48. Bölüm

KÜL (44) Kurtulmak İçin Ufak Bir Bedel

Ece Asena
_ece_asena_

Yorumlarda buluşalım! <3

 

“Arabayı alın ve benim eve geçin. Sakın dışarı çıkmayın.” Alelacele bir şekilde elimle sokağın gerisindeki arabamı gösterdim Melih’e. “Gidin hadi. Kapıyı kilitleyin, geleceğim.” Son bir ekleme yaptım. “Televizyon ünitesinin altındaki kapaklı dolabın sol kısmında bir silah var ne olur ne olmaz aklınızda bulunsun.” Babam, Bora Çakır ile takıştığımız gecenin ardından eve bir silah bırakmıştı. Başım sıkışırsa kullanmam için...

Lena, Melih’in kolunu tutan elini gevşetti ve bir adım öne çıkarak Alpaslan’a kaçamak bir halde baktı. Ardından başını bana çevirdi. “Sen?” Gözlerimi kıstım. “Peşinizden geleceğim sonra.” Derin bir nefes aldı. “Dikkatli ol.” Başımı olumlu bir şekilde salladığımda Melih ile bana arkalarını döndüler ve koşarcasına bir hızla arabaya ilerlemeye başladılar. Onların arabayla sokaktan çıkmasını beklerken Alpaslan biraz önce Hüsrev’e yumruk attığı yerden bakışlarını çekti ve bana sitemli bir şekilde baktı. Ahbabını ve adamlarını kısa süre öncesinde kovmuştu yanımızdan. Şayet kovmasaydı benim sözlerimin ardından bir bela geleceğini sezmiş olmalıydı.

Gözlerimi kırpıştırdım. “Çevrenden birisine diklenmem hoşuna gitmedi herhalde?” Ona emin olamaz bir halde bakarken bir yandan da kendi söylediğim durumun vahametinden bir hayli sıkkındım. Alpaslan bu tepkime karşın yüzünü ekşitti. “Sen gerçekten işin burasında olduğuma mı inanıyorsun Ferzan?”

Dudaklarımı büktüm. Tam bir şey diyecektim ki buna izin vermedi. “Sen bir türlü idrak edemeyeceksin değil mi bendeki yerini? Bir türlü o kafan basmayacak bu işe?” Ağzından gülercesine alaylı bir ses döküldü ve kafasını iki yana salladı. “Lara, sen... Of!” Kelimeleri toparlamaya çalışıyordu. İç çekti. “Her şeyi öğrendim tamam mı? Ve sırf o Bahadır şerefsizini alt etmek uğruna seni ezip geçeceğimi düşünmen kadar boktan bir şey yok!”

Kaşlarımı çattım. “Benim yerimde kim olsa aynı şeyi düşünür! Sen ve o... Birbirinize takmışsınız, bir ego savaşının içinde debelenip duruyorsunuz ve mevcut durumda bu fırsatı kaçırmak istemediğini ikimiz de biliyoruz Alpaslan!”

“İstemezdim! Ama artık sen varsın anlatabiliyor muyum? Sen hayatımın merkezine bir sandalye çekip oturdun ve ben artık her kararımda seni düşünerek yol almak zorunda gibi hissediyorum! Bugüne kadar bunu bana hiç kimse yaşatamadı.”

Yutkundum. Böyle romantik sözlerin sırası değildi. Kafamı iki yana sarstım. “Gitmem lazım.” Tam olarak karşıma geçti ve çenesini dikleştirdi. “Öyle her işine geldiğinde ‘gitmem lazım’ diyerek defolup gidemezsin anladın mı? Beni arkanda bırakabilmek bu kadar kolay olmamalı anasını satayım!”

Dudaklarımı birbirine bastırdım gergince. “Alpaslan, kardeşlerimin başı belada...” Sertçe sözümü kesti. “O zaman benden yardım isteyeceksin!” Gözlerimi kıstım yüzüne bakarak. “Benim yüzümden başına bu saatten sonra bir şey gelmeyecek. Bora Çakır seni vurdurduğunda faturayı bana kesmeni unutmadım.” Kaşlarını çattı. “Onu senden uzaklaşmak adına bir bahane olarak söylediğimi adın kadar iyi biliyorsun!” Omuz silktim. “Bahane ya da değil bu neyi değiştirir Alp? Sonuç olarak yine benimle alakalı bir olaya müdahil olduğun için...”

“Lan Fevzi’nin kafasına ben sıktım!” Doğru öldüren oydu ama olayın merkezindeki kişi de bendim.

“Gerekirse bu adamların da kafasına sıkarım! Kaldı ki durum onu gösteriyor!” Boğazımı temizledim. “Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin...” Sözümü tekrardan kesti. “Evet, zorundayım. Çünkü seni korumam gerek. Çünkü seni seviyorum.”

Bir adım geriledim. “Beni korumak için birilerini öldürüp bu yükü taşıyamazsın.” Ağzından ‘hah’ diye bir nida fırladı. “Sence o pislik adamlar öldükten sonra bu bir vicdan azabına dönüşür mü Ferzan? Kabul edelim güzel bir çevre temizliği olur.”

Kafamı iki yana sallayıp onu daha fazla dinlememek adına caddeye doğru yöneldim. Ancak kolumu tutup ters yöne doğru beni ilerletmeye başladı. “Tek gidebilirim.” Oralı olmadı. “Hayır, benim arabamla gideceğiz. Daha fazla uzakta durup saçma kararlar vermeni ve kafanda kurmanı beklemeyeceğim.”

Pes ettim ve kolumu ondan kurtarıp yanından yürümeye başladım. Bir yandan da peşin olarak net kararımı söylemeye başladım. “Paralarını ödemeyeceğim Alpaslan, bir blöf değildi haberin olsun. Eğer iş yaptığın için adamı tutacak olursan...” Yürürken kafasını yan çevirerek bana bıkkınca baktı. “Halen adamı tutmamdan bahsediyorsun ya aferin sana!” Elini havada savurdu rastgele sinirle. “Adamı tutacak olsam adamı niye döveyim Lara? Güvenini kazanmam için daha ne yapmam gerekiyor acaba?” Durgunca ekledi. “Güven kıran çoğu zaman senken üstelik...” Yutkundum. “Varsa bir problemin yol verelim.” Bana sahte bir şekilde sırıtarak baktı. “Bazen altından kalkamayacağın sözler ediyorsun burnunu havada tutmak uğruna, dikkatli ol.”

Ondan söylediğim kadar kolay ayrılamayacağımın farkındaydı. Ben onun kadar dışarıda yaşayamıyordum hislerimi. Ancak en az onun bana taktığı kadar ben de ona takmıştım. Velhasıl, ona yol vermek o kadar da basit değildi. Bunun yaşattığı aydınlanmayla birlikte burun kıvırdım. “Aman bir sözümün üstüne de söz söylemesen şaşarım zaten! Hemen bir karşılık, hemen bir cevap!”

Adımlarımı hızlandırıp önüne geçtim ve okulun yakınında park edilmiş arabasına doğru ilerlemeye devam ettim. Bu esnada arkamdan bana gülerek baktığına o kadar emindim ki... Şu mevcut durumumuzda bile alay edilecek konular bulduğumuza bazen şaşırıyordum.

“Aç hadi.” Arabanın kapısını tutarken ileriden gelen Alpaslan’a sinirle baktım. O ise rahat adımlarla yanaştı ve kendisi kapıyı açacağı sırada kilidi açtı. “Seni var ya...” Kendi kendime homurdanıp arabaya binerken emniyet kemerimi taktım ve kolumu kapıya yaslayıp elimle alnımı ovuşturdum. Bu sırada o da arabayı çalıştırmıştı. Söze girdim. “Benim eve sür.” Bana yandan bir bakış attı. “Emrin olur.” Alaylı çıkan sesine karşın ciddi bir hale büründüm.

“Cidden eve sür Alpaslan. Bütün eşyalarım, telefonum falan hepsi arabada kaldı. Lena ve Melih de eve gitti. Onlara geleceğim dedim. Bir an önce yanlarına gitmem lazım. Ne plan yapılacaksa yapılıp harekete geçilmesi lazım.”

Ofladı. “Bıktım şu bir anda ortalığı yangına vermenden ya. Bir doğru dürüst sakin kal da düşünelim. Hemen harekete geçelim falan yaparsan yandık, bu adamları bir avuç elma sanıyorsun herhalde?” Gözlerimi devirdim. “Aynen, adamları bir avuç elma sanıyorum Alpaslan. Seni de elma sanmıştım hatta. Ama yeşil olanından.” Gözlerine atıfta bulunurken kendime hâkim olamadan yan profilini seyrettim birkaç saniye. Bu sırada dudağının bir kenarını yukarı kıvırdı. “Renkli gözlü erkekler ilgimi çekmiyor dedikten sonra baya baya gözlerime tapmaya başladın gibi hissediyorum Ferzan.”

Onunla ilk tanıştığımda böyle bir cümle kurmuştum, evet. Alpaslan, fazla bana hitap etmeyen bir kişiydi. Ancak sonrasında işler değişmişti. Bunu açık açık belirtmekten gocunmadım. “Öyle oldu biraz.”

Bunu söyledikten sonra başımı cama çevirdim ve dışarıyı izlemeye başladım. Trafik yoğunlaşmak üzereydi. Bu nedenle Alpaslan olabildiğince aceleci davranıyordu. Eve bana oldukça uzun gelen bir sürenin ardından vardığımızda arabayı kaldırımın kenarında durdurdu ve kontağı kapattı. Arabadan inip etrafı kolaçan ederken yanıma geldi ve elimi tuttu. Birleşen ellerimize bakarken bunu sevdim ve elimi tutan kolunu diğer elimle kavrayıp binaya doğru yürümeye başladım. Bu sırada binanın önündeki araba dikkatimi çekti. “Bu Asrın’ın arabası değil mi?” Beni onayladı. “Evet, yoldayken haber verdim. Kaan ile gelmiş olmalılar.”

Merdivenleri gerimizde bırakıp oturduğum dairemin kapısının önüne geldiğimizde kapıyı çaldım. Kısa süre içerisinde kapı açılırken Merve bizi karşıladı. Tek kaşımı kaldırdım. “Sen ne alaka?” Başını hafifçe yana eğdi. “Melih, Kuzey’e ve Bahadır’a haber verdi. Kuzey’in yanındaydım bu yüzden ben de geldim.” Alpaslan ile eş zamanlı olarak yüzümüz kırışırken hızlıca eve girdim ve ayakkabılarımı çıkardım. Bahadır evime mi gelmişti cidden?

Alpaslan arkamdan gelirken elini tuttum ve salona girdim. Gerçekten de buradaydı. “Senin burada ne işin var?” Alpaslan bana fırsat vermeden kendisi sorduğunda koltukta bacak bacak üstüne atmış olan Bahadır yayvanca sırıttı. “Acaba neden Kıraç? Sevgilinin kız kardeşi başımıza çorap ördüğü için olabilir mi? Bir düşün bakalım.” Kaşlarımı çattım ve bir adım öne attım. “O çeneni kapat ve can sıkmayı kes!”

Bana umarsızca baktı. “Birileri doğruları söylemezse yakın vakitte hepimizin nefesinin kesileceği bariz ama.” Gözlerimi devirdim ve Alpaslan’a baktım. “Otur şuraya.” Koltuğa oturması için kenara kayarken bana kendini zor tutuyormuş gibi baktı. “Benim de bir sınırım var ama.” Ekledi. “Aklında bulunsun.” Tekrar ederek mırıldandı. “Benim de bir sınırım var.”

Bahadır’dan uzak bir köşeye oturduğunda Melih’e baktım. Masada oturan Asrın ve Kaan’ın göz hapsi içerisindeydi inceden inceye. “Sen ne amaçla çağırıyorsun arkadaşlarını? Evime kafana göre birisini çağıramazsın, bu çok saygısızca!” Bana tek kaşını kaldırdı. “Sence şu an saygı gözetecek halimiz mi var? Hepimizin yakın olması en doğrusu. Birbirimizden ayrı kalırsak teker teker peşimize düşerler ve bu çok kolay bir av olur.”

Omuzlarımı düşürdüm ve Bahadır’a baktım. “Biz bir şekilde bu işi çözeceğiz. Senin yanımızda olmana gerek yok.” Kaşlarını çattı. “Sence sizin beni kurtarmanıza ihtiyacım mı var Lara? Bir tehlikenin içindeysem başkasının arkasına sığınmama gerek yok. Kendimi ve arkadaşlarımı korumak için planın içinde olacağım.”

Ellerimi yumruk yapıp gevşettim ve derin bir nefes aldım. Bu esnada Alpaslan söze girdi. “Yat kalk dua et, yine kurtuldun. Şunu aklından çıkarma, bu ben istediğim için oluyor.” Benimleyken birçok şeyi göz ardı edebiliyordu. Ancak Bahadır ile yüz göz olduğu anda yine o canavarı gösteriyordu ve bundan bir gram dahi rahatsızlık duymuyordu. Gövde gösterisi yapmak onun bir parçası gibiydi ve bunun ondan silinebilecek bir özellik olduğu konusunda umutlarımı çoktan yitirmiştim.

“Ne komik, şimdi de beni kurtarmakta rol alacaksın. Günüm ne kadar da güzelleşiyor.” Bahadır da laf dalaşına karşılık verdiğinde ofladım. “Kesin şunu!” Lena’ya baktım. “Nerede bu adamın yeri? Adres ver bana.” Alpaslan oturduğu yerden bana kötü bir şekilde baktı. “Ne adresi hemen?” Omuz silktim. “Bir an önce ne olacaksa olmalı. Sen de en azından ne kadar adamı olduğundan ve olabileceğinden söz et biraz. Ne de olsa adamlarla bir hukukun var.”

Lena konuştu. “Mekân buraya yakın değil ve sandığın kadar girmesi de kolay değil. Çok koruma var.” Alpaslan devam etti. “Başka kişilerden güvenlik yardımı alabilirler her an. Alper’le bile bir sohbetleri var. Düşün ta Ankara’dan bile adam getirtebilirler. Anlayacağın ters bir durumda üç katına çıkarlar. Kaldı ki çoktan olası bir duruma hazırdırlar. Sen parayı ödemeyeceğini belirttiğin anda radarlarına girdin. Öldürmeden durmayacaklar.”

Derin bir nefes çektim içime ve koltuğun kenarına oturdum. “O zaman biz öldürelim. Bu sefer de bir masa bahanesine saklanacak haliniz yok herhalde? Nihayetinde adamların dokunulmazlığı yok.” Bahadır yaslandığı yerden doğruldu ve dirseklerini dizlerine yaslayıp Alp ile bana baktı. “Az çok ben de tanıyorum adamları ve çok kalabalıklar. Hepimizi toplasak anca denk düşeriz hatta biraz eksik kalırız. Yeterli değiliz.”

Merve’ye döndüm. “Telefonumu uzatsana bir.” Masada duran çantamdan telefonumu çıkardı ve bana attı yavaşça. Düşürmeden yakaladığımda rehbere girdim ve Araf’ın numarasını buldum. Kafamı kaldırıp dudaklarımı araladım. “Araf faktörünü devreye sokalım. O kesinlikle destek olur.” Bahadır tek kaşını havaya kaldırdı. “Onunla barışmanı beklemiyordum.” Merve mırıldandı. “Lara Araf ile küsmüş müydü ki?”

İlk geldiğim sıralar yaşanan oda mevzusunu kimseye anlatmamıştım. Babamın kulağına giderse iyi şeyler olmazdı çünkü... Alpaslan bana şüpheyle baktı. “Ne problemin vardı ki onunla bizim bilmediğimiz?” Yutkundum. “Bir yanlış anlaşılma olmuştu, ondan bahsediyor.” Bana inanmamışçasına baktı ve uzatmamak için önüne döndü. Kendimi kötü hissettim. Gerçekten de onun gözünde hiç güven veren birisi değildim. Buna rağmen ‘seni seviyorum’ demekten geri durmuyordu.

Ben ona hiç onu sevdiğimi söylememiştim...

İç çektiğim sırada Lena gözüme baktı. “Tibet’i de arayalım.” Kafamı iki yana salladım. “Olmaz. Tibet’in çenesi gevşek. Yarına kadar amcam başta olmak üzere herkese anlatır.” Alp’e baktım. “Abin ne derece yardımcı olabilir?” Sırıttı. “O bu işlerden pek anlamaz. Genelde ben ona yardımcı olurum.”

O zaman aranacak en doğru kişi yine Araf’tı. Aramadan önce son bir kez Lena ve Melih’e baktım. “Eklemek istediğiniz bir detay var mı? Varsa söyleyin, belki Araf’ın ilgisini çeker.” Melih biraz düşündü ve gözlerini kıstı. “Mekânın patronu Bursalıydı diye biliyorum. Belki Araf bir yerden çıkarır. Ne de olsa o da oralı.

Karahan ailesi Bursa’da hatırı geçen bir aileydi. Eğer gerçekten Bursa ile adamların bir bağlantısı var ise Araf bunu bilirdi. Bilmek zorundaydı...

Yavaştan ayağa kalktım ve balkona doğru yürümeye başladım. Perdeyi kenarı çekip kendimi dışarı attığımda numaraya tuşladım ve telefonu kulağıma götürdüm. İkinci çalışta telefon açıldı. Şaşırmamıştım, Araf telefonu çoğu zaman elinde gezen bir tipti. Aramayı yanıtlamıyorsa bu sadece kasıtlı olabilirdi.

“Alo?” Boğazımı temizledim. “Selam! Nasılsın kuzen?” Karşıdan hafif bir müzik sesi geliyordu. Muhtemelen bardaydı ve akşam olmadan önceki işleri düzenlemekle meşguldü. Bıkkın bir şekilde terslercesine homurdandı. “Ne var Lara? Uzatma da konuş, bitirmem gereken işlerim var.” Gözlerimi devirdim. Kısa kesmem lazımdı.

“Lena ve Kayla bir haltlar yemiş. Üstüne biraz yüklü bir borcun altına girmişler. Sonuç olarak bunu öğrendim ve adamlar tam bir hayvan, para falan ödemeyeceğim. Bugün okul çıkışı Lena’yı sıkıştırdıklarını gördüm ve gereken resti çektim. Şu anda yanımda Alpaslan ve Bahadır var. Arkadaşlarımız da yanımızda. Hepimiz birer hedefiz ve an itibariyle işin içindeyiz. Detayları kurcalama, acilen yardımına ihtiyacımız var. Bize yardım etmelisin Araf. Biliyorum, sürekli benim isteklerimle uğraşıyorsun ama desteğini esirgersen işimiz çok zorlaşacak.”

Hani kısa kesecektim? Of.

“Sen ne saçmalıyorsun ya? Ne borcu ne belası ne adamı kızım? Lena ile Kayla nereden bulaşsın öyle işlere, onlar sen mi?” Gözlerimi devirdim. “Sana aciliyetim var diyorum ama sen halen yorum peşindesin Araf!” Karşıdan bir iç çekme sesi geldi. “Ne istiyorsun benden Lara? Dünya kadar işim var, sürekli senin ve diğerlerinin dertleriyle uğraşamam. Neden babana ya da amcana gitmiyorsun?” Omuzlarımı düşürdüm ve kendimi balkonun köşesinde duran sandalyeye bıraktım. “Onları dahil edemem. Kızlara çok kızarlar Araf. İşi bir çözelim sonra usulünce bahsederiz. Ama şu durumda mümkün değil. Babam şehir dışında, duyarsa sinir krizi geçirir. Tanımıyormuş gibi bilmeze yatma gözünü seveyim.”

Ondan cevap beklerken bir süre karşıdan ses gelmedi. Ardından bıkkınca konuştu. “Bu Bahadır ile Alpaslan’ın eli armut mu topluyor? Üstelik nasıl yan yana geldiler? Ateşle oynuyorsun benden söylemesi.” Duraksadı ve devam etti. “Neyse, bu borç ne kadar?” Burnumu çektim, hava çok soğuktu. Mart ayını çoktan yarılamıştık. Havalar artık ısınabilir miydi lütfen?”

“Cevap versene.” Yanağımın içini dişledim. “Miktarın bir önemi yok. Her ne olursa olsun ödenmeyecek. Adamlar önce Lena’ya sonra bana küfrettiler.” Araf bir küfür savurdu. “Vay şerefsizler, bu adamlar kim tam olarak? Sen onu söyle. İcabına bakalım.” Yutkundum. “Melih’in dediğine göre bu adamların patronu Bursalıymış Araf. Anlayacağın sizin memleketten. Tanıyor olabilir misin? Yasa dışı dövüş, galericilik ve tefecilik üzerine çalışıyorlar.”

“Adı ne?” Ayağa kalktım ve balkonun kapısını yana kaydırıp Melih’e baktım. Telefonu hafifçe kulağımdan indirirken mırıldandım. “Adamın adını soruyor Melih? Ne diyeyim?” Herkes bana bakarken Melih ve Lena birbirine baktı. Lena konuştu. “Kemal Atsız. Patron o.” Başımı olumluca salladım ve dışarı çıkmadan içeri girip kapıyı örttüm. Bu esnada da Araf’a döndüm tekrardan.

“Kemal Atsız’mış. Bu adamı tanıyor musun?” Araf düşünürcesine ses çıkardı ve sonra da söze girdi hızlıca. “Adını duydum sadece. Daha önce hiç görmedim. Mekanıma da gelmedi. Ama Poyraz amcam kesin tanışıktır. Onu arasana bir. Ben senin evine şimdi birkaç araba yollayacağım. Ama amcam daha iyi yardım edecektir.” İç çektim ve onunla vedalaşıp kendimi salonun bir köşesindeki duvara yasladım. Kollarımı göğsümde birleştirdiğimde Alpaslan bana baktı. “Ne diyor?” Omuz silktim. “Birkaç araba yollayacağını ama adamı tanımadığını söyledi.” Lena’ya baktım. “Poyraz dayımı aramamı istiyor.”

Lena tek kaşını kaldırdı. “O ne yapabilir ki? Burada bile değil.” Kafamı iki yana salladım. “Şu sıralar İstanbul’da.” Gözlerini kıstı. “Sen nereden biliyorsun?” Alt dudağımı dişledim. “Bir süre önce görüştüm.” Ayağa kalktı. “Biz onlarla ciddi bir şey olmadıkça görüşmeyiz ki? Babam ondan hoşlanmıyor üstelik. Neden görüştün?” Omuz silktim. “Öyle gerekti.”

“Neden öyle gerekti?” Yüzümü buruşturdum. “Hesap sormayı kes.” Aramıza Bahadır’ın sesi girdi. “Neyse ne. Biz de adamları toparlayalım. Öyle ya da böyle o mekân basılacak ve bu olay iyi ya da kötü bitecek. Yoksa yarına kalmaz adamlar bizi yakalar. En azından biz planlı bir şekilde gidelim.”

Alpaslan ilk defa onu onayladı. “Doğru. Direkt oraya gidelim. Araf’ın adamları açığı kapatacaktır. Üstelik son zamanlarda ben de Çakır olayının ardından adam sayısını arttırmıştım bunun da etkisi olacaktır.” Ayaklandı. “Birkaç telefon görüşmesi yapmam gerek.” Bana baktı. “Odandayım, habersiz bir şeye kalkışma.” Yanımdan elimi okşayarak geçti ‘sakin kal’ dercesine. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve koltuğa yürüyüp kendimi yumuşak koltuğa bıraktım.

Kuzey, Bahadır’dan uzak kalmaya çalışarak koltukta bir yere oturdu. Araları iyi değildi. Bana sorgularcasına baktı. “Lara neden borçları ödemeyeceğini söyledin? İşin bu noktaya gelmesi gerekmiyordu.” Kaşlarımı çattım. “Ağır küfrettiler.” Bahadır alayla baktı. “Bir küfrettiler diye parayı ödememezlik mi yaptın cidden?” Ona dik dik baktım. “Birisi sana ibne derse üstüne gerekirse para veririm diyorsun yani?” Ona asabi bir şekilde bakarken gözlerindeki alay söndü ve mırıldandı. “O kadar ağır diyorsun?” Başımı yavaşça salladım. “Aynen öyle.”

Bahadır ayağa kalktı. Daha fazla burada olmak istemiyor gibiydi. “Aşağıya iniyorum. Binanın önünde olacağım.” Kimseden cevap beklemeden salondan çıktı ve gitti. Melih ve Kuzey de eş zamanlı olarak birbirlerinden habersiz kalkıp birbirlerine baktılar. Kuzey başıyla Bahadır’ın gittiği yönü işaret etti. “Onunla konuşmam gerek.” Melih onu onayladı. “Ben de geleyim.” İkisi bakışarak anlaşıp çıktıklarında Kaan homurdandı. “Sonunda!” Asrın ona kötü bir şekilde baktı. “Kapat o çeneni Kaan. Şu an bu durumda olmak zorundayız. Yoksa kimse onlarla burada oturmaya meraklı değil.” Asrın’a baktım. “Asrın, Esila nerede? Onu da dikkatli olması için uyarmak gerek.” Bana derin bir nefes alarak baktı. “Zaten uyardım. Evde şu an. İyi bir haber gelene kadar da çıkmayacak.”

Ona ‘iyi bari’ der gibi baktım ve ayağa kalkıp Alpaslan’a bakmak için koridora çıktım. Yatak odamın önüne geldiğimde kapıyı açıp içeri baktım. Yatağımın kenarına oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Göz göze geldiğimizde telefonu işaret ettim. “İşin bitti mi?” Telefondan birilerine hızlıca mesaj attı ve ekranı kapatıp bana baktı. “Şimdi bitti, gelsene.” Kapıyı kapattım ve yanına oturup başımı omzuna yasladım. Koluyla beni sarmalayıp iyice kendine çekerken mırıldandı. “Açıklama yapman gereken konu sayısı her dakika daha da artıyor.”

Kaşlarımı çattım. “Ne alaka?” İç çekti. “Herkes Uras Ferzan’ın Poyraz dayını sevmediğini bilir. Haliyle çok samimi olmadığınız aşikâr. Neden onunla görüştün?” Başımı kaldırıp gözlerine baktım. “Sonra anlatırım.” Ağzının kenarından sırıttı. “Sonra? Peki, buna da tamam.” Yutkundum. “Alp böyle yapma lütfen. Biliyorum Bahadır ve arkadaşları burada olduğu için hiç mutlu değilsin ama elimden de bir şey gelmiyor.” Dudaklarını büktü. “Biliyorum, suçlu hissetme.” Bu alttan alışı beni iyice kötü hissettirirken ondan ayrıldım ve ellerimle yüzümü ovuşturdum. “Berbat hissediyorum.”

“Hissetmelisin de. Çünkü sürekli yalan konuşuyorsun.” Ellerimi indirip ona baktım. “Konuşmuyorum.” Omuz silkti. “Konuşuyorsun, Lara.” Kafamı iki yana salladım. “Hayır canım, konuşmuyorum.” Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. “Bunu derken bile yalan konuşuyorsun.”

İnat etmeyi kestim ve gözlerimi kırpıştırdım. “Seninle baş edemiyorum, çok inatçısın.” Ağzının kenarından sahte bir şekilde sırıttı. “İnatçı olmaktan ziyade sadece doğruları söylüyorum.” Gözlerimi kırpıştırıp kendimi geriye bıraktım ve yatakta uzanır bir pozisyon aldım. “Doğruları söylediğini savunuyorsun. Bana ayrılık konuşması yapıyormuşsun gibi geliyor daha çok.”

Kaşlarını çattı ve bir elini yatağa bastırarak bana döndü. Bu söylemimden rahatsız olmuş gibi duruyordu. Ancak içimden geçen de buydu. Aramızda sanki güzel bir sevgi yok gibi hissediyordum. Daha çok huzursuzluk, güvensizlik ve ihanet kaygıları var gibiydi. İşin berbat tarafı ise bu hisler karşılıklıydı.

O zaman neden buna bir son vermiyorduk? Bu ilişki zehirliydi. Tanışmamız, yalanlarımız, etrafımızdakiler, bizim ta kendimiz... Bilemiyorum. Tüm bu olanlar ruhumu tüketmişti.

“Oradan bakınca ayrılık konuşması yapacak birine mi benziyorum? Birisiyle işim biterse bitmiştir, uzatmam.”

Yutkundum. “Benden ayrılacak olursan bir konuşma bile yapmayacak mısın yani? Bu mu?” Omuz silkti. “Senden yakın bir zamanda ayrılma gibi bir düşüncem yok Lara. O yüzden ayrılık konuşması yapar mıyım yoksa yapmaz mıyım diye de düşünmedim.” Ona alayla baktım. “Çok büyük konuşma Kıraç, benim sağım solum belli olmaz. Bir bakmışsın nefret ediyorsun. Bahadır Ata bunun için iyi bir örnek.”

Homurdandı. “Onun ne halt yediği umurumda bile değil. Adını ağzına alıp durma şunun... Hem bir daha o bu eve girmeyecek tamam mı? Benim de bir sınırım var ve sırf sıkıntılı bir andayız diye ilk ve son kez sessiz kaldım. Bir daha olmaz. Hiçbir şartta. Yamulturum o sırıtan ağzını onun.” Ofladım. “Dağ ayısı.” Beni tiye aldı. “Sen daha dağ ayısını görmedin, görme de zaten.”

Dirseklerimin üzerine doğruldum ve ona kararsız bir halde baktım. “Bulunduğumuz durumdan mutlu musun? Yani sen ve ben...” Elimle ikimizi işaret ettim. “İkimiz iyi miyiz?” Konuyu değiştirmemin ardından duruldu ve gözlerime baktı bir renk belli etmeden. Dudağını büktü. “Değiliz. Değiliz Ferzan. İyi falan değiliz. Ama birbirimizi tamamlıyoruz gibi hissediyorum. Bu her şeye değer gibi geliyor.”

“Umarım öyledir.” Direkt cevapladı. “Öyle.” İç çektim ve yataktan kalkıp kapıyı işaret ettim. “Gitmemiz gerek. Araf’ın yolladığı adamlar gelmek üzeredir. Şu işi halledelim bir an önce.” Söylediklerimden sonra ayağa kalktı ve yanımdan geçip kapıyı açtı. Gelmediğimi görünce bana baktı. “Gelsene.” Telefonumu havaya kaldırdım. “Dayımı aramalıyım. Bir adet son dakika yardımı süper olur doğrusu. Olmazsa da işimize bakarız. Sen git, birazdan geleceğim.”

Bana kararsızca baktı. Dayımla konuşmam konusunda pek rahat değil gibiydi. “Dayından yardım istemek zorunda değilsin Lara.” Kafamı iki yana salladım. “Gerçekten problem değil, hadi git.” Son bir kez yüzüme baktı ve ardından da ‘peki’ dercesine başını sallayıp odadan çıktı. Kapıyı kapatmasını bekledikten sonra geriye doğru adımlar attım ve odamın penceresini açıp bir elimi duvara yasladım. Diğer elimle de dayımı aramaya koyulurken içime temiz hava çekmekle meşguldüm. Rehberden ismini bulduktan sonra arama tuşuna bastım ve telefonu sağ kulağıma yasladım. Birkaç çalışın ardından telefon açılırken sesi geldi. “Efendim?”

“Merhaba, bir konuda yardım istemek için aramıştım. Umarım edersin.” Tereddütlü sesime karşın onun sevecen sesi büyük bir ukalalıkla çıktı. “Vay vay vay... Benden yardım isteyecek kadar ne yaşadın sen bakalım?” Kaşlarımı çattım. “Alaya alacaksan kapatabilirim.” Durgun sesim onu biraz olsun bu laubalilik hususunda yatıştırırken ses tonu ciddileşti. “Hayır, kapatma. Rahat gözükebilirim ve o baban olacak herif yeğenimi bizden uzakta tutmak istiyor olabilir. Ama sen günün sonunda ablamın kızısın ve zor bir durumdaysan seni dinlemeyecek değilim... Anlat hadi.”

Derin bir nefes aldım. Berbat birisi olarak nitelendirilebilirdi. Ancak Poyraz dayım tüm bu kötü huylarına karşın beni dinlemeye karar vermişti. Bu tavrı içimde bir yeri gevşetirken dudaklarımı konuşmak için araladım.

“Bir borç meselesi var. Hem de saçma sapan bir şekilde ortaya çıkmış bir borç meselesi... Ne oldu ve nasıl oldu diye sorma lütfen. Çok uzun hikâye. Şimdilik işi çözene kadar babamlara bahsetmek istemeyeceğimiz türden bir durum. Canımız an itibariyle tehlikede bile diyebilirim.”

Cümlemi tamamladığımda araya girdi hızlıca. “Yani ne istiyorsun? Benim ne yararım olur?” Kısa kesmesi hoşuma giderken devam ettim. “Bir dövüş arenası var, yasal değil. Oranın patronu da Bursalıymış. Adı Kemal Atsız. Borç bu adama ve adamları bizi okul çıkışında sıkıştırıp dövmeye kalktı. Ağır şekilde de küfretti. Para falan ödenecek tipler değil anlayacağın. Şimdi ortalıkta beni ve arkadaşlarımı arıyorlardır. Bulurlarsa iyi şeyler olmayacak. Benim bu adamın yanına gidip konuyu çözmem lazım. Öyle ya da böyle. Araf’ı aradım, adam yolladı ve seni aramamı istedi. Belki tanıyorsundur bu adamı ve çevresini. Sözünü geçirebilirsen çok iyi olur.”

Nefesim tükendiğinde dinlenmek için kendime vakit tanıdım. O da bunu fırsat bilip söze girdi. “Kemal Atsız’ı tanıyorum. Piçin tekidir. Tefeciliği de iyi bilir. Ancak ben istersem de durur. Düşmanlığımı göze alamaz.” Dudağımın bir kenarı yukarı kıvrıldı. “O zaman tamam? Ara ve şu herife haddini bildir.” Sırıttı. “Karşılığında bir şey isterim ama.” Gözlerimi kıstım. “Ne istiyorsun? Hani yeğenindim?

“O başka bu başka.” Ekledi. “Senden şimdi olmasa da sonrasında bir dilek hakkı isterim. Açık çek gibi düşünebilirsin.” Sinirden telefonu tutuşumu sıkılaştırırken homurdandım. “Oradan bakınca oynatabileceğin bir oyuncağa mı benziyorum dayı?” Gevşekçe yanıtladı. “Keyfin bilir. Mevcut durumda yardım isteyen sensin.” İç çektim ve telefonu suratına kapattım. En başından böyle bir şey olacağını tahmin etmeliydim. Poyraz Karahan karşılıksız iş görmezdi.

Pencereyi hızlıca kapattım ve üzerime rahat bir pantolon ve tişört geçirdim. Diz kapaklarım yaralandığı için acırken bunu düşünmeyi sonraya bıraktım. Fazla önemli değildi. Doğruca salona geçtiğimde televizyonun olduğu kısma ilerleyip yere eğildim ve alt çekmeceden babamın verdiği dolu tabancayı elime aldım. Bu sırada Merve hayretle konuştu. “Evde silahın ne işi var?” Ona cevap vermeden Asrın’a baktım ayaklanıp. “Alpaslan nerede?” Oturduğu sandalyede arkasına yaslanmıştı. “Aşağıya indi. Gelen adamlarla konuşacaktı.” Dilimle dudağımı ıslattım. Bu esnada Kuzey ve Melih girdi içeri. Onlara hitaben konuştum. “Siz gelmeyecek misiniz?” Kafalarını olumsuzca sallayıp koltuğa oturdular. Melih Lena’ya ve bana baktı. “Çok kalabalık yapmamızı istemedi Bahadır. Alpaslan da öyle düşünüyor. Burada kalıp birbirimize sahip çıkmalıymışız.” Başımı olumluca salladım. “Evet, en doğrusu bu.” Yine Asrın’a baktım. “Belli aralıklarla Esila’yı da arasın değil mi?” Hızlıca yanıtladı. “Tabi.”

Merve biraz önce yanıtsız kalmanın verdiği öfkeyle gözlerime baktı. “Sana bir soru sordum öyle değil mi Lara? O silahı kullanmayı bile nereden öğrendiğin hakkında bir fikrim yok! Sen de mi gideceksin?” Ağzımdan ‘hah’ diye bir nida çıktı. “Merve ne bekliyorsun? İçinde bulunduğumuz ve yaşadığımız şeyler yüzünden tedbirli olmak zorundayım.” Aklıma gelen şeyle devam ettim. “Babana burada ders çalışacağını falan söyle. Bak sakın ağzından bir şey kaçırma. Eğer öğrenirse babam da öğrenmiş demektir.” Omuzlarını düşürdü. “Bu olanlara inanamıyorum.”

Ofladım ve kapıya doğru yöneldim. Üzerime rastgele bir ceket geçirdikten sonra tabancayı pantolonumun kenarına sıkıştırdım ve ceketle gizledim. Spor ayakkabılarımı giyip evden çıktım ve hızlıca merdivenleri aşarak indim. Binanın çıkış kapısını açıp kendimi dışarı attığımda sokağın çok kalabalık olduğunu görmemle birlikte gözlerimi büyüttüm. Vay canına. İşte başlıyoruz.

Alpaslan ve Bahadır birbirlerinden uzak kalmaya çalıştıklarını belli edercesine ayrı arabaların kaputuna yaslanmıştı. Alpaslan ile göz göze geldiğimde hemen yanına gittim. Bahadır da yanımıza yürürken konuşmaya başladım. “Dayım yardım etmiyor.” Alpaslan gözlerini devirdi. “Aramana gerek yok demiştim.” Yutkundum. “Neyse ne, bir önemi yok.” Gözlerini kıstı. “Hayır var, sen birisinin aşağılık egosunu yükseltecek birisi değilsin ve onu arayarak tam olarak da bunu yaptın. Bu senden önce benim zoruma gidiyor.”

Bahadır araya girdi. “Romantik tartışmanızı sonraya bırakın. Artık gitmemiz gerek. Etraftaki insanlar rahatsız olmaya başlamadan ve birileri evi basmadan gidelim.” Alpaslan yavaşça kafasını salladı. “Gidelim.” Bana baktı. “İkimiz aynı arabayla gidelim.” Onu onayladım. “Tamam, arabamdan bir şey alıp geliyorum hemen.” Kolunu sıvazlayıp yanlarından ayrıldım ve biraz ötedeki kaldırımda park edilmiş aracıma yanaşıp sürücü kapısını açtım. Eğilip torpidoyu açarken Alpaslan’ın uzun zamandır bende olan silahını alıp hızlıca pantolonumun diğer boştaki kısmına yerleştirdim. Bu silahı artık ona versem iyi olacaktı.

Etraftaki herkes arabalara binerken ben de Alpaslan’ın arabasına bindim ve emniyet kemerini taktım. Uzun bir konvoy halinde sokaktan çıkarken camdan dışarıyı izliyordum. Bir müddet sonra unutmamak adına onun silahını pantolonumdan ayırdım ve ona uzattım. “Al şunu artık.” Yolda olan bakışları silahı bulduğunda seslice güldü. “Allah Allah ya, benim böyle bir silahım mı vardı?” Kafasını iki yana salladı ve silahı eline alıp kenara koydu. “Bir an hiç vermeyeceksin sanmıştım.”

Ona cevap vermediğimde göz ucuyla bana baktı. Huzursuz olduğumu gayet iyi biliyordu. Aklındakini dile getirmekten gocunmadı. “Birine sıkmak zorunda değilsin.” Ağzımın kenarından sırıttım. “Şu an bunu konuşmak bile komik. Bir ilk olmayacak.” Sözümü kesti. “Ama tekrar olmak zorunda da değil. Kendini kötü hissediyorsun.” Boğazımı temizledim. “Kendimi kötü hissettiğim için kendimi koruyamazsam ölürüm Alpaslan ve benim babam Uras Ferzan. Öyle bir babanın kızı olarak kendimi korumayı küçük yaşta öğrendim... Sus ya da gereken karşılığı ver.”

Gözlerini kırpıştırıp önüne döndü. İlk ne zaman birinin canını aldığımı merak ediyordu değil mi? Doğrusu ben de onu merak ediyordum. Birbirimizle alakalı kilidini açamadığımız sırlar vardı. Hem de çok can yakıcı. Bahsine bile katlanamadığımız... Neden böyle olmak zorundaydı? Sadece on dokuz yaşındaydım. Sadece yirmi yaşındaydı...

Kafamı koltuğa yaslarken kayıp giden yolu seyrettim. Ne zamandan beri bir katil olmanın yükünü kaldırabilir olmuştuk acaba? Belki de kötü insanlara bulaştığımız için vicdanımız rahattı. Yine de bir can almanın mide bulandırıcı hissi içimdeki küçük kız çocuğuna fena halde bulaşmıştı. Bunda babamın da payı vardı. Tehlikeli bir hayatın içerisinde olduğumuz için olması gerekenin bu olduğunu düşünüyorsa şayet çocuğuna çok büyük haksızlık ediyordu. Neden Lena, Merve, Esila gayet rahattı mesela? Onlar da benimle aynı hayata doğmuştu. Hatta Lena da aynı babanın kızıydı. Ama babamın özellikle bana ve Kayla’ya bir garezi var gibiydi. Kendimizi korumamız konusunda tam bir çılgınlık abidesiydi

“Geldik.”

Oturduğum yerde doğruldum ve emniyet kemerimi çıkardım. Girdiğimiz sokak fazla işlek değildi. İstanbul’un herkesin uğramayacağı bir noktasına aitti. Alpaslan ben sokağı izlerken elime dokundu dikkatimi çekmek için. Başımı ona çevirdiğimde bana ciddi bir şekilde baktı. “İçeri girdiğimizde sakin ol, bir taşkınlık yapma. Bir anda silahlar patlayabilir ve o halde de yakınımda durmaya çalış olur mu? Esasen içeriye girmen bile doğru gelmiyor, acaba arabada mı kalsan?”

Gözlerimi devirdim ve kapıyı açıp dışarıya çıktım. “Daha neler.” Kendi kendime söylenirken arabalardan adamlar indi ve Bahadır ile yanımıza geldi. Çok kalabalıktık. Ama içeride de kimlerin beklediğinden habersizdik. Birkaç dakika konuştuktan sonra mekânın önüne doğru geldik. Alpaslan ve ben yan yanaydık. Bahadır ise bir adım çaprazımızdaydı. Kapının önünde duran adamlar girmemize engel olmazken bu canımı sıktı. Yaklaşık yirmi kişiydik. Alpaslan ve Bahadır en güvendiği korumalarını arkalarına almışlardı. Geride kalan onlarca adam sokağın gerilerinde konuşlanmıştı. Aksi bir durumda mekânı saracaklardı. Kısacası fazlaydık ve adamlar bundan rahatsız değildi. Bu onların da fazla olduğu anlamına gelirdi.

İçeriye girdiğimizde basık bir hava ile karşılaştım. Alpaslan elimden tutup beni çekiştirdiğinde onu takip ettim ve ileriden aşağıya inen merdiven basamaklarını takip ettim. Bahadır da hemen arkamdaydı. Aşağı kata indiğimizde bir kapıdan geçtik ve içkili bir ortamın orta yerine düştük. Yüksek sesli bir şarkıda cabasıydı. Ortada da bir tane tel örgülerle çevrili ring vardı. İleriden bir adam elini havaya kaldırdığında şarkı kesildi ve ortam sessizleşti. Parti ruhunda olup eğlenen insanlar buna söylenirken adam bize doğru yürümeye başladı. “Demek geldiniz! Beni yormayıp kendinizin teşrif edeceğini tahmin etmiştim.”

Yanımıza arkasındaki birkaç adamla yanaştığında Alpaslan’a elini uzattı. “Hoş geldin kardeşim.” Alpaslan kendisine uzanan ele karşılık vermezken konuştu. “Pek de hoş gelmedim Kemal.” Demek patron bu adamdı. Doğrusu daha yaşlı birisini bekliyordum. Ancak karşımızdaki kişi yirmilerinin ortasında, bizden beş altı yaş büyük birisine benziyordu. Hafif bir kirli sakalı ve keskin bir yüz hattına sahipti. Okulun orada bizi sıkıştıran Hüsrev paçavrasına kıyasla daha düzgün gözüküyordu. Alpaslan’ın ona olan kötü tavrına karşın elini somurtarak indirdi. “Onca yıllık hukukumuzu çöpe mi atıyorsun cidden? Bir kız var diyorlardı da inanmıyordum.” Bana kaydı bakışları. “Cidden varmış.” Devam etti. “Sen Uras Ferzan’ın meşhur büyük kızı olmalısın. Tabi bir de şu yürüyen trafo kızın ablası. Etrafta Çakır ailesine kafa tuttuğuna dair söylentiler var.”

Ona dik bir şekilde baktım. “Seni temin ederim ki sadece bir söylentiden ibaret değil.” Sırıttı ve Alpaslan’a baktı. “Çok aradın mı bulmak için?” Alpaslan ona ürkütücü bir şekilde baktı. “Esprinin sırası değil. Buraya bunun için gelmedik. Sen de bunu iyi biliyorsun.” Kemal’in gözleri Bahadır’a kaydı. “Vay canına, Alpaslan’ın hasmı da buradaymış. Sizin kafanız baya güzel anlaşılan.” Bıkkınlıkla soludum ve karşımdaki adama baktım tahammül edemezcesine. “Sadede gelmek gerekirse kız kardeşimin ring öncesi soyunma odasında dayak yediği için çıkamadığı maçın borcunu ödemeyeceğim ve diğer kız kardeşimden tehditle hakkı olan paranın tahsil edilmesine göz yummayacağım Kemal Bey.” Elimi hafifçe havaya kaldırıp rastgele salladım. “Ha burada adamınız bugün okul çıkışı kız kardeşime orospu dedi. Bu yüzden gerçekten borcumuz olsaydı da sırf onur meselesi yaptığım için yine ödemezdim. Anlayacağınız size para falan yok. Aklınız varsa inat etmeyi bırakırsınız. Yoksa siz de bir söylentiden ibaret kalabilirsiniz.”

Söylediklerimden sonra adamın bakışları değişirken keskin bir şekilde gözlerime baktı. “Sen karşında artistlik yapabileceğin bir çocuk mu var sanıyorsun? Burası benim çöplüğüm. O ağzından çıkanlara dikkat et.” Alpaslan aramıza girip onu göğsünden hafifçe ittirdi. “Kemal, Hüsrev’in yaptığı piçlikti. Bunu kabul et. Ne zamandan beri kadına el kaldırır olduk? Yapma, bu hiç kimsenin kitabında yazmaz.” Devam etti. “Ortada bir şeylerin döndüğünün farkındasın. İzmir’deki dostların bir üç kâğıt peşinde ve mekânında bile dolap çevirir olmuşlar. Neden okları bize yöneltmek yerine başka kişilerin peşine düşmüyorsun? Ne ben ne de Bahadır Ata’ya bulaşman akıllıca. Onun arkadaşının sırf bir senette imzası var ve benim de sevgilimin kız kardeşi mevzu bahis de buradayız. Cidden bize bulaşacak mısın? Yapma. Şu anki sakinliğime de aldanma. Kafamı attırırsan senin de karşında artistlik yapabileceğin bir çocuk kalmaz.”

Kemal ona hırsla baktı. “Alpaslan, yanlış sularda yüzüyorsun.” Alpaslan ona hafif bir alayla bakmaya başladığında Bahadır bir adım öne çıktı ve ukala bir şekilde Kemal’e baktı. “Asıl sen yanlış sularda yüzüyorsun Atsız. Bize bulaşırsan masaya bulaşırsın. Masada hepimizin yaşını üçe katlayacak adamlar var. Sonu gelmeyecek bir belaya o başını sokma derim.”

Kemal ikisine baktı ve bir anda güldü tiye alırcasına. “Şaka mısınız lan siz? Bana ne kimin ne dolap çevirdiğinden? Ben haticeye değil neticeye bakarım. Sonuç olarak bu kızın kardeşi bir borcu bize taktı mı? Taktı. Olay bitmiştir. Bugün hatta şu an paramı vermezseniz hepinizin anasını ağlatırım. İzmir’deki mevzu başka bu başka.” Bana baktı. “Ölmeyi bayılmak sanma güzelim.” Cümlesini bitirir bitirmez Alpaslan onun çenesine sert bir yumruk geçirdi. “Yeter lan sabrını da selametini de sikerim! Sen kime güzelim diyorsun?” Ortalık bir anda karışırken etraftaki kişiler kaçışmaya başladı. Bu sırada ben de kendimi yan taraftaki bar tezgahının tenha kısmına attım. Silahımı elime alıp güvenliğini açarken derin bir nefes aldım. Artık geri dönüş yoktu. Alpaslan fitili ateşlemişti.

Mekânda silah sesleri yükselmeye başladığında bir çatışmanın başladığını anladım ve yerde emekleyerek etrafı görebileceğim kadar uca gittim. Kafamı biraz dışarı çıkartıp bakındığımda birçok adamın silah sıktığını gördüm. Gözlerim önce Bahadır’ı buldu. Bir masayı devirip kendisine kalkan yapmıştı. Alpaslan’ı aradım. Etrafın karmaşıklığından ötürü bir türlü onu bulamazken tekrardan Bahadır’a baktım. Bu esnada göz göze geldik. Her ne kadar ondan medet umma fikri tiksindirici gelse de omuzlarımı düşürdüm ve dudaklarımı oynatarak ‘Alpaslan’ dedim. Kaşlarını çatıp anlamadığını belli ettiğinde bir elimi sinirle yere vurdum ve tekrar ona bakıp daha da belirgin bir şekilde ‘Alpaslan’ dedim. Nihayet anlayabildiğinde devirdiği masadan biraz başını çıkartarak hızlıca birkaç kurşun sıktı ileriye ve etrafı taradı. Ardından kendini geriye çektiğinde bana bakıp eliyle sağ tarafı işaret etti.

Biraz daha dışarı çıktım ve onun gösterdiği yere baktım. Gerçekten de Alp kendini bir duvarın kuytu köşesine gizlemiş ve karşı tarafın adamlarına ateş ediyordu. Başına bir şey gelmediği için rahat bir nefes alırken Kemal Atsız’a baktım. O da bir kenardan ateş ediyordu. Alpaslan’a değil, diğer adamlara. Aralarında gerçekten iş dışı bir dostluk mu vardı? Lena’nın dediğine göre ikisi burada birden fazla kez oturup vakit geçirmişlerdi. Gözlerimi devirdim. Alpaslan ve en az kendisi kadar tekin (!) dostları!

İkisi arasında bakışlarım gidip gelirken bir anda sol kolumu sıyırıp geçen kurşunla çığlık atıp kendimi geri çektim. Sağ elimi koluma attığımda avcumu ıslatan kanla birlikte ofladım ve yere bıraktığım silahı tekrardan elime aldım. Daha dikkatli olmam gerekirdi. Pervasızca kendimi açık bir alana sürüklemem ve diğerlerini izlemem pahalıya patlamıştı. İyi ki sıyırdı diye düşünerek derin bir nefes alırken Kemal’in bağırışını duydum. “Pes edin yoksa buradan canlı çıkamayacaksınız!” Durum bizim açımızdan o kadar kötü müydü ya?

Tekrardan etrafı incelemek için kenara ilerlediğimde bu sefer daha temkinli davranarak başımı dışarıya çıkarttım. Yerde yatan baygın -büyük ihtimalle ölü- adamlar vardı. Bu yutkunmamı sağlarken Alpaslan ve Bahadır’a baktım. Çok iyi gözükmüyorlardı. Bahadır’ın kendini korumak için devirdiği masa delik deşik olmuştu. Onun ne halt olacağı umurumda bile değildi. Ancak bu olayda yandaşlarımızdan birisi olması onu da bizim açımızdan bir güç unsuru yapıyordu. Alpaslan’a döndüğümde onun da nefes nefese kaldığını fark ettim. Saklandığı yerden çıkıp silahını bir yöne doğrulttuğunda sıktığı halde kurşunun çıkmadığını yüzünü sinirlice buruşturup kendini tekrar saklamak için geri çektiğinde anladım ve hızlıca onun ilerisine baktım. Bir adam sürekli ona doğru ateş ediyordu ve Alpaslan’ın kurşunu bitmişti. Derin bir nefes aldım ve iki elimle silahı kavrayıp adama doğru nişan aldım. Benim bulunduğum noktadan rahatça onu vurabilirdim. Başını hedef alıp ikinci defa düşünmeden tetiğe bastığımda saniyeler içerisinde adam kanlar içinde yere yığıldı. Bu sırada tam da Alpaslan’a sıkmak üzereydi. Alpaslan onu kimin kurtardığını anlamak için etrafına bakınırken beni gördü. Yeşilleri üzerimde gezinirken güven vermek istercesine gülümsedim ve kendimi geri çektim.

Bu iş bir şeyler yapmazsam iyi bitmeyecekti öyle değil mi?

Bir kez olsun lanet olası gururum ile zekamı ayaklar altına almayı göze aldım ve pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım. Hızlıca dayıma mesaj atmak için parmaklarımı dokunmatik klavyede gezdirdim.

‘Dayı, tamam. Sana açık çek. Şimdi hemen şu Kemal denen adamı ara ve durmasını söyle!’

Mesajı göndermemin ardından kısa süre sonra dayım gördüğünde rahat bir nefes aldım. Amacı beni pes ettirmekti ve bunu başarmıştı. Ne olacaksa olsundu. Canım daha önemliydi ve bu pis çukurda kendimi ve Alpaslan’ı daha fazla rezil etmeyecektim. Bedelini daha sonra öderdim.

Silah seslerinin azalmasıyla birlikte yutkundum. Bizim kurşunumuz bitmiş olmalıydı ki Kemal’in adamları da durmuştu. Saniyeler sonra Kemal’in gülen sesi yankılandı mekânda. “Ufak eğlencemiz de bittiğine göre hesabı kökten kapatmanın vakti geldi!” Bir an durdu ve ardından gülerek devam etti. “Çıkın dışarı!”

Bir an bile tereddüt etmeden bar tezgahının altından çıktım ve vakur bir edayla saçlarımı düzelttim. Sol kolumdaki fena sızıyı göz ardı etmeye çalışmak git gide zorlanırken kendime telkin vermeye çalışıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu esnada Bahadır ve Alpaslan da kendilerini korudukları yerden çıkıp birkaç adım ileriye yürümüşlerdi. Bizim tarafımızdaki adamlar halen fazlaydı. Çok kişiyi kaybetmemiştik ve bu sevindiriciydi. Yine de silahların kurşun yetersizliğinden dolayı kullanılamayacak hale gelişi bizi eksiye düşürmüştü.

“Ne oldu? Biraz önce dikleniyordunuz?” Kemal Atsız ukalaca onlara bakarken arkasından dolanıp rahatça Alpaslan ile Bahadır’ın ortasına ilerleyip orada durdum. Kemal’e alayla baktım. “Değişen bir şey yok.” Bahadır anında müdahil oldu sessizce bağırarak. “Lara kapat çeneni!” Alpaslan da ekleme yaptı. “Sana taşkınlık yapma derken tam olarak bunu kastediyordum!”

Onları takmadan Kemal’e bakmaya devam ettim. “Sen şimdi sanıyorsun ki bizi alt ettin. Ama o iş o kadar kolay değil canım benim.” Kemal bu tavrıma gözlerini kıstı ve elindeki silahı üzerime doğrulttu. “Ya öyle mi göreceğiz orasını şimdi.” Kendinden emin tavrı Alpaslan’ın hızlıca beni geri çekmesine sebep olurken homurdandı. “Kemal indir şu silahı! Hem suçlusun hem de daha da batırıyorsun kendini! Birimizden birine bir şey olursa peşini bırakmazlar! Beni sağ bırakırsan hele ben asla bırakmam!”

Kemal ona asabı bozuk bir şekilde baktı. “İhaneti sevmem Alpaslan ve sen borcunu öyle ya da böyle ödemeyen bir kızı savunup beni karşına aldın! Bu kabul edilemez!” Araya girdim. “Ortada gerçekten ödememiz gereken bir borç yok!” Kemal bağırdı. “Bu beni enterese etmez! Son bir şans veriyorum ya paramı ödeyin ya da hepinizin kafasına teker teker sıkayım!”

Bahadır dişlerinin arasından tısladı. “Hay ben böyle işi!” Alpaslan’ın da canı sıkılırken tavrımdan ödün vermeden konuşmaya başladım. “Benim dediklerim seni enterese etmek zorunda. Çünkü birazdan telefonun çalacak ve sen bizi bırakacaksın.”

Hiç kimse bu çıkışı beklemezken Kemal tam bir şey diyecekti ki telefonu çalmaya başladı. Bu gözlerinde bariz bir şaşkınlık yaratırken zamanlamaya şükrettim. Biraz daha geç kalınması felaketlere sebep olabilirdi. “Aç telefonu.”

Gözlerini benden ayırmadan eline telefonunu aldı ve arayanın ismini görür görmez yutkunup telefonu açtı. Ardından kulağına götürdü. Dayım aramış olmalıydı ki bir süre onu dinledi ve silahı tutan elini sıkılaştırıp sinirle aşağı indirdi. “Tamam abi.”

Telefonu kapatır kapatmaz çenesiyle kapıyı gösterdi. “Siktirin gidin bir daha da gözüm görmesin sizi.” Alpaslan’a baktı. “Seninle tüm ahbaplığım ve ticaretim bitti. Bir daha yoluma çıkma.” Alpaslan neler olup bittiğini anlayamamasına rağmen duruşunu bozmadı ve elini omzuma atıp beni kendine çekti. Gözlerini adama dikip dudaklarını araladı. “Asıl sen bir daha yoluma çıkma.”

Adımlarımızı çıkışa yönlendirdiğimiz sırada Kemal konuşmaya devam etti. “Bir daha asla! Asla yoluma çıkmayacaksınız! Ferzan, o kardeşlerinin aklına bunu iyice kazı!” Arkamı dönecektim ki Alpaslan izin vermedi. “Cevap verme, şu an çok öfkeli. Yediremiyor ne halt döndüyse.” Üzerimde yoğunlaştırdığı şüpheli bakışları yanıtsız bıraktım ve beni çıkışa götürmesine izin verdim. Kendimizi izbe ve basık mekândan attığımız sırada elimdeki silahı belime yerleştirdim ve ceketimi çekiştirdim. Alpaslan’ın gözleri sol elimi bulduğunda kaşlarını çattı. Kolumdan akan kan bütün elimi kaplamıştı.

“Yaralandın mı?” Yutkundum. “Ufak bir sıyrık sadece.” Burnundan soludu. “Kahretsin.” Görüş açım bulanıklaşıyordu ve bunun farkına varır varmaz beni kucağına alıp hızlıca arabaya ilerlemeye başladı. Beni ön koltuğa dikkatlice yerleştirdikten sonra tam kapıyı örtecekti ki Bahadır’ın sesiyle birlikte duraksadı.

“Beni kolladın içeride, sağ ol.” Alpaslan ona onun gibi yatışmış bir ses tonuyla cevap verdi. “Sen ne yaptıysan karşılığını verdim sadece.” Ekledi. “Eyvallah.” Bahadır da aynı şekilde cevap verdi. “Eyvallah.”

İkisinin bu diyaloğuna içten içe sırıtırken bu anı bir daha bulamayacağımı hissettim ve kafamı arabadan dışarıya uzatıp gözlerimi iyice açmaya çalıştım. Gözlerim Bahadır’ı bulduğunda boğazımı temizledim ve ona durgunca baktım. “Özür dilerim, kız arkadaşını aramızdaki anlaşmazlığa karıştırmamalıydım Bahadır.” Bahadır’ın kaşları çatılırken derin bir nefes aldı. “Bunun hiç sırası değil ama ben de senden özür dilerim. Her şey için. Neyse. Siktir edin ve defolun şuradan.” Hızlıca arkasını dönüp bizden uzaklaştığında arabasına binişini seyrettim. Adamları da onun arkasındaki arabalara binerken saniyeler içerisinde bulunduğumuz sokaktan ayrıldılar birer birer.

“Bu ne şimdi?” Alpaslan yanımdaki sürücü koltuğuna yerleştiğinde emniyet kemerini takmasını seyrettim sakince. Dudağımı büktüm. “Bilemiyorum. Belki de ufak ego yarışlarımızdan daha önemli bir gerçeği anlamışızdır.” Tek kaşını kaldırdı ve arabayı sokaktan çıkarttı. Arkamızdan da arabalar geliyordu. Yutkundum. “Ölüm gerçeğini. Orada ölebilirdik Alp.” Kafamı geriye yasladım. Bu sırada araya girdi. “Orada ne oldu? Ne yaptın sen?” İç çektim. “Dayıma mesaj çektim, o da dayanamayıp kabul etti.” Bana kaşlarını çatarak baktı. “Karşılıksız yardım etmez. Edecek olsa ilk seferde söylediğinde eder. Neyi göze alarak böyle bir haltı yedin sen Lara?” Sinirli sesi arabada yükselirken ofladım. “Bir şey göze aldığım falan yok. Şu durumu atlattık ya sen ona bak. Hem sol kolum uf oldu ve her an bayılabilirim.”

Gözleri koluma kaydı. “Tam bir salaksın! Kendini çatışma bitene kadar bir köşede gizlemek yerine kahramanlık yapmaya kalkışıyorsun! Sana bir şey olursa ne olurum ben sen biliyor musun?” Gözlerimi kırpıştırdım. “Ne olursun?” İç çekti ve yoldaki bakışlarını bana çevirdi.

“Mahvolurum.”

Derin bakışları ruhuma işlerken yutkundum. “Ben de... Ben de sana bir şey olursa mahvolurum.” Göz kontağımızı kestim ve önüme döndüm. “Neyse, nereye gidiyoruz?” Boğazını temizleyip önüne döndü. “Benim eve. Aile doktorumuza mesaj attım. Oraya gelecek ve seninle ilgilenecek. Ardından bu gece benimle kalırsın. Güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım var.”

Derin bir nefes aldım ve kolumun yoğun acısıyla birlikte sızlandım. Yüzümü buruştururken gevşemeye çalıştım. Ama pek başarılı olamadım. Yine de olayı espriye vurmak adına “En son makarna yapıyorduk evinde ama yarım kalmıştı. Bu sefer tamamlar mıyız?” Omuzlarını düşürdü ve bana iç çekerek baktı.

“Tamamlarız Ferzan. Tamamlarız. Seninle hiçbir şey yarım kalamaz zaten.”

 

 

Merhaba!

Çook uzun bir bölüm oldu umarım sakince okumuşsunuzdur.

Yorumlarınızı bekliyorumm!

Bölüm : 28.04.2025 11:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ece Asena / 11 SERİSİ / KÜL (44) Kurtulmak İçin Ufak Bir Bedel
Ece Asena
11 SERİSİ

14.39k Okunma

2.4k Oy

0 Takip
55
Bölümlü Kitap
ATEŞ (1) Lara FerzanATEŞ (2) Silik Varis ve Zümrüt YeşiliATEŞ (3) KurtarışATEŞ (4) Kaçınılmaz KarşılaşmaATEŞ (5) Birikmiş Sitemler ve Ufak Bir Lastik MeselesiATEŞ (6) Verilen Birtakım KararlarATEŞ (7) İlgi ÇekmekATEŞ (8) Altı Numaralı OdaATEŞ (9) İlk İhanetATEŞ (10) Asıl Hikayenin BaşlangıcıATEŞ (11) Yakmak ile Yanmak ArasındaATEŞ (12) Tehlikeli Sularda YüzmekATEŞ (13) Kaosun Ayak SesleriATEŞ (14) Maskeler DüştüğündeATEŞ (15) Büyük KumarATEŞ (16) Gizemli NotATEŞ (17) MüttefikATEŞ (18) İlk SızıATEŞ (19) Küçük Bir AnATEŞ (20) SırlarATEŞ (21) Yakmaktan Çok Yandığını AnladığındaKÜL (22) İnce Buz Üstünde YürüyorumKÜL (23) İkiz KardeşKÜL (24) Ölümler ve Geriye KalanlarKÜL (25) Hiç Yaşanmamış GibiKÜL (26) Yeniden Dağıtılan KartlarKÜL (27) KorkaksınKÜL (28) Verilen Sözlerin Canı CehennemeKÜL (29) Beni Çok Üzdün BabaKÜL (30) Aşk, Gurur ve VedalarKÜL (31) Güven ProblemiKÜL (32) Farkındalıklar, Seçimler ve DahasıKÜL (33) Epik Bir BaşlangıçKÜL (34) Sana Aşığım, Saçma Sapan Bir ŞekildeKÜL (35) Aşkı Öldüren ZehirKÜL (36) Bu Senin İçin Yaptığım Son GurursuzluktuKÜL (37) Ateşi Sönmeyen Toksik İlişkiKÜL (38) KorkuKÜL (39) Kavgalar, Kavuşmalar ve AnkaraKÜL (40) Aşk Sözcükleri Bugün Müessesemizin İkramıKÜL (41) Şüphe TohumlarıKÜL (42) Solmuş GüllerKÜL (43) Ben Lara Ferzan, Ben Ne Dersem O Olur!KÜL (44) Kurtulmak İçin Ufak Bir BedelKÜL (45) Biraz Eğlence, Biraz KavgaKÜL (46) Kıyamet ÇanlarıKÜL (47) Paramparça Edilmiş Bir ÇocuklukKÜL (48) Yalanlar, Sırlar ve Hata Üstüne HataKÜL (49) Mezuniyet ve Beklenmedik KarşılaşmaKÜL (50) Bana Bunu Nasıl Yaptın?TARİH DUYURUSU!VİRANE (51) Yalnızlık, Pişmanlık ve Bol Bol Aşk AcısıVİRANE (52) Aşk Kılıç Yarası Gibidirİlk Şarkımız "KABUL" 🎶İKİNCİ ŞARKIMIZ "MELANKOLİ" 🎶
Hikayeyi Paylaş
Loading...