9. Bölüm

♦0.9♦

hayat melike kurioğlu
_haymel

Apar topar yerinden kalkıp her yeri talan etmeye başlamıştı. Annesinin bazanın altına sakladığı her şeyi yere döküp teker teker bakarken gürültünün haddi hesabı yoktu. O zamanlarda bir şeyler yazdığını biliyordu. Çünkü yazmayı öğrendiği andan itibaren hep bir günlüğü olmuştu. Yazmıştır. Mutlaka bir yere bu anıları karalamıştır. Yazmış olmalıydı.

"Nerde bunlar? Nerde, çıldıracağım artık ya! Anne! Anne!"

Medine, kızının ona seslendiğini duyunca apar topar telefonu kapatmış Katre'yle birbirlerine bakıp Melike'nin odasına koşturmuşlardı. Odaya girdiklerinde şaşkınlıktan Melike'ye bile bakmamışlardı. Oda, oda kılığından çıkmıştı. Her yer birbirine girmiş bu karmaşanın içinde de Melike oturmuş bir şeyler söylüyordu.

"Melike buranın hali de ne?"

"Anne, sen bırak şimdi bunları ben düzeltirim. Sen bana günlüklerimin nerede olduğunu söylesene! Nereye koydun onları?" Medine 'ne günlüğü' serenatlarına başlarken "Anne, söyle şunu!" diye bağırmıştı Melike istemsizce.

"Bilmiyorum Melike, en son seninle birlikte kutulara yerleştirdik sonra da sen İzmir'e gittin işte! Seninle koyduk ne koydursak!"

Bu hiç iyi değildi. Melike ne yediğini bile unutan insandı. Bunu nasıl hatırlayacaktı. Sinirleri daha da gerilmişti. Şimdi ne yapacaktı?

"Tamam anne özür dilerim bağırmak istemedim." Başını önüne eğip dizlerine kapandı. Ne diyeceğini bilemedi Medine. Yavaşça kızına doğru ilerledi.

"Kızım bir şeyin var. Buraya geldiğinden beri sende bir şey var Melike. Söyle bana annem. Ne oldu neyin var?" Melike başını kaldırmadan iki yana salladı boğuk bir sesle 'bir şeyim yok' dedi. Ama sesi hiç inandırıcı gelmiyordu. Katre de yavaşça ablasının yanına geldi. Başını onun başının üzerine koydu. Medine bu hareketle gülümsese de içindeki annelik hissi kızıyla ilgili bir şeylerin olduğunu söylüyordu. Bir şey vardı ve bundan onun haberi yoktu.

"Tamam, o zaman sen kendini hazır hissedince söylersin. Şimdi, yemek vakti!"

"Birazdan gelirim anne."

Umutları bir bir yıkılıyordu. Ya attılarsa, yaktıysa! Ne yapacaktı? Başı daha çok ağarmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp kollarını çözdü. Annesiyle kardeşinin gittiğini anladığında ortalığa baktı. En azından bir şeyler bulacağına inanmıştı. Kanıtları lazımdı. Ona ispatlayacak bir şey bulmak zorundaydı.

"Ben yapmadım. Ben kimseye bir şey yapmadım. Yapmadım."

Çıldırmak üzereydi. Delirmek istiyordu. Her tarafı yakıp yıkmak istiyordu. Bağıra bağıra ağlamak! Bu işkence ne zaman geçecekti?

Küçük bir kıyamet kopmuştu sanki evde öyle sessizdi ki kimseden ses çıkmıyor televizyonun sesi bile kısıktı. Melike buna ne kadar dayanabilirdi bilmiyordu. Burada yoksa acaba ananesinde olabilir miydi?

"Anne, anneanneme gidelim mi? Hem biraz hava alırız! Özlemiştir bizi!"

"Tamam, gidelim ama gece yine dönelim zaten kalabalık orası!"

"Tamam, döneriz."

Bu gece onları bulmalıydı. Belki teyzesi bilirdi nereye koyduğunu! İşi artık Allah'a kalmıştı. Nereye saklamıştı bu defterleri? Bir bulsa en azından belki işine yarar bir şey çıkabilirdi. Biliyordu ki böyle bir travma yaşasa mutlaka yazardı. 'Allah'ım yardım ette bulayım' kalbi en çokta bunu istiyordu.

Anneannesine geldiklerinde içeri de bir coşkuyla karşılaşmıştı. Bütün sülale toplanmış sanki onları bekliyorlardı.

"Kızım hoş geldiniz. Biz de sizi rahatsız etmeyelim bugün birlikte vakit geçirsinler dedik ama iyi yaptınız geldiniz de!"

Anneannesi onu kocaman sarmış kendi kardeşlerinin yanına getirmişti. Annesinin dayısı ve teyzeleri gelmişti. Onlarla merhabalaştıktan sonra Katre'nin bir yere oturup olanı biteni izlediğini ve yeni gelenlerin ona dikkatlice baktığını gördü. Bu duruma kendi kendine üzülse de kimseden gizleyecek bir şeyleri yoktu.

"Büyük dayı, teyzelerim bu benim kardeşim Katre. Bizimle yaşıyor artık. Fark ettiniz değil mi bana ne kadar da benziyor."

Annesinin tarafından en sevdiği huy bir şeyi çok çabuk kabullenip sevebiliyorlardı. Kimse 'nasıl, neden' diye sorgulamıyordu. Ki annesinin de bu huydan aldığını biliyordu. Bu yüzden Katre'yi bu kadar çabuk kabul etmişti. Farkındaydı ki kardeşi gerçekten de benziyordu ona. Burun ve bacakları hariç kopyası bile olabilirdi. Belki de en çok kabullenilmesinde ki etken de bu olabilirdi.

"Hoş geldin kızım. Bizim aile biraz delidir kabul edeceksin artık bizi böyle. Maşallah, nasıl da güzelsin sen öyle. İyi ki ablana çekmemişsin bacaklardan yoksa alırdık başımıza bir Melike daha!"

Gür kahkahalarla ortalık cıvıldamış sanki o buhran havası bir anda yok olmuştu. Katre de bu sürece hızlıca adapte olmuş çok çabuk kaynaşmıştı. En azından ona benzemiyordu bu konuda. Şimdi geriye kalan tek şey teyzesini yakalamak ve ona günlüklerini sormaktı. Ama ortalıkta ne Yeşim vardı ne de Ayçe teyzesi. Havva teyzesi bile ortalıkta görünmüyordu. Nereye kaçmışlardı yine bunlar?

"Teyzeler nerdesiniz?"

"Odadayız gel."

Melike yatak odasına girince bütün teyzeleri sandık başına toplanmış bir şeyler mırıldanıyorlardı.

"Ne yapıyorsunuz siz burada?"

"Sana bir şeyler çıkarıyoruz kızım. Senin sevdiğin bir iki şey vardı ya onları yıkayacağız. Sana ne oldu gerginsin yine kavga falan mı ettiniz? Yoksa kayınvalidenle gezmekten yorgun mu düştün?"

Yeşim teyzesi yine sıralamış, döktürmüştü. Yüzüne biraz sevimlilik katıp o solgun ruh halinden çıkmaya çalıştıysa da teyzeleri bir güzel yakalamıştı onu.

"Bir şeyim yokta Katre'yi de alsaydınız ya buraya. Sıkıldı kız içeride!"

"Tuvalete gitmişti en son o da. Ona da bir iki şey çıkardık ama sandık alınca ona öyle hazırlayıp vereceğiz. Anneannesi söz verdi kızına sandık alacağız." Herkes gülüşüp ederken Melike, ne kadar güzel kalpli ailesi olduğuna seviniyordu. Nasılda candan seviyorlardı. Arel'i de böyle sevmişlerdi. Hele anneannesi Arel'i gördüğünde elini tutmadan konuşmuyordu onunla. İlla sevecekti konuşurken. Elini tutacak, okşayacak, bağrına basacaktı. Küçükken anneannesi anlatırdı her zaman ne kadar güzel bir annesi babası olduğunu. Evet dayak yemişti, küçüklükten başlamıştı çalışmalara ama yine de babası akşam eve geldiğinde her bir evladının derdini dinler, onlara öğütler verir sonra oyun oynar ve yatırırmış. O da bu sevgiyi her zaman başka insanlara vermiş. Ailem dediği insanlara, dışarıdan gelen insanlara… Anneannesi herkesi çok severdi. Kapıdan biri girmesin yeter ki!

"Çok sevindim. Şey ben size aslında bir şey soracaktım… Ben hani küçükken sürekli bir şeyler yazardım defterlere, hani saklamıştık onları, siz biliyor musunuz yerlerini?"

Kimseden ses çıkmamıştı. Biri hariç.

"Ne yapacaksın sen günlüklerini bakalım?"

"Hiç merak ettim sadece. Buradan giderken onları da alacaktım yanıma onun için."

Yeşim bu durumu biraz tuhaf bulsa da bir şey dememişti başka. Diğer teyzeleri zaten bilmiyordu. Ama bir ümit Yeşim teyzesi belki bilebilirdi.

"Ben en son onları annenle üniversiteye gitmeden önce kolilediğiniz de gördüm başka da görmedim. Zaten bir koliyi annen dışarı da tenekenin içinde yakmıştı. Artık o koli miydi başka bir koli mi bilmem!"

Yavaş yavaş soluyordu artık. Bu nasıl bir şeydi böyle? Hiç mi çıkış yolu bulamazdı! Zaten o Semih denen adam onu suçlamıştı. Şimdi de bu! Hiçbir yolu kalmamıştı.

"Anladım teyze neyse artık. Yapacak bir şey yok!"

Teyzeleri çıkarken o yine de bazaların altlarına bakmış ama hiçbir şey bulamamıştı. Teyzeleri haklıydı. Ya yakmıştı ya da annesi onun hiç bilemeyeceği bir yere kaldırmış ve unutup gitmişti. Çaresizce çöktü yatağa. Ağlayası gelmişti yine ama gram bir şey çıkmamıştı yine gözlerinden. Kendi zorlasa da kurumuştu pınarları. Bu ne zor bir yüktü böyle? Hangi derdine ağlasa kendine gelirdi? Ağlayabilse her şey geçer miydi? Neden eskiden günler geçmiyordu da bu ay ona bir gün gibi gelmişti? Bu nasıl bir kaderdi?

Teyzeleriyle vedalaşıp dayılarına döndü. Onlarla vedalaşınca Yeşim arabanın anahtarını yine Melike'ye geri vermişti.

"Teyze bana daha lazım değil araba."

"Olsun annem. Ne olur ne olmaz dayınlar burada zaten. Bir şey olursa onlarla gideriz. Senin son günlerin zaten arkadaşlarınla görüş istediğini yap. Tamam, mı kızım? Hadi güle güle gidin."

Teyzesi yine dediğini yaptırmış arabayı ona vermişti. Aslında araba kullanmayı çok seviyordu ama bu aralar bunun tadını bile çıkaramamıştı. Belki yarın çıkarırdı. Annesiyle, kardeşi de arabaya binince evin yolunu tutmuşlardı. Annesinin büyük dayısıyla, teyzesi de onlarla birlikte gelmişti. Anneannesinin evi bayağı kalabalıktı çünkü. Sıkıntı yoktu aslında birkaç tane daha ev vardı nasılsa!

"Anne büyük dayım misafir odasında yatsın sende teyzenle yatarsın biz de Katre'yle kendi odamızda yatarız. Kuzenlerin gelişine göre bir ayar veririz. Tamam mı?"

"Tamam kızım merak etme sen. Zaten yarın Havva ile Yeşim gelecekler buraya sandığını ayarlayacağız. Ona göre biz yerleri ayarlarız. Eğer durumlar değişirse sen Ayçe teyzenle Katre'yi de alır onlara geçersin. Ayıp olmasın buradakilere de."

Melike tamam anlamında başını sallayıp yatakları yapmak için annesine yardım etti. Normalde annesi Katre'yle yatıyordu. Çünkü onun yatağı çift kişilikti ama bu gece idare edeceklerdi. Tek kişilik yatakta nasıl yatacaklardı bilemiyordu ama bir hal duruma bakacaklardı.

"Katre, bana bir su getirir misin ablacım? Boğazım kurudu benim. İnşallah giderayak hasta olmuyorumdur."

"Tamam, getiriyorum hemen. Banyo yapıp dışarı çıkıyorsun abla sence de hasta olmak için iyi bir bahane değil mi bu?"

Kardeşine ters ters bakıp suratını ekşitti. Dil çıkarmamak içinde kendini zorladı. Pijamalarını giyerken telefonuna mesaj gelmişti. Bu saatte normal birinden beklemiyordu mesajı mutlaka ya Arel'di ya da İdil. Yatağa geçip Katre'nin getirdiği suyu içerken bir yandan da mesajı açmıştı.

'Annemle ne konuştun?'

Tabi ki tahmin ettiği gibiydi. Arel yine soru yağmuruna tutacaktı onu. Zaten başı kazan gibi kaynıyordu bir de bu saatte onunla uğraşamazdı.

'Sana da iyi geceler Arel yarın görüşürüz.'

Bunu yazdıktan sonra telefonu sessize alıp, Katre'ye yer açıp yattı. O günlükleri mutlaka bulmalıydı. Bir hafta sonra da kuzenleri gelecekti ama yapacak bir şeyi yoktu en azından evlenmeden önce bulsa belki bir ümit bu iş olmazdı. Bazen düşünüyordu da bulsa ne olacaktı ki Arel çoktan ailesine karışmış; onları artık bir bütün kabul etmişti ailesi. 'Ben vazgeçtim' dese ne olacaktı? İki ucu da çıkmazdı onun için. En iyisi uyuyup bu düşüncelere birazda olsa ara vermekti. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Zaten uyuduğu da yoktu. Her gözünü kapattığında kâbuslarla uyuyup, kâbuslarla uyanıyordu.

İzmir'e geleli neredeyse üç gün olmuştu ki ailecek geldikleri için de ev bir hayli kalabalıktı. Hatta İdil'in de ailesi gelince epeyce doluşmuşlardı küçücük eve. Ama kimse bundan şikâyetçi değildi. Tek şikâyetçi olan İdil'in küçük yaramaz kardeşiydi. O da Melike'yle yatamadığı için mutsuzdu. Ama bunu dile getirip söyleyince de herkes güldüğü için şu iki günde hırçınlığı üzerindeydi.

"Canımın içi uyandın mı? Bende kahvaltı için ekmek almaya gidecektim."

İdil erkenden kalkmış hatta sofrayı bile hazırlamıştı. O kadar çok çeşit vardı ki evden getirilen onlarca yiyecekten tek tek tabaklara dizilmişti. Evin kalabalığından masa da kalabalıktı.

"Günaydın canım. Erken uyandım sanmıştım bende. Sen benden önce kalkmışsın. Tamam, sen git ben çaya bakarım."

"Tamam, canım. Hemen gider gelirim."

İdil'in evden çıkmasıyla Melike elini yüzünü yıkayıp ses çıkarmadan hemen mutfağa geçmişti. Sessizce işlerini yaparken İdil'de o sırada hemen gelmişti. Kahvaltı şen şakrak geçmişti. İki sofra kurulmuş ve kaldırılmıştı. Bulaşıkları teyzeleri hallederken Fırat amcası onu atölyeye çağırmıştı. Apar topar giyinmeye giderken İdil'de işlerinin olduğun söyleyip o da onunla çıkmak için hemen hazırlanmıştı. İdil bu aralar biraz tuhaflaşsa da Melike kendisinden olduğunu düşünmüştü ve ona bir şey sormamıştı. Ne zaman sorsa ağlamaklı oluyordu. Ki Melike bundan nefret ediyordu.

İkisi de evden çıkarken İdil ondan ayrılmış ve hemen bir taksiye binip gitmişti. Melike de dolmuşa binip atölyeye geçmişti. Yolda giderken Arel onu aramıştı ama çok kalabalık olduğu için ne dediğini anlayamamıştı. Onu atölye de aramak için bir an önce dolmuşun hızlanmasını istemişti. Arel neredeyse dünden beri onu aramamıştı ki bu biraz tuhaftı. Genelde her zamanını ona rapor vermekle geçirdiği için artık normal olmadığını biliyordu. Bu yüzden de otobüsün acele bir şekilde gitmesini istiyordu. Dün sadece bir kere aramış ve evet, tamamdan başka bir laf etmemişti.

Butona basıp durakta inerken hızlı adımlarla karşıya geçip atölyeye girmişti. Telefonunu elinde tutup tuşlara basarken karşısına bir kadının çıktığını gördü. Müşterilerden birisidir deyip gülümseyerek yanından geçecekti ki ona seslenilmesiyle durakladı.

"Melike Hanım acaba biraz zamanınızı alabilir miyim?"

"Affedersiniz, ama çıkaramadım sizi? Müşterilerimizden biri misiniz?"

Kadın sarı saçlarını arkaya atıp iki adımla önüne kadar gelmişti.

"Hayır değilim. Sizinle röportaj yapmak gün almaya geldim. Lütfen beni dinleyin. Sektöre yeni adım attınız ve bilginiz olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar sizi yanlış yargılıyor ve yanlış anlıyor. Bunu düzeltmekte sizin elinizde! Bakın bu benim kartım. Derginin baş editörü de benim. Eğer-"

"Hanımefendi çok üzgünüm ama bunları sizden önceki arkadaşlara da söyledim. Hatta bu yüzden telefonumun numarasını bile değiştirmek zorunda kaldım. Röportaj falan istemiyorum. Müşterimiz olursanız sizinle konuşabilirim ama bu sadece işle alakalı olur o kadar. Nasıl sizin ki de bir işle alakalıysa! İyi günler!"

Çalan telefonundan dolayı cümlelerini kısa tutsa da Arel'in aradığını ve kadının bunu gördüğünün farkındaydı. O yüzden telefonu açar açmaz o bağırmaya başlamadan önce "Efendim sevgilim!" dedi. Bu andan sonra da Arel'de ki bu duraklama tam iyiye işaretti. En azından birkaç küfür edip ben nereyi aradım dememişti. O sırada da zaten döner kapıdan içeri girip hızlıca Ozan'ın yanındaki odaya geçmişti. Çantasını tekli koltuğa atıp Arel'e seslenmişti.

"Arel orada mısın? Kusura bakma peşime taktığın bir derginin baş editörünü paylamakla meşguldüm."

"İyi yapmışsın. En azından seninle baş edemeyeceklerini anlasınlar. Neredesin?"

Fırat amcası odaya girerken eliyle sen devam et şeklinde hareket edip çantasını masaya bırakıp tekli koltuğa yerleşmişti.

"Fırat amcanın yanındayım, atölyede! Neden sordun ki?"

"Ev bakmaya gidelim diyecektim. İki ev var. Zamanın varken eşyalarını da seçelim hatta."

Arel'in iyi gününe rastladığına mı sevinse iki evden birini seçeceğine mi üzülse bilemedi. Ona demek istiyordu ki yanacağın evi kendin seç, sana son kıyağım! Pes etmeyecekti.

"Tabi canım ben buradaki işleri halledeyim. Beni atölyeden alırsın. Hatta kızları da götürelim. Tek başına olmaz bu işler!"

"Olur, Alin'de gelir. Katre ile İdil'i de alırız."

Alin'in isminin geçmesiyle hafifçe içi geçse de yine de ellerini zapt etmeyi başarmıştı. "Tamam, o zaman görüşürüz." Telefonu yanına bırakıp Fırat amcasına dönmüştü.

"Fırat amca kusura bakma ev bakmak için geç kaldık ama yine de iş başa düştü. Sen ne için çağırmıştın beni?"

"Olsun kızım olsun sen hemen beğenirsin bir ev zaten. Ben seni hani bir kız gelmişti ya hiçbir şeyi beğenmeyip bize ondan olsun bundan olsun diyen bir kızdı."

"Evet hatırladım. Onun gelinliğini teslim ettik zaten. Ne oldu?"

"Beğenmemiş. Çok karışıkmış gözleri yorulmuş. Allah'ım bizi sınıyor bence. Emel baş edemedi seni çağırttı bana. Kız içeri de bekliyor. Allah aşkına hallet kızım şu işi. Sen gençsin, benim kafam artık kaldırmıyor vallahi!"

"Tamam Fırat amcacım ben hemen gider bakarım. Sevgi ablaya da söyleyeyim sana güzel bir çay getirsin burada içersin."

Fırat, keyifle arkasına yaslanıp onu sözleriyle mayıştıran manevi kızına bakıyordu. Ne de güzel yetiştirmişti minik kız kendisini. En az bir baba kadar gururlu hissediyordu onun için. Mezuniyet davetinde en başta alkışlayacaktı bu minik kızı. En iyileri hep onunla olmalıydı buna yürekten inanıyordu.

Melike, odasından çıkıp mutfak tarafından Sevgi ablasına Fırat amcası için çay söylerken ona öpücük atıp onu ortak salonda bekleyen kadına doğru ilerlemeye başlamıştı. Evet asıl büyük bela tam karşısında onu bekliyordu.

"Hoş geldiniz Zehra Hanım!" kadının mimikleri bile oynamamıştı. Soğuk bir şekilde oturduğu yerden onunla merhabalaşmıştı. Gerçekten de küçük kıyamet yaklaşıyordu.

"Melike Hanım ben size özel bir anımı paylaşmak için geliyorum. Sizin de emeğiniz olan bir gelinliği giyeceğim. Şu gelinliğin haline bakar mısınız? Ben bunu nasıl giyeyim? Gözlerim yoruldu buna bakarken."

Melike, sinirleri alınmış bir diş kadar sakindi. Hafif bir tebessümle kadının son lafına kadar dinlemişti.

"Zehra Hanım inanın bana bunu dikmek için emek verenlerin gözlerinin yorulduğu kadar yorulmamıştır gözünüz merak etmeyin. Diğer konuya gelirsek eğer, bize dikimi için izin verdiğiniz gelinlik tam olarak buydu. Hatta gelin çizime bakalım birlikte."

Melike hiçbir zaman kendisini sağlama almadan bir işe kalkışmazdı. Kadının da onayı olan çizimi onun önüne doğru uzatırken kadının gözlerinin araba farı tutulmuş bir tavşan kadar açıldığını görmüştü.

"Tam olarak çizimin gerçek hali karşımda duruyor. Bir sorun olduğunu da düşünmüyorum çünkü çok temiz çalışıldı ki iki günümü onun dikimi için yardım etmekle geçti. Çünkü sizin de dediğiniz gibi o kadar yorucu bir gelinlik ki çalışanlarımızın bir süre sonra gözleri yoruldu. Ve işi ben devraldım."

Kadının suspus kesilen haline bakarak Melike bir adım geri çekilmişti. Müşteri önemliydi. Evet, müşteri her şeyi isterdi ama onun en iyi ne istediğini her zaman tahmin ederdi. Ki genelde burada çalıştığı vakit boyunca da hiç yanıldığı olamamıştı.

"Melike Hanım ben çok çok üzgünüm. Her şey o kadar bir araya geldi ki! Her şeyi istedim o gün farkındayım. Ben nasıl telafi edebilirim bunu. Lütfen söyleyin."

Melike, tebessümle tam yanında kalan küçük yere oturmuştu. Tek elini çizimi tutan eline uzattı. Yavaşça arkasını çevirip tekrar onun önüne uzatmıştı. Kadının gözlerinin ışıltısı o kadar fark etmişti ki bütün enerji birden değişmişti.

"Ama bu nasıl olur? Siz!"

"Ben sadece seni izledim, seni dinledim Zehra! Emin ol hayallerinden bile daha güzel bir gelinlik giyeceksin. Hem de sen bunu kendi hayallerinle yaptın."

Kadının sağ gözünden akan yaşı görünce hevesle onu yerinden kaldırmıştı. "Gel benimle! Bırakalım bu gelinliği!" yavaş adımlarla onu tam odasının karşısında kalan dikim odasına götürmüştü.

"İşte gelinliğin! Üzerinde son bir prova alalım ve sana teslim edelim olur mu?"

Fırat Bey kapının pervazına yaslanıp olanları izlerken Melike'nin gözlerindeki ışıltıyı fark etmişti. Ne kadar müşteri haksız olsa da bunu yüzüne vuracak kadar mert ama bir o kadar gönlünü hemen alacak kadar merhametliydi. Kaç gece bu gelinlik için uğraşmışlardı ki bence kızın hayallerinden bile daha güzel olmuştu.

Melike ona hevesle sarılan kolların altında titrerken bir kişinin daha hayallerine kavuşmasına yardım ettiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Ama en çokta onların yüzü güldüğü için mutluydu.

"Çok teşekkür ederim Melike Hanım. Çok hem de! İyi ki varsınız!"

Melike bugünü de başarıyla atlatıp Arel'i beklemeye başlamıştı odasında. Fırat amcası odadan çıkmadan önce onu saçlarından öpüp, şanslı olduklarını bir kere daha dile getirmişlerdi. Melike'yse gerçekten tüm bunları hak edip etmediğini tartışıyordu kendi içerisinde. Yine de mutluydu. Seviyordu bu mesleği!

Kapısından içeri süzülen uzun boylu adamla Melike başını Safinaz adını verdiği maket modelinden çekip ona bakmıştı. Adamın onu kapı pervazından izlediğini fark etmişti ama ne zamandır oradaydı onu bilmiyordu.

"Hoş geldin. Geldiğini duymadım."

Arel'in kavuşturduğu kollarını bir silkinmeyle indirdiğini ve tek elini pantolonuna sokarak yanına geldiğini Safinaz'ın üzerinden izlemişti. Nefesini tutup elini ona doğru uzattığını görünce, ne yapmaya çalıştığını anlamamıştı. Ama yine de uzatılan eli, küçük sağ eliyle tutup onu çekmesine izin vermişti. Şu kutu kadar odası daha da küçülmüştü gözünde. Arel'in onu kendisine yaslamasıyla ne yapacağını şaşırmıştı. Kadına yaptığı 'araba farı gören masum tavşan' gafının mağduru şimdi kendisi olmuştu.

"Çalışırken hiçbir şeyi duymuyorsun müstakbel eşim. Bu huyun azıcık bana çekmiş sanki!"

Elini kolunu nereye koyacağını şaşırsa da Arel'in onu sağ elinden yeniden kavramasıyla sadece ona bakmıştı. Simsiyah buzdolabı kılıklı müstakbel kocası, kocaman siyah gözleriyle onu çevrelemiş ve kaçması bile imkânsız bir pozisyona sokmuştu. Şimdi istese de çıkamazdı.

"Arel ne yapıyorsun? Fırat amca görecek! Biri görecek! Bırakır mısın beni?"

"Rahat durmazsan şu daracık alanda başka şeyler düşüneceğim. Ve uygulamaya sokmak için de hiç beklemeyeceğim."

Melike derin bir nefes alıp, ciğerlerini Arel'in kokusuyla doldururken Arel'in gözleri Melike'nin her yerindeydi. Melike'nin sabit bir şekilde kollarında durmasıyla kulağına doğru eğildi.

"Evimize bakmaya gidelim!"

Şu üç kelime zehir olup içine akmıştı o sıcaklıkla! Kulaklarından duman çıkmaması için hiçbir sebep yoktu. Fiziksel kurallar gereği böyle bir şey mümkün değildi. Ama Melike bunu içten içten yaşadığını hissediyordu. Sahiden bugün cehennemini seçmeye gideceklerdi değil mi?

Silkinip ellerinden kurtulmak için bir iki adım geri atmaya çalışsa da Arel buna izin vermemiş onu daha fazla kendine çekmişti. Kollarında hapis kaldığı adama bakabilmek için boynunu en geriye atıp gözlerini, gözlerine dikmişti. "Gidelim!"

Tek kelime yetmişti Arel'e! Oturduğu koltuğun kolçağından kalkıp Melike'nin de kalkmasına yardım etmişti. Evet bir süre onu dizlerinde misafir etmişti. Bu pek hoşuna gitmese de neden yaptığını kendisi de bilmiyordu. Sadece yapmak istemişti ve yapmıştı.

"Gidelim."

Odadan çıkıp Fırat amcasına gittiğini haber verirken onun telefonda konuştuğunu fark edip eliyle ben gidiyorum işareti yapmıştı. Yaşlı adam kızı gözleriyle onaylayıp telefona geri dönmüştü. Atölyeden çıkıp yapay ağaçların yanından geçerken Arel'in arabasını tam otopark alanında görmüştü. İki adım atıp elini tutan elle sendelese de Arel'in neden elini tuttuğunu fark etmişti. Aslında onu nasıl en başta İzmir'in göbeğinde Saat Kulesi'nin önünde yakalamamışlardı hayret ediyordu. Ama daha iki gün önce tanıdıkları kendisinin iş yerini bile takip ediyorlardı. Bu işte de bir şeyler dönmüştü belli.

"İlk önce kızları alalım. Sonra geçeriz."

Melike önce İdil'i aramış daha sonra da Katre'yi aramıştı. İkisini de ayrı yerlerden alacak olsalar da Arel buna tek kelime etmemiş sadece başıyla onaylamıştı. Bugün ona neler yaptığını bile sormuştu keza! Bu tuhaf gelmişti. Çünkü o Arel'di.

"Mezuniyet kıyafetlerimizi hazırladım. İdil'inki bitti. Benimkini de yarın alacağım. Birkaç yeni müşteriyle konuşma yaptım. İki üç sorunu düzelttim ve sen geldin."

Arel'in ona bakmadan başıyla onaylamasını izlemiş ve yeniden önüne dönmüştü. Konak yakınlarından geçerken denizi izlemiş ve evine az bir yol kaldığını anlamıştı. Katre'yi apartmandan inmesi için aramış onu kapının önünde bekleyeceklerini söylemişti. Arel bugün fazlasıyla ilgili bir eş gibiydi. Her şeyinin hazır olup olmadığını bile Katre'yi beklerken sormuştu.

"Evle ilgili yorumlarını mutlaka söyle, evi eşyalı aldım. Değiştirmek istediğin bir şeyler varsa hemen halledilir. Tek almadığım şey yatak odası ve mutfak eşyaları. Onları da sen seçersin kızlarla."

Arel'in bu tuhaf halleri ona bir nebze iyi gelse de geçici olduğuna adı kadar emindi. Yarın başlarına bir iş gelmezse eğer adını değiştirebilirdi.

"Neden onları da almadın? Ne güzel işte beni bir gün boyunca görmezdin. Bu seninde işine gelirdi."

Arel ona ters bir şekilde bakmış daha fazla bir şey söylemesini dinlememek için de radyonun sesini açmıştı. Melike gözlerini devirip evin önünde beklerken hızlı adımlarla ilerleyen küçük kardeşini görmüştü. Uzun saçlarını muhtemelen teyzesi örmüştü ki çokta güzel olmuştu. Üzerine giydiği çiçek desenli mavi bir bluzla, altına giydiği beyaz pantolon incecik fiziğine çok güzel oturmuştu. Kendisi ne kadar kalın bacaklı da olsa Katre onun tam aksine ablası Mine gibi incecik bir vücuda sahipti.

Arabanın arka kapısı açılıp Katre içeri girince hemen kardeşine dönmüştü. "Canımın içi ne güzel olmuşsun sen!" Katre'nin utanıp kızaran yüzüne bakarken kısıkça teşekkür edişini izlemiş ve hemen ona öpücük vermek için ona doğru eğilmişti. Melike, Katre'nin öpücüğünü içtenlik almış ve fazlasıyla ona geri vermişti. Arel bu iki kardeşin sevgi dolu anını görüp bir şey demeden arabayı çalıştırmıştı.

Yeniden yola çıktıklarında bu sefer cadde üzerinden İdil'i almışlardı. İdil'in keyfinin olmadığını Melike ciddi ciddi anlasa da kimsenin yanında bunu belli etmek istememiş ve önüne dönmüştü. Sıra da Alin'i almak vardı ve arabanın hızlı gitmesiyle yaklaşık on dakika sonra da güzel villaların olduğu bir semtten de Alin'i almışlardı. Melike evin mimarisine aşık olmakla meşgulken arka tarafın kaynaşıp gülüştüğünü duymuştu. Alin ve Katre o kadar iyi anlaşmışlardı ki bu ikilinin neşesi herkese bulaşmıştı.

"Burası sizin eviniz mi?"

Arkadakilerin sesleri coşkuyla devam ederken Melike Arel'e eğilerek bu soruyu sormuştu.

"Evet! Annemler burada kalıyor. Genelde Ankara'da yaşıyorlar, ikizler orada okuyor üniversiteyi. Onlar gidince tek başına kalıyordum. Sonra sen çıktın işte!"

Son cümleyle içi bir tuhaf olmuştu Melike'nin. Demek artık burada kalmayacaktı.

'Salak mısın Melike tabi ki adam artık seninle yaşayacak!'

Düşüncelerinde kendine kızarken mimarisinden bahsetmek için ona dönmüştü yeniden. "Evi sen mi yaptın?"

Arel sakince başıyla onaylarken "Nereden anladın?" diye sormuştu. Melike yine kısıkça söylemek için Arel'e yaklaşmıştı. Burnunun ucuna kadar gelen kadınla Arel direksiyonu daha sıkı kavrasa da genzine dolan koku onu bir uçuruma sürüklemişti.

"Ben, sen o kâğıtları gönderdikten sonra arkadaşlarım şaka yapıyor sanmıştım ve seni safaride aratmıştım. Yani sonuçta sen zengin bir mimardın ve bende normal bir öğrenci işte. Sonra yaptığın mimarileri gördüm. Açıkçası çok beğendim. Senin gibi bir odunun içinden bu kadar zevkli bir mimari kafası nasıl çıktı orasını hala anlamadım."

Arel keyifle yerinde dikleşirken Melike, Arel'in gittikçe uzayan boyu ile öylece aşağıdan yukarı bakmıştı.

"Demek zevkli mimari kafası ha! Bir de arkadaşların oyun oynadı sandın. Sende en az benim kafadaymışsın Melike Korhan!"

Melike, somurtarak geri yaslansa da yakında değişecek olan soyadını duymayla garip olmuştu. Sahi değişecekti değil mi kurtulacaktı bu lanet soyadından. Belki de evlenmeyi birazda bu yüzden istemişti. Çünkü evlenmek aklının ucundan bile geçmese de soyadını değiştirmeyi çok istiyordu. O adamın soyadını bile kullanmaktan iğreniyordu.

Arel'in gülümsemesi tüm yüzüne yayılırken Melike etrafına bakıp nerelerden geçtiğini anlamaya çalışıyordu. Urla yazısına görünce bir an sevinse de buraya hiç gelmediğini anımsamıştı. Aslında o kadar yıl burada okumuşlardı ama Melike ne Alaçatı görmüştü ne de Çeşme! Turistik yer olan Şirince'ye bile gidememişti. Okul, iş ve ev hayatından arta kalan zamanlarda bile kütüphaneden çıkmamış moda dergilerinin altını üstüne getirmiş ve her daim kendini geliştirmek için var gücüyle savaşmıştı. Şimdi de bu uğraşının ekmeğini yemek için gün sayıyordu. Artık bir öğrenci olamayacaktı belki en çokta buna üzülecekti ama yine de artık yetişkin bir birey olup ayaklarının üzerinde duracaktı.

Düşüncelerinden sıyrılıp geldikleri yere bakarken bir yanından deniz akıp gidiyor diğer yanındansa yeşillikler onu karşılıyordu. Bu kadar güzel bir yeri İzmir'de belki de ilk defa görüyordu. Araba ağır bir şekilde ilerlerken kocaman bir demir kapının önünde durmuştu. Güvenliğin yanına gelip Arel'i tanımasıyla işaret vermiş ve demir kapı ardına kadar açılmıştı.

Yaklaşık yüz metre kadar daha gitmişler ve iki katlı ahşap ve beton karışımı olan bir evin önünde durmuşlardı. Kapının üzerinde yazan numarayla bir site olduğunu anlamıştı. Kocaman, geniş bir alandı muhtemelen.

"İnin bakalım! Geldik!"

Herkes inerken Melike inmeden önce tekrar etrafına bakmış ve ağır adımlarla arabadan inmişti. Çok güzel bir evdi. Önünden bile çok asil duruyordu. Arel'in önden ilerlemesiyle herkes onu takip etmişti. Beklemediği şey ise kapının önünde duran heybetli uzun bir adamdı. Genişçe gülümseyerek onlara bakıyordu.

"Hoş geldiniz! Bende sizi bekliyordum."

Arel sıkıntıyla iç çekip ilerlerken Melike merakla karşısındaki adama bakıyordu. 'Acaba ev sahibi mi?' demekten alıkoyamamıştı kendini.

"Pamir senin ne işin var burada?"

Anlaşılan Arel adamı tanıyordu.

"Sen gelmeyince ben geldim işte Vuslat söyledi ev bakmaya gideceğinizi bende bildiğim için buraya geldim. Herkes burada kalıyor ne de olsa! Bizden ayrılamayacağını biliyordum."

Demek arkadaşıydı.

"İlk önce buraya bakacağız bir ev daha var hemen bilirim havalarına girme!"

Tam olarak kapının önünde beklerken artık başka birinden ses çıkması bekleniyordu. Bu işi Melike almıştı.

"Merhaba ben Melike!"

Kibarca elini uzatıp onun da kendini tanıtmasını bekledi.

"Merhaba Melike, ben Pamir, Arel'in çocukluk arkadaşıyım."

Melike gülümseyip Arel'e bakarken en azından normal olarak bir arkadaşının olduğuna sevinmişti. Çünkü bu ruhsuz adamın bir arkadaşı olacağına inancı sıfırdı.

"Bende İdil bu da Melike'nin kardeşi Katre!"

Adamın bakışları iki kızla karşılaşırken bir adım geride duran Alin'i hemen tanımıştı.

"Memnun oldum hanımlar! Sende hoş geldin ufaklık!"

Alin'e dediğini herkes anlasa da Alin hiçbir şey demeden sadece suratına bakıyordu. Gözlerinden çıkan ateş herkesi bir an nefessiz bıraksa da Arel kardeşinin bu hallerine alışıktı. O yüzden bir şey demeden evin kapısını açmak için verilen kartı mekanizmaya sokmuştu. Üstte beliren şifre girişine verilen şifreyi girmiş ve sistemin açılmasıyla kapı da açılmıştı. İçeri girmeden önce Melike şaşkınlıkla sadece Kore dizilerinde gördüğü bu mekanizmaya hayran hayran bakmıştı. Güvenlik sistemi acayip gelişmişti demek ki!

İçeri girip etrafına bakarken aydınlatmalarla süslü bir hol ve geniş bir salon onu bekliyordu. Birkaç merdiven inip salona geçerken oturma grubunun şıklığı göz dolduruyordu. Güzel bir tasarım mobilyaydı. Pencereden görünen manzara ise önünde geniş bir havuza ve arka tarafta kalan küçük bir bahçeye bakıyordu. Ormanlık alan ise bahçeden sonra geliyordu. Acayip beğenmişti burayı. Rüyasında görse bu kadar güzelini göremezdi. Hayal diyarından fırlamış gibi bir evdi. Bahçeye açılan kapıyla her şey düşünülmüş ve dizayn edilmişti. Şezlonglar havuzun kenarında dururken, yan tarafında ise çardak altında bir bahçe takımı vardı. Ortasında bulunan bir ateş hattı ve çevresine dizilen küçük süs eşyaları…

Hayran kalmıştı buraya!

"Çok güzel!" diye fısıldadı ister istemez ki Arel bunu hemen yanı başındayken duydu.

"Bence de çok güzel!"

Onun da kendisine doğru mırıldanışıyla hemen kendine gelip bir adım geri çekilmişti. Rüzgarın, esefle etrafa dağıttığı saçlarını bir yanına toplarken Arel'in de kalan iki tutamını kulağının arkasına götürüşünü izledi.

"Üst kata da bak bakalım!"

Yine aynı tonda mırıldanmıştı. Ve Melike'nin içi bir anda alevlenmişti. Apar topar içeri girip üst kata çıkarken dört odanın olduğunu görmüştü. İki tane yatak odası, bir tane kitaplık tarzı çalışma odası ve bir tane de boş oda.

Yatak odalarını anlamasının sebebi içinde gördüğü kapılardı. Muhtemelen ebeveyn banyosuydu. Bir tanesinden içeri girip bakarken karşılaştığı manzara içini ferahlatmıştı. Gözleri denizle bütünleşmiş olan maviliklere bakarken güneşinde tam oradan batmaya hazırlandığını görmüştü. Müthiş bir manzara vardı odanın balkonunda. Diğer odalara da bakmış ama en çok çalışma odasıyla yatak odasının manzarasını beğenmişti. Evin genişliğinden biraz yakınsa da Arel'den kaçmak için çok yerinin olduğu iyi olmuştu.

Kızlarda peşinden gelip bakarken İdil ile göz göze gelmişlerdi. İkisinin de bakışlarından kimse bir şey anlamasa da ikisi anlamıştı. Eve gidince bu konu konuşulacaktı. Hızlı adımlarla aşağı inip Arel ve Pamir'in yanına geçerken kızlarda onu takip etmişti.

"E beğendin mi bakalım müstakbel yengem!"

Melike hayatında hiç duymadığı bir hitap şekliyle karşılaşırken bu şaşkınlığı sesinin tonuna da işlemişti.

"Ben çok beğendim… Yani başka bir eve bakmaya gerek yok bence!"

Pamir, keyifle Arel'e gülümserken kızlarda onu onaylamıştı.

"Ben demiştim!"

Herkes evden çıkıp arabaya geçerken, Pamir'in buradan ayrılacağını Arel'den duymuştu. Sırada eşya seçme derdi vardı ki Allahtan yanında İdil vardı. O hemen seçerdi. Ve zevkine de güveniyordu arkadaşının. İç mimar olması bir anlamda iyi olmuştu.

Merkeze geçerken büyük alışveriş merkezinde arabayı otoparka çekmişti Arel. Hızlıca herkes asansöre geçerken Arel ve Melike arkada kalmışlardı. Melike'nin nefesleri sık ve düzensiz olunca Arel bunu hemen fark etmiş ve asansöre geçmeden önce de tek elini avucuna hapsetmişti. Şaşkınlıkla eline bakarken, yine o başparmağın yüzük parmağının üzerinden geçtiğini hissetti. Nazikçe okşanan parmak yerinde uyuşmaya başlarken Melike aldığı derin nefeslerle bunu düşünmemeye çalıştı.

Asansör yukarı ilerlerken kimseden ses çıkmıyordu. Kalabalık bir ortam vardı. Herkes bir koşuşturmaca içerisindeydi. Bunca insanın arasından geçip gitmekse çok kolay değildi. Arel onu bir yere doğru çekerken gördüğü kocaman bir mağazayla nereye gittiklerini anlamıştı. Ünlü bir markanın logosundan tanırken kapıda onları genç bir kadın karşılamıştı. Nazikçe onları selamlamış ve arzu ederlerse yardımcı olacağını belirtmişti. Arel hemen söze girmiş ve ne istediklerini söylemişti.

"Buradan buyurunuz lütfen! Yeni gelen takımlarımızı göstermek istiyorum öncelikle!"

Kadının ardından giderken etrafına bakarken bulmuştu kendini. Güzel şeyler vardı ki evin havasına uygun en iyi modelin de ahşap olacağı kanaatindeydi.

"Ahşap modellere bakabilir miyiz?"

Ağzından çıktığını bilmediği kelimelerle kadın ona tebessümle bakıp "Tabi efendim!" diyerek onları birkaç adım daha atıp geniş bir takımın önünde durdurmuştu. Ferah bir odası olsun istemiyordu. Girince boğulacak gibi de olmayacaktı. Sadece uyumak, uyuduğunda huzur bulmak için bir takım alacaktı. Ve karşısındaki takım buna uygundu.

"Bu olsun."

Kesin kararını kadına bildirdikten sonra bir yatak odası takımı daha bakmışlardı. Çünkü evde birden fazla oda vardı. Onu da seçip evin adresini verirlerken Arel'in adı ve soyadından sonra gelen bakışmalarda bu adresin aralarında kalacağından emindi. Zaten çokta emin olmasalar bile gazetecilerin onları nerede olurlarsa olsunlar bulacağından emindi.

"Mutfak eşyaları bölümü bir alt katımızda isterseniz merdivenlerden inebiliriz ya da asansörle geçebiliriz!"

Herkes merdivenlere yönelip alt kata geçerken buranın da en az yukarısı kadar ilgi çekici olduğunu görmüştü. Kızların hepsi bir yere dağılırken İdil ve Melike kafa kafaya vermişlerdi. Yemek takımlarını ve kahvaltı takımlarını gördükten sonra aşık olmuşlar fiyatlarını görünce de eski sevgili muamelesi yapmışlardı. Ama eski sevgili her zaman akılda kalıcı olduğu için Melike onlara içi giderek bakmış ve başka takımlar için yola çıkmıştı. Çok geçmeden Arel onun ne istediğini anlamış ve kadına baktıkları her şeyi not etmesi için görevlendirmişti.

Katre ve Alin'de iki kıza ayak uydurmuş bir sürü obje, süs eşyası, tablo benzeri şeyleri göstermişler bunlardan birkaçını daha not ettirmişlerdi. Her şey güzeldi. Aldıkları da öyle! Ama tüm bunları kullanmak nasıl olacaktı orasını bilemiyordu. Garip hissediyordu. Bütün duvarlar üzerine geliyor ama her seferinde bir delikten kaçıp gidiyor gibiydi.

"İşlerimiz hallolduğuna göre yemek yemeye gidebiliriz!"

Arel'in bunu söylemesi en çok Melike'yi mutlu etmişti. Sabahtan beri bir şey yememişti ve başı ağrımaktan bir hal olmuştu. Bugün su bile içmediğini bildikten sonra başının ağrısı normal bir şekilde kendini belirtmişti. Arabaya geçip hızlıca oradan ayrıldıktan sonra şık bir restorana geçmişlerdi. Ünlülerin takılacağı bir mekândı. Melike'nin buraya ne parası yeterdi ne de bulaşıklarını yıkayacak kadar büyük bir statüye sahipti. Anca getir götürünü yapardı.

Başgarson onları gördüğü vakit Arel'i hemen tanıdığını belli eden cinsten nereye geçeceğiz bile demeden onları deniz manzaralı bir yere oturtmuştu. Önlerine verilen menüden bir şey anlayamazken Arel'e tuhafça bir bakış atıp onun ne söyleyeceğini anlamaya çalışmıştı. Yan yana oturmuşlardı ilk defa! Bunun bile farkına yeni yeni varıyordu.

"Arel ben bu menüden bir şey anlamadım."

İtalyanca yazan menünün sadece İtalyanca olduğunu anlayabilmişti. Onu da arada çeviri yapmak için Aycan'a yardım ederken görmüştü. Oradan biliyordu. Ama hiçbir şekilde mealinden haberi yoktu.

"Ben veririm bizim için merak etme!"

Gözlerinin buluşması saniyeler sürerken kızlarında en az kendisi kadar tuhafça menüye baktığını görmüştü. "Bence kızlar içinde söylemen lazım." Kahkahalarını durdurmak için elini ağzına kapatırken Arel onu tuhaf bakışlarla izlemiş ve garsonun gelmesi için elini havaya kaldırmıştı. Hemen siparişleri vermiş ve içecek içinde herkese soda söylemişti. Artık yeminli sayılırdı içkiye. Geçen birkaç hafta boyunca ağzına bile almamıştı ki bu onun için normal değildi. Arkadaşları bunu tuhaf karşılasa da onu en iyi anlayan kişi Vuslat olmuştu.

Yemeklerini yerken Melike önüne gelen makarnayı burnunun ucuyla itelemiş ama bir çatal almaktan zarar gelmeyeceğine kendini ikna etmişti. O bir çatalda lezzetine doyamamış ve tüm tabağı bitirmişti. Ne kadar acıktığını buradan anlamıştı. Çünkü Melike kolay kolay bir makarna yemezdi. En azından güzel yapmışlar diye iç geçirdi Melike.

"Hadi kalkalım saat geç oldu artık. Yarın bir sürü işim var benim!"

Herkes ayaklanıp çıkarken Melike, Arel'e hesap ödetmemekte kararlı olsa da yine yenilen taraf kendisi olmuştu. Sinirle arabanın ön koltuğuna geçerken Arel'in keyifle onu izlediğini anlamıştı.

Sabah uyandığında ilk işi yüzünü yıkayıp kahvaltı hazırlamaktı. Güzel bir güne uyanmışlardı ki yarın için heyecanı tavan yapmıştı. Mezuniyet partisi için elbiselerini almaya gideceklerdi İdil'le, ailesi de gelecekti onunla daha sonra da gelinliğinin son provasına girecek ve ayakkabı seçmek için dışarı çıkacaklardı. Bugün yoğun geçecekti.

Kahvaltıyı hep birlikte yapmışlardı. İdil'in kardeşleri ve babası otelde kaldıkları için onları da çağırmışlardı ki ev hayli kalabalık olmuştu. Ama kimsenin bundan şikâyeti yoktu. Sofradan kalkanlar hemen giyinirken en sonra İdil ve Melike kalmıştı. Göz göze geldiklerinde dillerinden dökülmeyenler gözlerinden döküldü bir bir.

Hafif bir tebessüm etti Melike. Arkadaşından ayrılmak, dört sene önce ailesinden ayrılmak gibi olacaktı. Ama artık ayrılıklara da alışmıştı. İdil'de alışacaktı.

"Sence her şey iyi olur mu?" İdil'in bu ani sorusuyla başını odaklandığı çay bardağından kaldırmıştı. İdil'in babası ve kardeşi koltuklarda oturmuş televizyon izliyorlardı. Sessizce sormasının nedeni bu olsa gerekti.

"Bilmiyorum İdil. Öyle bir haldeyim ki ben, kendime çarem yok. Sana yok. Aileme yok. Ne bileyim işte bomboşum."

İdil çatalı tutan elini avucunun içine alıp fısıltıyla konuştu. "Hayır, sen ailene çare oldun bir tanem. Her şey onlar içindi. Kendinden verdin yetmedi, yine özünden verdin. Sen hep veriyorsun Melike. Umarım Allah'ta bunu görüp sana kalbindekinden bile güzel bir hayat verir."

İdil'in bu sözleri onu yumuşatsa da aslında neler olduğunu biliyordu. İsteyerek yapmıyordu ki bunları zorundaymış gibi, yapmasa daha kötüsü olacak gibi hissettiği için yapıyordu. Ucunda başka biri olsa dahi yapardı. Çünkü başka ne yapabilirdi onu bilmiyordu.

"Sende hazırlan hadi masayı ben toplarım."

İdil'in içine sinmese de en azından masayı kaldırmasına yardım etmiş ve bulaşıkları Melike'ye bırakmıştı. Bu aralar hiç istemese de bulaşık yıkarken kendini iyi hissediyordu. Elindeki kanın böylece temizlendiğini zannediyordu. O bir katildi. Rüyalarında görmüştü. Hissetmişti. Annesine o gün orada olduğunu bile ispatlatmıştı. Kulaklarında uğulduyordu kelimeleri.

'Evet kızım sen sekiz yaşındaydın o zamanlar! Babanın işlerinden dolayı bir süre orada kalmıştık. Baban bir gün seni alıp gitmişti. Ama nereye gittiğini bilmiyorum. Geldiğinde is kokuyordun. En iyi bunu hatırlıyorum hatta. Banyodan bir saatte anca çıkmıştık seninle. Daha sonra ne oldu bilmiyorum buraya taşındık işte! Sonrasını da biliyorsun işte!'

Kelimelerin ağırlığını bile kaldıramıyordu. Küçücük bir çocuk neden elinde çakmakla dolaşsındı ki! Hala aklı almıyordu. Belki de o andan sonra tam anlamıyla kabul etmişti Arel'in teklifini. Çünkü başka çıkış kapısı yoktu.

İçi sızladı. Kalbi ağrıdı. Başının üzerine çöken bu silsile yerini belli etmek ister gibi zonkladı. Ama pes etmekte istemiyordu. Bu işin başından sonuna kadar her şeyini bilmeye hakkı vardı. En başında da o günlüklerdi. Onları kesinlikle bulmalıydı.

 

♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥

 

Bölüm : 02.12.2024 17:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...