54. Bölüm

KÜL (50) Bana Bunu Nasıl Yaptın?

Ece Asena
_ece_asena_

Yorumlarda buluşalımmm! Çok merak ediyorum düşüncelerinizii!

 

 

Babam gözlerini kırpıştırırken yutkundu ve önüne dönüp bardağından biraz su içti hızlıca. Ardından tekrar salonun girişine baktığında baştan aşağı sarsıldığını hissettim. Hayal gördüğünü mü zannetmişti ilk gördüğünde? Bu kalbime büyük bir sancı düşürürken babamın kaşlarının giderek daha da çatıldığını gördüm. Yavaşça ayağa kalktığında ben de kalktım. Masadakiler bu halimizden ötürü huzursuzlanırken Sanem araya girdi ayaklanıp. “Uras bir sorun mu var?” Lena bana baktı. “Ne oluyor?” Tek bir söz bile edemezken zorlukla bakışlarımı babamdan ayırdım ve arkama baktım. Annem şok geçirmiş babama alayla bakmayı sürdürdükten sonra bana ufak bir bakış attı ve geriye doğru adımlar atarak kutlama alanından ayrıldı.

Onun uzaklaşmasıyla birlikte adımlarımı harekete geçirirken elime çantamı aldım ve hızla çıkışa ilerlemeye başladım. Bu esnada Alp de masadan kalkmış hızla benim gittiğim tarafa doğru yürüyordu. Görmüştü... Annemi görmüştü...

Bir ölüden ibaret sandığı annemin aslında ölmediğini görmüştü...

Sertçe yutkunurken adını seslenemedim. Şu an tüm dikkati annemdi ve benim de arkasından gittiğimi anlamamıştı ya da umurunda değildim şimdilik.

Lobide topuklu ayakkabımın parlak zeminde bıraktığı sese aldırış etmeden daha da hızlanmaya karar vermiştim ki adımlarım yavaşladı. Annem otelin hemen çıkışında bir banka oturmuş bacak bacak üstüne atmıştı. Yanında da bir adam vardı takım elbiseli. Onun yaşlarında...

Ellerim titrerken Alpaslan’ın da yavaşladığını gördüm. Ona yaklaştığımda annemle göz göze geldim. Üzerindeki elbiseyi oldukça güzel taşıyor gibiydi. Saçları, gözleri, dudakları bana benziyordu... Ama ruhumuzun aynı olmadığı konusunda tartışabilirdim.

Derin bir nefes aldım. Annem gülümserken Alp’in bakışları annemin yanında ayakta duran adamdaydı. Artık yüzünü görebiliyordum. Yanında durduğumu bilmesine rağmen bana dair tek bir kelime etmeye oralı değil gibiydi.

“Baba?”

Dudaklarının arasından çıkan tek bir kelimeyle birlikte kafamda taşlar yerine çoktan oturdu. Bu adam Yusuf Kıraç’tı. Alpaslan’ın ve Kerem’in babası... Annemin biricik sevgilisi... Yıllardır ölü olarak bilinen bir diğer kişi... Hem de resmi olarak...

Yusuf Kıraç’ın tıpkı Alp ve Kerem gibi yeşil olan gözleri kısılırken Alp’i süzdü. Üzerine oldukça sakin ve ne yaptığını bilen bir tavır sinmişti. Tıpkı annem gibi... Ne yaptıklarını sanıyorlardı? Yıllarca kaybolmalarının sebebi hayatlarını yaşamak değil miydi? Neden geri dönmüşlerdi? Bu cesaret nereden geliyordu?

İçimde yeşeren korku ve endişe beni milyonlarca soru ile meşgul ederken babasının Alpaslan’a hitaben konuşmasını duydum. “Merhaba oğlum. Seni tekrardan görmek çok güzel.”

Alpaslan büyük bir şok içinde kalırken bir elini kısa saçlarının arasından kaydırdı ve ensesini ovarak bir adım geri gitti. “Ne oluyor lan burada?” Kendini tutamamış olmalıydı ki ağzını bozdu. “Ne sikim dönüyor burada?” Sesi yüksek çıkmıyordu. Belki de çıkamıyordu. Ancak bunun tehlikeli bir dinginlik olduğunu anlamak için zekâ küpü olmaya gerek yoktu.

“Sen öldün.” İşaret parmağını babasına doğrulttuktan hemen sonra anneme döndü. “Ve sen de öldün.” Eli aşağı indi. “Siz öldünüz.” Annem sahte bir şekilde iç çekti. “Ya da sadece ölmüş gibi davranıp hayatımızı yaşamışızdır.” Sesimi yükselttim. “Kapat şu lanet çeneni!” Dakikalardır çıkmayan sesim nihayet can bulduğunda annem bana başını hafifçe yana yatırarak baktı. “Kapat çeneni mi? Biraz sakin ol.”

Alpaslan’ın bakışları bana döndüğünde şüpheli yüzüyle karşılaştım. Neden büyük bir şoka girip yere yığılmadığım konusunda aklında soru işaretleri vardı muhtemelen. Karşımızdaki kişilerin yaşadığını uzun bir zamandır bildiğimden haberi yoktu ve bunu öğrenmesi an meselesiydi.

Arkamdan adım sesleri geldiğinde omzumun üzerinden arkama baktım. Babam ve Sanem geliyordu. Arkasında da Lena vardı. Kerem’in de hızla geldiğini gördüğümde alt dudağımı dişledim. Ortalık karışacaktı.

“Siz...” Babam düşünceli bir şekilde benden biraz ileride durduğunda onlara baktı. Başladığı cümleyi devam ettiremezken annem tekrardan söze girdi. “Yani Uras çok akıllı adamsın. Ama öldüğümüze gerçekten inanman büyük aptallıktı!” Sırıttı. “Ee görmeyeli nasılsın?” Bakışları Sanem’e kaydı. “Kıyamam sonunda Ferzan soyadını alabilmişsin! Gururlu hissediyor olmalısın onca senenin ardından.”

Sanem de hayretler içerisindeydi. Annemi çok önceleri tanıdığından bahsetmişti ve şu an onu kanlı canlı karşısında görüyor olması çok enteresan olmalıydı. Üstelik burada söz konusu olan kadın, babamın yıllar önce öldürdüğünü sandığı bir kadındı.

“Seni vurdum.” Babam kendi kendini inandırmak için bir cümle kurmuşken annem anında çürüttü. “Vurduğunu zannettin sadece. Oysa biz çoktan planımızı yapmıştık.” Onun bu katılığı karşısında gözlerim dolarken tek yapabildiğim derince solumak oldu.

“Uzun bir süredir mutlu mesut yaşıyorduk. Ta ki birileri tadımızı kaçırana dek...” Yusuf Kıraç konuştuğunda gözleri doğruca beni bulmuştu. Babam omzunun üzerinden bana baktığında onunla göz göze gelmeye cesaret edemedim. Alp’e de bakamıyordum. Kaçamak bir şekilde Alp’in yanında duran Kerem’i fark ettiğimde onun da ne diyeceğini bilemediğini sezdim. Babasının öldüğünü sanıyordu ve şu an babası gayet de hayattaydı. Büyük bir gevşeklikle hem de.

“Lara uzun zamandır bizden haberdardı. Anlaşılan henüz kimseye anlatmamış...” Annem araya bomba gibi bir sözle dahil olduğunda sıkıntılı bir şekilde soludum. “Sus.” Diye fısıldadığımda devam etti. “Hatta Poyraz dayısıyla da bu konu hakkında birçok kez konuştu. Size anlatmadığına göre bu durumdan memnundu.”

“Ne diyor bu kadın?” Alp tükürürcesine kelimeleri ağzından çıkardığında cevap veremeden Yusuf Kıraç konuştu. “Bir de annesini görmek istedi baya ama bu riskli olduğu için yanaşmadık...” Eklediği yalanla birlikte kaşlarım çatılırken annem mırıldandı. “Lara sen neden bizden bahsetmedin? Babandan intikam mı almaktı amacın?” Yavaşça ayağa kalktı ve yanındaki adamın elini tuttu.

“Sizi bilemem ama bizim keyfimiz gayet yerinde. Ölü olarak bilinmekten sıkıldığımız için dönmeyi uygun gördük. Uzun bir aradan sonra tekrardan İstanbul’da olmak gerçekten heyecan verici. Şimdilik gitsek iyi olur sanırım.” Burnundan alaylı bir soluk bıraktı. “Sizin konuşmanız gereken şeyler var gibi gözüküyor.” Bana baktı. “Daha sonra görüşürüz kızım.”

İkisi hemen yanlarında duran siyah bir arabaya binip uzaklaşırken Alpaslan bana tek bir kez bile bakmadan Kerem’i çekiştirip gitmeye kalkıştı. Kerem halen şoktayken ona ayak uydurmaya çalıştı. İkisi uzaklaşmaya başlamışken arkalarından bağırdım. “Alp bir durur musun!” Sesim yeterince kuvvetlice çıkmazken yine de duyduğunu ancak öfkesinden ötürü umursamadığını biliyordum.

Onu mahvetmiştim.

Onu paramparça etmiştim.

“Bu nasıl olur?” Babam uzun aradan sonra tekrar söze girdiğinde hızlıca ona yaklaştım. “Baba hemen beni dinlemen gerekiyor!” Titreyen ellerimi kollarına koyacaktım ki beni sert bir şekilde geriye ittirdi. Neredeyse düşeceğim kadar... Lena beni tutup düşmekten kurtardığında hızlıca konuştu. “Lütfen bir savunmam var de.” Kaşlarımı çattım. “Tabi ki de var!” İkimiz aramızda ufacık bir konuşma geçirdikten sonra babama baktım duruşumu düzeltip. O ise konuşmama izin vermedi. Yanımızda duran Sanem ise heykel gibi kalmıştı bilinmezlik içerisinde.

“Sen... Sen!” İşaret parmağını yüzüme doğrulttu. “Bu kadarını da yapamazsın!” Elleriyle sertçe yüzünü sıvazladı ve başını havaya kaldırdı sakinleşmeye çalışırcasına. “Öldü lan bunlar!” Duraksadı ve tekrardan bana baktı. “Annen ikimizin gözü önünde öldü!” Sesi hiç olmadığı kadar yüksek çıktığında kollarımı birbirine sardım üşürcesine. “Lütfen...”

Sözümü kesti. “Bunlar nasıl karşıma çıkabilir? Nasıl böyle bir şey olur!” Derin bir nefes alıp verdi. “Ben yıllarca vicdan azabı çekerken bu ikisi hayatını mı yaşadı?” Bağırdı. “Karşıma nasıl bu kadar küstahça çıkabilirler Lara!”

Omuzları düştü. Tıpkı öfkesinden ötürü havada savrulan ellerinin iki yanına sertçe düştüğü gibi... “Ve sen bunu nasıl bilip de saklayabilirsin?” dedi sesi kısılırken. Yutkundu ve başını olumluca salladı. “Bursa... Bursa’ya gittiğinde öğrendin değil mi?” Cevap veremedim. Bir ton yalan birbirine karışmışken her şeyi tek kalemde anlatamazdım. Bana bu vakti tanımayacaktı.

“Sana çok kez sordum, ne olduğunu anlatmanı istedim! Neden babana gelip anlatmadın! Böyle bir şeyi öğrenir öğrenmez dünyanın en berbat adamı da olsam gelip bana doğruca anlatman gerekirdi!” Sinirden ötürü titreyen bir soluk çekti içine. Gözleri kızarmıştı. “Çünkü ben senin babandım!”

Sanem yavaşça koluna girmek istediğinde izin vermeyip bakışlarını benden çekmeden devam etti. “Sen benim kızımdın!” Ekledi. “O kadının değil!” Kafasını iki yana sarstı. “Çok aşağılıktım ama senin yanında ben vardım! O kadın yoktu!” Gözünden bir damla yaş düştüğünde dudaklarım büküldü istemsizce. Onu ilk defa ağlarken görüyordum.

O yıkılmaz bir dağdı. Ama bu seferki deprem çok fenaydı...

“Canımı mı yakmak istedin? Vicdan azabı çekmeye devam mı etmemi istedin!” Göğsü hızla inip kalkarken yutkundu. “Sen benim kızımdın.” Bir anlığına duraksadı ve dudaklarının arasından acımasızca kelimeler dökülmesine izin verdi. “Ama artık değilsin. Bitti.”

“Baba, lütfen böyle konuşma...” Kafasını iki yana salladı. “Seni sarıp sarmalayan tüm dallarımı tek seferde kırdın.” Ağlamaya başladığımda yanaklarım hızla ıslanmaya başladı. Lena ile her ne kadar yıldızlarımız uyuşmasa da kendini geride durmaya ikna edememiş olmalı ki araya girdi. “Baba lütfen bir sakin ol! Daha dinlemedik bile! Lütfen...” Babam onu da konuşturmadı.

“Bundan sonra senin bir baban yok. Çünkü sen annenin kızı olmayı seçtin.”

Sanem’in elini tutup hızlıca arkasını döndüğünde Lena’ya bağırdı. “Lena! Yürü!” Lena adımlarını harekete geçirirken bana baktı hızlıca. “Seni ilk fırsatta arayacağım sakin ol tamam mı?” Ona boş boş bakarken cevap veremedim. Tek verdiğim tepki gözlerimden akan yaşlardı.

Normalde huzur veren tatlı bir akşam esintisi bedenimi sarmaladığında tek hissedebildiğim şey kocaman bir boşluk oldu. Yapayalnız kaldığımı yaklaşık bir on dakika boyunca olduğum yerde bekledikten sonra yavaşça idrak edebildiğimde burnumu çektim ve telefonumu çıkarıp Alpaslan’ı aradım. Telefonu kulağıma yaslamışken bir yandan da biraz ilerimdeki taksi durağına yürümüş ve boş bir taksiye binmiştim. Evimin adresini verdikten sonra inatla çalan telefon cevapsıza düşerken boynumu stresle kaşıdım ve tekrar aradım.

Açmıyordu.

Belki de bir daha hiç açmayacaktı.

Beni resmen terk etmişti öyle değil mi?

Ayrılık konuşmalarının ona göre olmadığından söz etmişti bir keresinde. Bu nedenle asla bana son bir konuşma fırsatı vermeyecekti değil mi?

Kalbim sıkıntıyla çarparken elim göğsümün sol kısmına gitti. Hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak kalbim acıyordu ve bunu nasıl geçirebileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Babam beni silmişti. Alpaslan da büyük ihtimalle aynısından yapmıştı.

Of, hayır...

Evimin olduğu sokağa girdiğimizde hızlıca biraz nakit para çıkardım ve şoföre uzattım. Ağlama krizim sesli bir şekilde patlamak üzereydi ve bunu bir takside gerçekleştirmek istemiyordum. Taksiden iner inmez telefondan Alp’i aramaya devam ederken hızlıca apartmana girdim ve merdivenleri çıkmaya başladım. Ciğerlerime oksijen gitmiyor gibiydi. Belki de panik atak geçiriyordum ve bunu merdiven basamaklarını hızlı çıkmama yoruyordum.

Çantamdan evin anahtarını zar zor bulup kapıyı açtığımda kendimi içeri attım ve çantamı rastgele içeri fırlattım. Anahtarı kenardaki anahtarlığıma astıktan sonra ayağımdaki topuklu ayakkabıları ruhsuzca çıkardım ve bir köşeye itekledim. Ellerimin titremesi halen geçmezken salona girdim ve odanın hafif bir akşamüstü karanlığına hâkim olduğunu fark ettim. Loş salonda yavaşça yürürken ellerimi dalgalı saçlarımın arasından geçirdim ve nefes almaya çalıştım.

Sakinleşemiyordum. Kesik kesik nefes alıyordum ve bu bana hiç iyi gelmiyordu. Telefonumdan mesaj bildirimi geldiğinde heyecanla telefonu açtım Alp’ten gelmiş olması umuduyla. Ancak ondan değildi. Annemin mesaj attığı yabancı numaraydı.

‘Bugün sadece bir başlangıçtı bunun farkındasın öyle değil mi? İstediğim zaman sadece varlığımın bile seni yerle yeksan etmesi mümkün olabiliyor. Yanlış anlama kızıyla rekabete girecek bir kadın değilim. Sadece bana karşı bir daha tehditkâr yanaşma diye konuşuyorum. Hani kendince tüm ipleri elinde tuttuğunu sanıyorsun ya, ben o ipleri ortaya çıkarak orta yerinden kopardım canım. Bence bundan sonra benimle daha güzel geçin, ne de olsa Uras bir daha yüzüne bakmaz. Yusuf’un oğlu da pek bakacak gibi durmuyor. Zaten çok gözüm de tutmamıştı onu.’

“Ne diyorsun sen ya?” Kendi kendime mırıldanırken hırsla telefonu duvara fırlattım. “Aptal kadın!” Kendi kendime bağırırken devam ettim. “Güzel geçinecekmişim, bak sen! Manyak kadın! Bitireceğim seni!” Sona doğru sesim ağlamaklı bir ton yakaladığında nefesimin daralmaya devam etmesiyle birlikte koltuğun önündeki alçak sehpaya tekme savurdum öfkeyle. “Nefes alamıyorum!” Koltuğun üzerindeki yastıkları ve pikeyi yere fırlattıktan sonra televizyon ünitesine ilerledim ve raftaki tüm kitapları sinirle etrafa saçtım. Hızımı alamayıp orta boyuttaki televizyonu da yere devirdiğimde dağılan saçlarımı çekiştirdim ve salondan çıkarak yatak odama ilerlemeye başladım.

“Bıktım artık!” Yatak odamdan da sinirimi çıkarırken bir yandan da çığlık atmaya devam ediyordum. “Ev de istemiyorum düzen de istemiyorum!” Yere attığım nevresimi tepikledim. “Mutlu da olamıyorum zaten!”

Kısa koridoru aşıp mutfağa girdiğimde Alpaslan ile anılarım da bir yandan film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Bana karşı bu mutfakta dürüst olmuştu. Kendini açtığı anlardan biriydi bu mutfak. “Ama ben ona açamadım kendimi...” Ağlayarak kendi kendime konuşurken tezgâhın üzerindeki bardak ve birkaç tabağı yere fırlattım. Dolabın içindeki bardakları da öfkeyle yere fırlatıp kırarken bir yerimin kesilip kesilmeyeceği umurumda bile değildi. Binlerce cam parçası etrafa saçılırken kendimi yere bıraktım yavaşça. Oturacağım yerdeki cam parçalarını itekleyip sırtımı mermer tezgâhın altındaki dolap kapaklarından birine yasladığımda sakinleşmeye çalıştım çaresizce.

Ağlamayı kesemiyordum, kalbimin ritmi çok hızlıydı, gözlerimin önü karıncalanıyordu ara ara ve aşırı derecede büyük bir öfke patlamasının orta yerindeydim. Yorgun bakışlarım darmadağın olan evimin mutfağında gezinirken dizlerimi kendime çektim. Bugün yaşamayı beklediğim şey bu değildi. Bugün eğlenecektim. Sadece mutlu olacaktım ben.

Burnumu çekerken ellerimle gözlerimi silmeye çalıştım ve anlık bir kararla mutfağın girişinin biraz ilerisindeki ufak çantama ilerledim. Sarsak adımlarla çantayı eğilip elime aldıktan sonra tekrardan mutfakta biraz önce kalktığım yere oturdum ve ayaklarımın altına batan birkaç ufak cam parçacığını görmezden gelmeye çalıştım. Çantamı kucağıma alıp içinden ikiye katlanmış zarfı ve bir sigarayla çakmağı çıkardım.

Alpaslan’ın mektubunu okuyacaktım. Kaç yıl sonrasına yazdığı umurumda bile değildi. O beni şu an yazdığı cümlelerle sakinleştirecekti. Çantayı sağ tarafıma atıp zarfı bacağımın üzerine bıraktıktan sonra sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirdim ve ucunu çakmağımla yaktım. Çakmağı yavaşça yere bırakırken sigaradan büyük bir nefes çektim içime ve dumanı dışarı üfledim. Ciğerlerime çarpan sigara dumanı kısa sürede beni derin bir öksürüğe hapsettiğinde birkaç kez daha içime çektim ve yarılamadan yere bastırarak söndürdüm. Sanırım sigarayla hep kısa biten bir muhabbetim olacaktı.

İzmariti boş verip ellerimin arasına zarfı aldığımda dünya bir anlığına durmayı bıraktı. Baygın gözlerimle zarfın ucunu çok yıpratmadan açtıktan sonra içerisinden kâğıdı çıkardım. Daha doğrusu kağıtları. Sadece bir yüzüne yazı yazılmış iki adet a4 kâğıdı vardı. Fena sayılmayacak bir el yazısı ev sahipliği yapmıştı kağıtlara.

Bir de zarfa sığacak boyutta bir adet fotoğraf vardı. Alp ve benim olduğum... Sömestr tatilinden önce okulda yapılan mezuniyet çekimlerindendi. Sahnedeki toplu çekimde ikimizin gülümseyerek birbirimize baktığımız spontane bir an yakınlaştırılarak fotoğraf haline getirilmişti. Yutkunarak ama solgun bir gülümsemeyle fotoğrafa bakakaldım. Alp’in yüzünü baş parmağımla okşarken onu ne kadar incittiğimi hesap etmeye kalkışmadım bile...

Fotoğrafı zarfa geri koyduktan sonra dörde katlanmış kağıtları açtım ve derin bir nefes alarak okumaya başladım.

Lara’m,

Bu mektubu tam da benden istediğin günün akşamında yazıyorum. Tarih 11 Haziran 2022. Takıntılı bir şekilde sempati duyduğum sayının burada da beni bulması esasen çok ironik.

On bir sayısı onun gerçekten de fazla önem verdiği uğurlu bir sayıydı. Çoğu zaman sadece uğurlu bir sayı olduğundan ve his bakımından bu sayıyı sevdiğinden söz ederdi. Onun dışında bir anlam yüklemiyordu. Tabi 11 Kasım’da doğduğunu varsaymazsak...

Daha ironik olansa benim gibi birisini bu mektubu yazmaya ikna etmiş olman. Doğrusu Kerem’e yemekten sonra ders çalışacağım bahanesi sunarak odama kaçtım. Bunu yazdığımı öğrense benimle kırk yıl alay ederdi aptal herif…

Benim öylesine istediğim bir şeyi bu kadar ciddiye alıp evde hemen odasına mı kapanmıştı yazı yazmak için? Yüzüm kırışırken tekrardan gözlerimden yaşlar akmaya başladı usulca.

Neyse, biz konumuza dönelim. Temamız ‘on yıl sonrasına bırakılacak bir hatıra’ olduğu için sözlerime öncelikle on yıl sonrasındaki bize göndermeler yaparak başlayacağım…

Umarım şu anda bu mektubu açtığında yanındayımdır ve keyfimiz yerindedir. Muhtemelen 30 yaşındaki Alpaslan, bu mektubu yazan 20 yaşındaki Alpaslan’ın senin hayalindeki gibi bir adam olmak için savaştığını anımsayacaktır. Kesinlikle dramatik olduğu kesin…

Birkaç hafta sonra otele mezuniyet kutlaması için gittiğimizde, büyük ihtimalle bu mektubu gülerek alacaksın elimden. Neler yazabileceğim konusunda heyecanlı ve meraklı olduğunu demesen de biliyorum. Ama bence beklemediğin bir şey var: Bu mektubu içinde daha önce sana bahsetmediğim birkaç detay bırakarak vereceğim.

Bu mektubu açtım ve maalesef yanımda değilsin Alp. Üstelik keyfimiz de hiç yerinde değil. Benim yüzümden...

Öncelikle şunu bilmelisin ki bu mektup bir af mektubu değil Lara. Sadece içimde kalan ne varsa aktardığım bir yüzleşme. Her anlamda

Ne yüzleşmesinden bahsediyordu?

İkimizin kaderi biraz acı bir şekilde çizildi. Sen ve ben esasen biz olabilmek adına fazla şanssızdık. Çünkü… Tamam, bir dakika. Önce kendi hislerimle başlamalıyım…

Birkaç cümlenin üzerini çizmişti. Yine de okuyabiliyordum iyi kötü...

Lara…

Senin hayatına girdiğim ilk andan itibaren iyi bir niyetim yoktu. Kalbimde sevgi yoktu. Bunu zaten bildiğini düşünüyorsun. Ama işler senin bildiklerini aşan bir kirli hesaptan ibaretti aslında. İçimde sessiz ama derin bir öfke vardı. Çünkü sen o kadının kızıydın. Hani sana sahilde otururken kendimden bahsetmiştim ya? Bir kadının babamla olan ilişkisinin annemi tüketip bitirdiğine dair…

Lara, o kadın senin annendi… Babamın büyük aşkının baş rolü senin annendi… Ben babamdan ve senin annenden nefret ederek büyüdüm. Bir gün babam öldü ve tüm öfkem annene kaldı. Onunsa kaçıp gittiğini duydum. Uzun bir süre çocuk aklımla onu bulmaya çalıştım. Bir yandan da pis işlere gitgide battım. Nihayetinde Uras Ferzan ve Derin Karahan’ın iki tanecik kızı olduğunu öğrendim. Biri zaten ortalıkta gezinen Lena Ferzan’dı. Diğeriyse küçük yaşta gözden kaybolan sendin. Kayla’nın esamesi bile okunmuyordu. Onun varlığından sen söyleyene kadar haberdar değildim…

Bana kendi içinde tuttuğu gerçekleri mi döküyordu? Ona göre annem hakkında gerçeklerden habersizdim ve o bunu benden gizlediğini düşünüyordu. Ama benden daha karakterli bir şekilde bunu buraya yazacak kadar cesareti vardı. Kalbim sızım sızım sızladı.

Radarıma sen girdin. Hiçbir fotoğrafın yoktu, hakkında söylenti bile yoktu. Sadece adın vardı ve bu bana kıymetli olduğunu düşündürdü. Seni ele geçirmek demek annenin ortaya çıkması için bir koz demekti. O yüzden seninle resmi olarak tanıştığımda seni değil, acı bir geçmişi görüyordum. En canımı sıkansa sen annene benziyordun. Tavırlarınla, bakışlarınla… Bilemiyorum, sadece o kadının kızıydın ve bu nefret etmem için yeterli bir sebepti…

Derin bir iç çektim sıkıntıyla. Benden nefret ederek hayatıma girmişti.

Ama şunu da itiraf etmem gerekir ki, şirkete başkasının yerine röportaja geldiğinde gerçekten de senin kim olduğunu bilmiyordum ve birkaç cümle konuşmamızın ardından dikkatimi çekmiştin. Adını bile söylemeden odadan çıktığında ilk olarak ne yaptım biliyor musun? Sakın gülme. Bak sakın!

Merakla gözlerim bir alt satırı buldu.

Peşinden koştum…

Ne?

Evet, seninle tanışabilmek ve biraz daha konuşabilmek için peşinden koştum. Ama çoktan asansörün kapıları kapanmıştı. Her ne kadar yangın merdivenlerini koşar adım insem de sana yetişemedim. Bu çok tatsızdı. Gerçekten.

Ben o gün beni zerre umursamadığını zannederken o benim peşimden gelmeye mi çalışmıştı? Adımı bile bilmeden...

Bunu itiraf ettim. Çünkü aslında seni ilk gördüğümde senden etkilendiğimi bil istedim. Kim olduğunu öğrendikten sonra adının kişiliğinin önüne geçmiş olması seni ilk gördüğümde kalbimin atışını hızlandırdığın gerçeğini silmemeli…

Önce sahte bir ilişkiyle başlamış olmamız da biraz sakıncalıydı ama kabul et, öyle ya da böyle iyi bir ikili olduğumuzun farkındaydık ve ben aramızdaki şeyi sahte diye nitelendirmemize rağmen içimde bir yerleri değiştirmiştim. Senin sayende…

Ben de senin sayende içimde bir yerleri değiştirdim Alp...

Şımarık gelen ses tonunun aslında düşünceli olduğunu, üstten bakan gözlerinin ne kadar derin olduğunu, hislerinin oldukça anlamlı olduğunu seninle vakit geçirdikçe anladım. Günden güne bendeki yerin değişti.

Senin de bendeki yerin değişti...

Ben seni sevmeye başladım, Lara. Sen benim ömrümün yönünü değiştirdin.

Hıçkırarak ağlamaya başladım ve kendi kendime mırıldandım. “Ben de seni seviyorum.” Hiç yüzüne söyleyemedim ama çok seviyorum.

Bu, planı bozan bir şeydi. Bu, intikamı gömen bir şeydi. Seninle olduğum her an, içimdeki karanlığı biraz daha kaybettim ve senden hiç ayrılmak istemedim. O yüzden şimdi bu mektubu yazarken şunu hissediyorum: Sana bir ömür yetmeyecek kızım.

Bize bir ömür yetmeyecek...

Tüm bu anlattıklarımdan sonra bilmeni istediğim tek bir şey var: Ben seni her hâlinle sevdim ama yalanla olmadan…

Kâğıdı biraz indirdim ve kafamı sırtımı yasladığım dolaba dayayıp gözlerimi sımsıkı kapattım. “Yapma şunu...” Yutkundum. “Sana on yıl sonrasına yaz dedim aptal, bugünümüze değil!” Sıkıntıyla gözlerimi açtım ve okumaya devam ettim.

Bana hata yapma, yalvarırım yapma Lara.

Ben ihaneti anlamam. Bana bir şey anlatmıyorsan, bir gün duyduğumda dönmem. Çünkü güven, geri sarılan bir şey değil. Zaten bu mektubu da bu yüzden yazdım. Sen anı kutusuna bir kâğıt parçası istiyorsun, bense sana sadakatimi veriyorum.

Sen bana sadakatini veriyorsun, benimse tek anladığım şey yalan dolan öyle değil mi?

İçimde sana karşı taşıdığım tek yükü buraya yazıyorum. Çünkü ihaneti sindiremezken kendi ihanetimi içimde tutamam. Saklamak da ihanettir ne de olsa öyle değil mi?

Evet.

Gözünde anneni mahvetmek istemezken, bir yandan da yalancıya dönüşmek istemiyorum. Kalbinde bir köşede tuttuğun annenin acısını daha da berbat etmek istemiyorum, vicdan azabı çek istemiyorum. Bununla bir şekilde yaşamaya çalışıyorum. Ama olmuyor Lara.

Olmasın zaten. Ben sırf benden uzaklaşma diye her şeyi saklarken sen beni düşündüğün için bu saçma gerçeklerle yaşamaya çalışma canımın içi...

Şimdilik sessizim. Ama önümüzdeki on yıl içinde sana bunu açıklamanın bir yolunu bulacağım. Aramıza her ne olursa olsun bir yalanı sokmayacağım. Bunu hak etmiyoruz. Gerekirse üzüleceksin. Bu saçma bir yalanın içinde mutlu kalmaktan iyidir…

Sen bana göre fazla delikanlı çıktın ama Alpaslan Kıraç. Beni bu kadar yerin dibine sokmamalıydın oysaki...

Belki bu mektubu okuduğunda evliyizdir. Elinde bitki çayı ya da bir kadeh şarap vardır ve bana yazdıklarımdan ötürü duygusal bir şekilde bakıyorsundur. Belki bir köpeğimiz vardır. Belki çocuk düşünüyoruzdur. Ama içinde bana karşı bir ihanet varsa Lara… Ve sen onu hâlâ saklıyorsan… İşte o zaman bu mektup, sadece bir anı değil, bir veda olur…

Resmen hissetmiş gibi veda ediyordu sanki bana. Ayrılık konuşmaları bana göre değil derken bu denli duygusal mektuplar yazabileceğinden bihaberdim...

Sen annesini kaybetmiş bir adamı sevdin. Ama ben de seni annemin mutsuz olmasında payı olan kadının kızı olduğunu bile bile sevdim ve sana hep güvenmeyi seçtim. Bu yüzden… Eğer bir gün gözlerin başka bir gerçeği saklıyorsa, lütfen bana anlat. Çünkü susarsan... Beni bir daha bulamazsın.

Seni bir daha bulamayacak mıyım Alp?

Ama hâlâ yan yanaysak...Gülümse. Çünkü ne olursa olsun, bu mektup senin gülüşünden doğdu.

-Alp

Mektubu ona seslendiğim şekilde bitirdiğinde kollarımda derman kalmamış gibi aşağı yığıldı. Kağıtlar kucağıma düşerken gözlerim öylesine bir boşlukta takılı kaldı.

Yan yana değildik, gülümsemem için bir sebep yoktu. Bu mektup benim gülüşümden değil onun vicdanından doğmuştu ve ben o vicdanın altında paramparça olmuştum...

Elime yerde duran büyük şeffaf cam parçalarından birini alıp sol bileğimin iç kısmına doğru tuttum. Ölmek istiyordum. Yaşamaya dair bir sebep yoktu ortada. Doğduğumdan beri yaşadığım tek şey mutsuzluktu. On bir yaşında annemi kaybetmiştim ve babam gözümde bir katile dönüşmüştü. On beş yaşında öz amcam tarafından tacize uğramış ve annemi korumak isterken acıya gömülmüştüm. On dokuz yaşındaysa hiç âşık olmamam gereken birine tutulmuş ve onun dediği gibi ben de kendi ömrümün yönünü değiştirmiştim. Tekrardan annemi kaybetmiş ve bu sefer ondan nefret de etmiştim. Babamı kaybetmiştim, aşkımı kaybetmiştim, karakterimi kaybetmiştim, ruhumu kaybetmiştim, her şeyimi kaybetmiştim...

Biraz güç uygulayarak cam parçasını bileğimin üzerinde yatay bir şekilde kaydırdım ve bir kesik oluşmasını sağladım. Bu canımı yakarken kağıtlara kan damlalarının döküldüğünü görür görmez onları kenara çektim ve elimi kucağıma bıraktım.

Darmadağın bir evde yapayalnız ölecektim...

Hiç kimse tarafından sevilmeyerek... Belki de sonrasında hatırlanmayarak...

Hatırlanmayarak... Yani önemsenmeden? Bir dakika. Bu haksızlıktı. Her şeyin suçlusu ben olamazdım tamam mı? Bu iş bu kadar basit değildi. Ben yalan söylemek dışında bir şey yapmamıştım ki! Tamam haksız ve suçlu olduğum noktalar vardı ama eylemleri gerçekleştirmekten çok uzaktım!

Yani bence ölmenin vakti değildi. Bence...

“Kalk hadi.” Ölmeyi beklerken bir anda kendi kendime konuştum ve saniyeler öncesinde kestiğim bileğimden akan kanları üzerimdeki elbiseye silerek ayağa kalkmaya çalıştım. Sol bileğimdeki uyuşma ve acı hissi kuvvetli bir şekilde artarken ağlamak bir yana hızla banyoya gitmeye çalıştım. Duvara sürünerek banyoya yetiştiğimde sağ elimle banyo dolabının kapağını açtım ve içinde ilk yardım kutusunu çıkardım. Lavabonun önüne kutuyu koyduktan sonra kapağı açtım ve içinden bir sürü gazlı bez çıkararak hızla bileğime dolamaya başladım. Elimi kangren edebilecek kadar sıkı bir şekilde bu işlemi uygularken bir yandan da kendime kızıyordum.

“Aptal, ölmek senin neyine!” Canım acırken yüzümü buruşturdum. Gözlerimden yaşlar akarken iki tur daha gazlı bez doladım bileğime. Ardından yapışkan bir malzemeyle gazlı bezi sabitledim ve banyodan çıktım. Acilen hastaneye gitmeliydim. Sol bileğimi kesmiştim ve biraz daha oyalanırsam ölecektim. Bunun zamanı şu an değildi!

Derin kesmediğimi umarak portmantodan üzerime siyah bir kapüşonlu geçirdim ve kesilen bileğimi göstermeyecek kadar kapüşonlunun kolunu çekiştirdim. Sadece arabanın anahtarını alıp titreyen adımlarla evden çıktım ve merdivenleri yalpalayarak inmeye başladım. Başım dönüyordu ve bedenimi ilginç bir üşüme hissi kaplamıştı.

Üşüyordum ve bunun ne demek olduğunun farkındaydım.

Dışarıdan gelen yağmur sesi oflamama neden oldu. Nasıl arabayı sürecektim? Bir şekilde diye geçiştirdim kendimi. Haziran’ın sonuna gelmiştik ve yaz yağmuru yağmasının zamanı mıydı!

Dağınık saçlarımı hızlıca düzelttim ve kulak arkası ettim. Apartmandan çıkar çıkmaz arabama yönelecektim ki karşılaştığım kişiyle birlikte tüm aceleci tavırlarım bıçak gibi kesildi. Yağan yağmur ıslatmaya başlarken biraz ötemde duran Alp’in yağmuru hiç de umursamadığını fark ettim. Sırılsıklam olmuştu. Ne zamandır burada bekliyordu?

Bana gelmişti...

Ona doğru birkaç adım attım ölmek üzere olduğumu arka plana atarak. “Alp...” Sözümü kesti. “Alpaslan.” Sert üslubu bir duvar gibi karşıma dikilirken boğazımı temizledim. “Bak...” Elleri pantolonunun ceplerindeydi çoğu zaman olduğu gibi. Çok ruhsuz bakıyordu ve bu iyiye işaret değildi.

“Buraya seni dinlemek için değil birkaç bir şey söyleyip gitmek için geldim.” Gözlerimi kırpıştırdım ve sessizleştim. Ne diyecekti? Sol bileğimin acısından ötürü kendimi kötü hissederken bir de onun beni terk edecek olmasının verdiği acı yüreğime kor gibi düştü.

“Lafı uzatmayacağım, bana ihanet ettin.” Dudaklarımı araladığım esnada devam etti. “Beni sattın.” Kafasını iki yana salladı. “Sana gerçekten değer vermiştim ve sen beni sattın.” Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Yeşilleri beni buldu. Çenesiyle beni işaret etti.

Bunu bana nasıl yaptın?” Kaşları çatıldı. “Ben sana kendimi açarken sen nasıl sustun? İçinden güldün mü bari?” Sahte bir şekilde güldü. “Salak, zaten bana bildiğim şeyleri anlatıyor diye?”

Ona ‘hayır’ dercesine baksam da bunu umursamadı. “Sana defalarca dedim. Bana yalanla gelme. Kaybedersin dedim. Yapma dedim, etme dedim, bizi bozma dedim ve sen her şeyin içine ettin.” Hafifçe alkış tuttu. “Aferin sana.”

Derin bir nefes aldı ve ellerini beline yerleştirdi. “Sana verdiğim değeri bana karşı kullandın.” Ekledi. “Her şeyi yapabileceğini zannettin ve yaptın.” Yutkundum. Gazlı bezin kandan ötürü iyice ıslandığını fark ettiğimde sol elimi yavaşça arkama doğru çektim ve kısık sesle konuştum. “Böyle söyleme.” Tekrardan yutkundum. “Kötülüğünü istemediğimi biliyorsun.”

Bana durgun bir öfkeyle baktı. “Niyetinin şu an hiçbir önemi yok biliyor musun? İyiliğimi istemişsin, mutlu olmak istemişsin, hiçbir şeyi bozmak istememişsin bunların hiçbir önemi yok. Bitti.” Gözleri kısıldı. “Bir daha aramızda bir şeyin geçme ihtimalinin zerresini bırakmadın sen.”

Kafamı iki yana salladım. “Pişman olacağın sözler etme.” Kafasını yukarıya doğru kaldırıp indirdi. “Merak etme ben pişman olacağım sözler etmem kolay kolay.” Bakışlarını etrafta gezdirdi ve sonrasında yine bana baktı.

“Şimdi sana olacakları harfiyen anlatıyorum: birkaç saat sonra İstanbul’dan gideceğim. Sonra eve gidip Kerem’i rahatsız etme diye söylüyorum. Ardından tüm yaz yurt dışında olacağım. Sonra üniversite için tekrar geleceğim ve sen benim yoluma çıkmayacaksın Lara.”

Ellerini alay eder gibi kollarıma yerleştirdi. Onun can yakmak istediği zaman ne kadar zehirli olabileceğini unutmuştum. Gözlerim dolarken devam etti. “Sana en büyük ceza ne biliyor musun? Senden uzak kalmak ya da sürekli tartışmak değil. Aksine gözünün önünde normal hayatıma devam etmek. Hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey yaşanmamış gibi... Sen kalabalığın içindeki yalnız olmayı hak ediyorsun. Hak ettiğin bu.”

Ellerini çekti ve birkaç adım geriye doğru attı. “Şimdi gideceğim ve tüm yaz sana olan öfkemi yok etmek için uğraşacağım. Sonra geri döndüğümde seni canımı sıkarken bulmayacağım tamam mı? Aramızdaki yaşanmış saçma şeye dair en ufak bir ima görmeyeceğim, bitti. Kendi bataklığında debeleneceksin ve aynı ortamda denk gelsek bile benden uzak duracaksın.”

Yanımdan geçip gideceği sırada hızlıca konuştum. “Ben aşağı inmeseydim sen yukarı çıkacak mıydın?” Durdu ve arkasına dönmeden omuz silkerek konuştu. “Çıkmazdım muhtemelen.”

Benden herhangi bir cevap beklemeden arabasına bindiğinde hastaneye gidecek olmak tamamen aklımdan çıkmıştı. O arabasıyla evimin olduğu sokaktan hızlıca çıkarken bense yağmurun altında kalakaldım. İleriye doğru adım atacağım esnada dizlerimin bağının çözülmesiyle birlikte sert asfalta yığıldım. Gitgide kaybolan görüş açım Alp’in gittiği sokağın ucunda tamamen kayboldu.

Ateşlerin içerisinde yanıp kül olmuştuk ve artık tek başıma bir viraneden ibarettim.

 

-Devam Edecek...

 

 

 

 

Merhaba, nedense çok böyle yer yer duygusallaştığım bir final bölümüydü. Tuhaftı, enteresandı ve yüreğimde bir yere dokundu. Üzülüyorum, Lara'nın kocaman bir aptallığı yüzünden haksız konumunda olmasına üzülüyorum. Alp'e kızamıyorum. Çünkü çok sabretti, sevgisi için çok emek verdi ve en sonunda patlayacaktı doğal olarak.

Uras, belki de ilk defa bu kadar ciğerden konuşmuş olabilir. Belki berbat bir babaydı ama Lara'nın annesinin katili olmadığını Lara'dan duymayı hak ediyordu. Kızından bir darbe yedi diyebiliriz ve o da öfkesinde haklıydı.

Derin Karahan, en başında mağdurdu hepimiz için. Sonrasında gerçekler ortaya çıkmaya başladı ve üzüldüğümüz kadının aslında o kadar da melek olmadığını fark ettik.

Şimdiden 3. kitap için çok heyecanlıyım arkadaşlar. Lara Ferzan, yaşadığı bu olaylar karşısında nasıl bir dinamikle devam edecek? Alpaslan çok yüksek duvarlar ördü Lara ile arasına bakalım ettiği sözleri çiğneyecek mi yoksa arkasında mı duracak? Aşk, intikam ve entrikanın üst seviyede olacağı bir devam kitabı okuyacağımızı düşünüyorum. O güne kadar görüşmek üzere!

Bölüm : 10.06.2025 18:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ece Asena / 11 SERİSİ / KÜL (50) Bana Bunu Nasıl Yaptın?
Ece Asena
11 SERİSİ

14.39k Okunma

2.4k Oy

0 Takip
55
Bölümlü Kitap
ATEŞ (1) Lara FerzanATEŞ (2) Silik Varis ve Zümrüt YeşiliATEŞ (3) KurtarışATEŞ (4) Kaçınılmaz KarşılaşmaATEŞ (5) Birikmiş Sitemler ve Ufak Bir Lastik MeselesiATEŞ (6) Verilen Birtakım KararlarATEŞ (7) İlgi ÇekmekATEŞ (8) Altı Numaralı OdaATEŞ (9) İlk İhanetATEŞ (10) Asıl Hikayenin BaşlangıcıATEŞ (11) Yakmak ile Yanmak ArasındaATEŞ (12) Tehlikeli Sularda YüzmekATEŞ (13) Kaosun Ayak SesleriATEŞ (14) Maskeler DüştüğündeATEŞ (15) Büyük KumarATEŞ (16) Gizemli NotATEŞ (17) MüttefikATEŞ (18) İlk SızıATEŞ (19) Küçük Bir AnATEŞ (20) SırlarATEŞ (21) Yakmaktan Çok Yandığını AnladığındaKÜL (22) İnce Buz Üstünde YürüyorumKÜL (23) İkiz KardeşKÜL (24) Ölümler ve Geriye KalanlarKÜL (25) Hiç Yaşanmamış GibiKÜL (26) Yeniden Dağıtılan KartlarKÜL (27) KorkaksınKÜL (28) Verilen Sözlerin Canı CehennemeKÜL (29) Beni Çok Üzdün BabaKÜL (30) Aşk, Gurur ve VedalarKÜL (31) Güven ProblemiKÜL (32) Farkındalıklar, Seçimler ve DahasıKÜL (33) Epik Bir BaşlangıçKÜL (34) Sana Aşığım, Saçma Sapan Bir ŞekildeKÜL (35) Aşkı Öldüren ZehirKÜL (36) Bu Senin İçin Yaptığım Son GurursuzluktuKÜL (37) Ateşi Sönmeyen Toksik İlişkiKÜL (38) KorkuKÜL (39) Kavgalar, Kavuşmalar ve AnkaraKÜL (40) Aşk Sözcükleri Bugün Müessesemizin İkramıKÜL (41) Şüphe TohumlarıKÜL (42) Solmuş GüllerKÜL (43) Ben Lara Ferzan, Ben Ne Dersem O Olur!KÜL (44) Kurtulmak İçin Ufak Bir BedelKÜL (45) Biraz Eğlence, Biraz KavgaKÜL (46) Kıyamet ÇanlarıKÜL (47) Paramparça Edilmiş Bir ÇocuklukKÜL (48) Yalanlar, Sırlar ve Hata Üstüne HataKÜL (49) Mezuniyet ve Beklenmedik KarşılaşmaKÜL (50) Bana Bunu Nasıl Yaptın?TARİH DUYURUSU!VİRANE (51) Yalnızlık, Pişmanlık ve Bol Bol Aşk AcısıVİRANE (52) Aşk Kılıç Yarası Gibidirİlk Şarkımız "KABUL" 🎶İKİNCİ ŞARKIMIZ "MELANKOLİ" 🎶
Hikayeyi Paylaş
Loading...