Kasedeki yumurtaları çatalla çırparken mutfak dolabının üzerine yapıştırdığım ders notlarıma göz gezdiriyordum bir yandan da. Tam olarak oturtamadığım bir tarih ve edebiyat problemim vardı ve bunu bir an önce çözmeliydim.
Takvim yaprakları haziran ayını gösteriyordu ve bu tam olarak on sekiz gün sonra gireceğim üniversite sınavını daha da korkutucu hale getiriyordu.
Yumurtaları iyice çırptıktan sonra sıkıntıyla gözlerimi nottan ayırdım ve yumurtayı tavaya aldım. Kısa sürede yumurtamı pişirirken kendimi balkonuma attım. Bugün kahvaltıyı balkona hazırlamıştım. Havalar bariz bir şekilde ısınmışken belki de içeride kalıp klimayı açmak en mantıklısıydı. Ama henüz çok bunaltıcı ve basık bir havanın içerisinde olduğumuzu zannetmiyordum.
Sıktığım portakal suyundan yudumlarken elime çatalımı aldım ve tabağımdaki yumurtamdan hatırı sayılır bir lokma aldım. Çok sıcak olduğu için ağzım yanarken yüzümü kırıştırdım ve içeceğimden biraz daha yudumladım. Sırtımı arkaya yaslarken sokaktan gelip geçen insanları seyretmeye başladım düşünceli bir şekilde. Kafam allak bullaktı. Son bir buçuk aydır sabah altıda uyanıyor ve tüm günümü verimli bir şekilde ders çalışarak geçiriyordum. Bu esnada okuldaki işe yarar etütlerle denemelere devamlılık sağlamaya çalışıyor ve okuldan sonra da gece on ikiye kadar evde ya da kütüphanede çalışmaya devam ediyordum.
Hayatımın özeti çalışmak, çalışmak ve yine çalışmaktı...
Yurt dışındayken sayısal yönümü geliştirebildiğim için mutluydum doğrusu. Sözel yanımı da burada halletmeye çalışmıştım ve bir şekilde başarılı olmayı umuyordum. En azından çabaladığım için içim rahattı.
Telefonum çalmaya başladığında gülümsedim ve masanın kenarında duran telefonumu elime aldım. Alp arıyordu. Yüzümde anlamlandıramadığım buruk bir neşe peyda olurken bekletmeden aramayı cevapladım ve telefonu kulağıma yasladım.
“Birileri erkenci sanırım?” Ona keyifle şakıdığımda karşıdan uykulu yanıtı gecikmedi. “Senin yanında fazla iddiasız olduğum kesin. Daha biraz önce uyandım. Kerem uyandırdı ve okulun sosyal medyada yayınladığı deneme sonucunu görmüş. Senin dördüncü benim de yirmi dördüncü olduğumu görünce küplere binmiş. Sabah sabah kafamı ütüledi.”
Kafamı iki yana salladım. “Kardeşinin benim gibi bir zekâ timsaliyle birlikte olması onun için gurur kaynağı olmalıydı oysaki.” Sırıttı. Şu an karşımda olmasa da gözlerinin hafifçe kısıldığına yemin edebilirdim. İkimizden de birkaç saniye ses çıkmazken araya girdi. “Ee? Ne yapıyorsun şimdi?” Dudaklarımı büktüm ve birkaç lokma daha ağzıma bir şeyler attım. Hızlıca yutarken “Sağlıklı bir kahvaltı ritüeli gerçekleştiriyorum.” Dedim.
“Hazırlandın mı?” Dediğinde kafamı kendi kendime olumluca salladım. “Evet, dün akşam eşyalarımı hazırladım. Müthiş okul tatilimiz için çok heyecanlıyım!”
Okul son sınıflar için birkaç günlüğüne Antalya tatili düzenliyordu. Rehber öğretmenimiz sınav stresini yumuşatmak için böyle bir kaçamağın öğrencilere iyi geleceğini savunuyordu. Benim içinse durum tam tersiydi. Neden herkesi daha da ders çalışmak için motive etmiyorduk ki? Tatilin sırası mıydı? Sınavdan sonra zaten koskocaman bir üç ay bizi bekliyordu. Ama sonuç olarak başta Alp olmak üzere Merve tarafından bu plana ikna edilmiştim ve pişman da sayılmazdım.
“Sesindeki kinayeyi uykuluyum diye anlamam sanmıyorsun herhalde?” Ağzımdan esprili bir homurdanma döküldü. “Kinaye mi? Saçmalama. Bu tatile gönlümü verdim ben.” Güldüğünü duyduğumda içimi tarifsiz bir mutluluk kapladı. Onu güldürdüğüm anlarda bu mutluluğu bolca tadıyordum ve çok hoştu.
Artık onunla ilgili birçok şeyin bağımlısı olmuştum ve bu beni korkutuyordu.
“Havalimanına birlikte gitmeyi istiyordum.” Derin bir nefes aldım. “Kusura bakmayacaksın artık Kıraç. Haftalardır tatilde olan bir adet Uras Ferzan nihayet yuvaya teşrif edebildi ve bu birazdan burada olacağı anlamına gelir. Beni havalimanına kimin götüreceğini tartışmaya bile gerek yok.”
Babam ve Sanem dün akşam eve gelmişlerdi. Bunu Lena’dan öğrenmiştim. Mart ayında yaşadığımız tartışmayı bir şekilde atlatmıştık ve biraz daha seviyeli olma konusunda sözleşmiştik. Niyetinin öyle ya da böyle benim yararıma olduğundan bahsetse de tam olarak bir güven içerisinde değildim ona karşı. Ne ben ne de o birbirimize tam anlamıyla güvenemezdik. Doğamız gereği zıt karakterlerdik ve en iyi anımızda bile bir anda aramız alabora olabilirdi.
“Dediğin gibi olsun. Orada görüşürüz.” Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Tamam, canım. Görüşürüz.” Telefonu kapatır kapatmaz kapının çalmasıyla birlikte balkondan aşağı baktım. Babam gelmişti. Siyah aracı evin önünde park halindeydi. Vay canına, adamı cidden üç aydır görmüyordum ve o yokken yediğimiz nanelerin haddi hesabı yoktu.
Hızlıca sokak kapısının önüne geçtim ve derin bir nefes alarak kapıyı açtım. Görüş açıma giren babamla birlikte şirince gülümserken “Neredesin sen ya?” diye muzip bir çıkışta bulundum. Üzerindeki takım elbisenin ceketini düzeltirken dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı ve içeri girdi. “Sen beni merak eder miydin ya?” Gözlerimi devirdim ve onu gerimde bırakarak balkona çıktım. Arkamdan gelip karşımdaki sandalyeye kurulurken gözlerini yüzümde gezdirdi. “Nasılsın bakalım?”
Bardakta kalan meyve suyumdan yudumlarken memnuniyetsizce mırıldandım. “Beni geç, kendinden bahset. Üç aydır ortalıklarda olmayan sensin.” Gözlerini kıstı. “Ortalıktan kaybolmadım bir kere. Sanem ile tatile çıktığım gayet ayan beyan ortadaydı.” Kafamı iki yana salladım. “Yine de senin gibi bir adam için biraz fazla uzun bir tatildi doğrusu. İlk gittiğinizde ufak bir hafta sonu kaçamağı yapacağını sanıyordum.”
Kalan omletimi bitirirken babam konuşmaya başladı. “Aslında bir haftalık bir şeydi. Sonrasında Sanem ile bir anda anı yaşamaya karar verdik. Birkaç şehri dolaştık ve ardından nikah kıydık.” Son dediği şeyle birlikte yediğim yemek boğazımda kalırken öksürmeye başladım. “Ne dedin sen?” Omuz silkti. “Nikah kıydık dedim.” Omuzlarımı düşürdüm. “Ciddi ciddi kendi aranızda nikah mı kıydınız baba? Hani kocaman bir düğün yapacaktınız?” Rahatça nefes aldı. “Zaten yapacağız. Bu sadece kendi aramızda yaşamak istediğimiz bir andı ve Sanem’i de kırmak istemedim. Bu anı uzun zamandır bekliyor.”
Yutkundum ve peçeteyle ağzımı sildim. “Anlıyorum. Mutluysanız bir sıkıntı yok.” Tek kaşını kaldırdı. “Neden bu kadar sakinsin? Normalde Sanem’e bir araba laf sayardın.” Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim. “Evet, normalde bu olağan bir şeydi. Ama yokluğunda sinirlerimi alan bir beyefendi vardı etrafımda. Sanırım onun etkisiyle biraz insancıl birine dönüştüm.”
Kurduğum cümleler bir anda tüm neşesini kaybetmesini sağlarken kaşlarını çattı ve oturduğu yerde doğruldu. “Sakın bana o çocukla devam ettiğini söyleme.” Boğazımı temizledim. “Pekâlâ, söylemem.” Omuzlarını düşürdü. “Sana inanamıyorum Lara...” Sözünü kestim. “Bir dakika! Bana hesap sormadan önce senin vermen gereken bir hesap var. Gerçekten hastanede Alpaslan’ı manipüle mi ettin benden ayrılması için? Baba bunu nasıl yaparsın?” Omuz silkti. “Hesap vermem gereken bir durum görmüyorum. O da manipüle olmasaymış.” Gözlerimi devirdim. “Çok kötüsün.”
“Sadece kızlarımı düşünen bir babayım.” Kendi kendime sırıttım. “Ne demezsin.” Birkaç lokma daha ağzıma attıktan sonra ayaklandım ve sofrayı toplamaya başladım. Bu esnada babam tekrardan söze girdi. “Ben yokken neler yaptınız? Nedense tatil boyunca hep kulağım çınladı.” Öksürdüm ve elimdeki tabaklarla hızlıca mutfağa kaçtım. Babamsa sorusunu yineledi. “Lara sana soruyorum? Duymazdan gelme!” Ofladım ve balkona yürüdüm. Masayı toparlayıp kendimi yine sandalyeye bırakırken kenarda duran sigarayı hızlıca gözden kaybettim ve babamın görmediğinden emin oldum. Alkol ve sigara onun için ince çizgiydi. Sigara içtiğimi öğrenirse peşimi bırakmazdı.
“Bir şey olduğu yok. Sadece kuruntu yapıyorsun.” Bana inanmıyormuşçasına baktı. Yüzümde ne gördüyse kafasını iki yana salladı. “Bana yalan konuşma. Kaç haftadır sadece okula gidip geliyor olamazsınız. Lena da bir şey söylemedi. Ama sen konuşacaksın.” Gözlerimi kıstım. “Neden ihale bana kaldı ki şimdi?” Lafı değiştirmeme müsaade etmeden gözlerini bana diktiğinde omuzlarımı düşürdüm bıkkınlık içerisinde. “Baba bir şey olmadı işte. O Melih ile takılmaya devam etti. Sen zaten doğum gününe Melih’in gelmesine izin vererek onlara bir zeytin dalı uzatmıştın. E ben de...” Araya girdi. “Sen ne?” Omuz silktim. “Alp ile...” Tekrardan sözümü kesti ve bu acayip derecede canımı sıktı. “Şimdi de ona kendince farklı şekilde mi hitap ediyorsun kızım? Alp... Hah... Alp’miş!” Kendi kendine homurdandığında gözlerimi kıstım. “Benimle dalga geçme, aramızda bir şeyler olduğunu biliyorsun baba. Bu konuda üzerime gelme. Hem biz gayet iyiyiz.”
Kafasını iki yana salladı. “Görürüm iki gün sonra ben iyiyi.” Bir anlığına duraksadı ve ardından gözlerimin içine ciddi bir şekilde baktı. “Onun yüzünden başına bir iş gelirse elimden bir kaza çıkar haberin olsun.” Ofladım. “Anladık, tamam. Yılın babası ödülünü sana veriyoruz Uras Ferzan.” Ekledim. “Artık kalkalım. Beni havalimanına götüreceksin daha. İçindeki kurtları yolda da dökebilirsin.”
Onu tiye alan tavrıma bıkkınlıkla bakarken balkondan çıktım ve valizimi almak için odama ilerlemeye başladım.
***
“Aklınca bana göz dağı verdi, sen anlamazsın.” Alpaslan’ın bilmiş ses tonuna karşın baygınca baktım ona. “Adama karşı ön yargılı olmayı bırakır mısın acaba? Tek derdi beni ve Lena’yı yolcu etmekti. Hem uzun zamandır da bir araya gelememiştik. Haliyle uçak kalkana kadar zaman geçirmek istedi.”
Bana alayla baktı ve tekrardan tabağına döndü. Antalya’ya geleli birkaç saat oluyordu. Konyaaltı Sahili’ne yakın lüks bir oteldeydik ve odalara yerleştik falan derken akşam yemeğine ucu ucuna yetişmiştik. Ben, Alp ve Kaan bir masada oturmuş yemeğimizi yiyorduk. Esila ve Asrın geziye katılmamışlardı. İstanbul’da kalmayı tercih etmişlerdi. Çok da kafaya takmıyordum. Çünkü tek derdim Alpaslan ile güzelce mezuniyet öncesi vakit geçirmekti.
Merve maalesef benimle aynı masada değildi. Çünkü Kuzey’in yanındaydı ve Kuzey de Bahadır, Melih ve Lena ile birlikteydi. Onların olduğunu masaya kaçamak bakışlar attım ve derin bir nefes alıp önüme döndüm. Bu esnada Kaan söze girdi. “Bence sen cidden fark etmedin, baban alenen Alpaslan’a ve Melih’e gönderme yaptı.” Ellerini tırnak işareti yaparak havaya kaldırdı. “Kızlarımın babası olarak tekrardan meydandayım ayağınızı denk alın.” Gözlerimi devirdim. “Saçmalama.” Alpaslan gözlerime baktı. “Valla ne dediği umurumda değil, tadım kaçarsa tadı kaçar.” Gözlerimi kıstım. “Buraya rest çekmeye gelmedik ama haberin olsun. Böyle yapacaksan ben başka masaya gideyim.”
Kaşlarını çattı. “Hangi masaya gitmeyi düşünüyorsun mesela?” Dudaklarımı büktüm. “Kız kardeşimin ve en yakın arkadaşımın olduğu masa olabilir tatlım.” Ağzından ‘hah’ diye beni tiye alan bir nida fırladı. “Ben de öyle diyordum tatlım (!)” Omzunun üzerinden biraz geriye baktı ve bana döndü. “O masada bulunan diğer mahluklar bana ters.” Elimdeki çatalı bıraktım ve arkama yaslandım. Zaten doymuştum. “Abartma istersen, hem eskisi kadar aranız kötü değil bence.” Kafasını olumsuzca sarstı. “Bu onlarla aynı masada keyif çatacağım anlamına gelmez.”
Derin bir iç çektim. “Neyse, ne yapacağız yemekten sonra? Var mı bir fikriniz?” Kaan araya girdi. “Serbestiz diye biliyorum. Ben biraz kendi halimde takılacağım.” İkimize baktı. “Siz de sahile falan gidin, denize girebilirsiniz.” Bu fikir hoşuma giderken ayağa kalktım. Alp ise halen yemek yemekle meşguldü.
“Ben odama gidiyorum. İçime bikinimi giyeceğim ve deniz çantamı alacağım. Sen de yemeğini ye lobide buluşalım.” Bana hayal kırıklığıyla baktı. “İlla hızlı yemek yedireceğim diyorsun.” Ona cevap vermeden yanlarından ayrıldığımda hızla odama çıktım ve zaten hazırda duran deniz çantamı yatağın üzerine bıraktım. Üzerimdeki şort ve askılı tişörtü çıkartırken valizimdeki siyah bikiniyi giyindim. Ardından aynı renkte askılı bir elbiseyi elime aldım ve onu da bikinin üzerine geçirdim. Saçlarıma dokunmadan çantamla beraber odadan çıktığımda titreyen telefonumla birlikte koridorda duraksadım ve ekrana baktım. Poyraz dayım arıyordu.
Bana Alpaslan’ın annesine dair hiçbir şey anlatmamışlardı. Alpaslan’dan sadece Yusuf Kıraç’ın oğlu olarak bahsedilmişti ve bu da onun olaydaki yerini aydınlatmak için yeterli değildi.
Aramayı yanıtsız bıraktım ve asansöre binip zemin katı tuşladım. İçimde büyük volkanlar patlıyordu düzenli olarak. Alpaslan’ın bana kendisinden bahsettiği geceden beri kendime telkinler verip duruyordum. O günden sonra dayımla doğru dürüst konuşamamıştım bile. Sadece o geceden bir gün sonra telefonda tüm öfkemi kusmuş ve beni rahat bırakmasını bağırmıştım. Fazla işe yaramamış olmalıydı ki ara sıra telefonumu çaldırıyordu. Ben de açmıyordum.
Kalkıp insanlara bir şey diyecek hali yoktu. Ablasının yararına hareket edecekse susmalıydı ve beni de rahat bırakmalıydı. Yine de içimi kemiren bir kurt vardı. Ona söz vermiş ve açık çek vermiştim bizi Kemal Atsız’dan kurtarması için. Şimdi telefonlarına dönmüyor oluşum bu sözü alenen çiğnediğimin bir göstergesiydi. Bana ters bir şekilde geri dönmesinden tedirgindim. Ama elimden de bir şeyler gelmiyordu.
Tam toparladım derken düzenimi sarsacak yeni gerçekler öğreniyordum ve tek yaptığım susmak oluyordu. Bir de hayatıma kaldığı yerden devam ettiğimi es geçmeyelim. Kendime inanamıyordum. Resmen hiçbir şey olmamışçasına normaldim ve bundan da çok pişman sayılmazdım.
Hayatım şu an mükemmele yakındı. Berbatlığın içerisinde bir mükemmeliyet yakalamıştım ve bunu bozmak istemiyordum. İletişimimi düzeltmeye başladığım bir babaya, güzel bir okula, sevecen arkadaşlara ve birbirimize sımsıkı bağlandığımız bir sevgiliye sahiptim. Onları kaybetmemek için susmam gerekiyorsa susardım...
Asansörden çıktığımda Alpaslan’ı biraz ileride ayakta beklerken gördüm. Elinde sadece bir tane deniz havlusu vardı. Cidden bu kadar mıydı yani? Yanına ulaştığımda parmaklarımın ucunda yükselip dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum ve geri çekildim. Gözleri üzerimde gezindikten sonra alaylı bir şekilde sırıttı. “Biraz daha tutkulu bir öpücüğe hayır demezdim.” Omuz silktim ve yürümeye başladım. “Kendini benimle serin sulara bırakırsan şirinleri bile görebilirsin Kıraç.” Yanımdaki yerini aldığında dudaklarını araladı. “Göreceğiz.” Kısa cevabına karşın elimdeki deniz çantasını tek koluma astım ve birkaç saniyeliğine yüzüne bakıp önüme döndüm. “Kaan ne yapacakmış?”
“Kaan otelin barına inecek. Biraz eğlenecekmiş. Başına bir iş gelmez herhalde.”
“Yok ya ne gelecek? Takılır kendi halinde.” Otelden çıktığımızda sahile doğru yürümeye başladık. Bu esnada etrafa bakınıyordum. Trafik yoğundu. Saat akşamın yedisi olduğu için bunu normal buluyordum. Şehrin tatilcilerle dolu olması da cabasıydı.
Turuncumsu bir renge ev sahipliği yapan gökyüzünü incelerken bakışlarım ilerideki sahili buldu. “Burası muhteşem ya.” İçten içe hayranlık barındıran ses tonuma kayıtsız kalmadı. “Hep geliriz.” Dudağımın bir kenarı yukarı kıvrıldı. “Umarım.”
Etrafı izlemenin keyfini çıkararak ağır adımlarla sahil kenarına ulaştığımızda fazla kıyıya yanaşmadan havlularımızı yere serdik. Ben havlunun üzerine otururken Alp üzerindeki yarım kollu tişörtü çıkardı ve yanımdaki boşluğa bıraktı. Onu açık açık süzdüğümü fark ettiğinde sırıttı. “Yavaş gel.” Omuz silktim. “Yakışıklısın ve bunu demekten gocunmayacağım sanırım.” Kafasını iki yana salladı. “Beni ne kadar onore ettin şu an anlatamam.” Çantamdan telefonumu çıkardım. “Hadi fotoğraf çekinelim. Bu atmosferi bir daha ne zaman buluruz bilemiyorum.” Ayağa kalktığım sırada arkamdan bana sarıldı ve çenesini omzuma yasladı. “Çek bakalım.” Telefonun ön kamerasını açıp ayarladığımda birkaç fotoğraf çektim. Tam bir kez daha çekecektim ki ekrana düşen görüntülü arama ile duraksadım.
Arkamdaki bedenin gerildiğini hissettiğimde boğazımı temizledim ve ondan ayrılıp denizi işaret ettim. “Hadi sen git, ben geliyorum iki dakikaya.” Kaşlarını çattı. “Benimle olduğunu söylemeyecek misin?” Bozuk çıkan ses tonuna karşın yüzümü kırıştırdım. Bu esnada telefon da çalmaya devam ediyordu. “Bunu da nereden çıkardın? Sadece merak etmiştir, otele geldiğimizde vardığımıza dair ufak bir mesajla geçiştirmiştim.” Derin bir iç çekti ve omzuma çarpıp yanımdan geçti. Onun bu sitemli tavrı benim de canımı sıkarken aramayı yanıtlamadım ve telefonu çantama atıp üzerimdeki elbiseyi çıkardım. Bikinimle kalırken yedek havluyu çantamın üzerine örttüm ve denize giren Alp’in peşinden ilerledim.
“Nereye gittiğini sanıyorsun?” Kendimi suya bıraktığımda bedenimi sarmalayan ferah hissi boş vererek Alp’in yanına ulaştığımda ellerimi omzuna koydum biraz önceki soruma yanıt bekleyerek. Bir yandan kısa saçlarındaki su damlalarına göz atıyordum. Benden uzaklaşmaya çalıştığında bacaklarımı beline doladım ve buna engel oldum. “Kaçamazsın.” Ofladı. “Lara sıkma beni.” Kaşlarımı çattım. “Sıkmak mı? Burada bir şey soruyorum sadece. Sense sitem edip uzaklaşmaya çalışıyorsun.”
Yeşil gözleri etrafta gezinirken büyük bir rahatsızlıkla yüzünü kırıştırdı. “Sen sadece bir şey soruyorsun. Bense onlarca şey. Ama karşılaştığım tek şey bir duvar.” Boğazımı temizledim. “Şu an tek derdin tadımızı kaçırmak.” Kırışık yüzü dağılmazken gözleri sertçe bana döndü. “Tadımızı kaçıran sensin. İşine geldiği gibi davranıyorsun; susmak istediğinde susuyorsun, konuşmaya karar verdiğindeyse ağzından bir ton aslı astarı belirsiz söz çıkıyor. Buna üç kağıtçılık denir.” Konuşmama izin vermeden devam etti. “Ve ben bana aptalmışım gibi hissettiren insanlara ayar olurum.” Gözlerimi kıstım. “Bana ayar mı olduğunu söylüyorsun şu an?” Sinirle güldü. “Şu an onca dediğimden bunu mu cımbızla çekiyorsun Lara?”
Kafamı iki yana salladım. “Senin babamdan ötürü asabın bozulmuş...” Sözümü kesti. “Manipülatör birisini manipüle etmeye kalkma. Babanın beni zerre etkilemediğini sen de biliyorsun. Ama gündemi babandan ibaret kılmaya çalışmaktan da çekinmiyorsun. Kendinden uzaklaştırmaya çalışıyorsun ama yemezler.” Bedenine sardığım bacaklarımı çözmeye çalıştığında buna karşı koydum. Omuzları gerildi. Ellerimi boynuna sardım. “Şu an neyin kavgasını yapıyoruz hiçbir fikrim yok cidden. Tüm planlarım birkaç dakika öncesine kadar seninle öpüşmekti oysaki.”
Yeşilleri kısıldı. Ufak bir dikiş izinin bulunduğu kaşından akan su damlacığı dikkatimi çekerken ellerini belime yerleştirdi. “Ateşle oynama.” Fısıltısı beni gülümsetti. “Eğer bir kez kül olduysak ateşle oynamak bu kadar tehlikeli olmasa gerek?” Dudağını büktü. “Her seferinde bedeli kül olmaktan ibaret olmaz. Bir viraneye de dönüşebilirsin ve bunun geri dönüşü olmaz.”
Ağzımdan ‘hah’ diye bir nida çıktı. Bu ufak serzenişim hem onun dediklerine hem de içimde bir yerde sessizce duran kendime karşıydı. Altıncı hisleri devredeydi ve üzerime sinmiş yalan kokularını iki kilometre öteden alabiliyordu. Buna karşın pusuya yatmıştı. Bu bana bir şans verdiğini düşündürttü. Kendisi öğrenmeden bana sunduğu son bir dürüstlük fırsatı... Başkası yapsaydı kötülemekten geri durmayacağım şekilde kocaman bir yalancıydım ve bu tamamen bencilliğimden ileri geliyordu. Alpaslan Kıraç, hayatımdan çıkmasın istedikçe daha da dibe batıyor gibiydim ve bu iyiye işaret değildi.
Burnumu çektim ve gözlerimi kırpıştırdım. Aniden gelen bir istekle gözlerine çok net bir şekilde baktım. “Sana herhangi bir konuda yalan konuşmuyorum Alp.” Yutkundum ve bir elimle ensesinin birazcık yukarısındaki saçını okşadım. “Sen benim için özelsin ve herkese konuşsam bile sana yalan konuşmam.” Hayır, aslında en büyük yalanlarım sana. Çünkü seni kaybetmek istemiyorum ve bu kurduğum son cümle vicdanıma çok büyük bir darbe.
İçimde bir şeylerin kopup gittiğini hissederken beni dinleyen Alp’in dudaklarına eğildim ve alaylı bir şekilde bahsettiği tutkulu öpücükten bıraktım. Devam etmeden önce dudaklarından kopup konuşabilecek kadar geri çekildim. Burunlarımız birbirine temas ediyordu. “Dışarıdan sürekli kaygılı ve bir şeyler saklıyor gibi dursam da durum bu değil. Öyle olsa bile sana anlatırdım. Çünkü düşündüğünün aksine seninle özelimi paylaşmaya karşı birisi değilim. Hayatımdaki insana karşı dürüst olmam gerektiğinin farkındayım.” Evet, farkındayım. Hem de fazlasıyla.
Gözlerinde ufak bir rahatlama parıltısı gördüğümde gevşedim. Her ne kadar tamamen onu ikna edemeyecek olsam da en azından benden uzaklaşmasına engel olabilirdim. Kalkıp annemin ve babasının yaşadığını ona kolayca söyleyemezdim. Hiçbir şartta bunu dudaklarımın arasından dökemezdim. Kaldı ki bu gerçeği Bursa tatilinden beri biliyordum. Onunla gerçek bir ilişki yaşamaya başladığımızdan beri biliyordum ve susmuştum. Konuşsaydım her şey paramparça olurdu ve bunu göze almaktansa aşağılık bir yalancı olmayı seçmiştim.
Annemin yıllardır ortada olmayışı bir daha buraya gelmeyeceği konusunda bana güven veriyordu. Birlikte olduğu adamla gününü gün etmeye devam edecekti ve ben de en azından toparladığım hayatımla avunacaktım. Araz Ferzan’ın bana yaşattığı o iğrenç ana sırf annem için sustuğumu göz ardı etmeye çalışacak ve Alp’in varlığıyla teselli bulacaktım.
Bu berbat bir şeydi ama yapacaktım. Bir sonucu olmayacaktı. Çünkü hiçbir şey ortaya çıkmayacaktı.
“Davranışların öyle demiyor ama.” Bana olumsuz bir ses tonuyla konuştuğunda dudaklarımı büktüm. “İşime geldiği gibi biriyim.” Tek kaşını kaldırdı ve belimdeki ellerinden birini yanağıma getirdi. “İşine gelen şeyler benim işime gelmediği anda bozuşuruz ama.” Yüzümün kenarındaki saçları arkaya ittirdi. “Sonra ağlama.” Güldüm. “Ben ağlamam merak etme.” Uzatmayıp dudaklarına uzandım. Bu sefer o da tepkisiz kalmayıp karşılık verdiğinde boynuna doladığım kollarımı sıkılaştırdım. Aynı zamanda da suyun içinden elleriyle gövdesine daha da yapıştırıldığımı hissediyordum.
Aklına komik bir şey gelmiş gibi hafifçe dudaklarını benimkilerden kopardı ve homurdandı. “En son böyle öpüştüğümüzde okulun tuvaletindeydik sanırım. Öfkemi yatıştırmaya çalışıyordun.” Gülerek kafamı geriye attım ve ardından tekrar ona dönüp alnımı alnına yasladım. Birbirimize çok yakındık ve bu suyun ferahlatıcı hissine karşın oldukça ısıtıcı bir durumdu. “Öfkeni falan yatıştırmaya çalışmıyordum. Anı yaşayıp sevgilimi öpmekti o an tek derdim.” Omuz silktim. “Şu an olduğu gibi.” Çenesine bir öpücük bırakıp yukarı ilerlediğimde dilimi alt dudağında gezdirdim ve ardından dişlerimin arasına aldım. Yüzümdeki tutuşunu sertleştirirken “Isırma!” diye uyardı ama onu tiye aldım. “Birileri prenses miymiş?” diye onunla dalga geçtiğimde bana hınzırca baktı ve ikimizi hızlıca suyun altına çekti.
Gözlerim kapalıyken dudaklarımda bir baskı hissettim. Kollarımı boynundan çekeceğim esnada buna engel oldu ve aramızdaki boşluğu kapatarak öpmeye devam etti. Dudaklarımızın arasından su sızmamasına şaşkınlık duyarken nefesimi tam tutamadığım için elimle göğsüne vurdum nefesimin tükendiğini belli edercesine. Fazla uzatmadan ellerini üzerimden çektiğinde hızla suyun üzerine çıktım. Nefes nefese kalırken gözlerimi açtım ve ellerimle yüzümdeki suları sildim. Bu esnada Alp de benim gibi sudan çıktı ve kafasını hızlıca iki yana sallayarak üzerime su sıçrattı. Yarı alay yarı sinirle üzerine su attım. “Ya yapma!” Güldü. “Ne o? Birileri prenseslik mi yapıyor?” Sırıttım. “Benimle kafa bulma.” İşaret parmağıyla beni gösterdi. “Beni deneme.” Gözünü kırptı. “Bu arada suyun altında da çok güzelsin.” Ekledi. “Saçların suyun içinde çok hoş dağılıyor.” İstemsizce dudağımın bir kenarı yukarı kıvrıldı. Beni güzel bulması midemdeki kelebekleri uçuşturmuştu...
Bir süre daha denizde yüzüp birbirimizle uğraştıktan sonra parmaklarımın buruştuğunu gördüğümde denizden çıktık ve kurulanıp denize girmeden önce çıkardığımız kıyafetlerimizi giyindik. Tekrar otele döneceğimizi zannederken Alp’in beni ters yöne çekmesiyle adımlarım onun yönelttiği tarafa doğru ilerlemeye başladı. “Nereye gidiyoruz?”
Islak saçlarım tatlı bir esintinin esiri olurken bu üzerimde yorgun bir mayışma hissi yarattı. Sahil kenarından çoktan çıkmıştık ve sahili baştan sona takip eden bir yürüyüş yolundaydık. Etraf kalabalıktı ve tatilcilerle doluydu. Hava yaklaşık bir saate kararacak gibi duruyordu. Alp’in elini kavrayıp çekiştirdiğimde bana yandan bir bakış attı. “Yürüyelim biraz. Otele hemen dönmek sıkıcı bir fikir. Belki yapacak başka bir şeyler buluruz.”
Otele dönmek şimdilik benim adıma da çok eğlenceli sayılmazdı. Her ne kadar Merve’ye bir şeyler yapacağımıza dair söz versem de şu an Alp ile olmak daha keyifliydi. Kaldı ki o da Kuzey ile vakit geçiriyor olmalıydı. Yokluğum henüz onu rahatsız etmiyordur.
“Daha önce buraya geldin mi?” Kafasını iki yana salladı. “Hayır, gelmedim. Gittiğim tek yazlık yer Bodrum. Çocuklarla Çeşme ve Alaçatı’ya da gitmişliğimiz var.” Çenesiyle beni işaret etti. “Sen?” Omuz silktim. “Özellikle tatil yapmaya bir yere gitmedim. Küçükken Kayla için İzmir’e giderdik babam ve Lena ile. Ailenin diğer üyelerinin de geldiği yaz tatilleri olurdu.”
“Kayla neden sizden uzakta büyüdü?” Duraksadı ve boğazını temizledi. “Yani amacım eski defterleri açmak değil sadece merak. Senden duymasam onu hiç öğrenemeyecektim herhalde. Baba Ferzan, kızlarını gizlemek konusunda bir usta.” Düzelttim. “Lena dışında.” Bana soru işaretleriyle baktığında dudağımı büktüm. “Onu Kayla ve benden hep biraz ayrı tutar. Onun için Lena başkadır.” Ellerinden birini şortunun cebine soktu. “Neden böyle?” Derin bir nefes aldım. “Annelerimizin ayrı oluşuna yoruyorum bunu. Babam Sanem’e annemden çok daha fazla aşık.” Gözlerini kıstı. “Bu seni üzmüyor mu?” Kafamı iki yana salladım. “Hayır, buna fazla kafa yormuyorum.” Bakışlarını etrafta gezdirdi. “Yine de baban Kayla ve seni seviyor gibi. Size değer vermese bu kadar ilgilenmez.” Yutkundum. “Onunkisi günah çıkarmak ya. Alkolik olduğu dönemki davranışlarını yok saymaya çalışıyor. Hepsi bu.”
“Peki Kayla neden uzakta? Neden burada değil? Neden hep uzaktaydı?” Yine en başında sorduğu soruya okları yönelttiğinde omuzlarımı düşürdüm ve kollarımı göğsümde birleştirdim. “Annem ve babam sürekli bir güç yarışı içindeydiler. Bu yarışın acımasız rolünü babam üstlendi ve Kayla’yı annemden uzakta tuttu. Bir anneden çocuğunu ayırmak fazla merhametsizce.” Ekledim. “Babamın bazen bir sınırı olmaz. Bunu görmek için tek yapman gereken onu biraz zorlamak.”
Kaşlarını çattı. “Kayla uzakta tutulan çocuk, Lena sevilen çocuk, peki sen?” Adımlarım yavaşlayıp ilerlemeyi bıraktığında ağır adımlarla karşıma geçti ve bana derin bir şekilde baktı. Kafamı hafifçe iki yana sarstım. “Bilemiyorum. Ben... Biraz kendi halimde biriydim. Öyle fazla anlamlar yüklenmedi bana karşı.” Kalbimde bir sızı oluşurken bunu önemsememeye çalıştım. “Kayla sürekli annemin özlemiyle yanıp tutuştuğu bir çocuk oldu. Aranan, kavuşulmak istenen oldu. Lena ise bir aşkın meyvesi. Haliyle babamın bir tanesi. Bense, ortalıkta dolaşan bir bela.”
Sözlerime karşın kendi kendine güldü ve başını denize doğru çevirdi. Arkası Toroslara dönüktü ve batmaya başlayan güneş yakıcı olmayan bir halde yüzüme çarpıyordu. Bu gözlerimi daha sık kırpmama neden oluyor ve bana göz rengimin bir ton açık gözüktüğünü düşündürüyordu. Bunu düşünürken Alp’in sesi aramıza girdi. Düşünceli bir şekilde denize bakan gözlerini yüzüme çevirdi. Gözlerim ve dudaklarım arasında gidip gelen bakışları gözlerimde duraksadı.
“Kırk yıl düşünsem aklıma kendini ortada dolaşan bir bela olarak tanımlayacağın gelmezdi.” Omuz silktim. “Ama öyle bence.” Devam etmeme izin vermeden bana bir adım daha yanaştı ve elleriyle yüzümü kavradı. “Sen uğruna ne savaşlar verilir hiç biliyor musun?” Baş parmağını yanağımda gezdirdi. “Bir bakışına, bir sözüne...” İç çekti. “Ne olmuş olursa olsun benim gözümde apayrısın. Nevi şahsına münhasırsın (!)” Güldü ve devam etti. “Bendeki yerini kaybetme.”
Derin bir nefes aldı. “Ben sana bu kadar değer verirken bendeki yerini kaybedersen, ben de yolumu kaybederim.” Kafamı iki yana salladım. “Kaybetmeyeceksin.”
Yüzümdeki ellerini tuttum. “Kaybetmeyeceğim.”
Merhaba! İkinci kitabın bitmesine son iki bölüm kaldı ve bu nedenle çok heyecanlıyım!
Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı ve tahminlerinizi bekliyorumm!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.68k Okunma |
2.11k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |