Çaktırmadan düzeldi Melike bunu ona ödetecekti.
"Merhaba Arel Bey ben de Melike, Melike Ertekin. Sözde sevgili nişanlınız…" deyince Arel bir an öylece durdu ve Melike'nin sözlerine takıldı.
Melike en mükemmel gülümsemesini Arel'e bahşederken, Arel hala sözcüklere takılıp kalmıştı. 'Gül bakalım!' Arel düşünceli halinden çıkıp normal haline gelince "Merhaba nişanlım beni bekliyordun herhalde!" Melike sadece gülümsedi bu lafın altında kalacak hali yoktu nasılsa. "Evet, sizi bekliyordum tam da böyle sarkmış yüz, alaylı sözcükler, bilirmiş havaları, kısık; kişiyi süzgece alan gözler, kısaca küçük dağları ben yarattım… Evet, tam da sizi bekliyordum." tamamen, külliyen yalandı aslında hafiften haklılık payı da vardı şu küçük dağlarla ilgili olanda. Tek kaşını havaya dikip gülümsedi Melike'ye. Başka yalan bulamamıştı her halde. 'Oynasın bakalım' diye geçirdi içinden daha oynanacak nice oyunlar vardı nasıl olsa…
"Beklediğim gibi tam da ihtiyarsınız işte uşaklarınız sizden daha genç merak etmeyin isteklerinizi hemen bana ilettiler. Ama zahmet etmişsiniz buraya gelmekle. Keşke ayağınıza çağırsaydınız. Ben oraya da gelirdim. ZORLA…"
Evet, işte Melike görünmüştü ufuktan İdil'de bunu istiyordu. Ne yani onları videoya olmak suç muydu?
"Çağırdım ya! Sende geldin zorla!"
Melike sinirini nasıl atacağını bilemeden oturduğu yerden kalktı hızla, karşısındaki siyahlara bürünen adamda onunla beraber kalkmıştı. İki adım geri attı. Ellerini nereye koyacağını bilemeden önüne uzattı.
"A şey üzgünüm yaşa hürmeten" deyip şaşkın kalan Arel'in elini tutup olanca gücüyle sıktı. Acıttığından emin değildi ama bir nebze yağlarından kurtulmuştu. Birazcık. Mini minnacık.
"Sanırım yanılmışsınız Melike Hanım ben gayet genç bir insanım elimi sıkmanızı da 'hürmete' sayıyorum." deyip güldü bu kadınla işi vardı. "Nezaketten mi sayarsın, yaşlılığına mı verirsin bilemem… Bana bak Arel Korhan ben senin o bildiğin sürtüklere benzemem tokadın en ağırını atarım tepende bu zamana kadar hiç görmediğin yıldızları görürsün. Şimdi açıkla bakalım ne bu sahte kâğıtlar çocuk mu var senin karşında kimi kandırıyorsun sen? Kimsin sen ne istiyorsun benden? Koskoca adamsın. İşin var gücün var! Saygın da birisin ne istiyorsun benden!"
Yetmişti bu kadar saygı gösterisi. "Neyin sahtesi? Onu senin babana söylemek lazım güya sen güle oynaya gelecektin bana." Melike babasını duyunca biraz duraklasa da hemen toparlandı yeniden. "Ne diye güle oynaya geliyormuşum ben sana? Sen kimsin neyin derdindesin bilmiyorum ama uzak dur benden. Çocuk değil karşındaki iki sözleşme gibi sahte kâğıt gösterip 'benimsin' ayaklarına yatamazsın sen. Hem yakında evleniyorum ben. Tekrar söylüyorum uzak dur benden. Tanımadığım bir adama inanacak değilim. Şimdi al şu yüzüğünü benim zaten yüzüğüm var. İnanmak istemiyorsan da göstereyim istersen!" yanıt bekler gibi baktı Arel'e ama hiçbir kıpırdanma hissetmedi elini kaldırıp bütün parmaklarını sergiledi dikkat çeken ise yüzük parmağında parlayan alyanstı.
"Bu ne biliyor musun? Yüzük, tanıştırayım bu Arel deden. Arel dedesi bu da yüzük. Şimdi rahat bırak beni bunamış öküz ben nişanlıyım. Bir daha o siyah adamlarını etrafımda görürüm karakola gidip hepsini parmaklıklar arasına sokarım ona göre. Yeterince açık mı?" Arel yine hiçbir şey hissetmedi. Eline tutuşturulan yakutla hafiften sırıttı. Demek zoru oynuyordu ha! Daha iyisini beklerdi. Sadece daha ne kadar devam edecek dercesine tek kaşını havaya dikip en sevdiği hareketi yaptı; alayla gülümsedi.
Melike onun bu tavrını görüp bir adım geri atmak istediyse de kendinden ödün vermeyecekti. Ne olursa olsun onun yapmadığı bir şey için suçlanmayacaktı ki bunun gerçek olduğundan bu adamın onu tanıdığından bile şüpheliydi. Oyun mu oynuyordu ne yapıyordu bilmiyordu Melike. Ama adamın yaşı hiç oyun oynayacak kadar da uçuk değildi. Hem deliller olmadan ortada bir suçta olmazdı. Gerçeği er ya da geç gösterecekti Kaslı Kasıntı'ya.
Onun gibi alayla gülümsedi. "Ben gidiyorum. Sende gerçek suçluyu buluncaya bana gerçek bir kanıt sununcaya kadar peşimi bırak. Uzak dur!" Kolundan tuttuğu kızı kendine çevirmişti hızla.
"Melike Ertekin 22 yaşında 1.65 boyunda 55 kilo. Ordu doğumlu aslen Trabzonlu annesinin adı Medine, babasının adı Kenan ve annesiyle yaşıyor. Dokuz Eylül'de moda tasarım okuyor. İdil Sayar ile Balçova da bir evde kalıyor. İstersen adresini bile söyleyebilirim. Katre denilen bir üvey kardeşi var onun hesabına her ay bir miktar para yatırılıyor. Ve annesinin bundan haberi dahi yok. Uzun zamandır evine gitmiyorsun yaklaşık dört yıldır. Annen seni ziyarete geliyor. Fırat Koçar'ın yanında partime hem çizim hem de sekreterliğini yapıyorsun. Ondan sonraki zamanlarda Limon Kafe'de garsonluk yapıyorsun. En sevdiğin yemek yok çünkü hiç yemek seçmiyorsun. Ama hamburgere bayılırsın. Kola içmezsin çünkü ailede kimse içmiyor. Hiç sevmediğin sebze karnabahar! İdil için alıyorsun ama sana şunu söyleyeyim Melike, arkadaşın senin için büyük fedakârlık yapıp sen görmeden onu kasaya girmeden önce geri koyuyor. Bunu da benden öğrenmiş oldun. E söyle bakalım şimdi seni tanıyor muyum yoksa tanımıyor muyum? "
Melike, dut yemiş bülbül gibi kalmıştı olduğu yerde. Normal bir arkadaşı bile Melike hakkında bu kadar bilgiye sahip değildi. Ama karşısında ki bu adam her şeyi sayıp dökmüştü önüne. Ne bir eksik ne bir fazla!
"Bir yemek. Sadece nişanlınla beraber bir yemek yiyeceğiz. Eminim o da senin nasıl bir kız olduğunu anlayacaktır. Gerçek bir kanıtla! Buna da itirazın yoktur herhalde öyle değil mi?"
Ne demişti bu adam nereden bulacaktı şimdi nişanlısını pardon olmayan nişanlısını. Hem gerçekten bir kanıtı olabilir miydi? Adam zaten tek bakışıyla anlamıştır alyansın sahte olduğunu. Üzerine bakacak olursa pahalı olan saat ona göz kırparcasına parıldıyordu. Parmağına baktı hızla onun yanında sönük kalan pırıltısı 'Hey ben sahteyim, beni gören var mı!' dercesine gözlerine batıyordu. Ve adam hakkında her şeyi biliyordu. Her şeyi…
"Hayır!"dedi hızla. Hayır, katiyen olmazdı.
"Ne o yoksa nişanlın müsait değil mi?"
"İnan bana senin yüzünü görmektense çamur yemeyi tercih ederim. Şimdi bırak kolumu bunamış öküz bir kere daha söylemeyeceğim."
"Tamam, peki! Sen gerçek bir kanıt istedin bende sana gerçek bir kanıt sunacağım! Bunu istemiyor muydun?"
"Bana gerçek bir kanıt sunacağından şüpheliyim!"
Arel içinden oflayarak devam etti sözlerine "Senin suratını neden görmek isteyeyim peki bir de bunu düşünerek cevap ver! Yarın akşam sekizde hazır ol! Nişanlınla birlikte!" Arel alaylıca bu duruma içinden gülse de dışından pek bir şey yansıtmamıştı. Bence gayet başarılı bir performans sergilemişti Melike bu nişanlılık konusunda. Bakalım o gece yanında kimi getirecekti.
Arel tek kaşını kaldırıp ona bakarken, Melike aklından erkek isimleri ve kişi seçmeye başlamıştı mutlaka birini bulmalıydı ama nasıl?
"Pekâlâ, Arel Korhan. Yarın geleceğim ama sırf senin yalan olan işlerini açığa çıkarmak için! Yoksa bende senin suratını görmeyi yeğlemiyorum!"
Melike sonuna biraz vurgu yaparken Arel yine o pis, sinir bozucu bembeyaz dişleriyle gülümsüyordu. "Anlaştığımıza sevindim. Yarın görüşürüz Melike Ertekin!"
Melike hiçbir şey söylemeden tek kaşını kaldırıp asık suratıyla arkasını dönmüş giderken geri dönüp Arel'in önceden eline verdiği sahte belgeyi alıp hışımla çekip aldı. "Ben de kalsın okur okur daha çok hırslanırım size karşı." Arel hiçbir şey demeden elini cebine sokup tek kaşıyla beraber yine gülümsemişti Melike'ye. Onun sinir bozucu gülümsemesi!
İdil artık konuşmasını istiyordu ama Melike yanına geldiğinden beri tek kelime etmemişti. Ve hala konuşmamaya kararlıydı. Hırsla ona döndü. "Şaka falan değilmiş! O adam gerçek. Adamın şirketi var İdil! İnternette gördüm. Benimle ne işi olur ki! Kağıtta yazanların hepsinin gerçek olduğunu iddia ediyor. Ve bana kanıt sunacakmış! Yani yarın akşam sekizde beni buradan alacak!"
"Kızım kendine gel buluruz bir arkadaş olur biter niye bu kadar dert ettin kendine." Melike şaşkınlıkla İdil'e bakarken, İdil çenesine bir tane geçirdi. "Sen nereden biliyorsun bunu bakayım yoksa? İdil?" kapıdan geri çekilip Melike'ye doğru ilerledi İdil. "Ne yapsaydım seni orada tek mi bıraksaydım şakaysa gülerdik… Gerçekse de belki seni kaçırırlar diye düşündüm hem videoya aldım sana söylemiştim zaten ne kızıyorsun. Belki lazım olur. Ne yapayım yani şimdi ben… Bakma bana öyle pörtlek gözlerinle. Allah Allah…" Melike içinden İdil'e saydırırken çantasını alıp, eski model masanın üzerine bıraktı. Saatini kolundan çıkarırken İdil dikkatlice onu izliyordu. Melike'nin ne yapacağı bazen belli olmuyordu ona göre ani atakları yok değildi. İkisi de mutfağa geçerken Melike içinden çoktan pes etmişti.
Saat gece 1'e gelirken İdil'in telefonu çalmıştı. Arayan Kıvanç'tı. "Canım!" diye seslendi İdil sevdiğine, çok özlemişti sevgilisini. "Selam!" Kıvanç'ın sesindeki soğukluğu ilk başta anlayamayan İdil hafif kırık bir sesle "Özledim!" diye söylendi.
"Biter bitmez geleceğim. Bir toparlanayım ilk uçakla orada olacağım."
"Tamam canım. Nasılsın ne yapıyorsun?"
İdil telefonu alıp mutfağa geçerken Melike'yi rahatsız etmek istemiyordu. Zaten bugün yeterince yorulmuştu biraz dinlense daha iyi olacağını biliyordu. Tüm bunların bazen gerçekten şaka olduğunu varsayıyordu ama karşılarındaki adamın üzerinden ciddiyet akıyordu. Sanki hiç şaka yapmaz, hiçbir espriye gülmez gibiydi. O kadar ciddiydi ki; yüzünün yaşlanınca kırışmayacağı şimdiden belliydi. Uzaktan görmüştü ama adamın tavırları hala aklındaydı. Bu adam gerçekten çok ama çok ciddiydi.
İdil telefonu kapatırken Melike hala çizim yapıyordu. Mutfaktan çıktıklarından beri bir kâğıtların içinde boğulmuştu Melike. Çizimleri bile ona artık çekici gelmiyordu. Aklında hala bugün ki konuşma geçiyordu ve bu haldeyken nasıl çizebiliyordu hiç bilmiyordu. Evet, yakışıklıydı Allah vardı yukarıda ama olmayınca olmuyordu içinde derin bir öfke varken hiçbir şey ilgisini çekmiyordu.
Gece olduğunu biliyordu ama yine de sesini duymak istiyordu kardeşinin. İlk önce cebini aramıştı ama Katre telefona bakmamıştı. Birkaç kez bunu tekrarlarken artık merak etmeye başlamıştı. Sakince telefondan numarayı bulup arama tuşuna basarken sessizce beklemeye koyuldu.
"Alo buyurun?" diye karşılık alınca tıkandı, konuşamadı Melike. "Alo orada mısınız?" yuttu içindekileri ve cevap verdi sonunda "Ben Katre ile konuşacaktım eğer uyumuyorsa" karşı tarafı beklerken içini tedirginlik bastı ya konuşturmazlarsa diye ama bir süre sonra küçüğünün sesini duyunca rahatladı Melike. "Ablam" işte bu yeterdi onun için Katre huzurdu ona göre öyle bir neşesi vardı ki Katre'nin morali düşükken bile mutlu ediyordu onu sesiyle. "Canım uyumuyordun değil mi cebini aradım birkaç kere ama cevap vermedin bende buradan aradım senin için biraz geç ama sesini duymak istedim." Katre sanki ablası görebilecekmiş gibi kafasını sağa sola sallayıp duruyordu. "Hayır, abla uyumuyordum ödevim vardı telefonu sessizde unutmuş olmalıyım ödeve son kez bakıp yatacaktım. İyi misin sesin biraz bozuk gibi geliyor bana." Melike derin bir nefes alıp onayladı Katre'yi "Evet, biraz bozuk seninle konuşursam düzelir diye umdum. Nasılsın, derslerin nasıl gidiyor zorlanıyor musun?"
Katre 18 yaşına yeni girmişti. Melike ona doğum gününde bir telefon alıp yollamıştı. Bu ikisi içinde daha iyi olmuştu. Bu sene lise sona geçmişti Katre! Kore diline ayrı bir merak sarmış bunun üzerinde eğitim almak istiyordu. Belki de farklı bir meslek seçerdi. "İyiyim abla derslerim de iyi hiçbir sorun yok şu anda seninkiler nasıl sen zorlanıyor musun?" Melike ikinci derin nefesini çekti içine "Hayır canım bende zorlanmıyorum kolay geliyor hatta bazen… Neyse hadi uyu artık sende saat çok geç oldu yarın okulun var bir de. Katre… Merak etme ablacığım seni oradan en kısa zamanda alacağım. Hadi öptüm seni kocaman iyi geceler." Katre mutlulukla gözleri parlayarak "İyi geceler abla" dedi. Telefonlar kapanırken birinde derin bir acı varken diğerinde umutlu bir bekleyiş vardı.
"Neden onu bu kadar fazla önemsiyorsun anlamıyorum?" İdil sorduğu sorunun farkındaydı. Çok büyük bir soruydu bu cevaplaması kadar sorusu bile ağırdı. Ama Melikenin cevabı vardı buna karşı cevap aslında çok basitti ona göre. "Çünkü o benim kardeşim." İdil aldığı yanıtla derin derin solunurken Melike kaldığı yerden devam etmek istedi ama İdil pekte yardımcı olmuyordu ona "Üvey kardeşin." Melike çizimleri kenara itip ellerini masanın üzerine koyarken aklındakilerle kalbindekileri birleştirmeyi umdu. "O benim için üvey değil İdil o benim kardeşim öz ya da üvey ne fark eder ki! Babamın yaptığı bir hatayı küçücük çocuğa yükleyecek değilim. Hem iyi ki de bulmuşum onu diyorum bazen. Ben babamı ve ailesini sileli yıllar oldu, onlardan bana kalan sadece Katre o kadar. Ben onu öğrendiğim de o kadar küçüktüm ki, Katre daha 9 yaşında bile değildi. Gülsem mi ağlasam mı bilmiyorum... Sinirlenince de elime bir şey geçmediğini 23 yıldır biliyorum… Hem ne ötüp duruyorsun be sabahtan ağrı başımda Kıvanç nerde ya gelsin alsın seni başımdan." İdil, sinsi sinsi gülerek elindeki yastığı Melikeye fırlatırken "Demek Kıvanç nerde ha demek alsın beni başından ha gösteririm ben sana şimdi başıyla, Kıvanç'ı… Al sana!" kahkahalarla gülen iki kız yastıklarla bir savaşa girişmişlerdi.
Tiz kahkahalarla gülerken Melike bir anda durdu. Aklına bugün olan konuşma gelmişti. Yıllardan sonra ilk defa yalan söylemişti ve bir erkeğin teklifini kabul etmişti. Ve bunu şimdi idrak ediyordu. İdil onun durmasından anlamıştı ne düşündüğünü sakince uzaklaştı arkadaşından ve elindeki yastığı alıp kenara koydu. "Ne yapacağım ben İdil?" başını İdil'in dizine yasladı. Şimdi annesi burada olsaydı geçecek deyip o Arel denen kişilik yoksunu adamı önce bir hırpalar sonra onu çekip kurtarırdı bu durumdan ama ne annesine söyleyecek bir şeydi bu ne de çekip kurtulabilecek. "Bak Melike sana her zaman ne dedim çok düşünüyorsun bazen her şeyi oluruna bırakmak gerekir. Şimdi sen ne kadar planda yapsan kafanda olmayacak. Boşuna kendini yıpratma hem ne dedik 'biz her şeyi birlikte halledeceğiz' ikimiz tamam mı?" Melike kafasını olumlu olarak sallasa da içindekiler onu yiyip bitiriyordu. Şimdi kimi bulup da gidecekti yemeğe Kıvanç'tan başka konuştuğu bu kadar samimi bir arkadaşı yoktu erkek olarak. Sadece Kıvanç vardı. Onu da alıp gidemezdi ki Kıvanç burada yoktu. Yine düşünceler deyip başını iki yana salladı Melike uyumalıydı sanırım en iyi çözüm buydu.
Sabah olduğunda Arel gerinirken yatağında, Melike başını yastıktan kaldırmıyordu. İki ayrı dünyayı yaşayan bu iki kişi hallerinden habersiz kalkıp giyindiler.
Melike yazın gelmesine sevinirken Arel iki okkalı küfür savurup dosyaları masaya savuruyordu. Aklı hala konuşma da kalmıştı 'acaba kimi getirecek yanında' içinden geçenlere bir süre kulak asmayıp dosyalara baksa da hiçbir şey anlamadığı bariz belli oluyordu. İntikamını alacaktı ondan. Hem de ne pahasına olursa olsun.
Üzerine beyaz dantelli, yarım yarasa kollu kısa bir elbise giyip çantasını ayarlamaya koyuldu hemen Melike. Bugün üç dersi vardı yani bu akşama tekabül ediyordu. Çantaya iki tane kitap koyup fermuarını çekti, proje çizim çantasına da çizimlerini düzgünce yerleştirdi. Bir bulut gibi dolan gözleri aynayla buluştu. Makyajsız yüzü, kahverengi saçları, tanımlayamadığı gözleri, tellerle düzgünleştirdiği dişleri, her şeyi ona fazla geliyordu. Saçlarını ensede sıkıca toplayıp bileğindeki tokayla bir topuz yaptı. Yanlardan çıkan küçük saçlarına minik tel tokalarını takıp, çantalarını aldığı gibi salona geçti.
Telefonunu unutmadan çantasına atarken İdil yaptığı sandviçi Melike'nin ağzına tıkıştırmıştı. Bir anda gelen atakla Melike öksürüğe boğulurken, İdil karnını tuta tuta gülüyordu. "Günaydın Meli!" Melikenin yanağından aldığı makasla koltuğa kurulmuştu İdil. "Keşke boğmadan söyleseydin onu. Sana da günaydın İdiljanım!" İdil gülümseyip sandviçini yerken Melike ayakta dikilmiş öylece bekliyordu. "Kızım senin dersin yok mu sen ne bekliyorsun burada böylece?" Melike transtan çıkıp ne diye bağırırken otobüsü kaçırdım diye söylenip ayakkabılarını ayağına geçirmeye uğraşıyordu. İdil peşinden gidip çantasını götürürken Melike'ye söylemediğini bırakmıyordu. Çantanın içinde bildiğin taş vardı sanki! Bir çanta ancak bu kadar ağır olabilirdi. "Hadi ben kaçtım akşam görüşürüz ha şey ben gelince ev sahibine veririm kirayı merak etme sen tamam mı bende o hadi öptüm kocaman…" İdil gülümseyerek el sallarken kendini çocuğunu okula uğurlayan anneler gibi hissetti bir anda 'aman' dedi sonra, 'Melike de benim çocuğum gibi zaten'…
Melike durağa doğru koştururken saçları yine karışmıştı ne kadar bağlasa da saçlarını rüzgârdan hep dağılıyordu. Otobüs gelinceye kadar tekrar toplamıştı saçlarını. İnci teyzesi durağa koşturan Melike'yi görünce hemen yanına damlamıştı. Tüm gözlerin onlara dönük olduğunun bilincinde olarak sıkı sıkı sarılıp muhabbet ettiler otobüs gelinceye kadar. İnci teyzesi aynı annesine benziyordu Melikenin zayıf yüzü biraz göçük yeşil gözleriyle annesini aratmıyordu ona. Bu yüzden daha bir üstüne düşüyordu İnci teyzesinin. Kendi teyzelerini benzetiyordu. Dört tane teyzesi, iki dayısı ve iki de kardeşi vardı. Biri ablası diğeri de üvey olan Katre idi. Katre'yi ne annesi ne ablası ne de diğerleri biliyordu. Katre onun kendi dünyasında yaşıyordu. Asla Katre'yi üvey diye ayırmamıştı hatta daha fazla üzerine düşmüştü çünkü o da kendi gibi pek baba sevgisi tatmamıştı. Babası Katre'yi ona emanet ettiğinde ne yapacağını bilememişti çünkü daha kendisi de küçüktü. Yıllar geçmişti tabi üzerinden. Katre'yi bilen sadece İdil ve Kıvanç'tı. Ve kendi bunu öğreneli 9 yıl olmuştu.
Kampüse vardığında Aycan hemen onu bulmuştu. İki yakın arkadaş birbirlerine sarılırken herkesin gözü onlardaydı. "Canım sen zayıfladın mı?" Aycan arkadaşını hiç böyle görmemişti. "Biraz öyle biliyorsun akşam çalışıyorum yemek yemeye de pek fırsat bulamıyorum doğal olarak da zayıflıyorum sanırım. E sana evlilik pek yakışmış yüzün nasılda gülüyor bak." iki aylık evliydi Aycan. "Evet… Melike çok güzel bir şey evlilik sabah kalkıyorsun koskocaman bir adam seni sarmış, gözlerini açmış seni izliyor sadece sonra beraber uyanıp beraber uyuyorsun… Cidden süper bir şey biliyorum sen aşka inanmıyorsun ama İdil'e katılıyorum daha çok gençsin olacak inşallah." Aycan sözlerini bitirirken Melikenin kaşları çoktan çatılmıştı bile. "Aycan seni kırmak istemiyorum ama lütfen bana aşk deme. O… Ondan sonra erkeklerden ne kadar nefret ettiğimi sana anlattım, daima da söyledim ve hepte söyleyeceğim. Neler yaşadığımı, neler çektiğimi söylememe gerek yoktur bence tahminlerin bile benim yaşadıklarımın yanında bir hiç kalır. Anlıyor musun? Ve ne olursa olsun bana aşktan söz etme. Senden tek ricam budur."
Aycan, ilk defa Melikeyi bu kadar sert, bu kadar sinirli görüyordu. Melike ise aşkı her duyduğunda geçmişinden nefret ediyordu. Onlara aldandığı, kandığı, her saatine, dakikasına, her yılına içinden sövgüler yağdırıyordu. Okumak için onca çaba sarf ederken üniversiteyi kazanamadığında o şehri bir yıl daha çekmişti ama bir yılsonunda üniversiteyi kazanmış olarak geri dönmüştü. Her şey geride kaldığına inanarak derin bir nefes aldı Melike. Aycan üzülerek baktı arkadaşına neler yaşadığını az çok biliyordu arada sırada konuşuyordu Melike onunla bu konu hakkında onda da ya bir cümle çıkıyordu ağzından ya da iki cümle fazlası zararmış gibi çekiniyordu Melike anlatmaya.
"Tamam canım. Bir daha sen bir şey söylemedikçe aşk konusu açmayacağım bak fermuarladım ağzımı" Aycan çocuk gibi parmaklarıyla dudağına fermuar çekip sustu. Melike onun bu haline gülümseyip "Seni kırmadım değil mi?" dedi. Aycan başını iki yana sallayıp öpücük attı ona. "Sağ ol Aycan… Hadi derse gecikmeyelim yoksa yine yok yazılacağız durup dururken." iki arkadaş kol kola girip okuldan içeri girerken ikisi de onları izleyen adamdan habersizlerdi.
Arel akşamı beklerken Melike derslerine konsantre olmuştu. Ümit hocası onu yanına çağırdığında hızla eşyalarını toplayıp ardından çıkmıştı. Tasarım aşığı olan Melike bir kitabı daha koleksiyonuna eklemişti. Kitabı hızla çantasına atarken İdil'e mesaj atmıştı.
'İdil, akşam o gerizekalı Öküzümsü Angut ile yemek var patrondan izin aldım. Bil istedim. Bu arada sorun olursa gelmekten hiç gocunmam bilirsin jetle gelirim neyse sahte nişanlı da saz oldu söz oldu artık tek başıma gideceğim öptüm…'
İdil mesaja gülerken 'Öküzümsü Angut' kısmında takılı kalmıştı. Bu kız bu Öküzümsü Anguta nasıl tamam derdi anlamıyordu. Neyse yakında öğrenirdi nasılsa. O kadar şeyden sonra ilk defa bir erkeğe tamam demişti. Bu da bir şeydi sonuçta. Önlüğünü takıp patronuna selam verirken işine dönmüştü.
Melike hızla eve gittiğinde saat akşam 5'e geliyordu. Biraz uyuyabilirdi en azından. Ne giyeceğine karar verdiğinde hızla kendini yatağına atmıştı. Telefonuna alarmı kurup gözlerini kapatmıştı. Ki çalan alarmın sesiyle uyanmıştı. Ne kadar uyumuştu ki!
Hazırlanırken üzerine bugün giydiklerini giyerken saçlarını da aynı şekilde yapmıştı. Yüzüne biraz renk gelsin diye biraz rimel ve ruj sürmüştü. Bebek mavisi çantasının içine cüzdan, anahtar ve telefonunu koymuştu. Kapının önüne ayakkabıları bırakıp mutfağa ilerledi su içse hiçte fena olmazdı. Tam o sırada gelen korna sesi onu kendine getirirken kalbindeki kırık bir parça daha tuzla buz olmuştu bu saatten sonra. Çantasını sıkı sıkı tutup ayakkabılarını giyip merdivenlerden inip, dışarı çıktığında karşısında gördüğü adamı artık daha iyi tanıyordu.
Melike yanına kadar gelip bakışlarını biraz daha sinirli hale sokarken Arel alayla gülümseyerek "Nişanlını ben mi alacağım yoksa" dedi. Tabi ki Melike bunu tahmin ediyordu sonuçta ona bir yalan söylemişti."Bence ikimizde boşuna uğraşıyoruz Arel KORHAN. Cevabını bildiğin soruları soruyorsun ve sanki sana cevap verecekmişim gibi yanıt bekliyorsun. Hayır, nişanlımı almana gerek yok çünkü… Evet, doğru tahmin ettin… Öyle biri yok… Ama ben varım merak etme birkaç kişiye bedelimdir. Hadi gidelim artık nereye gidiyorsak."Arel, biraz tuhaf bir şekilde Melike'ye bakıp "Peki hanım efendi buyurun" deyip ön kapıyı açtı Melikenin girmesini bekleyerek. Melike ters ters bakarak ön koltuğa binerken Arel'in hızla şoför koltuğuna geçtiğini gördü. O arada da İdil'e kısa bir mesaj atmıştı.
"Kalabalık olmayan bir yere, konuşmamız biraz baş başa olacak"
"Bana kanıtını getirdin mi peki?"
"Evet, getirdim ama sen nişanlını getirmeyi unutmuşsun…"
Melike biraz bozularak önüne döndü. Ve Arel arabayı durdurana kadar konuşmadı. Araba sahil kenarında bir yerde durduğunda Melike emniyet kemerini çıkarıp çantasını koluna asıp dışarı çıkmıştı. Bu adama hiç güvenmiyordu. Arabadan inerken yüzüne yaydığı gülümseme Melike'yi görüce daha da yayılmıştı yüzüne Arel'in. Elini cebine sokup Melike'yi beklerken çok geçmeden yanına gelmişti. Arabayı kilitleyip eliyle önden işareti yaparken Melike ne yapacağını bilmiyordu. Ama bu adamdan nefret ettiği daha doğrusu etmek istediği bir gerçekti.
Arel'in ona yaklaşmak için yaptığı hareketi takdir etmişti doğrusu. Elini beline sarıp onu içeri sürüklediğinde Melike çırpınıp durmuştu. Ve Arel buna daha çok sevinmişti.
"Eğer rahat durmazsan anlaşmayı bozarım."
"Eğer, sen elini belimden hemen çekmezsen ilk bozulacak anlaşma burada üçüncü dünya savaşını başlatır haberin olsun… Şimdi çek elini!"
Restorana girince etraftaki insanlar hemen onlara dönmüştü. İki genç insan ne kadar beğeni aldıklarını bilmeden en uzaktaki masaya yürümüşlerdi. Arel, Melike'nin oturmasına yardım ederken kadınlar ona hayranlıkla bakıyorlardı. Melike ise teşekkür etmeden sinirle ona bakmaya devam ediyordu.
"Hoş geldiniz efendim. Ne alırdınız?" garson Melike'yi süzerken Arel sinirle garsona dönüp hafif sırıtınca garson hemen elindeki banknota dönmüştü. "Bize fırında somon getir yanına da beyaz şarap." Melike hemen ikazına başlamıştı. "Ben içki içmem soda yeterli hem sen araba kullanacaksın yolda kazaya kurban gitmek istemiyorum." garson şaşkınlıkla onları dinlerken Arel hemen garsonu göndermişti.
"Beni tanımak istemiyor musun?"
"Sence ister gibi mi duruyorum?"
"Evet, hafiften meraklı duruyorsun."
"O zaman yanlış görüyorsun. Ne içimde öyle bir istek var ne dışımda merak etme seni hiç ama hiç merak etmiyorum Arel Korhan."
Arel, kızgınlıkla ayın parlattığı denize bakmıştı. Bu kız sabrının sonlarını oynuyordu onunla. Annesi veya amcası umurunda değildi. Garson siparişleri getirdiğinde Melike kibarca teşekkür etmişti ki Arel'in sert bakışları altında bunu yapmak biraz zordu. Melike, yemeğine bakıp iç geçirirken bardağa dökülmüş olan sodasını iki eliyle kavrayıp dolan gözleriyle denize bakmıştı. Arel ise onu izlerken tüm bildiği küfürleri savuruyordu içinden.
"Bana emir verilmesinden hoşlanmadığımı sanırım kâğıda yazıp sana vermeyi unutmuşlar!"Melike kızgınlığını bir kenara bırakıp tekrar nefeslenirken Arel hiçte rahat durmuyordu.
"Bak Melike, tüm bunları yapman beni daha da sinirlendiriyor ve inan bana o yüzümü görmek istemezsin."
"İki yüzün olduğunu kabul ediyorsun yani!"
Melike alayla söylediği lafı hiçte çekinmeden gururluca karşısına iletmişti. Bence laf çokta iyi bir yere oturmuştu Arel'in.
"Melike! " diye gürleyen Arel herkesin bakışlarını kendisine toplamıştı. Melike alayla ona bakarken dolan gözlerini saklamaya uğraşıyordu.
Sinirle Arel masaya bir yumruk vurup ceketinin cebinden sözleşmeyi çıkarıp ona doğru fırlattı. Melike, şaşkınlıkla kâğıda bakarken ağlama isteği donuklaşmış sadece kâğıda odaklanmıştı.
"Oku… Oku da ne olduğunu gör… Al şunu! Bak bakalım biricik baban nerelere el atmış?"
Arel, sinirle kâğıdı Melike'nin eline tutuşturmuştu. Etraftaki insanlar bakışlarını onlardan çekemezken Arel, öfkeyle karşısındaki kızı izliyordu. Melike, eline aldığı kâğıdı sıkarken gözleri okumaya başlamıştı. Daha ikinci cümlede yalan deyip kaçmak istedi. Ağlayamamak Melike'yi boğarken dolan gözleri bir yaş bile akıttırmıyordu onda. Melike okuduklarının şokuyla kâğıda bakarken Arel gülmek istiyordu. Kız rolünü gayet iyi oynuyordu ona.
"Bunlar yalan… Ben… Ben sana bir şey y-yapmadım… Ben… Ben yakmadım… O evi ben yakmadım… Ne demek bu? Siz beni neyle suçladığınızın farkında mısınız? Hem yaksam hatırlamaz mıyım? Ben asla böyle bir şey yapmadım."
Arel, karşısındaki kızın oyunculuğuna hayran kalmıştı. Fakat Melike içinde tarif bile edemediği derin bir kesiğin soluklarını alıyordu. Alırken de canı yanıyordu. Tuttuğu kâğıdın bir yalan olmasını o kadar isterdi ki! Tek istediği karşısındaki adamın ona inanmasıydı. Başka ne yapacaktı işte bunu hiç bilmiyordu.
"İnan bana Arel ben yapmadım… Hem benim yaptığımı nereden biliyorsun ki? Gördün mü beni bunu yaparken? Beni suçlayabilecek ne kanıtın var elinde?"
Melike haklı olarak savunuyordu kendini ama daha karşısındaki adamı tanımıyordu. Ona ne yapabileceğini bilmiyordu. Ona güvenemiyordu.
"Görmedim ama gören çok seni. Bunu yazan da babandı. Seni polise vermeyelim diye. Kanıt istemiştin en büyük kanıtım özel kasamda saklı. Küçük bir bileklik, el yapımı! Sana fotoğrafını bile gösterebilirim eminim tanıdık gelecektir."
Arel hızla telefonunu çıkarıp gizleyip durduğu resmi ekrana getirdi. Mavi küçük taşlarla sıralanmış hala aynı parlaklığını koruyan altın bir bileklikti. Ve Melike bilekliği gördüğü anda şaşkınca donup kalmıştı. Bu nasıl olurdu. Yıllar önce kaybettiğini sanmıştı ve her gece ağlamıştı kaybettiği için. Ona dedesinden kalan son şeydi o! Neler oluyordu bilekliğinin orada ne işi vardı?
"Bilekliği tanık olarak sunduk ama kimse kime ait olduğunu bilmediği için ve onu yapan adamın ölmüş olduğunu anlayınca davadan düştü. Bunun komplo olmadığını söyleyen savcı ve hâkimde bu konuda ısrarcı olunca polis bunu dosyada sakladı. Ve bilekliği ben aldım."
Melike tüm bu olanlara inanamıyordu. En son bıraktığı yeri hatırlamadığı bilekliği başka bir adamın yangınına karışmıştı. Ve babası onu korumuş muydu?
"Yani senin baban senin için bunu yaptı. Bizde sadık kaldık. O yangını başlatan sendin ve bu yüzden çok şeyimi kaybettim. Yani artık son ayın ya benimle evlenirsin, karım olursun cezanı en hafif şekilde bana ödersin ya da evlenmeyip müebbet hapse girersin ve bütün hayatını sana zehir ederim en başta da ailenden başlayarak. Ve şunu iyi bil ki ben asla şaka ya da blöf yapmam. Tercih senin düşün istediğin kadar."
Melike şokla karşısındaki adama bakıyordu. O evi o yakmamıştı. Bunu biliyordu ama nasıl ispat edecekti. Bilekliği suç deliliyken ve babası da bunu biliyorken 'onun yaptığını' biliyorken kime nasıl ispatlayacaktı? Yangın falan hatırlamıyordu. O günüde hatırlamıyordu. Daha 8 yaşındaydı. Bundan 15 yıl öncesini nasıl hatırlayacaktı. Bu adam resmen hayatını parmağının ucunda oynatıyordu. Bundan sonra ki yıllarını ona sunuyordu. Kaderini yazıyordu. Cezasını evlenerek nasıl ödeyecekti ki ne yapacaktı ona? 'Ailem, onlara, ne yapacak! Tüm bunlar benim suçum mu?'
"Ben yapmadım bana inanmalısın… Ben… Ben yapmadım."
"Kim yaptı o zaman hadi bana söyle… Hadi!"
Ciddi konuşan Arel'e, Melike saçlarının arasından bakıyordu. Gözlerinin feri gitmiş sadece karşısındaki adama kendini ifade etmeye çalışıyordu. Ve hiçte başarılı olamıyordu.
"Bilmiyorum… Hatırlamıyorum… Ben BİLMİYORUM anlamıyor musun? BİLMİYORUM yeter artık."
"O zaman senden başka bir sanık kalmıyor kararını ver"
Melike buna inanmıyordu. Ya bu adam onu kandırıyorsa! Çünkü yangın hatırlamıyordu. Hem babası onu 8 yaşındayken nasıl kurtarabilirdi ki! Bir şey bulması gerekiyordu. Ele dokunur bir şey bulması lazımdı.
"Ya sen beni kandırıyorsan! Ya bu kâğıt sahte ise o yangın hiç olmamışsa! Bu bilekliklerden kim bilir kaç çocukta vardı benim olduğunu nereden biliyorsun? "
"Bunu diyeceğini biliyordum. Bu bileklik özel yapım ve onu sana deden yaptırdı, umarım yanlış hatırlamıyorumdur. Ve sen onu yangını çıkardığın sırada düşürdün. Bak onun için bir kanıtım yok ama bu bileklik bana birkaç şeyi gayet net açıklıyor… Al bak oku bu o günün gazetesi."
Eskimiş gazeteyi Melike'nin önüne fırlatırcasına attı Arel. Melike artık korkuyordu. Zaten doğduğu günden itibaren doğru dürüst gülememişti. Bundan sonra da gülemeyecekti. Bu adamsa onun Azrail'i idi. Gazete kupürü ona doğruları gösterirken Melike ölmek istiyordu. Her şeyi geride bırakıp gitmek istiyordu.
"Şimdi tatmin oldun mu? Sana söylüyorum bana cevap ver!" diye gürlerken, Melike korkuyla sinmişti sandalyeye. Anlamıyordu şimdi babasına borçlu muydu? Bunu istemiyordu okumak ve şu hayatta mutlu huzurlu yaşamaktan başka gayesi yoktu. Bu adam tüm bunları biliyorsa neden polise gitmiyordu. Ondan ne istiyordu? Nerden çıkmıştı bu yangın şimdi?
Tek kelimelik cevap Arel'i memnun etmemişti. Sinirle etrafına bakınca herkesin gözünün üzerlerinde olduğunu gördü. Melike ise hala şokla kâğıda bakıyordu. Arel derin bir nefes alarak Melike'nin elini tuttu. Arel'in eline karşı Melike'nin eli bumbuzdu. Arel bunun normal olmadığını biliyordu. Gittiği, gördüğü, savaştığı her şeyden sonra normal olarak biliyordu, öğrenmişti bütün hepsini. Melike ise eline değen sert ve sımsıcak olan bir varlıkla dolan gözlerini o tarafa çevirdi. Elini çekmeye çalıştıkça daha sıkı sardı Arel. Onun artık bir karara varmasını bekliyordu. Ama bu kız hiçte şoktan çıkacağa benzemiyordu. Arel tüm hırsını onun elinden çıkarırken, Melike elindeki sancıyı bile duymuyordu. Maddelerden birinde yazan detay onu mahvediyordu. 'Evlilik gerçekleşmediği sürece Melike ve ailesi katil olarak suçlanacak, ellerinde ne varsa alınacak ve herkese teker teker dava açılacaktır.' Katre ne olacaktı? Ya annesi, tüm ailesi… Onlara ne olacaktı. Kardeşine verdiği söz, annesine verdiği söz ne olacaktı?
"Bana bak Melike Ertekin, teklifimi iyi düşün çünkü her an seninle evlenmekten vazgeçebilirim. Ve tüm hayatın şimdi olduğundan daha beter hale getiririm."
"Seninle evlenince değişecek mi? Neden gidip polise ihbar etmiyorsun beni madem dedemin yaptırdığını bile biliyorsun. Benden ne istiyorsun? Senin derdin ne? Bu işi hukuken halletmek varken neden zoru oynuyorsun ki?"
"Seni polise ihbar etmememi annem istemiyor; ona göre sen suçsuzsun ve buna o kadar emin ki seni benden koruyarak 4 sene sakladı. Sırf oku ve aileni kurtar diye. Ama kaçamadın elbette, şu an karşımdasın ve ben annemin istediğini yerine getiriyorum. Benimle evlen ki hayatın kurtulsun yoksa ne annemi dinlerim ne de başka birini senin ve ailenin en kötü şekilde cezalandırılmanız için elimden gelen her şeyi yaparım. Bu arada evlenmek kısmı bildiğin evliliklere benzemeyecek bunu bil! Ben sana değil ama sen bana aşık olursan bu evlilik senin için daha da çekilebilir belki. Bunu da düşünebilirsin."
Melike dolu olan gözlerini alayla karşısındaki adama dikti. Demek onu koruyan bir kadın vardı arkasında. Ve bu kişi karşısında ki öküzümsü angudun annesiydi. Kadına teşekkür mü etse yoksa bir ton saysa mı bilemedi! Hafif gülümseyip cümlesine devam etti.
"Sana aşık olmak mı? Beni öldürmeye çalışırken seni seveceğimi nasıl düşünebilirsin? Hangi mantığın sana bunları söyletiyor? Başıma silah dayayıp beni öldürmek istesen de yine de seni sevdiğimi söylemezdim. Yani Arel Bey ölürüm de asla seni sevmem. Senin peşinde koşan o ' kız arkadaşların ' gibi olmam. Bunu asla göremeyecek olmak seni ne kadar kedere boğacak olsa da üzgünüm KORHAN. İstediğin hiçbir şeyi ben de bulamayacaksın. Senin için ne kadarda üzücü!"
Arel onun bu katı alaylı tutumuna bir an dalıp daha sonra elini ondan çekmişti. Onun alayla gülümsemesine karşı verdiği tepki daha da kızmasına neden olmuştu. Elini yumruk yapıp masaya indirdi.
"İstesen de istemesen de yolun ucu bende Melike Ertekin. Senin neye karar verdiğin artık beni ilgilendirmiyor. Şimdi bana tek bir şey söyle. Yangını sen mi başlattın?"
"Ben yapmadım diyorum sana nasıl yapabilirim söyler misin? Daha 8 yaşındaymışım ben yangın falan hatırlamıyorum. Allah aşkına tarihi bile bilmiyorum. Hem sen ne demek istiyorsun? Bu ülkede adalet var, hukuk var, kanun var ispatlarsam bana hiçbir şey yapamazsın seni zorba."
"Bana işlemez güzelim o kanunların elimde kaç tane insan var. Delil var. Tanık olacak kaç kişi. Babanın senin yaptığına dair yazdığı mektup ve sözleşme, noterdeki imza... Sonuç olarak Melike Hanım elimdesin. Tam burada avucumun içindesin."
Arel alayla kıza bakarken Melike sinirle ona bakıyordu. Bu nasıl olabilirdi? Daha geçen sabah mutluydu, az da olsa gülüyordu. Bugün bu karşısında ki adam onu neyle suçluyordu ve o kadar çaresizdi ki ona inanmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Yapmamış olmasına rağmen o kadar haklı duruyordu ki karşısında ne söyleyeceğini bile bilmiyordu. Kanıtları vardı, tanıkları vardı, en önemlisi de babası bile bunu biliyordu ve onu kurtarmak için anlaşma yapmıştı. Kendisi üzerinden olsa bile! Ne yapacaktı? Annesine bunu nasıl açıklayacaktı? Ailesinin bu durumdan haberi olduğu anda neler olabileceğini biliyordu Melike.
Aklındakileri savuşturmak için ağzına ilk gelen lafı söyledi.
"Senden nefret ediyorum. Daima da edeceğim anlıyor musun?"
"Nefreti içinde aşka dönüştürme de sonra yazık olur sana o zaman işte."
Bembeyaz dişlerini göstererek gülümsediğinde Melike hala sinirle ona bakıyordu. Eline çantasıyla ceketini alıp ayağa kalktığında ceketini giyerken Arel'e bitmemiş cümlesini söylüyordu.
"Elinden geleni ardına koyma Arel Korhan çünkü seni yenmek benim için zevk olacak. Sanırım uzun yıllar görmüşsün beni ama tanıyamamışsın. Ben babamın değil annemin kızıyım. Medine Varan ve sen Arel adının hakkını vermeden girdiğin bu işte baştan 1-0 yenik başladın… Bu arada eğer ailemden birisine bir şey olduğunu duyarım, hapishaneye girmem umurumda bile olmaz seni öldürürüm, bunun hesabını sana sorarım. İnan bana senin gibi erkekleri çok gördüm ben. Ve çokta yendim. Umarım sonunuz aynı olmaz… Sanırım yeterince doydun söylediklerimle, bir soğuk su iç üzerine sindirmene yardımcı olur. Hadi afiyet olsun…"
İkinci bölümle karşınızdayız ♡
değerli yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekleriz ♡
Okur Yorumları | Yorum Ekle |