"Bir kız çocuğu görmüştüm ilk önce orada öylece duruyordu sanki birini bekler gibiydi. Sonra onu bırakıp konağa doğru ilerledim. Buna eminim. Ne oldu bilmiyorum konağa doğru gidiyordum. Bir anda burnuma yanık kokusu gelmeye başladı. Mahalleden biri çöp yakıyor zannettim ilk önce. Ama gittikçe ağırlaşmıştı koku arkamı döndüğümde çiftlik yanıyordu. Çok büyüktü yangın. Söndürülmesi bile mucize gibiydi. Orada duran küçük kızın elindeki çakmağı görmüştüm. Olayla bağdaştırmaya çalıştım polislere de ifademi verdim zaten. Çok değil ya sekiz ya da dokuz yaşlarında falandı dediğim kız. Polis, jandarma, itfaiye, ambulans bütün çığlıkları daha dün ki gibi kulaklarımda! Öğrendim ki iki beyim de içinde can vermiş. Bunların hepsini zaten ifademde söylemiştim. Siz hala neden bana bunları soruyorsunuz? Üzerinden yıllar geçti."
"Semih Bey… Bu yangın… Yani… Bu yangını ben başlatmış olabilirim. Ben hiçbirini hatırlamıyorum ama eğer öyleyse bunun vebalini çekmeye hazırım ben. O kızları hala hatırlıyor musunuz? En azından elinde çıra olan kızı? Size resim göstersem mesela?"
"Yıllar geçti üzerinden ama göster kızım resmini!"
Melike, çantasından çıkardığı resimleri Semih Beyin önüne koydu. İki tane de elinde vardı. Bir sürü almıştı yanına. Ne olur ne olmaz dercesine.
"Bu resimlerdeki kız benim. Sizin dediğiniz yaşlardayım orada. O kız bu kız mı?"
Semih Bey bir fotoğrafa bakıyordu bir de kıza. Bir de kızın yanındaki oğlana. Oğlan ona tanıdık geliyordu. Dedesine o kadar benziyordu ki tanımaması neredeyse imkânsızdı. Susması gerekiyordu sanırım. Yanlış bir hata da her şey mahvolabilirdi. Kıza tekrar baktığında gözlerindeki acıyı hissetti Semih Bey. Kız ona yalvarır gibi bakarken boğazı kurumuştu. Vicdanı rahat bırakmıyordu onu. Ama ne yaparsa yapsın geri dönüşü de yoktu.
"Bu kız… Çok tanıdık geliyor gözüme… Ama bilmiyorum."
Kuruyan dudaklarını suyla ıslatan Semih Kara. Tekrar baktı resme sonra da yanında duran kıza. Ellerini öyle sıkmıştı ki Melike, avuç içlerini tırnaklarının izi kaplamıştı. Acısa da umurunda değildi şu anda. Sadece adamdan duyacağı cümleleri bekliyordu. Ne beklediğini de bilmiyordu. Adamın ona 'evet bu kız o kız' dediğinde ne yapacağını da bilmiyordu. Nasıl dönüp de Arel'e bakacağını onunla bu yola nasıl devam edeceğini? Sorsalar şimdi 'Hala duymak istiyor musun?' gerçeği diye hayır olurdu cevabı. Kendinden ne kadar emin olsa da içinde bir yerde bir ukde geziyordu.
"Bu kız… O kız… Benziyorlar! Evet, bu kız o kız!"
Arel ve Melike birbirlerine bakarken, Semih Kara hala ne yaptığının farkında değildi. Sadece kızın gözlerine odaklanmıştı ve kelimeler ağzından dökülmüştü. Adama tekrar dönerlerken Melike, gözlerindeki nemlenmeyi erteleyip "Emin misiniz? Tekrar bakın isterseniz… Bakın bu bizim için… Benim için çok önemli." Adam tekrar fotoğrafa baktı ve aynı cümleleri kurdu. Bu sefer daha kuvvetlice!
"Evet, bu kız o kız dedim işte!"
Melike, şaşkınlıkla adama bakarken eli ayağı birbirine karışmıştı. Bir kalkıyordu ayağı bir pat diye oturuyordu. O sırada Arel, kızın koluna asılıp onu gerçek anlamda oturtturmuştu. "Sakin ol!" derken sesi haddinden fazla gergin çıkıyordu. Melike, ona dönüp "Arel ben değilimdir. Bu adam yanlış söylüyordur. Belki de yalan söylüyor. Ben yapmış olamam. Ben yapmış olamam… Ben yapmam… Ben yapamam!" Arel, Melike'nin sadece susmasını istiyordu şu anda. Sakinleşmesi gereken Arel'di şu anda. Demek yıllarını verip araştırdığı şey doğruydu. Buna sevinmeliydi değil mi? Neden şu anda sinirinden eli ayağı titriyordu. Bu adam yalan da söylüyor olabilirdi! İlk buraya girdiklerinde bile adamın gözleri ikisinin üzerinden de ayrılmamıştı. Sürekli bir göz kontağı kuruyordu. Belli ki bir şey saklıyordu. Arel bunun üzerine çok şey biliyordu.
"Bir şey saklamadığınıza emin misiniz Semih Bey?"
Semih, bir anda gelen bu soruyla biraz beklese de hemen cevabını vermişti. Ya da o verdiğini sanıyordu.
Arel ve Melike evden çıkarken, Melike'nin aklında hala cümleler geziniyordu. 'Ben değilim' aklında tek bu vardı. Arabaya bindiklerinden beri ikisi de konuşmuyorlardı. Melike hala aklındakileri toparlamaya çalışıyordu.
Cama diktiği gözlerini çevirip ona doğru bakmaya çalıştı tekrar. Ama pekte başarılı olamadı. Ona her baktığında korkuyordu çünkü. En çokta bu zamanlarında! Ne kadar ona gereken cevabı verse de içindeki küçük kız korkmadan edemiyordu. Şu anda da öyleydi. Korkuyordu ve ne yapacağını bilmiyordu.
'Nasıl ben olabilirim nasıl? Ben o zamanlar nerde olduğumuzu bile bilmiyorum.' Melike'nin ağlaması o kadar yakın gözüyordu ki biri dokunsa hıçkırarak oturup ağlayacaktı. Ama böyle bir şeyin olma olasılığı bile yoktu.
"Yarın nikâh tarihini alıyorum."
Melike sıkıca gözlerini yumdu. Elleriyle çantasını sıkarken başını sağına çevirmişti hızla. Bu sözleri bekliyordu aslında. Yüreğine çığ gibi düşen endişe, keder ağır geliyordu. Nefes alamıyordu. Ağır geliyordu her şey. Kime kızsaydı da geçseydi bu içindeki öfke. Yıllardır yangın yeri olan kalbine bir ateş daha düşmüştü. Artık ne yaparsa yapsın bir daha eskisi gibi olamayacaktı. İnsan sadece gülümsediği için küçüklüğünü sevebilir miydi? Melike bir kere gülümsediği anıları için küçüklüğünü seçecekti. Ağlamak işe yarar mıydı şu anda? Ne yapmalıydı ağlayabilmek için?
Arel, omzunun üzerinden Melike'ye bakarken bembeyaz olduğunu gördü. Normaldi tabi ki ne de olsa gerçeği yüzüne bu sefer başka biri açıklamıştı. Ağır gelmiş olmalıydı. Kendi yaptığı şeyi bir başkasının üzerine yıkarken de ağır gelmemiş miydi acaba? Hak ettiğini yaşayacaktı bundan sonra. Artık asla iyi olmayacaktı. Ve Arel bunun için her şeyi yapacaktı.
Kenara çekerken, kendini hemen dışarı attı Melike. Derin derin soluklarını verirken dizlerinin üzerine çöktü. Elleri pantolonunun kumaşını sıkarken ağlamak için zorluyordu kendini. Ama hiçbir şekilde gözünden akmıyordu dolu gözleri. Bıkmıştı artık. Ne zaman bitecekti bu fani hayatı. Kurtaramaz mıydı Allah onu? Bu kadarı yetmez miydi?
Ağlayamamak ne kadar acıydı! Ne kadar eksikti!
Eve gelene kadar geçen sürede Melike üzerindeki şoku atamamıştı. Arel de üzerine gitmemişti zaten bu ona yeter diye düşünüyordu. Kapıyı açıp kapatan Arel, dışarıda Melike'yi bekliyordu. Ama Melike hala dalmış cama bakıyordu. Ne kapının açıldığını duymuştu ne de sertçe kapandığını. Arel onun yanına geldiğinde bile hissetmemişti ne olduğunu. Arel kapıyı açıp emniyet kemerini çözerken Melike'nin kokusu doldu burnuna. Pek sevmiyordu bu kokuyu, portakal çiçeği gibi kokuyordu ve Arel portakalı hiç sevmezdi. Sonunda bulmuştu Melike'nin nasıl koktuğunu biraz zor olmuştu ama parfümünü öğrenmişti. Kullandığı yumuşatıcı bile parfümünün kokusundandı. Bu yüzden her girdiği yerde onun kokusu doluyordu burnuna. Melike'nin hala şokta olduğunu biliyordu Arel, bu yüzden onu kendine doğru çevirip yüzüne baktı.
"Melike eve geldik artık kendine gel!"
Melike duyuyor ama bir yandan da duymuyordu onu. Birkaç derin soluktan sonra Arel tek elini tuttuğu belinden çekip yüzüne götürdü. Hafifçe dokundu yanaklarına. Parmaklarının uçları her geçişinde hissetmek ister gibi daha yavaş davrandı. Sonunda kendine gelmişti Melike. Soluk borusuna giren Arel'in kokusu onu kendine getirmişti. Yüzünde gezen eli, parmakları arasına alıp durdurdu."Yapma!"dedi nefessizce. Hatıralarında çok vardı bundan. Kimseyse dokundurtmuyordu ki yüzünü. Şimdiyse aklına geldiğinde, karşısındaki adamın Arel olduğunu biliyordu. Ne oluyordu ona? Bir müddet durdu parmaklar yüzünde sonra tamamen çekti elini Arel ve yumuşak bakışlarını yine kor alevler sardı. Simsiyah baktı Melike'ye!
"İçeri gir. Yarın çok işimiz olacak seninle. Erken uyu!"
Onun kopkoyu bakışlarına alışmıştı Melike. Bu yüzden huyuna gitti. Şimdilik. "Peki!" annesinin penceren baktığını hissedince o tarafa doğru dönüp baktı. Karartı hafiften çekilirken saniyeler sonra tekrar göründü. Arel'e dönüp bakarken, elini kaldırıp işaret parmağıyla alnına dokundu. Onu yukarı doğru çekerken "Kaşlarını çatma. Erken yaşlanırsın sonra!" dedi kısık bir sesle."İçeri gir Melike!"bu kız onun sabrını mı sınıyordu? Onu buradan götürüp bir yerden atmak istiyordu ya da onu öldürmek. Ya da defalarca öpmek, koklamak istiyordu. Acı çeksin ama çekmesin istiyordu. Açıkçası Arel ne istediğini pek bilmiyordu. Arabadan inip ayağa kalktı Melike. Ayağında spor ayakkabılar varken ona ulaşmak daha zordu. Çünkü adam bildiğin deve gibiydi. Kim bunların dibine gübre atmıştı bilmiyordu ama bayağı fasulye sırığı gibi uzamıştı. Parmak uçlarında kalkıp ellerini yanaklarına dayadı Arel'in. Yeni çıkmış sakalları eline batsa da bu kendini iyi hissettirmişti.
Sıcacık bir buse kondurdu Arel'in yanağına. Tam gamzesinin olduğu yere, tam yanağının merkezi olan çukura. Bir kere daha öperken Arel, beline sardı ellerini ve ayaklarını yerden kesti Melike'nin. Ayakları Arel'in ayakkabısının üzerine basıyordu ve hala parmak uçlarındaydı Melike. Arel olmasa kesinlikle böyle duramazdı. Adam o kadar sıkı tutuyordu ki onu bir an gülmek geldi içinden. Gülümsedi Arel'e ilk defa. Sanki daha önce hiç gülmemiş gibi geldi Melike'ye bu yaptığı. Arel onun gülüşünü gördükten sonra iplerini kopardı. Melike'yi daha sıkı sarıp kucakladı. Birbirlerine sarılan bu iki genci hiç tanımayan biri özlem giderdiklerine zannederdi. Ama gerçek öyle değildi! Onların arasında 'can' davaları vardı.
Eve girene kadar Arel onu izlemişti. Neden öpmüştü onu da bilmiyordu ama Melike idi işte ne yapacağı belli olmuyordu ki! Nasılsa öğrenirdi. Şu nikâh tarihini de ayarlayınca hiçbir pürüz kalmıyordu geriye.
Duşunu alıp yatağına girdiğinden beri aynı koku aynı his boğazını deliyordu. Her nefes aldığında aynı tat vardı. Anlamıyordu bu adam neyin intikamıyla bu kadar alevlenmişti acaba ölenler kimdi? Sakinleşmek için kitap okudu Melike. Okudu okumasına ama bir türlü sakinleşemiyordu. Usulca yan tarafa Katre'ye sarıldı. Kardeşi hemen ellerini ellerinin için alıp usulca öpüp bırakmış ve uykusuna devam etmişti. Melike de, Katre'nin saçlarını öperken derin bir soluk alıp kardeşini daha sıkı sardı. Tıpkı Arel'in onu iki saat önce sarması gibi. Daha sonra uykusuzluğa dayanamayan gözleri kapanıp derin bir uykuya dalmıştı.
Arel'in avukatı hemen salona geçti. Peşinden de Arel. Yılmaz Bey dosyayı alıp Arel'e verirken biraz tedirgince etrafında gezdirdi gözlerini. "Hepsi içinde Arel Bey, bir tek imzalar kaldı." Arel kendi adının geçtiği yerleri imzalayıp dosyayı kapatırken Yılmaz'a doğru baktı. "Ne yaptın bulabildin mi söylediklerimi?" Yılmaz, Arel'in pekte sakin olmadığının farkında olarak ona dönüp sakince bulamadığını söyledi. "Lan ne demek bulamadım. O kız elinde hiçbir şey olmadığı halde bulurken, sen tüm imkânlara rağmen bana hiçbir şey bulamadığını mı söylüyorsun?" Yılmaz üzerine gelen bu iri adamdan giderayak korkmaya başlamıştı. "Ama efendim ben-"
"Kes sesini en geç akşama bu işi tüm detaylarla masamda, odamda her hangi bir yerde görmek istiyorum anladın mı beni? O adam bir şey saklıyor. Bul onu!"
"Anladım efendim. Dediklerinizi yapacağım."
Arel iyice köşeye sıkıştığını hissetmeye başlamıştı. Melike'nin artık ne yapacağını kestiremiyordu. Bir tek şey biliyordu. O da araştırdığı her satır doğruydu. Melike bir katildi.
Masanın üzerindeki dosyayı alıp evden çıktı. İlk annesini aradı.
"Bade Hanım, ne yapıyorsunuz?"
"Amcanlayım, otele geçeceğiz şimdi sen neredesin?"
"Nikâh tarihini hallettim şimdi. Melike'ye imzalatacağım yerler kaldı sadece. Bende oteldeyim zaten. Gelince konuşalım."
"Ne? Oğlum senin aklın başına gelmeyecek mi hiç?"
"Anne artık çok geç. Her şey için artık çok geç. Kanıtladım, senin koruduğun o kız benim can düşmanım anlıyor musun? Gelince konuşalım telefonda değil!"
Telefonu kapatıp yatağın üzerine attı. Yarın çok işi vardı en azından şimdilik bir kısmını halletmişti. Ve devam da edecekti. Annesi ve amcası geldiğinde ikisiyle de konuşup geceyi sabah yapmışlardı. Ama annesi bir türlü onay vermiyordu yaptığı şeylere gerçi onunda bu yaptıklarını onayladığı falan yoktu ama bu sinir geçmişten geliyordu ve mutlaka bir yerden çıkmalıydı. O da bu kızı bulmuştu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ne Arel aynı kalabilecekti ne de Melike.
Sabah olduğunda iki aile birbirleriyle haberleşip kahvaltı için Melike'nin evinde sözleşmişlerdi. İlk kalkanlardan biri yine Melike olmuştu. Katre'yi okula gönderip çayı koymuştu. Okula her zaman erken gittiğinden alışmıştı bünyesi. Yorgundu, uykusuzdu ama yine de ayaktaydı Melike. Bünyesi zayıf değildi en azından bu konu da. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra duşa girip hazırlanmıştı. Beyaz yünlü kazağını ve siyah kotunu giyip kısa çoraplarını da giymişti hemen ayağına. Parmağında ki doluluk ona biraz tuhaf gelse de yapacak bir şeyi yoktu. Alışması lazımdı çünkü ölene kadar orada duracaktı. Zil çaldığında bu sefer annesi açmıştı kapıyı.
"Hoş geldiniz. Buyurun lütfen!"
Annesi, misafirleri içeri doğru gönderirken Melike, hemen Bade Hanımın yanına ilerlemişti. "Hoş geldiniz!"
Bade, Melike'ye bakıp sarılmıştı hemen. Arel de gözleriyle onu süzerken Melike hiçbir şey anlayamıyordu. Bu kadın neden ona bu kadar yakın davranıyordu ki? Oğlu ona hiçbir şeyden bahsetmemiş miydi gerçekten de? Ciddi anlamda artık rahatsız olmaya başlamıştı. Ya bu kadın çok iyi niyetliydi ya da numara yapıyordu!
İçeri geçtiklerinde Arel, Melike'nin kolundan tutup azıcık geri çekti. 'Ne oldu?' der gibi baktı Melike, Arel'e. Elindeki dosyayı ona gösterip, mutfağa sürükledi Melike'yi.
"Nikâh tarihini aldım. Sadece imzalaman kaldı geriye. İmzalarsan hallolacak."
Kalemi elinden alıp hiç düşünmeden imzaladı Melike. Artık düşünecek bir şeyi yoktu. Çünkü artık düşünecek bir kafa bile kalmamıştı. Arel, kalemi elinden alan Melike'yi inatla süzüyordu. Tek yanlış hareketi bekliyordu ama bu zamana kadar soktuğu laflar dışında hiç hata yapmamıştı Melike. Ne ona ne de ailesine.
"Efendim, biz nikâh tarihine karar verdik. Sizin içinde uygunsa Haziran'ın 24'ün de İzmir'de yapacağız."
"Melike'nin okulu ne olacak peki?"
"Merak etmeyin efendim, mezuniyetten iki hafta sonra olacak."
Herkesten onay gelince Melike artık duvarlarına çekilmişti. Normalde annesi bunu hayatta onaylamazdı. Daha tanımadan etmeden bu işi kabullenmezdi ta ki annesiyle yaptığı konuşmaya kadar. Nasıl ikna ettiğini bilmiyordu ama annesi o kadar sevmişti ki Arel'i ve ailesini o bile şaşırıyordu. Bu işin içinden asla çıkamayacaktı. Neyi garantilemişti ki zaten bu zaman kadar!
"Artık toparlanmaya başlayalım bizde o zaman çokta vakit kalmadı zaten."
Bade Hanımın söylediklerine Medine Hanım da katılınca herkes ayaklanmış, hep bir ağızdan ses çıkmaya başlamıştı.
Öğlene doğru dışarı çıkmışlardı ailecek. Buradaki kına gecesinde giyeceği kıyafeti seçeceklerdi ilk önce. Mağaza mağaza gezmek yerine özel tasarım yapan bir adamın modaevine girdiler hep beraber. Arel onları bırakıp giderken Melike'nin kulağına fısıldadıkları Melike'yi hem çileden çıkarmıştı hem de inadına gitmesini sağlamıştı. 'Neymiş efendim usturuplu giyinecekmişim… Sen görürsün Arel Korhan!' içinden geçenler yüzüne yansımış gibi annesi hemen kaç göz işareti yapmaya başladı. Arel'i umursamadan gelin kaynana kafa kafaya vermiş tartışıyorlardı. Bu olmaz deyip geçtiklerini ya Bade Hanımla annesi beğenmiyordu ya da kendisi. Bazıları o kadar açık saçıktı ki tam aradığı modellerdi ama bunu kendisine bile yapamazdı. Artık yorgunluk yavaş yavaş kendini gösterdiğinde gözlerini dergiden çekip etrafında dolaştırdı. O sırada kırmızı bir elbise dikkatini çekmişti.
İllaki kınada kaftan mı giyilmek zorundaydı? Yerinden kalkıp oraya ilerlerken aklına gelen şeyler çok komikti. Göğüs dekoltesi vardı. Bu biraz da olsa Arel'i çıldırtabilirdi.
"Hanımlar sanırım aradığımızı bulduk!"
Elbiseye bakıp başını sallayan Bade Hanım ve Medine hanımla, Melike bu işi de halletmişti. Sırada gelinlik vardı.
En sona gelinlik kalırken Melike'nin artık hali kalmamıştı ki zaten istediğini de bulamıyordu. Gücü sadece kına organizasyonu ve kına mekanına yetmişti. Bilmediği, tanımadığı bir adamla evlenecekti. Bir sürü hayali vardı. Sevdiğiyle evlenecekti ilk önce, onunla seçecekti gelinliğini, nikâh şekerini. Sonra düğünden hemen sonra arkadaşlarıyla beraber eğlenecekti. Bir sürü şeyler yapacaktı ona. Sevdiğini her kulağına fısıldadığında iyi ki diyecekti hep. İyi ki evlenmişim. Ama şimdi bu duygular ona o kadar uzaktı ki! Artık her şeye olan inancı hiçbir şeye dönüşmüştü. Artık bir umut yoktu içinde. Artık iyi ki diyebileceğini de sanmıyordu.
Karşısında gördüğü kızı tanımıyordu Melike. Evet, gülmeyi unutalı çok olmuştu ama bu soluk ten ona yabancıydı. Dantelden oluşan tüller aşağı doğru inerken Melike'nin her kalp çarpıntısında daha da daralıyordu sanki yakası.
"Beğendiniz mi? Aslında bu da yakıştı size. Hepsi tam üstünüze göre… Yüzünüzü tamamen ortaya çıkarıyor."
Gelinlik yakışmasına belki yakışmıştı ama Melike bu gelinliğe yakışmamıştı. Melike ne yaparsa yapsın hiçbir gelinlikte olmayacaktı tam olarak üzerine. İstemiyordu bu gelinlikleri. O hayalindekini istiyordu. Hayallerindekiyle yaşamak istiyordu. Melike'ye kalsa ilk gördüğü gelinliği alırdı ama annesi ve Bade Hanım zorla üç beş gelinlik denettiriyorlardı. Hiçbirinin olur şeyi yoktu ki!
"Kızım bir dur ne kadar heyecan yaptın… Gelinlik bu hemen pat diye seçilmez ki! Sen demiyor muydun her zaman hayallerimde gelinlik diye. Dur bakalım belki buluruz hayalindekini."
'Âşık olsaydım evet öyleydi' Melike, son bir kez daha başka bir gelinlik denedi. Dışarı çıktığındaysa şok geçiriyor olmalıydı. Karşısındakinin gözleriyle kendi gözleri buluşunca Melike, bir çığlık atıp sarılmıştı İdil'in boynuna.
"İdil… Senin burada ne işin var! Derslerin ne oldu? Okul mu bitti? Benim mi haberim yok?"
Melike soluksuzca sorular sorarken son sorularda biraz devreler yanmış olabilirdi. Ama bu İdil'in neden burada olduğunu açıklayamazdı.
"Ya İdil tabi… Biz seni İzmir'lerde bekleyelim sen burada gelinlik bak. Ne bu acele?"
"Olacak tabi İdil'cim bir aya düğün var bakacağız tabi!"
Sarıldığı kollar donmuştu bir anda. İdil bu Öküzümsü Angut'tan hiç böyle bir şey beklemiyordu. Melike anlamıştı İdil'in halinden. Hiçbir şey söyleyemedi bu yüzden de. Yüzüne de bakamadı.
"Biliyorum Medine teyze, bende o yüzden geldim zaten."
Melike dolan gözlerini sözcüklerinin arkasına saklayarak konuşmaya çalıştı."Alalım bunu bu güzel!" hâlbuki üzerine giydiği kıyafetten hiçbir haberi yoktu. Kefen miydi gelinlik miydi bolca tartışılırdı! İdil elindekini Melike'nin eline tutuştururken "Bence bu olmaz. Sen git bunu dene, gel bakalım!" Melike İdil'in eline tutuşturduğu poşetin fermuarını açarken ne göreceğini bilmiyordu. Derin bir solukla yutkundu Melike.
Bir tasarım evinin kapısından geçerken hayalindeki gelinlik vardı hep aklında. Bir gün içeri girip sadece bakmıştı. Alıcı değildi sadece bakmak istemişti. İşte o zaman Fırat amcasıyla karşılaşmıştı. Melike'ye hayalini sormuştu ilk önce nasıl bir gelinlik istediğini. Daha sonra bir hafta boyunca resimler çizilmişti. Tasarımcılarla birlikte Melike'nin hayallerini çizerken gülümsemişti. İlk defa bir hayali gerçek oluyordu. Ve sanırım o da son hayali olmuştu. Çünkü başka hiçbir hayali kalmamıştı bu adamdan sonra.
"Fırat amca, söylemediğin için çok kızgın sana. Aslında bunu burada giymeyeceğini biliyoruz ama ailende görsün istedi. En azından hayalindekini!" İdil'in ona söyledikleri bir nebze içini ısıtırken, İdil arkadaşını ne kadar da solduğunu anlamıştı ilk bakışta. İçine attıklarını görmüştü. Sessiz vaveylasını. "Fırat amca her şeyini ayarladı. Ayakkabını, duvağını hatta düğünden sonraki organizasyonu bile ayarladı. Orada giyeceğin kıyafete kadar! Seni çok öpmemi ve bir davetiyeni kendi ellerinle getirmeni istedi. Ki adam haklı patronun olarak! Öyle değil mi?"
İdil cümlelerine devam ederken Melike'nin aklından geçen dakikalar hep Fırat amcasıylaydı. Gece geç saatlere kadar onu bekleyen tasarımcılar hiç of demeden birkaç tane çizim yapmışlardı onun için. Melike'nin bu hayalleri bile yeterdi aslında. Melike ona sen nereden biliyorsun evleneceğimi demeyi çok istedi ama bir şey diyemedi. Kesin teyzeleri söylemişti. 'Hem bunu söylemişlerdir hem de birkaç ipucu aramış, ağız yoklamışlardır kesin' diye düşündü Melike. Moda evinden çıkarken Arel kapıda bekliyordu. Melike'nin birkaç dakikalık gülen yüzü bir anda düşünce İdil o tarafa doğru bakmıştı. Sinirle ona bakarken Arel'in gözü Melike'de idi. Melike'nin gözleri ise ellerinde. Sımsıkı sarmıştı çantasını. İdil hafiften tebessüm edip Arel'e yaklaşmıştı.
"Hoş geldiniz Arel Bey. Bu ne güzel sürpriz böyle!" alaya döktüğü sözler Arel'in sırıtmasına yol açmıştı. "Bu cümleyi benim kurmam lazımdı İdil Hanım asıl siz hoş geldiniz." Melike bu ikisinin zıtlaşmasına bakarken aklına gelenle sırıtmaya başladı. "Melike Hanım, sizin de keyfiniz yerinde bakıyorum. Gel buraya!" diyerek kolunun tekini açtı. Ailesi olmasa yapacağını biliyordu ya neyse artık. İsteksizce kolunun altına girdi. Arel derince soluk aldı o kolunun altına dolanınca. "Hadi geçin arabaya. Yemeğe götüreyim sizi acıkmışsınızdır." aile hızla onaylayınca Melike'nin itirazı ağzında kalmıştı. Araba büyük olduğundan herkes rahatlıkla sığmıştı. Gelinliği arkaya asan Arel hızla koltuğuna binerken Melike'ye yine önü bırakmışlardı. Sinirle Arel'e bakıyordu arada bir. Kırmızı yanınca da önüne dönüyordu.
"Bitanem iyi misin?" ilgili rolü pek yakışmamıştı bu Öküzümsü Angut'a. Ama ona dönüp sevimlice 'iyiyim' dedi. Ailesi gözünün içine bakarken Melike tek yöntem düşündü. Annesiyle her göz göze gelişinde ona nasıl baktığını neyi sorduğunu çok iyi biliyordu Melike! Kırmızı ışık tekrar yanarken, içi yana yana Arel'in vitesteki elinin üzerine koydu elini. Arel buz gibi eli hissedince yavaşça ona döndü. Ayakkabılarına bakan kızın elinin altından çekti elini. Şaşırdığını biliyordu. Bu sefer o koydu elinin üzerine elini. Daha sıkı sardı büyük parmakları küçük buz parçalarını. Yanağına doğru yaklaştırdı Arel, sardığı eli. Hiç düşünmeden bir öpücük kondurdu parmaklarına. Dudağına değen buz parçaları onun dudaklarını da dondurdu. Gözlerine değen başka buz parçaları da Melike'nin gözleri olmuştu. İnanmazca ona bakıyordu. Sonra ne yaptığının farkına varıp gözlerine ulaşamayan bir gülümseme göndermişti ona. Elleri vitesteki ortak yeri geri alınca Melike, başını aynaya çevirmişti. İşte annesinin gözlerindeki bu ifadeyi görmek için yapmıştı. Emin olması için. Aşkına, sevgisine emin olması için böyle yapmıştı.
Medine Hanım, bir nebzede olsa emin olmuştu kızından. Ama yine de içinde tarif edemediği başka bir ukde daha vardı. Bade Hanım ise sevinçle bakıyordu oğluna içine atıp durmuştu ama zamanla açılıyordu gizli kutusu. İdil daha derinlerdeydi. Melike'nin kendini ne kadar sıktığını görebiliyordu. Parmak boğumları kıpkırmızı olmuştu. Yani arkadaşı her şeyi çözmeye değil kapamaya çalışıyordu. Emindi ki Melike şu anda kıpkırmızıydı. İdil'in yüzünde naif bir gülümseme belirdi.
"Hanımlar, buyurun bakalım!" Melike elini çekip çantasını omzuna asarken, Arel dikkatlice arabayı park etmiş, inmişti. Herkes inerken elleri ceplerinde onları bekliyordu. Deniz kenarında bir restoranda getirmişti onları. Sevdiği bir abisi çalışıyordu burada. Aslında mekân onun olmasına rağmen yine de işlerini kendi halletmeyi seviyordu. Kapıdaki garson onları en sondaki masaya alırken cam kenarına geçmişti Melike. Yanına da Bade Hanım geçmişti. Karşıda annesi ve Arel oturuyordu. İdil ise tam ortadaydı.
"Hoş buldum Osman abi, nasılsın ne kadar oldu görüşmeyeli?"
"Olmuştur üç dört sene. İyiyim yavrum sen nasılsın? Ailenle gelmişsin bu sefer?"
Arel derin bir nefes çekip Osman'a gülümsedi. Başını salladı sadece. "Annem Bade, nişanlımın annesi Medine Hanım, arkadaşı İdil ve nişanlım Melike." Osman Bey, Melike'yi gördüğünde yüzündeki gülümsemeye dur diyememişti. Nasıl oluyordu da bu kız bir anda Arel'i mum edebiliyordu. "Hoş geldiniz. Özellikle sen kızım. Seni tanıyorum. Az koşmadı bu deli oğlan senin peşinden. Arel, kimseye benzemez benim gözümde. Hem sadıktır ailesine hem güvenilirdir. Eminim sende bunu görmüşsündür zaten."
Melike şaşkınca Osman Beye bakarken ne diyeceğini bilmiyordu. Arel gerçekten de onu takip mi ediyordu bu kadar zamandır? Ne diyebilirdi ki? Peşinden koştuğuna mı şaşırsın yoksa sadıklığına mı ya da güvenirliliğine? Hangisi daha baskındı onda? Ne diyecekti şimdi? Sadece gülse olmaz mıydı? Ya da evet dese? Ama olmuyordu işte bir şey söylemeliydi.
"Gördüm efendim. Bende onda her şeyi gördüm. Yaşadım. Buna benden başka şahit bulamazsınız."
Bu cümledeki alayı ilk fark eden Arel olmuştu daha sonra ise İdil. Anneler bu konu da hiçbir şey çıkaramazken Arel ve İdil çok şey çıkarmıştı. Diğerleri sohbete devam ederken Melike, yağmurun güzelliğinde takılıp kalmıştı. Cama dokunan her damla aşağı doğru bir yol izlerken, Melike o yola hayrandı. Nasıl hepsi bir yerde buluşabiliyorlardı? Neden hayatındaki her insan da böyle olamıyordu? Aslında çok basitti değil mi? Sadece bir yol var ve orada bekleyeceksin. Ama olamazdı. Olamazdı çünkü bu kader değildi. Kader, zoru severdi.
Melike yağmuru, gök gürültüsünü, şimşeği severdi. Hiçte korkmazdı. Evde yalnız başına olduğunda bile tüm ışıkları kapatır sadece o anı izlerdi. Gürültüyle beraber gelen şimşeğin hızı sevindirirdi onu. Birazda olsa ürkse de sonrasında gelecek olan sakinlik, yağmur ona huzur verirdi. İzmir'de böyle bir şey yoktu ya sıcaktı ya da tam soğuk. Ortası olamıyordu hiçbir zaman.
Akşam olduğunda evlere geçtiklerinde Melike artık strese girmişti. Arel sürekli elini tutuyordu ve avuçları terlediğini fark ettiğinde ona bakıp alayla gülümsüyordu. Tek kaşı inesice!
"Müsaadenle!" deyip hızla elini elinden koparmıştı. Hızla odasına doğru gitmeye başladı. Amerikan kapı hem ses geçirmiyordu fazla hem de görüntü yoktu. Katre, kanepe de uyumuş kalmıştı. Onu kaldırmaya çalışırken uyandı miniği.
"Uyandırdım mı canım! Kanepe de neden yattın?"
"Yok, hayır sadece yorgundum biraz. Sen iyi misin yüzün çok solgun?"
Melike yutkundu. Boğazına dizilen her şey gibi bir de bu dizilmişti satırlarına. Yutamadı boğazındakileri. Gözlerinin içine derin derin bakan Katre, orada göreceklerinden korkarak başını çevirdi. Odanın tıklanmasıyla iki genç kız kendilerine gelirken, Arel içeri doğru adımını atmıştı.
"Merhaba, rahatsız etmiyorum değil mi?"
"Yok, Arel abi olur mu öyle şey gel tabi ki!"
Arel, yavaşça karşısındaki koltuğa oturmuştu.
"Katre ablan seninle konuşmuştur zaten bir de ben konuşayım dedim… Ablana yeni kavuştun bunu iyi biliyorum. Senden onu çalacakmış gibi olduğumu da biliyorum. Ama gerçek öyle değil. İstediğin zaman ablana gelip gidebilirsin. Asla kimse sana karışamaz. Kalabilirsin, gidebilirsin… Hatta istersen temelli bile kalabilirsin. Her şey sende başlar ve sende biter. Tereddütlerin vardır eminim ama olmasın. O senin ablansa bende artık ağabeyin olabilirim değil mi?"
Arel gülerek söylediği cümlelere Melike de baygınca bakmıştı. Aslında bir nevi iyi olmuştu. Boğazına dizilen bir soruyu ve cevabı daha kaldırmıştı Arel onun yerine. Katre'nin yüzüne baktığında gördüğü ifade için bile Arel'e teşekkür edebilirdi Melike. Kardeşi buna çok sevinmiş olmalıydı ki ikisine de sıkıca sarılıp ağlamaya bile başlamıştı. Onu sakinleştirmek biraz sürse de Melike sırf bunun için bile Arel'e minnettardı. İçindeki kötülüğe rağmen bile…
Uçağa beş altı saat vardı. Bavulu zaten hazırdı. Giysilerini geri götürecek yenilerini getirecekti. Lazım olacakları bir kenara ayırıp yeni evine(!) taşıyacaktı. Bir de o çıkmıştı şimdi başına. Bazılarını annesi gelirken getirecekti. Biraz daha sohbet ederken Arel tekrar Melike'nin elini tutmuştu. Sıcak eller soğuk elleri sarmalarken Melike ona yine 'ne var' dercesine bakmıştı.
"Nereye gidiyoruz. Bu saatte Arel, uçağı kaçırmak istemiyorum. Hem İdil de var biliyorsun."
"O uçak benim emrimde Melike. Ben ne zaman istersem o zaman kalkar şimdi kalk bakalım. Ve İdil bir sorun değil nasıl olsa her şeyi bilmiyor mu?"
Sessizce kulağına fısıldadı ve Melike şaşkınlıkla yanındaki deve bakarken ' acaba bu dünyaya gelmeden önce şeytan falan mıydım ben? ' demeden edemedi bu kötülüğü hak edecek ne yapmıştı acaba?
Arel ona çabuk ol gibisinden birkaç hareket yaparken Melike, hızlıca dolabına göz atmıştı. Bu arada Katre da şaşkınlıkla onları izliyordu. Gerçekten tuhaflardı. Arel dışarı çıkıp annesine durumu söylerken o da İdil'e kaş göz işareti yapıyordu. İdil anladığını belirten bir işaret yapıp duruma el koydu.
"Medine teyze şimdi bunlar düğün yaklaştıkça herhalde strese girdiler bırakalım da yalnız kalsınlar biraz!"
İdil'in sessizce Medine'ye söylediği sözlerle Medine Hanım da onay verince Arel'e sadece beklemek düşüyordu ki zaten senelerdir bekliyordu.
İdil'in kapıdan ona baktığını görünce içeri gelmesi için diş fırçasını ona sallamıştı. İdil bundan nefret ediyordu ama yapacak bir şeyi yoktu. Bir yandan diş fırçalayıp bir yandan giyinmek en büyük sorundu.
"Yine beni bir yere götürecek. Bıktım artık İdil ne zaman pes edeceğim ya da ne zaman pes edecek. Ona kendimi anlatmaktan bıktım. Yapmadığımı söylemekten bıktım. Hayattan bıktım. Oturup ağlamayı o kadar istiyorum ki şu zamanlarda. Boğuldum artık."
İdil'in ona yandan sarılmasıyla başını omzuna yasladı. Her şey o kadar hızlı geçiyordu ki! Ne yanından tutsa düşecek gibiydi. Ve onu tutan sadece 'ailem' dediği kişilerdi. Verdiği sözlerdi. Üzerindeki bu yorgunluğu, durgunluğu atmak ister gibi başını kaldırdı sakince.
"Seni yalnız bırakıyorum. Sıkılmazsın değil mi?"
"Saçmalama Meli. Burası benim de evim oldu. Hem Katre var hayatta sıkılmam iki dedikodu yaparız öğrenirim bakarım asılan var mı diye. Ben iyiyim sen beni düşünme tamam mı?"
Melike gülümseyip tekrar sarıldı arkadaşına. Büyük bir öpücük kondurup yanağına giyinmeye devam etmişti. Üzerine pudra pembesi bir elbise giyip kollarını düzeltmişti. Arel'i sinir etmek için güzel bir elbiseydi. Bugün ki lafını söylememişti ona şimdi çok güzel cevabını verecekti. Birkaç tane kolye takmış saçlarını gelişi güzel bir şekilde dağıtmıştı. Ayakkabılarını da bavuldan çıkarıp yanı başına almıştı. Altları temiz olduğu için hemen yatağa oturup bileklerinden bağlamıştı. Güzel sayılmazdı ama tatlı olmuştu. "Geldim hadi çıkalım!" Melike elini saçlarında gezdirirken hafiften dağıtmıştı onları. Arel bir Melike'ye bir de bacaklarına bakarken derin bir soluk alıp kibarca "Canım, hava soğuk istersen pantolon giy!" Melike tek kaşını kaldırıp ona bakarken "Yoo! Ben iyiyim hadi çıkalım!" dedi Arel'in tersine giderek. "Canım deniz kenarında bir mekân orası üşürsün!" Melike, sevimlice ona bakıp gülümsedi. "Sen ısıtırsın beni!" dedi. Bu cümleyle Arel'in bakışları sabitlenmişti. Gözleri gözlerine değdi ikisinin de! Bir bakışla Arel, kendini dışarı savurmuştu. O bakışta neydi öyle?
Herkese çıktıklarını söyleyip arabaya doğru ilerlediler. İkisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Radyodan gelen müzikle yoğunlaşmış hava, Melike'ye pekte iyi gelmiyordu. Derin bir soluk çekti ama adamın kokusu yeniden burnuna dolunca bıkkınlıkla irkildi. Alışmak istemiyordu. Bu kokuyu benimsemek istemiyordu. Hatırlamak istemiyordu. Her şey unutuluyordu ama şu koku asla unutulmuyordu.
Saat akşam yediye gelirken Arel arabayı hızlı sürüyordu. Kendi kemeri bağlıydı ama Arel'in kemeri bağlı değildi.
"Kemerini bağlamalısın! Hem hızlı sürüyorsun hem de kemerini bağlamıyorsun!" istemsizce ağzından çıkan sözler, Arel'in kahkaha atmasına sebep oldu. İlk defa bu gülüşünü duyuyordu Melike. Sanki tam bir deli gibi gülüyordu. Ve hiçte çekici değildi. Normalde kitaplarda böyle çekici erkeklerin kahkahaları güzel olurdu ama karşısında duran Öküzümsü Angut hiçte ilgisini çekmiyordu kahkahasıyla. Ve o gülücükte neyin nesiydi? Tam bir kıroydu!
Radyoda ki sesler değişirken, Sezen Aksu dolmuştu kulaklarına. Ve peşinde gelen anıları da aklına… Melike'nin boğazı yine her zaman olduğu gibi tıkanıp kalmıştı bu sesle. "Nereye gidiyoruz?" elini koyacak yer bulamayınca hemen çantasının kulpunu tuttu ve onunla uğraşmaya başladı. "Gidince görürsün! Camı açacağım sakıncası var mı?" Yine Melike'yi düşünmüştü Arel istemeden. Ne zaman vazgeçecekti bundan? Melike'nin başını iki yana sallamasıyla camı açıp derin bir nefesle soluklanmıştı. Etrafını saran deniz kokusu ve yanındaki kızdan gelen portakal çiçeği kokusu içine içine batıyordu. Nefesini daraltıyordu. Gelecekleri yere geldiklerinde Melike etrafı tanıyordu ama çok değişmişti. Perşembe'ye yakınlardı ama burada ne aradıklarını bilmiyordu. Çantasını alırken Arel onu beklemeden inmişti arabadan.
Melike'nin belini tutup içeri sürüklerken sırıtıyordu. Sonuçta bunu neden yaptığını bilmiyordu ama yapmıştı. Oturanlara bakıp daha da sırıtmıştı. Bakışlar birbirini yakalarken Melike, şaşkınlıkla karşısındaki kıza bakıyordu.
İki arkadaş sıkıca birbirlerine sarılmışlardı. Nasıl bulmuştu burayı? Neden gelmişti ki İzmir'den? Hem evlenmemiş miydi?
"Senin burada ne işin var?" ikisi de aynı anda söyledikleri söze şaşkınca birbirlerine bakarak cevap vermişlerdi. Nasıl yani? "Arel!" ikisi aynı anda söylenmeye devam ediyordu. "Ne ben bir şey yapmadım. Yenge Hanım, nişanlım Melike. Canım, bu da Melis, kardeşim dediğim adamın eşi." gözler pörtlerken ağızdan 'Ne!' kelimesi çıkmıştı. İkisi de şaşkınca bakmaya devam ediyorlardı. "Lütfen üzerime ittifak kurup aynı anda söylenip aynı anda beni öldürmeye mi çalışıyorsunuz?" herkes kendine gelirken Arel çoktan oturmuştu masaya."Evren nerede?" Melis, şaşkınca ona dönünce "Birazdan gelir." demekle yetinmişti. Evren, ortama girerken Arel, Evren'e sarılırken iki kadın olaya Fransız kalmıştı. Melike de Evren'e sarılınca iki erkek karşılıklı oturmuş kızları da yanlarına oturtmuşlardı.
"Nişanlandın ve bana söylemiyorsun hatta bana söylemedin?"
"O kadar ani oldu ki şu yanımdaki konuşan ayı resmen bodoslama nişan yaptırdı."
"Bunlar böyle canım sabredemiyorlar."
"Siz neden geldiniz çalışıyordun sen?"
"Tatile hem de Arel tanıştırmak isteyince merak edip geldim. Baktım şimdi düşüncemi söylüyorum. Arel… Harika bir gelin bulmuşsun kendine de! Sen buna değecek misin orasını bilmiyorum!"
"O ne demek yenge… Seviyoruz bir birbirimizi!"
"Eminim! Bence de seviyorsun!"
Melis'in bu sözleriyle ikisi birbirlerine bakıp sessiz kalmışlardı. Daha sonra olacaklardan habersizce sohbete başlamışlardı.
Herkes gülüşürken ortamda pozitif akım yayılıyordu. İki kadın erkekleri asmış karşılıklı gülüşürken Evren arada karısına bakıp tebessüm ediyordu. Arel ise Melike her kahkaha attığında ona bakıp, gülerken elini ağzına kapatmasına, masumca hallerine, içinden ateşle cevap veriyordu. Dışındansa sadece somurtuyordu.
O anda Melike'nin gözleri karşısına kilitlenmiş ve öylece kalmıştı. Arel, Melike'nin bir anda susmasıyla bir şeyin olduğunu anlamıştı. Karşısına baktığında iki erkek bir masaya oturuyorlardı. Melike ise donup kalmıştı. Kıpırdayamıyordu. Elini ağzından çekemeden, sımsıkı geri kapatmıştı. İçi çığlık çığlığa bağırıyordu oysaki! Ne işi vardı onun burada? Hiç mi rahat bırakmayacaktı onu? Neden tekti? Neden ona bakıyordu?
"Canım iyi misin?" Melis, Melike'nin donup kalmasıyla arkasına bir bakış atmış ve hemen anlamıştı. "Biz biraz dışarı çıkalım." Melis ayağa kalkacakken Arel onu geri oturtmuştu. "Ben hallederim Melis!" Melike'ye dönünce gözleri dolmuş bir kızla karşılaşmıştı. O kadar uzun süre karşıya bakmıştı ki gözleri susuzluktan yanmaya ve dolmaya başlamıştı. "Canım hadi dışarı çıkalım!" Melike kendine gelip gözlerini onlardan çekip yanındaki adama bakmıştı. "Şey… Olur, müsaadenizle!" ayağa kalkarken Arel ona yardımcı olmuştu. Elini tutmuş, belini sarmıştı. Boyu Arel'in yanında küçük kalınca kendini küçük kardeşi gibi hissetmişti. Sanki ağabeyi onu tutuyormuş gibi! Sanki ona dayansa bütün her şeyi alıp götürecek bir abi gibi. Derdini anlatınca çözüm bulacak, bulamayınca da karşısındakini hırpalayacak bir abi gibi.
Ama nişanlısıydı ve çok yakında onunla evlenecekti. Hatta fazla zamanı bile yoktu. Dışarı çıkarken onu birazda olsa kendinden uzaklaştırmıştı. Sadece elini tutuyordu. Tabi dışarı çıkarken onların yanından geçmeleri gerekiyordu. Arel onu kendine daha da çekip yakınında tuttu. Melike'nin gözleri Arel'e dönünce Arel'de sinirle karşısındaki adama bakıyordu.
"Arel!" yanındaki kadına bakınca "Ben iyiyim!" kelimelerini duydu. "İyi olmalısın!" dışarısı hafif soğumuştu. Melike ürperince Arel kollarını ona dolamıştı. Saçlarının kokusu burnuna dolarken Melike kendini iyi hissetmişti. Başını daha da yasladı taş gibi gövdesine. "İyi misin?" Arel, kaşları çatık söylemişti bu sözleri. "İyiyim… Şey teşekkür ederim… Anlayışın için! Gerçekten çok rahatsın biliyor musun?" deyip kendini ona doğru saldı. Arel gülerek izlemişti onu. "Kokunun değişik, tuhaf olduğunu söylemiş miydim?" Melike sırıtmıştı sadece hiçbir şey söylememişti.
Uzunca bir süre öyle kaldıktan sonra içeri geçmişlerdi. Melike artık takmamaya çalışmıştı onları. Sonuçta o evlenmişti ve gitmişti. Daha da düşünmesi gerekmiyordu. Melis ile sohbete devam edip olanları unutmaya çalıştı ama karşısında sürekli ona bakan adam dikkatini dağıtıyordu. Arel artık sinirlenmişti. Niye hala bakıyordu bu adam? Melike, Arel'e bakınca sinirle karşısına baktığını gördü. Yumruk olan eli o kadar beyazlamıştı ki kasları bile gerilmişti. Neden böyleydi ki sanki onu önemsiyordu?
Masadaki elini biraz yan tarafa sürüklerken Arel'in elini tutmuştu. Bunu neden yapmıştı onu da bilmiyordu. "Sakin olur musun?" Arel, Melike'ye de sinirle bakış atıp sonra birazda olsa sakinlemişti. Tekrar karşısına bakan Arel'in elini daha sıkı sardı bu sefer. Melis ve Evren ise şaşkınlıkla onları izliyordu. İkisi de fena derecede şaşkınlardı. Biri Melike'ye şaşkınca bakıyordu, diğeri Arel'e. "Tamam!" Arel, Evren'e dönerken, Melike'nin elinden elini çekip onu sandalyesiyle beraber yanına kadar çekmiş ve bir elini omzuna atıp yapıştırmıştı kendine. Müzik başlayınca Arel elini Melike'ye uzatıp onu ayağa kaldırmıştı. Evren'de Melis'i kaldırınca kızlar birbirlerine gülümseyerek bakmışlardı. Şarkı o kadar duygu barındırıyordu ki bir an Melike ağlayacağını sanmıştı.
Yapamadı, yapmadı. O buradayken yapmazdı da zaten. Tam karşısında duruyordu, dönerken onu görebiliyordu. Yıllarını severek harcadığı adam, onu sanki hiç olmamış gibi bir çukura atıp üzerine bolca toprakla gömmüştü. Şimdi neden o da aynısını yapamıyordu ki! Beklemeye değmeyen, sevmeye değmeyen adam! Hala hissedebiliyordu onun derin bakışlarını üzerinde. Evlenmiş miydi? Parmağını da görememişti zaten. Ona da yabancı olduğu iki sözcüğü söylüyor muydu? Nasıl kanmıştı o kızda bu adama! Seviyor muydu gerçekten onu? Bitmişti ama değil mi? Kendisi bitmişti onda! Şimdi neden geçmişini açıp duruyordu! Buna bir son vermeliydi!
Bu adam artık ona yabancıydı. Hiç var olmamış gibi davranacaktı. Son bir kez daha o tarafa bakarken, gözleri birbirini bulmuş ve hızla başını Arel'e çevirmişti. "Arel!" Arel'in gözleri de Melike'yi bulunca ne oldu der gibi bakmıştı ona. "Teşekkür ederim!" kaşlarını çatıp tekrar soru sorar gibi baktı Melike'ye. "Sadece etmek istedim!" gözlerini hızla geri çekerken Melis ile göz göze gelmemeye çalıştı. Anılarını gözlerinden okumasından korkarak geri çekildi hemen. İçi yanıyordu, kendini tonlarca sıkıyordu. Ellerini o kadar sıkıyordu ki Arel'in belini okşayıp onu rahatlatmaya çalıştığını bile son anda fark etmişti. Hemen elini gevşetip ona baktı. Sonra Arel'in onu döndürdüğünü fark etti. Şaşkınlıkla tekrar ona yapıştığında neredeyse gülecekti. Tek elini yeniden ona yasladığında Arel artık anlamıştı sakinleştiğini. Bu kız ne zaman sinirlense ya elini yumruk yapıyordu ya da tırnaklarını derisine geçiriyordu. Neyse ki tırnakları kısaydı zarar verecek kadar olmuyordu. Müzik bitip normal parçalara geçerken onlarda masalarına geçmişlerdi. Evren gözünü Arel'e dikip kapıyı işaret ederken kızlar birbirlerine kısa bir bakış atmış daha sonra da ikisi de sularını yudumlamışlardı; biri utançtan, biri sinirden…
"Canım, biz bir iki dakikalığına dışarı çıkıyoruz tamam mı? Siz devam edin!" Evren, Melis'e bakarak bunları söylerken Arel, Melike'nin yanına gelip saçına bir tane öpücük kondurmuştu. İkisi de arkalarına bakmadan giderken Melis ve Melike şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. "İyi misin?" Melis, arkasına bakış atarken sormuştu bunu. Melike soruya karşılık başını iki yana sallamıştı. Gözlerinde biriken kederlerle Melis'e bakmıştı. Melis ise uzanıp sıkıca tuttu elini. "Bunların hepsi geçecek canım güven bana hepsi bitecek. Nasıl bittiğini anlayamayacaksın bile. Hem Arel çok iyi biridir. Sert görünür ama altında yatan kocaman yürekli bir insan var. Onu seveceksin! İnan bana bunu sen bile fark etmeyeceksin. Bir anda olup bitecek. Güven bana Melike!"
Sımsıcak bir gülüşle Melike'nin içini ısıttı Melis. Uzun zamandır kimseyle konuşmuyordu ve içinde neler olup bittiğini Arel geldiğinden beri fark etmiyordu. "Yıllardır geçmiyor Melis, tam şuramda hiç gitmiyor." kalbinin üzerine koyduğu elini kucağına geri koydu. Ve var gücüyle sıkmaya başladı. "Görebiliyorum… Sen bana güven!" Melike, çantasına elini atıp "Ben bir lavaboya gideyim!" hıçkırıkları yıllardır içinde azapla çıkmayı bekliyordu. Melike yaptığı hatayı bir daha yapmamak için esir ediyordu onları. Kullanıyordu yaşlarını. Şimdi de içindeki yine yutmaya gidiyordu. Tıpkı yıllardır yaptığı gibi!
Aynaya baktığında karşısında duran kız tanıdıktı. Ağlamak için çırpınan bir çift göz, onu durdurmaya kararlı bir genç kız. Soğuk suya elini sokup bekledi Melike. Sakinleşmek için hep bunu yapardı. Elinin üzerine temas eden tanecikler, buz gibi eline her zaman iyi geliyordu. Kıpkırmızı olmuştu eli soğuktan ama hiçbir şey hissetmiyordu. Ağlamamak için derin nefesler alıyordu ama veremiyordu, takılıp kalıyordu boğazını bir köşesine. Bir geçseydi şu zamanlar artık. Unutsaydı geçmişini. Bırakıp kaçıp gitseydi. Neden hala burada duruyordu ki! Aynaya tekrar bakıp, çekti ellerini suyun içinden. Yanaklarına koydu. Buz gibi elleri, ateş gibi yanan yanaklarına değince Melike derin bir nefes verdi. Gözlerini kapatıp tekrar derin bir nefes alıp verdi. Ve tekrar baktı aynaya. Teni de elleri gibi bumbuz olmuştu o saniye de. Tek eliyle kalbini tutup baktı tekrar aynaya.
Soluğu durmuştu, kalbi de durmuştu hatta kanı bile donmuştu Melike'nin. Bunu istemiyordu, böyle olsun istemiyordu. Neden dinlemiyordu ki sanki kalbi onu? Sesini de duymak istemiyordu. Yüzünü görmekte istemiyordu. Ayakları ağrıyordu, kalbi ağrıyordu. İnsanlar birkaç aya nasıl unutuyorlardı da Melike kaç sene geçmesine rağmen unutamıyordu. "Ne istiyorsun?" bunu demeyi bile becerememişti aslında, kısık sesi ona pekte yardımcı olmamıştı. Onun duyup duymadığından bile emin değildi. Arel olsaydı karşısında kesinlikle onu duyardı hatta ona cevap verip kızgın suratıyla bir bakış atardı. "Seni görmek istedim. Yanıma gelmeyeceğini biliyordum. Bende buraya geldim." tek diyeceği bu muydu? En azından bir özür beklerdi. Belki böylelikle daha az nefret ederdi ondan. Melike nerede olduğunu umursamadan bacaklarını harekete geçirdi. Elleri titriyordu ve bumbuz olduğu için çantasını tutamıyordu. Çantasını düşürürken yanına yaklaşmıştı. Hangi cesaretle bunu yapabilirdi. "Melike iyi misin?" koluna mı dokunuyordu o?
"Çek ellerini üzerimden… Sakın yaklaşayım deme… Adımı alma ağzına… Bir daha sakın dokunma bana!" çantasını kaptığı gibi kapıya yaklaştı ama önünde duran kocaman lacivert bir adama çarpmıştı. Kokusu burnuna gelince hızla ona doğru döndü. Arel onu kolundan tutarken sinirle karşısındaki adama bakıyordu. "Arel, çıkalım buradan." Melike, ne derse desin Arel'in onu dinlediği yoktu. Hala sinirle karşısında durup Melike'ye göz ucuyla bakan adama sinirle bakış atıyordu.
"Arel lütfen… Gidelim hadi!" Melike, elini tutuyorsa da hissetmiyordu Arel. Gözü dönmüştü. Demin bu adam nişanlısının kolunu mu tutmaya çalışmıştı! "İçeri geç!" tek dediği bu olmuştu. Melike hızla çıkmıştı lavabodan. Masaya geçerken Melis gözlerini kısmış Melike'nin kıpkırmızı kalan ellerine bakıyordu. Hızla eline dokundu ve bir anda geri çekti. Bumbuzdu hatta buzdan bile daha soğuktu Melike'nin elleri.
"Melike iyi misin? Ne oldu içerde?" Evren, Melike'nin geldiği yöne bakarken "Sanırım onu sakinleştiremedim!" dedi Melike. Üzgündü. Yıllar sonra ilk defa sesini duymuştu ve o sadece üzgündü. Her şey çok değişmişti. O artık sevdiği adam değildi. Evlenmişti belki ve o da yakında evlenecekti.
"Ben bakıp geleyim! Sizde arabaların olduğu yere geçin bekleyin!" Evren, Melike'nin geldiği yoldan giderken seslere doğru ilerlemişti. Melike ise ceketini giyip çantasını tekrar eline almıştı. Melis, Melike'nin koluna girip onu arabalara doğru sürükledi.
"Arel, bırak adamı artık. Sakin olur musun biraz!" Arel iki elini adamın yakasına atmış gözlerinden çıkan ateşle adama bakıyordu. "Seni onun yanında görmeyeceğim bir daha anladın mı?" Evren, arkadaşını geri çektiğinde ki o bile zorlanmıştı artık, Arel adamın yakasını bıraktı. "Bir daha sakın gözüme görünme!" Arel son cümlesini söyleyip lavabodan çıkarken Evren de peşinden gitmişti. Aklında ki sorulara da hiçbir cevap veremiyordu. Bunu neden yapmıştı? Melike üzüldüğü için mi? Yoksa adamın ona olan bakışları yüzünden mi? Sadece sinirliydi Arel.
Hesabı ödeyip arabalara doğru ilerlerken ona arkası dönük olan kıza kısa bir bakış attı Arel! Bir yerinde bir şey var mı diye. Evren ona bir şeyler söylüyordu ama Arel bunun hiçbirini anlamıyordu. "Bu gece kalın yarın beraber döneriz tamam mı? İkinizin de sakinleşmeye ihtiyacı var! Beni anladın mı Arel?" Arel, arkadaşına bakıp başını sallarken Melis, Melike'ye dönüp sıkıca sarıldı. "Dediklerimi düşün canım!" deyip yumuşacık öptü yanaklarından. "İyi geceler!" herkes arabasına bindiğinde Melike sinirle Arel'e döndü. "Neden böyle bir şey yaptın? Neden Arel?" Arel, sertçe ona bakarken Melike korkmuştu ama bunu göstermeye pekte niyeti yoktu. "Sus Melike!" Arel hızla otoparktan çıkarken sessizce küfürler ediyordu. Kız haklıydı! Neden yapmıştı bunu hangi bahanesi üzerine yapmıştı.
Eve gelene kadar ikisi de konuşmamışlardı. Sadece Arel benzincide durunca Melike'ye bir şey isteyip istemediğini sormuştu. Melike'nin cevabı bir çift sinirli göz olmuştu. Kapıyı sertçe çarpıp derin bir nefes alırken genzini yakan kömür dört tarafını sarmıştı. Artık kış iyiden iyiye ortalığı sarmıştı. Henüz sonbaharın ortalarındaydılar ama Karadeniz'e yağmur çoktan basmıştı. İşlerini halledip tekrar eve sürdüğünde artık gelmişlerdi. Melike arabadan sertçe inmişti. Her tarafı buz gibiydi. Ellerini hala hissedemiyordu. Arel ona yetişirken kolunu tutmuştu. Kolundan inip elini tutarken Melike buz gibi eline değen sımsıcak elin varlığıyla bir şok daha yaşamıştı. Vücudu bu sıcaklığı istedikçe Melike Arel'in elinden kurtulmaya çalışıyordu. Arel gözlerini Melike'ye dikip şaşkınca ellerine bakmıştı. Bu kız iyi değildi.
"Melike!" Arel, diğer elini onun yanaklarına götürdü. Sonra boynuna, alnına… Melike hızla geri çekildi ama elindeki sımsıcak elden kurtulamamıştı. "Bırakır mısın?" elini çektikçe daha da yaklaşıyordu ona "Bırakmam!" solukları hızlanırken, elini sertçe çekmeye çalışıyordu. "Ne oldu ellerine, yüzüne ne yaptın? Ben gelmeden önce ne oldu Melike?" sinirle ona bakmıştı Melike. "Hiçbir şey yapmadım ben. Sinirlenince üşüyorum. Ellerim buz tutuyor oldu mu? Şimdi bırak beni!" hala bırakmamıştı Arel. İki elini de tek elinin içine alıp diğer eliyle onları sarmıştı. Elini dudaklarına yaklaştırıp iki tane derin bir öpücük bıraktı. Nefesini üfleyip onları sıcak tutmaya çalıştı. Arada bir elinin içindeki elin kıpırdandığını hissetse de devam etmişti nefesini üflemeye. Melike tepeden tırnağa kadar kızarmıştı. En az beş dakika o şekilde kalmışlardı. Arel üfledi, öptü. Melike ise onu izledi utanç bakışları arasından. Utansa da elini geri çekmedi Melike. Buna ihtiyacı var gibi sımsıcak elin içinde tuttu ellerini. Teni normale dönerken Arel, gözlerini kısıp ona baktı. "Şimdi iyi misin?" Melike utanıp başını olumlu anlamda salladı. Arel hızla onu çekip sarılırken, o tuhaf koku yine etrafını sarmıştı. 'Kömür kokusundan iyidir!' dedi içinden.
"Bugün için teşekkür ederim. Yani sadece Melis için! Öteki için değil!" başını onun göğsüne daha çok yasladı Melike. Boyu kısa olmasına rağmen Arel'in ayaklarına basınca tam göğsüne denk gelebiliyordu. Bu onu mutlu ediyordu. İyi hissediyordu. Güvende hissediyordu. Rahattı. Ve aslında bu hiç hoşuna gitmiyordu. Bu berbat histen kurtulmalıydı…
Kapını otomatiği açılınca ikisi de ayrılmışlardı birbirlerinden. "Evren, yarın birlikte gidelim dedi. Ya akşam çıkarız yola ya da gece ben sana haber veririm. Sen bavulunu eşyalarını hazırla tamam mı? Ne gerekiyorsa alabilirsin. İdil de dâhil! Şirketin uçağıyla gideceğiz. Tamam mı?" Melike başını onaylar vaziyette sallarken Arel onu içeri doğru çekmişti.
Ev yine kalabalıktı. Bade Hanım ve Altay Bey içerde annesiyle bir görüşme yaparken Melike, birazda olsa şaşırmıştı bu duruma. Annesi hemen arkadaş olan tiplerden değildi tıpkı kendi gibi. Komşular, akrabalar, anneannesi, teyzeleri herkes buradaydı. Oturmaya yer bulduklarında annesiyle Bade Hanımın arasına girmişlerdi. "Anne bu akşam gitmiyoruz İzmir'e. Evren yarın gidelim dedi bizim içinde iyi olur! Hazırlıklar falan uğraştırıyor bayağı! Akşam ya da gece gideriz ben uçağı hallettim zaten!" Arel, annesiyle konuşurken Melike de kendi annesine durumu anlatmaya çalışıyordu ama Arel gayet iyi anlatmıştı annesine. "Tamam, oğlum siz nasıl isterseniz öyle yapalım. Zaten benim de burada halletmem gereken birkaç iş daha vardı." zaman ilerledikçe komşuları onlara nasıl tanıştınız, nerede tanıştınız, ne zaman âşık oldunuz, gibi sorular sorarken Melike'nin başı ağrımaya başlamıştı ama Arel hemen imdadına yetişip onu kurtarmıştı. Onlar sorup Arel cevaplıyordu. Saat gece on ikiye gelirken herkes toparlanıp gitmişti. Geride sadece Arel'ler ve kendi ailesi kalmıştı.
"Efendim bizde kalkalım artık. Hepimiz yorulduk biraz dinlenelim. Daha sonra bir şey olursa haberleşiriz." Bade Hanım sözcüklerini söyler söylemez ayaklanmıştı. Medine Hanım onu onaylayıp kapıya kadar geçirirken Melike ve Arel birbirlerine bakıp çekmişlerdi gözlerini. Herkes vedalaşırken en sona yine Arel kalmıştı. "İyi geceler!" Arel, ona bakıp gülümserken "Sana da iyi geceler! Dediklerimi unutma sakın ne gerekiyorsa al. İstediğin ne varsa!" Melike tamam anlamında başını sallayıp gülümseyerek elini salladı Arel'e. Bu biraz tuhaf olmuştu ikisi içinde. Melike sadece bugün ki yaptığı için bir minnettarlık sergilemişti o kadar. Bunun için gülümsemişti, iyi davranmıştı ona.
Odasına geçtiğinde hiç soluk almadan olanları İdil'e aktarmıştı. Melike anlattıkça İdil küfür edip duruyordu. Ve bu biraz tuhaftı çünkü İdil asla küfür edemezdi. Sürekli Arel'in yaptığı şeyin doğru olduğunu söyleyip duruyordu ki Melike bundan hiç hoşlanmamıştı. Sonuçta onu korumasına ihtiyacı yoktu. Ona zararı fiziksel değil zaten ruhen vermişti daha ne yapabilirdi ki! Anlattıkça biraz olsun rahatlamıştı ama aklından asla çıkmayacak şeyleri de vardı.
Arel'in intikamını, Melis'in sözlerini, onunla karşı karşıya gelmesini, kolunu tutmasını. Kafası o kadar dalgındı ki ne annesinin içeri girdiğini ne İdil'le konuştuğunu ne de kapıyı çekip çıktığını duymuştu. Ne evlenmekti hayali, ne de sevdiğini bulmak. O sadece annesi, ailesi için yaşıyordu. Onlar için okuyordu o kadar. Ve de okuyacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |