ile geceleri düzenlenen bir araba yarışına gitmiş. Tesadüfen o sıra Faruk da İzmir’deydi, o da onlarla gitmiş yarışa. Yarışın taraflarından birini kazanabileceğine dair gaza getirmiş ve insanların hepsinin onun üzerinden bahse girmesini sağlamış. Üstelik arabayı da bahis olarak ortaya koydurtmuş. İşte Kayla da beklenildiğinin aksine yarışı kazanınca ortalık karıştı. Sonuçta yarışı ve arabayı hatta yüklü bir miktar parayı kazanmıştı her şey bitti sandık. Ama öyle olmadı. Karşı tarafın adamları çok öfkelendi ve onu sıkıştırmaya başladı. Okul ve evinin oradaki sokaklarda falan... Aklına ne gelirse...” Yutkundu ve duraksadı biraz. Onu tepkisiz bir şekilde dinlerken suskunluğumu fırsat bilip devam etti. “Sömestr tatilinden bir hafta önce...” Derin bir nefes aldı. “Şey oldu...”
Ağzım açılırken konuşamadım. Ellerim ağzıma giderken fısıldadım. “Sakın aklıma geleni söyleme Lena.” Karşımda gözleri yaşarırken dudakları titredi. “Lara biz işin gideceği yeri tahmin edemedik.” Boğazına bir yumru oturmuş gibi sesi kısılırken burnunu çekti hızlıca. “Bir gece eve adamlar hırsız gibi girmiş...” Bana her an ağlayacak gibi baktı. Ben de ondan farksızdım. “Hem evi dağıtmak hem de Kayla’ya kötü bir göz dağı vermek için... Aysel Teyze uyanıp polisi aramaya kalkmış, adamlar da ona silah doğrultmuşlar. Aysel teyze, Kayla ve adamların arasındaki hengamenin arasında kalp krizi geçirmiş. Kalbi sıkışmış kadının... Adamlar Kayla’nın kafasına bir şey vurup bayıltmışlar. Kayla uyandığında Aysel teyze çoktan ölmüş.”
Gözünden bir damla yaş süzüldüğünde Esila da ondan farksızdı. Bense ikisine kıyasla daha donuktum.
“Aysel teyzenin ölümünden hemen bir gün sonra mesaj atmışlar. Arabayı ve kazanılan paranın üç katını vermesini yoksa iyi şeylerin olmayacağını söylemişler.” Ofladı. “Birkaç gün sonra ben ringe çıkmadan önce beni birkaç adam soyunma odasında fena benzetti ve fotoğraflarımı Kayla’ya attılar. Dediğimizi yapmazsan çok daha kötü şeyler olur diye.”
Dakikalar önce yaptığı gibi tekrardan boğazını temizledi ve devam etti. “Hastaneden çıktığım gün zaten biliyorsun ben Kayla’nın yanına geçtim. İzmir’de daha fazla durması iyi bir seçenek değildi ve başka bir şehire geçmesi gerekiyordu. Aynı zamanda Aysel Teyze’nin sebebi olanları da bulup hesap sormak niyetindeydi. Faruk biraz soruşturmuş olaydaki payı nedeniyle telafi amaçlı. Sonuç olarak da bu tehdit edenlerin Ankara’da olduklarını öğrenmiş. Kayla öğrenir öğrenmez apar topar Ankara’ya taşındı...”
“O yüzden o berbat mahallede değil mi?” Keskin ses tonuma başını sallayarak cevap verdi. “Evet. Adamlarla hesabını görebilmek için. İşte asıl sorun şurada başlıyor ki ben sömestr tatili öncesi dayak yediğim için maça çıkamadım ve fena borçlandım. Kayla bu borcu Ankara’da yeni bir araba yarışında kapatmaya çalıştı ama yapamadı. Kazanamadı. Şu an üç farklı borcumuz var ve işin kötüsü bu Kayla’ya bulaşanlar ile benim çalıştığım adamlar bağlantılı. Yani birbirlerini tutuyorlar. Bugün tekrardan konuşmak için mekanlarına gittim Melih’ten habersiz. Melih de bu olanları geç öğrendi çünkü. Adamlar neredeyse kafama sıkacakken geldi kurtardı beni. Ama çok kötü kavga ettik. Hem bu yüzden hem de başka şeyler de var tabi. Anlayacağın ortalık karışık, bir an önce bir şey yapmak lazım.”
Sessizce mutfağa ilerledim ve buzdolabından cam su şişesini çıkardım. Bir bardağa doldurup suyu kafama diktiğimde içimin yangınını ve gerginliğini almasını diledim. Ancak pek bir fayda etmedi. Dinlediğim şeyleri hazmedemezken bardağı sertçe tezgâha bıraktım ve salona tekrar döndüm. Koltuğa oturmayıp ayakta adımlarken Esila söze girdi. “Lara, Lena’nın anlattığı her şey harfiyen doğru. Çoğu şeye ben de tanık oldum Lena ile yakın olduğum için. Gerçekten bu adamların şakası yok. Bir defasında Lena’nın yanında gitmiştim ve görmüştüm. Hapishane kaçkını gibiler...”
“Başka ne bekliyordun acaba!” Ona gözlerimi büyüterek bağırdığımda dudaklarını birbirine bastırdı ve bakışlarını gözlerimden çekti. Sahte bir şekilde sırıttım ve Lena’ya döndüm. “Şu an tüm bunları beş dakika içinde bana anlatıp karşımda ağladığına inanamıyorum! Lan sen... Allah’ım ağzımı bozmayacağım yok...” Yutkundum ve dilimle dudaklarımı ıslattım. Derin bir nefes alırken tekrar söze girdim. “Sen... Siz neden bunları babama anlatmadınız?”
Lena’ya ısrarla bakarken gözlerini kırpıştırdı ve mırıldandı. “Sanki sen her şeyini anlatıyormuşsun gibi konuşma şimdi.” Sesi kendinden emin değildi ve sırf bana bir şeyler söyleyebilmek için konuştuğunun kendisi de farkındaydı. Yoksa evime gelip benden medet ummazdı.
Sırıttım. “Sen bir de kendinle Kayla’yı benimle bir mi tutuyorsun? Sence ben sizin gibi salak mıyım da böyle işlerin içine düşeyim sonra da babama yumurtlayayım? Ben başıma bir bela alacaksam en başında işin sonunu düşünür ona göre hareket ederim kızım, sizin gibi aptal aptal sonuçlarını beşe katlamam! Gerekirse babamdan, amcamdan, Araf’tan destek isterim! Sizin gibi kendi başıma boyumdan büyük işlerin peşine düşmem!”
Tek kaşımı kaldırdım. “Fevzi Çakır olayı başıma bela olduğunda ne yaptım? Sakin kaldım, acele kararlar vermedim ve Tibet ile Araf’tan yardım istedim. Neden? Ölmeyeyim diye!” Ağzımdan küçümseyici bir nida sızdı. “Kalkmışsın kendi saçmalıklarınızla benim yaşadıklarımı bir tutuyorsun.” Kafamı hızlıca iki yana salladım. “Neyse, bırakın şimdi bunları... Olay anlattığına göre çoktan bardaktaki suyu taşırmış. Bu saatten sonra babamı ararsak kırk yıl ağzından düşürmez bu saçmalığı. Zaten İstanbul’da değil ve bu işimize gelir. Bu işleri aileye bulaştırmamak için kısa bir süremiz var demek anlayacağınız.”
İç çektim ve kaşlarımı çatarak kızlara baktım. “Alpaslan bu işin neresinde peki? Niye tedirginsiniz?” En merak ettiğim ve rahatsız olduğum kısmı sorduğumda gergince kollarımı göğsümde birleştirdim. Lena dudaklarını büktü. “Alpaslan benim ringe çıktığım mekandaki adamları tanıyor ve onlarla da arası iyi. Bir defasında onları aynı masada görmüştüm. Duyduğuma göre iş yapıyorlarmış. Yani hem dostlar hem de ticaret yapıyorlar. Kaldı ki Kayla’nın Ankara’da yarışta borçlandığı kişi de Alper diye birisi ve o da Alpaslan ile mekandaki adamların dostu. Anlayacağın Alpaslan’ın yanında konuşursak bizi desteklemez hatta adamların önüne atar. Henüz olayı bilmiyor. Ama öğrenmesi yakındır.”
Alper... Evet, o çocuğu hatırlıyordum. Alpaslan’ın çok yakın arkadaşıydı ve Kayla’nın da karşı komşusuydu. Kahretsin... Alpaslan’ın ihanet riskini kafamda ölçmeye çalışırken Lena ayağa kalktı ve karşıma geçti. “Lara, Alpaslan bu konuda seni tutmaz. Biraz önce gitti ama olanları öğrendiği zaman gözü seni görmez. Çünkü benim borcum aynı zamanda Melih’in de adına. Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?”
Biliyordum. Melih demek Bahadır demekti. Alpaslan, Bahadır ve çevresinin gümleyeceği bir tiyatronun bozulmasını istemezdi. Üstelik Alper’i de tutardı. Tüm bu senaryoda karşı karşıya kalmış olmamız canımı bir hayli sıktı. Yine de bir umut düşünmek istedim. Belki hızlıca borçları kapatırsam olay kapanır demek istedim. Ama olay sadece para değildi. Ortada bir ego savaşı da vardı. Alpaslan, Bahadır’ın başının ezilmesini istiyordu ve bunu arka plandan seyredecekti. Çünkü...
Çünkü Bahadır’ın babası da şu meşhur masanın bir üyesiydi ve Alpaslan Bahadır’a zarar vermeye kalkışırsa bu durum aleyhine olurdu. Bu nedenle başkası yapmalıydı... “Kahretsin!” Bağırdım ve olduğum yerde tepindim. Lena’ya ve Esila’ya baktım öfkeyle. “Alpaslan, Bahadır’a ve diğerlerine zarar veremez. Çünkü Bahadır’ın babası dokunulmaz. Alpaslan bu nedenle işi başkası yapsın ister ve şu an tam olarak böyle bir durum var!” İç çektim ve Lena’ya hitaben mırıldandım. “Senin borcunu kapatıp sıyrılalım bu işten. Kayla’yı da aynı şekilde hallederiz. Ama Melih’e karışmayacağız Lena. Ne halleri varsa görsünler.”
Lena yaşlı gözlerini büyüttü ve kafasını iki yana salladı. “Olmaz! Lara bak bu olmaz! Melih’in bir suçu yok! Borç benim borcum! Sırf bir senette onun da imzası var diye onu ölüme terk edemem! Kavga ettik ama suçlu benim! Lütfen!”
Yüzümü buruşturdum. “Beni Alpaslan ile karşı karşıya getirme Lena! Bahadır zaten benim dostum değil, Melih de umurumda değil...” Bağırdı. “Lara sırf birileri sana azıcık ters düştü diye onları ölüme yollayamazsın! Hem olay Kuzey’i de kapsıyor! Ona senin verdiğin bir karar yüzünden bir şey olursa Merve seni asla affetmez!”
Koltuğa bir tekme savurdum ve hırkamın fermuarını biraz daha yukarı çekip masada duran telefonumu elime aldım. “Sizin yapacağınız işin ben var ya...” Ofladım. “Ben hava alacağım biraz, oturun oturduğunuz yerde. O Kayla’yı da ara söyle şu dakikadan sonra benden habersiz tek bir adım atmıyorsunuz. Aklınızı başınıza alın, yoksa kardeşimsiniz demem ne haliniz varsa görürsünüz!”
Kendim hızlıca evden attığımda canım sıkkın bir şekilde merdivenleri indim ve binadan çıktım. Çıktığım esnada Alpaslan’ın arabasıyla karşılaştığımda kaşlarımı çattım. Halen kaldırımın kenarında duruyordu. Gitmemişti...
Birkaç saniye sonra arabanın kapısı açıldığında görüş açıma o girdi. Diğerlerini yollamış ancak kendisi gitmemişti. Öylece çekip gitmesini beklemek zaten aptallık olurdu. Kendime ve şu içinde bulunduğum duruma kısa bir an için acıdım. Alpaslan ile karşı karşıya kalmam an meselesiydi ve bunu bana doğru düzgün saygı duymayan kardeşlerim için yapacak olmak aşırı canımı sıkıyordu. Bir yandan da bana muhtaç kalmış olmaları egomu besliyordu. Tek bildikleri hır gür çıkarmaktı. Ancak günün sonunda çaldıkları kapı benim kapımdı. Bu olayda da Lena’nın gururunu ayaklar altına aldığını fark edebiliyordum. Kayla biraz daha inatçıydı. Ölse bile benden medet ummazdı. Ancak Lena onu yatıştırmış ve en doğru yolun bu olduğuna onu ikna etmiş olmalıydı.
“Neden buradasın? Gitmen gerekiyordu.” Kafamdaki düşünceleri susturup dikkatimi Alp’e verdiğimde karşımdaki adam da benden farksızdı. Gözleri yüzümde gezinirken gözlerini kıstı. Bir yandan da bana doğru yürüyordu. “Sen ağladın mı?” Sırıttım ve ona arkamı dönüp sokağın köşesindeki tekel markete doğru yürümeye başladım. Büyük adımlarla bana yaklaştı ve kolumdan tuttu. “Bir soru sordum.” Yürümeyi kesmedim ve kaşlarımı çattım. “Sokak ortasında kolumu falan tutup canımı sıkma benim, ağladığım falan yok. Markete gidiyorum.” Tekrar yürümeye başladığımda kolumu bırakıp yanımdan yürümeye başladı. “O zaman susmak yerine cevap ver.”
Ona cevap vermedim ve hızlı adımlarla köşedeki markete ulaştım. İçeri girdiğimde hemen arkamdaydı. Aldırış etmemeye çalıştım ve kasada duran adamın karşısına geçtim. “Bir tane Parliament uzun verebilir misiniz?” Adam hemen arkasındaki sigara dolabına döndüğünde Alpaslan anlamamış bir vaziyette bana baktı. “Ne alaka şimdi?”
Kenarda duran küçük çakmak reyonundan rastgele bir çakmak aldım ve onu da kasada duran adamın önüne bıraktım. Adam sigarayı çakmağın yanına koyduğunda ücreti söyledi. Alpaslan’ı görmezden gelip sigara ve çakmağın parasını ödedim. Ardından marketten çıktım. Evin zıt yönünde bir sokağa girdiğimde bir adet sigarayı dudaklarımın arasına sıkıştırdım ve çakmakla ucunu tutuşturdum. Sigaranın ucundan hafif bir duman tütmeye başladığında sigaradan biraz içime çektim ve kısa bir süre sonra dışarıya dumanı sızdırdım.
“Sen ne zamandan beri sigara içiyorsun? Neden benim bundan haberim yok?” Alpaslan sinirli bir şekilde karşıma geçtiğinde omuz silktim. “Yaklaşık bir ay oldu.” Kaşlarını çattı. “Neden ben bilmiyorum bunu Ferzan?” Dudağımı büktüm boş vermişçesine. “Arada sırada tekken içiyordum, anlamaman normal. Öyle kişisel bir alışkanlık oldu, bilmek zorunda değildin.”
Ellerini kısa kesim saçlarının arasından geçirdi ve ofladı. “Gerçekten delirmeme ramak kaldı...” Bir an durdu ve ardından tek kaşını kaldırdı. “Şimdi niye içiyorsun?” İçtiğim sigaranın dumanı boğazıma kaçarken kuvvetlice öksürdüm ve elimi ağzıma kapattım. Bu sırada elimden hızlıca yanan sigarayı aldı ve yere atıp söndürdü. Hırkamın cebinde duran paketi de ben engel olamadan aldığında kızgınca baktım ona. “Ver şunu.” Kafasını iki yana salladı. “Saçmalayıp durma! Kronik faranjitin olduğunu söylemiştin ve buna rağmen sigara içtiğine inanamıyorum! Şu haline bak öksürmekten nefes alamadın halen bana laf sayma peşindesin, bir daha görmeyeceğim!”
Öksürüğümün dinmesinin ardından güldüm ve “Bana komut vermeyi kes!” diye homurdandım. Oysa beni tiye aldı sadece. “Sana bir saat önce evde de dedim, benimle kendinle alakalı bir konuda tartışıp baskın olmayı deneme. Çünkü sadece kendine zarar veriyorsun inadından.”
Gözlerimi devirdim ve kollarımı göğsümde birleştirdim. “Şu an seninle tartışabilecek bir durumda değilim zaten Alpaslan. İstersen uzatma.” Yüzü düşünceli birtakım emarelerle bezendi. “Lena sana ne anlattı? Neler dönüyor Lara?” Bir anda konuyu mühim bir noktaya çektiğinde içime soğuk havayı çektim ve kafamı iki yana sarstım. “Konuşulacak bir şey yok, birtakım olaylara bulaşmışlar Kayla ile. En yakın zamanda çözeceğim.”
Gözlerime bir sürü soruyla baktı. “Birtakım olaylardan kastın ne? Bak konuşmasan da ben öğreneceğim zaten. Kaan ve Asrın’ın ortalıkta her ne oluyorsa kokusunu alıp beni araması an meselesi. Ama ben senden duymak istiyorum. Başkasından duyup senin benden alenen bir şeyler sakladığın gerçeğiyle kendimi bok gibi hissetmek istemiyorum, tamam mı?”
Bunda haklıydı. Yüzüne resmen ‘senin işine gelmeyecek bir şeyi saklıyorum’ diye bas bas bağırıyordum. İşine gelmeyecek kısımsa, sevgilisinin kardeşinin çıkarları uğruna onu satmasıydı. Bu niyette değildim esasen. İçimden Alpaslan’a karşı olmak değil, onun yanında olmak geliyordu. Bahadır umurumda değildi, bana karşı düşmanca davranan birisinin güvenliğini güdecek değildim. Aramızda birtakım ergence şeyler dönmüş ve sonunda masum bir kız sidik yarışımıza meze olmuştu. Bunun üzerine Bahadır bana karşı çok öfkeli bir tutum sergilemeye başlamıştı. Şimdi onu ortadan kaldırmak varken bu fırsatı geri tepecektim. Melih’ten de nefret ediyordum. Ama sırf salak kardeşimin borcuna kefil oldu diye kellesi uçmamalıydı. Kuzey zaten Merve’nin erkek arkadaşıydı ve bana karşı saygılıydı çocuk. Onu bu işten zararlı çıkanlar listesine sokamazdım.
Tüm bunları gözettiğim zaman tek bir kişinin canı sıkılıyordu. Alpaslan Kıraç’ın... Sevdiğim çocuğun... Düşmanını alt etmek için belki de uzun zamandır beklediği bir hamleyi bertaraf edecek olmam yutkunmamı sağladı. Başımı kaldırdım ve yeşil gözlerine düşünceli bir şekilde baktım. Ona açık açık konuşmak gelmiyordu içimden. Bu yüzden yanağımın için dişledim.
“Belki de başkalarından duyman gerekiyordur, Alp. Ben seninle şu an konuşmak istemiyorum.”
Sarf ettiğim sözlerden sonra gözlerinin içinde kocaman bir hayal kırıklığı peyda oldu. Bu tepkisi beni bir anlığına tereddüde düşürdü. Belki de bana destek olacaktı dedi içimden bir ses. Başka bir ses ise ahbaplarını satmayacağını ve egosuna yenik düşüp bana karşı bir duruş sergileyeceğini savundu.
Riske atamazdım.
Konuşmasına izin vermeden kısık bir sesle “İyi geceler, Alp.” Dedim ve hızlıca ona arkamı dönüp oturduğum apartmana doğru yürümeye başladım.
***
“Lütfen bana tüm bu anlattıklarının bir şakadan ibaret olduğunu söyle! Lütfen!”
Merve karşımda elinde tuttuğu kahve termosunu sallayarak büyük bir hararetle yüzüme bakarken kafamı iki yana salladım ve “Keşke öyle olsaydı.” Diye mırıldandım. Okul bahçesinin bir köşesinde oturmuş okul çıkışını bekliyorduk. Son derslerimiz boştu ve bahçede oturmayı tercih etmiştik. Merve’ye dün olanları anlatmış ve onun büyük tepkilerine maruz kalmıştım. Hoş, gayet de haklıydı tepkilerinde. Tabiri caizse gangsterlere dünyanın borcunu takan kız kardeşlerimin dertleri bir hayli büyüktü.
“Ben, ne desem bilemiyorum Lara. Yani kardeşlerinin borcunu kapatıp Alpaslan’ın yanında durman seni haksız yapmazdı. Ama bir yandan ne biliyim o da çok etik sayılmaz şimdi...” Sözünü kestim. “Biliyorum, işin içinde Kuzey de var ve bu seni korkutuyor. Aynı zamanda burada birlikte büyüdüğün, büyüdüğümüz kişilerden bahsediyoruz. Bencil bir insanım ama o kadar da kansız değilim Merve. O kadar da uzun boylu değil. İlk başta ben de senin gibi sadece borcu kapatmayı düşündüm. Ama sonra Lena bunun doğru olmadığını bas bas bağırınca ona hak verdim.”
Omuzlarını düşürdü. “Peki Alpaslan ne olacak?” İç çektim. “Bilmiyorum, ona tek kelime bir şey diyemedim doğru düzgün. Okula da gelmedi. Arkadaşları da yoktu. Muhtemelen neler olup bittiğini öğrenmenin peşinde. Öğrendiği anda büyük kavga edeceğiz... Of. Bu konuda hata payımın olması beni sinir ediyor.” Kafamı iki yana sarstım. “Dün büyük tepkiler vermemesi, vermeyeceği anlamına gelmez.” Yutkundum. “Kalıcı bir ayrılık kapıda gibi sanki.” Bu olasılık beni hüzünlendirirken çıkış zili çalmaya başladı. Ayaklanırken Merve koluma girdi. İkimiz kalabalığın arasında okuldan çıktık ve otoparka doğru yürümeye başladık. Bu sırada beni neşelendirmeye çalıştı. “Hemen peşin konuşma öyle. Moralini de bozma. Nihayetinde burada mevzu bahis kardeşlerin. Alpaslan bunu anlamak zorunda.”
Olumsuzca baktım arkadaşıma. “Onun despot ve katı bir kişiliği var Merve. Her ne kadar bana karşı romantikleşse de huylu huyunu bırakmaz.”
Arabamın yanına geldiğimizde vedalaştık. Merve yanımdan gittiğinde arabanın kilidini ve sürücü kapısını açtım. Arabaya binip otoparktan çıktığımda hemen bir ileri sokakta Lena’yı gördüm. Beş altı adam tarafından sıkıştırılmıştı. Hatta yanında Melih de vardı. Aramızda halen hatırı sayılır bir mesafe varken sertçe frene bastım ve el frenini çekip kontağı kapattım. Bu adamlar şu dövüş mekanından olmalılardı. Koltuğumun kenarında yerde ne olur ne olmaz diye bulundurduğum demir sopayı elime alıp arabadan indiğimde kuvvetlice kornaya bastım. Sokağın bir ucundan beni gördüklerinde arabanın kapısını örttüm ve onlara doğru yürümeye başladım.
Adamlar elimdeki demiri gördüklerinde sırıtıp birbirilerine baktılar. Lena’nın karşısındaki adam belinden silah çıkartıp bana doğrulttuğunda ben de sırıttım ve “O silahı senin münasip bir yerine monte ederim.” Deyip demiri sertçe adamın eline geçirdim. Acıyla bağırıp silahı yere düşürdüğünde ağzından ağır bir küfür savurdu. Böyleleri silahı süs niyetine taşırlardı. Adamların tiplerinden belli oluyordu nasıl bir it kopuk oldukları.
Lena ve Melih bana gözlerini büyüterek bakarken onlara döndüm. “Ne oluyor burada?” Lena eliyle adamları gösterdi. “Yolumuzu kestiler, tehdit ediyorlar.” Melih’e baktım. “Neden halen kardeşimin yanındasın, ayrılmamış mıydınız?” Melih bana yüzünü buruşturarak baktı. “Şu an derdimiz bu değil!”
Omuz silktim ve adamlara döndüm. “Hayırdır? Bir problem varsa bir de bana anlatın.” Dik duruşuma karşın eline vurduğum adam karşıma dikildi. Kaşlarını çatarak konuşmaya başladı. “Sen kimsin lan gelmiş hesap soruyorsun!” Çenemi dikleştirdim. “Lara Ferzan canım, Uras Ferzan’ın kızıyım.” Arkamda duran Lena’yı başımla işaret ettim. “Bu kız da benim kız kardeşim ve sen bizim kim olduğumu gayet iyi biliyorsundur.” Adam aldırış bile etmedi. “Kim olduğunuz bizi ilgilendirmez, biz borcumuza bakarız. Senin bu arkandaki orospu bize olan borcunu ödemiyor. Biz de gereken uyarıyı yapıyoruz. Sana da yapalım. Eğer borç ödenmezse çok kişinin canı yanar haberiniz olsun.”
Lena’ya ettiği küfürle kafamdan aşağı kaynar sular dökülürken adama gülümseyerek baktım. Dediği diğer şeyleri zerre takmazken omzumdan geriye baktım ve mırıldandım. “Azıcık hatırım varsa elinizden geleni ardınıza koymazsınız.” Lena’ya baktığımda benden daha öfkeli gözüktüğünü anladım. Melih de çok bozulmuştu. Üçümüz birbirimize baktıktan sonra birden adamlara doğru atıldık. Ben elimdeki demirle Lena’ya küfreden adama vururken onlar da dövüş konusundaki maharetlerini diğer adamların üzerinde gösteriyorlardı.
Demir sopayı tam bir de adamın yüzüne geçirecektim ki ani bir refleksle tuttu ve elimden çekip yere fırlattı. Beni de sertçe yere ittirdiğinde etek giydiğim için boşta kalan dizlerim asfalta sürtündü ve yaralandı. Yüzümü kapatan saçlarımı çekip tam kalkacaktım ki adam sertçe karnıma tekme atmaya hazırlandı. Ayağını tam kuvvetini almak için geriye çekmişti ki çaresizce bacaklarımı kendime çekip bedenimi korumaya almaya çalıştım. Adam bana saldırmak üzereyken Melih arkasından onu tuttu ve kendine çevirip hızlıca kafa attı. Adam yere yığılırken Melih yanıma yetişti ve kollarımdan tutup beni ayağa kaldırdı. “İyi misin?” Beni koruduğu için şaşırırken Melih bana afallayarak baktı sanki zihnimi okumuş gibi. “Salak mısın kızım gıcık oluyorum ama dayak attıracak da değilim!” Yutkundum ve mırıldandım. “Sağ ol ya içime aşırı su serptin şu an, öyle böyle değil.” Kollarımı bıraktı ve Lena’ya koşturdu yardım etmek için. Ben de yerdeki sopamı elime aldım ve bana tekme atmaya çalışan adamın yanına gittim. Lena ve Melih diğer dört beş adamı iyi benzetmişti zaten. Benim derdim elebaşları olan adamlaydı.
“Bana bak lan, seni mahvederim duydun mu beni?” Adam kanayan burnunu tutarak ayağa kalktı ve bana öfkeyle baktı. “Kim kimi mahvedecek göreceğiz sürtük!” Sondaki kelimeyi tükürür gibi söylemişti. Adama sinirle baktım ve demir sopayı bu sefer o ağzına geçirmeye niyetlendim. Tam sopayı geçirecektim ki bir kuvvet havada tuttuğum demiri durdurdu. Adamla aramıza bir beden girdiğinde siyah bir ceketin sırt kısmıyla göz göze geldim. Sadece parfüm kokusundan bile kim olduğunu anlardım.
“Seni gebertirim lan!” Alpaslan’ın sesi sokakta yankılandığında bir adım geri attım. O ise adamı yakasından tuttuğu gibi bir binanın duvarına ittirdi. Adam sertçe duvara çarparken Alpaslan’a asabi bir şekilde baktı. “Alpaslan! Hayırdır? Bu ne tavır? Ne oluyor lan!”
Alpaslan omzunun üzerinden bana baktı ve “İyi misin?” diye sordu. Nefes nefese kalmış halimde ve yaralanmış diz kapaklarımda gezindi hızlıca bakışları. Yutkundum şaşkınca. “Evet.” Diyebildim sadece. Cevabımdan sonra tekrardan adama döndü. “Sokakta adam sıkıştırmak ne lan! Sen kime diklendiğinin farkında mısın!” Eliyle beni işaret etti. Bu esnada Lena ve Melih de yanıma gelmişti. “Bu kız benimle! Sen kimsin de bu kıza dil uzatırsın! Kafanı kopartırım senin!”
Adam hırsla soludu. “Alpaslan! Kardeşinin borcu var ve ödemiyor!” Alpaslan bağırdı. “Varsa var! Önce gelip benden icazet alacaksın Hüsrev!” Hüsrev denen adam onu göğsünden geriye ittirdi ve tekrar bağırdı. Yanındaki adamlar da ayaklanmış ve bize kötü bir şekilde bakmaya başlamışlardı. “Senin yatağına girip çıkanların çetelesini mi tutacağım lan!” Bu cümlesinin ardından Alpaslan ona sertçe yumruk attı. “O ağzını topla!”
Adamı eğildiği yerden kaldırdı ve geriye ittirdi. Adam ağzına dolan kanı tükürdü ve bana baktı. “O borç ödenecek!” Dişlerimi birbirine bastırdım. “Ödenmeyecek!”
Herkesin bakışları bana dönerken Alpaslan bile bir anlığına şaşkınla bana döndü. En ufak bir tedirginlik bile göstermeden devam ettim. “Kardeşime orospu diyen birilerine verecek tek kuruşumuz yok!” Hüsrev kafasını iki yana salladı. “Bu dediğine pişman olacaksın! Köpek gibi pişman hem de! Bizim kim olduğumuzu bilmiyorsun!” Omuz silktim.
“Sizin kim olduğunuz beni ilgilendirmez! Ancak benim kim olduğum sizin açınızdan çok önemli canım! Ben Lara Ferzan ve ben ne dersem o olur! Kimin pişman olduğunu yakın bir zamanda göreceğiz!"
Merhaba!
Bölüm hakkında konuşalım hadi!
Sizce yeni bölümde neler olacak?
Lara kuşum bir huzura eremedi :(
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.39k Okunma |
2.4k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |