58. Bölüm

57. Bölüm - Vedanın Kıyısında

Kubra Akyol
_kubraakyol

Herkese selammm, karakter sınırına takıldığım için bölümü silip tekrar paylaşmak zorunda kaldım. Hepinize keyifli okumalar :*

"Ben." dedim mırıldanarak. "Evet yoktu Miray. Ben akşam yemeğe çıkacağız diye eve dönmek istemedim çünkü eve git bir daha buraya gel falan yollarda gezmek istemedim. Hava da soğuk olunca yemek vaktine kadar Miray'ın yanında beklerim diye düşündüm. Şansıma o da yokmuş. Ben de odasında bekledim bu saate kadar. Şirkette miymiş ya o? Bak sen şuna." dedim zoraki gülümseyerek. Yalan üstüne yalan söylüyordum ve bu hiç hoşuma giden bir şey değildi. Battıkça batıyormuş gibi hissediyordum. "Düğünümüz için planlar hazırlıyormuş meğer."

Deniz ikna olmuş muydu bilmiyordum. Bakışlarından okumak güçtü. "Şirkete neden gelmedin? Benim yanımda beklerdin. Bu kadar mı yanımda olmak istemiyorsun?"

"Deniz." dedim uyarıcı bir sesle. "O da ne demek? Miray'la konuşmak istemiştim sadece biraz. Malum psikolog ya kız. İçine düştüğüm bu durumdan kurtarsın diye."

Deniz mahcup bir ifadeyle beni izlerken garson onun kırmızı şarabını getirdi ve kadehini doldurup gitti. "Affedersin." dedi yüzümü izlerken. "Gergin bir gün geçirdim."

"Sorun ne?"

"Müşteri kaybediyoruz." dedi şarabından bir yudum alarak. "Anlaşmaya varmak üzere olduğum iki tane firma bizimle çalışmaktan vazgeçti. Milyon liralık bütçe ayırıp yatırım yapmıştık üstelik."

"Zarar ettiniz yani."

"Öyle de denebilir."

"Ne kadar?"

"Bir milyon altı yüz seksen beş bin lira."

"Neden vazgeçmişler? Bu ciddi bir rakam. Bu zararı karşılamayacaklar mı yani?"

"Boş ver şimdi bunları." dedi bıkkınlıkla kadehini masaya koyarken. "Babanın ailesini buldum."

"Nasıl?" dedim şaşkınlıkla.

"Savaş'ı aramak için Nüfus Müdürlüğü'ne gitmiştik ya beraber, Bursa'da."

"Evet?"

"İşte oradaki Selim abiden yardım istedim. Sağ olsun yarım saat kadar önce bilgileri attı bana. Açık adresleri, nerede ne iş yaptıkları, telefon numaraları. Hepsi var."

"Deniz çok teşekkür ederim." dedim ve yerimden kalkıp ona sıkıca sarıldım.

"Yarın gece ya da perşembe sabahtan gidersiniz Savaş'la." dedi, sesindeki gülümsemeyi hissedebiliyordum. Beni mutlu görmenin getirdiği bir sevinç vardı sesinde.

"Olur. Çok, çok teşekkür ederim." Ayak ucumda yükselip yanağına büyük bir öpücük bıraktım.

"Teşekkür etmen için değil mutlu olman için yaptım."

"Mutluyum." dedim ve kendimi geri çektim. Deniz'in gözlerinin içine yerleşmiş tedirgin ifadeyi silemiyordum. "Sevgilim iyiyim."

Deniz yanağıma ıslak bir öpücük kondurduktan sonra beni tekrar sandalyeme oturttu. O sırada yemeklerimiz de gelmişti. Garson masaya tabakları yerleştirirken Deniz'i izliyordum. Göz bebeklerindeki ışıltıyı görmek bende sebepsiz bir huzur yaratıyordu. Gözlerinin içiyle bile gülümseyebiliyordu. Ben gittiğimde bu gülüşleri de solacaktı.

Burnumun direği sızlamıştı. Ağlamamak için dişlerimi sıktım. "Afiyet olsun." dedi garson işi bittiğinde. Ana döndüm.

"Eyvallah koçum." dedi Deniz ve etini kesmeye başladı. "Hadi sevgilim soğutmadan ye. Buranın yemekleri inanılmaz lezzetli."

Çatalıma bıçağıma uzanıp tabağımdaki eti küçük küçük parçalara ayırdım. Soğuyana kadar biraz salata yemek istiyordum, ortadaki servis tabağından kendi tabağıma bolca koydum. "Yarınki check-upta hangi kontrollerin yapılacak? Tam kontrol mü yoksa belirli bölümler mi?"

"Tüm bölümler. Neden sordun?" dedi çatalına batırdığı minik et parçasını ağzına attığında.

"Hiç." dedim ama aklıma bir şey gelmişti ve bence bu harika bir fikirdi. "Merak ettim"

"Senin için de ayarlayalım bir tane, doğumdan sonra tabii. Röntgen, MR gibi şeyler zararlı çünkü şu an."

Gülümsedim. Deniz bebeğimizle ilgili her şeyi düşünüyordu. İlk zamanlarda böyle olan birinin ilerleyen zamanlarda çok daha ilgili olacağını tahmin etmek hiç zor değildi fakat Deniz ilerleyen zamanları göremeyecekti. Kalbim acıyordu. Gittikten sonra en kısa zamanda onun yanına dönmek istiyordum. Çünkü ne onsuz hamileliğime devam etmek ne onsuz doğum yapmak ne de bebeğimi onsuz büyütmek istiyordum. O olmadan nefes almak bile istemiyordum. "Olur benim düşünceli sevgilim."

Deniz şarabını yudumlayıp gözlerini kısarak güldü. "Bizimkileri konuşamadık doğru düzgün."

"Sen toplantıdayken ben Uygar'a uğradım. Bana anlattı." dedim nispet yapar gibi. "Çok güzel bir akşam geçirmişler. Nihayet ikisi de doğru yolu buldu."

"Uygar baya kapıldı ona. Hoş, hiçbir zaman gelip geçici heves olarak görmedim hislerini zaten. Başından beri ciddiydi. Miray'ı asla üzmez."

"Sen Uygar'ı mı övüyorsun yanlış mı anlıyorum? Kız tarafına oynamak denir buna." Minik bir kahkaha attım.

Deniz de minicik bir kahkahadan sonra beni yanıtladı. "Ee Uygar benim kardeşim. Öveceğim tabii. Mesela Miray. Benim kardeşimi üzmez değil mi? Sen de bunlardan bahset biraz mesela."

"Miray tanıdığım en pamuk kalpli insanlardan biri."

"He aşık olduğu için değil pamuk kalpli olduğu için üzmeyecek yani Uygar'ı? Öyle mi?"

"Hayır tabii ki." dedim daha da gülerek. "Miray da aşık. Bunun garantisini veriyorum. Bak mesela Miray en son yirmi yaşında aşık oldu. İki yıllık bir birlikteliği olmuştu. Sonra sevgilisi olacak o adi şerefsiz Miray'ı aldattı. Miray o günden sonra aşka küstü. Erkeklerden de nefret etti."

"Uygar'la tanışana kadar."

"Aynen öyle. Şimdi çok mutlu. Ve emin ol Uygar'ı kimse onun kadar sevemez."

"Yazdım bunu." dedi Deniz memnuniyet dolu bir sesle. Uygar'ı mutlu görmek hoşuna gitmişti. "Ben de aynı şeyi Uygar için söyleyebilirim."

"O çok belli ya." dedim gülerken. "Eli ayağına dolaşıyor Miray'dan bahsederken." Deniz başını salladı ve beni gülümseyerek izledi. ''Ne? Ne oldu?'' Telaşla elimle ağzımı silip saçlarımı düzelttim. ''Bir şey mi var yüzümde?''

Deniz elini yumruk yapıp tersiyle dudaklarını kapattı ve hafifçe öksürerek gülümsemeye devam etti. ''Hayır hayır.'' dedi yumuşacık sesiyle. ''Seni izlemek ve senin hayatında olmak o kadar güzel ki senin için ne yaparsam yapayım hep eksik kalacak gibi hissediyorum.''

Elimi uzatıp elini tuttum. ''Tüm bu yıkılmışlığa, kırılmışlığa, dağınıklığa rağmen, sanki daha önce hiç yorulmamış ve tükenmemiş gibi beni sevmeye devam ediyorsun. Bana bundan daha güzel bir şey veremezsin.''

''Sana vereceğim koca bir ömrüm var sevgilim.'' dedi. ''Sevgimle ve aşkımla beraber.''

Gülümsedim. Vicdan azabı çekiyordum. Çürük bir histi bu. Dünyanın en güzel sevgisiyle beni seven sevgilimin gözlerine bakarken acı çekiyordum çünkü bugün az kalsın onun çocuğunu bedenimden ayıracak, hayatına son verecektim. Sanki buna hakkım varmış gibi çocuğumun katili olacaktım. Ben bir cani miydim?

İçimdeki onlarca hisle baş etmekte çok zorlanıyordum. Hissettiğim her şey canımı çok yakıyordu. Hepsi kördüğümdü. Bir uçurumun kenarında usul usul yürüyor, çaresizce düşmeyi bekliyordum. Atlamaya cesaretim yoktu, ne de olsa birileri beni aşağıya itecekti. Bunu bile bile yaşamak da bir nevi intihar sayılırdı ama hayata tutunmaktan da vazgeçemiyordum. Bu kabus ne zaman bitecekti? Mutsuzluk denen bu koyu kabus sanki benim için örülmüş bir hırkaydı ve doğduğumdan beri üstüme sarılıydı.

"Sen, ben, Uygar ve Miray. Hep beraber çift yemeği yiyelim bir gün. Ne dersin?" dedi Deniz. Yemeğin kaçıncı dakikasında olduğumuzu, tabağımdakilerin yarısını ne zaman yediğimi hiç bilmiyordum. Sakince ağzımı sildim ve bakışlarına kilitlendim. Gözlerinde kendimi görmek bu hayatta en sevdiğim şeylerden biriydi.

"Olur." dedim birkaç saniye sonra. "Biz Savaş'la Bursa'dan döndükten sonra ayarlarız."

"Şöyle couple-couple takılırız. Güzel olur."

Kaşlarım hafifçe açılan ağzımla beraber yukarıya doğru şaşkınlıkla havalandı. "Couple-couple?" dedim gülmemeye çalışarak. "Evet Melis'le çok fazla takıldın bu ara, biliyorum. Ama onun kelimelerini bu kadar sahipleneceğini hiç düşünmemiştim."

"Yok." dedi muzip bir gülüşle. "Bu seferki Eren'den. Telefonda konuştuk bugün. Kız arkadaşıyla buluşacakmış, böyle bir terim kullandı. Sonrasında da Yeni neslin kullandığı terimlere alışman lazım abi, çocuğun olacak. Onunla aynı dili konuşman için ben sana elbette amca olarak yardımcı olacağım ama senin de biraz olsun çabalaman lazım. diyerek beni kendince uyardı."

Minik bir kahkaha attım. "Kardeşlerine bayılıyorum."

Derin bir nefes alıp elimin üzerine uzandı. "İkisi de mutlu ve sağlıklı. Melis için Savaş'a nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Ona bir can borcum var."

Vicdan azabı hissi yine içimi buz gibi sardı. Güzel güzel konuşurken şimdi neden aslında Savaş'ın değil, Özgür'ün bulduğu kalbi konuşuyorduk? "Savaş'a bir can borcunuz yok." dedim net bir sesle. "Hiç olmadı. Olmayacak da."

"Onun sayesinde bul-"

"Savaş sadece tesadüf eseri o kalbin bulunduğu hastanedeydi. Denk geldi sadece. O kalp arayıp da bulduğu bir şey değil. Savaş'a bu kadar minnet duygusuyla yaklaşıp onu mahcup etmenizi istemiyorum. Bu minnetinizin ağırlığı ona beklediğimden daha büyük bir mahcubiyet bindirdi."

"Sadece teşekkür etmeye çalışıyordum." dedi çekimser bir sesle. Sanırım haddimden fazla sinirli konuşmuştum ve Deniz alınmıştı.

"Yeterince ettiniz sevgilim." dedim az önceki tavrıma zıt bir şekilde gülümseyerek. Yarattığım kaos ortamından bizi kurtarmaya çalışıyordum. "Emin ol teşekkürünüz yeterli. Can borcu falan. Konuşmayalım böyle şeyler olur mu? Kimsenin kimseye can borcu olmasın. Kimsenin canına da bir şey olmasın. Kimse kimsenin canını almasın yani ne gerek var? Herkesin canı kendi canında kalsın." Ne diyorsun Ada? Sanırım kafamda koskocaman mavi bir ekran peyda olmuştu. Konuyu değiştirmek için aklıma gelen ilk kelimeleri mantığa dikkat etmeksizin sıralıyordum.

Deniz ne söylemeye çalıştığım hakkında en ufak bir fikre sahip değildi. Kısa bir süre kıstığı gözleriyle beni izledi. Ardından kahkaha atmaya başladı. "Özür dilerim." dedi yumruk yaptığı elini ağzına kapatarak. O benim ne söylediğime anlam veremediyse ben de onun neden güldüğüne pekala anlam veremeyebilirdim.

"Neden gülüyorsun?" dedim çattığım kaşlarımla.

Deniz susacağına daha da güldü. "Gerçekten pardon." dedi kesik gülüşlerinin arasından.

"Deniz sana soruyorum."

"Yarattığın kaostan o kadar çabuk mahcubiyet duyuyorsun ki toparlamaya çalışırken hiç düşünmeden aklına ne gelirse söylüyorsun. Halbuki sen düşünmeden konuşmayan, eğrisini doğrusunu kendi terazinde tarttıktan sonra hiç çekinmeden söyleyen birisin. Ama iki halin de o kadar güzel ki ve ben iki haline de o kadar bayılıyorum ki. Sana hayran olmamak, sana aşık olmamak elimde bile değil." dedi hala gülerken.

"Başına bela aldığının farkında mısın?" dedim, halinden oldukça memnun olduğunu belli eden bir bakışla baktı. "Bak yol yakınken dönebilirsin. Hala vaktimiz var. Düğüne çok var. Ohooo. Vazgeçebilirsin yani. Evlenmesek mi biz?"

Kaşları çatıldı. "Şimdi yarattığın kaosu nasıl toparlayacaksın, bekliyorum." dedi. Ondan beklemediğim şekilde ciddiydi. "Komik değildi Ada."

Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle "Komik olması için söylemedim ki." dedim. "Ciddiyim ben." Daha da gerildi.

"Ne saçmalıyorsun sen Ada? Şakanın da bir dozu var." Şakayla başlamıştım. Ama ciddiye dönüştürmek de pek tabii olabilirdi. Belki bu konuşmanın sonucunda Deniz benden ayrılırdı ve ben düğünümüzde onu terk etmek zorunda kalmazdım. Böylece tüm sorun hallolmuş olurdu.

"Şaka yapmıyorum ben." dedim titrek bir sesle. "Çok aceleye gelmedi mi?" dedim sesim cümlenin sonuna doğru fısıltıya dönüşmüştü. "Evliliğimiz... Sanki her şey... Çok hızlı gelişiyor gibi..."

Deniz biraz tedirgin biraz kırgın biraz da sinirli bakmaya başladığında olduğum yere sinmek istedim. "Hamilesin." dedi sert bir sesle. Sanki unuttuğum bir şeyi bana hatırlatmaya çalışıyordu. "Çocuğumuz doğduğunda mı evlenecektik Ada? Kaç yaşında olmasını istersin peki? Mesela üç yaşındayken evlensek? Uyar mı sana? Ya da okula başladığında evlenelim. Evet evet. Böylece çocuğumuz anne ve babasının düğününde-"

Sözünü kestim. "Plan...sız... bir... hami...lelik."

"Ne diyorsun Ada sen?" dedi hiddetle. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?"

"Korunmalıydık."

"Sen." dedi afallayıp. Sesindeki hayal kırıklığı canımı o kadar yakmıştı ki beni yaralamak için hiçbir şey söylemese de olurdu. "Sen pişmansın. Çocuğumuz olacağı için pişmansın?" Cevap veremedim. "Sen." dedi bir daha. "Sen evlenmek de istemiyorsun." Yine cevap veremedim. "Bir şey söyle." Söyleyemedim. "Ada bana bir açıklama yap." Yapamadım. "Bakma öyle, bir şey söyle diyorum sana."

Hiçbir şey söyleyemiyordum. Tek yaptığım bomboş ve ifadesiz gözlerle onun gözlerine bakmaktı. Gözlerimde ne gördüğünü bilmiyordum. Ya da bir şey görüyor muydu onu da bilmiyordum.

Görüyordu. Nefes alışverişlerimden bile iyi olup olmadığımı anlayan adam elbet gözlerimden ne düşündüğümü anlıyordu. Ama yanlış anlıyordu. Ona doğruları anlatmak için can attığımı anlamıyordu, onunla evlenmek başıma gelen en güzel şeydi ama anlamıyordu, bebeğimiz sahip olduğumuz en güzel varlıktı benim için ama Deniz anlamıyordu. Neden anlamıyordu?

"Sana soruyorum Ada." dedi ve yumruk yaptığı elini hafifçe masaya vurdu. Birkaç gözün bize çevrildiğini hissedebiliyordum. Bir şey yok dercesine birkaç yüze gülümsedim ve tekrar Deniz'e baktım. O benim aksime bakışlarını benden hiç ayırmamıştı. Nerede olduğumuzun onun için bir önemi yoktu. "Neyin var senin? Neler oluyor? Bir şey mi oldu?"

Saniyeler sonra konuşmaya karar vermiştim. Ya da artık konuşmak zorunda olduğumu fark eden beynim dilime konuşma komutunu iletmişti. "Bir şey olmadı. Kalkalım mı artık? Yarın hastaneye gideceğiz. Damatlık bak-"

Deniz kahkaha atmaya başladığında az önce birkaç tane olan yüz şimdi çoğalmıştı. Sanırım herkes bize bakıyordu. Deniz'in kahkahası arttı. Ayarlarıyla oynamıştım. "Ne damatlığı ya?" dedi alayla. Sinirliydi. Çok sinirliydi. "Sen daha az önce evlenmek için erken demedin mi? Beraber yaptığımız çocuğu sanki ben zorla senin rahmine koymuşum gibi plansız hamilelik demedin mi?! Damatlık diyor ya. Ne damatlığından bahsediyorsun? Yok damatlık falan."

"Deniz." dedim korkarak. Sanırım ilk kez, karşıma çıktığı andan beri ilk kez Deniz'den korkmuştum. Çok korkmuştum. "Beni korkutuyorsun."

Gözlerinde kaybolan ışığa tezat bir şekilde büyüyen hayal kırıklığı kalbimi ikiye bölmüştü. Ondan korkuyor oluşum onu büyük bir ağırlığın altına atmış gibi bakıyordu. İnanmamıştı. İnanmak istemiyordu. "Korkmak?" dedi. Sanki yeni öğrendiği bir kelimeyi alıştırma yaparak zihnine kazımaya çalışıyordu. "Korkmak." dedi bir daha. "Benden korkuyorsun. Evlenmeye karar verdiğin ama her ne olduysa verdiğin karardan vazgeçmek üzere olduğun adamdan korkuyorsun yani. Doğru mu anlıyorum?"

Sinirle ayağa kalktım. Gözyaşlarımı tutmayı öğrenmiştim. Boğazım sızım sızım sızlayana kadar, gözlerim acıyana kadar kendimi tutabiliyordum. Konuşma boyunca bunu başarabilmiştim fakat ayağa kalkmamla iki gözümden boşalan yaşlara engel olamamıştım. "HİÇBİR ŞEY ANLAMIYORSUN!" dedim bağırarak. "ANLADIĞINI SANDIĞIN ŞEYLER BENİM HİSSETTİKLERİMİN YARISI BİLE DEĞİL." Deniz afallayarak baktığında devam ettim. "BEN DAHA 22 YAŞINDAYIM. ALDIN BENİ HİÇ BİLMEDİĞİM BİR HAYATA SOKTUN. HAYAT PLANIM BAŞTAN AŞAĞI DEĞİŞTİ BENİM. İSTEMİYORUM BEN BUNLARIN HİÇBİRİNİ."

"İsteme Ada." dedi ürkütücü bir sakinlikle. "Peki."

Hiçbir şey söylemeden gözlerine tam on saniye baktım, çantamı aldım ve insanların bakışlarına aldırmadan restorandan çıktım. Vale arabamı getireceğini söylemeye çalışsa da anahtarımı aldım ve arabaya atladım. İçim kaynıyordu. Acı içinde kaynıyordum. Ne hissettiğimi anlamak için kendimi yokladım. Kalbim kemiklerimi acıtırcasına atıyordu. Damarlarım genişlemiş de kanım hızını alamayan bir akarsu gibi içimde akıyor gibi hissediyordum.

Ne yapacaktım şimdi? Nereye gidecektim? Ne olduğunu soranlara halimi nasıl açıklayacaktım? Daha kendim bile adlandıramadığım bir şeyi insanlara nasıl anlatabilirdim?

Ellerimi yüzüme kapatıp bir süre öylece durdum. Canım yanıyordu. Çok yanıyordu. Daha önce hiç kurşunla vurulmamıştım ama şimdi kurşunla vurulmuş gibi acı çekiyordum. Kan yoktu ama bedenim acıyordu. Ruhum çekilmiş gibiydi.

İyi olmalıydım. Daha sonra daha kötü olmamak için şimdi iyi olmalıydım. Böylesi daha iyiydi. Sevdiğim adamı hayatının en güzel gününde terk edemezdim. Hayatının en güzel evetinden sonra ona bu yıkımı yaşatamazdım. Şimdi bitmesi daha iyi olacaktı.

Bitti mi Ada?

Benim bir hayat planım yoktu. Deniz'i hayat planımı mahvetmekle suçladım. Bebeğimizi deli gibi isterken pişman olduğumu ima ettim. Onunla bir ömrü geçirmek için deli olurken evlilik kararımızın yanlış olduğunu söyledim. Deniz'in canını kaç farklı şekilde daha yakabilirdim bilmiyordum. O buna dayanabilir miydi bilmiyordum. Hiçbir şeyden pişman değilken her şeyden pişman olduğumu düşünürken canı kaç oranında yanıyordu? Bilmiyordum. Hiçbir şeyi bilmiyordum. Söylediğim cümleler bana ait değildi. Deniz bunu anlamış mıydı? Anlamasını isteyip istemediğimi bile bilmiyordum. Allah kahretsin ki bilmiyordum.

Motoru çalıştırdım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Eve gitmek istemiyordum. Zaten bir evin kalmadı Ada! Deniz yalnız kalmak isteyecekti. Selay? Çok uzaktı. Miray? Uygar'la olabilirdi ve ben onları daha ilişkilerinin başında rahatsız etmek istemiyordum.

Savaş'ı aradım. "Efendim güzelim." dedi neşeli bir sesle. Histerik bir kahkaha attım. Neşe artık çok uzak olduğum bir duyguydu. "Ada iyi misin?"

"Neredesin?" dedim burnumu çekerek.

"Ağlıyor musun sen?"

"Dedenle misin?"

"Ada ne oldu diyorum sana? Özgür mü aradı? Bir şey mi dedi?"

"Hayır."

"Tamam, hadi söyle bana o zaman. Ne oldu?"

"Deniz'e evlenmek istemediğimi söyledim."

Savaş kısa bir nefes verdi. Telefonun ucundan soluk sesini duyabiliyordum. "Ne yaptın, ne yaptın?"

"Çocuk için plansız haraket ettiğimizi söyledim. Önlem almalıydık dedim."

"Ada Ada Ada." dedi sabırla. "Hemen dedeme git. Sana konum atacağım. Ben de şimdi oraya gidiyorum."

"Tamam." dedim ve telefonu kapattım.

Acemisi olduğum yolları ne ara aşmıştım ve Salih abinin evine ne zaman gelmiştim bilmiyordum. Kerem neden beni takip etmişti onu da bilmiyordum. Esasında Deniz'den aldığı talimat yüzünden beni takip ettiğini biliyordum. Benim anlamadığım Deniz'in beni hala neden takip ettirdiğiydi.

"Güzel kızım hoş geldin." dedi Salih abi beni karşılayıp. Bana sıkıca sarılmış, elleriyle saçlarımı okşamıştı. "Ne oldu? Bu boncuk gözlerden neden yaş geliyor?"

Boğazımdan dökülen hıçkırığa engel olamadan konuşmaya çalıştım. "Salih abi çok kötüyüm. Kötü denemeyecek kadar çok kötüyüm. Her şey mahvoldu."

Salih abi sarılmamızı sonlandırıp beni içeri buyur etti. "Hadi içeri geçelim. Burada üşüyeceksin."

"Savaş gelmedi mi?"

"O şirkette. Ben yavaş yavaş bütün elimi çekmeye başladım işlerden. Her şeye Savaş bakıyor diyebilirim. Malum, bir ayağım çukurda artık."

Burnumu çekip gözümdeki yaşları sildim. "Öyle söyleme."

"E öyle kızım. Bugün varız yarın yokuz. Özellikle biz yaşlılar için ne kadar da doğru bir söz değil mi?"

"Konuşma öyle." dedim ikaz ederek.

Salih abi kolunu omzuma attı ve salona kadar öyle yürüdük. "Bir şey içmek ister misin? Sıcak bir şeyler. Ya da yemek hazırlatayım sana. Zaten Savaş birazdan gelir. Yemek yiyecektir. Onunla yersin. Olur mu?"

"Teşekkür ederim, tokum."

Salih abi eliyle bana koltukları gösterip geldiğimiz yöne doğru döndü. "Sen istediğin koltuğa geç. Ben senin için sıcak bir şeyler söyleyip geliyorum."

Sessizce başımı sallayıp usulca salona ilerlemek dışında hiçbir şey yapamamıştım. Pencereye yakın olan bir koltuğa oturup bacaklarımı çektim ve bağdaş kurdum. Salih abi sadece bir dakika sonra gelmişti ve telefonumda Deniz'den gelen bir arama yoktu. Mesaj da yoktu. "Anlat kızım. Ne oldu?"

Etrafı izledim. Deniz'in televizyonundan daha büyük bir televizyon bir duvarı baştan sona kaplıyordu. Salon takımının hemen arkasında büyük bir yemek masası vardı. Avize çok büyüktü ve tavana uzak, bize yakındı. Salonun az ilerisinde langırt masası vardı. Çünkü Savaş dedesiyle langırt oynamaya bayılırdı.

Duvarlar açık mavi boyalıydı ve büyük salonu daha da büyük gösteriyordu. Bir duvarın tamamı bir metre yüksekliğinde aynayla kaplıydı. Aynanın üst kısmı ise normal duvardı ve siyah duvar kâğıdıyla kapatılmıştı.

"Nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum." dedim burnumu çekerek. Gözyaşı ne kadar akabilirdi? Kaç dakika, kaç saat? Kaç litre? Bilmiyordum. Benim gözlerim neden durmuyordu? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey Deniz'i sevdiğimdi. Çok sevdiğimdi.

"Deniz'le aranızda bir şey mi oldu?"

"Birçok şey." dedim ve elimle yüzümü birkaç saniye ovuşturup geriye yaslandım. Diğer elim ayak bileklerimi oluşturmakla meşguldü.

"Evlilik stresi olabilir mi? Her çift böyle bir dönemden geçer. Ama siz böyle pes edecek ve sırf bu yüzden birbirinizi harap edecek insanlar değilsiniz."

Başımı iki yana salladım. Salih abi konunun çok daha ciddi olduğunu anladığında evin yardımcısı önüme büyük bir bardak bıraktı. Dumanı tütüyordu. "Size tarçınlı ıhlamur getirdim. Eğer başka bir şey arzu ederseniz onu demleyeyim."

"Yok, teşekkürler. Elinize sağlık."

Kadın gülümseyerek beni izledi ve "Afiyet olsun." diyerek telaşlı adımlarla salondan ayrıldı. Bardağımdan bir yudum ıhlamur aldım.

"Özgür." dedim saniyeler içerisinde. Salih abiye tüm bu olanların ne kadarını anlatacağıma henüz karar verememiştim. Bir yandan korkuyor bir yandan da belki bir yolunu bulur diye ona olan biten her şeyi anlatmak istiyordum.

"Ne yaptı?" dedi dehşetle.

"Sinyal kesici var değil mi burada? Dinleniyor olma ihtimalimiz ne?"

"Var. Kimse dinleyemez. Aklına gelebilecek tüm güvenlik önlemleri var burada. Her şeyi anlatabilirsin. Ne oldu kızım?"

"Salih abi Özgür karşıma çıktı benim. Yani aslında Savaş'la ikimizin."

"Nasıl?" dedi daha da dehşete düşen yüzüyle. "Ne zaman? Nerede? Savcıya, polise söylediniz mi?"

Başımı büyük bir hüzünle iki yana salladım. "İlker savcı ölmeden saatler önce. 23 Kasım'da. Öğlen saatlerinde."

"Ee." dedi devamını merakla bekliyordu. "Ne dedi? Bir şey mi yaptı size?"

"Tehdit etti beni."

"Ne diye tehdit etti?"

"Bir kalp bulmuş. İstediklerini yapmam karşılığında Melis'e vermeyi teklif etti."

"Ne istedi senden? İstediklerini yapmazsan ne yapacaktı?"

"Düğünümüzde Deniz'den ayrılmamı istiyor."

"Ayrılmazsan?"

"Bebeğimi öldürecekti. Savaş'ı öldürecekti. Sevdiğim ve yakınımda olan herkesi öldürecekti."

"İlker savcıdan başladı. En yakınlarına gelene dek." dedi yutkunarak."Sen kabul etmeyince onu mu öldürttü?"

"Evet." dedim, boğazıma dolan acı hissi kusmak istiyordum. "Benim yüzümden öldü İlker savcı."

Salih abi bu konuyu es geçti. "Buna müsaade edemem." Anlamayan gözlerle baktım. "Deniz ve sen. Ayrılamazsınız. Hele bir de düğününüzde... Deniz bilmiyor değil mi?"

"Ona anlatamam. Eğer anlatırsam durmaz ve Özgür'ü bulur. Her şey daha da kötü olur. Benim yüzümden başka masum insanların ölümünü izleyemem."

"Bir yolunu bulacağım." dedi güven veren bir sesle.

"Savaş başından beri razı değil. Asla kabul etmiyor. Özgür'e boyun eğmeyi reddediyor."

"Sevdiği birinin mutsuz olmasına bile bile boyun eğemez. O öyle biri değil. Onu öyle yetiştirmedim ben."

"Özgür'ün istedikleri bunlarla sınırlı değil."

"Ne dedi başka?"

"Ortadan kaybolacaksın, izin kalmayacak, Deniz seni asla bulamayacak dedi. Beni dönüşü olmayan bir yola sürükledi Salih abi. Elim kolum bağlı. Ne hissedeceğimi bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Çok çaresizim."

"Her zaman bir çaresi vardır."

"Yok." dedim yutkunarak.

Salih abi bana laf anlatmaktan vazgeçip konuyu yine değiştirdi. "Tamam, Özgür ne dediyse onu yapacaksın. Sonrasında ne olacak? Deniz senin terk etmeni diyelim ki kabullendi. Bebeğinizi sana bırakır mı zannediyorsun? Onu bulmak için her şeyini verir. Bebeğini alır ama seni hayatına geri almaz. Düğününüz-"

"Düğüne gerek kalmadı." diye lafını böldüm. "Bu akşam yemeğinde tartıştık. Düğüne kalmadan bitsin istedim. Onu en mutlu gününde bırakamam. Düğünümüzde yapamam."

Salih abi tek eliyle yüzünü ovuşturdu. "Onu terk mi ettin?"

"Sanırım evet."

"Ama o seni terk etmiş gibi görünmüyor." dedi ve gözleriyle pencereyi işaret etti. "Adamlarından biri hala seni korumakla yükümlü." Kerem'den bahsediyordu.

"Benim için değil çocuğu için yapıyor olmalı."

"Çok toysun Ada. Hata yapmaya çok açıksın. Savaş da öyle. Bana daha önce gelmeliydiniz."

Bir ayak sesi kulağımıza daha yakın gelmeye başladığı sırada bakışlarımı salonun merdivenli girişine çevirdim. Savaş gelmişti. "Ada." dedi hafif endişeli hafif de gergin bir sesle. Ayağa kalkıp ona koştum ve boynuna atlayıp sıkıca sarıldım. "Ne yaptın sen güzelim?" dedi azar yüklediği sesiyle.

"Her şey birbirine karıştı. Her şeyi, her şeyi mahvettim."

Savaş kollarını çekip koltuklara doğru yürüdü. "Tamam gel, konuşalım."

"Hoş geldin oğlum." dedi Salih abi.

"Hoş buldum dede. Şimdi anlatın bakalım. Ne konuşuyordunuz?" Savaş'la yan yana oturduk. Başımı omzuna yasladım.

"Ada bana anlattı her şeyi." dedi Salih abi. Savaş sessiz kalmıştı. Sanırım bunu beklemiyordu. "Boyunuzdan büyük işlere karıştığınıza inanamıyorum. En başında gelmeniz gereken kişi bendim."

"Özgür elimizi kolumuzu bağladı." dedi Savaş içli ve güçsüz bir nefes vererek. Yorgundu. "Ne yapacağımız hakkında en ufak bir fikrimiz yok."

Salih abi önce bana sonra Savaş'a baktı. "Her zaman en sona bıraktığım, ne kadar çaresiz kalırsam kalayım başvurmaktan kaçındığım bir şeyi yapacağım."

"Nedir o?" dedim çatallaşan sesimle. Ardından büyük bir yudum daha ıhlamur aldım. Çoktan soğumuştu.

"Hiç hazzetmediğim bir adamın bana vefa borcu var. Pislik bir adam. Yani yaşarken öyleydi. Öldü gitti ama oğlu bana babasının vefa borcunu ödeyeceğine dair yeminler etti."

"Niye vefa borcu sana?" dedi Savaş merakla. Soruyu benim ağzımdan almıştı.

"Yaptığı birkaç pisliği örtbas ettim. Ettirdim daha doğrusu."

Minik bir çabayla doğruldum ve Savaş'a baktım. Gözlerinde tam da beklediğim gibi hayal kırıklığıyla karışık bir merak vardı. Çünkü Salih abi Savaş'ın tanıdığı en dürüst ve en doğru insandı. Pislik bir insanın yaptığı pis bir işi örtbas etmezdi. Çünkü onun dedesinin ahlaksızlarla işi olmazdı. Olmamalıydı.

"Ne gibi pisliklerdi bunlar?" dedi Savaş şaşkınlıktan kapatamadığı ağzıyla. Ardından es verdi. "Dede?"

"Uyuşturucu ticareti, insan pazarlığı, haneye tecavüz, düğün basma, silahla insan yaralama, silah kaçak-"

"Maşallah maşallah." dedi Savaş hiddetle ayağa kalkarak. "Daha var mı dede?"

"Otur Savaş."

"Ne oturması ya?" dedi alayla. "Sen bunları açığa çıkaracağına bir de örtbas mı ettin? Ya senin oğlunun yaptıklarının ne farkı var bundan? El alemin adamını hoş görüyorsun da Melih'i niye kabul etmiyorsun sen madem? Bu ne ayarsız bir adalet?"

"Savaş." dedim uyarırcasına. Ayağa kalktım ve onu sakinleştirmek istercesine koluna dokundum. "Gel otur şöyle. Sakin ol."

"Ya bırak. Ne sakin olacağım?" dedi kolunu hızlıca çekip. Birkaç adımda yanımdan uzaklaştı, odada sinirle volta atmaya başladı. "Bilmediğim daha neler çıkacak acaba?" Salih abi susmuş, Savaş'ın sakinleşmesini bekliyordu. Yerime oturdum. "Riyakarlık bu. Kendi oğluna inisiyatif göstermen gerekiyorken el aleme gösteriyorsun yani. Oğlun da orospu çocuğunun teki amına koyayım. Bu adamın ne farkı var da onun pisliklerini örtüyorsun sen?"

"Kendine gel Savaş."

"Sen karışma Ada."

"Biliyor musun? Tam da karışacağım bir noktadayız."

Savaş ben yokmuşum gibi Salih abiye döndü. "Anlat nasıl oldu? Niye kapattın bu pisliklerin üstünü?"

Salih abi derin bir nefes aldı. "Çünkü karısı benim kız kardeşimdi Savaş." dedi bir çırpıda. "Kardeşim için yaptım. Sen nasıl bugün Ada için her şeyi yapabileceksen ben de kardeşim için yaptım. Beni anlayacağını umuyorum... Oğlum."1

"Daha açık anlat." dedi Savaş sabırsız bir ifadeyle. Tatmin olmamıştı.

"Kardeşim geldi bir gün. Son dedi. Bulaştığı son pis iş dedi. Artık temiz bir adam olacak ona bir şans ver dedi. Yeni sayfa açacaklarmış. O kadar ağladı ki öyle bir ağlamanın karşısında insan her şeyi yapabilir Savaş. Ada çaresiz diye, karşında durmaksızın ağlıyor diye istemeye istemeye onun sözüne gelmişsin sen de. İstemediğin halde Ada'nın planına ayak uydurmak zorunda kalmışsın."

"Beni kardeşim üzerinden vurmaya kalkarsan seni silerim dede. Gözünün yaşına bakmam." Neye sinirleniyordu? Dedesinin kirli işleri karalamasına mı yoksa bundan hiç haberinin olmamasına mı?

"Sonra ne oldu?" dedim konuşmaya çekinerek.

"Kardeşime ne yapacağımı sordum. Delil karartacağız dedi. Kocasının yaptığı tüm işlerin üzerini örttük. Tek şartla yaptım bunu. Eğer bir daha yaparsa boşanacaktı ve yanıma yerleşecekti."

"Ben senin yanına yerleşen kimseyi hatırlamıyorum." dedi Savaş asla azalmayan şiddetteki öfkesiyle. "Sizin adam verdiği sözü tutup melek oldu herhalde."

"Keşke." dedi Salih abi acıyla yutkunarak. "Kardeşim birkaç ay sonra öldü Savaş. Gencecikken öldü hem de. Kendi canına kıydı." Büyük bir şokla ellerimi kaldırıp ağzıma kapattım. "O adamsa yaptıklarına devam etti. Durmaksızın devam etti hem de. Sonunda da geberip gitti. Öldürdüler."

Savaş minik bir kahkaha attı. "Karanlık dünyada işler böyle yürüyor tabii. Tek hatanda gidiyorsun öbür tarafa. Kimin kuyruğuna bastı acaba?"

"Karanlık dünyadan değildi öldüren kişi." dedi Salih abi. Savaş'la devamını beklercesine baktık. "Cahit Dündar diye biri." Gözlerim karardı. Ortamdaki ısı azaldı. Tenim beyazın en açık tonunu aldı. Midem kasılıyordu. "Ne zaman hatırlasam takdir ederim. İyi cesaretti."

Savaş'ın benim anladığım şeyi anladığına emindim. Cahit Dündar bizim öz dedemizdi ve karısını taciz eden adamı, oğlunun düğününü kana bulayan adamı öldürmüştü. "Neden öldürdü bu adam senin kardeşinin kocasını?"

"Çünkü bu anlattığım şerefsiz it Cahit'in ailesine musallat olmuştu. Karısına sarkıntılık ediyordu. Cahit hem kendisini hem ailesini kurtardı."

"Ne zaman oldu bu olay?" dedim. İş artık tesadüf olmaktan çıkmıştı.

"20 Aralık 1994. Cahit'in oğlunun düğünü olmuş altı gün öncesinde. Gelini, yazık kızcağız bebeğini düşürmüş kendi düğününde. Cahit de artık bu son damla diyerek çekmiş vurmuş adamı." Baban size bunu neden anlatmadı Ada? Belki de bilmiyordu.

"Bu ecdadını siktiğim adamın adı Şahin Kırcalı mı?" dedi Savaş kendinden emin bir sesle.

Salih abi önce Savaş'ın bu denli açık küfürler ediyor oluşuna sonra da adamı nereden tanıdığımıza şaşırmıştı. Hayretle bakan gözleri önce Savaş'ın üzerinde sonra da benim üzerimde gezdi. "Nereden biliyorsunuz siz?" dedi ciddi bir merakla.

"Cahit bizim dedemiz." dedim ortamda bulunan en sakin insan olarak. "Dedem katil miymiş?" Öyleymiş Ada ama konuyu değiştirmesen mi?

"Cahit hapse girmedi mi?" dedi Savaş. Öz dedesinden bahsederken dede diyemiyordu çünkü onun sadece bir tane dedesi vardı. Salih'ti ve başkasına dede demek Salih abiye ihanet olurdu.

"Girmedi."

"Çünkü siz bu cinayetin üstünü kapattınız." dedi Savaş öfkeyle.

"Ölen adam şerefsizin tekiymiş Savaş." diye bağırarak ayağa kalktım. "Babamın anlattıklarını hatırlasana. Hak ettiğini bulmuş işte. İrdeleme boş yere."

"Ada." dedi öfkeyle. "Biz de silah alalım o zaman. Kötü olduğunu düşündüğümüz adamları bam güm vuralım. Buraya kadar güzel. Peki bizim kötü olduğumuzu düşünen insanlar da bizi öldürürse ne olacak?" Cevap veremedim. "Söylesene o zaman ne olacak? Böyle mi sağlamak istiyorsun sen adaleti?"

"Doğru ya da yanlış. Yasal ya da yasa dışı. Bir şekilde bu adalet sağlanmış mı? Sağlanmış. Gerisi beni ilgilendirmez!"

"Çocuklar." dedi Salih abi ama ikimizin de dinleyesi yoktu.

"Piçin tekiymiş. Yapmadığı kalmamış. Neler yapmış ya, daha az önce Salih abi anlatmadı mı? Babaannemize rahat vermemiş."

"Daha hiç tanımadığın insanları nasıl bu kadar çabuk benimsiyorsun sen ya?" dedi alayla. "Nasıl hemen acılarına ortak oluyorsun? Babaanneymiş. Neredeymiş bu babaanne bu zamana kadar?"

"Öyle ya da böyle. Bizim babaannemiz ve dedemiz bu insanlar Savaş. Ya anne ve babamızın düğününü basmış. Ablamız ölmüş bizim anne karnında. Şahin denen adam yüzünden."

"Dedem dediğin insanın Şahin'i çekip vurma sebeplerini ne de güzel açıkladın."

"Ya sen." dedim bir elimle saçlarımı geriye atarak. "Sen kimin tarafındasın?"

"Kimsenin tarafında değilim."

"O belli. O belli canım." dedim sağa sola yürüyerek. "Sen bizi hiçbir zaman kabullenemedin değil mi?" Saçmalama Ada. "Annemin, babamın, onların anne babalarının başına gelenler hiç umurunda olmadı. Ben bile umurunda değilim senin!"

"Abuk sabuk konuşma." dedi Savaş. "Saçmalamaya başladın sus."

"Yoo hiç de saçmalamadım. Mesela bu adam bizzat Salih abiye zarar verseydi sen hiç çekinmeden o adamı vurur, az önce yok saydığın adalet anlayışını kendin devreye sokardın. Kendi adaletini kendin sağlamış olurdun. Ama konu Salih abi değil. Konu öz ailen! O yüzden böyle umursamaz davranıyorsun. Anlıyorum ben seni."

"Çocuklar." dedi Salih abi bir kez daha.

"Ne zamandan beri biliyordun sen?" dedi Savaş Salih abiye döndüğünde. "Cahit Dündar'ın torunları olduğumuzu ne zamandan beri biliyordun?"

"Senin kimliğinin değiştiği günden beri. Savaş Dündar olduğundan beri." dedi Salih abi çekingen bir ifadeyle. Eğer ben başından beri dayımın değil de babamın soyadını taşıyor olsaydım Salih abi benim kim olduğumu bilecek, beni dedeme daha çabuk götürecekti belki de. İlk kez Ada Dündar olmadığıma üzülmüştüm.

"Nasıl söylemezsin sen bana böyle bir şeyi dede?! Saklanacak şey mi bu? Öz dedemi bildiğin halde, sen nasıl? Allah'ım, Allah'ım sen bana sabır ver."

"Söylememin kimseye bir faydası olmayacaktı. Hem o günden sonra hiç görüşmedik. Hiç tanışmamış gibi davrandık. Her şeyi unuttuk. Eskileri konuşmanın bir anlamı yoktu."

"Açıklaman ne kadar da mantıklı... Hayata bak. Sağı da solu da önü de arkası da baştan aşağı fiyasko. Dede senin eski diye bahsettiğin şey ben her ne kadar kabullenmesem de benim geçmişim. Ve sen bile bile benden sakladın. Nasıl yapabilirsin bunu bana sen ya?"

"Ne desen haklısın."

"Yok bir de haksız olsaydım." diye burnundan soludu Savaş ve konuyu değiştirdi. "Kim bu yavşak Şahin'in oğlu? Onu söyle bari. Saklamazsın değil mi? Sonuçta yeğenin. Korkma ama zarar vermem ona. Öz yeğenin çünkü. Sonuçta ben öz torunun değilim senin. Hani beni değil de onu korumak istersin falan. Kız kardeşinin emaneti ne de olsa. Hoş bu zamana kadar yeğeninden de bahsetmedin. O da mı büyük sır yoksa?"

Salih abi mahcup bir ifadeyle başını öne eğdi ve parmaklarıyla oynamaya başladı. Midem bulanıyordu. "Eser Kırcalı.''

"İyi, söyle o Eser'e babasının vefa borcunu sana değil Ada'ya ve bana ödeyecek. İster seve seve ister si-" dedi ve bir süre sustu. Sakinleşmek için es veriyordu. "İsterse de zorla kurtaracak Ada'yı Özgür'ün elinden. Madem sen böyle bir şeyi sakladın benden. O borç sana değil bize ödenecek artık. Gerçi kimmiş bu Eser merak ettim. Özgür'ü durduracak kadar nasıl bir güce sahip? Sen şimdi dayısısın ya onun, Özgür de kuzeni gibi bir şey oluyor haliyle. Ne yapabilir en fazla?" dedi Savaş. Her lafıyla Salih abiyi iğneliyordu ve her kelimesinden sonra sinirden olan gülüşleri yüzünde büyüyordu. Bu durum beni korkutmuştu. Burada durmak istemiyordum.

Koltuktaki çantamı ve üzerimden ne zaman çıkardığımı hatırlamadığım montumu alıp kapıya yöneldim. "Buraya gelmek benim hatamdı. Kusura bakma Salih abi. Akşam akşam kafanı yordum senin de. Gidiyorum ben." dedim her ikisi üzerinde bakışlarımı gezdirerek. Benim burada olduğumun yeni farkına varmış gibi ikisi de şaşkın gözlerle bana bakıyordu.

"Otur şuraya Ada." dedi Savaş kolumdan tutup beni olduğum yere sabitleyerek. Hiç tanımadığı insanları çabucak benimseyen Ada, tanıdıklarını bile benimsemeyen Savaş'ın gözlerinin içine bakıyordu.

"Bırak gidiyorum. Senden de hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey istemiyorum! Duydun mu? Tek başıma gideceğim ben dedemin ve babaannemin yanına. Orada muhtemelen senin asla benimsemeyeceğin halamla ve kuzenlerimle kaynaşacağım. Deniz konusunda da hiçbir şey istemiyorum. Kendi başımın çaresine bakarım. Her zaman baktım. Özgür meselesini de halledeceğim." dedim ve Salih abiye döndüm. "Özgür meselesini halletmek için son çareni kullanma Salih abi. Gitme Şahin'in oğlunun kapısına. Bırak başka türlü ödesin vefa borcunu sana. Kimsenin bana bir vefa borcu yok. Ben böyle bir yükün altına giremem. Ben bir şekild-" dedim ama ondan sonrasını hatırlamıyordum.

***

"Birazdan uyanır herhalde." dedi bir ses. İkizini benimsemeyen mavi gözlü bir çocuğun sesiydi. Savaş'ın sesi. Gökalp mi demeliydim? "Yarım saat geçti bayılmasının üzerinden." Bayılmış mıydım?

Bu cümleleri kime söylediğini bilmiyordum. Saçlarımın arasında bir el geziyordu

"Uyandığında hastaneye gidin." dedi Salih abi. Savaş'a mı söylüyordu? Bu tartışmadan sonra Savaş'la kapıdan bile çıkmayacağımı bilmiyordu sanırım.

"Gelmez o benimle." dedi Savaş hafif gülümseyen bir sesle. Sesi uzaktan geliyordu. Saçımı kim okşuyordu? "İnat eder. Bana çok kızgındır şimdi o." Haklıydı, kızgındım. Affetmeye tenezzül edeceğimi de düşünmüyordum. "En sevdiğim özelliklerinden biri inatçı olması. Kendi içinde bir karara varıyor. Kendi doğrusu neyse ondan şaşmıyor. Hiçbir şey değiştiremiyor kararını. Ama ne yapıyor ne ediyor günün sonunda en doğru kararı vermiş oluyor."

"Merhametini de seviyorum." dedi Salih abi. "Kendini herkesin yerine koyabiliyor. Herkesi anlayabiliyor. Çok duygusal ama kendi adaletini kendi sağlayacak kadar da güçlü bir tarafı var."

Alnıma sıcacık bir nefes değdi. Sonra o nefesin ait olduğu dudaklar alnıma kondu. Bir müddet oyalandı, ardından yavaşça tenimden uzaklaştı. Beni kim öpüyordu?

"Siz niye atıştınız?" dedi bir ses. Odadaki üçüncü kişinin sesi. Saçlarımı okşayan kişinin sesi. Dünya üzerinde en sevdiğim ses. Deniz'in sesi.

"Bir şeyler oldu. Baba tarafımızdaki akrabalarımızla ilgili. Anlatırız, uzun hikaye. Böyle bir zamanda anlatılamayacak kadar önemli." dedi Savaş sıkıntılı bir nefes vererek. "Seninle de atışmış biraz?" Sesi hesap sorar gibi değil de merak etmiş de ayıp olmasın diye soruyormuş gibiydi.

"Hamilelik duygusallığına veriyorum ben. Hem benimle hem sizinle bozuştuğuna göre hormonları yüzünden oldu kesin. Yarın zaten hastaneye gideceğiz. Ada'yı da bir muayeneye götürürüm."

"İyi edersin." dedi Savaş.

"Sizin bu aile meselesi önemliyse perşembeyi beklemeyin. Yarın akşam gidin hemen Bursa'ya."

"Olur. Daha iyi olur. Zaten cuma günü Güneş gelecek. Onu burada fazla yalnız bırakmak istemiyorum. Ada'yla oradaki meseleyi halleder bir an önce buraya döner ve Güneş'i de yanıma alırım. Düğüne kadar burada kalacak."

"Miray'ın yanında kalacağım diyordu sanki Ada'ya ama?"

"Biz Bursa'dayken evet. Miray'ın yanında kalsın. Ama biz dönünce buraya getireceğim." Sen çok yanlış anlamışsın Ada. Bu çocuk seni de ailemizi de kabullenmiş. Sahip çıkıyor baksana. "Aslında Miray'ın evi de korunuyor biliyorum fakat burası daha güvenli. Risk almak istemiyorum. Gözümün önünden ayrılmasın." Kalk Savaş'tan özür dile ve ona sarıl Ada.

"O zaman Bursa'da çok kalmayacaksınız diye anlıyorum ben."

"Cuma akşam döneriz en geç."

Deniz bir şey söylememişti. Muhtemelen Savaş'ı başıyla onayladı ve beni saniyeler içinde havaya kaldırdı.

"Haberleşiriz yarın." dedi Deniz.

Birkaç adım sesi duydum. Savaş da bizimle kapıya doğru geliyordu. "Hava çok soğuk. Üşüyecek."

"Araba hemen kapının önünde." dedi Deniz. "Vakitlice bindiririm, üşümez. Yarın arabasını aldırırım buradan."

"Tamam." dedi Savaş ve ben numarasını yaptığım uykuya saniyeler içinde teslim oldum.

***

4 Aralık, Çarşamba

Yatakta uzun bir süre gerindim ve başımı çevirip perdesi açılmış camdan dışarıya baktım. Yağmur ve rüzgar durmuştu. Kar ise yağmaya devam ediyordu. Ağır hareketlerle doğruldum ve yataktan kalkıp pencereden dışarıyı izledim. Her yer bembeyaz olmuştu. Ağaçların üstü, toprağın üstü, evi çevreleyen uzun ve oldukça kalın duvarın üstü, buraya ne zaman getirildiğini bilmediğim arabamın üstü.

Banyodan gelen seslere kulak kabarttım. Deniz musluğu açtı, kısa bir süre oyalandı ve su sesi kesildi. Adım sesleri giderek yaklaştı ve tam arkamda durdu. Ona doğru dönmeden dışarıyı izlemeye devam ettim. "Neden buradayım?" dedim dünkü tavrımdan asla taviz vermediğimi belli ettiğim bir sesle.

"Yapma Ada." dedi ve elini omzuma atıp saçlarımı arkamda topladı. Çenesini omzuma koydu, sakalları boynuma değiyordu.

"Neyi yapmayayım?" dedim. "Konuştuk biz, dün. Hatırlarsan eğer."

"Hatırlamıyorum. Ne konuştuk?" Yok sayıyordu. Hayır yok sayamazdı. Biz dün olabilecek en ciddi konuşmalarımızdan birini yapmıştık. Derin bir nefes aldı. "Anladığımı sandığım şeyler senin hissettiklerinin yarısı bile değilmiş ya." dedi sakin bir sesle. "Peki anlamadığım kısmı tam olarak ne? Nerede bıraktım seni anlamayı? Neyi kaçırdım gözümden?"

"Evlilik kararımız." dedim ama cümlemin devamını getiremedim. Kollarını belime sarıp ellerini karnımın üzerine koydu. Sıkıntılı bir nefes verdim ve hızlıca kollarının arasından ayrılıp giyinme odasına doğru ilerledim.

"Bugün Miray'a gidiyoruz." dedi arkamdan. Olduğum yerde kaldım ve hiddetle ona döndüm. Soru işaretinin vücut bulmuş hali olmalıydım ki devam etti. "Dünkü yaşananlar için." dedi ve kısa bir es verdi. "Uzman birinden yardım almamız gerekiyor."

"Evlenmek ve çocuk doğurmak için erken olduğunu düşünmenin senin açından tam olarak neresi sağlıksız bir akıl ve ruh hali?"

Gülümsedi. Sinirlenmeye başladığını hissediyordum. "NE ZAMAN SAĞLIKLI OLURDU BİLİYOR MUSUN? BUNLARI EVLİLİK TEKLİFİME EVET DEMEDEN ÖNCE SÖYLESEYDİN İŞTE O ZAMAN SAĞLIKLI AKIL VE RUH HALİ OLURDU! AMA, AMA SEN BENİMLE EVLENMEK İSTEDİĞİNİ SÖYLEDİKTEN SONRA." Derin bir of çekti ve arkasını dönüp sandalyeye tekme attı. "Sikeyim." dedi kendi kendine. "ADA SEN HAMİLESİN. BENİM ÇOCUĞUMU TAŞIYORSUN! NE YAPMAK İSTİYORSUN SEN? ALDIRACAK MISIN BEBEĞİMİZİ? YA SEN, SEN BANA CEMRE'NİN YAŞATTIĞINI MI YAŞATACAKSIN? NEYİ AMAÇLIYORSUN SEN?"

Normal şartlarda olduğum yere sineceğim kadar yüksek bir sesle bağırmıştı. Korkudan titremem gereken bir yerdeydik. Doğru yerdeydik. Deniz'den ayrılamazdım. Tek çarem onun beni terk etmesini sağlamaktı. İyi gidiyordum. Hayatımın en büyük hatasına doğru iyi gidiyordum. "Evlilik teklifine evet diyebileceğim bir zemin hazırladın. Bana başka bir seçenek tanımadın. Her şey bir anda oldu. Günler içinde İtalya'ya gittik. Sürprizler, yemekler. Bana hiçbir seçenek bırakmadın. Evet demeye mecbur bıraktın sen beni." dedim onun aksine sakin bir sesle. İfadesiz olduğunu düşündüğüm bakışlarım onun gözlerinde yüzüyordu.

"Utanmasan hataydı diyeceksin." dedi boğazında takılı kalan taşı yutkunarak. Çok mutsuz görünüyordu. Dağılmış görünüyordu. Ağzımdan çıkacak bir kelimeye bakıyordu. Cevap vermedim. Veremezdim. Giyinme odasını boş verip odadan çıktım ve koşar adımlarla aşağıya indim. Bugün günlerden neydi? Ülkü abla neden evde değildi? Bilmiyordum.

Deniz'in ayak sesleri hemen arkamdaydı. Deniz'le tanışmadan önce yaptığım resmin önünde durdum ve tabloyu uzun uzun izledim. Denizin Ortasında Bir Ada. Siyah bir ada ve etrafında onu çevreleyen bir deniz. İhtiyaç duyduğu su tüm ihtişamıyla tüm kıyılarını sarmıştı. Bütün kötülüklerden korunmasını sağlayan, onu şefkatle sarıp sarmalayan berrak, temiz bir su. Ada ve Deniz. Karşımda duran ve tam olarak bizi yansıtan bu tablo içimi sızlatmıştı.

"Bununla başlamıştı." dedim kendi kendime.

Önce usulca ilerleyen adımlarım sonrasında hız kazandı. Saniyeler içinde tablo elimdeydi. Bunu yapacak olduğuma inanamıyordum. "Sakın." dedi Deniz. "Eğer yaparsan biter." İstediğim zaten buydu. Benden nefret etmesi gerekiyordu. Ben ondan ayrılmaya cesaret edemediğim için onun benden ayrılması için bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Bana doğru geldi. Yetişmesine fırsat vermeden tabloyu iki elimle orta sehpaya sertçe vurdum. Cam kırıkları anında etrafa saçılırken resmi yaptığım kağıt, çerçeveyle birlikte elimde kalmıştı. Henüz kağıda bir şey olmamıştı. Deniz'in yetişmesine yine fırsat vermeden kağıdın üst kısmını iki elimin işaret ve baş parmaklarıyla tuttum. "Sakın." diye bağırdı. Dinlemedim. "Ada sakın."

Bir elimi sabit tutup bir elimi aşağıya indirdim. Çok hızlı olmuştu. İki parçayı üst üste koyup az önce yaptığımı yine yaptım. Artık elimde dört parça vardı. Saniyeler sonra elimdeki parçalar sayamayacağım kadar çoktu. Onlarca minik parça. Parçalara ayrılmış bir ada, moleküllerine ayrılmış bir deniz. Bizi temsil eden bir şey yoktu artık. Ada ve Deniz yoktu sanki.

Yere çöktüm. Başımı kollarımın arasına alıp hayatımdaki en büyük çığlığı attım. Elimde bir yerlerde bir acı vardı.

"Ada." dedi Deniz telaşla yanıma çöküp kollarımla birlikte başımı kendi göğsüne kapattığında. "Ada." Sesi mi titriyordu? Bilmiyordum. Artık hiçbir şeyi bilmiyordum. Dünyada en çok sevdiğim insana yaptığım şeye inanamıyordum. Ben bu değildim. Beni bu hale ne getirdi bilmiyordum. Keşke nefes alacak bir gücüm olsaydı diye düşündüm. "İyi misin? Geçti mi? İyi misin?" dedi korkuyla. Sinir krizine tutulduğumu zannediyordu. Keşke bu kadar basit olsaydı diye düşündüm.

"Hastane." dedim kesik kesik. "Deniz beni hastaneye götür."

***

Oda karanlıktı. Perdeler açıktı fakat hava kapalıydı. Bulutların rengi siyaha yakın bir griye dönüktü. Kar hiç durmamıştı. Hava çok soğuktu.

"İyi misin kızım?" dedi Bülent Bey. Serumdan elime uzanan hortumu kontrol ediyordu.

İyi olmayı düşünmüyordum. Tek derdim Deniz'in iyi olmasıydı. Onu düşürdüğüm ruh halinden kurtarmak istiyordum. "Deniz nerede?"

"Bugün check-up kontrolü vardı." dedi Bülent Bey. Unutmuştum. "Yani zaten buraya gelecekti ama sen de kötü olunca erkenden gelmiş. Aşağıda şimdi, bazı kontrolleri var."

"Kaç saattir buradayım?"

"Dört saate yakın."

"Su alabilir miyim?"

Bülent Bey yanımdaki sehpadaki sürahiden bana bir bardak doldurdu ve başımı yavaşça kaldırıp suyu içmeme yardım etti. Dört yudumdan sonra doymuştum. "Teşekkür ederim."

"Afiyet olsun. Kan değerlerine baktık. İyi görünüyor her şey. Bebek de iyi."

Başımı aşağı yukarı salladım. "Deniz'e EKG çekildi mi?"

"Evet. Neden sordun? Kalbiyle ilgili bir şikayeti mi vardı?"

"Hayır hayır. Merak ettim sadece. Ne kadar işi kaldı?"

"Yarım saate biter. Miray'la beraber gelecekler yanına."

"Tamam. Bekleyeyim ben o zaman burada."

Bülent Bey başını yavaşça salladı. "Sana sakinleştirici verdik. Eğer ihtiyaç duyarsak bir serum daha takacağız. O yüzden serum bitse bile damar yolunu çıkartmayacağım. Hemşirelerden biri birazdan gelecek. Bir istediğin varsa çekinmeden söyleyebilirsin."

"Beyza burada mı?"

"Evet."

"Mümkünse onu gönderir misiniz? Buraya her geldiğimde benimle o ilgilendi de. Ben ona baya alıştım. Ona daha kolay anlatabiliyorum derdimi."

"Ben ona söylerim. Bekletmeden gelir. İstediğin başka bir şey var mı?"

"Teşekkürler. Şimdilik yok."

Bülent Bey başımı okşadı ve hızlıca odadan ayrıldı. Sanki kardeşinin değil de onun geliniydim. Bana hiç yabancıymışım gibi hissettirmiyordu. Gidişime onun da üzüleceğini düşündükçe mideme dozunu anlatamayacağım kramplar gidiyordu. Gidişimle kaç hayatı mahvedecektim?

Bülent Bey gittikten hemen sonra Beyza geldi. "Merhaba Ada Hanım. Nasılsınız?"

"Teşekkür ederim Beyza. İyiyim."

"Beni istemişsiniz."

"Senden bir ricam var Beyza."

"Buyurun, dinliyorum."

"Deniz EKG çektirmiş."

"Evet?"

"O sonuçları istiyorum."

Beyza şaşkınlıkla baktı. Aklı başında herkes bunu neden istediğimi merak ederdi. Beyza da merak ediyordu. "Anlamadım Ada Hanım. Neden?"

"Deniz'e bir sürprizim var." dedim, daha da merakla baktı. "Deniz'in kalp atışlarını dövme yaptırmak istiyorum. Tabii doğumdan sonra. Bunun için de kalp atışlarının olduğu EKG sonuçlarına ihtiyacım var." Deniz'in kalp atışlarını yanımda götüremezdim ama kalp atışlarının basılı olduğu bir baskıyı vücuduma kazıtabilirdim. Böylelikle her an tenimde onu hissedebilirdim.

Beyza'nın gözleri ışıldadı. "Bu çok güzel bir fikir."

"Evet. Ama bunu gerçekleştirmek için EKG sonuçlarına ihtiyacım var. Yani senin bana getirmene ihtiyacım var."

"Tamam. Ben hemen kardiyoloji bölümünden isteyeceğim. Bir on dakikaya elinizde olur." dedi ve kapıya doğru yürüdü.

"Beyza." diye seslendim. Anında bana döndü. "Bu aramızda-" dedim. Cümlemi o tamamladı.

"Sonsuza kadar sır."

On dakika sonra EKG sonucu elimdeydi. Uzun uzun izledim. Bir uzayan bir kısılan ardışık çizgiler. Aşık olduğum adamın aşık olduğum kalbinin gösterdiği atış performansı.

Bu çizelge iyi miydi bilmiyordum. Bir dövme için çok güzeldi fakat sağlık açısından iyi miydi? Sağlıkla kalbe ait bir tablo muydu bu gördüğüm?

Düşüncelerimi bir kenara atıp EKG sonucunu çantama attım. Birkaç saniye sonra odamın kapısı çaldı ve Miray yavaş adımlarla içeriye doğru ilerledi. Bülent Bey Deniz'le beraber gelecek demişti ama Miray tekti. Deniz benim yanıma gelmek istemiyor olmalıydı. Belki de check-up hala bitmemişti.

"Kuzum." dedi meraklı bir sesle. Yanıma gelmiş saçımı okşuyordu. "Neler oldu? İyi misin?"

"Nasıl olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok." dedim. Telefonuma gelen bildirimle başımı çekmeceye çevirdim ve uzanıp telefonumu aldım. Kayıtlı olmayan bir numaradan fotoğraf gelmişti. Ekranı açıp uygulamaya girdim ve fotoğrafa tıklayıp büyümesini sağladım. Gözlerime inanamıyordum. "Yok artık." dedim kahkaha atarak. "Ha siktir yok artık."

"Neler oluyor Ada?" dedi Miray. "Ne gördün?"

Kısa bir süre kendimi toparlamaya çalıştım ve sesimi düzeltip ekranı kapatarak telefonumu avuç içlerimde sıktım. Sanki ekranda gördüğüm şey dünyanın en büyük sırrıydı ve ben bunu ölüm pahasına saklamak zorundaydım.

"Kuzum ne gördün o telefonda? Yüzünün rengi attı resmen."

"Bir şey görmedim. İyiyim."

"Sen hala beni kandıramayacağını öğrenemedin mi? Ne var o telefonda Ada?"

"Boş ver Miray. Güneş saçma sapan bir espri yapmış. Ona güldüm."

"Madem bu kadar önemsizdi, neden ilk sorduğumda söylemedin Ada?"

"Uzatma Miray. Güneş'le benim aramda işte. Sorma daha fazla."

"Sen iyi değilsin."

"İyiyim."

"Ne gördün dedim o telefonda?"

"Sana ne ya?" dedim sinirle. "Hayatımda olan herkese hesap vermek zorunda mıyım ben? Herkes hesap sormak için mi var benim hayatımda ya? Bıktım artık. Deniz'le ayrı uğraş, Savaş'la ayrı uğraş. Bin tane şeyle uğraşıyorum. Şurada beş dakikadır aynı şeyi sorup duruyorsun. Sorma yeter."

"Bir de seni çekemeyeceğim diyorsun yani?" Ben ne kadar sinirli ve agresifsem Miray o kadar sakin ve yumuşaktı.

"Aynen öyle diyorum Miray."

"Dün Deniz aradı. Tartışmışsınız. Yetmemiş Savaş'la kavga etmişsiniz. Deniz sinirlerinin bozulduğunu söylüyor. Hamilelik hormonları bir yandan, evlilik stresi bir yandan. Geçirdiğin dönem zor bir dönem."

"Herkes zor bir dönemden geçer."

"Zor dönemden geçen herkes evlenmek üzere olduğu adama ben evlenmek istemiyorum, çocuk için erken demez Ada."

"Yalnız kalmak istiyorum ben. Git buradan."

"İnsanları kovarak mı iyi olmayı düşünüyorsun?"

"Sana iyi olduğumu söyledim."

"Hem zor bir dönemden geçip hem iyi olduğunu söylemen gerçekten takdire değer... Deniz'e hediye ettiğin resmi parçalara ayırmışsın. Elin yara içinde ve sen iyi olduğunu mu söylüyorsun?"

"Yalnız kalmak istiyorum, çıkar mısın odadan?"

"Çıkmayacağım çünkü burada arkadaşın olarak değil doktor olarak bulunuyorum."

"Her hastana telefonunda ne gördün diye ısrarla soruyor musun? Cık cık cık. Çok ayıp."

Miray sıkıntılı bir nefes verdi ve konuyu değiştirdi. "Evleniyor olmak ve bir çocuk sahibi olacak olmanız seni korkutuyor mu?" Cevap vermedim. Ne diyebilirdim onu bile bilmiyordum. Miray'ın ne suçu vardı da ona böyle davranıyordum? Onu da bilmiyordum. "Ada, ben hiç evlenmedim ama bu zamana kadar anlatılanlar, başkaları tarafından tecrübe edilen şeyler birazdan söyleyeceğim şeyi kanıtlar nitelikte olan şeyler. Herkes evlilik öncesi stres ve kaygı bozukluğu yaşar. Üstelik sen bir de hamilesin. Deniz'in doğum gününde bir bebek sahibi olacağın için ne kadar mutluydun. Ne değişti?"

"Bir şey değişmedi. Sen kendin değil miydin evlilik için, çocuk için erken diyen. Daha 22 yaşındasın, kariyerine odaklansaydın keşke diyen sen değil miydin? Doğum kontrol yöntemlerini denemediniz mi diyen de sendin bak şimdi aklıma geldi."

"Ada o kadar yanlış yerdesin ki nasıl ifade edeceğimi de bilemiyorum. Benim o söylediklerim evlilik ve çocuk öncesi için temenni ettiğim şeylerdi. O kararları almadan önce düşünülmesi gereken şeylerdi. Şurada on gün kalmış düğününüze. Üstelik hamilesin. Olan olmuş artık. Bunları değiştiremeyiz." Hiçbir şey demeden gözlerine bakmaya devam ettim. "Bak sen başkalarının sözünü pek dinlemezsin. Bildiğini okursun. Sonunda canının yanacağını bile bile kimseye kulak asmazsın. Dinlemezsin bizi. Söylediklerimiz önemli bile değil belki senin için-"

"Evet, aynen öyle Miray. Boşuna konuşuyorsun yani şu an. Kendi bildiğimi yapacağım."

"Aldıracaksın yani bebeğini. Evlenmekten de vazgeçtin o zaman."

"Yalnız bırak beni Miray. Konuşmak istemiyorum. Seni daha da kırmak istemiyorum."

"Ben kırılmıyorum da senin bu kırıklarını ne yapacağız biz Ada?" dedi, daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Zaten benim cevap veresim de yoktu. Kısa bir süre beni izledi, ardından sessizce odadan ayrıldı.

Miray'dan korka korka sakladığım telefonumu gün yüzüne çıkartıp gelen mesaja baktım. Kürtaj imzamın olduğu kağıt gözlerimin önündeydi. Bu imza senin için çok değerli değil mi? Deniz Aladağ görürse olacakları düşünebiliyor musun?

Bir kahkaha daha attım ve doktorun söylediği şeyi hatırladım. Odasından tam çıkarken gözlerimin iliştiği kağıda bakıyordum. Sonra göz göze geldik. Merak etmeyin, o belgeyi atıyoruz. demişti. Atmamış mıydı? Bana şantaj yapmak için saklamış mıydı? Madem şantaj yapacaktı, utanmadan nasıl belgeyi atacağını söylüyordu?

Sanki her şey yolundaymış gibi bir de bununla mı uğraşacaktım? Sıkıntılı bir nefes verip numarayı aradım. Anında açmıştı. "Ne kadar istiyorsun aşağılık şantajcı?" dedim sinirle. "O belge için kaç para istiyorsun?"

"Beklediğimden daha hızlı aradın. Umursamazsın sanıyordum." Beynimden vurulmuşa dönmüştüm çünkü ses doktora ait değildi. Yanlış insana kin kusmuştum. Ses beni operasyona hazırlayan hemşirenin sesiydi.

"Kaç para istiyorsun?" dedim aynı öfkeyle.

"Bir milyon istiyorum." dedi pazarlığa yer vermeyen bir sesle. "Bu gece hesabımda göreceğim."

Ofladım. Asla bir milyonum yoktu. Savaş vermişti ama onun altı yüz yetmiş bin lirasıyla Deniz'e at almıştım. Geriye üç yüz otuz bin liram kalmıştı. Üstelik bir milyonum olsa bile bu kendini bilmez hemşireye kaptırmaya hiç ama hiç niyetim yoktu.

"Unut bunu. Sen o belgeyi yok edip fotoğrafları sileceksin. Ben de sana bir milyon falan göndermeyeceğim."

"Korkmuyorsun yani bu belgeyi sevgili nişanlına göndermemden?"

"Sen kimsin de ben senden korkacağım ya? Nereden biliyorsun Deniz'in bilmediğini de beni böyle alçakça tehdit ediyorsun? Kürtajdan haberi yok mu zannediyorsun yoksa o küçük aklınla?" Aslında Deniz'in haberi yoktu fakat bunu hemşirenin bilmemesi gerekiyordu. Ona koz vermek istemiyordum.

"Şu çaban bir milyon vermemek için mi? Sizin sahip olduğunuz servetinizle karşılaştırınca bir milyon oldukça az bir miktar."

"Bugün bir milyon isteyen yarın on milyon ister. Ve benim sana verecek on liram bile yok. Hemen şimdi hastaneyi arıyorum ve seni şikayet ediyorum." Telefonu yüzüne kapattım ve hastaneyi aradım. Beni tok sesli bir sekreter yanıtlamıştı.

"Merhaba adım Merve, size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Merhaba. Ben Ada Dinçer. Dün hastanenize gelip muayene oldum. Bir belge imzaladım. Hemşirelerinizden biri belgeyi bana atıp tanıdıklarıma göndermekle tehdit etti. Bir milyon istedi benden. Hasta gizliliği politikanıza hayran kaldım gerçekten. Bilgilerimin başkalarına dağıtılmasıyla tehdit ediliyorum. Çalışanlarınızı neye göre alıyorsunuz bünyenize? Bakın o belgeyi ve fotoğrafları yok edeceksiniz. Yoksa bir milyon lirayı veren ben değil siz olursunuz."

"Öncelikle mağduriyetiniz için özür dileriz. Telafi etmek için elimizden geleni yapacağız."

"İyi edersiniz." dedim ve telefonu kapattım.

Kapı çalmıştı. Artık geleceğinden umudumu yavaş yavaş kestiğim Deniz gelmişti. Başımı hevesle çevirdim. Gelen kişi geleceğinden yavaş yavaş umudumu kestiğim Deniz değil, Savaş'tı.

"Uyanmışsın." dedi saklamadığı gülümsemesiyle. Başımı cama doğru çevirdim. "Küs müyüz hala?"

"Ben sadece beni ve ailemi benimseyen insanlara küserim."

"Oooo." dedi artan gülüşüyle. "Dev trip."

"Konuşmak istemiyorum."

"Sen konuşmayacaksın zaten, ben konuşacağım. Sen dinlesen de olur."

"Dinlemek de istemiyorum."

"Aaa sen de hiçbir şeyi istemiyorsun be güzelim."

"Barışmayacağım Savaş seninle. Hiç öyle sırnaşma."

"Barışmayacağım dediğine göre küssün. Küseceğin kadar yakınız yani. BİLİYORDUM." dedi zaferle. Başımı çevirdiğim yöne geldi ve saçlarımı karıştırdı. O kadar güzel gülümsüyordu ki kalkıp sarılmak istedim.

"Sana çok kızgınım." dedim çattığım kaşlarımla.

Yanıma çöktü ve yanağımı öptü. "Ada." dedi derin bir nefes alıp. "Seni ne kadar sevdiğimi, nasıl benimsediğimi, nasıl sahiplendiğimi asla anlatamam. Sen benim kendimden bile daha fazla önemsediğimsin. Bir daha lütfen bana öyle cümleler söyleme."

"Ama sen öyle cümleler söyleyince-"

"Dedeme çok sinirlendim. Çok dolmuştum. Benim hatamdı, özür dilerim."

Göz devirip tekrar dışarıya baktım. "Şimdi ne yapacağız Savaş? Dedemiz katilmiş. Ve Salih abinin Eser denen adamla ilgili planı ne?"

"Konuşmadım dedemle. Sakinleşmeyi bekliyorum. Cahit Dündar'la ilgili mevzuyu da Bursa'ya gidince çözeceğiz artık. Neyse, sen iyi misin?"

"İnanılmaz kötüyüm Savaş. Ölmüş de gömmemişler gibi."

"Yaptığın resmi paramparça yapmışsın. Deniz söyledi." Başımı yavaşça salladım. "Neler oluyor Ada? Bilmediğim ne var?"

"Bilmediğin bir şey yok Savaş. Yapamayacağım ben. Düğünümüzde ayrılamam. Yapamam. Düğünümüz olmasa bile ayrılamam. Deniz'i çok seviyorum. Onu her şeyden çok seviyorum."

"Kendin ayrılamıyorsun diye Deniz senden ayrılsın diye mi uğraşıyorsun?"

"Başka çarem yok gibi hissediyorum."

"Allah'tan Deniz seni senden ayrılmayı göze alamayacak kadar seviyor da gözüm arkada kalmıyor. Neyse, düğüne kadar dedem düşünecek bir şeyler. Tek umudumuzun Şahin'in oğlu olduğuna inanamıyorum. Her şey kocaman bir şaka gibi."

"Ben kürtaj olmaya gittim." dedim bir anda. Savaş'ın yüzü anında bembeyaz olmuştu. Yaşadığı paniği görebiliyordum.

"Ne yaptın, ne yaptın? Ada sana inanamıyorum. Bebeği aldırdın mı?"

"Yapamadım." dedim fısıltı gibi bir sesle. "O masaya yattım. Korkunçtu. Vazgeçtim. Yapamadım."

Savaş hala inanamıyormuşçasına başını iki yana salladı. "Deniz biliyor mu?"

"Hayır. Ve bir hemşire beni Deniz'e söylemekle tehdit ediyor."

"Ada." dedi sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. "Kendi başına yaptığın işler bir gün başına bela olacak. Sen nasıl bu kadar kendi kafana göre hareket edebiliyorsun? Ya Deniz yıllarca Cemre'nin kürtaj yaptırdığını düşüne düşüne kendini harap etmedi mi? Bunu ona nasıl yapacaktın? Sonra ne diyecektin? Bebeğini öldürdüm, evlenmeyelim mi diyecektin?"

"Savaş çok kötüyüm. Üstüme gelme daha fazla. Zaten yeterince acı çekiyorum."

"Düğüne kadar gözümün önünden ayrılmayacaksın." dedi ve bir süre sustu. "Kim tehdit ediyor seni? Ne diyor?"

"O hastanedeki hemşirelerden biri. Bir milyon istiyor."

"Ibanını ver, akşam hallederim. Of Ada, başını belaya sokma artık. Yalvarırım bak yeterince derdimiz var bizim."

"Ona pabuç bırakmayacağım Savaş. Atmayacağım ona para falan."

"Bu riski alacak mısın yani?"

"Hastaneye şikayet ettim. Halledecekler.''

"Sen öyle diyorsan... Valizin hazır bu arada. Bu akşam Bursa'ya gidiyoruz."

"Deniz hiç gelmedi."

"İşi vardı Ada, check-up yaptırıyor çocuk. Fırsatı olmadı."

"O her zaman bir fırsat bulurdu."

"Burası hastane, işler vaktinde olmayabiliyor. Gelir illa."

Başımı yavaş yavaş salladım. Dört saat daha geçti. Deniz gelmedi.

Savaş'la onun arabasında, kırmızı ışığın yeşile dönmesini bekliyorduk ve istikametimiz Bursa'ydı. Deniz'i özlemiştim. "Denizlerin otelinde kalacağız bu gece." dedi Savaş. Dikiz aynasından arkaya baktım. Kerem de hemen arkamızdan gelerek bizi takip ediyordu. Deniz beni görmek istemiyordu belli ki ama Kerem'i de çevremden uzak tutmuyordu. Kerem'in kullandığı arabanın arkasında iki araba vardı. Onlar da Salih abinin bizim için tahsis ettiği korumalardı. "Torpidoyu açsana." Savaş'ın dediğini yaptım ve torpidoyu açtım. İçinde daha önce açılmamış bir telefon kutusu ve sıfır hat vardı. "Numaramı kaydedecek vaktim olmadı. Sen ayarlar mısın?... Bence bunlara gerek kalmadan halledeceğiz ama ne olursa olsun yanında bulunsun. Doğru düzgün bir plan yapıp üstüne bir de B planı da yapmalıyız. Nasıl yapacağız onu da bilmiyorum gerçi." dedi sıkıntılı bir sesle. O sırada telefonun kutusunu açıyordum. "Düğüne kalmadan hallolsun artık. Bıktım bu Özgür denen köpeğin yaptıklarından." Telefon eski tip telefonlardandı. Hiçbir uygulama yoktu. Böylece telefon üzerinden konum takibi de yapılamayacaktı. Yalnızca hat üzerinden takip yapılabilirdi fakat kimse bu hattı bilmediği için takip edilme ihtimalim yine sıfıra iniyordu, zaten benim istediğim buydu. Hattın olduğu zarfı da aldım ve telefonun yuvasına yerleştirdim. "Madem böyle bir şey yapacaksın o telefonu iyi gizlemen lazım." Başımı salladım ve Savaş'ın numarasını rehbere kaydettim. Karın ve rüzgarın sesi kulaklarımızı deliyor gibiydi. "Yolda kalmasak bari." dedi Savaş. "Fırtınaya yakalanmadan gidebiliriz umarım."

***

Fırtınaya yakalanmadan Bursa'ya gelmiştik. Yol boyunca Deniz'i tam on kez aramış, hiçbirine de yanıt alamamıştım. Beni çoktan silmiş olmalıydı. Aklı başında olan herkes benim kurduğum cümleleri duysa beni silerdi. Deniz haklıydı. Onu on birinci kez aradım.

"Zaman ver çocuğa biraz. Düşünmesi için alan yarat. O zaten sana gelecek." dedi Savaş kendinden emin bir şekilde. Başımı umutsuzca iki yana salladım. "Düşünmesi lazım. Birden karşısına geçip evlenmek için, çocuk sahibi olmak için erken olduğunu söyledin. Neden böyle yaptığını anlamaya çalışıyor." Boş gözlerle camdan dışarıya baktım. Kar Bursa'da İstanbul'dan daha şiddetli yağıyordu. "Siz ne şimdi ne de düğününüzde ayrılacaksınız. Güven bana." Düğün diye bir şey olacağını artık düşünmüyordum. Girdiğimiz yol geri dönülecek gibi bir yol değildi. O yola bizi ben sokmuştum. "Geldik, hadi in."

Ağır hareketlerle arabadan indim ve başımı yukarıya kaldırdım. Hava çoktan kararmıştı ama bir sokak lambasının altında olduğum için aşağıya doğru hızla inen kar tanelerini görebiliyordum. Benim olduğum yere denk gelenler yüzüme hızlı hızlı düşüyor, anında tenime karışıp eriyordu. Hava düşündüğümden de soğuktu ve ben Deniz'i özlemiştim. On bir saattir yüzünü görmüyor, sesini duymuyordum.

"Şunu sar boynuna." dedi Savaş ve etrafıma bir şal sarıp montumun şapkasını kafama geçirdi. O sırada bir vale arabanın anahtarını almaya gelmişti.

"Buyurun, hoş geldiniz." dedi. Bütün yüzü onu soğuktan koruyacak bir şalla örtülüydü ve sesi boğuk çıkıyordu. Savaş anahtarı ona uzattı.

"Hoş bulduk." dedi, ardından beni otele doğru yürüttü. Bu otel Deniz'le beraber geldiğimizde kaldığımız oteldi. Keşke başka bir otelde kalsaydık diye düşünmeden edememiştim.

"Merhabalar, hoş geldiniz." dedi resepsiyonda duran güzel bir kız. Bakışlarım hemen arkasındaki saate çevrildi. Akrep ve yelkovan 19.30'u gösteriyordu.

"Merhaba." dedi Savaş. "Savaş Dündar ve Ada Dinçer adına rezervasyon yaptırmıştım."

Görevli kız heyecanla beni izledi. "Aa siz." dedi büyüyen heyecanıyla. "Deniz Bey'in nişanlısısınız." Gülümsedim. Ya da gülümsemeye çalıştım. Başımı onaylarcasına aşağı yukarı salladım. "Ben anahtarlarınızı vereyim size."

Anahtarlarımızı alıp odalarımızın olduğu kata çıktık. Savaş benim odamın kapısında durup kapıyı açtı ve beni odaya sokup valizimi yatağımın kenarına bıraktı. Yatağa oturdum. Savaş dizlerinin önüne çöküp ellerimi avuç içine aldı. ''Üç saattir tek kelime etmedin. Tek bir kelime Ada. Konuş artık, yalvarırım bir şey söyle.''

Bazı hislerden nefret ediyordum. Adını bile bilmediğimiz hislerden daha da nefret ediyordum. Keşke bazı anlarda hislerimizi dondurabilseydik. Şimdi bir dilek hakkım olsa hissetmemeyi dilerdim.

''Ada, hadi kardeşim. Bir şey söyle.''

"Uyumak istiyorum." dedim. Saatlerdir konuşmadığım için dilim damağım kurumuş, sesim çatallaşmıştı.

Savaş yenilgiyle başını salladı ve ağır hareketlerle kalkıp iki yanağımı da öptü. "Pekala. Uyu, güzelce dinlen. Eğer uyuyamazsan benim odam iki oda ötede."

"Tamam." dedim ve gülümsemeye çalıştım. Savaş çıktıktan sonra Deniz'i on ikinci kez aradım. Açmamıştı.

Telefonu çekmecenin üstüne bırakıp yatağa uzandım. Birkaç saniye sonra sonra telefonumun çalmasıyla kalp atışlarım hızlandı. Hızlıca doğrulup ekranda yazan isme bakmadan çağrıyı yanıtladım. "Deniz." dedim heyecanla.

"Benim." dedi Uygar. Deniz'in aramasını beklediğimi anladığı için her zaman sesinde olan neşe bir anda silinmişti. ''İyi misin Ada?''

İçli bir nefes verdim. "İyiyim."

''Deniz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.''

''On iki kez aradım onu. Hiçbirinde açmadı.''

''Hastaneden sonra damatlık bakmayacak mıydınız siz? Şirkete geldi. Miray'la buluşacağız da ben hep beraber bir şeyler yapalım demek için odasına gittim. Suratı beş karıştı. Sen de Bursa'ya gitmişsin apar topar. Ne oldu Ada?''

''Uzun hikaye.''

''Dinleyecek vaktim var.''

''Aslında çok yorgunum Uygar. Sonra konuşuruz olur mu?''

''Her şey yolunda mı peki?''

''Gerçekten iyiyim.'' dedim, neredeyse kendim bile inanacaktım. ''Miray'a onu sevdiğimi söyler misin?''

''Söylerim.'' dedi şüpheli ve meraklı bir sesle. ''Söylerim de kendin neden söylemiyorsun?'' Sesine bir gülümseme yerleşmişti.

''Kalbini kırdım onun. Aramaya da yüzüm yok.''

''Ben senin iyi olduğuna hiç inanmadım ama ya. Onu ne yapacağız?"

''Dert etme, geçer elbet. Miray'a ve sana iyi eğlenceler. Sizi seviyorum.''

''Dediğin gibi olsun. Dikkat et kendine. Beni ne zaman istersen arayabilirsin.''

''Teşekkür ederim Uygar. İyi akşamlar.''

''İyi akşamlar Ada.''

Telefonu kapattıktan sonra ekrana baktım. Ben Uygar'la konuşurken mesaj uygulamasına bir mesaj düşmüştü. Beni tehdit eden hemşire hala aynı ısrarla bana mesajlar yağdırmaya devam ediyordu ve ben artık aklımı kaybetmek üzereydim. Blöf yaptığını biliyorum. Deniz'in kürtajdan haberi yok. Eğer haberi olsaydı sabah beni arar aramaz Kaç para istiyorsun? diye sormazdın. Kaç para istediğimi sordun çünkü beni susturup Deniz'den saklayacaksın. Öyle değil mi?

Alnıma defalarca vurup ayağımla yeri tekmeledim. Bir mesaj daha geldi. Ha bir de işten kovulduğum için artık bir milyon değil üç milyon istiyorum. 48 saat süren başladı.

Hiçbir şey yapmadan ekran kilidini kapattım ve telefonu çekmecenin üzerine koyup yatağa kıvrıldım. Tek isteğim hiçbir şey hissetmemekti. Bunun da tek yolu uyumaktı.

***

5 Aralık, Perşembe

''Evet.'' dedi Savaş, arabasının motoru susmuştu. ''İşte geldik.''

Başımı sağa çevirdim. Büyük beton avluyla çevrili evin bahçe kapısının önünde durmuştuk. Dışarıdan içeriyi göremiyorduk ama evin bahçeye uzak olmasından bahçenin büyüklüğünü az çok kestirebiliyordum. Buraya gelirken çok heyecanlıydım fakat şimdi içimdeki tek duygu korkuydu. Kan bağım olan insanlara bu kadar yabancı olmak da beni fazlasıyla üzmüştü. Üstelik dedemin katil olduğu gerçeğiyle bile yüzleşememiştim.

''Keşke senin gibi ben de soğukkanlı olsam.'' dedim Savaş'a bakarken. ''Dizlerimin bağı çözülecek neredeyse. Çok korkuyorum.''

''İstersen biraz bekleyelim, öyle gidelim. Olur mu?''

''Bekledikçe daha kötü oluyorum sanki. Bir an önce gidelim.''

''Tamam, inelim o halde.''

Üç dakika sonra ilk kez göreceğim akrabalarımın bahçe kapısının önünde kapının bize açılmasını bekliyorduk. Heyecandan ve adını bilmediğim bir sürü duygunun şiddetinden ölecek gibiydim. Tam vazgeçmek üzereyken bahçe kapısı gürültülü bir şekilde açıldı. Babamın yaşlarına yakın, topuz yaptığı siyah saçlarına aklar düşmüş oldukça güzel bir kadın bize gülümsedi. Halam olmalıydı. ''Buyurun, kime bakmıştınız?''

''Cahit Dündar'ı arıyorduk biz. Burada mı yaşıyor acaba?'' dedi Savaş. Zorunlu haller dışında konuşmak istemediğimi anlamış olacak ki söze girmişti.

''Evet, burada yaşıyor. Siz kimdiniz?''

Savaş'la birbirimize bakıp aynı anda derin bir nefes aldık. ''Ada ve Savaş derseniz belki bizi tanır.'' dedi Savaş. Kadın önce şaşkınlıkla sonra da korkuyla bize baktı.

''Sss iii zz.'' dedi kekeleyerek. Üç harfli bir kelimeyi üç seferde söylemek zorunda kalmıştı. ''Gerçekten siz misiniz?''

''Eğer kabul ederseniz içeride konuşsak daha iyi olmaz mı?'' dedim sıcak tutmaya çalıştığım bir sesle. ''Hava çok soğuk. Üşümeyelim.''

''Tabii. Tabii geçin.'' dedi halam olduğuna yavaş yavaş ikna olduğum kadın. Baktıkça babama daha çok benziyordu.

Önce bahçeye girdik. Tahmin ettiğim gibi çok büyük bir bahçeydi. Çeşitli meyve ağaçları, sebze yetiştirmek için çitle ayrılmış minik bir alan, büyük bir su kuyusu, üstü açık ahşap çardak, hemen ilerisinde etrafı çakıl taşlarıyla çevrilmiş yaklaşık bir metre çapında göl olan bir bahçeydi. Bakışlarımı eve çevirdim. Aslında ev değil bir köşktü. İki katlıydı ama kapladığı alan oldukça genişti. Tahminimce beş yüz metre kare alana yapılmıştı.

''Nasıl buldunuz burayı?'' dedi halam. ''Siz, yıllar sonra... Aman Allah'ım inanılır gibi değil.''

''Babam söyledi adresi.'' dedim. ''Sizin varlığınızdan yeni haberimiz oldu. Siz onun kardeşi misiniz? Yani halamız mı oluyorsunuz?'' Halam arkasını dönüp kısa bir süre ikimize de baktı. ''Neşe mi adınız?''

''Evet, Neşe.'' dedi. Bir yakınlık hissetmemiş olmalı ki Evet, halanızım. dememişti.

Bahçe kapısından köşke kadar iki yüz seksen adım atmıştık. Halam aralık olan kapıyı açtı ve bizi önden buyur etti. Çekingen bir iki adım sonra köşkün içindeydim. İçerisi sıcacıktı, benim ardımdan Savaş ve halam da içeriye girdi, kapıyı kapattı. Gözlerimi gezdirdim. Hemen ileride üst kata çıkmak için ahşap merdivenler vardı ve aşağıdan bakıldığında üst katı da görebiliyorduk. Duvarlarda manzara resimleri vardı, satın alınmış gibi değil de sanki kendileri yapmışlardı da duvara asmışlardı. Belki de resim yeteneğim baba tarafımdan geliyordu.

Merdivenlerin biraz ilerisinde geniş bir alan vardı, salona giden bir alan olduğunu düşündüm. Çünkü tam karşıya baktığımda boydan boya cam vardı ve manzarası yemyeşil bir ormandı. Evi kızartma kokuları doldurmuştu, kahvaltı hazırlanıyor olmalıydı.

''Kim gelmiş kızım? Kapıyı da açık bırakmışsın. Soğumuş hep odalar.'' dedi bir ses. Hemen yanımızdaki odadan başlayan o ses yavaş yavaş yaklaştı. Hemen ardından kapı eşiğinde altmış beş-yetmiş yaşlarında güzel mi güzel bir kadın belirdi. Yıllar güzelliğinden hiçbir şey eksiltmemişti. Babaannem miydi?

''Kime bakmıştınız?'' dedi tereddütlü bakışlarla. Ardından elini beline koydu ve ucu göğsünün sağ tarafına düşmüş eşarbını sol omzuna doğru savurdu. ''Bir şey satmaya geldiyseniz, boşa gelmişsiniz. Daha geçen gün sizin gibi iki genç geldi, zorla elektrikli süpürge sattılar da ertesi güne bozuldu. Baştan deyin bakalım, eğer öyleyse hiç içeri girmeye zahmet etmeyin, sizi kapıdan çevireceğim.''

Gülümsedim, zoraki bir gülümseme değildi. Yaklaşık kırk saat sonra ilk kez içten gülmüştüm. Hatta dudaklarımın arasından minik bir ses bile çıkmıştı. ''Bir şey satmaya gelmedik.'' dedim aynı gülümsemeyle. ''Siz Nuray Hanım mısınız?''

''Sen önce de bakalım, senin adın nedir? Kapıma gelen sensin.'' dedi, kaşları çatılmıştı.

Gülümsemem büyüdü. ''Ada ben.'' dedim kocaman bir gülümsemeyle. ''Babam Selçuk gönderdi bizi.'' Savaş'ın koluna girdim ve sanki onu görmüyorlarmış gibi elimle işaret ettim. ''Bu da Savaş. Siz babaannemizsiniz. Yani büyük ihtimalle öyle. Eğer Bursa'da başka Cahit ve Nuray Dündar yoksa tabii.''

Babaannem olduğuna emin olduğum bu güzel kadın bize büyük bir şokla bakarken heyecanla ne tepki vereceğini bekledim. Bizi kabullenecek miydi yoksa az önce söylediği gibi bizi kapıdan mı çevirecekti? ''Ne diyorsun kızım sen?'' dedi. Halam gibi kekelememiş, tek nefeste tüm kelimeleri söyleyivermişti. ''Doğru mu duydum ben? Selçuk'un çocuklarısınız siz yani öyle mi? Leyla gelinimin çocukları.''

Onaylarcasına başımı aşağı yukarı sallayarak Savaş'a baktım. ''Bizi babam gönderdi. Biliyorsunuzdur belki. Kendisi tutuklu.'' dedi Savaş. Benim aksime mesafeliydi. Her zaman bir çizgisi vardı ve onu aşmadan ilerlemeyi başarabiliyordu. Ben ise en ufak bir sevgi göstergesinde bütün gardımı indiriyordum. Mesela şu an babaanneme sarılmak istiyordum. Savaş ise muhtemelen bir koltuğa geçip tüm detaylarıyla tüm olanları konuşmak istiyordu.

Babaannem başını salladı ve yüzüne büyük bir hüzün yayıldı. Az önce parlak olan bakışları şimdi soluktu. ''Evet.'' diyebildi sadece. ''Siz, nasıl oldu da böyle kavuştunuz? Selçuk ayırdı sizi birbirinizden.''

''Ama şimdi yan yanayız.'' dedim, geçmişe sünger çektiğimizin altını çize çize.

Babaannem bize doğru yavaşça ilerledi ve tam önümüzde durdu. ''Kucaklaşmaya müsaade var mı?''

Savaş ne düşünüyordu bilmiyordum ama ben saniyeler içinde onun kolundan çıktım ve babaanneme sarıldım. Boyu benden kısa olduğu için biraz eğilmek zorunda kalmıştım. Çok güzel kokuyordu. Ev kokusu vardı üzerinde. Sevgi dolu, sıcacık bir koku. Kurabiyelerin eksik olmadığı bir mutfağa sahip olduğunu tek sarılmayla anlayabileceğim bir koku. ''Güzel kızım.'' dedi titreyen bir sesle. ''Bahtsız kızım. Ay parçası torunum.''

''Yok yok, çok şanslıyım ben.'' dedim ve kısa bir es verip ona duymak istediğini düşündüğüm kelimeyi söyledim. ''Babaanne.''

''Babaannesi kurban olsun ona. Ak kızım benim. Pamuk kızım. Şükür olsun kavuşturana.'' Babaannem bana o kadar sıkı sarılmıştı ki kemiklerimin biraz da olsa acıdığını hissettim. ama o pes edecek gibi durmuyordu. ''Kaç senedir burnumda tüttünüz. O kadar özledim ki sizi. Allah ölmeden yaşattı ya bana bunu. Artık gözüm açık gitmem.''

''Ssh ne ölmesi. Daha dur, bir sürü yıllarımız var. Yeni kavuştuk.''

Babaannem sarılmamızı sonlandırıp ellerimi ellerinin arasına aldı. Ellerinde yaşanmışlık dolu kırışıklar vardı. Ellerimizi kaldırıp iki eline de minik öpücükler bıraktım. Babaannem Savaş'a döndü, onun biraz mesafeli olduğunu anlamış olacak ki koluna hafifçe iki kez vurdu. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Babamın onu başkasına vermiş olması babaannemin kendisini suçlu hissetmesine sebep oluyor olmalıydı.

''Sen ne duruyorsun kızım yabancı gibi?'' dedi babaannem halama dönerek. ''Kardeşlerinin çocukları gelmiş. Baksana.''

Halamın yüzündeki donuk ifade silinmişti. Önce bana sonra Savaş'a gülümseyerek baktı. Savaş'ın babaanneme sarılmamasını dikkate almış olacak ki onu es geçti ve bana doğru gelip kollarını sıkıca etrafıma sardı. ''Adacım.'' dedi ılımlı bir sesle. Az önceki tereddüdü ve şaşkınlığı gitmişti. ''Çocukken de çok güzeldin. Şimdiyse dünyalar güzeli olmuşsun.''

''Teşekkür ederim.'' dedim. ''Dedem nerede?''

''Sahi nerede baban kızım?'' dedi babaannem. ''Dışarıya mı çıktı ne yaptı? Bul onu da hemen gelsin.''

Halam kollarımdan ayrıldı. ''Sinan'la birlikte odunluğa gitti. Odun kırıyorlar. Bir de Duman'a bakacaklarmış. Ben gidip çağırayım.'' dedi ve saniyeler içinde dışarı çıktı. Sinan halamın eşi olmalıydı. Duman da anladığım kadarıyla köpekleriydi.

''Kızım.'' dedi babaannem. ''Kız kardeşiniz Güneş nerede?''

''O Aydın'da yaşıyor, dayımla birlikte. Cuma günü İstanbul'a gelecek. Bir gün buraya da geliriz.'' dedim saniyeler geçtikçe artan gülümsememle birlikte.

''Gelsin tabii ya. O da gelsin. Leyla'ya çok benzerdi. Sarı papatyam diye severdim onu. Ah ah, öyle özledim ki sizi.'' dedi ve bizi salon olduğunu tahmin ettiğim kısma doğru yönlendirdi. ''Tam zamanında geldiniz. Kahvaltı yapacaktık biz de şimdi.''

''Sağ ol babaanne biz otelde yedik.'' dedim.

Kırgınlıkla baktı. ''Siz ne zaman geldiniz de otele yerleşip kahvaltı saatine denk geldiniz?''

''Dün gece.'' dedim biraz mahcup olmuş bir sesle.

''Burada yuvanız dururken otele mi gittiniz yani?'' dedi ve önüne dönüp birkaç merdiven indi. Tahminim doğruydu, salona gelmiştik. Salon demek haksızlık olabilirdi çünkü en az Deniz'in evinin salonu kadar büyüktü. Evine ne zamandan beri Deniz'in evi demeye başladın Ada? Sağ köşede kocaman bir yemek masası vardı ve masanın üstü boşluk kalmayacak şekilde bir sürü kahvaltılıkla doluydu. Börekler, çörekler, pişiler, reçeller, mevsimlik yeşillikler, çeşit çeşit peynirler ve zeytinler, taze ve kurutulmuş meyveler, meyve suları ve bardaklara yeni doldurulmuş sıcak çaylar. Sanki geleceğimizden haberleri varmış gibi bir sofra kurulmuştu. Her gün mü böyle kahvaltı yapıyorlar acaba diye merak etsem de bu düşünceyi hemen kovdum ve utanmadan açlıktan guruldayan mideme dokundum. ''Neyse ben anlamam otel falan. Burada kurulu sofra varsa herkes oturur, bir şeyler yer. Siz de oturun bakalım.''

Savaş itiraz edecek gibi olsa da bakışlarım onu ikna etmiş olacak ki sofraya ilerledi. ''Kuzenlerimiz varmış bizim.'' dedim heyecanla.

''Oya ve Oğuz'u diyorsun.'' dedi babaannem. Masanın geniş kısmına oturduk. Babaannem ortamıza oturmayı tercih etmişti. Bir eliyle benim elimi, bir eliyle de Savaş'ın elini tuttu. ''Onlar okuldalar, akşama anca gelirler. İkisi de liseden sonra okumayacağım diye tutturdu. Sonunda ne yaptık ne ettik ikisini de ikna ettik, üniversite sınavına girdiler aynı anda. Şans bu ya ikisi de buradaki üniversiteyi kazandı.''

''Uludağ Üniversitesi.'' dedim.

Babaannem beni başıyla onayladı. ''Oya parayla ilgili bir şey okuyor. Bilmiyorum adını pek.''

Kocaman gülümsedim. ''İktisat mı?''

''He ondan... Oğuz da bir şey ilişkileri okuyor, İngilizce. Ama ne ilişkileri, sorsan onu da bilmem. Böyle millet ilişkisi miydi neydi?'' dedi gülerek.

''Uluslararası İlişkiler mi?'' dedim.

''Evet kızım.'' dedi, elimi şefkatle sevdi.

''Duvardaki resimleri kim yaptı?'' dedim merakla.

''Nereden bildin birinin yaptığını? Belki satın aldık.''

''Satın alınmış gibi değil çünkü. Bu evden biri yapmış. Benim yaptığım resimlere benziyor.''

''Sen de mi yapıyorsun?'' dedi şaşkınlıkla. Başımı salladım. ''Torunlarımdan birine bu yeteneğimi miras bırakacağımı hiç bilmezdim.''

Gözlerim kocaman açıldığında daha da güldüm. ''Sen mi yaptın hepsini?''

''Gençliğimde yapıyordum, hayat telaşından sonra bıraktım. Vakit olmadı... Siz ne okuyorsunuz?''

''Ben İngiltere'de İşletme bitirdim. Çalışıyorum, dedemin yanında.'' dedi Savaş. Babaannem Savaş'ın onu büyüten ailenin büyüğünden dede diye bahsettiğini anlamıştı. Bir şey dememişti ama içinin acıdığını hissetmiştim.

''Pek güzel.'' dedi ve bana döndü. ''Ya sen kızım?''

''Mimarlık okuyorum babaanne. Bu sene mezun olacağım.'' dedim. Hayır sen Özgür'ün planına uyup ortadan kaybolacaksın ve yine mezun olamayacaksın Ada.

''Maşallah pırlanta gibi gençler olmuşsunuz. Allah dayınızdan razı olsun.'' dedi ve kapıdan sesler geldi.

''Ah kızım bir ton işim var benim. Hem aç değilim ki ben. Ne diye zorla getirdin beni eve bilmem ki.'' dedi gür bir ses. Dedemin sesiydi. Heyecanla kalkıp salona gelmesini bekledim.

''Buna değecek baba, inan bana.'' dedi halam. Adım sesleri yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı. Ve dedem kapıda belirdi. Babam dedeme çok benziyordu. Tek farkları dedemin saçlarının ve kaşlarının siyah değil artık beyaz olmasıydı.

Dedem gözlerini kısıp bizi dikkatle inceledi. Beni de Savaş'ı da baştan aşağı süzdü ve birkaç büyük adımda yanımıza ulaştı. ''Siz.'' dedi. Kimsiniz? demesine kalmadan babaannem hızla kalktı ve hem benim hem de Savaş'ın beline ellerini yerleştirdi.

''Torunlarımız.'' dedi gurur ve mutlulukla. ''Cahit bak, Ada ve Savaş'ımız.''

Dedemin ağzı aralandı, kaşları havalandı ve bir tane yarım adımla bize biraz daha yaklaştı. İnanamıyor gibiydi. Tıpkı halam ve babaannem gibi şaşırmıştı. Ama bu şaşkın ifade yerini kısacık bir zaman diliminde sevince bıraktı. ''Sahiden mi?'' dedi kaşlarını daha da kaldırıp. ''Siz çocuğumun çocuklarısınız yani öyle mi?''

''Öyle.'' dedim bu eve girdiğimden beri beni sarıp sarmalayan o çok güzel samimiyet duygusuyla. ''Dedemizsin sen bizim.''

Dedemin gözlerinden akan yaşlara dayanamadım ve nicedir tuttuğum yaşları ben de serbest bıraktım. Babaannem de bu anı bekliyormuş gibi, ilk görüşümüzden bu yana ilk kez ağlamıştı. Böyle karşılanacağımızı hiç beklemiyordum.

***

Yaklaşık bir buçuk saat süren kahvaltı ziyafetinden sonra koltuklara geçtik. Evin yardımcısı ve halam masayı hızlıca toparlamış, herkese birer kahve yapmışlardı. Şömineyi izliyordum. Halamın eşi birkaç odun daha attı ve yerine geçti. İyi hissediyordum. Kabus gibi geçen iki günden sonra bugün kendimi gerçekten iyi hissediyordum.

Kahve içerken Savaş'la birlikte tüm olanları detaylıca anlatmıştık. Aynı şeyi babaannem ve dedem de yapmıştı, artık birbirimiz hakkında her şeyi biliyorduk. Yaşadıkları şeyler basit şeyler değildi. Babamın ailesinin de annemin ailesinin de yaşadığı bir sürü acı olay vardı ve bu acılar ne yazık ki bizim peşimizde de dolanıyordu. Bu kara talihin değişeceğine dair pek bir umudum yoktu. Tek derdim kardeşlerimin mutlu olmasıydı. Ne de olsa benim mutluluk hakkım ebediyen elimden alınmıştı.

Saatler geçtikçe birbirimize daha çok alışmış ve daha çok kaynaşmıştık. Akşama doğru kuzenlerim Oya ve Oğuz da gelmişti. İkisi de annelerine yani halama benziyordu. Onlarla da güzel vakit geçirmiştik. Savaş bile ön yargısını kırmış, herkesle samimiyet kurmuştu. Konuşmadığımız tek konu dedemin Şahin'i öldürmesiydi ki bu konunun ailemiz arasında çoktan kapandığını ve asla açılmayacağını anlamak benim için zor olmamıştı.

Her ne kadar zahmet olduğunu düşünsek de bizi akşam yemeğinde de ağırlamışlardı. Herkesi artık olacağından emin olmadığım düğünüme çağırmış, hemen ardından otele dönmüştük.

''İyisin değil mi?'' dedi Savaş, odamın kapısından girmek üzereydim.

Ona doğru döndüm. ''İyiyim. Gelsene biraz odama.'' dedim ve içeriye girip Savaş da geldikten sonra kapıyı kapattım.

Koltuğa oturup telefonuma baktım. Deniz beni hiç aramamıştı ama her an arayabilir diye telefonumu elimden hiç bırakmamıştım. Ben ise onu dün akşamdan beri otuz dört kez aramıştım. Aramak bir yana çağrılarımı yanıtlamıyordu bile.

''Üzülme artık.'' dedi Savaş telefonumu alıp koltuğun kenarındaki sehpaya bırakırken.

''Evleneceğim adamla aram çok kötü. Bile bile, canım acıya acıya uzaklaştırdım onu kendimden. Mecbur kaldığım için yaptığım her şeyden nefret ediyorum.''

''Dedemden umutluyum.'' dedi. ''Salih dedemden yani. Eser'den nasıl bir yardım isteyecek bilemiyorum ama hallolacak Ada.''

Başımı çaresizce iki yana salladım. ''Hiç umudum yok. Hem Salih abi halletse bile Deniz'le düzelebileceğimizi düşünmüyorum.''

''Seni seviyor Ada. Her şeyden çok seviyor.''

Yutkundum ve akmak için hazırda bekleyen gözyaşlarımı parmaklarımın ucuyla geriye ittirdim. ''Bana dedi ki.'' dedim pürüzlü bir sesle. ''Ben seni asla bırakmam, ancak sen beni bırakırsan giderim senden.''

''Sen onu bırakmadın ki. O yüzden gitmez. Gitmeyecek de.''

''Acele ediyoruz dedim. Evlenmek istemediğimi düşünüyor. Daha kötüsü ne biliyor musun? Bebeğimi istemediğimi düşünüyor. Kesinlikle benden nefret ediyordur şimdi.''

''Saçmalama Ada. Dedemin evinde bayıldığında içeriye bir girişi vardı ki oradan bile anlar insan onun seni ne kadar sevdiğini."

''Yaptığım resmi parçalara ayırmadan önceydi o Savaş. Bana neler dediğini duysaydın. Gerçi onu o noktaya ben getirdim bile bile. Dediğim gibi nefret ediyor benden. Ama böylesi daha iyi. Daha kolay olur onun için. Gittiğimde daha az üzülür.''

''Gitmekten bahsetme artık. Gitmeyeceksin hiçbir yere sen. Unut bunu.''

Elimi yüzüme kapattım ve derin bir nefes alıp konuyu değiştirdim. ''Şu para avcısı hemşireye gönderdin mi istediği miktarı?''

Savaş başıyla onayladı, ardından çalmakta olan telefonumu bana uzattı. ''Uygar.'' dedi.

Telefonumu alıp yanıtladım. ''Efendim Uygar.''

''Ada.'' dedi telaşla. Panik halindeydi ve ses tonu beni de korkutmuştu.

''Ne oldu Uygar? Sesin neden öyle geliyor? Bir şey mi oldu?''

''Ada Savaş yanında mı? Neredesin sen şimdi?''

''Oteldeyiz. Savaş yanımda evet. Söyler misin artık bir şey mi oldu? Deniz iyi mi?''

''Eğer ayaktaysan otur bir yere.''

''Oturuyorum zaten ama söyle hadi. Neler oluyor?''

''Ada yeni savcı aradı... Yani nasıl desem bilmiyorum. Cemre başka bir cezaevine giderken.''

''Eee. Taksit taksit söylemesene Uygar. Ne oldu?''

''Cemre nakil olurken kaçmış Ada. Her yerde aranıyor şimdi.''

''Ne?'' dedim büyük bir şokla. ''Uygar sen... Sen ciddisin.''

''Keşke iğrenç bir şaka yapıyor olsam ama ne yazık ki ciddiyim evet. Dikkat edin demek için aradım. Ne zaman döneceksiniz?''

Aslında yarın sabah dönecektik ama asla beklemediğim bu gelişme bende hemen İstanbul'a dönme isteği uyandırmıştı. ''Hemen şimdi dönüyoruz.''

''Uygar.'' Bir ses duydum. Duymak için can attığım sesi Uygar'ın araması sayesinde duyacağımı hiç beklemiyordum. Kalbim acımıştı.

''Bir saniye.'' dedi Uygar.

Bana mı demişti yoksa Deniz'e mi demişti bilmiyordum ama Deniz üstüne alınmıştı. ''Telefonda mıydın? Pardon.'' dedi. Uygar'ın telefonla konuştuğunu yeni fark ediyor olmalıydı.

''Ada'yla konuşuyordum.'' dedi Uygar suçüstü yakalanmış gibi.

Telefonu kapattım, hattın diğer ucuna çoktan dıt dıt dıt sesi gitmiş olmalıydı. İçim çok acıyordu. Cemre'nin kaçması tehlikeli bir durumdu. Ve bunu bana Deniz değil Uygar söylüyordu. Deniz tehlikede olduğumu düşünmüyor muydu? Artık umursamıyor muydu? Anlaşılan Kerem'in benimle birlikte Bursa'ya gelmesi onun için yeterli olmuştu. Belki de endişelenecek bir şey yoktu. Ama beni neden o değil de Uygar arıyordu? Benden bu kadar mı nefret ediyordu?

''Hadi Savaş, İstanbul'a gidiyoruz.'' dedim ve yatağın hemen ucundaki valizi alıp kapıya ilerledim. Savaş çoktan odadan çıkmıştı. Koşarak koridorda ilerledim ve asansörü çağırdım. Savaş da odasından çıkmış, kesmediği hızıyla yanıma ulaşmıştı. Bir an önce İstanbul'a gidip Deniz'den özürler dilemek, onun yanında güvende hissetmek istiyordum.

Bölüm : 20.12.2024 09:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları / 57. Bölüm - Vedanın Kıyısında
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları

23.16k Okunma

10.28k Oy

0 Takip
78
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...