4. Bölüm

♦0.4♦

hayat melike kurioğlu
_haymel

"Gel bakalım yanıma Katre Hanım."

Katre biraz çekinerek, Medine Hanıma doğru yürürken, Melike ona kocaman sırıtıyordu. Gözleri dolmuştu kardeşinin ve o sadece onu mutlu etmek istiyordu. Başarıyordu da. Katre, Medine Hanımın yanına oturup ona doğru döndüğünde, ona doğru açılmış kollarla bir an şaşkınlığa uğradı. Medine Hanımın onu sevmeyeceğinden neredeyse emindi buraya gelmeden önce.

"Sakın benden çekinme kızım. Melike neyse benim için sende öylesin bundan sonra. Bana ister anne de, ister teyze de, istediğini söyleyebilirsin. Keşke seni daha önceden bilseydim yavrum. Yoksa ben seni o… Neyse işte onlara bırakır mıydım? A benim yavrum sen neler yaşamışsındır orada kim bilir?" Medine Hanım saymaya devam ederken, Katre'nin gözleri ablasınınkiyle buluştu. Çekinerek ablasına bakıp kazağının kollarını daha da aşağı çekti istemeyerek. Başını ondan çevirip Medine Hanıma bakınca onun yaptığı bu hareketi gördüğünü hissetti. Utanarak başını önüne eğdi. Yine o kollar ona dolanırken, Katre ağlamamak için zor tutuyordu kendini."Medine teyze, ben çok teşekkür ederim benim kabul ettiğin için. Ablam bana hep götüreyim seni dedi ama ben istemedim, çekindim sizden. Sonuçta ben…"

Medine Hanım onun sözlerini kesip, kaşlarını çatınca, ara korkmadı değil. "Sakın bir daha duymayayım bunu senden. Artık iki yerine üç kızım oldu daha ne isteyeyim ben Allah'tan. Hepimiz geçinir gideriz." Medine Hanımın daha soracak çok şeyi vardı ona ama Melike acıktığını söyleyip araya girmişti. Medine Hanım onlara bir şeyler hazırlarken iki kardeşte bavulları odalarına getirmişlerdi. Katre'nin bazı kıyafetlerini dolaba kaldırıp bazılarını askıya asmışlardı. Zaten Melike'nin de bazı kıyafetleri hala dolapta duruyordu. Sadece bir kısmını annesi yatak örtülerini koymak için ayırmıştı.

"Katre… Sana aslında ben sana bir şey söylemeliyim… Ben bir süredir biriyle birlikteyim. Sana söyleyemedim çünkü bütün bunların aklını karıştırmasına izin vermek istemedim. Ben bile bu duruma yeni yeni alışıyorum aslında. Yani sevgili anlamında... Hiç bakma bana öyle ciddiyim. Bana evlenme teklifi etti… Bende kabul ettim… Çok yakın bir zamanda evleneceğiz. "

Katre'nin sakin bakışlarının her cümlede değişerek son olarak ağzının beş karış açık kalmasıyla sonlanmıştı.

"Sen ne söylediğinin farkındasın değil mi abla? Ben yanlış duymadım… Evlilik… Sen…"

Aslında bu tepkiyi herkesten bekliyordu. Sonuçta ailesine bu tür konuların açılmayacağını kesin olarak tembihlemiş olsa da işte lafını ilk yediği yerdeydi.

"Evet! Ben ve evlilik!"

"Abla gerçekten mi? 'Yeni kavrama' kapasitene hayran kaldım yalnız. Senden hızlısı Usain Bolt olmalı. Şaka yaptım tamam. Ama senin için çok sevindim. Ben… Ondan sonra bir daha sevemezsin diye düşünmüştüm. Kim bu şanslı adam?"

Melike, bu tepkiyi zaten Katre'den bekliyordu. "Adı Arel. Seninde onu seveceğine eminim… Katre biliyorum bu durumda ben ne olacağım diyorsundur kesin. Benimle yaşayabilirsin evleniyorum ama Arel seni zaten biliyordu ve benimle yaşamana yani bizimle yaşamanı oda istiyor. Eğer sıkılırsan annem zaten İzmir'e taşınacak. İdil de artık evlenecek bir seneye kadar. Onlara gidersin gezersin. Ben sana hiçbir kısıtlama yapmam bazı özel durumlar hariç tabi ki. İzmir uçuk kaçık bir yer. Ama seveceksindir. Ha ne dersin bu ortak düşünceye var mısın?"

"Abla eğer annen beni sevdiyse ki ben onu çok sevdim ki zaten her zaman çok seviyordum. Bana her anlatışında daha da sevdim inan ki! Ben onunla İzmir'de yaşarım. Zaten bu sene üniversiteye gideceğim. Seçimlerimi senin gibi İzmir yaparım. Hem sana yük olmamışta olurum. Seni rahatsız etmek istemiyorum hem sen artık evli olacaksın."

"Katre sen bana hiç yük olmadın canımın içi! Sen her zaman benim bir parçam olacaksın. Evim senin evin. Ya da şöyle yapalım nerde kalmak istiyorsan orda kal. Kimse sana niye geldin demeyecek. Konu burada kapanmıştır. Eşyalarını şimdilik buraya koyalım. Sonra yerleşiriz."

Melike ve Katre ellerini yüzlerini yıkayıp sofraya oturduklarında annesine de bu konu hakkında biraz bahsetmişti Melike. Annesi biraz üzgün gözlerle ona baksa da sanırım duruma alıştı diye düşünmüştü. Mutfak toparlanıp odalara dağılırken Melike içinden 2 hafta kalacağı ile ilgili düşüncelere kapılmıştı bile. Bu iş bir hafta da çözülemezdi onun gözünde. Aycan'a mesaj atıp konuları ona göndermesi ile ilgili birkaç şey söylemiş sonra da Katre'nin yanına geçip yatmıştı. Sabaha artık daha ne kadar olay olabilir deyip uyku moduna geçmişti bile Melike.

Sabah ilk kalkan Medine Hanımdı. Kahvaltıyı hazırlarken annesine de haber vermişti Melike'nin geldiğini. Herkes apar topar hazırlanıp çıkmışlardı yola. Kahvaltıyı Medine'de yapacaklardı. Uykuya düşkün olan iki kardeş ise hala uyuyorlardı. Medine Hanım onları rahatsız etmeden perdelerini çekip gitmişti. Katre, gözlerini açar açmaz ablasının yüzüyle karşılaşmıştı. Bu anıyı uzun uzun hafızasına kaydedip, ablasını öpüp kalkmıştı yataktan. Lavaboya gidip elini yüzünü yıkayıp, mutfağa geçerken biber kokusu tüm odayı sarmıştı. "Günaydın Medine teyze! Neden kaldırmadın bizi, yardım ederdim ben sana. Ne kadar çok şey hazırlamışsın böyle? Ellerine sağlık!" Medine Hanım, Katre'yi çekip kolunun altına almıştı. "Gece geç geldiniz zaten. Hem sende ablana çekmişsin ikinizde uykuya düşkünsünüz bende kıyamadım size kaldırmadım. Ama bir dahakine önce seni kaldıracağım." gülerek söylediklerine Katre da gülerek cevap vermişti. Zil çaldığında Melike zorlada olsa kalkmıştı yatağından. Uykusu bugün ağır basmıştı ona. Katre'nin yanından kalktığını duymuştu ama hiç cevap verememişti öpücüğüne. O kadar yorgun o kadar halsizdi ki kendini bile zar zor ayakta tutuyordu. Banyoya doğru ilerlerken içeriden gelen seslerle Melike anneannesinin geldiğini anlamıştı. Annesi haber vermiş olmalıydı onlara. Teyzelerinin seslerini de duyduğunda ekip tamamlanmıştı. Gülümseyerek banyoya geçip dişlerini fırçaladı, yüzünü yıkadı, ihtiyacını giderdi. Zamanı vardı. Bolca değerlendirebilirdi.

Oturma odasına geçerken, içeriden gelen anneannesinin sesi ona huzur vermişti. İlk gördüğü kişide anneannesi olmuştu.

"Oyy… Ananen olsun sanaaa… Haçan niye haber vermedin bize geleceğim diye." anneannesi ona o bayıldığı şivesiyle konuşurken ellerini elinin içine almış yumurup, ısırıyordu Melike."Ananem bende bilmiyordum. Hem fena mı ettim geldim de? Baktım oradan olacak gibi değil bende geldim işte ne yapayım mamito. Sizi çok özledim." anneannesi çatık kaşlarını düzeltip hınzırca ona gülümserken Melike de dayanamamış yemişti burnunu çenesini. Kardelen Hanım, hızla koltuğa yapışırken, Melike de onu gıdıklayıp burnunu ısırmaya çalışıyordu. Bütün aile onlara gülerken Melike mutluydu. En azından şimdilik! Unutmak istiyordu dünü, önceki günü, daha önceki günü… Aklı hala başındayken yapmak istiyordu bunu.

Katre, ilk gelenleri karşılayan olmuştu. Kardelen Hanım ona uzunca bakarken anlamıştı kim olduğunu. Hiç çekinmeden kucaklamıştı Katre'yi. Teyzelerde aynı şeyi yaparken Katre'nin yine ağlayası tutmuştu. En çok istediği şey ablasıyla birlikte onun kocaman ailesiyle birlikte yaşamaktı ve yıllar sonra bu gerçekleşmişti. Katre'yi öğreneli onbeş yıl olmuştu. Kendini bildi bileli vardı ablası. Diğer ablasını pek tanımadığı için, onun hakkında pek bir şey bilmiyordu ama yeğenleri olduğunu biliyordu. Barın ve Tılsım. Tılsım, 7 yaşındaydı ve Barın'ı biraz kıskanıyordu. Ablası öyle söylemişti. Barın ise 3 yaşına yeni girecekti. Ocakta doğum günü vardı. Ablası, Ordu merkezde oturuyordu. Bunu da biliyordu. Ama büyük ablasının ondan haberi dahi yoktu.

"Hadi artık, sofraya geçelim patatesler soğumadan." Medine Hanım, onları düşünceler bulutundan çıkarıp kahvaltının başına oturtmuştu. Çayları Katre koyarken, Melike de bardakları sahiplerine ulaştırıyordu. Üç kişi fincanda içerken diğerleri büyük ince belli bardaklarda höpürdetiyordu çaylarını. Ayçe teyzesi, en küçük teyzesiydi, evliydi ve hamileydi. 'Sanırım o da benim için geldi' diye düşündü Melike. Diğer teyzelerinden ikisi evde anneannesiyle birlikte kalıyordu diğeri de evliydi. Annesi ise bir evde bir anneannesinde kalıyordu. Tabi teyzeleri sadece özlerle kalmıyordu. Bir sürü manevi teyzesi de vardı. Ve emindi ki akşama toplaşacaklardı. En çok istediği şey ise gerçekleşmişti.

Katre sonunda aileye girmişti. Kardeşini asla üvey diye ayırmamıştı Melike. Onu asla dışlamamış, başka birinin kızısın deyip kendinden uzaklaştırmamıştı. Çünkü bu kanında yoktu. Annesi onları böyle yetiştirmemişti. Emindi ki ablası da Katre'yi çok sevecekti. Sadece herkesin zamana ihtiyacı vardı. O kadar!

Artık konuya girmenin vakti gelmişti Melike için. Çünkü herkes ona bakıp iç çekiyordu. Boğazını temizleyip herkesin ona dönmesini sağladı.

"Benim sizi bu zamana kadar neredeyse hiç üzmediğimi biliyorsunuz. Tamam, Katre hariç! O bu konunun dışında, söylemem gerekiyordu ama biraz çekindim çünkü daha küçüktüm kendim bile zor alışmışken. Ama Katre öyle içime işledi ki zamanla size artık açmamın vakti ve zamanı gelmişti. Ta ki karşıma Arel çıkana kadar… Ben kötü bir şey yapmadım anne inan bana! Sadece biz… Birbirimizi… Seviyoruz… Yani… Seviyor… Yani… Seviyoruz… Anne tamam biraz ani oldu ama o benden birkaç yaş büyük ve doğal olarak evlenmek istiyor. Ve ne kadar seninle yaşamayı çok istesem de ben de… İstiyorum…" Melike, kelimeleri zorla söylerken kendini o kadar sıkıyordu ki bir ara başı dönmüştü. Hatta gözleri bile kararmıştı ama geçecekti. Geçmeliydi. "Her şey usulüne uygun olacak. İstemeye gelecekler. Zamanına henüz karar vermedik. Çünkü size daha yeni söyledim. Bu yüzden-"

Medine Hanım onu susturmuş ve kendi konuşmaya başlamıştı. Evet, biliyordu ki kızı elbet bir gün gidecekti. Ama zamanın bu kadar yakın olduğunu da tahmin etmiyordu. Edemezdi de ona göre kızı daha çok küçüktü. Ama Melike'nin her zaman olgunca karar aldığını da biliyordu. Bu yüzden hiçbir şey söylememişti ona. Ama artık emindi kızı da istiyordu. O zaman neden duruyorlardı ki? "Gelsinler kızım. Sen mutlu olacaksan, ben senin için her şeyi yaparım. Bunu biliyorsun. Şimdi bahset bakalım bize şu çocuktan biraz nasıl tanıştınız? Bildiğime göre Melike, kızım sen daha önce-"

"Anne o artık yok. O bitti benim için. Arel ile tanışmamız biraz rastlantı oldu. O beni başka biri sanıyordu. Öyle tanıştık bir… Parkta tanıştık… O çok değişik biri böyle gözleri aynı şahin gözü gibi her şeyi fark ediyor. Onu… Sevmeye çalışıyorum… Sanırım onu… Seviyorum… Hepsi bu kadar işte!" derin nefesler alırken Melike, kahvaltı boğazına dizilmişti bile. "Afiyet olsun… Ben biraz… Dinleneceğim…"

Yatağa geçip otururken telefonunun hiç çalmadığını fark etti. Şimdiye kadar çoktan onu araması gerekiyordu. Demek ki hiç fark etmedi! Boş verip geri yatağına yattı Melike. Uyuyacaktı her zaman yaptığı gibi yine uykuya sığınacaktı. Yaklaşık 15 dakika sonra Melike uyuyup kalmıştı. En zor şey ise rüyalarıydı. Melike rüyasının nereye doğru gittiğini gördüğünde uyanmak istedi. Uyanamadıkça direndi. Onun elini hissediyordu, dokunuyordu. Ellerinde hissediyordu onu. Hatırlamamalıydı. O bir hataydı! Yapmaması gerekiyordu ama mutlu olmak istemişti. Bir kere kalbinin sesini dinlemek istemişti. Yapmıştı da ta ki hatalarının yaptığı sonuçlarını başına takana kadar. "Sana âşık değilim, Melike! Sen sadece gelip geçici biriydin!" Tek bu bile Melike'nin ağlamasına yetmişti. O kadar şey yaşamıştı ki şu ankiler bile canını o kadar acıtmıyordu.

"Abla, uyan! Abla uyan! … Abla!" Katre endişeyle ablasının kolunu sarsarken, Melike rüyasındaki ağlayarak duvara çökmüş kızı kollarından tutarak sarsıyordu. ' Yapma! ' diyordu. ' Değmeyecek yapma… Ağlama… '

Gittikçe daha çok sarsılırken en sonunda gözlerini açmıştı Melike. Katre'nin ona endişeyle bakışını gördüğünde korkuyla yüzleşti. Yine dışına mı yansımıştı. "Abla iyi misin? Sen yastığı sıkıyordun. Ben senin üzerini örtecektim. Ama sen?" Melike, yatakta oturur pozisyona gelirken Katre'ye iyi olduğunu göstermeye çabalıyordu. "İyiyim ablacığım. Sadece kâbus gördüm o kadar. Bir şeyim yok merak etme beni." Melike, Katre'nin ona hala endişeli bakışlarıyla bakarken, yataktan kalkıp banyoya geçmişti. Yüzüne vurduğu sular ona rüyasındaki Melike'yi nasıl sarstığını hatırlatmıştı. Şimdi sırası değildi. Onu hatırlamanın hiç yeri ve zamanı değildi. Bitmişti, kurtulmuştu işte daha neden rüyalarına giriyordu ki? Buraya tekrar geldiği için belki de aklı ona oyun oynuyordu. Hatırlatmaya çalışıyordu.

Ve işte en hatırlaması gereken şeyi hatırlamıştı. Bütün hayallerini yazdığı defterleri hala küçük kilitli dolabında olmalılardı. Onu okumayalı kaç yıl olmuştu.

Aslında… 'Aman Allah'ım!' diye düşündü, Melike 'Günlüğüm!'. Eğer şimdi acele ederse, Katre yeniden endişelenecekti.

"Katre, hadi içeri geçelim güzelim."

"Tamam, iyisin değil mi?"

Melike evet anlamında kafasını sallarken ikisi beraber içeri geçmişlerdi. Vakit ikindiye gelirken bir masa daha hazırlanmış yine ona yönelik sorular sorulmuştu. Bu sorulardan onu kurtaransa geldiğinden beri ilk defa çalan telefonu olmuştu. Arayan kişiye baktığında içinden homurdanmadan edemedi. "Bu kadar anarsanız arar tabi ki! Geliyorum ben siz devam edin." Melike odasına geçerken açmıştı telefonu.

"Efendim!" soğuk bir şekilde karşıladı karşı tarafı biraz zorlansa da yapıyordu. "Nerdesin?" Arel, sakin sesiyle ona hitap ettiğinde biraz ürkse de vazgeçmedi soğukluğundan onun sesine inat biraz daha diklendi. "Annemin yanındayım. Konuşmak için geldim. Ne oldu?" derin bir soluğu işiten Melike, çok kızmaması için geri adım atmayacaktı. "Orada kalıyorsun Melike. Hazırlanmaya başlayın istiyorsanız çünkü akşama seni istemeye geliyoruz." duydukları Melike'yi şoka uğratırken telefondan gelen anons sesleri onu kendine getirdi.

"Sen… Sen buraya mı geldin?"

"Hayatınla vedalaş güzelim, seni cehenneme götürmeye geldim."

***********

"Kızım bir şey mi oldu? Betin benzin atmış" Medine Hanım endişeyle kızına bakarken Melike annesinin sesini çok sonra duydu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Ne diyecekti? "Anne! Anne sanırım Arel'ler bu akşam beni istemeye gelecekler. Hayır, sanırım değil kesin gelecekler." Medine Hanım şaşkınlıkla kızına bakarken, Melike annesinin şaşkın yüzünde takılı kalmıştı. En az onun kadar şaşkındı. Ne yaparsa yapsın Arel, peşini hiç bırakmayacaktı. Bir hışımla odasına gidip üzerini giyindi Melike. Çantasını aldığı gibi kendini dışarı atarken annesinin ardından ettiği lafları duymazlıktan geldi. Nefes almalıydı. Çünkü dayanamıyordu. Hayat neden bu kadar zordu? Zaten senelerdir nefessizdi.

Elinde buruşturduğu kâğıdı açıp numarayı tuşlarken elleri titriyordu. Hayır, sinirdendi bu. Açılan telefonla, duyduğu sesle Melike daha fazla sinirlenmişti.

"Alo?" buz gibi sesiyle cevap verdi Melike. "Hemen, şimdi her nerede bulunduğun umurumda bile değil. Sana söylediğim yere geliyorsun. Yoksa olacaklardan ben sorumlu olmam. İnan bana sana olan öfkem hayatımdaki hatalardan daha fazla. Anladın mı beni?"

Kenan, kızının sesini duymuştu duymasına ama bu kadar öfkeli olduğunu, olacağına inanmıyordu. Kızının seneler sonra ne kadar değiştiğini şimdi anlayabiliyordu. Vereceği cevap sadece tamamken yutkunarak geçiştirmişti boğazındaki düğümü. Cevap gelmişi gelmesine ama dakikalar sonra.

"Sahildeki parkın oradayım. Yıllar sonra beni tanıyabileceğini düşünüyorum. O kadar iyi baba olduğunu düşünüyorsan beni de bulabilirsin değil mi? Sakın gelmemeyi aklının ucundan bile geçirme emin ol sana Korhan'ları aratmam yani biyolojik baba gazabımdan şimdiden sonra korkabilirsin. Çünkü bundan sonra sende benim avucumun içindesin. Unutma sahildeki park." bu yetmişti Kenan'a. Ama bir şey vardı ki bu hepsinden daha korkunçtu. Melike'nin her şeyden haberi vardı. Öğrenmemişti ama öğrenecekti. Kızını tanıyordu biliyordu ki asla bu işin peşini bırakmayacak. Evet, artık korkabilirdi gerçekten de. Çünkü Melike asla pes etmek nedir bilmezdi tıpkı annesi gibi.

Yıllardır görmediği babası daha doğrusu biyolojik babası kanlı canlı karşısında oturuyordu. Ve içinden geçen tek duygu öfkeydi. Saf bir öfke! Sorularına başlayabilirdi.

"Neden yaptın? … Söyle… O yangını benim başlatmadığımı ikimizde biliyoruz. Söyle kim ne verdi sana, kaç para verdi, ne verdi? Kim sana ne verdi de benim yaptığımı söyledin. SÖYLE… SANA NE VAAT ETTİLER DE KIZINI HARCAYACAK DURUMA GELDİN SEN! Benim bilekliğimin o adamın yangınında ne işi vardı? Konuşmayacaksın ha… Sana son kez soruyorum neden yaptın? Söyle işte söyle neden yaptın? Ben yapmadım! Ben nasıl yaparım ya? Daha 8 yaşındaymışım ben elim kalem tutar, kitap tutar, defter tutar ama… Ama bir çakmağı, kibriti nasıl tutar? Söyle lütfen gerçeği söyle bana!"

Melike, babasını gördüğü andan beri düşünüyordu. Ona ne vermiş olabilirlerdi ki kızını bile bu uğurda bilmediği bir adama satmıştı. Gözlerinden geçen acı geçerken de yakıyordu. Hala inanmıyordu ve asla da inanmayacaktı!

Para bir insan için öz kızını bile harcayacak kadar mı değerliydi?

"Peki, öyle olsun sen beni sattın bende seni satacağım. Seni ve sana yardım edenleri o dört köşeli hapishaneye tıktığımda umarım konuşursun da, bana da senin yüzüne tükürmem için bir neden daha verirsin. Bugün bunu yapmıyorsam bu anneme olan saygımdan… Gerçi sen ona bile layık değilsin. Benim için bir hiçten ibaretsin anladın mı? Senin nefes aldığın bir yerde durmak bile beni nefessiz bırakıyor. Ve inan bana sana verdiğim zarardan vicdanım bile tek ses edemeyecek çünkü o da bana hak verecek. Sen… Sen bugün konuşmadığın için çok pişman olacaksın. Seni pişman edeceğim. Beni Allah yarattı ama beni kötü olmaya siz zorladınız. İşte karşında ben BABA senin biyolojik kızın. Yukarı çıktığımızda hepiniz bunun hesabını bana vereceksiniz. Yanınıza bırakmayacağım. Sen benim hayatımı mahvettin, sıra bana geçti. Senden, ablamın, Katre'nin ve annemin intikamını alacağım. Onlara ettiğin her sözün bedelini ödeyeceksin sen! Biz büyüktük belki ama Katre'nin senin yüzünden yaşadıklarını her gün lime lime hatırlayacak ve acı çekeceksin. O küçücük yavrumun acısının bedelini sen tek başına ödeyeceksin. Anneme yaptıklarını, ablamı evden kaçırtmanı hiçbirini unutmadım. Hepsinin bir bedeli var bu hayatta. İstediğin zaman kızını görmeye kardeşine gidiyordun ya hani! Artık onu göremeyeceksin! Ona artık ben bakacağım! Kardeşine sor bakalım Katre'ye nasıl bakmışlar! Senin paranın hakkını vererek mi bakmışlar! Seni rahat bırakmayacağım, seni rahat uyutmayacağım, ölsen de dirilsen de sana ne olursa olsun, benden kork Kenan Bey çünkü bu sefer seni uyutmayan ben olacağım. Allah bana ömür verdiği sürece iki elim yakanda olacak… Şimdi git nereye gidiyorsan… Seni bulduğumda bu şekilde karşımda oturmayacaksın çok farklı yerlerde olacağız Kenan ERTEKİN, çok farklı yerlerde olacağız."

Kalktığı sandalyeden babasının suratına tiksinircesine bakarak kalktı Melike. Kenan bunu anladı ama bir şey yapamadı. Melike'nin her söylediği söz bir bir kafasında yankılanırken tutunacak yer aramıştı. Belki kızını kurtardığını sanıyordu ama bunun olmadığını da artık çok iyi öğrenmişti. Melike eskiden ne kadar suskunsa şimdi bir o kadar asabiydi. Kızını bu hale getirdiği için, bu kadar vicdansız yaptığı için kendini asla affetmeyecekti. Bir şeyler bulmalıydı yoksa çok geç olacaktı…

Melike, kendine gelmeye çalışırken İdil aramıştı. Ne diyecekti ki? "Efendim, canım." İdil karşıdan gelen sesle bir süre durmuştu olduğu yerde. "Canım, iyi misin? Ne oldu, bir şey mi oldu?" Melike derin bir nefes çekip İdil'e her şeyi aktarırken, İdil onu şaşkınlıkla dinliyordu. Tüm bunlar hangi ara olmuştu. "Ah benim kaderi yaralım. Ben ne desem sana deva olmayacak. Tek başına değilsin ama elimizden ne gelecek ki? Adamı gördük ikimizde seni asla rahat bırakmaz o ben buna inanmak istemesem de olan bu Meli! Senin bir arkadaşın vardı polis onu mu arasan acaba bir şeyler bulur belki?"

İdil biraz çekinerek bunu demişti aslında bir de işlerin ters gitmesi vardı. Sonuçta adam polisti herhangi bir şey olsa Melike'yi alıp götürürlerdi. Sözleşme falan kimsenin umurunda olmazdı. "Bende düşündüm onu, kendimi toparlayınca uğrayacağım onun yanına. Artık ne olduğu beni pekte ilgilendirmiyor. Nasıl olsa herkes yerinden memnun! Katre'yi de artık anneme teslim ettiğime göre bana pekte iş düşmüyor bu saatten sonra." derin bir nefes alıp verdi Melike. Onun için en zor olanı başardığına inanıyordu. Sonuçta Katre'yi öyle görmese, öyle hissetmese bile üveydi. Annesinin kabul edip etmeyeceği de belli değildi. Bunun için tedirgin yaklaşmıştı ama sonuç mükemmeldi. Herkes gerçekten halinden memnundu. "Neyse canım daha sonra yine konuşuruz olur mu?" İdil de onun gibi derin bir nefes alıp verdi. "Kendine dikkat et tamam mı? Başına bir şey gelmesini istemiyorum Melike. Seni oraya sağlam gönderdim, öyle de kalmanı istiyorum anlıyor musun? Beni oraya getirtme sakın!" Melike telefona bakıp gülümseyerek onayladı İdil'i. "Tamam, merak etme sen beni düzelecektir mutlaka. Hadi görüşürüz, öptüm."

Melike karakola girdiğinde hızla Bora'yı bulmak için oradaki polislere sormuştu. Bora'yı bulduğunda ikisi de şaşkınca birbirlerine bakıp hızla sarılmışlardı. Oradan geçenler kâh gülüp kâh göz ucuyla süzmüşlerdi onları. Ama ikisinin de halinden iyi oldukları anlaşılıyordu. Konuşurlarken Bora, Melike de bir şeyin olduğunu anlamıştı.

"Melike, hadi söyle bir şey olmuş sana!"

"Bora, yardımına ihtiyacım var."

"Elimden geleni yaparım, merak ettim seni buraya atan şey nedir?"

Melike, Bora'ya her şeyi teker teker anlatmıştı. Sözleşme ve kendi kısmı hariç her şeyi. Bora ülke kayıtlardan olay gününe bakarken, Melike heyecanla onun konuşmasını bekliyordu. Bora, Melike'nin neden bu kadar bu olayı kurcalamak istediğini bilmiyordu ama önemli olmalıydı.

"Melike, Ordu'ya bağlı Çambaşı yaylasında böyle bir kayıt var. Lakin buraya yangının çıkışı olarak sigorta patlaması denmiş. Sanırım üzeri kapatılmış çünkü daha fazla bir şey yazmıyor. Bir de… Evden iki kişi ölü olarak çıkarılmış."

"Ne?"

Melike şaşkınca arkadaşının dediğini sindirmeye çalışırken Bora ona neden araştırdığını soruyordu. Ama Melike'nin ağzından bir türlü kelimeler çıkmıyordu. Eğer öğrenirse onu yargılayacağını düşünüyordu sonuçta Bora bir polisti. Bora birkaç bir şey daha söylerken biraz anlamıştı olayı.

"Melike, bu olayla eğer bir ilgin varsa ki düşünmüyorum öyle bir şeyi sen bir örümceği bile seven insansın. Fareyi hala unutmadım. Sana elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım. Amirimle konuşacağım bu konuyla alakalı, senin ismini vermeden tabi ki neler olduğunu bir de ben araştırayım. Sen burada biraz bekle hemen dönerim tamam mı?"

Bora, yanından kalkıp giderken, Melike hala düşünüyordu. Bunu yapmış olamazdı bunu yapsa mutlaka ya rüyasına girerdi ya da başka bir şey olurdu. Ama mutlaka bilirdi. Dediği yere Melike adımını attığını bile hatırlamıyordu ki! Ne gençliğinde gitmişti ne de bu yaşlarında! Yalan da söylemiyordu. Gerçekten böyle bir olay vardı. Ama Melike katil değildi. Bora bile onun yapmayacağını söylüyordu.

Tek bir şeyden emindi bu işin içinde başka bir iş vardı. Bora yanına geldiğinde gözlerini ellerinden çekip ona bakmıştı. Arkadaşı, samimice yanına oturmuş ve tek elini omzuna koymuştu.

"Melike, sen şimdi eve git. Yine bir olay çıkmış ben sana haber göndereceğim mutlaka. Seni evine bırakabilirim istersen?" başını hayır anlamında salladı Melike."Kendim giderim ben sen işine bak benim yüzümden azar yeme ben giderim taksiyle… Çok teşekkür ederim Bora, sen olmasan başka güveneceğim biri olmazdı." sıkıca sarıldılar eski dostlar Bora, Melike'ye üzülmemesini tembihleyip dışarı kadar geçirmişti onu. Daha sonra da ikisi orada ayrılıp başka yerlere geçmişlerdi.

Karakoldan çıkıp karşıya geçerken Melike, önüne bile bakmaya acizdi. Kulağında Bora'nın sesi vardı. İki kişiden bahsediyordu Bora. Onların o yangında öldüğünden. Bunu kesinlikle yapamazdı işte. Korkardı çünkü bunun hesabını vermekten örümceğe bile zarar vermezdi. Kalkıp da iki kişinin ölümüne sebep olacak bir yangını hiç yapamazdı.

Karşıya geçmişti ki bir araba az kalsın onu ezecekti. Adam bir şeyi olup olmadığını sorarken iyiyim demekle yetindi Melike. Çünkü o sırada canının acısını düşünmüyordu. Gözü başka bir yerdeydi. Elindeki çantasını zor tutmuştu. Anılar uçmuştu aklında hemen. Beynini kullanacağı yere kalbini kullandığı zamana akmıştı. Zaman ne kadar tuhaf bir kavramdı. Ne kadar değiştiriyordu insanı! Hata yaptığı anıyı nasıl da canlandırıyordu zihninde. Nasıl da gerçekti her şey? Hataları ne kadar da HATAYDI. Ağlayacak mıydı? Ağlamamalıydı. Artık kabullenmeliydi. Bu kadar acıya dayanmışken kendini koy vermemeliydi.

Toparlanmalıydı. Bu zamana kadar kimse aşktan ölmemişti. Ve kimse de ölmeyecekti. Zaman geçiyordu. Ve insan unutmak için yaşıyordu.

Melike kendi kendine söylenirken onu izleyen Arel'den, haberi yoktu. Arel, Melike'de değişik bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Değişen surat ifadesi onun bayılacağına dair tez üretiyordu zihninde. Baktığı yere baktığında onun kadar şaşkın bir oğlan ve elini tutan bir kız gördü. Hafifçe gülümsedi Arel. Demek ki müstakbel eşinin de zaafları varmış. Gülümsemesini durduran ise Melike'nin oradan kaçarak uzaklaşmaya çalışması olmuştu.

Melike yalpalayarak yürürken gitmek, koşmak istiyordu, böyle yürümek değil. Zaten yıllar önce gitmemiş miydi? Ağlamayacaktı yine ve yine. Onu her görüşünde böyle olamayacaktı. Yıllar geçmişti ve geçecekti. Onlar asla olamayacaklarının sözünü verdiklerinde bir daha diye tutturan kalbini zaten susturmuştu Melike. Onu anmayı yıllar önce bırakmıştı. Ne olacağını sanıyordu ki? Döndüğünde onu aynı bulmayı mı? Tekrar eskisi gibi koşup, boynuna sarılacağını mı? Doyasıya içine çektiği kokuyu, bir daha koklayacağını mı? Evet, yıllar önce bırakmıştı onu. Ve bir daha asla da açmayacaktı bu defteri! Durmamalıydı, tıpkı yıllar önce yaptığı gibi devam etmeliydi yoluna. Yapacaktı da!

Karakoldan uzaklaşırken daha dikkatliydi bu sefer. Telefonunu çıkarıp teyzesine kısa bir mesaj atmıştı. Biraz gecikeceğini anlatıp kısa kesmişti cümlelerini. Ayçe teyzesinin geri cevabı sadece 'dikkatli ol' olmuştu. Melike teyzesine merak etmemesini çok geç kalmayacağını vurgulayan bir mesaj daha atıp, eski arkadaşlarını görmek umuduyla biraz turlamıştı. Ama ne var ki yine onları görmüştü. 'Sanırım kader' diye mırıldandı Melike. Ve hızla uzaklaşmak istedi. Ama başaramadı. Kolunu tutan büyük eller onu, kendi etrafında döndürmüştü. Korkuyordu. Bunca yıl tuttuğu sözü bir hiç uğruna harcamaya korkuyordu. Karşısında gördüğü adam ona sinirle değil bu sefer merakla bakıyordu.

"Arel?"

Kızın, dudaklarından çıkan ses Arel'i tuhaf yapmıştı. Bunca yılını bu kızın oyunlarıyla geçirmemiş miydi? Alışmalıydı çok duyacaktı adını bu dudaklardan. "Evinde durup beni beklemeliydin küçük hanım…" Melike ona odaklanmaya çalışsa da etrafındaki sesler ona boğuk boğuk geliyordu. İnce tiz bir sesle ona yaklaşıyordu sanki! "Melike, bayılayım falan deme hiç tutamam. O kadar da centilmen değilim hem daha sorulacak hesabım var öleyim de deme!" yorgundu Melike. Tüm yaşadıklarından sonra geriye tek kalan yorgunluğuydu. Daha ne kadar sürecekti bu süreç? Daha ne kadar toplayacaktı kendini? Sessizce mırıldandı Melike, kolunu tutan ele daha da sığınırken "Öyle bir derdim yok, Arel Korhan!" Arel, yine sinirlenmişti. Bu küçük hanım onunla dalga mı geçiyordu birde.

"Arel… Gidelim… Eve götür beni lütfen!" Dayanamadı daha fazla, Melike. Uykuya dalar gibi adamın kollarına dağıldı. Arel, onu tutarken içinden demediğini bırakmıyordu. Hızla Melike'yi kucaklarken çantasını da omzuna atmıştı. Şu an bir gazeteci onu görse bir yıllık malzemeyi eline vermişti. Allahtan ki çokta küçük olmasa da küçük bir ilçeydi! Etrafındaki gençler ona tezahürat yaparken o hızla oturacak bir yer arıyordu. En iyisi arabaya kadar gitmek diye düşünürken, bir tane teyze ona seslenip yanını işaret etmişti. Melike'yi oraya doğru götürürdü. Çantayı yana doğru fırlatırken teyze Melike'ye çiçek kolonyası koklatıyordu. Arel bankın önüne diz çöküp Melike'yle aynı seviyeye gelirken, hafiften seslenip onu sarsıyordu. Birden bire ne olmuştu bu kıza?

Ayılmıştı Melike, nerede olduğunu da, yanında kim olduğunu da iyi biliyordu. Burnuna gelen taze çiçek kokusuyla suratını bir an buruşturdu ve gözlerini açtı. Arel'in sessizce birkaç küfür savurduğunu da duymuştu. Dikilip öylece Arel'e bakarken yanında ki teyze de çok şükür deyip Arel'in omzuna vurup gitmişti. Arel ise rahatlamıştı en azından başına kalmamıştı. "Özür dilerim, Arel." Arel kafasını önemsiz der gibi sallarken Melike devam etti konuşmasına. "Onları asla geri getiremem ama inan bana bunu kim yaptıysa bulacaksın… Cesaret, Arel. Cesaret sende fazlasıyla var. Yanlış kişiyi suçlasan da bence onlar seninle gurur duyuyorlar. Ben olsam duyardım… Ben olsam… Ben olsam Arel, beni yavaş yavaş, acı çeke çeke öldürürdüm. Sende bunu yap… Aslında biliyor musun? Beni oturup sadece izlesen de ben her zaman acı çekiyorum, doğduğumdan beri. Yani aslında bana yaptıkların beni pekte etkilemiyor. Çünkü alıştım. Çünkü biliyorum. Çünkü ben bu zamana kadar acıdan daha değişik hiçbir duygu hissetmedim. Anlıyor musun? İstediğin zaman öldür beni, nasıl olsa ben hep buralarda olacağım."

"Sus artık… Evet, seni izleyeceğim. Evet, sana dediğim her şeyi yapacağım. Özür de dileme… Çünkü asla sana güvenmeyeceğim. Sakın sana acıyıp seni bırakacağımı düşünme. Asla ama asla bu hakkı sana tanımayacağım."

"Tamam, öyleyse kanıtlarla konuşalım Arel Korhan."

Arel bu kızın dengesiz hallerine hala alışamamıştı. Cesareti ise ayrı bir olaydı ona göre.

**********

 

Akşam olurken Melike, buruk bir gülümsemeyle aynaya bakıyordu. Ne yapmıştı ki bu kadar kötüydü herkesin gözünde? Yuvada yıkmamıştı. Neden sıcak bir yuvası olmuyordu? Şimdi tanımadığı bir adamla evliliğe ilk adımını attı. Hatta o kadar ki, adam ondan intikam alma amacıyla evleniyordu. Kardeşi için, annesi için, ailesi için yapıyordu bunu.

"Hazır mısın?" Teyzesi Yeşim, yanına yaklaşırken ayrıldı yansımasından. "Sanırım hazırım!" burukça gülümsemeyle teyzesine sarıldığında bu kadar büyüdüğü için kızıyordu kendisine. "Canım nerden çıktığını bilmiyoruz, bu adam seni istemeye geliyor ama bizim şüphelerimiz hala devam ediyor. Melike, kızım ben senin ne hissettiğini biliyorum. Yapma teyzeciğim. Sevmiyorsan evlenmek zorunda değilsin!" ne yaparsa yapsın anlaşılıyordu demek ki! Hâlbuki iyi sakladığını düşünüyordu. "Teyzem lütfen sende yapma. Ben… Ben onu seviyorum. Anlamalısın beni ben bir daha âşık olacağımı zannetmiyorum. Arel benim için iyi biri ve anlıyoruz birbirimizi. Tekrar birine güvenmek yıllarımı aldı. Lütfen bana destek verin çünkü tek başıma yapamam ben." Yeşim, yeğenine iyice sarıp sarmalarken diğer teyzeleri de odaya girmişlerdi. "Aa bizsiz sarılma ha!" Ayçe hemen gidip arkalarından sarılırken, Sevil ve Havva'da gelip sarılmıştı onlara. Melike, mutluydu. En azından yanında ailesi vardı. Birazdan diğer manevi teyzeleri de geldi mi tamamlanırlardı. Ama ilk önce dayısı ve yengesi hatta Nezih amcası da gelmeliydi. Böylece kız isteme töreni başlayabilecekti.

Kapı çaldığında Melike, ayağındaki stilettolarla pekte koşamasa da yürüyerek açmaya gitti. Kapıyı açtığında manevi teyzeleri gelmişti. Gülce, Nurşah, Funda ve Leyla teyzesini içeri alırken güle koklaya onları karşılamıştı. Bayağı uzun kapı hasretinden sonra gelenler ise Nezih amcası ve dayısıydı. Ablası ve eniştesi de gelmişti onlardan sonra. Çocukları öpüp koklayıp içeri geçmişlerdi. Asıl olay ablasıyla Katre'nin karşılaşması olmuştu. Ablası da pek sorgulamadan bağrına basmıştı Katre'yi. Çocuklarına 'Katre sizin öz teyzeniz. Hadi bir öpün!' demesiyle tüm aile gözyaşlarına boğulmuştu. Bu anın böyle olacağını bilseydi belki de her şeye rağmen yanına alırdı Katre'yi. Ama üzerindeki velayet ancak on sekiz yaşında bittiği için elinden bir şey gelmiyordu. Ta ki bugüne dek!

Herkes yavaş yavaş tamamlanırken Melike, iyice tedirgin olmaya başlamıştı. İyi değildi, elleri buz kütlesi, kalbi saniyede atabildiği en yüksek seste atıyordu. Burçak ablası hemen yanına gelip sımsıkı tuttu elinden. Melike, başını çevirip ona kocaman gülümserken ellerini daha da sıkı tuttu. Kapı tekrar çaldığında kapıyı açmaya giden ilk kişi Melike olmuştu.

"Hoş geldiniz…" Medine Hanım bakışlarını Bade Hanıma yoğunlaştırırken, içinden kocaman bir şaşkınlık geçiyordu. Bade ise oğlunun hala ne yapmaya çalıştığını kestirmeye çalışıyordu. Bu kadarı bu kız için fazla değil miydi? Neden durduramıyordu oğlunu şu anda? Onu durduran ne olacaktı peki? "Hoş bulduk efendim…" Altay Bey ile Bade Hanım içeri girerken Arel, karşısındaki kıza alıcı gözle bakıyordu. Melike ise Arel'e yakın davranması gerektiğinin farkındaydı. Arel, kızın bacaklarından yukarı doğru süzerken, Melike sinirle ona gülümsemişti. "Hoş geldin CANIM!" Arel, gözlerini kısıp kıza bakarken elindeki çiçeği ve çikolatayı kızın kollarına bırakmıştı. Fazla bile taşımıştı ama ne olacaksa âdete göre olmalıydı. Geleneklere uymak lazımdı. Buna katlanmasının tek nedeni de annesiydi.

"Hoş buldum!" Arel, gözlerini ondan çekip içeri doğru hareketlendiğinde Melike, içinden ona kadar saymıştı. Medine Hanım hala şaşkındı. Tamam, tanıyalım demişti ama bu kadar erkenden de beklemiyordu. Bade, Melike'yi gördüğünde içindeki hüzünle ona bakmıştı. Ne kadar da naif bir kızdı? Gözlerinden anlaşılıyordu acı çektiği. ' Ah oğlum! ' diye hayıflandı yerinde. Ayçe ve Yeşim onları yönlendirirken, Melike üzerindeki elbiseye daha dikkatli baktı. Koyu yeşil transparan sayılabilecek ama açık vermeyen bir elbise ve siyah stilettoları ve bir de elbiseye uygun bir çift küpe hepsini teyzeleri o yokken ayarlamışlardı. Bu elbiseyi aldığını bile hatırlamıyordu ki kesin almamıştı yine teyzelerinin işiydi bu.

"Tekrar hoş geldiniz efendim. Ben Ertan, Melike'nin dayısıyım. Nezih Bey de Melike'nin manevi amcasıdır. Ben büyük olarak sözü ona veriyorum." Nezih Bey başını sallarken "Merhabalar efendim. Ertan'ımın dediği gibi ben Melike'nin amcası sayılırım. Açıkçası sizi hiç tanımıyoruz ama Melike, size güvenmişse demek ki sizde güvenilecek kişilersinizdir." Nezih Bey, Melike'nin amcası sayılırdı. Yıllardır komşulardı hatta ablasının, teyzesinin yerine koyduğu çok sevdiği Burçak ablası vardı. Melike'ye oda bakmıştı küçükken. Dadım derdi onu tanıştırırken. Asla gocunmazdı Burçak, Melike'nin dadım diye hitap etmesinden, bu kadar temiz yetişmiş bir kızla övünmesi gerekirdi. Burçak böyle düşünüyordu. Şimdi ise küçük kızı evleniyordu. Nagehan Hanım ise yaşlı gözlerle Melike'yi izliyordu. Bu aile buraya taşındığında, bu miniği daha yeni yürüyordu. Şimdiyse kocaman olmuş evleniyordu.

"Evet, efendim. Tanışmadık işte böyle tanıştırılmakta varmış. Ben Altan, Arel'in amcasıyım. Annesi Bade ve oğlumuz Arel. Buraya İzmir'den geldik. Buralı değiliz. Ağabeyimi kaybettik. Bunu görmek tek arzusuydu ama olamadı maalesef… Arel, Melike'ye sevdalanmış. Bilirsiniz zamane çocukları ne yapacakları bilinmez."

"Sizin oğlunuzu pek bilmeyiz ama bizim kızımız hiç zamane genci gibi olmadı. Aklı başındadır bizim kızımızın. Dediğim gibi Melike size güvenmişse, bizim de size güvenmemiz için hiçbir sebebimiz olamaz, Altan Bey. Melike bize her şeyini anlatır, paylaşır hatta danışırdı. Melike asla tanımadığı bir insana güvenmez. Yani bir erkeğe… Oğlunuz ne yaptı bilmiyorum ama bir duvarı yıkmış şimdiden. Kızım size güvendiyse, oğlunuzu sevdiyse, benim görüşüm tamdır. Sizi artık ailemden sayarım. Ertan'ım sen ne dersin?"

"Bende sayarım abim. Kızım güvendiyse, bende ailemden sayarım."

Melike'nin kulakları olağanca çığlığıyla tıkanmıştı resmen. Annesi ona güvenmişti. Hep güvenirdi ama bu önemliydi sadece annesi değildi ki herkes şu an sanki onu koruyor gibilerdi. Medine Hanımında onayını alırlarken o kadar sessizlik olmuştu ki çıt çıksa dağ devrilecekti.

"Benim de tamdır abi. Kızıma her zaman güvenirim. O bir söz verdiyse tutar. O güvendiyse bende güvenirim."

Annesi son lafı söylerken, Melike'nin artık gözlerine gelen yaşlar, bütün görüş alanını bozmuştu. Derin bir nefes çekip sakin olmaya çalıştı. Bu arada gözleri Bade Hanıma ulaştığında sanki ona özür diler gibi bakmıştı yeni kayınvalidesi. Teyzesiyle, ablası ona mutfağı gösterirken anlamıştı kahve yapacağını. Aklına hain planlar gelirken hafif bir gülücük atmıştı giderken. Arel donup kalmıştı o gülücükle. Ne demek güvenmek? Bu kız nasıl biriydi? Ne yapıyordu böyle? Herkes ona güvenirken neden o yaşında onları yapmıştı öyleyse? Hem de bilerek, isteyerek! Neden herkes ona güveniyordu? Hata mı yapıyordu? Peki, şimdi ne olacaktı?

Melike, elindeki tepsiyle içeri girmişti. Önce Altay Beyden başlarken daha sonraları Arel'e gelmişti sıra. Gözlerini onun delici kahvelerine dikerken kararlıydı. Bunu başarabilirdi. Arel, kahvenin tuzlu olduğunu biliyordu ve buna hazırlıklı gelmişti. Hatta bazı kızların kahveye zehir gibi karabiber, kırmızıbiber attıklarını da biliyordu. Hepsini denemişti.

"Ellerine sağlık, kızım."

"Afiyet olsun, efendim."

Melike gözlerini Arel'e çevirirken, Arel Melike'nin bakışlarına karşılık verirken kahvesinden ilk yudumunu almıştı. İşte şimdi aslında hiçbir şeye hazırlıklı olmadığını anlamıştı. Arel, öksürük krizine girerken, Melike gülmemek için kendini sıkıyordu. Kahveye atılan bolca şekerle, Arel'in öksürüğü tam olmuştu. Bence Melike kıvamını güzel ayarlamıştı. Suyunu içen Arel'e, Melike'nin attığı bakış paha biçilemezdi. Sağ gösterip sol vurmayı artık öğrenmiş bulunmaktaydı. Güzel olmuştu, azıcıkta boğazında kalmıştı tabi. Herkes bu duruma tebessüm ederken, Bade Hanım gelininden böyle bir hareket beklemiyordu. Ama iyi yapmıştı oğluna, bu bile azdı onun için.

"Eee efendim, kahveden de geçtik artık sadede gelelim diyorum… Efendim, oğlumuz kızınızı sevmiş, beğenmiş… Allah'ın emri peygamberimizin kavliyle oğlumuz oğlunuz, kızınız kızımız olsun mu?"

Altan beyin sözleri Melike'yi hüzünlendirmişti. Asla onlardan biri olamayacaktı. Çünkü Arel, onu sağ bırakmayacaktı.

"Olsun efendim, kızımız kızınız, oğlunuz oğlumuzdur bundan sonra. Hayırlısı olsun. Allah'ım onlara hüzün göstermesin inşallah."

"İnşallah!"

Hep bir ağızdan çıkan âminle Melike başını eğip derin bir nefes aldı. Başını kaldırırken ilk önce Altan beyin daha sonra Bade Hanımın elini öptü ve sırayla ailesinin. Arel ise onu izleyip daha da sakinleşti. Bu kızın ne yaptığını artık çözemiyordu. Sade kahve içtiğini nasıl biliyordu? Ki o kadar şeker atmıştı kahvesine. Hala gitmemişti zaten damağından şekerin tadı.

Akşam yerini geceye bırakırken iki aile artık iyice anlaşmışlardı. Yemekler yenmiş, çaylar içilmişti. Melike artık dayanamıyordu. Gülümsemek çok ağırdı. Mutlu değilken, mutlu görünmek yorucuydu. Balkona çıkarken herkes gülüşüp eğleniyordu. Fark ettirmeden hemen çıkmıştı zaten. Üzerindeki elbiseye baktı tekrar sanki yeni görüyormuşçasına. Hak etmiyordu bunların hiçbirini. Kötüydü o. İyi olmaya çalışmamıştı hiç. Derince nefes alırken ağlamayı unutmuştu. Ne kadar olmuştu sahi altı sene, yedi miydi yoksa? Bir kadına göre çok yüksek bir rakamdı bu. Yemini ettiği günü dün gibi hatırlıyordu. Bir erkek için ağlamayı bırakalı, kendisi için annesini bir daha ağlatmayalı, her şey için ağlamayı bırakalı tam altı sene olmuştu.

'Anne bırak beni, yalvarırım sana bırak gitmek istiyorum… Ne kadar ağır görmüyor musun? Yaşamak istemiyorum, burada kalmak istemiyorum. Ölürüm anne… Her gün öldürüyorlar beni zaten daha fazla dayanamam bırak beni gideyim… '

'Kızım, yavrum bırakamam seni ben. Ne emellerle büyüdün yavrum, ne kadar hayalin vardı senin. Vazgeçmene izin vermem. Git, git ama ölüm deme bana. Senden başka kimsem yok benim. Ölüm deme yavrum. Melike'm bir adam için değer mi annem? … Ağlama artık… Ne olacaktı ki? Kızım o sana gelir miydi sanıyorsun? Nerden bilirdin evleneceğini. Hadi kızım toparlan artık. İzin veririm sen yeter ki oku hayallerinin peşinde koş. Ben her şeye izin veririm… Ölüm deme yeter ki! Ben sensiz yaşayamam.'

Melike, dayanamıyordu artık. Hıçkırıkları, peş peşe çıkıyordu dudaklarından. O ağlarken, annesi ondan daha fazla ağlıyordu. Ne yapacaktı? Bu kadar severken onun başka biriyle evlenmesine nasıl dayanacaktı? Unutmalıydı. Tek çaresi buydu. Unutmalı ve hayatına devam etmeliydi. Peki, nasıl olacaktı?

'Tamam, anne…"

" Sana yemin ediyorum Allah'ım bir daha ağlamayacağım. Hatalarımı hatırladıkça dökülmeyecek bu yaşlar gözümden, acım devam edecek ki bir daha aynı hataya düşmeyeceğim. Düşüp annemden yardım dilenmeyeceğim. Üzmeyeceğim annemi. Ağlamamla onu da ağlatmayacağım."

'Senden nefret etmiyorum… Senin düşündüğün gibi de olmayacak. Bundan sonra gözüm gözüne, elim eline, sözcüklerim asla sana dokunmayacak. Bu sana son cümlelerim. Konuşma, görüşme, mümkünse karşılaşmayalım. Ben senin arkadaşın falan da değilim. Onca olanlardan sonra da bunu bekleme. Bir şey daha senin için döktüğüm gözyaşlarını bıraktım. Ve yemin ettim… Senin yüzünden yemin ettim ben… Ağlayamadıkça yaptıklarım gelecek aklıma ve ben her gününe ayrı ayrı pişman olacağım. Seni sevdiğime, sana âşık olduğuma, bunu sana söylediğime, bana evleneceğini söylediğine, benden vazgeçtiğine… Bundan sonra burada olmayacağım. Sende aşkını doyasıya yaşa, evleneceksin ya evlen. İstediğini yap artık umurumda değil. Git artık nerede mutluysan oraya git… '

'Sen istediğin için gidiyorum… '

Yapmıştı Melike, beş sene boyunca ağlamamıştı. Bu yemin her zaman hatalarını anlatıyordu, hatırlatıyordu ona. Hata. Evet, çok hata yapmıştı. Onunla yaptığı her hatayı sevdiği için yapmıştı. Daha on dört yaşında bile değildi ki onunla bunları yaşamaya başladığında! Kendinden büyük olduğu için güven duygusu daha da fazla artıyordu. Biliyordu ki onu seviyordu. Bırakmazdı ki! Bundan dolayıdır ki hataları, hatalarını çağırmıştı.

Çocuk aklı nasılda kanmıştı anlattıklarına!

Yapmam dediği ne varsa neredeyse yapmıştı. Çünkü aşıktı. Canını sever gibi seviyordu onu. Aylarca, yıllarca konuştular, görüştüler… Yıllar sonra yanına gittiğinde ona onu sevdiğini söyleyecekti bu sefer ciddiyetle. Her seferinde söylese de o sözleri, karşısındaki adamın bunu istemediğini bile fark edemiyordu. O kadar inanmıştı.

Çocuk kalbi nasılda kapılmıştı bir adama!

İkisi de söze başlayacakken Melike, gülümseyip 'sen söyle önce' dedi. Keşke demeseydim dediği olmuştu ama çok geçti. 'Melike ben artık… Ben başkasını seviyorum… Ve… Yakında onunla sözleneceğim. Artık seninle olamam.' Yüzünde donmuştu gülümsemesi. Zaten hiç olmadın ki demek istedi önce sonra durup tekrar düşündü. Başkasını seviyordu o. Onunla evlenecekti. Seninle değil onunla. 'T-Tamam… Peki… Mutlu ol!' aylar sonra tekrar yüz yüze geldiklerinde de ona ondan nefret etmediğini söylemişti. Hepsi yalandı. Nefret ediyordu. Çünkü kalbi kırıktı. Kırılan bir kalbin içinde nasıl bir bir hissizlik olmazdı ki? Daha on yedi yaşındaydı. Bunları atlatmak için ne kadar vardı önünde? Yıllar geçmişti ve acı hala yerindeydi.

Bir yıl sonra üzerine giydiği bir kot ve tişörtle büyük kolonun arkasından mutluluklarını doyasıya paylaşan iki çifte bakıyordu. Ne de seviyorlardı birbirlerini! Ne de güzel olmuşlardı! Onaysa sadece ve sadece bu mutluluğa ortak olmak mı kalıyordu yani? Olsundu. Parmağından sarkan kurdeleye takıldı gözleri, diğer eşi de tam yanı başındaydı o kurdelenin. Birbirlerine bağlanmış sımsıkı bir kördüğüm gibiydi. Elinde makası tutan belediye başkanını gördü. ' Allah ayırmasın! ' deyip bir çırpıda kesiverdi kurdeleyi.

Sanki birileri de Melike'nin gözünden düşen yaşları kesmişti. Damlalar öyle sık öyle bulanıktı ki! Hiçbir yeri göremiyordu. Tek gördüğü şey birbirlerini öpen iki çiftti. Gerisi bomboş bir hikâyenin ardında kalan o salak kızdı. Elini nereye uzattığını bilmeden kapıdan çıkıp gitmek istiyordu. Tek istediği buydu. O sırada önünde bir ayakkabı belirdi. Bulanık gördüğü bir yüz ve onun beline sarılıp onu dışarı çıkaran bir adam. Adamın eline tutuşturduğu bir mendille gözlerini silerken adamın onu taksiye bindirdiğini çok sonra fark etmişti. Geri dönüp teşekkür edecekken de taksinin çoktan yola çıktığını görmüştü. Elinde saten bir mendille öylece kalakalmıştı küçücük taksinin içinde. Bu son olacaktı.

"Yemin ederim Allah'ım bu son gözyaşlarımdı."

**************

Saçını savuran rüzgârla kendine gelmişti. Arel yine ona bakıp sırıtıyordu. Bu adam hiç mi normal olamazdı? Arel iyice keyiflenmişti bu duruma.

"Düşüncelisin yine… Benden nasıl kurtulacağını mı düşünüyorsun yoksa?"

"Değerli vakitlerimi alıyorsunuz zaten düşüncelerimde size ulaşamadığım için, kendimi kutluyorum… Rahat bırak beni Arel, bugün beni rahat bırak. Ağlamamak, ağlayamamak nasıl bir şey biliyor musun sen? "

Derin bir nefes çekti içine. Boğazına takılanlara, acılarına, şansızlığına, en çokta kaderine derin derin soludu Melike.

"Ben yıllardır hiçbirini yapamıyorum. Sen kendinin mi acı çektiğini sanıyorsun sadece? Sizin gibi zengin değildik babam bizi bırakıp giderken. Katre'yi öğrendiğim de kaç yaşındaydım biliyor musun? Sekiz tam sekiz yaşındaydım. Ne kadar zordu biliyor musun? Kardeşin var başka bir kadından ve annenden bunu saklıyorsun! Saklamak zorundasın çünkü annenin dayanacak gücü kalmamış. O adam giderken elimize verdiği 20 lirayla annem beni aylarca baktı. Kendini paraladı ama o 20 lirayı asla harcamadı. Ben ne yaptım biliyor musun? Onu utandırdım. Ben yıllarca annemin yüzüne bakamadım. Gittim… Kaçtım… Ben bu utançla yıllarca buraya gelemedim. Babamdan yıllarca nefret etmekle geçti ömrüm. Sen 20 lirayla aylarca geçinebilir misin? Ne öğreniyoruz sonra benim canım babam, paraları metreslerine yediriyormuş. O gittikten sonra eve huzur geldi biliyor musun? Kavga yok, bağırış yok, her gün ağlayan sümüklü bir kız yok, baba yok, abla yok… Kalanları, bu duruma dayananları söyleyeyim mi sana… Annem ve ben! Sadece ikimiz… Benim ayağıma giyecek ayakkabım yoktu. Babam eve yeni yeni cicileriyle gelirdi. Ayağım ıslanırdı, hasta olurdum, babam hastane köşesine bırakıp giderdi. Yalanlarını yakalayınca karşılıklı nefret ettik birbirimizden. Şimdi söyle ben yıllarca acı içinde kalmışken, neden gidip ev yakayım. Ben… Ben o saatten sonra birini incitmekten bile korkardım. Nasıl gidip de bir ev yakayım. Ben dışarı çıkmaya korkardım. Ben nasıl gidip de bir ev yakayım…"

Arel, donukça ona bakıyordu. Gözleri kararmıştı, Melike'nin gözlerine bakarken. Nefesi tıkanmıştı ikisinin de. Bütün bunları atlatmıştı Melike ama yine de unutamıyordu. Unutmayacaktı. Kimseye de unutturmayacaktı. Sıkıca Arel'e sarılmıştı Melike. Hayır, sarılan Melike değil Arel idi. Neden sarılıyordu ki? Gerçeği söylediği için mi? Ona acıdığı için mi?

Ondan yayılan kokuyla kendine gelmişti Melike. Bu adamdan uzak durmalıydı. Kendini geri çekerken çok düşünceliydi Arel, ne istiyordu bilmiyordu. Sessizli bozan Melike olmuştu.

"Bana acıma, üzülme…"

"Tamam. Otur şuraya!"

Arel bu kızın artık üzülmesine sinir oluyordu. Ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu ama yine de işin içinde başka şeyler vardı. Bunu hissediyordu. Ellerini Melike'nin ellerinden çekerken telefon sesi geliyordu. Melike'nin idi. Bu çünkü müzik yılladır aynıydı.

"Efendim?"

"Melike benim Bora, sana bir haberim var."

"Bora gerçekten bir şey bulabildin mi?"

"Evet, Melike. Bu yangın çıkmadan önce, kamera kayıtları biliyorsun ki yoktu o zamanlar. İşte birkaç kişinin ifadesine rastladım arşivde. İfade verenlerin hepsi yangını başlatanı görmediklerini söylemişler. Bir tane kişi başka bir ifade vermiş. Adı, soyadı ve adresi burada var. Dediğine göre yangını başlatan küçük bir kızın elindeki kibritle samanlığa girmesi. Ama delil yetersizliğinden işlem başlatılamamış. İyice araştırmak için buradan başlayabiliriz yani adamla konuşmak için oraya gidebiliriz. "

"Yok, hayır. Bora seni bu işin içine katamam. Kendim hallederim biliyorsun. Sen adresi ve adını ver yeter. Gerisini ben hallederim. Zaten yeterince uğraştın benim için."

"Olur, mu Melike öyle şey sen benim arkadaşımsın. Adamın adı Semih soyadı da… Kara adresi de var ama taşınmış olabilir. Burada Perşembe olduğu yazıyor. Perşembe ilçesi, Çaytepe Mahallesi… Deniz kıyısında bir ev!"

"Sağ ol Bora, gerçekten çok teşekkür ederim."

"Ne demek, bir daha duymayayım biz kardeş, arkadaş gibiydik. Sana yapmayacağım da kime yapacağım. Geç oldu hadi sen dinlen bir gün buluşalım buralardayken."

"Tabi ki. Gitmeden buluşuruz. İzmir'deyim hala biliyorsun bir hafta ya da iki hafta sonra döneceğim. Gitmeden ararım seni buluşuruz."

"Tamam, Meli. Hadi görüşürüz, iyi geceler."

"İyi geceler."

Evet, Melike bir şeyi sıyırmıştı omuzlarından. Ama yine de bu işi tamamen kaldırmak istiyorsa yarın oraya gidecekti.

*****************

Adamı bulup küçüklük resmini gösterecekti. Saçını, şeklini soracaktı. En çok ağlamak istediği zaman sanırım bu aydı. Başına gelen oca şeyden sonra bu ara daha çok ağlamak istemişti. Ama aklına takılan bir şey daha vardı. Altay Bey, buralı olmadıklarını söylemişti. Ama olay burada olmuştu. Bu ne demek oluyordu? Arel'e döndü bakışları, tek kaşını kaldırmış onu izliyordu.

"Siz buralı değil misiniz gerçekten?"

"Hayır değiliz burası bizim için geçici bir yerdi. O olay da burada gerçekleşti."

Derin bir nefes verdi Melike.

"Anladım."

"Kimdi o?" Melike, Arel'in ısrarla bakan gözlerine ters bir bakış atıp "Arkadaşım." dedi. "Ne diyor arkadaşın?" gerçekten mi diye sordu kendi kendine Melike. "Seni ilgilendiriyor mu?" Arel'in bakışları değişip kızgınca bakarken "Melike!" diye ikaz etmişti onu.

Ne dercesine baktı Melike ona. Bu adamı hiç anlamayacaktı. Bir saat iyiyse, diğer saat mutlaka kızacak bir yer arıyordu ve buluyordu. Şunu birkaç günde öğrenmişti. Arel bu kızın ne olduğuyla ilgilenmiyordu artık. Onun inadıyla ilgileniyordu. Burnunun dikine gitmesiyle, onu zorlamasıyla ilgileniyordu. Ve bu kız onu iyice sinirlendiriyordu. Sadece susmasını istiyordu. Ama Melike, susarken bile laf sokup öyle susuyordu. Ve Arel, o zaman iyice sinirlenip, onu öldürmek için planlar hazırlıyordu kafasında. Hatta kısadan yapmak için hemen oracıkta öldürmek istiyordu.

"Kim dedim sana bir daha tekrarlamayacağım."

"Arkadaşım dedim işte ne bu zorlama. Merak etme kaçamam senden yolumu o koca gövden engelliyor çünkü."

"Melike dedim."

Arel sinirle gürlediğinde Melike hızla ona yaklaşmıştı. Arel iyice gerilmişti sinirden.

"Senin yapamadığını yapıyorum Arel, katillerini buluyorum. Bunun için beni suçlayamazsın değil mi?"

Melike gözlerini, Arel'in siyahlarına dikerken, Arel donup kalmıştı. Bu kız ciddiydi.

"Çekil önümden."

Melike hızla eve girerken Arel peşinden sinirle bakıyordu. Bu kızı öldürmesi, kendine hayır işlemesiydi herhalde.

İyice kaynaşmıştı içeride oturanlar. Hatta Bade, Melike'yi o kadar sevmişti ki! Annesinin bu kıza bağlandığını en iyi Arel anlamıştı. Melike de annesinin Arel'i iyice tanıyıp, sevdiğini anlamıştı. Ama teyzelerinin gözleri üzerindeydi. Hem de hepsinin. Sekizi de gözlerini Melike'ye dikmiş, kaş göz işaretleri yapıyorlardı. Çoktan dönüp onlara ne istediklerini sorardı ama yanındaki adam pekte müsaade etmiyordu bunun için. Arel, Melike'nin elini öyle tutuyordu ki sanki 10 yıllık sevgilisiydi. Parmakları birbirine geçmiş, başparmak elinin üstünü seviyordu birde…

"Efendim, bize müsaade… Hem zaten yarın yemekte birlikteyiz hem çocuklarda artık rahat olurlar. Bilirsiniz el âlem ne der demekten çocuklarda rahat edemez yarın yüzükleri de hallederiz olmaz mı?"

Annesi Melike'ye bakıp onay alırcasına gözlerini süzdü. Melike de uzatmamak için gözlerini kırpıştırıp olur anlamında başını salladı.

"Tabi, olur efendim. Geç olmasın hem çocuklarımızda daha rahat olurlar demeniz gibi."

Vedalaşırlarken Bade, Melike'yi sıkıca kucaklamıştı. Ve Melike bu kadının her şeyi bilip bilmediğini gerçekten merak etmişti. Bilse ona böyle davranmazdı. Ama Arel ona annesinin sayesinde bu yaşa gelene kadar ona bir şey yapmadığını söylemişti. Peki, neden onu suçlamıyordu? Melike değişik hissediyordu. Çünkü kadının ona olan samimiyetini görüyordu ve bu onu daha fazla huzursuz hissettiriyordu. Altan Bey, ona biraz soğuk dursa da, Melike elini sıkıp iyi akşamlar dilemişti. Bu adamdan aldığı soğukluk bir Arel'de vardı bir amcasında. Bir türlü sevememişti ki zaten adamda sevilecek bir şey yoktu. Arel ve amcası tam bir buzdolabıydı.

En sona Arel kalırken, ikisi biraz bakışmışlardı. Herkesin gözü onların üstündeydi. Ama ne Arel'in umurundaydı onlar, ne de Melike'nin. Diğerleri arabaya binerken Arel, Melike'yi yanağından öpüp, derince solumuştu."İyi geceler, yarın görüşürüz."deyip o da arabasına binmişti. Ona tek bir söz söylemesi için zaman bile vermemişti. Bu adamın ani ataklarına alışmıştı zaten. Melike öylece kapıda kalırken, Medine kızının bir sorunu olduğunu biliyordu ama hala açıklamadığı için içinde dertler vardı.

"Melike!"

"Efendim teyze?"

" Gel bakalım buraya!"

Odasının kapısını kapatıp, dokuz çift göze bakarken, teyzelerinin bir şey söyleyeceği bariz belliydi zaten her hallerinden. Öylece teyzelerine, ablasına bakıp iç geçirdi.

"Melike, kızım başla bence." diyen Günce teyzesiydi. Aralarında en fazla aksiyon yaşayan teyzesi! Üç tane çocuğu olmasına rağmen yaşlanmaya karşı iksir bulmuş gibi daha da aksiyonlaşan teyzesi! Ve de en çok tırstığı teyzelerinden sadece bir tanesi! "Teyzeciğim, birazcık mini minnacık üzerime gelmiyor musunuz?" diğer teyzeleri itiraza başlarken Havva teyzesi onları susturup "Öyle yapmak istediğimiz için olabilir mi acaba, Melike Hanım?" Melike umutsuzca "Avukatlık hakkımı kullanabilir miyim? Ha?" bunu derken kastettiği kişi anneannesiydi çünkü küçüklüğünden beri ne zaman bir şey olsa Kardelen Hanım orada bitiyordu ve torununu savunuyordu. Anneannesinin bu huyuna bayılıyordu Melike. Ama şimdi pek tutmayacak gibiydi bu numarası. Çünkü karşısında gördüğü teyzeleri tek kaşları havada 'yer miyiz!' bakışı atıyorlardı. "Peki, siz kazandınız!" deyip başlamıştı anlatmaya.

Arel'le nasıl tanıştığını, ona nasıl kapıldığını(!), sevdiğini, anlatmaya devam ettikçe en büyük teyzesi şüphe etmeyi bırakmıştı. Sonra sırasıyla diğerleri, Melike artık yalan söylemeye o kadar kaptırmıştı ki kendini nerede duracağını bilememişti. Saat geç olunca herkes dağılırken evin büyük olması iyi olmuştu onlar için. Herkes kendini bir yatağın, kanepenin üzerine atarken Melike, Allah'a onu affetmesi için dualar ediyordu.

Sabah gözlerini zorla açmıştı Melike, ezanın sesi odasının içini çınlatıyordu. Özlemişti bu hissi. Katre'yi uyandırmadan yataktan kalkıp mutfağa geçti. Çay suyunu koyarken onu bu saatte ancak açan çay olurdu. Abdestini alıp namazını da kılarken annesi ve anneannesi de kalkmıştı. Melike hiçbir şey söylemeden mutfağa geçtiğinde ruh gibiydi. Ne yapacağını bilmiyordu. Ya o adamı bulamazsa… Ya o adamla evlenirse… Kabusu olurdu bu!

"Melike, iyi misin kızım?"

"Günaydın anne… İyiyim, yorgunum biraz."

"Öyle olsun bakalım."

Çayını alıp balkona geçerken iyice çökmüştü Melike. Ağlayabilse, ağlardı sanırım şimdi. Ama yapamıyordu. Güneş karşı dağa doğru ışıklarını vurdururken etraf canlanmıştı. Hala sıcaktı havalar ama içinden bir ses yağmur yağacağını söylüyordu. Nitekim öyle de oldu. Melike çayını bitirip bulaşığını yıkarken yağmur hafif hafif atıştırmaya başlamıştı. Makinedeki bulaşıkları da yerine dizdiğinde biraz daha arttırmıştı hızını. Saat yediye doğru İdil'den mesaj gelmişti. Hemen İdil'i arayıp dışarı çıkmıştı.

"Canım, nasılsın?"

"Aynı ne olsun, sen nasılsın?"

"Ev-okul işte ha bir de Kıvanç var."

"Selam söyle… İdil?"

Melike yutkunup devam etmişti.

"Bir adam var. Yangını gören, kızı gören, onu bugün bulacağım yani çalışacağım… İdil… Dün beni istemeye geldiler ve bugün de söz yapılacak."

"Ne… Melike ne diyorsun sen? Senin aklın başında mı? Bu, bu nasıl olur?"

"Anlatacağım sana ama gelince… Yüzükleri takacaklar işte."

"Melike toparlanıp hemen buraya geri dönüyorsun… Zaten sen ordasın diye içim içimi kemiriyor… Görmedin değil mi onu?"

Sustu. Ne diyebilirdi ki? Görmüştü Melike, doyasıya ezberlediği yüzü, dün görmüştü. Ne kadar çabalasa da özlemişti onu. Ya da uzun süre görmediği için böyle hissediyordu. Ona doğru akan bir aşk yoktu ama yıllar önce bağlanmıştı ona. Şimdiyse emanet ediyordu başka birine. Ne kadar zordu bu sevgi? Hoş hiçbir zaman onunla olmak için dua etmemişti ama etseydi kabul olur muydu? Ya Arel? O ne diye dalmıştı tam da toparlandım derken, hayatına? Bir gariplik vardı işte!

"Üç gün Melike… Hafta sonu buradasın. Anladın mı beni? Ben seni oraya Katre'yi ve kendini kurtar diye gönderdim. Bütün bir hayatını yık diye değil!"

"İdil lütfen!"

"Ne lütfeni Melike, sana yapılanlara baksana. Biri yıllardır canını yakar, ağlamamaya yemin ettirir. Sen onun yüzünden artık istesen de ağlayamıyorsun farkında değil miyim sanıyorsun? Diğeri bodoslama hayatına girer ve seni yerle bir etmeye çalışır. Bu artık çok fazla! Ya sen gelirsin, ya ben gelirim, kararını ver. Ben her zaman yanındayım."

"Biliyorum, bütün bunları halledip döneceğim… Gelme sen… Hem artık Katre da buraya alıştı… İdil?"

"Söyle?"

"Ben ya-yapmadım, yapamam ki… Ben kim-"

"Biliyorum canım, merak etme her şey düzelecek o adamı bulacaksın ve her şeyi ona itiraf ettireceksin."

Sesi gittikçe daha da gürleşmişti İdil'in. Çoktan ağlamaya başlamıştı. Melike ise soğukkanlılıkla bekliyordu. Her şeyin normale döneceği o anı. O zamanı… Huzursuzdu zaten yıllardır. Ama içinde atamadığı başka şeyler de vardı. Yarını iple mi çeksin bilemiyordu Melike? Bugünün nasıl geçeceğini hiç bilmiyordu.

"Yarın bilet alırım mutlaka… Bende durmak istemiyorum burada daha fazla."

"Tamam canım. Sıkma kendini olur mu? Melike dikkat et kendine!"

"Ederim, görüşürüz."

"Görüşürüz."

Telefonlar kapanırken Melike, çoktan koltuğa doğru savurmuştu telefonu. Her şey kendi suçuydu. Ne gerek vardı ki gece dışarı çıkmanın hem de o yaşta. Ah bir hatırlayabilseydi bitecekti her şey ama sürekli unutuyordu her şeyi.

"Bade Hanım aradı hadi hazırlanın." saat akşam yediye doğru annesi ona haber vermişti. Saatlerdir dışarıyı izliyordu. Ama hiç değişmemişti Ünye hala aynıydı. Sabahı da, akşamı da kapkaranlıktı. Zifiriydi ve tam hırsızlara göreydi. Bedavacıların hanesiydi, Ünye. Ama başka bir görüşü vardı buranın. Sessizdi hep. Sakinliğiyle diğer ilçelere oranla daha çok tercih ediliyordu. Sahili, havası bir başkaydı. Ne kadar karanlık, zifiri olursa olsun Ünye, her taşında ayrı bir güzelliği barındırıyordu.

"Kızım, hadi hazırlan artık yemekten sonra biliyorsun tören olacak ona göre giyin tamam mı annecim. Geç kalmayalım."

"Kalmayız merak etme, bizimkilere haber verdin değil mi yoksa kırk yıl dillere destan oluruz!?"

"Verdim, verdim. Yoldalar onlarda birazdan gelirler."

Odasına girdiğinde Katre, çoktan hazırlanmıştı bile sırada sadece kendisi kalıyordu. Ama Katre, ablası ve teyzeleri ne giyeceğini yine dün ki gibi ayarlamışlardı. Yatağın üzerindeki turuncu, midi boy, üzerinde kelebek desenleri olan güzel bir elbise vardı. Bir de ayakkabı kutusu! Yine stiletto giyecekti. Dün zaten ağrıyan ayakları isyan edercesine tekrar ağrımaya başlamıştı. O giyinirken, teyzeleri de rahat durmayıp, söz tepsisini göstermişlerdi. Krem gülleri olan, sıra taşlardan yapılan tepsi parıl parıl parlıyordu Melike'nin. Bunu da hak etmiyordu işte. Altı üstü bir yemek yiyip, törene geçeceklerdi. Neden bu kadar ahım şahım davranıyorlardı ki?

"Yavrum, çok güzel oldun teyzeciğim. Ağlamamak için zor tutuyorum. Maskaram akacak yoksa."

"Neden ağlamıyoruz ki biz. Aman canım bir daha süreriz."

Ayçe teyzesi bunu der demez herkes oturup ağlamaya başlamıştı. İşte böyle de garip ailesi vardı. ' Teyze tamam… Ay susun bir… Başım şişti bak ağlamayın… Vallahi evlenmem bak!' bunu der demez hepsi birden susmuşlardı. Melike, derin bir nefes alıp "Sakin olun bir! Alt tarafı söz bu!" bunu deyince teyzeleri kaldıkları yerden devam etmişlerdi ağlamalarına. Çareyi en sonunda anneannesinin yanına gitmekte buldu Melike. Yoksa bunları susacakları falan yoktu. Katre, çoktan ağlamaya başladığı için onu çekip kolunun altına aldı Melike. Kardeşiyle beraber odadan çıkıp oturma odasına geçince, annesi ona bakıp dolan gözlerini saklama edasıyla sarılmıştı kızına.

"Anne bak zaten teyzemler bir ağladı. Bir de sen başlama ne olur! Susmadılar bir türlü zaten!"

"Oyşşş… Benim kızım çokta güzel olmuş. Maşallah, nazar değmesin yavruma!"

Medine Hanım, kızının biraz gülümsediğini görür görmez hemen diğer kızına geçti. Katre, ablalarından bile daha güzel görünüyordu bugün. Siyah ve ten rengi birleşimi bir elbiseyle yine ten rengi ayakkabı giymişti. Sadece saçları kalmıştı. Onu da nasıl olsa Melike kendisi hallediyordu. Kuaför olan teyzesi olunca Melike hiç zorlanmıyordu. Günce diğerlerinin saçlarıyla uğraşırken, Melike kendi kendine ne yapsam diye düşünüyordu. Saçını maşaladı. Daha sonra da spreyle düzgün durması için hafif kabartıp düzeltti. İşi bitince makyajını yapıp kalkmıştı ayağa. Hepsinden önce kalkan yine Melike olmuştu. Herkes hazır olunca da arabalara geçtiler. Dört araba evden çıkarken Melike önde dayısının yanında oturuyordu. Arkada da annesi, anneannesi, yengesi ve Katre oturuyordu. Önde oturması da dayısının isteği üzerineydi. Dayısı dün gelememişti ama diğer dayısı yanındaydı. Ara sıra konuşup, sonunda mekâna gelmişlerdi. Melike derin bir soluk alırken bir adım daha karanlığa sürükleniyordu.

"Hoş geldiniz efendim bizde sizi bekliyorduk. Buyurun lütfen!"

Bade Hanım, genişçe gülümsemesiyle onları karşılarken Altay Bey ve Arel'de onları karşılamışlardı. Melike en sondaydı, Arel'in boğazına yapışmamak için en sonda bekliyordu. Bunu da sırf ailesi için yapıyordu. İdil'e kısa bir mesaj atan Melike, Katre'nin onu çekmesiyle içeri doğru bir adım atmıştı.

"Hoş bulduk efendim. Malum trafik bir de hazırlık derken biraz geciktik."

"Tabi… Hiç önemli değil azıcık nazı da çekelim değil mi erkek tarafı olarak."

Herkes gülerek kucaklaşmıştı. Melike, Altay Beyin elini sıkarken, Bade onu kendine çekip sıkıca sarılmıştı. Uzaktan değil de bu sefer en yakından görmüştü Bade onu. Sıkıca öpmüştü yanaklarından. Melike, utanıp geri çekildiğinde Arel'le göz göze gelmişlerdi. İkisi de dik dik birbirlerine bakarlarken sessizliği bozan Melike'nin dayısıydı.

"Ben Melike'nin dayısıyım, efendim adım Erkin. Dün şehir dışında olunca gelemedik kusura bakmayın."

"Ne demek Erkin Bey, siz kusura bakmayın biraz aceleye getirdik. Çocuklar işte, bizim oğlan sizin kızı sevince. Bizde düştük yollara."

Kendilerini tanıtıp iç içe girerken daha da tanışırken Melike iyice çöktü. Nefes almak için lavaboya giderken, Katre de peşine takılmıştı ablasının. Kızlar geri döndüğünde yerleri hazırdı. Masa da bir kişilik fazlalık vardı. Dönüp de kim diye de soramazdı. Tam yemeğe başlayacakken içeri giren Arel'in boylarında bir tane oğlanla sesler kesilmişti. Herkes soran gözlerle onlara bakarken Aral abisinin yanına gelip "Merhaba efendim biraz geç kaldım. Ben Aral, Arel'in kardeşiyim. Bir de benden küçük ikizler var ama onlar okudukları için gelemediler nasip düğüne inşallah." herkes Aral'ı çok sevmişti. Melike de dâhil, çünkü Aral ona hiç kötü gözle bakmıyordu. Daha çok anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Yemeklere tekrar dönerlerken Arel'le karşı karşıya gelmişti. Göz göze gelmemeye çalışsa da ona bakmaktan kendini alamıyordu. Sanki ne istediğini anlıyormuş gibi Arel, tuz ya da başka bir şey istemeden önüne koyuyordu. Sohbet iyice açılınca, yüzükler ortaya çıkmıştı.

"Artık yüzükleri de takalım öyle devam edelim isterseniz."

"Tabi efendim. Başlayabiliriz artık."

Garsonlardan birkaç tanesi makineyle geri döndüklerinde Melike, iyice kapana sıkışmış hissediyordu. Yakında ölecekti bu adamın yüzünden, o da resimlerine bakıp dalga mı geçecekti!

Bu an gerçek miydi?

Yüzükler hiçte gösterişli değildi. Sade ve duru bir güzelliği vardı. Bunu Arel'in seçmediği çok belliydi. Gerçi Melike için hiçbir şey ifade etmiyordu bu yüzük, ister güzel olsun ister çirkin nasıl olsa bir gün parmağından çıkıp gidecekti.

"Kızım, bu yüzük sana bir aile daha kazandırdı. Bizim değerimizi çok iyi bildin. Bizi hiç üzmedin, biz seni üzdüysek eğer ben herkesin adına özür dilerim senden. Bizim değerimizi bildiğin gibi, onlarınkini de bileceğini biliyorum. Böyle olmasaydı eğer zaten bu konuma hiç getirmezdin bizi. Sevdiğinle aranda bir bağ olsun bu yüzük. Hiç ayırmasın yüce Rabbim sizi. Hep böyle gülsün gözleriniz. Hiç ayrılmasın elleriniz, bu bağ sizi daima güçlü kılsın. Hayırlı, uğurlu olsun kızım ve… Oğlum!"

Erkin Bey, kurdeleyi keserken, herkesin gözünde yaş vardı. Melike ve Arel, bir an birbirlerine baka kalmışlarsa da flaş sesiyle ayrılmıştı gözleri. Medine Hanım ve Bade Hanım gülerek çocuklarına bakarken, Melike, Altay Beyin elini öpüp sonra da dayılarının elini öpmüştü. Bade Hanımın elini öperken, gelinini sıkıca kendine çekip öpmüştü Bade. Kulağına 'Hoş geldin' deyip sarılmıştı. Annesine geldiğinde gözleri dolu dolu ona bakan kişiye Melike sımsıkı sarılmıştı. Böyle olacağını bilmiyordu. Buraya gelirken aklında bu yoktu. İtiraz etmek istiyordu, bağırıp çağırmak onlara bunu ona yaptırdıkları için öldürmek istiyordu. Annesini derin derin solurken arkadan gelen dürtmeyle Melike, geri çekilmişti hemen. Ama yine de ellerini bırakmamıştı annesinin. Herkes aile fotoğrafı çekinirken Arel, Melike'yi kolundan tutup çekmişti. Annesi ve Bade Hanım ile birlikte gülümseyip poz vermişlerdi. Sonra diğer herkesle!

Müzik çalmaya başladığında Arel, Melike'yi kendine çekip, yılların dansçısı gibi dans etmeye başlamıştı. Arkada Sezen Aksu'nun sesinden bir şarkı çalarken, gözler çifte dalmıştı.

"Bugün o adama birlikte gideceğiz." Şaşkınca bakmıştı Melike ona. Tamam, ona sadece bu olayın peşinde olduğunu söylemişti. Bu adam ne yapacağını nerden biliyordu? Arel, kulağını nefesiyle ısıtırken elini daha sıkı dolamıştı beline.

"Benden daha ne saklıyorsun nişanlım… Öğrenmeyeceğimi mi sanıyordun!" Melike, iyice korkmuştu bu adamdan. Arel, Melike'nin korktuğunu hissetmişti. Hafifçe çarpık gülüşünü atmıştı. Müzik sonlanırken fark etmişlerdi herkesin onları izlediklerini. Melike, parmak uçlarında kalkıp ki bu zor olmuştu çünkü parmak ucunda bile boynuna doğru ancak uzamıştı. Arel'de kendini ona yaklaştırmıştı. Melike'nin dudakları Arel'in boynuna değiyordu iyice. Arel, gerilmişti bu dokunuşla. Melike ise sımsıkı sıkmıştı Arel'in elini. Derin bir nefes alıp bir anda konuşmaya başladı.

"Bana karışamazsın Arel Korhan. Senin korkaklığını saklayacağın bir evliliği ben düzelteceğim. Bu iftirayı kim attıysa Arel, onu bulup asıl intikamı ben ondan alacağım. Sana söz, bu işle seninde parmağın varsa aileni ne kadar sevsem de seni de yakacağım. Sana söz."

Geri çekildiğinde dişlerini sıkan bir adamla baş başa kalmıştı. Müzik tekrar sonlanırken Melike de ayrılmıştı ondan. Oyunlar oynanmış, küçük hediyelikler dağıtılmış, sohbetler edilmişti. Düğün bile konuşulmuştu. Toplam da iki düğün olacaktı. Biri burada, diğeri İzmir de olmak suretiyle. Komik geliyordu Melike'ye, yıllardır evleneceğine dair tek hayal bile kurmamıştı. Çünkü kimse sevemezdi, evlenemezdi onunla. Çünkü evlenmeyecekti Melike, yalnız başına kalıp, öylece ölecekti.

"Geri ne zaman dönüyorsun kızım?"

"Yarın inşallah döneceğim Bade Hanım. Sınavlarım başlayacak çok yakında. Artık gitmem gerek!"

"Bana teyze demeni tercih ederim, yavrum. En azından birbirimize alışmamız için özellikle rica ediyorum. Biliyorum anne demezsin ama Hanım diyerek de mesafe açma aramıza… Anladım canım, istersen biz yarın akşam uçakla dönüyoruz sende bizimle gelsen olmaz mı? Birlikte dönelim İzmir'e?"

Bade Hanımın söylediği söze Melike ve Arel şaşkınlıkla baka kalmışlardı.

"Şey efendim… Ben… Yani benim yapacağım birkaç şey daha vardı. Bende o yüzden öyle şey yaptım. Oradan öyle şey oldu… Şey… Tamam, Bade teyze olur, gelirim."

Herkes toparlanırken Arel, Melike'ye kendisiyle gelmesini rica etmişti. Annesi de bir şey demeyince Melike tek başına oturmuştu arabanın ön koltuğuna. "Eve geç üzerini değiştir, gidelim." Arel emirle cümleler kurarken Melike, hiçte dinliyormuş gibi gözükmüyordu. "Gelmiyorsun Arel, istemiyorum gelmeni. Seninle gitmekte istemiyorum. Seninle bir şey yapmakta istemiyorum. Anlamıyor musun sen be adam? İstemiyorum seni!" öfkeyle ona bakan Arel ile burun buruna gelince kırmızı da durduklarını fark etti. "Sen gerçekten gelmeyeceğime emin misin Melike Ertekin?" derin bir nefes aldı Melike ama aldığına pişman oldu. Bütün ciğerlerinde yanındaki adamın parfümü dolanıyordu. İğrendi kendinden, utandı birazda. Bodoslama birinin hayatına girmişti. Hey! Asıl o kendi hayatına bodoslama girmişti. Kararlıydı Melike, bu işin sonucunu bulacaktı. Eve girerken tek aklında olan buydu. Annesine Arel ile işlerinin olduğunu söyledi Melike. Tabi ki annesinin düşüncelerini biliyordu. Ona dönüp ' evlilik hazırlığı ' dediği zaman işlem tamamdı. Odasına çıkıp üzerindeki kıyafetlerden kurtuldu önce Melike. Zaten elbisenin manevi ağırlığından, ruhu daralmıştı. Askıya astığı elbisenin yanında kalan gömleğini alıp yatağa atarken, yırtık pantolonunu da yanına atmıştı. Kolyesini de çıkarıp yanına koyarken kemerini de almıştı. Geç kalamazdı. Daha geç olmadan oraya gitmek istiyordu. Çantasını da yanına atarken hızla giyinmeye başlamıştı. Pantolonunun kemerini bağlarken gömleğini içine sokmuştu. Çorabını da giyince çantasına atacağını atıp dışarı doğru çıkmıştı artık. Ayakkabısını giyerken annesinin 'geç kalma' demesini şu anda pek umursadığı yoktu. Ya canını kurtaracaktı ya da canlarını kurtaracaktı. Başka bir derdi yoktu şu anda. Arabaya bindiğinde Arel, pantolonun yırtık kısmında kalırken, Melike hiçte ona odaklanmamıştı.

"Paran mı yetmedi?" Arel çok ciddi bir şekilde ona bakarken Melike onun ne demek istediğini anlamamıştı. "Ne diyorsun Arel?" derin bir nefes çekerek pantolonunu işaret ederken tekrar sordu aynı soruyu. Melike bu sefer sabır dilercesine ona baktı."Bu kadar modern(!) bir erkeğin içinden çıka çıka angut mu çıktı yani? Arel süreceksen sür şu arabayı yoksa ben gidecek bir araba bulurum." araba hareket ederken elini sinirle burnunda gezdirdi Arel. İstemeden yapıyordu bunu. Ne zaman sinirlense mutlaka eli burnuna gidiyordu. Fatsa'yı geçtiklerinde derin bir nefes çekti içine Melike, tünellere gireceklerdi artık. Özlemişti sanırım bu yolları. Ne Arel konuşuyordu ne de Melike ona tek bir şey soruyordu. Aniden gelen çarpmayla iyice savruldu öne doğru Melike. Ama onu tutan bir kol vardı. Biraz daha eğilse başını ön tarafa çarpacaktı.

"Bir bu eksikti!"

Ve ardından gelen birkaç küfür daha! Melike hala olayın hala farkına varamamıştı. Ne olmuştu demin? Arkadan biri onlara çarpmıştı sanırım. İkisi de dışarı çıkarken Arel ilk önce karşı tarafın aracına bakmıştı. Çünkü kendi arabasında hasar olmayacağının farkındaydı. Ama ona vuran adam bir dakika düşünmeden gaza basıp gitmişti. Arel, birkaç küfür daha savururken, sabahtan beri onları adım adım izleyen gazetecilere de birkaç küfür savurdu. Melike dikkatlice ona bakarken, hızla yanına yaklaştı Arel. "İyi misin? Bir şeyin yok değil mi?" Melike, başını hayır anlamında sallarken Arel ona sarılıp gazetecileri görmesini engelledi. Bir de şimdi bununla uğraşamayacaktı. "Hadi gidelim öyleyse bir sorun yok!"

Perşembe'ye vardıklarında Melike, Bora'nın ona attığı adrese tekrar bakmıştı. Melike yolu, Arel'e tarif ederken, Arel ara ara durup yola bakıyordu. En sonunda bulduklarında arabayı park edip eve doğru yürümüşlerdi. Melike iyice gerilmişti Arel ise dikkatlice evi inceliyordu. Dayanamayan Melike birkaç adım da eve ulaşırken hızla kapıyı çalmıştı. İkinciyi çalmadan içeride bir gürültü kopmuştu. Melike, geriye doğru sendelerken az kalsın düşüyordu. Onu yakalayansa arkasında kalan Arel olmuştu. Sıkıca belini sarıp onu göğsüne yapıştırmıştı. Hızlı soluklarının arasına bir de Arel'in kokusu karışınca Melike, nefesinin tükendiğini hissetti.

"Kapımı bu kadar çok sevdiyseniz sizi içeri davet etmeyeyim. Ki zaten hiç öyle bir derdim yok. İnanın bana!"

Semih iki genci süzerken tuhaf olan ikisinin de tanıdık gelmesiydi. Kimseyle konuşmadığı için kimseyi de tanımazdı. Yıllardır yalnızdı. Bu sessiz yer ona iyi geliyordu. Torunları arada sırada onu ziyaret etmese kapının tokmağı paslanabilirdi. Ama şimdi bu iki deli nereden çıkmıştı Semih'in, asıl öğrenmek istediği buydu.

"Merhaba efendim… Ben Melike, sizinle konuşmam gereken… Bir konu var! Siz… Semih Kara'sınız değil mi?"

"Evet de ben seni tanımıyorum."

"Tanıyacaksınız efendim… Beni tanıyacaksınız!"

 

♡♡♡♡♡♡♡♡♡

Bölüm : 02.12.2024 17:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...