6. Bölüm

♦0.6♦

hayat melike kurioğlu
_haymel

Sabah uyandığında elini yüzüne kapatıp tekrar uyumaya çalıştı çünkü yine kâbusları onu gece uyutmamıştı. Gözlerini bile açmadan acılarını hissediyordu. Saat daha sekize yeni geliyordu. Kaç senedir erken kalkmaktan alışmıştı artık bünyesi. Banyoya geçip elini yüzünü yıkadı hızla. Daha sonra mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya çalıştı. Aklı ne zaman düne gitse şarkı mırıldanıyordu bazen de okuduğu kitabın ya yazarını ya da karakterini eleştiriyordu. Domatesleri soyduğunda kapıda beliren Katre'yle kendine gelmişti. Ona gülümseyip elindeki salatalığı ağzına tıkmıştı. "Günaydın ablacığım!" Katre, kollarını açıp onun beline sarılmasıyla Melike daha fazla kendini tutamadan öpücüklere boğmuştu miniğini. Onu seviyordu. Neden sevdiğini bilmiyordu ama onun da babasız kalması sanırım onda ablalık duygusunu daha da geliştiriyordu.

Katre masaya oturup çayları koyarken Melike de yaptığı böreği kesiyordu. Medine Hanımla İdil de içeri girince herkes tamamlanmıştı. "Günaydın kızlarım!" kızlardan üç öpücük alan Medine hanımda sofraya oturmuştu. Yemeklerini yerken ortamda oluşan sessizliği Medine Hanım bozmuştu.

"Melike, bu akşam gidiyorsun nasılsa kızım. Anneannenlere mi gitsek hep beraber! Hem Katre da orayı görmüş olur! İdil de biraz gezmiş olur. Tıkılıp kaldı dört duvar arasına yavrum. Hem de son akşam yine toplanırız. Geze geze gideriz."

Buna en çok sevinenlerden biri Katre olmuştu. Diğeri de Melike. İçinde derin bir buruklukla gidecekti oraya Melike ama yine de seviyordu orayı. Ayrılık geldiği vakit gözlerden düşen gözyaşı değil hüzün yaşı oluyordu. Çünkü Melike senelerdir gözyaşı değil hüzün yaşı döküyordu. Senelerin ona öğrettiği bir şey daha vardı. Gözyaşı sadece dışarı akmıyordu.

Hızla yemekleri yiyip bulaşıkları toparladıklarında Katre, Melike'nin zor ısrarı sonucu erkenden gidip hazırlanmıştı İdil ablasıyla. Üzerine giydiği tişörtün kenarında olan karartıyı görünce gülmeden edemedi. Sahi artık kurtulmuştu değil mi? Tişörtü çıkartıp kenara koyarken başka bir giysi bulmak için dolabı biraz kurcalamıştı. İdil de bavuldan üzerine elbisesini geçirip gülüşerek Katre ile birlikte oturma odasına geçmişlerdi. Annesi de hazırlanmış onları bekliyordu. Katre, İdil ve Medine Hanım oturup sohbet ederken bu sefer beklenen Melike idi.

Melike odasına girdiğinde çalmayan telefonuna bakıp dolabına ilerlemişti. Dolaptan yeşil gömleğini görüp yatağa atarken Karadeniz'in soğukluğuna aldanmamak için altına etek yerine gri pantolonunu giymişti. Gömleğin yakalarını hızla düzeltirken beline kemer takmayı da unutmamıştı. İyice zayıflamaktan beli artık pantolonlarını tartmıyor aşağı düşürüyordu ki bu görüntü felaketti. Ona uyan bir ayakkabı bulmak kolay olmamıştı ama zaten anneannesine gideceği için spor ayakkabılarını giymesi yeterliydi. Herkes hazır olup evden çıkarken Melike çalan telefonunu duymuyordu. Annesi ona seslenince kendine gelmişti.

"Efendim Melis!"

"Nasılsın canım?"

"İyiyim annemle anneanneme gidiyoruz. Sen nasılsın?"

"Bende annemdeyim… Birkaç saat sonra buluşalım mı? Hem benim bir arkadaşımla tanıştırmak istiyorum seni."

"Tabi olur canım. Bende arkadaşımı getirsem olur mu?"

"Tabi olur. Hatta mükemmel olur. Tamam, o zaman sen haber ver bende bizim kıza haber vereyim."

"Tamam, canım hadi görüşürüz!"

Anneannesine gidene kadar yolda gördüğü bütün tanıdıklarına selam verirken Melike'nin dili damağı kurumuştu. Ne kadar konuşkan bir milletti bu Türk milleti! Anneannesine geldiklerinde ilk fark ettiği salıncağı olmuştu. Katre ile gülerek salıncağa koştuklarında dışarı çıkan ahali onları görünce biraz gülüşmüş sonra soğuk diye içeri kaçmışlardı. İdil zaten soğuğu asla sevmeyen biriydi ilk içeri kaçanlardan birisi de oydu. Ama ne Melike'nin umurundaydı soğuk ne de Katre'nin. İkisi de hallerinden gayet memnunlardı. Bir ileri bir geri sallanırken Katre'nin başı dönmüş ve eve geçmişti. Ama Melike'nin hiçte içeri girme gibi bir hevesi yoktu.

"Bakıyorum da mutlusun!"

Arkasından gelen sesle hızla arkasına dönerken az kalsın düşecekti ki ellerini zar zor salıncağa sarabilmişti. Arel'in bakışları hızla üzerinde tur atarken o da onun burada ne işi olduğunu çözmeye çalışıyordu.

"Olmamam mı gerekiyor?"

"Bilemem!"

Hızını düşürüp müzik dinlediği telefonunu kapattı. Arel'e dönerken tek kaşını kaldırmış ona bakıyordu. Salıncak dururken Arel'de yanına gelmişti. Yere oturup ona baktı. Şu halde bile o kadar güçlü duruyordu ki! Melike öylece ona bakakalmıştı."E! Beni de davet etmeyecek misin?" Bembeyaz dişleriyle ona gülümserken, Melike'nin sinirleri bozuluyordu. Adam her şeye gülüyordu, alay ediyordu ya da sinirleniyordu! Adamın hiç normal bir hali yoktu. Olsa da Melike hiç görmemişti.

"Seni tartamaz canım o!"

"Deneyelim mi?"

Melike gülümsemişti söylediği sözlere! "Deneyelim!" ayağa kalkıp ilk önce ona yer verdi. Biliyordu ki bu cüsseli adam bir yere sığmazdı. Arel oturunca ağaç bir sallanıp kendine gelmişti. Ama yine de sağlam görünüyordu. Arel yan tarafına vurup ona yer açtığında Melike oraya sığmakla sığmamak arası bocalıyordu. En sonunda pes edip yanına sıkışmaya çalıştığında güç bela sığmıştı. Ayakları yere değmiyordu tabi ki! Kim sallayacaktı onu da bilmiyordu. Tek başına olsa rüzgârla birlikte hareket edebilirdi. Ama yanında bu Zürafa Kılıklı adam varken olmuyordu. Arel onu belinden tutup daha iyi yerleştirmişti. Tabi bunu yaparken de Melike'nin gözleri olanca açılıp ona bakakalmıştı. Yutkundu. Yutkundu. Ve tekrar yutkundu Melike. Yıllar geçmişti birinin ona bu denli yaklaşmasına izin verirken. İzin de vermemişti ama yine de diyecek bir şeyi yoktu Arel'e karşı.

Salıncak hafifçe sallanmaya başlayınca tek elini ipe dolayıp diğerini de dizinin üzerine koydu. Arel belini sıkıca sarmış ayaklarıyla hafifçe sallıyordu salıncağı. Boyu o kadar büyüktü ki salıncağa göre dizleri yukarı itiyordu Arel'i. Melike buna kısaca gülüp geçmişti. Sanırım salıncağı abisinden sonra ilk defa büyük birini görüyordu. Melike zaten boyuna bakıp bir iç geçiriyordu. Bir insan ancak bu kadar küçük olabilirdi. Teyzeleri ondan daha küçüktü ama Melike yine de boyunu küçük buluyordu. Arel'le tanıştıktan sonra.

"Bu kadar çok düşünme!"

"Düşünmüyorum!"

"Elbet bir gün evlenecektin! O adam neden ben olmayayım?"

"O adam sen değildin Arel, inan bana!"

İkisinin de elleri sinirle kasılmıştı.

"Artık o adam benim!"

"Ölümüm olacaksın Arel!"

"Seni yaşatacağım Melike, inan bana!"

Melike, Arel'e bakakalırken onları Ayçe bölmüştü. Gülerek onlara bakıyordu. "Çocuklar hadi yemeğe!" Melike, teyzesine dönüp kafasını sallayınca Ayçe, balkondan eve girmişti. Arel'e dönüp tekrar bakarken "Bu konu burada kapanmadı Arel!" bu sefer sinirle soluyan Arel olmamıştı. Ama yine de Arel de sinirle ona bakıyordu. "Merak etme birazdan her şeyi tek tek bana anlatacaksın. Ve ilk soruna yanıt bulman biraz uzun zaman alabilir bunun için ben şimdiden soracağım 'o adam kimdi' sen düşün yarım saate detaya gireceğiz." Melike, sinirle ayağa kalkıp eve yürümeye başladı. Bu adama tüm geçmişini anlatacak hali yoktu. Bilmesine gerekte yoktu. Bekliyorsa da daha çok beklerdi.

Yemeklerini yerken yine tüm aile buradaydı. Aynı yıllar önce geldiği gibi. Bu sürprizli gelime herkes sevinmişti. Saat ikindiye gelirken aklına Melis, gelmişti. Yemekleri topladıktan sonra gidebilirdi. Ama şimdi misafirler vardı. Acaba iptal mi etseydi?

Sofrayı hep birlikte kaldırmışlardı gençler. Yemekten sonra hazırlanan kahveyle, herkes koltuklara geçmişti. Arel kahveyi içmeyi düşünmüyordu aslında 'bu deli kesin içine yine bir şey katmıştır' diye düşünmeden edemiyordu. Şüpheyle ona bakmıştı ama Melike başını iki yana sallamıştı. Yine de bir şüpheyle almıştı elinden kahveyi. Taze kahve, ağzının içinde dağılırken güzel bir tat bırakmıştı damağında. Keyifle gülümseyip kendisine soru soran Melike'nin dayısına cevap vermişti.

"Anne benim bir iki saatliğine dışarı çıkmam lazım. Melis aramıştı hani! İdil'le beraber gider geliriz!"

"Tabi kızım git ama çabuk gel olur mu? Misafirler var şimdi burada ben ilgilenirim sen gelinceye kadar!"

"Sen bir tanesin Medine Sultan!"

Annesini öpücüklere boğup geri çekilirken teyzeleri de araya girip iki üç öpücük kapmışlardı Melike'den. Annesi o gitmeden "Arel ile mi gideceksin?" demişti ve bu soruya ne cevap vereceğini bilemiyordu. "Bilmem!" deyip geri çekildi Melike. Odaya geri dönerken Bade Hanım onu bir güzel süzüp, mükemmel gülüşünü sergilemişti. O da en içten gülümseyip yanına doğru ilerlemişti. Melike, yanına gelince gelinin bir şey söyleyeceğini tahmin etmişti. "Söyle güzel gelinim. Ne oldu?" Melike, kadına hayretle bakıp onu nasıl anladığına şaşırmıştı. "Efendim ben bugün için bir arkadaşıma söz vermiştim. Ama sizde buradasınız!" Bade onun sözünü kesip olayı ele almıştı. "Git sen güzelim zaten şurada fazla zamanında kalmadı. İyice gezin dolaşın. Biz zaten annenle biraz turlayacağız bugün." Melike, ciddi anlamda bu kadını çok sevmişti. Ona gözleriyle teşekkür ederken içinden geçeni dışından da söylemişti. "Teşekkür ederim! Ben o zaman hazırlanayım. Zaten çok durmam siz buradayken. Yetişirim ben size!" hemen kalkıp hazırlanmıştı Melike. İdil'i de sürüklemişti peşinde. Arel o gitmeden kolundan yakalamıştı tabi. "Ben bırakırım sizi tek gitme!" Melike, itiraz edecekti ama Arel'in gözlerinde gördüğü deli gücü onu ikna etmişti. "Tamam!" diyebilmişti sadece.

Arabaya binince hemen Melis'i aramıştı Melike. "Canım, biz çıktık şimdi evden neredesiniz siz?" Melis, ona kafeyi tarif ederken Arel'de pür dikkat onu dinliyordu. Arel, Melike'nin Melis'i nerden tanıdığını bilmiyordu ama sanki Melike'yi daha öncede gördüğünü var sayıyordu. Acaba düğünde karşılaşmış olabilirler miydi? Öyle olsa Melike mutlaka onu hatırlardı. Kafasındaki soruları es geçip Melike'ye döndü. "Anlat!" dedi kısaca. Melike ona bakıp başını ne anlamında salladı. "Neyi?" aslında biliyordu ama kaçıştırıyordu onu. "Sence neyi? O adam kimdi Melike? Başla bakalım!" Melike iyice sabrının sonlarına geldiğini hissediyordu. Arkada İdil onları duymamazlıktan geliyordu bunu da biliyordu ama yine de sessiz olması için arkasını gösterip duruyordu. Ama adam anlamamakta ısrarcıydı elbette. İdil zaten her şeyi biliyordu neden saklasındı ki!

"Arel, yeter artık sana anlatacak hiçbir şeyim yok benim! Rahat bırak beni! Neden ilgileniyorsun ki? Neden karışıyorsun?"

"Melike!"

"Bu ses tonun beni yıldıramaz Arel Korhan! Sana her şeyimi anlatacak değilim! Benim için bir yabancıdan başkası değilsin! Senden korkacak olsaydım eğer şimdiye kadar çoktan kaçıp gitmiştim. Ama buradayım, karşındayım! Senin olacağım! Zorla beni kendi gelinin yapmayı başardın. Hatta benim yapmadığımı bildiğin halde! Sana bir şey söyleyeyim mi? Senden adam falan olmaz! Şimdi durdur arabayı!"Melike, sinirinden ağlayacak dereceye gelirken elleri titriyor, derisini söküp almak ister gibi diğer elini çimdikliyordu. Kendine verdiği zarardan başka bir şey değildi sinir onun için.

"Hayır!"

"Sana durdur arabayı dedim! Bak ciddiyetle söylüyorum arabayı sağa çek yoksa olacaklardan ben sorumlu olmam!"

Arel, Melike'nin gözlerinde gördüğü kararlılıkla kenara çekti arabayı. Melike hızlıca arabadan inip kaldırıma çıkarken, Melis'in olduğu kafe ona çokta uzak değildi. İdil de arabadan inerken bu iki delinin fazla ses çıkarmaması için uğraşıyordu. Ama nafile. Arkasından gelen sesi çok rahat duymuştu. "İşin bitince seni alırım!" adam gerçekten inattı ama bilmiyordu ki Melike ondan daha inattı.

Kafeye geldiğinde karşısında gördüğü kızlar artık ona yabancı değildi. İki kız kafa kafaya vermiş birbirlerine bir şey anlatıyorlardı. Melike yanlarına gittiğinde herkes bir coşkuyla ona sarılıp nasıl olduğunu sormuşlardı. Melike onları iyiyim deyip geçiştirse de Melis bir şey dememişti. Ceylan ile tanıştıklarında Ceylan ona çok sevecen yaklaşmıştı. Melike de bu tepkiye aynı karşılıkla geri vermişti.

"Nasıl tanıştınız?" Melis'in sorusu onu afallatırken Ceylan da ona ilgiyle bakıyordu. İdil her şeyi bildiğinden sadece ne diyeceğine odaklanmıştı. Melike, hiçbir tepki vermeden anlatmaya başlamıştı. "Parkta tanıştık. Başkasına yapacağı sürprizi yanlışlıkla bana yaptı. Öylece tanışmış olduk." Yalanda sayılmazdı gerçi. "İzmir göründüğü kadar büyük değilmiş demek ki! Bak yine birbirimizi bulduk bu sayede!" Melis ona gülerek cümlelerini söylerken Melike içinden buruk, dışından sevimlice gülümsedi. Melis'in evliliği, Ceylan'ın nişanlısı, İdil'in Kıvanç'ı derken saat sekize gelmişti. Kızlarla kaldığı sürece gerçekten güzel vakit geçirmişti Melike. Sessiz sakin kaldığı tek anı, bu anı olmalıydı. Melis, Evren'in onu aramasıyla kalmak zorunda kalmıştı. O gitmeden Melike'de Arel'e haber vermişti. Her on dakikada bir Melike'ye gelip seni alayım mı diye mesaj atmaktan Melike artık dayanamayıp onu aramıştı. Evren geldiğinde, Arel'de peşinden gelmişti. Bu iki erkek dışarının dikkatini bayağı çektiğinden Melis'in gözleri sinirle etrafı tarayıp hızlıca Evren'in yanına ilerlemişti.

Evren ona kollarını açarken Melike onlara gülümseyerek bakmıştı. Bunu da fark eden tabi ki Arel olmuştu. O böyle bir hareket yapsa, Melike ona söylemediğini bırakmazdı. Evren, Melis'e bakıp bir şeyler söylerken, Melis iki bakış kaçırıp etrafta gözlerini dolandırıyordu. Kucaklaşma anı bittikten sonra Evren önce kızlara sonra Arel'e selam vermişti. Tabi Arel de öyle yapmıştı. Melis annesine gideceği için Evren onu götürecekti. Ebru da eve kadar yürüyeceğini söylemişti. Tabi Melike hemen itiraza başlamıştı. "Araba ne güne duruyor. Biz seni bırakırız. Merak etme fazladan benzinimiz var!" deyip gülmüştü Ceylan'a. "Evet, biz bırakırız seni hem bu hava da tek başına yürümene bende izin vermem!" dedi Arel de Melike'ye katılırken. Ceylan, Melis'e dönüp "Bunlar sizden daha beterler ben söyleyeyim. Tencere kapak bunlar!" deyip gülümseyip Melis'e veda etmişti. Kızlar birbirlerinin numarasını alıp mutlaka buluşmak için sözleştiklerinde elbette Melike'nin düğünü için bir araya geleceklerdi.

Herkes arabaya yerleşirken Melike, sinirle Arel'e bakıp binmişti. Ceylan, Arel'e yolu tarif ederken, üç kız düğün için planlar yapıyorlardı. Sonunda evin yanına geldiklerinde hepsi beraber arabadan inmişti.

"Canım, sizi tanıdığıma o kadar sevindim ki!"

"Bizde öyle sık sık görüşelim lütfen arayı açmayalım. İzmir'deyim diye telefonu da eksik etmeyelim birbirimizden. Tayinini bekliyormuşsun zaten inşallah İzmir çıkarda hep beraber oluruz."

"İnşallah canım! Sizi de tanıdığıma sevindim Arel Bey! Melike'yi üzmeyeceğinize eminim! Umarım çok mutlu olursunuz."

"Bende diyeceğim ama sizi daha tanımıyorum inşallah bir gün yine buluşup tanışırız. Dilekleriniz içinde teşekkür ederim."

"İdil'ciğim seni tanıdığıma da çok sevindim. İnşallah yine buluşuruz!"

İdil de ona temennilerini sunarken sözler, rüzgâr gibi dağılıp gitmiş, Ceylan evine geçmiş, İdil, Melike ve Arel'de arabaya binmişler, yola çıkmışlardı. Araba sessizce ilerlerken kimse konuşmuyordu. Arada radyodan gelen hafif müzik eşlik ediyordu onlara. Bu sessizlik fazla sürmemişti. Arel, arabayı caddenin sağına hızla çekince Melike biranda şaşırıp daha sonra hızla ona dönmüştü.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen, öldürecek misin bizi?"

"Ortada biz diye bir şey yok!"

"Arabada sadece üçümüz olduğumuza göre, ölecek başka insan var mı?"

Arel, sinirle Melike'ye bakınca, Melike hafif ürpermiş ama belli etmemişti.

"Kim o adam?"

"Seni ilgilendirmiyor dediğimi hatırlıyorum!"

"Sana son kez soruyorum 'Kim o adam?' senin peşinden neden geldi? Seninle ne işi vardı? Neden korkmuş gibi davranıyordun? Neden ellerin buz kesildi? Neden o adam sana dokunabilecek kadar yakınına geldi?"

Melike, gözlerini kısıp iyice derin soluklanırken, kaldırımda giden çifte baktı. Gözlerini yumup tekrar açtı.

"Sevdiğim adam! Anladın mı? Âşık olduğum adam, ondan başkasına bakamadığım, bakmadığım adam! Mutluluğu uğruna burayı terk ettiğim adam! Anladın mı Arel Korhan! O benim İzmir'e gelme sebebim!"

*************************************************

Arel, ona hiçbir şey söylememişti o günden sonra. İzmir'e geleli yaklaşık iki hafta olmak üzereydi. Sınavlarını vermek için erkenden gelip birkaç ödevine göz atmış, arkadaşlarından notları almış ve koleksiyon ve defile için kendini yeniden odasına atmıştı. Defile olmuştu ama koleksiyonun diğer parçaları hala gizli tutuluyordu. Buna da hocaları göz atacaktı. Geleli ne kadar iki hafta olsa da iki gün sonra eve geri dönecekti. Bütünlemeye kalacağını hiç zannetmiyordu ki bütün sınavları çok iyi geçmişti. Hatta sınavdan sonra birkaç hocası hemen notları açıklamış ve gayet başarılı geçtiğini kanıtlamıştı. En sona en zor dersleri kalmıştı. Onları da bugün halledip bir an önce eve dönüp toparlanmalıydı.

Final notlarını arkadaşlarından alırken yine birkaç kişiye evleneceğini ve yanında olan kartlardan birkaç tane dağıtmıştı. Arkadaşları kimi çok sevinmiş kimiyse ona imrenerek bakmıştı. Bu bakışlardan haberi olsa da ağzını açıp tek kelime etmemişti. İmrenilecek bir hali yoktu aslında! Neyse ki elindeki proje çizim dosyasıyla Özgür hocasının yanına uğramıştı da kızlardan kurtulmak için iyi bir bahanesi olmuştu. Sona kalan final tezini ve koleksiyon hazırlık ve defile planlamasını verecekti. İyi hazırlanmıştı. Ama yine de sert bir hoca vardı karşısında!

Kapıyı iki kez tıklatıp gelen sesle içeri girerken tedirginliğini üzerinden atmaya çalışıyordu. "Merhaba hocam!" kızın sesini duymayla Özgür hoca hemen dikelmiş ve "Ah en sevdiğim öğrencim! Hoş geldin kızım! Biz sana izin vermiştik diye hatırlıyorum." Melike gülümseyerek ona gösterilen yere otururken elindekileri de karşısındaki sehpanın üzerine bırakmıştı.

"Evet hocam. Öyle sadece final tezimi getirdim. Bir de defile planlama ve koleksiyon hazırlığımı! Defileden sonra getirin demiştiniz. Bir de size bir davetiye bırakacağım. Umarım katılabilirsiniz!"

Melike elinde duran asilce parlayan davetiyeyi Özgür hocasının eline vermişti. Adamın gözlerinin heyecanla parladığına yemin bile edebilirdi. "Ah sen evleniyor musun? Hem de mezuniyetten hemen sonra!" Melike başını aşağı yukarı sallayıp, dudaklarını dişlerinin arasına almıştı.

"Elbette o düğünde yerimi alacağım. Davetin için teşekkür ederim kızım. Resmen elimizde büyüdünüz koskoca dört sene geçirdik birlikte! Şimdiyse yeni hayatına yeni adımlarla giriyorsun. Umarım çok mutlu olursunuz Melike, dilerim Allah'tan tüm hayatın bunun ki kadar güzel geçer! Ah ağlayacağım neredeyse! Getir bakalım final tezinle, diğer görevlerini, inceleyelim!"

Sonraki zamanları hocasıyla birlikte koleksiyonu incelemek ve defile için daha iyi planlama yapmakla geçmişti. Özgür hoca herkese çok yardımcı oluyordu bu konuda! Torpil yapıyorsa herkese yapıyordu. Ve herkes en çok onu seviyordu. Ama tersi de tersti.

"Koleksiyonun için diyeceklerim 'Bence ancak bu kadar mükemmel olabilirdi' olur. Gördüğüm en iyi koleksiyonlardan birisi de senin ki oldu. Birkaç arkadaşın da çok güzel şeyler tasarlamışlar. Eminim hatırlarsın siz genel de iyi anlaşıyordunuz. Derya, Gizem, Tuğrul ve Görkem! Onlarınki de en az seninki kadar iyiydi. Neyse final zamanı öğrenirsin sende notunu. Buraya kadar geldiğin için ve davetiyeni elinle bıraktığın için teşekkür ederim. Ailecek geleceğiz."

"Çok mutlu olurum hocam. Sizi orada görmek beni sevindirecek!"

"Şimdilik görüşürüz bakalım. Yarın ki sınavlarını güzelce ver ve bir hafta daha buralarda sürünme bütünleme için anlaştık mı?"

"Anlaştık hocam yarın ki sınavlarım son zaten! Sizin dersiniz olanlar kaldı bir tek! Onlardan da geçersem bitecek! Ben izninizle çıkmayım hocam kalan davetiyeleri dağıtmam gerekiyor!"

Özgür hoca ayağa kalkıp onun yanına gelirken Melike proje dosyasını omzuna asmış ve ona gülümseyerek bakan hocasına iyi günler deyip odadan çıkmıştı.

Bugünde tanıdıklarına davetiye dağıtacaktı. Elindeki zarfa bakarken, içinde oluşan ukdeler, burukluklar etrafını sarmış ona bakıp hüzünleniyorlardı. Evet, belki Melike ağlayamıyordu ama içindeki her şey ağlıyordu Melike'nin. Davetiye vermeye ilk önce Aycan'dan başlamıştı. Tabi Aycan sevincinden ne yapacağını şaşırmış ona bakıp kahkaha atmıştı. Arkadaşı evleniyordu ve mutlu olacaktı. İnsanın bunca yıldan sonra inanası gelmiyordu böyle bir şeye. İlk önce şaka yaptığını sanmıştı Melike'nin. Tabi, Arel'i kanlı canlı karşısında görene kadar. Kocasından biraz uzun olan bu adam, onu Melike'yi sevdiğine dair ikna bile etmişti kaşla göz arası. Melike bu olaya hiçbir tepki vermeden arkadaşıyla vedalaşıp uzaklaşmıştı Arel'le oradan.

Şimdide gelinliğini diktiği Fırat amcasının yanına gidecekti. Otobüse binmiş, iş yerinin yakınlarında inmişti Melike. Beş dakika daha yürüyüp tabelayı görünce içinde oluşan bir parça mutluluk, çokça hüzünle açmıştı kapıyı. Fırat amcası ve Emel teyzesi onu kapıda karşılamıştı. Bu iki kurnaz çift ona sarılmış, iki çimdik atmışlardı.

"Nasıl bize söylemezsin böyle bir şeyi?"Emel teyzesi, hafif nazlanıp omzunu silkince Melike, dayanamayıp onu kucaklamıştı."Emel teyzem sence böyle bir şey olup da sizden saklar mıyım ben? Sadece aceleye geldi olay o kadar! Bak şimdi buradayım. Hem size davetiye getirdim. Hem de süslü!"

Emel Hanım, hemen Melike'ye dönüp, mutluluk saçan gözleriyle elindeki davetiyeye baktı. İçin için sevinse de Melike'nin gözlerine baktığında orada gördüğü hüzünler onu biraz sorgu suale yönlendirmişti. Melike hazırlıklıydı, alışmıştı birkaç haftadır yalan söylemeye. Biraz daha söylese de bir şey olmazdı, ancak cezasını yukarıda çekerdi.

Bir iki saat sonra Arel onu aramış ve alacağını söylemişti. Emel ve Fırat'ta Arel'i merak edip gelmesini söylemişti. Arel modaevinin kapısından girince, bütün çalışanlarla beraber Fırat ve Emel'de ağzı açık uzun boylu delikanlıya bakmıştı. Melike gözlerini kısıp ona 'Neden!' diye bakarken, Arel sanki daha önceden tanışıyormuş gibi ilk önce Emel teyzesinin, sonra da Fırat amcasının elini öpmüştü. Çalışanlara da selam verip karşısına oturmuştu. Sohbet sohbeti açarken Melike artık kalkması gerektiğini söylemişti. Gitmesi gereken birkaç yer daha vardı çünkü geç olmadan gitmek istiyordu.

"Görüşürüz Fırat amca, Emel teyze!"

"Görüşürüz bir tanem, merak etme düğünden önce gelirim ben size, hazırlığına yardım ederim ben!"

"Zaten bir sürü şey yapmışsın Emel teyze, dahasını zaten kabul edemem!"

"O da ne demekmiş öyle! Duymayayım bir daha! Değil mi Fırat?"

"Öyle hayatım! Kulaklarını çekmenin vakti de geçti! Bana bak Boncuk Göz alırım seni ayağımın altına, yaşına başına bakmam vallahi!"

Gülerek onlara sarıldı Melike! Ne yapsa zaten haklarını ödeyemezdi onların! Artık haneye birkaç isim daha yazılıyordu. Modaevinden çıkarken Arel, şaşkınca Melike'ye bakıyordu. Bu kız neden bu kadar seviliyordu? Acaba hala yanlış bir şeyler mi yapıyordu da haberi yoktu? Bu işin aslını bulmalıydı hem de en kısa zamanda.

"Ben geldim!"

Melike, kafenin içine girince herkes şenlenip ayağa kalkmıştı. Çok özlemişlerdi Melike'yi. Herkes hep bir koldan ona sarılırken o da en az onlar kadar özlemişti. Menekşe ablası onu kucaklarken, Arel'de, Salih Beye selam veriyordu.

Herkes oturup dertleşirken Melike özenle hepsini dinlemiş çareler bulmaya çalışmıştı. Hepsine ayrı ilgi gösterirken, bu Arel'in gözünden kaçmamıştı. Salih Bey ona bakıp 'Sende benim gençliği var evlat!' derken Arel ona bakıp anlamadığı gözleriyle vurgulamıştı. "Yakında anlarsın!" deyip geçiştirmişti onu Salih Bey. Tavla ortaya çıkınca Salih Bey, onu kolundan çevirip masaya oturtmuştu. İki zar atıp oyun alan Salih Bey, sevinmiş, Arel'de onun sevinmesine sevinmişti. Ama artık ödün vermek istemiyordu. Tavla bitip skoru öğrenirken, hakem olan Melike, Salih amcasına yenildiğini söyleyince ortalık karışmış, kahkahalar havada uçuşmuştu. Melike'yi bile yenen Salih Bey, bir şu karşısındaki adamı yenememişti.

"Bu adam çok şanslı Melike, elinden hiçbir şey kaçmıyor. Gerçi seni bulmuş bu da şanslı olduğunu gösteriyor zaten!"

Menekşe Hanım buna sinsice gülerken Arel, Melike'ye tuhafça bakıyordu. Melike ise yerdeki desenleri inceliyormuş gibi yapıp, parmaklarıyla oynuyordu. Metin'le, Duygu'da gelince, kafede ki herkes tamamlanmıştı. Metin'le, Arel aynı yaşta olunca daha iyi anlaşmışlardı. Duygu ise her şeyi en ince ayrıntısına kadar Melike'ye sormuş, Melike ise ona bulacağı yalanları, ağzında gibi tek tek söylemişti. Her şey zaten karışıktı. Biraz daha karışması hiç tuhaf gelmiyordu Melike için.

Eve girip kendini hemen duşa atarken İdil'in sesi odasından geliyordu. Ona geldiğini haber vermişti ama İdil'in onu pek duyduğu söylenemezdi. Yine bir filme odaklanmış öylece karşısındaki ekranı izliyordu. Bir yandan da yaşlarını siliyor bulanık görüşünü netleştiriyordu.

"Hoş geldin canım ben hemen bir şeyler hazırlarım!"

İdil bunu derken bile ekrandan gözünü alamıyordu. Melike ona bir şey yemeyeceğini söylemişti ama İdil'in rahat durmayacağından emindi. Ilık bir duş alıp üzerine pijamalarını giyerken hafif burukluk tüm yanını sarmıştı. Dört yılı geçmişti bu odada ve neredeyse son zamanlarıydı.

Saçlarını kuruturken içi sızladı şimdi kim bilir kimler yaşacaktı bu evde? Odasında kimler uyuyacaktı? İdil, burada kalacaktı ama o kadar kirayı tek başına nasıl ödeyecekti bilmiyordu. İdil'in de kendisini üzmek istemediği için bir şey demediğini iyi biliyordu. Bu işe bir çare bulmalıydılar. Yoksa öylece buradan çekip gidemezdi.

"Gel bir tanem! Sen yorgunsun şimdi iki bir şeyler yiyelim hem dertleşiriz birazcık!"

Melike küçük adımlarla ada mutfağın sandalyesine otururken sırtını demire yaslamıştı. Ne konuşacaklarından emin değildi. Bugün öyle Can alıcı bir olayda olmamıştı. Tek olayı davetiye verdiği kişilerin yüzlerindeki o inanamaz olan ifadeydi. Doğru kim bir ay önce 'ben evlenmem' deyip ardından arkadaşlarına nikâh davetiyesi dağıtmıştı ki? Çok mu büyük konuşuyordu gerçekten? Bunların hepsini bir kenara bırakırken İdil'in ona uzattığı sandviçi eline aldı. Acayip yorgun ve acayip uykusuzdu. Tüm bunlara iyi gelen atom sandviçti. Ve İdil'in sakinleştirici çayı! Esnemesini yutarken İdil'in ona ilgili gözlerle baktığını fark etti.

"Söyle ve kurtul İdil!"

İdil hemen söze başlarken, kendisi yüzünü sağ eline dayamış ve ona doğru dönmüştü.

"Kimlere davetiye verdin? Sen verince onlar ne yaptı? Kesin şaşırdılar! Hele o Aycan var ya nutku tutuldu kesin! Herkes inanır da Aycan inanmaz yani o derece! Neyse hocalardan kime verdin? Kimler gelirim dedi? Özgür hoca eli kanda olsa gelir yani ilk baş bunu belirteyim de!"

"İdil'im, canım arkadaşım motor bir soğusa da ben mi ele alsam acaba cümleleri! Ne sorduğunu bile unuttum artık!"

"Yine çok konuştum değil mi? Ama sende hiç anlatmıyorsun ki ya!"

Melike başından geçen tüm olay örgüsünü noktası virgülüne İdil'e anlatırken arada yine İdil'in söylemlerine de yer vermişti. Bir süre sonra sadece öyle oturdular konuşmadan. Bu sessizlik ikisine de hiç iyi gelmemişti.

"Ben… Ne yapacağım sensiz bu evde? Sen, arada Fırat amcalarda kalınca bile ben seni çok özlüyordum. Şimdi gideceksin ve gelmeyeceksin. Hatta sana ne yapacağı bile belli değil! Melike yalvarırım polise gidelim. Sana bir şey olursa ben ne yaparım?"

Melike, İdil'in bu kadar dolduğunu daha yeni farkına varıyordu. Ama artık çok geçti. Polise bir kere gitmişti ve katil olduğunu anlamıştı. Şimdi bir daha giderse ve bu evlilik olmazsa sonucunda neler olacağını gayet iyi biliyordu. Polise gidemezdi. O adamla da evlenmek istemiyordu ama bir yanı hala bu işin içinde bir iş olduğundan neredeyse emindi. Ama bu hislerle yola çıkamazdı. Ona iyi bir kanıt gerekiyordu. O da en fazla Arel'le evlenirse olabilecek, onun yakınına ancak böyle girecekti. Yoksa Arel kendini asla ona açmazdı.

"Sakin ol bir tanem! Ben her daim yanında olmaya çalışacağım. İş seyahati gibi düşün gideceğim geleceğim. Ama polise gidemem İdil bunu sende iyi biliyorsun."

"Nefret ediyorum o adamdan!"

İdil, bunu söylese de Melike hiçbir zaman Arel'den nefret edememişti. Bunun belki babası ve dedesiyle bir ilgisi vardı. Birini kaybetmenin ve geri gelmeyecek oluşunu kabullenmenin ne demek olduğunu kendisi de yaşayarak görmüştü.

"Hadi yatalım yarın sınavlarımız var! Sonra eve gelip bavul hazırlayacağım!"

İdil buruk bir tebessümle ona sarılırken Melike de sıkıca boynuna yapışmıştı. İki arkadaş bu son zamanlarını iyi geçirmek için ilk önce ağlamamaya çalışmakla işe başlamıştı.

Sabah olduğunda Melike ve İdil apar topar hazırlanıp çıkmış sınava son sürat yetişmeye çalışmışlardı. İkisinin de çok başarılı bir dönemi geçmiş olsa da son sınavlar genelde en yüksek kredili olanlardan çıkıyordu. Ve bu sene mezun olmak istiyorlarsa bu sınavı vermelilerdi. İkisi de birbirlerine başarılar dileyip sınav için ayrılırlarken elindekileri düşürmeden dikkatlice sınav için sınıfa geçmişti.

Eve girerken fiziksel yorgunluktan, içindeki seslerin yorgunluğundan bitap düşmüştü koltuğa. Sınavlar onu zorlasa da mezun olduğunun garantisini vermişti en azından. Bu yıl da bitmişti sonunda ve artık özgür bir sivildi. Öğrencilik hayatının sonuna varmıştı. Yaklaşık iki hafta sonra da mezuniyet için tekrar buraya geri gelecekti. Ve bu sefer yalnız olamayacaktı.

Evli biri olmak için zaman neden bu kadar erken geçiyordu? Pijamalarını giyerken hala bu soru vardı aklında. Normalde zaman ona hızlı değil yavaş akardı şimdi neden öyle olup, şu evlilik bir türlü geçip gitmiyordu. Eşyalarını kolilere yerleştirmişti İdil ile ve şimdi bu ev ona tuhaf geliyordu. Nerede yaşayacağını da bilmiyordu. İdil'le bunu konuşurken fark etmişti. Gerçekten de nerede yaşacağını bilmiyordu. Aslında Arel'e dair hiçbir şeyden haberi yoktu. Zaman ilerledikçe uykusu açılmış onu yeni düşüncelerle baş başa bırakmıştı. 'Bu evlilikten onun ne gibi bir çıkarı olabilir ki!' demekten kendini alamamıştı. Sabaha kadar dönüp durmuştu yatakta. Saat sabah yediye gelirken de açılmıştı gözleri.

Kısacık bir duşun ardından saçlarını kurutup örmüştü Melike. Çok uzun saçları yoktu ama yine de beline doğru uzanıyordu. Bazen sevse de saçlarını bazen kesip atmak istiyordu. Mutfağa geçerken yerdeki kolileri bir tarafa koymuştu. Kendine kısa bir kahvaltı hazırlarken, çalan kapı onu ürkütmüştü. İdil çoktan okul için çıkmış olmalıydı. Onun son bir sınavı daha vardı. Elindeki bezle kapıyı açtığında karşısında gördüğü Melis, Evren ve Arel'le şaşırmıştı. Onları hiç beklemiyordu. Kısaca merhabalaşıp içeri girdiler hep beraber. Melis elindeki poşeti masanın üzerine bırakırken, Melike ona şaşkınlıkla bakıyordu hala.

"Günaydın canım, erken geldik farkındayım! Şu deve kadar uzun olan iki adamı ancak ikna edebildim kahvaltı için ama Arel tutturdu Melike'ye gidelim diye. Sanırım senden ayrı kalamıyor." Melis, bu duruma gülerken, Melike hala açık ağzıyla ona bakıyordu. Neyden bahsediyordu bu kız ona?

"Kısaca açız hayatım. Ve hep beraber yemek içinde seni rahatsız ettik. Giyin gel hadi, dışarıda yiyeceğiz!"

Melike, derin bir nefes alıp ağzını kapattı. İki üç saniye Melis'e baygın bir bakış atarken konuşmaya karar verdi. "Ben de zaten kahvaltı hazırlıyordum. Çıkmamıza gerek yok. Hazırlarım şimdi bir şeyler!" Melike, mutfağa geçerken elindeki bezi bir kenara bırakıp içeri doğru seslendi "Sucuklu yumurta sevmeyen var mı?" Arel ve Evren mutfaktan içeri hışımla girerken, Melike elindeki sucukla onlara bakakaldı. "Sen ciddi misin?" Evren'in sorusuyla ona bakan Melike "Sence!" derken tek kaşını kaldırıp, elini de havaya kaldırmıştı. "Yaşa be! Arel, oğlum yaşadın vallahi!" Melis, Evren'e çimdik atıp 'Ne?' diyen gözlerini açmıştı kocasına. Evren tek elini onun beline atıp yanına çekerken "Kızma ama sende yemiyorsun. Bende sen yemiyorsun diye yemiyorum!" derken o kadar masum bakmıştı ki Melis'e. Melis, öyle olunca dayanamıyordu bu adama. "Tamam, haftada bir defa yeriz olur mu?" deyince. Evren, Melis'i alıp göğsüne yapıştırmıştı. "Olur, bir tanem!" işte o saatten sonra Melis ve Evren hayattan kopmuştu.

Melike onlara şaşkınlıkla bakarken, Arel baygın gözlerini onların üzerine tutmuş. "Gerçekten mi? Şu anda mı? Allah aşkına gidin içerde yaşayın aşkınızı!" derken bayağı eğleniyordu. Melike onlara pek fazla takılmadan gülümseyerek işine geri döndü. Her şeyi tamamlayınca sofrayı kurup, çayı da kısık ateşe almıştı. Oturma odasına geçerken, Arel'in elinde telefonla maillerine baktığını gördü. Yine çalışıyordu. Hep çalışıyordu. "Sofra hazır beyler, hadi geçin!" Melis çayları çoktan koymuş onları bekliyordu. Herkes karşılıklı oturmuş Melike'nin yanına da Arel oturmuştu.

Canı pek bir şey istemiyordu Melike'nin. Zaten kaç haftadır yediği bir şeyde yoktu. Tabağındaki domates, çatal batırdıkça artık suyunu salmış, kendinden geçmişti. Melis, arada ona bakıp ne yiyip ne yemediğini kontrol ediyordu. Meslek alışkanlığıydı onunki! "Melike, canım çay koyayım mı sana?"Melike, bakışlarının Melis'e çıkarırken kafasını hayır anlamında sallayıp "Ben alırım canım otur sen!" diye mırıldandı. Dengesizce ayağa kalkınca bardak elinden kayıp yere düşmüştü. Başı dönünce elini yaslayacağı bir yer ararken Arel hızla belinden yakalamıştı onu. Ama Melike, çoktan gözlerini kapatmış, başı arkaya doğru düşmüştü.

"Evren sandalyeyi çek!" Arel, Melike'yi kucağına alırken Melis bir bardağa su doldurmaya başlamıştı ama elleri titriyordu. Şuan hiçte tıbbi düşünemiyordu. O hiç ailesinin yanında doktor olarak durmuyordu. Bardağı misafir odasına götürürken, Evren de Melike'nin nabzına bakıyordu.

"Tansiyonu düşmüş, kendine gelir şimdi!" Evren bunları söylerken, Melike kendine gelmeye çalışıyordu.

"Canım, beni duyabiliyor musun?" Melis, Melike'nin ellerini tutup ona bakarken "Melis?" diyen Melike'yle herkes derin bir nefes almıştı. "Buradayım canım… Bayıldın sadece!" diyen Melis ile gözlerini araladı Melike. "Başım, başım ağrıyor sanırım!"eli başına giderken, yabancı bir elin varlığıyla dona kalmıştı Melike. "Arel, kızın saçını tutmayı bırakır mısın?" Melis'in onu uyarmasıyla hızla elini çekti Arel, kızın saçlarından. Hangi ara gitmişti eli saçına? Evren gözlerini dikip ona bakarken, başıyla da kapıyı işaret etmişti. Sinirle Evren'e dönerken hışımla geçti Melike'nin yanından.

"Bayıldım mı?"

"Evet, canım. Tansiyonun düşmüş… Kahvaltını düzgün yapmadığın için gözlerinin altı mosmor olmuş. Teninde çok solgun… Sen ne zamandır yemek yemiyorsun?"

"Bilmiyorum… Başım ağrıyor sadece. Hap içsem geçer. Hem yola çıkacağız hazırlanmamız lazım ben ba-"

"Kahvaltını etmeden hiçbir yere gitmek yok. Yat sen ben sana şimdi hazırlayıp getireceğim."

"Ama Me-"

"Sus, yat şimdi. Gelirim hemen… Nereye gitti bunlar?"

Melis söylenerek mutfağa giderken Arel ve Evren, mutfakta hararetle konuşmaya devam ediyorlardı. "Ne demek o? Arel, sen ne dediğinin farkında mısın? Abi sen ne yapıyorsun? Sen ne yapmaya çalışıyorsun?" Evren, Arel'e sayarken Melis'i görünce geri çekilmişti. Ama bu konuşma burada bitmemişti. "Ne yapıyorsunuz burada? Neyden bahsediyorsunuz?" Evren, ona yok bir şey der gibi elini sallayıp dışarı çıkmıştı. Ama Melis bu seferde Arel'e bakınca, Arel omzunu sallayıp Evren'i takip edip çıkmıştı.

Melis, Melike'nin karnını doyurduktan sonra bavulunu hazırlamaya yardım etmişti. Fırat Bey ona geri kalan eşyaları verip, kına da mutlaka giymesini söylemişti. Melis onları ayrı bir yere koyup "Zaten uçak Evren'in bir şey olmaz. Giderken elimizde durur." demişti. Melike başını sallayıp onu onaylarken geride daha neyi var ona bakınmıştı. Her şey tamam olduktan sonra hep beraber evden çıkmışlar, Arel'in arabasıyla havaalanına gelmişlerdi.

Uçaktan inerken hala aklında bayıldığı anı vardı. Bu zamana kadar sadece iki kere bayılmıştı. Ve her bayıldığında da uyuduğunu zannediyordu. Önce beyaz bir ışık ardından uğultu ve tren… Evet, her bayıldığında o treni mutlaka görüyor biniyor ve uzaklaşıyordu. Ama bu sefer farklıydı. Bayıldığını biliyor ve onu saran kollardan haberdardı. Sadece gerçek olup olmadığını sormak için Melis'i seçmişti. Artık ne yapacağını da bilmiyordu. Bu adam onu bir türlü bırakmıyordu. Bıraksa, gitse o da eski hayatına geri dönseydi keşke. Eski dertleriyle uğraşabilseydi. Belki o zaman ağır geliyordu ama artık o sorunlar şu an hiç zor gelmiyordu. Bakışlarını yine ellerine verip sağ işaret parmağıyla sol elinin içini çiziyordu.

Eve birlikte gelmişlerdi. Zaten Arel'in 'Seni eve bırakayım!' demesine karşı çıkmamıştı. Çünkü hiç hali yoktu ve hala başı ağrıyordu. Kapıda karşılamıştı Ayçe teyzesi onları. Teyzesinin ısrarları Arel'i içeri teşvik etse de Melike'nin bakışıyla vazgeçmişti. Ki bu bakışını teyzesi de fark etmişti. Şu an hiç onunla uğraşamazdı. Eve girip yatmak istiyordu sadece. Bütün bu bedellerin hepsini ödemiş ve hayattan göçüp gitmiş olmayı istiyordu. Bunu da en güzel uyurken hayal edebiliyordu. Uyku da bir çeşit ölüm değil miydi zaten?

"Yok, efendim benim birkaç işim var zaten Melike'yi bırakmak için gelmiştim!"

"Peki, oğlum sen öyle diyorsan!"

"Hoşça kalın! İyi akşamlar!"

"Hoşça kal Arel!"

Melike'nin sözleriyle ona bakıp alttan bir bakış attı ona. Hafifçe kaşlarını çatmış sinsi bir gülümseme peyda olmuştu yüzünde. Bu Melike için bir çeşit korku seansı gibi bir şeydi. Bu onun 'kaç bakalım' deme şekliydi. Melike teyzesiyle eve girerken, Arel çoktan arabasına binmiş bakışlarını üzerinden çekmişti.

Teyzesinin ona bakışları tuhaflaşırken "Kavga mı ettiniz?" demesiyle, Melike başını evet anlamında sallayıp, kısaca kestirip atmıştı. Telefonu çalarken odasına geçmişti dışarıda pek fazla konuşamıyordu artık. Sorunlar o kadar birikmişti ki arkadaşlarıyla konuşurken bile sözlerine dikkat etmek istiyordu nedensizce.

"Efendim canım!"

"Meli, neredesin sen kaçtır arıyorum!"

"Duymamışım, uçak modundaydı telefon!"

"Merak ettim seni. Gittiniz mi diye bakayım dedim. Fırat amca bana uğra deyince onun yanına geçtim. Mezuniyet kıyafetlerini gösterdi bana. Sende bakacakmışsın zaten. Seninkinin üzerinde birkaç işlem daha varmış yapılacak bir de boyunu biraz daha uzatacakmış. Bacakların kalın ya!"

İki arkadaş kıkır kıkır gülerken Melike ona bunları bildiğinden bahsetti. Hatta Fırat amcasına eteğin biraz daha uzatmasını o söylemişti. Hiçbir yerde olmayacak ve sadece kendi dikmeleri olan iki elbise giyeceklerdi İdil'le. İdil'inkini de kendisi tasarlamıştı. İdil gözünde canlandırmış Melike de tasarlamış ve dikim için Emel teyzesiyle kafa kafaya vermişti aylar öncesinde! Gelinlik atölyesinde bir ilki gerçekleştirmişlerdi. Normalde atölye de sadece gelinlik tasarımları olurdu ama onlar için özel sipariş alınmış kumaşlarla bir dikim yapmışlardı. Zaten çalışanların hepsi Melike'yi çok seviyorlardı. Onun için yapmayacakları hiçbir şey yoktu. Hatta en son gitmesinde gelinliği için birkaç tadilat yaptırmış ve herkesin gözlerinin dolu dolu olduğunu görmüştü.

Arel ona çalışmayacaksın dese bile onu dinlemeyecekti. Fırat amcası ve Emel teyzesiyle devam edecekti. Belki çok zaman sonra kendine bir atölye açabilirdi. Ama şimdilik onları yarı yolda bırakmayacaktı.

"Sen şimdi yorgunsundur. Uyu bir tanem. Hepinizi çok çok öptüm. Ararım yine seni!"

Telefonu yatağın üzerine atıp bavulu yerleştirdi önce Melike. Üç hafta sonra temelli başka bir yerdi artık hanesi. Elini uzattığında kitaplarına dokunamayacaktı. Aynasına bakıp iç geçirip yarattığı izleri izleyemeyecekti. Sol tarafına dönüp ailesinin resmine bakıp oraya kesip yapıştırdığı Katre'ye dokunamayacaktı. Elinin altındaki defteri açıp tekrar tekrar okuyup ağlamak için can çekişmeyecekti. Artık o eski Melike olamayacaktı. Elbiseye bakıp bakıp içine tarif edemediği şeyler basıyordu. Tüm bunlar ağırdı sanki!

Katre onu sofraya çağırdığında Melike, tüm eşyalarını dizmişti. Arada sırada kapının yanında asılı olan elbiseye bakıp daha bir sinirle dizmişti kıyafetlerini. Herkes muhabbete girmişti sofrada. Her ağızdan bir ses çıkıyordu. Düğüne nasıl gideceklerini, kına ile düğünün arasında fazla zaman olmadığını konuşuyorlardı. Buna da bir çözüm bulurlardı nasıl olsa. Şu an Melike'nin gözleri kapanmakla kapanmamak arası bocalayıp duruyordu zaten. Herkese iyi geceler dileyip odasına geçmişti Melike. Geride kalan eşyalarını da dizip yatağa yattığında başı hala dönüyordu ama bunu da kansızlığına veriyordu. Doğru dürüst beslenememişti kaç haftadır. 'Sanırım ondan!' deyip yattı Melike. Sabaha güzel bir şekilde uyanabilmek için derin bir iç çekip dua etti her zaman ki gibi.

Gece rüyalarıyla başa çıkamayınca yine ayaklanmıştı Melike. Mutfağa gidip bardak termosunu alıp içine kahvesini doldurup çıkmıştı evden. Üzerine giydiği ceket onu sıcak bile tutmuyordu ama denize ihtiyacı vardı. On beş dakika bile sürmemişti yürüdüğü yol, deniz şimdi ayaklarının altındaydı. Birkaç adım daha atıp tam denizin dibinde durduğunda, derin bir nefes çekti içine. Yosun kokuları burnundan sızarken, soğuk bedenini titretmişti. Ama içindekiler onu ısıtıyordu. Bunu da geçmişine bağlıyordu Melike. Karşısında geçip giden tekneler vardı, daha da ileride gemiler. Yan tarafına baktığında bir bank ve kocaman bir ağaç vardı. İlk hissettiklerini dile getirdiği yer. Ölümün kıyısına en çok yaklaştığı yer!

Saat henüz 4'e yeni geliyordu. Etrafta araçta yoktu. Hızla oraya ilerlerken kulaklığını çıkarıp elindeki defterle, termosu banka bıraktı. Günlüklerini bulamamıştı ama hiç yanından ayırmadığı sadece onu yazdığı defterleri elindeydi. En sonunda kendiside oturup önce defterini açtı, sonra da termosun kapağını.

Dört yıl önceye gitti bakışları, içinde bulunan duyguları, hissettikleri… Başlarda gülümserken zaman ilerledikçe buruklaştı gülümsemesi. Burnunu sızlattı anıları. Sonra o anları tekrar yaşamak için gözlerini kapattı. Önce ellerini hissetti ellerinde, daha sonra gözlerini. Ne olursa olsun ben buradayım diyen gözlerini. Sanki yanı başındaymış gibiydi. Ellerini ileri uzatsa tutacaktı sanki! Gözlerine bir kere baksa boğulacaktı derinliklerinde. Bir gülümsese ona dünyayı kucaklamış yeni ayaklanmış çocuk gibi sevinecekti. İlk önce bakacaktı sonra tekrar tekrar sevecekti onu gözleriyle. Yanlış olduğunu bile bile ellerini tutmak isteyecekti. Özgürce onunla gezmeyi hatta bir bisiklet kiralayıp çıkıp gideceklerdi en çok sevdiği yere. Yaslayacaktı başını omzuna o anlatacaktı Melike gözlerini kapatıp perdelerinde onu oynatacaktı. Sadece o ve kendisi.

Çok sevmişti, çok fazla sevmişti. Ve bunun sonucunu bildiği halde sevmeye devam etmişti. Peki, şimdi neden yitip gitmiyordu her şey? Hala neden kaldığı yerdeydi? Güneşli dünyasını bulutlarla kaplayan adam tek bir sözüyle basıp gitmişken o hala neden aynı yerde onu bekliyordu.

Gözleri sızlamaya başlayınca, hırsla derin bir nefes çekti içine. Bitecekti. Ne olursa olsun artık bitecekti. Onu burada bırakıp terk edip gidecekti. Yıllardır yapamadığı şeyi bugün yapacaktı. Nasıl olsa artık evlenecekti değil mi? O da nişanlıydı zaten. Kırdığı bir kızı tekrar kıracak hali yoktu. Kaç parçaya böldüğünü biliyordu değil mi? Artık karşısına çıkamazdı. Zaten unutmuştur onu! Neden hatırlama gereği duyup yanına gelsindi ki! Kendini affettirecek de değildi bunu isteyecek de değildi.

Ayakkabılarını çözüp iyice yerleşti banka kahvesi yavaş yavaş biterken defteri de bitmek üzereydi. Uzaktan sesler gelmeye başlamıştı. Yağmurun o neşeli gelişi, Melike'yi biraz tuhaf yapmıştı. Özlemişti buranın yağmurunu. Görmeyeli bayağı olmuştu sonuçta. Hafif hafif yağdı üzerine ilk önce Melike'nin. Ardından gelen gök gürültüsüyle daha da genişledi gülümsemesi. O kadar seviyordu ki bu hissi. Bir yandan gök gürlerken bir yandan yağmur yağması sonra hiç beklemediği bir anda şimşek çakması! Melike'ye, Allah'ı hatırlatıyordu bu durum. Onun varoluşunu. İsterse neler yapabileceğini. Derdi verip bir anda derman olmasını. Aldığı şeyi alırken neden aldığını göstermesini! Melike biliyordu her şerde bir hayır vardı. Ne olursa olsun ondan gelen her şeyi seviyordu.

Yağmur hızını arttırırken ayaklandı. Ceketini üzerine atıp geldiği yoldan geri döndü. Eve uzakta değildi ama ıssız bir yoldan geçeceği belliydi. Islanmayı hiçbir zaman sevmemişti ama Ordu'dan gideceği son gün doyasıya yağmur yağmış ve Melike doyasıya ıslanmıştı. O günden sonra sevmişti yağmuru. İçindeki bütün hayallerini, anılarını almış, dökmüştü yağmur. Melike bir şeyi daha almasını çok isterdi. Ona olan sevgisini! Her şey bitmişken, yitirmişken neden hala ona olan bu sevgisinden vazgeçemiyordu.

Derin bir nefes aldı. Vazgeçecekti. Biliyordu. Çünkü yemin etmişti. Asla ne onu sevecekti ne bir başkasını ne de bu uğurda dökecek tek bir damla yaşı olmayacaktı!

… … … … …

 

"Kızım nerdesin sen? Allah aşkına bu yağmurda ne işin var dışarıda? Hem de bu saatte?"

"Hava aldım anne. Ve evet bu saatte!"

"Ah Melike! Ne oldu sana ne bu yüzünün hali böyle?"

"Ne olmuş? Bir şeyim yok!"

Medine Hanım, odasına doğru giden kızını durdurup, önüne geçti. Melike'nin kırmızı gözlerine bakıp hafifçe gülümserken "Benden mi saklayacaksın? Geldiğin günden beri bir şey var sende! Bir anın bir anını tutmuyor kızım! Neyin var?" derin bir nefes çekti Melike. Annelere yalan söylemek günahtı değil mi? Herkese yalan söylemek! Neden her şeyi anlatıp kurtulmuyordu bu yükten? Her şeyi o adamın yaptığını söylese ne olurdu? Sanırım olacakları az çok tahmin ediyordu Melike. İlk önce annesi, eski babasını bulup…

Her neyse söyleyemezdi işte! Gerekirse her şeye tek başına koşardı ama annesine gerçeği söyleyemezdi. Gözlerinin içine bakan bu kadına ne kadar yalan söylemek istemese de mecburdu."İyiyim annecim… Gerçekten sadece biraz fazla yoruldum o kadar! İyi olacağım… Bana mercimek çorbası yapar mısın? İdil'in yaptığı da güzel ama seninkini hiçbir şeye değişmem."

Gülen gözlerle annesine bakıp iç geçirdi Melike, sessizce. Medine Hanım kızının ondan istediğini yapmak için mutfağa geçerken saat sabah 6'ya gelmişti. Melike duşunu alıp içeri geçene kadar, Medine Hanım çoktan çorbayı hazırlamıştı. Evi saran koku Melike'yi mutfağa iterken, tek düşündüğü annesine söylediği yalanlardı. Göz göze gelirken bile tedirginlikle bakıyordu annesine. Sanki hemen, her şeyi anlayacak gibi bakıyordu. Şu an karşısında bir psikolog otursa annesine baştan sona her şeyi anlatabilirdi çünkü şu an yüzünden her şey okunuyordu.

Oturduğu masaya bir bakış atıp, gözlerinin önüne gelen anıyla baş etmeye çalıştı Melike. Eski günler artık hatırlanacak kadar güzel değildi. Ailesi dağılmış bir insanın ne gibi hayalleri olabilirdi ki! Ne gibi bir hayat bekleyebilirdi Allah'tan? Ne gibi istek sunabilirdi? Nasıl bir duanın içine sığdırabilirdi tüm bunları? Hak etmiş miydi? Pencereden gelen tıkırtı sesleri onu kendine getirmesiyle annesinin önüne koyduğu çorbayı içmeye başlamıştı Melike. Daha yarısına gelmeden ağlayası gelmişti. Gözlerine kadar gelen yaşları kuruyup giderken, artık çok istese de Melike'nin ağlayamayacağını söylüyordu. Bu artık bir hastalığa dönüşmüştü onda. Ağlamak nasıl hissettiriyordu onu bile unutmuştu bu beş, on yılda.

Akşam olup ders çalışmaya başladığında yine ailesi toplanmıştı. Çaylar içilmiş, sohbetler koyulaştı yine. Melike arada teyzelerine laf atıyor arada birde telefonuna bakıyordu. Bugün onu hiç rahatsız etmemişti! Birkaç kez aramıştı ama hep Melike'nin meşgul olduğu saatlere gelmişti. 'Ne oldu bu adama! Öldü mü acaba?' Çok geçmeden çalan telefonla Melike derin bir nefes alıp yeşil kısmı kaydırıp kulağına dayadı telefonunu.

"Efendim!"

"Telefonlarım neden açılmıyor Melike Hanım?"

Arel'in ona doğru gürlemesiyle Melike bir telefona baktı bir etrafına. Herkese gülümseyip içeri kaçarken, içinden Arel'e saymakla meşguldü."Sesinin tonuna dikkat eder misin Arel? Ne bağırıyorsun? Küçük çocuk muyum ben?" yine onu kızdırdıklarını anlamıştı Melike. Birisi bir şey dese Arel gelip Melike'ye patlıyordu artık bu duruma çok iyi bir şekilde alışmıştı Melike. Ne olduğunu o da bilmiyordu. Sadece Arel'i dinliyordu. Tabi bir yere kadar!

"Ben senin malın değilim Arel! Gel deyince gelmem, git deyince gitmem, yap deyince yapmam… Hele ki bana o kahrolası yangından bahsedip beni suçlamayı kes. Bunu benim yapmadığımı ikimizde gayet iyi biliyoruz."

Arel buna dayanamıyordu artık, iş iyice çığırından çıkmıştı. Bu böyle devam edemezdi."Kes sesini! Hiçbir şey senin istediğin gibi gitmiyor Melike Hanım! Kulağını aç beni iyi dinle. O yangını sen başlattın. Ve bunun bedelini de ödeyeceksin. Sana iyi davranmış olmam annemle alakalıydı ama bakıyorum ki bu seni gaza getirmiş. Bundan sonra gör bakalım nasıl davranıyorum." diye sert bir alayla söylendi. Melike duyduklarını sindirmek ister gibi sessizliğe bürünmüştü. Gözlerini kapatıp derin bir nefes almaya çalıştı. Ama kesik kesik aldığı nefes ne vücuduna ne de kafasındakilere yetmişti. Bu kadarı fazla değil miydi?

"Elinden ne geliyorsa o zaman!" Melike sözlerini söylerken, Arel keskin bir kahkaha atıp telefonu kendinden birkaç santimetre uzağa götürdü. Diğer elini de burnunun kemerine. Sinirlerine hâkim olmak o kadar kolay olmuyordu. Bundan birkaç saat önce aldığı haber onu mutlu etse de karşısındakini pekte mutlu ettiği söylenemezdi. Şimdi Melike tam da bunun bedelini yavaşça ödeyecekti. Bütün planları bir bir suya düşmemişti Melike'nin istediği gibi. Büyük bir komplonun içerisinde de değildi. Bu er ya da geç olacak olandı. Ve şimdi tam birkaç saat önce olmuştu. Melike, istediği kadar üzülebilir, kırılabilirdi bundan sonra canı nasılsa daha çok yanacaktı.

" Ne sandın sen beni? Merhametli? Saf? Aklı beş karış havada ergen tip? İnan bana her şeyin bedelini sana çok güzel ödeteceğim! İyi geceler Badem Göz, güzelce dinlen. Buna çok ihtiyacın olacak!"

Melike'nin gözleri tek bir yeri sahiplenirken, kulaklarının duyduğu şeyler boğuk boğuk yeniden fısıldanıyordu kulağına. Canı içinden çıkmak için dörtnala koşuyordu. Ellerinin içinden sanki ateş çıkıyordu. Her yeri uyuşmuştu. Her taraf bulanıktı. Her şey Melike'nin kulağına boğuk geliyordu. İçinden devam ediyordu merhametsiz sözler 'her şeyin bedelini çok güzel ödeteceğim' kulakları sağır olasıya çığlık atmak istiyordu. Yüreğindeki yangın sönene kadar bağırmak, kırmak, vurmak istiyordu. Buz tutmuş ellerini alıp 'sen mi yaptın' demek istiyordu. Neden hatırlamıyordu, neden? Niye şu taş kafasında hiçbir şey yoktu? Şu an tam ağlamasının sırası değil miydi? Neden tek bir damla gelmiyordu? İçi bu kadar kırılırken neden bu gözler alev gibi yanıyordu da içinden hiçbir şey çıkmıyordu?

Bitmedi diyordu Allah'ı ona senin buradaki görevin, bedelin bitmedi. Daha çok acı çekeceksin daha çok bana geleceksin diyordu sanki. İçi yanıp kavrulan ama buz tutmuş elleri bir yere dayanmaya ayakta durmaya çalışıyordu. Yanan her yeri iken buz tutan elleri ona sanki ben yaptım diyordu. Bir saniye daha düşünmedi Melike. İçeride sohbette olan ailesini de düşünmedi. Onların hala kınayı, düğünü konuştuklarını da umursamadı.

Olan gücüyle ellerini duvara vurdu. Yeniden, yeniden ve yeniden… Bütün hırsını ellerinden çıkarmaya çalıştıkça daha çok hızlı vurdu. Elleri kırılasıya daha fazla vurdu. İçindeki yangın sönene kadar vurdu. Yoruluncaya kadar vurdu. Ağlayamadıkça daha fazla daha da hırslı vurdu. 'neden' dedi defalarca içinden…

Ne yangını söndü içinde ne de Melike vazgeçti vurmaktan. Ağlamadı, ağlayamadı… Defalarca vurdu ama soğumadı içi. Buz tutmuş elleri kadar bile olmadı. Hangi vicdan kaldırırdı bu yükü? Hangi elinden soracaktı hesabını Allah'ı? Ya yapmadıysa? Bu sefer hangi elinden özür dileyecekti? Cevapsız kalacaktı tüm bu soruları. Daha çok buz tutacaktı elleri. Daha çok yanacaktı içi.

Etrafındaki sesler susana kadar elleri duvarda, omuzları çökük olduğu yerde bekledi Melike. Saçları birbirine girmiş her yerinden acısı belli olan biri gibi duruyordu. Ailesine bunu yansıtamazdı. Kendine gelmeliydi. Saklamalıydı. Kalkmalı, içeri girip her zaman yüzünde bulundurduğu gülümsemesiyle onlara gülümsemeli, yaptıkları sohbete katılmalıydı.

Derin bir nefes aldı Melike. Ellerini çekti duvardan. Sessizce bekledi olduğu yerde. Hala kulakları uğulduyordu. Omuzları daha da çöktü. Yere kapaklanmasına çok az kalmıştı. Elleri de çok acıyordu. Gözleri alev alev, parmakları buz gibiydi. Yeteceği kadar daha nefes aldı Melike kalkmak için. Bomboş bakan gözleri duvara kaydı yavaşça. Her vurduğu yerde parmak izleri kalmıştı. Kırmızı bir şekilde de ona bakıyordu. Hafifçe gülümsedi bu duruma gözleri ağlamıyordu ama elleri çok güzel ağlıyordu.

Odasından getirdiği bez parçasını lavaboda ıslatıp duvara sürterken, ayakta titriyordu. Sabit tutmaya çalıştığı bedenini yavaşça yere bıraktı ve silmeye devam etti. Her bir izini silerken geçmişini de böyle temizlemek istiyordu. Her bir ayrıntısını silmek en temiz şekilde geriye bırakmak istiyordu. 8 yaşındaki hali nasıl aklına gelmiyorsa, tüm bu anıları da silinip gitsin istiyordu. O adam onu hiç bulmasın. Babası ona böyle bir kötülüğü hiç yapmasın…

Yıkık dökük bir şekilde ayaklandı yeniden. Elindeki bezi kimse görmeden saklamak için hızla ayrıldı bulunduğu bölgeden. Odasına geçip çöp sepetine attı. Nasıl olsa bunların hepsini atıp öyle gidecekti. Ellerine de bir şey bulmalıydı. Fazla fark edilmese de annesinin gözlerinden kaçacağı şüpheliydi. Yavaşça mutfağa doğru gitti. Giderken de pek fazla ses çıkarmamaya çabaladı. Ellerinin durumu pekte iç açıcı görünmüyordu çünkü. Küçük ecza dolabından yara kremini çıkardı. Bu bugünlük işini görürdü. Ama onları tutmak bile bir işkenceydi. Hiç sızlanamazdı. Bunu hak ediyordu çünkü. Daha kremi ilk sürüşünde bile yanmaya başlamıştı avuçları. Hafifçe gülümsedi yeniden. Demin buz tutan elleri şimdi ateşler içindeydi. Tıpkı hayatı gibi!

En sonunda mutfaktan çıkarken kimsenin bir şey duyup duymadığını anlamak için salona geçti. Kapıdan bakarken herkesi bir suskunluk sarmıştı. Merakla karşısına Katre'nin olduğu tarafa bakmıştı ki kardeşi onu gözleriyle çağırmıştı sanki! Hızla onun olduğu yere giderken birkaç kişi ona bakıp derin bir nefes almıştı. Melike ellerini yumruk yapıp saklarken Katre'nin yanına ulaşmıştı. Katre hafifçe gülümseyip yana doğru kaydı. Melike yanına oturup gözleriyle ailesini süzüp tekrardan kardeşine döndü.

"İki dakika kayboldum hemen sus pus olmuşsunuz ne oldu bakalım size?"

Etrafı yumuşatmak için hafifçe gülümserken annesi devralmıştı yerini."Aklımıza ayrılacağın düştü bizde hüzünlendik!"bunu öyle bir edayla söylemişti ki Melike vicdanıyla baş başa kalmıştı yeniden. Belki de tüm bunlar olmasa 8 yaşında ne yaptığı hatırlasa bunların hiçbiri başına gelmeyecekti. Geçirdiği bir kaza olsa annesi ona bu zamana kadar mutlaka söylerdi. Evde günlüklerini de bulamamıştı. Bu işin içinde bir şeyler vardı ama Melike'nin eli kolu bağlı oturduğu yerde duruyordu.

"Anne sanki hiç görüşmeyeceğiz… Hem demin planlar projeler çizildi edildi nerede kaldı o neşeniz. Gülün bakalım. Kabul edin şunu hepiniz beni bu evden göndereceğiniz günü bekliyordunuz!"

Neşeli bir sesle söylediği bu sözler içine içine oturuyordu. Evet anneannesi ona bu konuda bir sürü detay vermişti. Mesela yirmi yaşında bir sevgili bulmasını, iyice araştırmasını ve yirmi beşi gelmeden evlenmesini! Tamam, tanıma işi yoktu ama yirmi beşten önce evleneceği artık kesindi.

Arel, elinde kalan boş bardakla kalakalmıştı. Hırsla yanındaki biblo gibi onu da duvara savurmuştu. Annesi kapıdan ona bakarken, oğlunun her bir kelimesini duymuştu. Duymamak isterdi ama duymuştu. Şimdi kime acımalıydı. Gelini olacak o kıza mı yoksa intikam hırsıyla dolu, gözleri kör olan oğluna mı? Bir yerdeki kırıklara bakıyordu Bade Hanım, bir Arel'in dönüp durmasına. Yanına ilerleyip kırıkların yanında durdu Bade. Yere eğilip onları toplarken oğlu da yanı başında durmuş annesine yardım ediyordu.

"Ben seni böyle yetiştirmedim Arel. Bıktım artık. Neden üzüyorsun beni? Sen, Aral, Aras, Alin her şeyimsiniz benim. Böyle yaparken Arel, kimse seninle gurur duymuyor. Hatta hepimizi üzüyorsun. Ne yapacaksın oğlum nereye kadar devam edeceksin?"

Bade oğlunun gözlerini görmek istiyordu. Orada görmek istediği şeyi görmek istiyordu. Arel asla kimseye zarar vermezdi. Bilerek vermezdi. Şimdi neden bu kadar hırs yapmıştı bunu bilmiyordu. Elinin içine aldığı cam kırıklarını Arel'in göğsüne dayadı. "Topla oğlum!" Arel gözlerini kısıp annesine bakmaya devam ederken Bade devam etti. "Çok daha toplamaya alıştır kendini. Eline bulaşan parçalarını hisset, topla!" Arel gözlerini ondan ayırıp yerde duran kırıklara bakarken, kendi avucunda duran camları sımsıkı sardı. Canı acıyordu belki ama hissetmiyordu. Toplayacaktı ve dahasını toplamaya devam edecekti.

*********

Melike sabah kalktığında yanında Katre yoktu. Saate baktığında 10'a geldiğini görünce hemen ayaklanmıştı. Normalde bu kadar uyumazdı ama dün hiç uyuyamamıştı. Arel'in sözleri tek tek hafızasında yerini belli ederken Melike uyumayı bile düşünememişti. Banyoya geçerken içerden gelen sesleri duymuştu. Annesi ve Katre bir şeyin üzerinde konuşuyorlardı ama ne olduğunu tam duyamamıştı. Omzunu silkip işlerini halletti Melike. Çok zaman geçmeden de giyinip mutfağa geçti.

"Günaydın!"

"Günaydın kızım!"

"Günaydın ablacım!"

Kahvaltı hazırlanırken Melike annesinin eline tutuşturduğu kahve bardağını sımsıkı sarmıştı. Hava bugün yine yağmurlu gibi görünüyordu. Etrafı saran gri bulutlar, yağmurun işareti gibiydi. Sanırım bugün sevmeyecekti bu yağmuru. Bugün başka bir anısının yas günüydü. Ve hava yine yağmurluydu. Bilerek mi yapıyorlardı acaba! Melike ağlayamadığı için mi ağlıyordu gökyüzü!

Bir yudum alıp arkasını dönerken, Katre'nin ona derin derin baktığını gördü Melike. Neden böyle baktığını anlıyordu ama onu çözmesine izin veremezdi. Kısaca Katre'ye gülümseyip pencereye geri dönmüştü. Belki böyle yaparak daha fazla dikkat çekiyordu ama gözlerine bakınca anlayacağından da korkmuyor değildi. Hafif çiselemeye başlayan hava bir saate hızını arttırmıştı. Kahvaltı masasını kaldırırken Katre ile yalnız kalmamaya çalıştı Melike.

"Canım sen gidip hazırlan tamam mı? Ben bulaşığı halledip geleceğim!"

"Nereye gidiyorsunuz kızım?"

"Bugün teyzemlerle dışarı çıkacağız elbise ayakkabı alacağız. Bende Katre'yi alıp gideceğim. Aslında sende gelsen iyi olurdu ama işlerin olduğu için bir şey demiyorum. Gerçi çok yağmur yağıyor ama olsun. İnşallah teyzemler arabayla gelirler. Geçen sefer yağmur yağıyor bunlar yürüyerek gideceklermiş. Allahtan ehliyetlerimiz var. Arabayı da bir seneye aldık. Ayağımız yerden kesildi."

Medine Hanım tereddütle Melike'ye bakarken, Melike yine çok fazla konuştuğu için içinden kendisine saydırmakla meşguldü. 'Aptal mısın Melike? Neden sürekli uzun uzun konuşuyorsun?' Medine, tekrar Melike'ye bakarken Melike hemen bulaşıklara dalmıştı. Az kalsın bir bardağı şehit ediyordu ama kurtarmıştı sonucunda.

"Bunun altında var bir şeyler yine de neyse bakalım! Gidin siz bende senin çeyizlerini halledeceğim bugün! En azından bir kısmını!"

Melike annesine uzaktan öpücük atıp tekrar bulaşığa dönerken, içinden saydırması hala bitmemişti. Annesi belki anlamamıştı ama Katre kesin bir şeyler çakmıştı. Şu an için gözünü dikip ablasına baksa da herhangi bir şey söylememişti. Göz ucuyla kardeşine bakıp elindekileri sudan geçirmeye devam etti.

Katre üstünü değiştirirken ablasının şüpheli hareketlerini gözden geçiriyordu. En azından bir takım bir şey çıkıyordu ama yine de anlayamıyordu. Belki yine eskiyi düşündüğü için böyle yapıyordu. Acaba o adamı hala unutamamış mıydı? Bunu ablasına soramazdı! En azından şu anda olmazdı. Zaten kendini bir anda burada bulmuştu. O kadar cesaretli bir insan değildi. Ablası bile olsa!

Melike üzerini değiştirirken Katre ona bir şeylerden bahsediyordu. Okulundan, en sevdiği arkadaşından, çocukların ona sürekli takılmasından… Melike bazen gülüyor bazen de kaşlarını çatıp ona bakıyordu. Bu yaşta ne aşkı diyecek değildi ama onunda kendi kaderini yaşamasını istemiyordu. O her zaman gülümseyecekti en azından bundan sonraki zamanlarında. Yeterince ağlamıştı zaten dahasına müsaadesi yoktu.

Üzerine geçirdiği bebe mavisi çiçekli elbise ile teyzesinden çaldığı sandaletleri de ayağına geçirmiş dışarıda Katre'yi bekliyordu. Hava bulutlu olsa da Melike pek aldırış etmedi buna. Karadeniz havasıydı işte. Katre de onun gibi elbise giyip dışarı çıkarken Melike ona gülmeden edememişti. Kendisi saç konusunda ne kadar başarılıysa Katre bir o kadar başarısızdı. Kendi saçını bile toplayamazdı. Şu anda da saçı başı birbirine girmiş, sanki kavgadan çıkmış gibi ablasının karşısına dikilmişti.

"Ne oldu? Neden gülüyorsun? Olmamış mıyım?"

Katre üstüne başına bakarken Melike daha fazla ne kadar gülünür diye hesaplıyordu. Kardeşinin arkasına geçip saçındaki tokayı çözerken, Katre derin bir iç çekip ellerini önünde bağlamıştı. Bu kadar beceriksiz olması kendi hatası değildi ki! Saçları hiçbir şekilde düzene girmiyordu.

Melike'nin birkaç hareketiyle düzene giren saçları Katre'nin iki yanından salınmıştı. Melike, Katre'ye gülerken evinin önüne gelen arabayla hafif bir geri çekilip kimin geldiğine baktı. Tanıdığı araçtı.

Teyzesi onları almaya gelmişti. İyice alışmıştı arabalarda gezmeye İzmir de otobüs ve ayaklarına kuvvetti. Teyzesi arabayı yenilemişti bir üst model almıştı. Araba kullanmayı Melike de çok seviyordu. Kendini özgürce hissettiği ikinci yerdi araba.

Yeşim arabadan inerken hava çiselemeye başlamıştı. Yine de ıslanmamak adına hızla arabaya koşturdular. Teyzesi şoför koltuğunu Melike'ye bırakırken Katre çoktan arabaya yerleşmişti. Kemerini bağlayıp çalışan arabayı devam ettirmek için vitesi bire atmıştı. Arkaya bakarken bütün teyzeleri arabadaydı.

"Günaydın hanımlar! Bugün kaptanlığınızı ben yapıyorum. Çünkü yağmur yağıyor ve teyzem yine kaytarmak için arabayı bana verdi. Evet, söyleyin bakalım ilk nereye gidiyoruz."

"Sana da günaydın Mel'im. İlk önce butiklere bakalım buradakilere sonra istersek merkeze ya da Samsun'a geçeriz. Olmaz mı?"

Ayçe teyzesi ona fikrini sunarken diğerleri ona onay vermişti. Melike çarşıya inerken ablasını da aramıştı ama çocukları birine bırakamayacağı için gelememişti. Onlarla annesiyle gittiğinde giderlerdi. Kafasında o kadar sorun vardı ki ablasını bile unutmuştu neredeyse. Arabayı otoparka park ederken hızla inip gezintiye çıkmışlardı. Ama hiçbir şey bulamamış geri arabaya geri dönüp başka bir otoparka geçmiş alışveriş merkezine girmişlerdi. Bir butikte kalıp elbiselere bakmışlardı. Onun için sorun yoktu çünkü her şeyi hazırdı sadece saçına takacağı taca bakacaktı. Onu kızlar elbise baktıktan sonra da bakabilirdi. Hatta tek bile olabilirdi. Nasıl olsa özenli bir şey almayacaktı. Ayağa kalıp gezerken Katre'yi gördü gözleri. Hızla yanına ilerledi.

Katre'nin yanına giderken uzaktan uzaktan bir tane elbiseye baktığını görmüştü. Butikte oldukları içinde biraz pahalı bir yerdi ama ödemeyecek durumda da değillerdi. Bütün kazandıkları zaten banka hesabında duruyordu. Küçük evin küçük masrafı oluyordu çünkü! Kardeşinin baktığı yere bakıp gördüğü elbiseyle Melike gülümsemişti. Katre'ye gerçekten yakışacaktı. "Dene hadi!" Katre irkilip arkasını dönerken ablasıyla burun buruna gelmişti."Yok, abla ben şuna bakıyordum!"deyip elindeki elbiseye geri dönmüştü. Rakamları görünce gözü biraz ürkse de çaktırmamaya çalıştı Katre. Burası resmen soyguncu mağazasıydı. Böyle rakamları hiçbir şekilde bir arada görmemişti.

"Bakar mısınız? Şu elbiseyi denemek için alabilir miyiz? Küçük beden olacak!"

Katre ne kadar itiraz etse de sonuç olarak elbiseyi giyip gelmişti. Güzel dursa da içine sinmemişti. Bunun için gözüne kestirdiği başka bir elbiseyi kardeşine uzatmıştı. Katre yeniden giyinip geldiğinde artık alacakları birinci elbise tamamdı. Düğün için seçmeye kalktıklarında Katre birçok kez ablasını almamaları konusunda ikna etmeye çalışmıştı ama Melike'nin onu gördüğü bile yoktu. Bu zamana kadar onlar için çalışmıştı. Ya şimdi harcayacaktı ya da bu fırsatı bir daha bulamayacaktı.

İnce askıları olan beyaz üzerine pembe çiçekleri ve dalları olan uzun bir elbise beğenmişti Melike ve hemen yanındaki kardeşine giymesi için baskı yapmıştı. Ama Katre'nin giymemekte ısrarcı olmasıyla geri yerine bırakmıştı. Diğer elbiselere bakarken Katre'nin arada bir o elbiseye bakışlarını yakalasa da bir şey dememişti. Uzun kollu bir elbise beğenmişti yeniden ve onu düğünde giymek için kenara almıştı. İçine bu durum çok sinmese de diyecek bir şeyi kalmıyordu. Melike, Katre'nin kıyafetini sonraya bırakırken Katre'de onu onaylamıştı. O işi bir gün hallederlerdi.

Ama kızlar hala kendilerine bir şey bulamamışlardı. Onlara gülüp geçerken Katre'ye ayakkabı denemek için yan tarafa geçmişlerdi. En azından kardeşi kendisi gibi zor ayakkabı bulmuyordu. Otuz beş numara olan ayakları için zor zoruna ayakkabı buluyordu. Kardeşinin ise ayakları kendisinden büyüktü, sadece bir numara…

Herkes işini hallederken Melike yine dalıp gitmişti. Ciğerlerine çektiği havanın orada tıkılıp kalmasını ve hiç çıkmamasını diledi. Ölüp gitmeyi ve bir sonraki dirilmesinde tüm anılarını hatırlayıp ona göre hareket etmesini istiyordu. Bunu bilerek yaşamak ve bunun için savaşmak istiyordu. Hayatında huzurun olduğu bir dünyada yaşamak dahi iyi geliyordu kulağa. Ama ne Melike huzurluydu ne de huzura kavuşacaktı. Hepsi sadece bir temenniden mevcuttu. Hangi biriyle baş edecekti Melike bu yaşında? Ne derdi bitiyordu ne de kederi ne de kaderi…

Bitmeyecekti…

Katre, gözlerini ablasına dikerken onun gözlerinin denize baktığını gördü. Sanırım ablası da deniz aşığı bir kızdı. Güzel gözlerinde dolanan hüznü görebiliyordu Katre ama hissedemiyordu. Ablası ona hiçbir şekilde hissettirmiyordu. Ama yine de yanında olacaktı onun. Biliyordu ablasının buna ihtiyacı vardı. "Abla iyi misin?" sorduğu sorunun cevabı gelmezken ablasının boş gözleri hala kendisine çevrilmemişti. Tekrar aynı soruyu sorarken ufacık dokunuşla omzuna dokunmuştu. İrkilen Melike, ona bakarken gözleri kısılmış ufacık parıltılara dönüşmüştü. "Efendim canım bir şey mi oldu?" Katre onun parıltılı bakışlarına karşılık verirken ellerini ahenkle tuttu. "Hayır, ablacım bir şey olmadı sadece öyle derin bakıyordun ki dalıp gittin bir an!" gülümseyerek kardeşine baktı Melike. Omzunu sallandırdı küçük çocuk gibi. Daha sonra karşısındaki teyzelerine bakıp iç geçirdi. Her daim yanında mı olmalılardı!

Vakit ikindiyi geçmişken bir yerlere gidip oturmuşlardı. Herkes yiyecek bir şeyler seçerken Melike sadece soda istemişti. Bu şehir ondan iştahını bile alıp götürmüştü. Deniz kıyısına yakın bir mekândı. Etrafta çok müşteri olmamasına karşın gençler yeterince doldurmuştu masaları. Bazen kahkahalar çıkıyordu etrafta bazen müzik sesleri… Ama her şeyi bir yere bırakıp kendilerine baktığında teyzeleri bir şeyler anlatıp, Katre'yi güldürürlerken, Katre da onlara yaşadığı komik anları anlatıyordu. Soruların bazıları kendisine gelirken ustalıkla onları geri çeviriyordu.

Bir süre sonra siparişleri gelmişti. Konuşmayı bir süre bırakıp yemeğe odaklandıklarında Melike onlara hemen geleceğini söyleyip hava almak için terasa çıkmıştı. Deniz şimdi daha da ayaklarının altındaydı ve bu his anlatılacak gibi değildi. Bir insanın duygularını nasıl dindirirdi bir deniz? Derince içine çekti o yosunlu kokuyu. Hala hatıralarında gezindiği gibiydi. Bütün her şeyi alıp götürürcesine okşuyordu saçlarını rüzgârı. Saçlarına karışıyordu kokusu. Bu his güzeldi.

Yanına yaklaşan ayak sesleriyle kendine gelmişti. Biraz toparlanıp başını kaldırmıştı. Kimin geldiğini önemsemez gibi bir bakış attığında gördüğü adamla yutkunmak zorunda kalmıştı. Nefesi hızlanmış elinin altında duran direği daha da sıkı sarar olmuştu. Hava ne kadar serindiyse de o kadar bir sıcaklıyordu Melike. Derin bir nefes almak için bir adım geri gitmek zorunda kaldı ama iyice direğe yaslanmasını sağlamıştı bu yaptığı. Arkasına bakıp teyzelerine baktığında buraya bakmadıklarını görmüştü ama yine de tedirgin olmuştu. Gerçi görseler bile anlamazlardı nasıl olsa karşısında gördüğü adamı ondan başkası tanımıyordu. Ama en fazla da kendisine yabancıydı artık.

"Hala buradasın!"

Sesindeki ton bile hala aynıydı. Vurgular gibi konuşuyordu. Özlem kokuyordu sesi. Hesap sorarcasına çıkıyordu kelimeleri. Ya da yanlış mı anlıyordu yine onu? Bunca yıldan sonra onu ikinci defa karşısında görmesine rağmen en az geçen ki kadar etkilemişti onu. İçini çekip başını kaldırdı yerden, gözlerine bakıp sözlerinin onu etkilemediğini göstermek istedi.

"Evet, buradayım. Kalıcı değilim!"

Boğazında gezen acı arada nefesini kesse de ayakta kalmak için bütün gücünü tek eline vermişti. Hala sımsıkı tutuyordu ve avucu o kadar terlemişti ki biraz daha sıksa damlalar yere doğru akacaktı. Başı hafiften dönmeye başlarken içinden 'keşke bir şeyler yeseydim' diye geçirdi. Tek bir sodayla ayakta durmaya çalışıyordu. Aslında dururdu da ama karşısındaki adam buna izin vermiyordu.

Bir adım daha attı ona doğru. Aralarındaki mesafe en fazla elli santimdi ve Melike hiç rahat değildi. Geri de gidemiyordu. Birazdan içeri gitmezse de teyzeleri onu aramak için gelecekler ya da direk camdan bakıp onları göreceklerdi.

"İçeri geçmem lazım. İyi günler!"

Bunları söylemek bile ona eziyet veriyorken gözlerine çıkan acının ona ulaşmaması için yana doğru kaydı. Ama yeniden durmak zorunda kaldı. Sol kolunu saran eller onu yerine sabitleyip nefes almasını dahi engellemişti.

"Bırak kolumu!"

Nefesini uzunca verip kolunu çekmek için çaba gösterirken, onu hiç duymamış gibi devam ediyordu hala. "Bak seninle konuşacak hiçbir şeyim yok benim. Yıllar önce bitirmiştik ve nasıl olduğunu en az benim kadar sende biliyorsun. O yüzden bırak kolumu!" Melike cümleleri bir araya getirdiği için kendini içinden tebrik ederken hala kolunu saran ellerden kurtulmaya çabalıyordu.

"Konuşacağız ve sen bu defa benden kaçamayacaksın. Kim o adam!"

Ona hesap mı soruyordu sahiden!

"Seni ne ilgilendirir kimse kim! Bırak beni! Bak ailem görsün istemiyorum anlıyor musun? Bırak beni hemen şimdi!"

"Melike, ismini söyleyemeyeli uzun yıllar oldu... Hiç mi affetmedin beni? En azından birkaç dakikanı ayırsan bana? Lütfen tek istediğim bu!"

Sertçe çekti kolunu. "Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok Tunç! Sen benden artık daha fazla bir şey isteyemezsin! Şimdi elini üzerimden çek. Tek istediğim seni görmemek! Peki sen benim için bunu yapabilir misin?"

Tek kaşını kaldırıp ona bakan Tunç'la arkasından yanına doğru hızla gelen adam arasındaki tek fark birinin gözlerinden ateş çıkıyor oluşuydu. "Git buradan!" Arel buraya gelene kadar gitmeliydi hemen! Zaten ona sinirliydi bir de bu olayı çekemezdi. Bugün neden şans ondan yana olmuyordu. Ağır çekime alınmış gibi ağır ağır ilerliyordu Arel onlara. Pes edercesine bakıyordu gözlerine artık. Ne olacaksa olsundu çünkü artık dayanamıyordu.

"Ne oluyor burada? Yine mi sen! Ben sana bu kıza yaklaşmayacaksın demedim mi? Oğlum siz beni katil mi yapacaksınız?"

Evet, kısa savaş başlamıştı. Arel'i durdurmaya çalışıyordu ama pekte başarılı olamıyordu çünkü ızbandut gibiydi ne tarafından çekerse çeksin bir adım bile ilerleyememişti. "Arel bırak gitsin! Arel bırak dedim!" onu dinleyen bile yoktu. Tunç daha çok üstüne gidip Arel'e diklenirken Melike artık başının dönmesiyle iyice yapışmıştı Arel'in koluna.

"Asıl sen kimsin ha!"

"Ben onun nişanlısıyım dostum. Çok yakında da eşi… Asıl sen kimsin de bana dikleniyor, benim nişanlıma elini sürüyorsun. Ha ben seni uyarmadım mı? Karşısına bile çıkmayacaksın demedim mi? Bas git şimdi geçen sefer atmadığım yumruğu şimdi evire çevire atarım."

"Nişanlısı mı? Sen… Siz… Melike gerçekten yaptın mı bunu?"

"Bana bak koçum. Burada işler nasıl yürür bilmem ama bizim orada işler size ters yürür. Anladın mı adamı daha fazla sinir etmeden çek git şuradan!"

Arel şu anda tam özüne dönmüş bir Ankara keçisi gibiydi. Ankara'nın bağrından gelmiş bir adam gibi sayıp döküyordu. Melike'nin bilmediği ise evlendikten sonra kütüğünde yazacak olan Ankara yazısıydı.

Arel resmen gözleriyle yemişti adamı. Kolunu tutan eller onu geri çekmeye çalıştıkça daha da ilerleyip iyice köşeye kıstırıyordu Tunç'u. Melike'nin hırsla onu geri savurmasıyla ufacıkta olsa geri adım atmıştı. Melike'ye bakarken gözlerinin içinde gördükleriyle kollarını ona dolamış "İyi misin?" demişti. Ama Melike ne iyiydi ne de iyi olmak istiyordu. Sadece buradan uzaklaşmaktı niyeti.

"Teyzemler içeride ne olur dur artık. Bırak gitsin. Duyacağını duydu zaten. Hadi lütfen! İyi değilim!"

İlk defa bu kadar yalvardığını hissetti Melike. Arel'in gözlerine bakıp açık açık yalvardı. Bir yandan teyzelerine bakarken bir yandan da Arel'i içeri götürmeye çalışıyordu. Hala ona bakmaya gelmediklerine göre yemeğe fazla dalmış olmalılardı. Tunç'un hala şaşkınlıkla Arel'e ve kendisine baktığını görünce, ona söylemek istediği bir cümle daha vardı.

"Herkes hayatına bakıyordu ya tek bakmayan bendim… Artık bende bakıyorum. Mutlu ol, güzel yaşlan… Ve bir daha karşıma çıkma olur mu?"

Birazda olsa rahatlamıştı. Arel'in onu elinden tutup içeri götürmesiyle teyzelerinin gerçekten yemeğe dalmış olduğunu görmüştü. Arkasını dönüp bakmayı istemesine rağmen bakışlarının odağında Arel vardı. Hem onun tepkisinden çekiniyordu hem de baktığında gördüğüyle yıkılmak istemiyordu. Zaten hayatı boyunca yeteri kadar yıkılmıştı. Parmağının ucuna değen bile yıkılıyordu daha kimi istesindi ki hayatında! Bu kadar yılda bunun için uğraşmıştı zaten.

Unutmak mümkündü, sevmeyi unutmak mesela, yaşamayı unutmak, hayata tutunmayı unutmak, nerden başlayacağını unutmak… Peki, neden içindeki sızıları da unutamıyordu! Hatalarını unutamıyordu! Yaptığı seçimleri unutamıyordu. Her şey unutuluyordu da bu kalbindeki yaralar neden her gün aynı acıyı ona hatırlatıyordu? Her sabah kalktığında, her akşam yattığında sanki iğneler batıyormuş gibi kaç senedir uyuyordu? Beş mi altı mı? Kaç senedir hatalarının sonuçlarına katlanıyordu? Sorularının hiçbirinin cevabı yoktu elbette!

Gözlerinin her açılışında hayata daha da küstüğünü kimse bilmiyordu! Her akşam ettiği dualarının normal olmadığını da kimse bilmiyordu! Her yılın geçişinde on yıl daha yaşlandığını da! Saçlarının aralarındaki beyazlıkları seviyordu bazen, bazen de kökünden koparmak bütün saçlarını kazımak istiyordu. Hem ona hatalarını anlatıyordu, hem de ne kadar iyi mücadele verdiğini! İyi bir savaşçı değildi ama iyi mücadele veriyordu.

Bakışlarının odağını Arel'den çekerken teyzeleri Arel'e ve ona sesleniyorlardı. Onlara doğru ilerlerken arkasında hissettiği bakışları biliyordu. Sırtının delicesine ürperdiğini hissediyordu. Biliyordu ki artık bunun bir sonu yoktu. Elleri yavaşça Arel'in kolundan kaymıştı. Elinin altında hissettiği kaslar o kadar kasılmışlardı ki onları tek tek sakinleştirmek istiyordu. Ve o kadar sertlerdi ki onu tek eliyle yakaladığındaki gücü hala hissediyor ve biliyordu. Bu adamla karşı karşıya kaldığı her an ona vuracak gözüyle bakıyordu ki Allah korusun işin sonunun hastaneyle biteceğini biliyordu.

Ellerinin altındaki parmaklara ulaştığında derince bir iç geçirdi. Kaç sene olmuştu sahi bir adamın ellerini tutmayalı! Hissettirdiği huzuru unutalı! O kadar yavaş davranıyordu ki bunu bilerek mi yapıyordu ya da hisleriyle mi hareket ediyordu bilmiyordu. Tek bildiği bu huzurun ona ulaşmış olmasıydı. Parmaklarını saran parmaklar ona yeterince huzuru vermişti. Hele yüzük parmağında hissettiği ufak dokunuşlar içinin çekilmesini bile sağlamıştı. Ama bu yanlıştı!

İnsan 'unutmak' için mükemmel bir vücuttu!

Başını ellerinden ayırmadan sandalyeye oturduklarında teyzeleri Arel'e hoş geldin derken kendisine de nerede kaldığını sorup duruyorlardı. Hepsine tek tek cevap verirlerken Arel, Melike'nin hiçbir şey yemediğini duyunca kızıp ona bir şeyler sipariş ederken kendisine de aynısından söylemişti. Burada Melike'ye fikir sunulmamıştı elbette! Çünkü Arel ne derse oydu!

Saatler ilerlerken evlere geçmişlerdi. Herkes iyice kaynaşmıştı. Hele ki annesi ve Bade Hanım o kadar anlaşmışlardı ki Melike bu duruma şaşırmadan edemiyordu. Sonuçta zengin bir aileydiler ve hiçte burunları havada gezen sosyete kadınlarına benzemiyordu Bade Hanım. Daha çok Anadolu kadını gibiydi. Darlık çeken, zorluk gören kadınlara benziyordu. En azından annesinin gönlü bu kısımdan rahattı.

Bir ara odasına girdiğinde derin bir nefes alıp bırakmıştı. Başı o kadar ağrıyordu ki bu garip sızı sanki delip geçiyordu beynini. Başını ovuşturup yatağa ilerlerken yanından geçtiği aynaya takıldı bakışları. O kadar kötü görünüyordu ki annesinin ve teyzelerinin dediği kadar vardı. Buraya geldiğinden beri daha da yaşlanmış hissediyordu kendini. Sanki daha da artmıştı beyazları, gözleri o kadar kocaman olmuştu ki mor halkaları ben buradayım dercesine sırıtıyordu kendisine. İstediği kadar makyaj yapsın bu saatten sonra da silinecekleri yoktu.

Odasının kapısı iki kere çalınıp açıldığında irkilerek geri çekildi olduğu yerden. İçeri giren Arel'e şaşkınlıkla bakıp buraya geldiğine mi şaşıracaktı yoksa kapıyı çaldığına mı bilemiyordu.

"Sen kapıyı mı çaldın gerçekten?"

Arel sırıtarak yanına gelirken Melike bir iki adım geri gitmişti. Adamın o heybetli vücuduyla yaptığı gösteri ürkütüyordu onu. Hiçbir şey yapmasa bile yürüyüşü yeterdi. Sanki canını alacak gibi yürüyordu. Attığı her adımda parkeden çıkan sesler ona bomba gibi geliyordu. Ürkerek ellerini başından çekti.

"Bir şey mi oldu?"

Bunu sorarken bile tedirgindi. Ona bugünle ilgili bir şey diyeceğini tahmin ediyordu. Ama bunun şimdi mi olacağını ya da daha sonra mı hesap vereceğini bilmiyordu.

"Hayır, bir şey olmadı. Sana bir şey söylemeye geldim!"

Melike daha çok sorar diye düşünmüştü.

"Unutacaksın."

Neyi, kimi diye sormamıştı Melike. Çok iyi biliyordu ki Tan'dan bahsediyordu. Sakince yerinde bekledi. Üstüne gidip onu kızdırmak ve kendi adına yeniden kavga etmek istemiyordu.

"Saçmalıyorsun!"

"Unutacaksın. Düğüne kadar aklında bile gezmeyecek o adam anladın mı?"

Melike Arel'in ne yapmaya çalıştığını az çok tahmin ediyordu ama bu kadar ileri gidebileceğini hiç düşünmemişti. Sinirleri yeniden geriliyordu ki bu iyi değildi. Başı yeteri kadar ağrıyordu ve kendini sıktığı için çok daha ağrımaya başlamıştı bile.

"Sen kimsin ki bana emir veriyorsun ha! Sen kimsin bana yapmayacağım şeyleri söylüyorsun! Kimsin sen!"

Patladığı nokta aslında o kadar saçmaydı ki 'kimsin sen' derken bile aklından geçen birkaç hafta sonra bu adamla evleneceğiydi. Ama ağzından çıkmıştı bir kere.

"Ben Arel hayatım. Ve her zaman yaptıracağım şeyleri söylerim. Ben söyleyeceğim ve sende yapacaksın. Yoksa?"

"Yoksa ne yine beni zorlayacak mısın? Zorla mı elde edeceksin? Biliyor musun blöf yapıyorsun. Bana oyun oynuyorsun çünkü ipin ucunu kaçırdın ve bunun yüzünden canın sıkıldı. Sende benimle oynamaya karar verdin. Ben oyuncak değilim ama Arel Bey. Yeter artık bıktım senin bu yapay hallerinden!"

Arel, tek kaşını kaldırıp elini burnuna götürürken aklında olan şey tam da buydu. Ona karşı gelmesini istiyordu ki ona gücünü gösterebilsin!

"Yapaylık ve ben! Hele ki blöf ve ben! Gel sana nasıl bunlarla uğraşmadığımı göstereyim hayatım!"

Arel cebinden çıkardığı son model telefonuyla ekrana dokunurken ellerinin altında kalan telefon küçücük kalmıştı resmen. Arama sesini duyduğunda odaya üçüncü biri katılmıştı.

"Buyurun Arel Bey!"

"Yılmaz sana gönderdiğim dosyada kimin adı varsa hepsini icraya bağlıyorsun. Bankalarla konuş benim adımı ve şirketimi ver. Eğer zoru oynarlarsa onlarla yurtdışı yaptığım bütün hesapları kapatacağımı ve kapattıracağımı söyle. Hemen şimdi!"

"Peki, Arel Bey! Hemen hallediyorum efendim."

Melike şokla Arel'in elindeki telefona bakıyordu. Bu kadarına cesaret etmiş olamazdı. Ona, Yılmaz'a ailesinin isimlerini mi vermişti?

"Se-Sen… Bunu yapamazsın. Ona ailemi batırmasını mı söyledin?"

Ne yapacağını şaşırmıştı. Gözlerinin önüne gelen sahneler hiçte iç açıcı değildi. Arel'in bu kadar ciddiyetle karşısına gelmesini hiç ama hiç beklemiyordu. Bu sefer gerçekten yıkılmıştı. Burnu sızlıyor, vücudu histeri krizine girmiş gibi titriyordu. Annesinin bankaya borcu vardı çok değildi ama orta halli bir aile için yeterince bir borçtu. Ve şimdi Arel'in birkaç ödemesini geciktirdiği için onu icraya verdirmeye çalışmasına ve bunu bilmesine şaşırıyordu. Dayıları, teyzeleri neredeyse bütün ailesi kredi kullanarak geçiniyordu. Ki kuzeni evleneli bir sene olmuştu. Herkes seferber olmuştu düğünü yapmak için. Bunu yapmış olamazdı. Bu kadar cani olamazdı. İnanmalı mıydı bilmiyordu? Ya yine blöf yapıyorsa! Yılmaz'ın onay telefonundan sonra hızla dışarı attı kendini annesinin çalan telefonunun sesini duydu. Telefonda konuşan sesi geliyordu mutfaktan. Hızla oraya girerken Medine Hanım bir kadınla konuşuyordu. Hızla telefonu kaptı elinden.

"Eğer bir gün içinde ödeme yapmazsanız üzgünüz ki icra işlemini başlatacağız!"

Bu yetmişti Melike'ye. Başı dönüyor, midesi bulanıyordu. İmkânsızdı ama olmuştu. Arel'in blöf yapmadığını çok iyi anlamıştı. Annesine telefonu uzatıp ona pembe bir yalan söyleyip endişelenmemesi için bir şeyler söylerken aslında ne söylediğini kendisi de bilmiyordu. Odasına geri döndüğünde hızla Arel'in yakasına yapıştı iki eliyle.

"Lanet olsun Arel! Ne yapıyorsun? Ne istiyorsun benden artık. Evlenelim dedim daha ne istiyorsun? Alacağını alacaksın zaten. Aileme dokunma yalvarırım!"

Elleri gittikçe kayarken, dizleri yeri aşındırmış titrek bir şekilde düşmüştü. Nefes alamıyordu. Boğulma hissi böyle bir şey miydi bilmiyordu ama sanki boğulacaktı! Titreyerek aldığı her nefeste daha dönüyordu başı.

"Onlara dokunma. Bana yap ne yapacaksan! Söz veriyorum. Söz veriyorum unutacağım."

Arel, istediğini almış bir şekilde sırıtırken, Melike bunu görememişti. Odaya yeniden üçüncü bir ses karıştı.

"Yılmaz borç işlerini hallet. İcra kısmını da dâhil!"

Sert bir solukla yeniden konuşmaya başladı.

"Borcun kalan kısımlarını da iyice taksitlendirmelerini söyle yoksa onlara ne söylemen gerektiğini biliyorsun!"

Telefonu pantolonunun cebine atarken Melike hala başı eğik öylece yerde oturuyordu. Bütün her şeyi duymuştu. Sevinse mi üzülse mi bilmiyordu. Tek bildiği ailesi en azından biraz daha ferahlık görecekti. O ferahlığı bir haftadan sonra kendisi bir ömür boyunca göremeyecekti. Keşke ağlamayı becerebilseydi.

Söz vermişti ama nasıl yapacağını bile bilmiyordu. Nasıl unutulurdu ki! Ya da nasıl kanıtlanırdı! Bu adam deliydi başka türlü açıklanamazdı bu. Arel'in ona doğru kalkan elini görünce kenara çekildi ama başını kaldırmadı.

"Dokunma bana!"

Arel'in parmaklarını yarı yolda geri çekerken içinden de kendisine sayıp sövüyordu. Ne yaptığını artık kestiremiyordu. Herkese zarar veriyordu bunu biliyordu da ama bugün yaptığı kesinlikle affedilir bir şey değildi. Bir yandan da seviniyordu ona gerçek anlamda gücünü göstermişti. Dizlerinin üzerinde oturan kız artık emindi ki Arel her dediğini yapardı. "Kalk ayağa!" sesindeki sert tonlar kızın gözlerini yerden çekip Arel'e dikmesine sebep oldu. İyice kızarmıştı Melike. Gözlerinden, kulaklarından yangınlar, alevler çıkıyordu. Sessizce yanıyordu içi. Ağlamamaya yemin vermiş gözleri teker teker sulanıyor, sular dalgalanıyor ama bir tanesi bile yere düşmüyordu.

İçeriden gelen seslerle ayaklanmıştı Melike. Biraz olsun toparlanmış elini yüzünü yıkamak için odadan ayrılmıştı. Arel'in ardından attığı bakışı fark etmişti. İnsanların duygularını pek anlayamazdı ama Arel'in gözleri ona hiçbir şey anlatmıyordu. O bir buzdolabıydı ve kapağını açamadıktan sonra görebileceğin hiçbir şey yoktu. O tam anlamıyla simsiyah bir buzdolabıydı.

Aklına yeniden küçükken yazdığı günlükler gelince yarın bu işin icabına bakmaya karar verdi. Eğer Arel onu rahat bırakırsa rahat rahat bakardı. Ama annesine sorduğunda aldığı yanıttan biraz tedirgin olmuştu. Annesi ona bütün defterlerini sobada yaktığını söylemişti. Buradan gitmeden önce hiç aklına gelmemişti o günlükleri. Eğer böyle bir şey olacağını bilse kesinlikle saklardı. Ama emindi ki bir yerden çıkacaklardı. Tabi yanmadılarsa!

İçeri geçtiğinde Arel'in koltukta oturduğunu gördü. O çıktıktan sonra gelmiş olmalıydı. Elinde ki çayı bir yandan içerken bir yandan da eniştesinin sorduğu konuyla ilgileniyordu. Öyle ilgiyle cevap veriyordu ki bütün ciddiyetini oraya vermişti.

Bu adamı asla çözemeyecekti. Neden onun ailesine bu kadar yakın davranıyordu ki! Sonuçta o yangını başlatmadığına emindi ama eğer başlatsaydı bu adam; sadece kendisine değil bütün ailesine düşman olmalıydı. Gerçi yaklaşık yirmi dakika önce bunu kanlı canlı yaşamıştı ama şimdi ki durum tuhafına gidiyordu. Bir türlü ipleri birleştiremiyordu. Arel'in ne yapmaya çalıştığını, onunla neden evlenmek istediğini ve evlendikten sonra ona ne yapacağını kestiremiyordu. Döver miydi? Ya da karanlık bir yere kapatır günlerce yemek veya su vermez miydi? Saplantılı kişiler her böyle yapıyordu. İzlediği filmlerde geçen sahneler hep bu yöndeydi acaba ona kalıcı bir hasar verir miydi?

Bir anda buz kesti. Tepeden tırnağa kadar ürperdi. Annesi ona bir bakış atıp sohbete geri dönmüştü ama suratının bembeyaz olduğunu gören tek kişi Katre olmuştu. Hızla ablasının yanına ilerlerken Arel abisiyle tartışıp tartışmadığını düşünüyordu. Zaten geldiklerinden beri tuhaflardı. Ablasının yüzüne dokunup ne olduğunu sorduysa da Melike onu duymuyordu. Aklına o kadar ürkütücü senaryolar gelmişti ki bunların gerçekleşme ihtimalinden bile korkmuştu. Katre onu kaldırmaya çalışınca biraz olsun kendine gelmiş onu mutfağa götürmesine izin vermişti.

"Abla iyi misin? Bak buz gibisin. Ne oldu kavga mı ettiniz? Hı!" Katre cevabını alamadığı soruları yenilerken Melike sandalyeden kalkıp musluğun başına geçmişti. Ellerini serin sulara bırakırken sakinleşmek için çaba harcıyordu. Buz gibi akan su hızını her attırdığında biraz daha gevşiyordu bedeni. Aklındakilere çözümü yoktu ama olmaması için bir sebepte yoktu. Arel'in kafasının içinde ne düşündüğünü bile bilmiyordu. Ona ne yapacağını! Ya da ailesine bundan sonra nasıl yaklaşacağını! Hiçbirinin cevabı yoktu artık!

Ellerini çekip yüzüne sürerken tamamen sakinleşmişti. İnsanlar sakinleşmek hatta biraz olsun moral bulmak için sigaraya, içkiye başvururlardı ama Melike sadece elini soğuk suyun altına soktuğunda bile direncini topluyordu. Zaten içenleri de anlamıyordu. Neden insanlar kendilerine zarar verdiğini bildiği halde parasına kıyıyordu ki! İki şekilde de zarardı!

Arel gittikten sonra biraz da olsa kafasını dinlemek istemişti. Bu ayın bu kadar yorucu geçeceğini bilseydi bol bol uyku depolardı. Şimdi uykuya hasret gidiyordu. Uykusuzluk onun için en korkunç şeydi. Hele ki zorla uyandırılma en berbatıydı. Neden ıssız bir adaya düşmüyordu ki! Ne kolay olurdu! Yanına alacağı üç şeyde bavul olurdu!

*********

Arel otele geçtiğinde vakit o kadar da geç değildi. Eline geçen dosyalara bakarken öfkesi hızla artmaya başlıyordu. Bu da ne demek oluyordu? Yanında duran avukatına bakıp hesap sorarcasına önüne fırlattı Arel! O kadar sinirliydi ki adamın titreyerek orada beklediğini fark etmemişti. Yılmaz, Arel'e bakarken içi titredi. "Nasıl olur! Ben sana iyice araştır demedim mi? Bu adam şimdi neden başka konuşuyor. Yılmaz, bak bu son şansın sabaha kadar bunu hallettin hallettin. O adamın bir işler karıştırdığı belli onu tekrar sorgula. Adı Semih Kara!"

Yılmaz kendini dışarı attığında ayakları titreyerek merdivenlerden inmişti. Çok değil kısa bir süre sonra telefonu çalmıştı.

"Evet, efendim!"

"Hallettim merak etmeyin! ... Evet, fark etmedi! Şimdi geri kalanını halletmek için gidiyorum."

"Tamam efendim! İyi günler!"

Yılmaz, arama kayıtlarını silip hattı kırıp atarken yeni hattını takıp arabasına bindi. Çöpün önünden geçerken hattı fırlatıp attı. Yolun geri kalanında da farklı işleri vardı. En başında Semih Kara gibi!

 

 

♡♡♡♡♡♡

 

Bölüm : 02.12.2024 17:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...