
Deniz kokusu, renkli sarmaşıklar, masmavi bir gökyüzü, taş evler, bir fincan ıhlamur, hafif bir nem, tatlı bir esinti, beyaz bir elbise, klasiklerden ince bir kitap, uçuşan saçlar, bir dükkândan yükselen İtalyanca ezgi…
Burası Sicilya.
Dudağımın bir kenarı yavaşça yukarı kıvrıldı. Arkamda birinin varlığını hissettim. “Lara.”
Onun sesi… Evet, onun sesi…
Arkama döner dönmez sıçramamla uyanmam bir oldu. Sarı loş bir ışık gözüme çarparken Araf’ın yakınımdaki yüzüyle birlikte suratımı buruşturdum. “Geri çekil!”
Onu ittirip uzandığım koltukta oturur pozisyona geçtim ve arkama yaslandım durgunca. Yüzüme gelen saçlarımı geriye ittirirken Araf’ın inceleyici bakışları eşliğinde ayılmaya çalıştım.
Görüş açım netleşirken onun masasının arkasındaki deri koltuğa geçtiğini gördüm. Oturur oturmaz arkasına yaslandı ve bana gözlerini kısarak baktı. “Sen iyi olduğundan emin misin? Bu aralar çok içiyorsun.”
Ona onun bana baktığı gibi ciddiyetle baktım. “Bir şey olduğu yok. Sadece çok yoğunum.” Tek kaşını kaldırdı. “O yüzden mi uykunda onu sayıklayıp dururken buldum seni?”
Kalbime ufak bir bıçak saplandı.
Yutkundum ve derin bir iç çektim. “Araf.” Duraksadım ve kafamı iki yana salladım. Ayağa kalkarken sırt çantamı da elime almıştım. “Beni rahat bırak.” İşaret parmağımla kendisini işaret ettim. “Kuzenim ve de patronumsun. Bu sana durman gereken bir sınır çiziyor ve sen an itibariyle o sınırı çiğniyorsun.”
Bir şey diyecekti ki kaşlarımı havaya kaldırıp indirdim. “Bir şey söyleme ve beni rahat bırak.” Kapıyı açarken homurdanmaya devam ettim. “Sadece sus ve beni rahat bırak.”
Kapıyı arkamdan çekip yukarı çıkan merdivenleri tırmanmaya başladım. Bir yandan da halen üzerimdeki uyku mahmurluğunu atmaya çalışıyordum.
Araf’ın mekanındaydım ve ağustosun sonundan beri burada yarı zamanlı çalışıyordum. Genelde tezgâh arkasında. Bu durum gecelerimi çalışarak tüketmemi sağlıyordu. Sabaha karşı da bayılırcasına uyumamı… Araf eve gitmeden önce odasında kestirmeme izin veriyordu.
Mekândan çıktıktan sonra arabama bindim ve eve sürmeye başladım. Hızlı bir duş almalı ve fakülteye geçmeliydim. Bugün kaçırmamam gereken önemli derslerim vardı. Üniversitenin ilk haftası oryantasyonla geçmiş olsa da ardından hocalar büyük bir ciddiyetle derslere başlamışlardı…
Üniversite sınavında ilk beş bine girerek derece yapmış ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başlamıştım. Etrafımda benim kadar başarılı olan bir tek kişi vardı. O da Esila Gümüş’tü. Lisedeyken eşit ağırlık sınıfında olmasına rağmen sayısaldan hazırlanmış ve tıp kazanmıştı. Şu an doktor olma yolunda ilk adımlarını atıyordu. Onun ve benim dışımda iddialı bir çıkış yapan olmamıştı. Ya mezuna kalınmıştı ya da daha düşük bölümler tercih edilmişti.
İşte tam da bu yüzden elde ettiğim başarıyı heba etmekten son gaz kaçınıyordum. Başarıyı bir kez yakalamışken ipin ucunu bırakamazdım. Tek başına kalmış bir kızın tek çaresi güçlü kalmaktı.
Eve girer girmez tüm bu sergilediğim güçlü ve kayıtsız duruşu çöpe attım ve mideme vuran ağrıyla birlikte banyoya koştum. Klozetin dibine çökerken gelen mide bulantısı bir anda beni kustururken gözlerim yaşardı. Saatler öncesinde yediğim birkaç patates kızartması ve bira olduğu gibi çıkarken öğürmeye devam ettim.
Yavaşça ayaklanıp yüzüme soğuk su tuttuktan sonra tüm kıyafetlerimi beyaz banyo fayansının üzerinde bıraktım ve kendimi duşakabine attım. Suyu ısıtmakla uğraşmadan direkt soğuğa yakın bir suyla duş aldıktan sonra havluma sarınarak odama geçtim. Temiz kıyafetler giydim, saçlarımı taradım ve kuruttum, makyaj yaptım, sol bileğime üç-dört adet takı serpiştirdim, bugünkü iki dersime ait kitaplarımı ve defterlerimi çantama attım…
Ve hiçbir şey yemeden evden çıktım. Merdivenlerden inerken alt komşumun kapısı açıldı. Komşumun benden üç yaş küçük oğlu formalı bir şekilde evden çıkarken bana selam verdi. “Günaydın Lara abla.” Bir süredir komşularımla daha samimiydim.
Gülümsemeye çalıştım. “Merhaba Mert.” Yanından geçtiğim sırada arkamdan gelmeye başladı. “Şey diyecektim ben… Annem sınavda derece yaptığını söylemişti. Acaba özel ders vermeyi düşünüyor musun? En azından matematik için?”
Boğazımı temizledim ve apartmandan çıkarken omzumun üzerinden ona olumsuzca baktım. “Şu sıralar çok yoğunum ve aslında bunu hiç düşünmemiştim.” Omzundaki çantayı düzeltti ve karşıma geçti.
“Acaba bu konuyu bir düşünebilir misin? Matematiğimi düzeltmem gerek.” Başka bir öğretmen bulmak zor muydu? Yine de bozuntuya vermedim. Düşünür gibi yapıp “Bugün ayın kaçıydı ya?” diye mırıldandım. Hemen yanıtladı.
“1 Ekim.” Başımı aşağı yukarı sarstım hızlıca. “Pekâlâ, ben bir okul ve iş programımı gözden geçireyim. Sonrasında sana dönerim.” Ve ekledim. “Görüşmek üzere, ailene selamlar.”
Arabaya geçtim ve trafik tam olarak kilitlenmeden önce Beyazıt’a ulaştım. Hızlı bir kampüs koşturmacası, ders, mola, tekrar ders derken günün akademiye ayırdığım kısmını harcadım ve ardından Araf’tan önceki birkaç saat boşluğumu uyumaktan yana kullanmak istedim.
Arabam sahil şeridi civarında bir yerde park halindeydi. Koltuğumu biraz geriye çekmiş, ayakkabılarımı çıkartmıştım. Günün en tehlikeli ve depresif anında olduğum söylenebilirdi.
Tamam, biraz daha net olacağım.
Son üç buçuk ayımı özetlemem gerekiyor. Kalp kırıklığıyla, aşk acısıyla, pişmanlıkla, başarılarıma sevinememekle geçen üç buçuk ayımı…
Başta her şey daha kötüydü. O sokakta yere yığıldıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Öncelikle tanımadığım insanlar tarafından aranan ambulansla kaldırıldığım hastanede gözlerimi açmıştım. Tek başıma…
Ardından zor bir iyileşme süreci geçirmiştim. Yine tek başıma…
En yakın arkadaşım Merve yaz boyunca babasıyla şehir dışında olmuştu. İlhan amca Kuzey’in de seyahate katılmasına izin vermişti ve ikisi romantik bir yaz tatili geçirmişti. Onunla birkaç kez konuşup ara sıra mesajlaşsam da yüz yüze görüşememiştim. Anne ve babasının boşanma sürecinin ardından kendini hızla eğlenceli bir tatile adapte etmişti. Oturup ona birtakım sorunlarım olduğundan bahsedememiştim. Sanırım bazı şeylerin yolunda gitmediğini fark etmişti ama beni ikinci plana atmak daha kolayına gitmişti.
Kardeşim Lena babamın mezuna kaldığı için üzerine yağdırdığı öfkeden nasibini almıştı. Melih ile arası orta şekerliydi. Benimle olabildiğinde iletişim kurmaya çalışsa da bazı şeyler hep yarım kalıyordu.
Kaan ve Asrın asla arayıp sormamıştı. Bu bana onların hayatında sadece ‘yenge’ sıfatıyla yer aldığımı düşündürmüştü. Oysa lisedeyken öyle ya da böyle arkadaş olduğumuzu zannetmiştim.
Asrın’ın biricik sevgilisi Esila da ne de olsa Lena’nın yakın arkadaşıydı, onun için eksiklik duyacağı birisi değildim. Asrın ile birlikte olmasının getirdiği etkiyle beni arama sayısı bir elin beş parmağını geçmemişti.
Tibet, babasının etrafında şirket adına dolanıp durmuştu. Duyduğum kadarıyla bir ara bahsettiği ilişkisi iyi bir şekilde devam ediyordu. Sürekli bana bir akşam yemeğe çıkalım ve dertleşelim dese de bu akşam yemeği sanırım çıkmaz ayın son çarşambasındaydı.
Kayla’dan da ses yoktu. Olanların birçoğundan haberdardı ve onunla aramız pek iyi sayılmazdı. En son Ankara’ya yanına gittiğimde fena bozuşmuştuk. Ardından ona yardım ettiğimde bile arama zahmetine girmemişti. Son üç aydır da aradığı yoktu. Kendi hayatının başrolü olmakla meşgul olmalıydı.
Babamsa beni tam olarak mezuniyet günümde zaten silmişti. Her Pazar eve uğrayıp Meloş ile mutfakta takılarak gözüne gözükmeye çalışsam da umurunda değildim. Beni kapıdan yaka paça atmasa da yok saydığı gerçeği su geçirmez bir durumdu. Buna sevinmeli miydim yoksa kahrolmalı mıydım emin değildim.
Bahadır ile birkaç kez Araf’ta denk gelmiştim. Onda da üstün körü birkaç cümle kurmuştuk. Düşman değildik, on beşlerinde takılmış iki eski sevgili gibi de değildik. Sadece eski bir dost diyebilirdim onun için. Her şeye rağmen…
Sevgili annem Derin Karahan ise başlı başına bir saçmalıktı. Yusuf Kıraç ile resmi olarak İstanbul’daydı ve alenen buraya taşınmıştı. En büyük sürpriz ise hangi eve taşındıklarıydı.
Onlar… Kerem’in evinde kalıyorlardı. Evet, Kerem Kıraç’ın evinde ve o evde bir tek Kerem kalmıyordu.
Herkesin aklında tek bir soru var: Kerem bunu nasıl kabul etti?
Bu sorunun cevabını yarınki aile yemeğinde almayı umuyordum. Annem mezuniyetten sonra birçok kez bana ulaşmayı denemişti. Ancak fazla başarılı olamamıştı. Fazlasıyla yüzsüzdü. Bunu biliyordum. Yine de geçenlerde yaptığı yemek teklifini kabul etmiştim. Çünkü onun da yemekte olacağını duymuştum. Derya ile telefonda konuşurken…
O…
Derince iç çektim. O gerçekten defolup gitmişti. Kısa sürer sanmıştım ama öyle olmamıştı. Tüm yaz boyunca New York’ta kalmıştı ve okullar açılmadan hemen önce de sırasıyla Trabzon’a ve Bodrum’a gitmişti aile büyüklerini görmek için. Tüm bunları sosyal medyadan görmüştüm.
Brooklyn Köprüsü’nün civarlarından attığı fotoğraflar epey ‘ben gayet iyiyim’ dedirten cinstendi. Ardından Yalıkavak sahilinden ve olağanca zıt duran Trabzon’daki çay tarlalarının etrafındaki pozlarından da sanırım ‘hayatını duraklatan bir tek benim’ farkındalığı yaşamalıydım.
Evet, beni takipten çıkmadı ya da çıkarmadı. Bunu bilerek yaptığına yemin edebilirdim.
Gerçekten de ağzından çıkan sözleri tutacak gibiydi. Asla bozuntuya vermiyordu. Beni bırakıp gittiği günden beri ona her gün yazmaktan vazgeçmemiştim. O ise sadece mesajlara görüldü atmıştı. Kendimi paragraflar halinde açıkladığım mesajlara…
İlk başta olayları benden dinleyemediği için kızgınlığı geçmeyecek sanmıştım. Ancak acı bir gerçek vardı: O kendimi anlattığım mesajlara rağmen bana dönmemişti.
O, İstanbul’a ilk geldiği gün kapısının önünde onu görmeyi umut ettiğimde beni görmek istememişti. Evin kapısı bana açılmamıştı.
Eylül ayından beri ona ulaşmayı denesem de bana karşı bir duvardan ibaretti. Asla Araf’a gelmiyordu.
Beni görmek ya da duymak istemiyordu. Acaba mesajlar yanı sıra ona attığım ses kayıtlarını dinlemiş miydi? Bunun bile cevabını bilmiyordum.
Mümkün olduğunca benimle aynı ortama düşmeyecekti değil mi? Denk geldiğimiz zaman ise o buz gibi tarafını olabildiğince gözüme sokacaktı. Bunu gitmeden açıkça belirtmişti.
Ancak gözden kaçırdığı bir nokta vardı: Gerçekten birini seversem ne kadar kendimi çiğneyebileceğim konusunda fikir sahibi değildi. Gerçi bu konuda ben de yeni yeni fikir sahibi oluyordum…
Her zaman gururlu kızı oynadığım için ona göre kolay vazgeçen birisiydim. Ama bu sefer başkaydı. Bu sefer ona haksızlık ettiğimin sonuna kadar farkındaydım. Ne olursa olsun bazı şeyleri onunla paylaşmama ihtiyacı vardı. Yaşadığımız ilişki ya da her neyse o şey içerisinde iki ayrı kişi değil de ‘biz’ olduğumuzu görmek onun hakkıydı. Ama ben ondan bunu çalmıştım ve sonuna kadar da bunu sürdürmekten geri çekilmemiştim.
Onu geri kazanmak istiyordum. Onu seviyordum. En azından onsuz yapamayacağımın farkındaydım ve ne kadar kırılacak olursam olayım tekrardan bana aşkla bakmasına muhtaçtım. Gurursuz gözükmek zerre umurumda değildi. Çünkü dediğim gibi, haksızdım…
Tüm intihar, depresyon, yeme bozukluğu ve aşk acısına rağmen ayakta kalıp onu geri almak istiyordum. Bana kızgındı ama geçecekti.
Yarın akşam yemeğinde annemle yüz göz olmayı göze almıştım çoktan. Tek istediğim onu görüp birkaç dakika konuşmaktı. Onu canlı bir şekilde görmeye ihtiyacım vardı. Aynı zamanda şu Kerem’in evine taşınan çiftin ne işler çevirdiğini de anlamalıydım.
***
“Hoş geldin! Sana attığım adımıma karşılık vermen çok ince.” Annemin karşılamasına rastgele karşılık verip içeri geçtiğimde gözlerim hızlıca etrafı taradı.
Dünden beri bugünün heyecanıyla yanıp tutuşmuştum. Üzerime ne giyeceğime saatlerce karar verememiş ve en sonunda ilk aklıma gelenleri giyip buraya gelmiştim.
Aylar sonra ilk defa onu karşımda görecektim. Bu beni hem mutlu ediyor hem de ürkütüyordu.
“Yemekten önce seninle önemli bir şey paylaşmam gerekiyor. Bilmen gereken bir durum var.” Annemin arkamdan gelen sesine döndüm. Sadece ikimiz vardık. Gözlerimi kırpıştırdım. “Diğerleri nerede?”
Umursamazca dudaklarını büktü. “Yakında herkes sofrada olur.” Onun koltuğa rahatça oturuşunu ayakta seyrederken bana yönelik elini boş koltuğa kaldırdı. “Otursana.” Kaşlarımı çattım. “Neyi bilmem gerekiyor anne? Konuş.”
Derin bir nefes aldı. “Pekâlâ… Dışarıdan bakınca burada yaşamamız tuhaf duruyor olabilir. Ancak Yusuf ve ben Kerem ile uzun bir zamanın ardından bağ kurmaya çalışıyoruz.” Tek kaşımı kaldırdım. “Bağ mı? Sen neyden söz ediyorsun?”
Hafifçe öksürdü kendine zaman tanımak için. “Öncelikle ön yargılı yaklaşma ve anlamaya çalış olur mu? Bak, her ne kadar seninle aramız iyi gözükmese de ben annenim ve sen de kızımsın. Bu bazı şeyleri öyle ya da böyle paylaşmamız gerektiği anlamına geliyor.”
Elimdeki küçük çantayı koltuğa bırakırken üzerimdeki ince kırmızı yün hırkayı çıkardım ve çantamın üzerine attım. “Lafı dolandırmayı kes. Karşında söz oyunları yapabileceğin birisi yok.”
Gözleri kısıldı. “Lara…” Omuz silktim. “Gerçekten sadede gelmelisin.”
Ne sanıyordu? Zamanın bize iyi geleceğini mi? Yanılıyordu. Aylar önce kalkıştığım intiharın ateşini körükleyen ilk kıvılcımdı ve bunu bilmemesine rağmen sahte samimiyetine katlanacak değildim.
Hayatıma çomak sokmaya çalışan herkesten nefret ediyordum. Bir kişi dışında…
Dağılan dikkatimi annemin boğaz temizleme sesi topladığında gözlerimi kırpıştırdım ve etrafa kayan bakışlarımı tekrardan ona çevirdim.
Ellerini kucağında birleştirmişti. “Şey…” Kaşlarımı çattım. “Tek seferde söyleyemeyeceğin ne olmuş olabilir?”
Ağzından bir anda kelimeleri çıkarmak istercesine hızlıca konuştu.
“Aslında ilk çocuğum sen ve Kayla değil.” Gözlerini gözlerime diktiğinde ağzım açık kaldı kastettiği şey nedeniyle.
Biraz önce Kerem’in annesi olduğunu mu kastetmişti bana mı öyle geliyordu? Yok artık!
“Sen…” Konuşmama devam edemezken annem devam etti. “Babanla evlenmeden önce Yusuf ile devam eden bir ilişkim vardı ve bu ilişkiden bir çocuk dünyaya geldi. Kerem…”
Yutkundu. “Onu babasına bırakmak zorunda kaldım. Benim için şartların iyi olmadığı bir dönemdi. Hele baban hayatıma girdikten sonra dünyam tamamen karıştı. Bu yüzden Kerem’in hayatında annesi olarak yer alamadım. Ama şimdi geç kaldığım şeyleri telafi edebilirim.”
Yüzümü kırıştırdım. Bu kadın ne saçmalıyordu Allah aşkına? “Sen ne dediğinin farkında mısın? Şu anda yirmi dört küsür yıl önce bir bebeği bıraktığından bahsediyorsun! Kerem Kıraç’ın annesi olduğunu söylüyorsun ama…” Ama onun annesi Yusuf Kıraç’ın tek gecelik ilişki yaşadığı kadınlardan biriydi. Bunu bizzat birinci ağızdan dinlemiştim.
Bir yalandı değil mi?
“Uzun lafın kısası siz kardeşsiniz. Kerem, sen ve Kayla kardeşsiniz. Bu saatten sonra bu gerçeğe göre her şeyin şekillenmesini istiyorum. Beni anlamaya çalış.”
Halen ayakta dikilirken kendi kendime gülmeye başladım. Bu kadın şaka mıydı? Kendisi başlı başına bir skandalken şimdi de gayri meşru bir çocuğu meydana çıkmıştı. Üstelik bu kişi Kerem Kıraç’tı.
Kahretsin, bu bir abim olduğu anlamına gelirdi ve bu fikir bu saatten sonra kulağa hoş gelmiyordu. O benden hiç hazzetmezdi!
“İnanamıyorum.” Ekledim. “Cidden.” Kendimi durdurmayı başardım ve yutkundum. “Ee benim nasıl olduğumu sormayı planlıyor musun? Tabi hepimizin hayatını etkileyecek sırların bittiyse?”
Kaşlarını çattı. “Sandığımdan çabuk sindirmişe benziyorsun?” Kafamı iki yana sarstım. “Hiçbir şeyi sindirdiğim falan yok anne. Sadece hayatımın tamamı matruşka bebeği gibi, sindirme olayını uzun zaman önce bıraktım.” Dilimle dudaklarımı ıslattım. “Bunu en son öğrenen kişi ben miyim?”
“Alpaslan biliyor mu diye soruyorsun sanırım?” Ayağa kalkarken gözleri de üzerimdeydi. Kollarını göğsünde birleştirdi yanıma geldiğinde. “Evet biliyor. Mezuniyet gününden beri biliyor. Onunla da en azından aynı masada yemek yiyecek kadar yol kat ettik diyebilirim.”
Kaşlarımı çattım. “Pardon? Yol mu kat ettiniz? O senden ve babasından nefret eder.”
Öğrendiğim şeyler canımı sıkarken kendime gelmeye çalıştım. Bu akşam yemeğine gönülsüz katılacağını sanmıştım. Ama o isteyerek mi gelecekti? Üstelik aylardır da Kerem’in annemin oğlu olduğunu bilerek?
“İnsanlar değişir tatlım, o da büyüyor ve kendini buluyor. Yaz tatilinde ufak asilikleri bir kenara bırakmayı öğrendi.” Kolumu sıvazladı yavaşça. “Abisinin ailesine zarar veremeyeceğinin gayet farkında. İşleri yokuşa sürmektense dost olmayı tercih edecektir.”
Merdivenlerden inen Kerem ve Yusuf ile birlikte bakışlarım onları bulurken Yusuf söze atıldı. “Hoş geldin Lara, seni görmek çok güzel.”
Onu cevapsız bırakmayı seçerken anneme şüpheli bir halde baktım. “Kayla’ya söyledin mi bu şeyi?” Lena’dan duyduğuma göre Kayla, annemle birkaç aydan beri iletişim kuruyordu. Bana göre daha yumuşak yaklaşıyordu. Yıllardır tanımadığı annesiyle bağ kurma isteğini baltalamaktansa sessiz kalmayı tercih etmiştim.
Annem kafasını iki yana salladı. “Hayır, henüz değil. Ama ona da uygunca bahsedeceğim.” Uygunca bahsetmek… Kesinlikle bu denli uygunsuz bir konuda bu tabiri kullanmamalıydı.
Kayla aklıma geldiğinde iç çektim. Ne tepki verecekti? O zaten hep bir şekilde eksikti ailevi konularda. Şimdi de sürpriz yumurtadan bir abi mi çıkacaktı? Of. Annemin yaşıyor oluşu ona bir sürpriz olabilirdi ama bir de abisinin olduğunu öğrenmesi… Bu tatsızdı.
Kerem ile göz göze geldim. Bana gergince baktı. Tam bir şey diyecekti ki buna izin vermedim. “Sakın bozuntuya vereyim deme. Yıllar sonra hiçbirimiz kardeş oyunu oynayacak değiliz. Eskiden nasılsa şimdi de öyle devam edelim.” Derin bir nefes aldım. “Lütfen.”
Annem araya girdi uyarırcasına. “Lara, böyle sözler etme.” Gözlerimi devirdim ve büyük yemek masasına doğru ilerlemeye başladım. Annemin yanına otururken dış kapının açılma sesi geldi. Bir yandan da yukarıdan Derya iniyordu. Beni görünce gülümsedi. “Merhaba, Lara. Geciktiğim için üzgünüm, telefonla konuşmam gerekiyordu. Hoş geldin.”
Kerem ile iki ay önce şık bir nişan töreni yapmışlardı. Doğrusu beklenmedik bir şekilde iyi gidiyorlardı ve düğün hazırlıkları noktasında bile hareket halindeydiler…
Ona ‘Sorun değil’ dercesine baktım ve arkama yaslandım. Bu esnada Yusuf Kıraç sofranın hemen başında oturuyordu. Babam şu an burada olsa bu sofraya oturduğum için benimle ölesiye tartışırdı. Belki de benimle uğraşmaktansa arkasını dönüp gitmeyi tercih ederdi.
Annem Yusuf’un sol çaprazında, ben de annemin yanındaydım. Kerem de annemin karşısındaydı, Derya da onun yanında. Boşta olan iki tabak daha vardı. Birinin kime ait olduğunu biliyordum. Peki diğerinde kim yemek yiyecekti?
Gözlerim boş tabaktayken aylar sonra ilk defa onun sesini duydum ve içimde yaşayacağım fırtınalara rağmen adını andım.
Alpaslan…
“Herkese iyi akşamlar.” Keyifli çıkan sesiyle birlikte gözlerimi ona doğrulttuğumda gülümsemem saniyeler içerisinde yok oldu. Yanında bir kız vardı.
Bu ne demekti şimdi?
Kıraç, kartlarını öncelikle en ucuz olanlarından mı seçerek açmaya karar vermişti yoksa?
Yalnızlık, pişmanlık ve bol bol aşk acısı. Biz bunlara bir de kindar bir adam ekleyelim lütfen.
Merhaba!
Uzun bir yaz sezonunun ardından yine bir aradayız, umarım bizim için güzel bir kitap serüveni olur Kül'ün ardından.
Bölümle ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum, yorumlara yazarsanız sevinirim!
Yeni bölümde görüşmek üzere! Kendinize iyi bakın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.39k Okunma |
2.4k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |