''Benzemiyor.'' dedi Uygar net, kararlı ve bir o kadar da şaşkın bir sesle. ''Sen iyice kafayı yedin Deniz.'' Nefesimi tuttum, kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Deniz şüphelenmişti. Tamam, onunla karşılaştığım andan beri ufak hatalar yapmıştım ama bu hatalar kendimi açığa çıkaracak hatalar değildi, neden şüphelenmişti? ''Sen o yüzden mi kızın ayak bileğine baktın durmadan?'' Deniz bir şey dememişti, başını aşağı yukarı salladığını tahmin edebiliyordum. ''Boşuna bakmışsın. Yok Adelia'nın ayak bileğinde deniz kabuğu dövmesi.''
''Evet.'' diye mırıldandı Deniz. ''Sildirmiştir belki.'' Sesi o kadar üzgün ve çaresizdi ki gidip ona sarılmak istiyordum.
Uygar Deniz'in teorisini umursamamış olacak ki konuyu değiştirdi. ''Sen niye satıyorsun bu oteli? Onu söyle bana.'' Deniz yine susmuştu. ''Sen değil miydin karımın otelini satmayacağım diye ortalığı inleten? Ne değişti?''
''Onun hatıralarının olduğu yerler bana acı veriyor.'' dedi Deniz. ''Belki de artık kabullenmem lazım... Dönmeyeceğini.''
''Sen zaten bir sene önce kabullendin bunu.'' dedi Uygar sinirle. ''İki yıldır yok Ada. Ama sen bir yıldır aramıyorsun bile!''
''İki yıl, iki ay, on dört gün.'' diye düzeltti Deniz. ''İki yıl, iki ay, on dört gündür yok.''
Uygar sabırla nefes almaya çalıştı. ''Tamam. İki yıl, iki ay, on dört gündür yok... Dönmeyecek diyorsun ama dönecekmiş gibi yaşıyorsun. Onun izlerini yaşatıyorsun hala. Şirkette odası var Deniz. Kapısında Mimarlık Departmanı Müdürü, Ada Dinçer Aladağ yazıyor. Evde, çalışma odanızın duvarında hala ellerinizin renkli izleri duruyor. Her şey Ada nasıl bıraktıysa aynı." Gülümsedim. Ellerimizin izi çalışma odasında hala duruyordu. "Oteli de geri dönecek diye satmıyordun sen. Şimdi dönmeyeceğini kabullendim falan diyorsun ama palavra laflar. Sadece kabullenmiş gibi yapıyorsun. Buna inandırmaya çalışıyorsun bizi. Ama sen de hepimiz gibi onun dönmesini bekliyorsun. Çünkü onu çok seviyorsun.''
''Aklımı kaybedeceğim.'' dedi Deniz, neden ağlıyordum? ''Onunla tamamen alakasız birini ona benzetmek akıl işi değil Uygar. Görmüyor musun, aklımı yitiriyorum.''
''Aklını kaybetmemek için de onun hatıralarını mı yok edeceksin? Sıradaki hamlen ne? Şirketteki odasını kapatmak mı? Kapısındaki adını silmek mi? Nikâh cüzdanınızı yırtmak mı? Ne?''
''Ben artık dayanamıyorum Uygar! Bunu kimse görmüyor. Yaşamak için herhangi bir çaba harcamak istemiyorum daha fazla.''
''Ada dönecek.'' dedi Uygar. ''Döndüğünde ne olacak? Bu halde mi bulacak seni?''
''Dönmeyecek.'' dedi Deniz, o da ağlıyordu. ''Karım gelmeyecek. Buna inanıyorum artık ben. İnsanın inancını kaybetmesi, aklını yitirmesi için yeterli değil mi?''
Uygar bir şey söylemedi, birkaç saniye sonra adım sesleri uzaklaşmıştı. Gittiklerini anladım ve gözyaşlarımı silip kendimi toparladım. Otomattan su aldım, tek dikişte bitirdiğim şişeyi çöpe attım. Dışarı çıktım ve Sarp'ın yanına döndüm. Deniz ve Uygar da Uygar'ın arabasının yanında duruyordu.
"Gidelim mi artık?" dedi Uygar, hepimizin anlaması için İngilizce konuşmuştu. Deniz'in gözleri bana değmiyordu. Sanırım Adelia'yı Ada'ya benzettiği için yüzüme bakamıyordu.
Önce Uygar'a sonra da bana ısrarla bakmayan Deniz'e baktım. "Olur." dedim sessizce.
"Kızınız nerede?" dedi Uygar bir anda. Annesi İpek, babası Ozan olan ve benimle asla herhangi bir kan bağı olmayan çocuğun nerede olduğunu nasıl açıklayacaktım?
"Halasında." dedim alelade bir cevapla. Ne halası Ada?
"Özel değilse eşiniz neden yanınızda değil? Otel alıyorsunuz. Yanınızda olup destek olması hoş olmaz mıydı?" dedi Uygar. Deniz'in sorgu memurluğu yetmiyormuş gibi şimdi bir de Uygar'la uğraşıyordum.
"Eşim?" dedim ve nefes aldım. ''Evli değilim.'' Uygar, Deniz ve Sarp bana şaşkınlıkla bakarken cümlelerimi toparlamaya çalıştım. ''Aşık olduğum adamla bu otelde kaldığımı söylemiştim sizlere.'' dedim Uygar'a bakarken. Beni başıyla onayladı. ''Evlenmeyi planlıyorduk, nişanlandık. Ama çok kısa bir süre sonra onu kaybettim. O yüzden yanımda değil.'' dedim bakışlarımı kaçırarak. Yalan söyleme konusunda Pinokyo'yu bile geçtiğine inanamıyorum. Resmen dram filmi yazdın Ada.
''Üzüldüm.'' dedi Uygar. ''Çocuğunuzun babası oydu o zaman.'' Neden böyle sorular soruyordu? Başımı aşağı yukarı salladım. ''Ona çok bağlıydınız sanırım, nişanlı olduğunuzu söylemenize rağmen evliymişçesine sol parmağınızda taşıyorsunuz yüzüğünüzü.''
''İnsanların evli olduğumu düşünmesi işime geliyor. Kimse yaklaşmıyor böylece yakınıma.'' dedim gülümseyerek.
Uygar tam bir şey söyleyecekti ki bu muhabbetten sıkıldığını her halinden anladığım Deniz, Uygar'ın koluna girdi ve onu arabaya çevirip Türkçeye döndü. ''Yürü Uygar, abuk sabuk sorular sormasana insanlara. Mahallenin dedikoducu kadınları gibisin.''
''Ne var abi ya, merak ettim.'' dedi Uygar. Gülümsedim ve Sarp'ın açtığı kapıdan arabaya bindim.
''Ada büyük saçmalıyorsun!'' dedi Sarp bağırarak. ''Mavi'nin senin çocuğun olduğunu zannediyorlar. Niye yalan söyledin? Ayrıca nişanlım öldü, çocuğumun babası o demek, ne demek?''
''Deniz şüphelenmiş Sarp, Uygar'la konuşurlarken duydum.''
''Ne demek şüphelenmiş? Ne dedi?''
''Adelia Ada'ya benzemiyor mu sence de? dedi. Ama Uygar Benzemiyor. dedi ve benim Ada olmadığıma ikna etti Deniz'i. Yani ben öyle düşünüyorum. Mavi'yi benim çocuğum zannetmeleri de iyi oldu bir yandan. Hazır onlar öyle zannederken inandırıcı bir hikâye buldum ben de.''
''Deniz'e söylediğin kaçıncı yalan bu?'' dedi Sarp sinirle. ''Adamın seni affedeceği varsa bile bunlar açığa çıkınca silecek seni tamamen.''
''Hayatta olduğu sürece, nefes aldığı sürece beni silmiş olmasıyla ilgilenmiyorum Sarp. Ben onun ve diğer herkesin yaşaması için vazgeçtim her şeyden. Önceliğim herkesin can sağlığı.''
''Sen her şeyden değil kendinden vazgeçtin Ada.''
''Sarp, mecburdum. Bunu daha kaç kez söyleyeceğim sana? Melih ve Özgür ölmeden bana rahat yok. Kimseye yok.'' dedim Sarp kadar sinirli bir sesle. ''Kimse neden beni anlamıyor?''
''Kimse seni tanımıyor.'' dedi Sarp. ''Melih ve Özgür de tanımaz. Neden Deniz'e anlatmıyorsun her şeyi, ben de bunu anlamıyorum. Ulan adamlar piyasadan silindi. Geberip gittiler belki de. Ama hala korkuyorsun. Çıkıp anlat Deniz'e. Ben Ada'yım de. Herkes sen hala kayıpmışsın gibi davranır. Melih ve Özgür nereden bilecek amına koyayım senin Ada olduğunu? Böyle yaptıkça her şeyi berbat edeceksin.''
''Sen daha ne riskinden bahsediyorsun Ada? Zaten girdin Deniz'in burnunun dibine kadar.''
''Melih ve Özgür'ün kulağına giderse Ada olduğum? O zaman ne yapacağım Sarp?''
''Lan adamlar yok yok. Sizin düğünden beri yoklar. Nasıl gidecek kulağına?''
''Sarp, inan bana bulunduğum durumdan ben de hiç hoşnut değilim. Sevdiğim adama, kocama yalan söylüyorum. Ne kadar acı çektiğini göre göre kendimi saklıyorum. Bir insanın yaşayabileceği en derin acıları yaşadım ve daha kötülerini yaşamaktan çok korkuyorum. Ama saklanmaya mecburum. En azından Cemre'yi bulana kadar saklanmam lazım. O son çarem benim.''
''O rezil kadını da öldürmek lazım ama neyse.''
''Hayır Sarp. Özgür'ü ancak bu şekilde çekebiliriz kendimize. Cemre'yi seviyor, unutma.''
''Özgür'ün umurunda bile olmaz Cemre'nin ölmesi.''
''Bekleyip göreceğiz.'' dedim. ''Eser'i iyi takip etmemiz lazım.''
''Noterden sonra bakacağım ona.''
''Bugün bitmeden bul şu kızı Sarp.''
Sarp sıkıntıyla başını salladı. ''Nasıl konuşturacağız onu? Eser'i nasıl atlatacağız? Eser Cemre'yi kaçırdı, biz de Eser'den Cemre'yi mi kaçıracağız?''
''Önce bir bulalım şunu, sonrasına bakarız.''
''Her adımı düşünmemiz lazım, önceden düşünmemiz lazım. Anlık yaşamaktan vazgeç. Düşün bir şeyler.''
Düşünmüştüm, şans benden yana olmalıydı.
***
''Evet, hayırlı olsun.'' dedi Deniz elini bana uzatırken. Zaten bana ait olan otel nihayet benim olmuştu. Tapuyu çantama attım, elimi Deniz'e uzattım. O kadar yumuşak kavramıştı ki olduğum yere yığılacağım zannettim. İki yıl, iki ay, on dört gün sonra ona ilk kez dokunuyordum. Bana en son düğünümüzde kurşunlardan korunmak için masa altına saklandığımız an dokunmuştu. Korkma. demişti yüzüme dokunurken. Korkmuştum.
Şimdi de korkuyordum, bayılacak gibiydim. Elime dokunması içimde onlarca duyguyu harekete geçirmişti. Bütün hücrelerimde onu hissediyordum. Eli elime değmişti. Ruhu ruhuma değmiş gibi olmuştum.
''Teşekkürler.'' dedim elimi çekerken. Kısa bir süre birbirimize baktık. Bir şey söyleyecek gibi oluyor, sonra vazgeçiyordu. ''Bir sorun mu var?'' dedim kaşlarımı kaldırarak.
''Bu akşam.'' dedi. ''Bu satışın şerefine, bir akşam yemeği teklif etsem size? Kutlama gibi.''
Dudaklarımı birbirine bastırdım, tırnaklarımı avuç içlerime batırdım. Deniz, yani kocam, bir yabancıya akşam yemeği mi teklif ediyordu? ''Oteli satmak istemiyordunuz? Neyin kutlaması bu?'' dedim tek kaşımı kaldırarak.
''Satmak istememekle hata etmişim. Büyük bir yükten kurtulduğumu hissediyorum şimdi.'' Yanaklarımın içini ısırdım. Demek otelim Deniz için bir yüktü.
''Karınızın oteliydi, hatırasını saklamak istemiyor muydunuz?''
Deniz bıkkın bir nefes verdi. ''Artık istemiyorum.'' dediğinde başımdan aşağı kaynar su dökmüşler gibi olmuştum. Deniz benden vazgeçmişti.
''Karınız döndüğünde, oteli sattığınızı öğrenirse çok üzülecek.''
''Karımın döneceğine inanmıyorum artık.'' dedi tek bir nefeste. ''Akıbeti hakkında en ufak bir fikrim yok. Günden güne o kadar yara aldım ki, artık iyileşmem gerektiğini düşünüyorum.''
Boğazım düğüm düğüm olmuştu. ''Yani karınız kayıp, belki de öldü. Öldürüldü belki hatta. Ama siz yeni bir sayfa açacağınızı mı söylüyorsunuz?''
''Evet.'' dedi Deniz. O kadar emindi ki kendinden, birazdan karşısında yere yığılacağımı hissediyordum. Titreyen bacaklarımı nasıl durdurabilirdim?
''Akşam için bir şey demediniz?''
Yutkundum. Deniz benden vazgeçmezdi, vazgeçemezdi. Bunu öğrenebilmemin en iyi yolu da bu akşam onunla yemeğe çıkmaktı. ''Pekâla.'' dedim başımı sallayarak. ''Nereye gideceğiz?''
''Otelinizin restoranı harika yemekler yapıyor. Tabii size de uyarsa?''
''Olur.'' dedim. ''Akşam görüşmek üzere.''
Kısa bir süre gülümsedim, ardından yanından ayrıldım, Sarp'ın bana bıraktığı arabaya atlayıp motoru çalıştırarak Sarp'ı aradım. ''Sarp, çıktık noterden. Deniz'i takip et. Eser'le buluşabilir. Akşam tekrardan otele gelecek.''
''Seni gördüğünden beri evin yolunu unuttu.'' dedi Sarp. ''Otele niye geliyor ki?''
''Oteli aldığım için kutlama yemeği yiyeceğiz.''
''Ne?'' dedi Sarp. ''E oteli satmak istemiyordu? Bir de üstüne kutlama yemeği mi yemek istiyor?''
''İşte ben de neden karar değiştirdiğini anlamaya çalışıyorum. Bu akşam anlarım niyetini.''
''Sen de Sarp. Kimseye yakalanma.''
''Anlaştık.'' dedi Sarp, aramayı sonlandırdım ve Savaş'ı aradım.
''Hayır müsaitim. Bir sorun mu var?''
''Yoo, sorun yok. Oteli aldım. Konuşmamız lazım.''
''Bu akşam Deniz'le yemeğe çıkacağız.'' dedim dan diye. Savaş şoka girmiş olmalıydı, cevap verememişti. ''Kendisi teklif etti.''
''Ne alaka ya? Bu adam sana aşık. Başka bir kadını niye yemeğe çıkarmak istesin?''
''Ben de onu anlamaya çalışıyorum işte. Bu akşam öğreneceğim.''
''Bilmiyorum Ada. Çok saçma. Tamam sen Ada'sın ama Deniz bunu bilmiyor sonuçta. Yabancısın sen Deniz için. Nasıl teklif edebilir yemeğe çıkmayı? Anlayamıyorum.''
''Ben de anlamıyorum Savaş.'' dedim. ''Öğrenince anlatırım sana.''
''Tamam, haber bekliyorum. Sarp nerede?''
''Deniz'i takip edecek. Eser'in Cemre'yi nerede tuttuğunu öğrenmeye çalışıyor.''
''Tamam, habersiz bırakma beni Ada. Dikkat et.''
''Merak etme Savaş.'' dedim. ''Bir şey olmayacak.''
***
Otele döndükten sonra birkaç saat uyumuş, uyandıktan sonra da duş alıp akşam yemeği için hazırlanmaya başlamıştım. Tuhaf hissettiğim binlerce an olmuştu ama hayatımda ilk kez bu kadar çok tuhaf hissediyordum. Deniz'le yemeğe çıkacaktım ama o benim Ada olduğumu bilmiyordu. Hayatında yeni bir sayfa açacağını söylemişti. Bana çok aşıktı, biliyordum. Öyle kolay silemezdi.
Valizimi açıp içindeki tüm kıyafetlerimi yatağın üstüne attım. Ne giyeceğimi bilmiyordum. Böyle bir durumda ne giyilirdi? Elbise abartı olurdu. Kot ve kazak giyerek basite kaçmak istemiyordum. Hem şık hem rahat hem de spor bir kombin yapmam lazımdı ama bunu nasıl başaracağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Bornozumu çıkarttım, iç çamaşırımı giydim. Ayak bileğimdeki deniz kabuğu dövmesinin üzerini fondötenle kapattım. Yatağın üzerinde göz gezdirdim ve giymeye karar verdiğim kıyafetlerimi aldım. Lacivert ince askılı ve göğsümün biraz altında biten bir bluz, üzerine bluzdan biraz daha koyu tona sahip blazer ceket, altıma da siyah bir kot şort giyecektim. Bunları bir kenara ayırdım, kalan eşyaları valize doldurdum, başımdaki havluyu bir kenara atıp saçlarımı kurutma makinesiyle kuruttum. Maşayla uçlarını dalgalandırdım. Duş almadan önce çıkarttığım lenslerimi taktım. Kahverengi gözlerimi daha da ön plana çıkartacak koyu bir göz makyajı yaptım. Bordoya yakın allık ve ruj sürdüm. Kalbimin üzerindeki dövmeye kadar uzanan zincir kolye taktım, kulağıma küpelerimi iliştirdim. Birkaç tane eklem yüzüğü taktım ve en sonunda da giyinip aynaya baktım. Şort kısaydı, çok kısaydı. Blazer ceket bile daha uzundu, öyle ki biri arkamdan baksa şortu göremezdi. Sanırım yanlış bir kombindi, neyse neydi. Lacivert Converse'lerimi giydim, yasemin kokulu parfümümü sıktım, siyah el çantamı aldım ve Deniz'in gelmesini bekledim. Çok bekletmeden gelmişti.
''Merhaba.'' dedi kapımı açar açmaz.
Gülümsedim, başımı iki yana salladım. ''Hayır, on dakika oldu sadece.''
''Sevindim.'' dedi Deniz. Odadan çıktım, kapıyı kapattım, anahtarı cebime attım. ''Teşekkür ederim yemek teklifimi kabul ettiğiniz için.''
Tekrardan gülümsedim ve ona doğru döndüm. Siyah gömlek, siyah kot pantolon giymişti. Tıraş olmuştu, sakalları ve saçları sabaha göre daha kısaydı. Çok yakışıklı görünüyordu ve hala hatırladığım gibi çok güzel kokuyordu. ''Rica ederim.'' dedim. Deniz koridoru işaret ettiğinde yürümem gerektiğini anladım ve gösterdiği yöne doğru yürümeye başladım.
''Daha önce kaç kez geldiniz Türkiye'ye?'' dedi. Resmen benimle muhabbet etmeye çalışıyordu. Bir sürü şey hissediyordum ama en baskın olan hissim kıskançlıktı.
''Üç.'' dedim aklıma ilk gelen sayıyı söyleyerek.
''Fransa'ya ne zaman döneceksiniz?''
''O zaman sadece oteli almak için gelmediniz. Tatil de yapacaksınız.''
''Sayılır.'' dedim. Deniz ne kadar uzun cümle kurarsa ben o kadar kısa cevaplar veriyordum. Adelia'nın burada ne kadar kalacağından ona neydi?
''Anladım.'' dediğinde otelin restoranına giriş yapmıştık. ''İçeride mi yiyelim yoksa bahçe tarafına mı çıkalım?'' dedi, tercihi bana bırakmıştı.
''Bahçe daha iyi olur.'' dedim. ''Hava güzel.''
''Siz nasıl isterseniz.'' dedi ve beni önden buyur etti. Boş bir masaya oturduk. Garsonlar hemen başımıza üşüşmüştü.
''Ne istersiniz?'' dedi bir tanesi. Türkçe konuşmuştu ve anladığımı belli etmemem gerekiyordu. Deniz bana döndü ve garsonun Türkçe sorduğu soruyu bana İngilizce olarak çevirdi. ''Ne yemek istersiniz?''
''Salata istiyorum.'' dedim. Aslında canım hiçbir şey istemiyordu. Bütün tadım kaçmıştı çünkü parmağında yüzüğümü taşıyan adam el alemin kadınıyla yemek yiyordu ve halinden de gayet memnundu.
''Sadece salata mı yiyeceksiniz?'' dedi Deniz şaşkınlıkla. ''Yemekle aranız yok, onu anlayabiliyorum.'' Gözleri bedenimi süzerken kendimi saklamak istedim. Ne kadar zayıf olduğumu illa gözleriyle süzerek ölçmek zorunda mıydı? Neden Adelia'nın vücuduna bu kadar dikkatli bakıyordu? ''Ama yemeklerimiz çok lezzetlidir.''
''Türk yemekleriyle aram yok.'' dedim. ''Salatanın yanında bir de su rica edeceğim. Söyler misiniz garsona?''
''Alkol?'' dedi kaşlarını yukarıya kaldırıp. ''O da mı yok?''
''Yok.'' dedim, bakışlarımı aniden üzerinden çektim ve çantamdan sigara paketimi çıkartıp bir tanesini yaktım.
Deniz anlamsız bir bakışla baktı ve garsona döndü. Neye öfkelendiğimi anlamaya çalışıyor olmalıydı. Ben de neye öfkelendiğimi anlayamıyordum. Deniz siparişlerimizi verdikten sonra arkasına yaslandı ve o da cebinden sigara paketini çıkarttı. ''Hay Allah.'' dedi. Türkçe konuşsa da bir sorun olduğunu anladığımın farkındaydı.
Boş sigara paketini gösterdi. Ona kendi paketimden uzattım. ''Benimkinden alabilirsiniz.'' dedim. Deniz kısa bir süre pakete baktı. Tereddüt etse de en sonunda bir tane çekti ve dudaklarının arasına yerleştirdi. Dudağına değen sigarayı kıskanıyor olmam normal miydi yoksa deliliğe mi sürükleniyordum?
''Teşekkürler.'' dedi çakmakla sigarayı yaktığında. ''Bu biraz ağır bir sigara değil mi?''
''Alıştım ben.'' dedim bakışlarımı kaçırarak. Sigara dumanını içine çekerken çukurlaşan yanaklarına yuva kurmayı istemek de pek akıl işi değildi. Sanırım gerçekten deliriyordum. ''Ağır gelmiyor yani.''
''Anladım.'' dedi Deniz ve ciğerlerinde dolaşan sigarayı gökyüzüne gönderdi.
''Karınızı sevmiyor musunuz?'' dedim birden bire.
Bu soruyu beklemediğine emindim ama o kadar tepkisizdi ki sanki duymaya hazır gibi duruyordu. Yüzünde ne bir şaşkınlık ne de ufak bir afallama sezmiştim. ''Neden soruyorsunuz?'' dedi bir nefes daha çekerken. ''Cevabım neyi değiştirecek?'' dedi ve etrafı gösterdi. ''Burada değil.''
''Ancak karısını sevmeyen biri bir başkasıyla yemeğe çıkar.'' dedim kendimden emin bir sesle.
''Biz flört etmiyoruz.'' dedi net bir sesle. ''Sizinle çıktığımız bu akşam yemeği romantik bir akşam yemeği değil yani. Sadece oteli sattığım kişinin nasıl biri olduğunu anlamaya çalışıyorum.''
''Artık size ait olmayan bir otelin yeni sahibini neden tanımak istiyorsunuz?''
''Merak.'' dedi kısaca. ''Bu otel benim için çok önemli. Karım için de öyleydi. Çünkü anne ve babam hediye ettiler bu oteli karıma.''
''Madem bu kadar önemliydi satmamak gibi bir seçeneğiniz de vardı. Ama sattınız. Satmamak sizin elinizdeydi.'' dedim, oteli bana sattığı için beni mi suçluyordu? ''Yeni bir sayfa açmak istediğinizi söylediğinizi hatırlıyorum.''
''Yeni bir sayfa.'' dedi içli bir sesle. ''Herkes yeni bir sayfa açmayı hak eder.''
Başımı iki yana salladım. ''Vazgeçtiniz yani... Ondan. Onu aramaktan.''
''Artık beklemiyorum diyelim.''
''Bu haksızlık.'' dedim ani bir çıkışla. ''Belki de bir yerlerde sizin tarafınızdan kurtarılmayı bekliyor. Çaresiz belki de. Tutsaksa mesela. Nasıl vazgeçebiliyorsunuz?''
''Karım kendi isteğiyle gitti.'' dedi. Tam ağzımı açmıştım ki garson yemeklerimizi getirdi ve saniyeler içinde masadan ayrıldı.
''Kayıp olduğunu zannediyordum.'' dedim pürüzlü bir sesle.
''Evet kayıp, nerede olduğu belli değil. Ama kendi isteğiyle gitti. Evimizden çıkış anına ait olan video kaydını defalarca izledim. Kendi rızasıyla evden çıkıyor, bir arabaya biniyor. Hiçbir zorlama olmadan yapıyor bunu.''
''Çaresiz kalmış olamaz mı? Son çaresi gitmekse onu nasıl gittiği için suçlayabilirsiniz ki?''
''Çare tek bir tane değildir. İnsanlar her zaman başka çareler de bulabilir.'' dedi umursamaz bir tavırla.
''Şimdi gelse.'' dedim merakla. ''Şuradan çıkıp gelse, ne yapardınız?''
''Hiç.'' dedi net bir sesle. ''Hiçbir şey yapmam.''
Gülümsedim. ''Ben sorumun cevabını aldım.'' dedim yutkunarak. Deniz beni sevmiyordu, ancak sevmeyen biri vazgeçerdi ve Deniz benden vazgeçmişti. ''Oteli de bu yüzden sattınız. Vazgeçtiğiniz için. Öyle değil mi?''
''Kesinlikle.'' dedi gülümserken. ''Fena mı oldu? Yoksa alamazdınız oteli benden.''
Gülümsedim ve ağzımı silip peçeteyi elimin içinde buruşturdum. ''Haklısınız.'' dedim. Başka ne diyeceğimi bilmiyordum.
Deniz sessiz kalmıştı. Huzurlu ve rahat görünüyordu. Yokluğum umurunda bile değildi. Acı falan da çektiği yoktu. Benim için üzülmeyen birine ben neden üzülecektim? Zaten üzülmesi için de bir sebep yoktu. Benim sayemde Melis yaşıyordu. Ailesi, arkadaşları, akrabaları hayattaydı. Melih ve Özgür artık ona zarar vermiyordu. Canını sıkan hiçbir şey yoktu. Değmeyin keyfineydi.
''Efendim Eser.'' dedi Deniz. Bilmem kaç dakikadır etrafta gezdirdiğim bakışlarımı Deniz'in üzerine diktim. ''Anladım. Ne olmuş peki?'' Kime ne olmuştu? Neler dönüyordu anlamıyordum. Bir an önce Sarp'ı arayıp olanları öğrenmem lazımdı. Deniz bana döndü ve işaret parmağıyla benden müsaade isteyip masadan saniyeler içinde uzaklaştı. O gider gitmez Sarp'ı aradım. ''Alo. Neredesin?'' dedim telaşla.
''Eser'i izliyorum. Neden Fransızca konuşuyorsun? Deniz mi yanında?''
''Evet. Sen nerede buldun Eser'i? Nerede şimdi? Cemre'yi de buldun mu?"
''Deniz noterden sonra Eser'le buluştu dışarıda. Bir süre konuştular. Sonra Deniz ayrıldı Eser'in yanından. Ben Eser'i takip etmeye devam ettim.''
''Ee?'' dedim sabırsız bir sesle. ''Nerede şimdi?''
''Dışarıda yemek yiyor tek başına. Telefonla konuşuyor şimdi.''
''Deniz'le konuşuyor. Az önce aradı Eser onu. Deniz de masadan kalktı ve gitti.''
''Anladım. Cemre'ye gitmedi henüz. Ama bana kalırsa gidecek.''
''Takipte kal Sarp. Eğer Eser Cemre'nin yanına giderse senin de bir şekilde Cemre'nin yanına ulaşman lazım.''
''Dediğin gibi Eser Cemre'yi tuttukları yere giderse Eser'in dikkatini dağıtacak bir şeyler bulmalıyım. Sen de Deniz'i oyala. Eser'in yanına gelmeye kalkmasın."
''Nasıl oyalayacağım Deniz'i ben Sarp?'' dedim.
''Kapattı Eser telefonu.'' dedi, anında ben de kapattım. Deniz şimdi masaya gelirdi.
''Kusura bakmayın.'' dedi Deniz kibarca. ''Ufak bir mesele vardı da.''
''Çok önemli bir problem değildir umarım.''
''Bu gece önemli bir işim var.'' dedi. Cemre'ye gidecek Ada. ''Bir yere gideceğim. Onun planını yaptım.''
Tedirginliğimi belli etmeden telefonumu alıp Sarp'a mesaj attım.
+Deniz Cemre'ye gidecek. O giderse Eser de gider.
-Deniz'i oyala Ada, gelmesin. Cemre'yi alacağım artık her neredeyse.
+Saçmalama Sarp, yarın bakarız çaresine.
Deniz'i nasıl oyalayacağımı asla bilmiyordum. Sarp'ın neden Cemre'yi bu gece alıkoymakta ısrar ettiğini de anlamıyordum. Sanırım bir an önce bitsin istiyordu.
''Sıkıldınız yemekten sanırım.'' dedi Deniz gözleriyle elimdeki telefonu işaret ederken. Sıkılmamıştım.
''Hı hı.'' dedim nazlı bir sesle. ''Kahve mi içsek?''
Deniz başını hafifçe sağa eğerek beni onayladı. ''Tabii.'' dedi elini kaldırıp garsona seslenirken.
Ayağa kalktım ve havada olan eline elimi uzatıp onu ayağa kaldırdım. ''Odamda devam etsek?'' Deniz kaşlarını çattı, bir adım geri atar gibi olsa da uzaklaşmasına izin vermedim. ''Sadece birer kahve.''
Deniz saatine baktı, kısa bir nefes verdi. ''Aslında gitsem daha iyi olacak.''
''Çok sürmeyecek.'' dedim ve otele doğru yürüyerek Deniz'i de peşimden sürükledim.
***
807 numaralı odanın ortasında ne yapacağımı bilemez bir halde duruyordum. Deniz yatağın karşısındaki tekli koltuğa oturmuş, resepsiyondan kahve istemekle meşguldü. ''İki tane olacak kahveler. İkisi de sade olsun. Evet 807 numaralı odaya gelecek. Tamam bekliyoruz.'' dedi ve telefonu kapatıp beni baştan aşağı süzdü. Kendimi kendimden kıskandığıma inanamıyordum. Odada sen değil de başkası da olabilirdi Ada. ''Söyledim kahve, birazdan gelir.'' dedi hala bakışlarıyla beni yerle bir ederken.
''Neden böyle dikkatli bakıyorsunuz?'' dedim ve yatağa oturup bacak bacak üstüne attım.
''Affedersiniz farkında değilim.'' dedi sıkıntılı bir sesle. Ardından bakışlarını dışarıya doğru çevirdi. ''Buranın manzarası çok güzel.''
''Biliyorum. Göl var dışarıda. Buranın doğayla iç içe olması harika hissettiriyor.''
''Öyle.'' dedi, gittikçe sıkılıyor gibi hissediyordum. Aklı Eser'de kalmıştı. ''Neden bu odada kalmak istediniz?''
''Daha önce de bu odada kalmıştık.'' dedim doğruyu söyleyerek. ''Nişanlımla.''
''Evet.'' dedim. Çocuk konusu neden açılmıştı ki şimdi? Gerginlikten ölecektim.
''Nasıl kaybettiniz onu?'' dedi merakla. Hayatımla gerçekten ilgileniyor muydu yoksa zaman geçsin diye boş bir muhabbete doğru mu gidiyordu bilmiyordum.
''Kaza.'' dedim aklıma ilk gelen şeyi söyleyerek. ''Trafik kazası.''
''Üzücü olmuş.'' dedi, gerçekten üzgün görünüyordu. ''Çocuğunuza tutunmuşsunuzdur, ölümünden sonra.''
''Öyle oldu.'' dedim. Muhabbet tıkanmıştı. Ve ben Deniz'i nasıl oyalayacağımı bilmiyordum. ''Ah, kapı.'' dedim heyecanla. Kahveler gelmiş olmalıydı. Ayağa kalktım, kapıyı açtım. Kat görevlisinin iki fincan kahveyi odaya getirmesini, Deniz'in yanındaki sehpanın üzerine koymasını ve odadan hızlı adımlarla çıkmasını izledim.
Deniz kahvesini aldıktan sonra sehpaya yöneldim, fincanımı aldım ve aklıma gelen tek şeyi uygulamaya geçirmek için derin bir nefes aldım. Umarım canı çok yanmazdı.
Fincanın içindeki kahve Deniz'in bacağına doğru dökülürken büyük, acı dolu ve mahcup bir çığlık attım. Deniz canının yandığını saklamadan sitemli bir offf çekti ve saniyeler içinde ayağa kalktı. Panik yaptığı için kendi fincanını da yere düşürmüştü. Yerde duran kırık fincanlara baktım. ''Çok çok özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim.'' dedim bakışlarımı yüzüne çevirirken. Kahve çok sıcaktı. Sanırım bacağını ciddi derecede haşlamıştım. Deniz ne yapacağını bilemez bir halde bacağına yapışan pantolonunu iki parmağının ucuyla tuttu ve bacağından uzaklaştırmaya çalıştı. ''İyi misiniz? Gerçekten özür dilerim. Nasıl oldu anlamadım hiç. Çok yandı mı canınız?''
''Yanmadı.'' dedi öfkeyle. ''Daha dikkatli olamaz mıydınız? Dışarıya çıkacaktım ben.''
''Gerçekten özür dilerim.'' dedim ve onu yatağa oturttum. ''Bekleyin burada.'' Banyoya koşup ince bir havlu aldım ve iyice ıslatıp içeriye koştum. Stresten o kadar terlemiştim ki ve o kadar rahat edemiyordum ki üzerimdeki ceketi bir çırpıda çıkartıp bir kenara fırlattım. ''Şimdi halledeceğim. Temizlenmezse kuru temizlemeye ben göndereceğim. Borcum oldu size.''
''Gerek yok.'' dedi Deniz. Önüne çöktüm ve ıslattığım bezle kahvenin döküldüğü yeri silmeye başladım. ''Ben hallederim.'' dedi elimden havluyu almaya çalışırken. Müsaade etmedim. ''Gerçekten hallederim.'' dedi. Havluyu o kadar sıkı tutuyordum ki elimden yine alamamıştı.
''Lütfen izin verin, ben yaparım.'' dedim ve kahve lekelerinin izleri silinene kadar havluyu pantolonun üzerinde gezdirdim. ''Evet işte oldu.'' Yavaş yavaş ayağa kalkmaya çalıştım. Deniz benden önce davrandı ve ayağa kalkıp elimi tutarak benim de kalkmama yardımcı oldu. Vücutlarımız arasında beş santim ya vardı, ya yoktu ve ben bu mesafede ne kadar süre daha durabileceğimi bilmiyordum. ''Tekrardan özür dilerim.'' dedim çatallı bir sesle.
''Tamam, sorun değil.'' dedi Deniz. Onun sesi de çatallaşmıştı. Elim neden hala elindeydi? ''Gitsem iyi olacak. Kahveyi başka zaman içeriz artık.'' Gözleri tüm yüzümde gezerken ne hissettiğimi bile bilmiyordum. Daha önce binlerce kez yaptığı bu eylem beni neden heyecanlandırıyordu?
''Olur.'' dedim fısıltı gibi bir sesle. Gözleri kalbimin üzerindeki kalp atışlarının olduğu dövmemde geziyordu.
''Onun kalp atışları mı bunlar?'' dedi. Elimi tutmayan diğer elini kaldırdı ve parmağının ucunu dövmemin üzerinde gezdirdi. Ada, Deniz Adelia'ya dokunuyor! Sanırım Deniz'in yeni tanıdığı bir yabancıya dokunması şu an için umurumda değildi. Çünkü onu çok özlemiştim. Zaten o kime dokunduğunu bilmiyor olsa da sonuçta ben biliyordum. Bana, yani karısına dokunuyordu.
''Evet.'' dedim ve kısa bir an kalbimin üzerindeki eline çevirdiğim bakışlarımı tekrardan gözlerine çevirdim. Yavaşça başını aşağı yukarı salladı. Bunu yaparken yüzüme doğru yaklaştığının farkında değildim. Her şey bir anda olmuştu. Saniyeler sonra üst dudağımı onun dudaklarının arasında bulduğumda irkildim. Tüm tüylerim diken diken olmuştu, bütün hücrelerimin damarlarımın içinde bir koşuşturma içine girdiğini fark edebiliyordum. Kalbim yerinden çıkmak üzereyken nabzımın kaç olduğunu tahmin etmeye çalıştım. 180 olmalıydı.
Elimdeki havluyu yere atıp kollarımı yavaşça boynuna doladım ve ellerimi ensesinde birleştirdim. Yıllarca çölde yaşamış ve su nedir bilmemiş biri gibi öpüyordu beni. Başım dönmüştü. Belimin iki yanından tutup beni havaya kaldırdı, kısacık bir zaman diliminde yüzlerimiz aynı hizadaydı, bacaklarımı beline sardım. Tüm bunlar olurken beni öpmeyi bir saniye bile bırakmamıştı. Neden öptüğünü bilmiyordum. Ben yokken başka kimi öpmüştü bilmiyordum. Öptüyse de bu kadar arzulu mu öpmüştü, onu da hiç bilmiyordum. Bilmek istemediğim bir yerdeydim.
Deniz'le en son iki yıl, üç ay, on bir gün önce sevişmiştik. Ondan sonra kimseye dokunmamıştım. İki yıl, üç ay, on bir gündür sadece rüyalarımda seviştiğim adamla birazdan gerçekten sevişecek olduğuma inanamıyordum. Bütün algım silinmişti sanki.
Dikkatlice duvardaki düğmeye doğru ilerledi ve odayı aydınlatan ışığı kapattı. Yüzümü uzaklaştırıp ne yapmak istediğini kestirmeye çalıştım. Düşündüğüm şeyi yapacaktı. Bakışlarından anlayabiliyordum. İnsanın bakışları hiç değişmiyordu. Bir elimi ensesinden çekip yanağına koydum. Yüzüne dokunsam derdim kalmayacak diyordun Ada. Yüzüne dokundun işte.
Gerçekten de sanki bir tane bile derdim yokmuş gibi hafiflemiştim. Tüm insanlar yok olmuştu. Sadece biz vardık. Deniz ve Ada.
Beni banyoya götürdüğünde ne düşüneceğimi bilmiyordum. Deniz hiç tanımadığı biriyle sevişiyordu. Bense iki yıl, üç ay, on bir gündür hayalini kurduğum adamla sevişiyordum. Bu farkındalık canımı çok yakmıştı.
***
Dakikalar sonra Deniz'in telefonu çaldığında ona daha fazla sarılamadığım için üzüntüden ağlayacağımı hissetmiştim. Neyse ki sevişmemiz bitmiş, yarım kalmamıştı. ''Off.'' dedi Deniz ve küvetten hızla kalkıp beni banyoda bırakarak odaya döndü. Telefonu açıp arayan kişiyi yanıtlayana kadar düşündüğüm tek şey az evvel sol dirseğinde gördüğüm dövmesi olmuştu. 23.10.2019 yazıyordu. İlk seviştiğimiz günü dirseğine yazdırmıştı. Roma rakamlarıyla yazıyordu çünkü biz ilk kez Roma’da sevişmiştik. Gözlerimden mutluluk yaşları akarken Deniz telefonu yanıtladı. ''Ne var Eser?'' dedi öfkeyle. Sesini duyabiliyordum. Kısa bir süre sustu. Eser'in konuşmasını beklediğini tahmin edebiliyordum. ''Evet gelecektim, işim çıktı... Sana ne Eser benim işimden! Söyle hadi ne söyleyeceksen... Ne diyorsun Eser sen? Ağzından çıkanı kulağın duysun!... Ne demek Cemre yok Eser? Ne demek? ... Ya ateş yakacaktım, odun toplamaya gittim ne demek? İki dakika üşüsen ölmezdin değil mi? Nasıl yalnız bırakırsın?... Sahip çıkamadın mı ulan bir kıza? ... Geliyorum Eser, sakın bir yere ayrılma, kendi ellerimle boğacağım seni.''
Deniz kısa bir süre sonra takip edemediğim bir hızda banyoya döndü. Kıyafetlerini giymişti. Dünyanın en masum bakışıyla ona baktım. ''Bir sorun mu var?''
''Gitmem gerekiyor.'' dedi. Mahcuptu. Seviştiğimiz için mi yoksa seviştikten sonra apar topar gittiği için mi mahcuptu anlayamıyordum.
Deniz ne söyleyeceğini bilemez bir halde bana bakarken ben de ondan farksızdım. Böyle bir durumda ne denilebilirdi ki?
''Görüşürüz.'' dedi kararsız bir sesle.
''Görüşürüz.'' dedim. Deniz çoktan banyodan çıkmıştı. Ben de küvetten çıkıp odaya döndüm ve derhal Sarp'ı aradım. ''Sarp neredesin?''
''Yıllar önce Eser'in Özgür'ü paketlediği fabrikadayım, Cemre de burada.''
''Nasıl yakaladın Sarp? Nasıl başardın?''
''Şimdi anlatacak vaktim yok. Cemre baygın. Ayılmadan elini ayağını bağlamam lazım.''
''Eser aradı Deniz'i. Öğrendiler Cemre'nin ortadan kaybolduğunu. Eser'in yanına gidiyor şimdi Deniz.''
''Onlar bizi bulmadan Cemre'yi konuşturmam lazım.''
''Ben de geleceğim Sarp. Sakın bir delilik yapıp bir zarar verme Cemre'ye.''
''Eser baya bir hırpalamış ama benden söylemesi. Yüzü gözü şişmiş."
''Kapat Sarp.'' dedim ve telefonu yatağa fırlatıp üzerime bir şeyler giyerek olabilecek en hızda otelden ayrıldım.
''Alo Savaş.'' dedim, motoru çalıştırır çalıştırmaz Savaş'ı da aramıştım. ''Sarp Cemre'yi buldu, onun yanına gidiyorum.''
''Eser'in Özgür'ü tuttuğu bir fabrika vardı. Omuzundan vurmuştum hani Özgür'ü.''
''Tamam, Sarp ve Cemre orada şimdi. Oraya acil adamlarından birkaçını gönder. Ortalık baya karışacak. Deniz ve Eser de her yerde Cemre'yi arayacaktır çünkü. Dikkatli olmamız lazım.''
''Cemre'nin seni tanımaması imkânsız. Risk almayalım.''
''Karşısına çıkmayacağım Ada. Dışarıda beklerim. Tek gitmeni istemiyorum.''
Kısa bir nefes verdim. ''Tamam Savaş, görüşürüz.'' dedim ve Şile'nin yolunu tuttum.
***
"İçeride mi Cemre?" dedim boş fabrikanın kapısının önünde beni bekleyen Sarp'a.
"Evet. Ama keşke sen gelmeseydin. Savaş gelecek zaten." Başımı hafifçe iki yana salladım. Bu mesele benim meselemdi. Uzaktan izleyemezdim. Bunun açıklamasını şu an Sarp'a yapmak da hiç içimden gelmiyordu.
"Eser yemek yedikten sonra restorandan ayrıldı ve ormanın içine yapılmış bir dağ evine gitti. Normal bir eve benzemediği için Cemre'yi orada tuttuğunu anladım. Uzaktı çünkü baya şehirden. Tek başınaydı, etrafta kimse yoktu. Eve girdi, birkaç dakika sonra da çıkıp ormanın içine doğru ilerledi. Fırsat bu fırsat diyerek eve daldım. Cemre elleri kolları bağlanmış bir halde odanın ortasında duruyordu."
"Arkası dönüktü. Beni Eser sanmış olmalı. Çünkü içeri girdiğimde hiç dönüp bakmadı. Arkasından yaklaştım ve alkolle bayılttım. Sonra apar topar evden çıkartıp arabaya bindirdim. Hikâyenin devamını da biliyorsun zaten. Ama ben şeyi anlamıyorum. Eser niye bunu bırakıp da ormana doğru ilerledi."
"Ateş yakmak için odun toplamaya gitmişti. Deniz'i aradığında söyledi. Oradan biliyorum... Neyse ayıldı mı Cemre yoksa hala baygın mı?"
"En son bir şeyler mırıldanıyordu. Senin geldiğini görünce dışarı çıktım. Ayılmıştır belki şimdi." Başımı salladım. Birkaç araba sesi kulağımızı, far ışıkları da gözlerimizi doldurduğunda Sarp'la aynı anda sesin ve ışığın geldiği yöne baktık. Savaş gelmişti.
"Evet." dedi Sarp heyecanlı bir sesle. "Eğlence başlasın."
Elimi gözüme siper edip farların verdiği rahatsızlığı engellemeye çalıştım. "Nasıl bir eğlence anlayışın var senin ya? Şurada adam kaçırmışız. Suç işlemişiz. Ama keyfin hiç olmadığı kadar yerinde."
"Aksiyon lazım arada aksiyon. Monotonluktan fenalık gelmişti."
Başımı sıkıntıyla iki yana salladım. Erkeklerin gereksiz aksiyon sevdası asla bitmiyordu. Savaş ve diğer iki araba yanımıza kadar gelip durmuşlardı. Savaş tekti. Arkasındaki arabalarda ise üçer adam vardı. En azından can güvenliğimizin sağlandığına emin olabiliyordum.
"Savaş." dedim, koşa koşa yanıma gelmiş bana sımsıkı sarılmıştı.
"Güzelim." dedi sıcacık bir sesle. "İyi misin?"
"İyiyim. Olacakları düşünüyordum. Her şey karışacak çünkü bu saatten sonra."
"Çözeriz." dedi Sarp Savaş'a dönüp. "Getirdin mi senden istediğim şeyi?"
"Getirdim." dedi Savaş, belinden bir silah çıkartıp Sarp'a uzattı. Sarp silahı aldı, bir süre elinde inceledi ve beline sokuşturdu. Ve ben belime sıkıştırdığım silahı ancak Sarp da silahı beline saklayınca hatırlamıştım. "Umarım bunları kullanmamıza gerek kalmaz."
"Umarım." dedim. "Savaş sen burada kal. Kapıyı açık bırakacağım. Cemre seni görmesin. Aksi bir durum olduğunu düşündüğünde direkt gir içeriye. Tabii umarım olmaz."
Savaş elini yanağıma koydu ve şefkatle bakıp yanağıma minicik bir öpücük bıraktı. "Kendine zarar verecek bir şey yapma." Gülümsedim ve başımı aşağı yukarı salladım. "Allah yardımcısı olsun Cemre'nin. Senin gazabından korusun yani."
Sarp'la birlikte minik kahkahalar attık, ardından içeriye döndüm ve hızlı adımlarla Cemre'nin yanına ulaştım. Yarı baygındı. Sarp onu bir sandalyeye bağlamış, gözlerini de kapatmıştı. Gözündeki bez parçasını hızlıca çektim. Sanırım biraz can yakıcı olmuştu çünkü Cemre korkuyla başını kaldırdı. Bir süre karanlıkta kaldığından ışığa alışması uzun sürmüştü. Göz kapaklarını yavaş yavaş araladı ve gözlerini bana dikti.
"Offf." dedi sıkıntıyla. "Eser denen manyak bitti şimdi de siz mi başladınız?" dedi sıkıntıyla. Gerçekten sıkıldığını anlayabiliyordum. "Siz kimsiniz ya? Ne istiyorsunuz benden?" Sarp da ben de susmuştuk. "Allah'ım daha kimler kaçıracak beni acaba?"
"Kes." dedim ve önünde volta atarak yürümeye başladım.
"Kesmiyorum ya kesmiyorum. Siz kimsiniz diyorum. Ne işim var benim burada?" dedi. Bağlı olduğunu yeni fark etmiş gibi sandalyenin üzerinde huzursuzca kımıldamaya başlamıştı. "Hayır adam mı kalmadı memlekette de önüne gelen beni kaçırıyor?"
"Anneni özledin mi?" dedim yanına yaklaşıp ellerimi saçlarına daldırarak. Ne yaptığıma anlam vermeye çalıştığının farkındaydım.
"Ne saçmalıyorsun sen?" dedi Cemre. Elim ense kökündeki saçları buldu. Parmaklarımı saçlarına doladım ve doladığım saçları aşağıya doğru hızla çektim. Başı saniyeler içinde geriye düşmüştü. Sebep olduğum acıyı tahmin edemiyordum ama sanırım canı çok yanmıştı. Yüzünün her santiminin acıyla kıvrılmasından ve buruşmasından anlayabiliyordum bunu. "Ahhh." diye uzun bir çığlık attı. "Bırak saçımı. Ne yapıyorsun sen?"
"Sana, anneni özledin mi dedim."
"Ruh hastası mısın sen?" dedi dişlerinin arasından. "Bıraksana saçımı? Ne istiyorsun sen benden?"
"RUH HASTASIYIM EVET." dedim ve saçlarını bırakıp tekrardan önünde yürümeye başladım. "Seni annene kavuşturmak istiyorum. Hangi cezaevinde yatıyordu? Hatırlıyor musun?"
"Anca rüyanda görürsün. Girmeyeceğim ben cezaevine."
"Buradan çıktığımız gibi seni karakolun önüne atacağım." dedim ve hemen arkamdaki boş kolona yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim. "Olman gereken yer hapishane. O nakil aracından kaçmasaydın şimdi annenle yan yana olacaktınız. Sizi erken kavuşturmak istiyorum. O yüzden beni hiç oyalamadan söylediğim her şeyi zorluk çıkarmadan, harfiyen yapacaksın. Anlaşıldı mı?"
Cemre alayla güldü ve başını iki yana sallamaya başladı. Delirmiş gibiydi, durmuyordu.
"Kafayı yedin herhalde. Ne gülüyorsun deli gibi?" dedi Sarp. Cemre'ye zavallıymış gibi bakıyordu.
"Siz kimsiniz de ben sizin dediğinizi harfiyen yapacağım ya? Kimsiniz?"
"Ben çok sabırlı biriyim." dedi Sarp. "Ama şu an sabrım öyle bir taştı ki seni şuracıkta vurmamak için zor duruyorum."
"Beni öldürünce ne geçecek elinize? İşinize yarayayım diye kaçırmadınız mı? Ölünce nasıl yarayacağım ben sizin işinize?"
"Bak şimdi kafan çalışmaya başladı." dedi Sarp ve belindeki silahı çıkartıp Cemre'nin şakağına dayadı. "Sana bir soru soracağım. Tek bir kere soracağım. Sen de ikiletmeden yanıtlayacaksın. Anlaştık mı?"
"Uzlaşmaya yakın biri gibi mi görünüyorum?"
"Yaşamayı seven biri olarak görünüyorsun daha çok. O yüzden yaşamak istiyorsan sorduğum soruya cevap vereceksin. Cevabı beğenmezsem canın yanar."
"Ne istiyorsunuz benden?" dedi Cemre bıkkınlıkla.
Cemre minik bir kahkaha attı. "Oradan bakınca onların bakıcısı gibi falan mı duruyorum? Nereden bileyim ben?"
"Bak ben bu cevabı hiç beğenmedim ama ya."
"E sen bilmiyorsan bizim işimize yaramazsın ki. İşimize yaramayan biri de bizim için önemsizdir." dedi Sarp bana dönerek. "Öyle değil mi?"
"Öyle." dedim umursamaz bir sesle.
"Hay Allah, hiç yardımcı olamadın ama sen bize şimdi. Ne yapsak? Serbest mi bıraksak seni? Aa ama olmaz. Yüzümüzü gördün. Olmaz serbest bırakamayız. Öldüreceğiz mecbur."
"Saçmalama." diye bağırdı Cemre. "Öldüremezsin."
"Niye saçmalayayım?" dedi Sarp alınmış bir sesle. "İşime yarar bir bilgiye sahip olsaydın bizim için önemli olurdun. Yaşaman işime gelirdi. Ama sen hiçbir şey bilmiyormuşsun. Yaşamanın da bir anlamı yok o yüzden." Cemre minik bir kahkaha attı. "Söyle Melih ve Özgür'ün yerini. Yoksa gözünün yaşına bakmam."
"Bilmediğim bir şeyi nasıl söyleyebilirim? Aptal mısınız siz?"
Sarp bana döndü ve öfkeyle baktı. "Aptal dedi, duydun mu? Bize aptal dedi." Cemre'ye döndü ve çenesini kavrayıp silahı alnına dayadı. "Gebertirim seni. Beni daha fazla sinirlendirmeden söyle Melih ve Özgür'ün yerini."
"Ya bilmiyorum, bilmiyorum. Nesini anlamıyorsun sen bunun?"
"Melih ve Özgür'ün canı seninkinden kıymetli mi amına koyayım? Söylemezsen öldüreceğim seni diyorum. Nesini anlamıyorsun sen bunun?"
"Ben anlıyorum!" diye bağırdı Cemre. "Asıl anlamayan sensin. Melih ve oğlunun nerede olduğunu bilmiyorum." Ağlamaya başladığında gerildiğimi hissetmiştim. Ağlayan insana zaafım vardı. Neden ağlıyordu?
"Ulan iki yıldır nasıl saklanıyorsun peki sen? Kim bakıyor sana iki yıldır? Kim koruyor? O şerefsizler saklamıyor mu? Hala bilmiyorum diyorsun ya, delireceğim vallahi."
"Kendim saklandım." dedi Cemre yutkunarak. "Size yemin ederim kendim saklandım."
Sarp sıkıntılı bir nefes verirken kollarımı çözdüm, iki yana sarkıttım ve ağır adımlarla yanlarına ilerledim. "Bırak Sarp." dedim silah tuttuğu kolunu indirerek. "Bilmiyorsa ayağımıza getireceğiz biz de Özgür'ü."
"O nasıl olacak?" dedi Sarp düşünceli bir sesle.
"Bana bırak." dedim. Sarp gözlerini kıstı.
Birkaç dakika sonra Cemre'nin karşısında durmuş, onu hangi taraftan videoya alsam diye doğru açıyı bulmaya çalışıyordum.
"Doğru karar." dedi Sarp Cemre'nin gevşeyen kollarını sıkarken. "Kendi hayatını düşünmen yani."
Cemre içini çeke çeke ağlamaya başladığında benim de aklım karışmaya başlamıştı. Neredeyse onunla empati kuracak dereceye gelmiştim. Canını çok mu yakıyorduk? "Özgür seni seviyormuş." dedim bir anda. Konumuz kesinlikle gönül meseleleri değildi. Ben sadece az sonra yapacağımız şeyin açıklamasını yapmaya çalışıyordum.
"Biliyorum." dedi Cemre. "En başından beri seviyordu. Sen nereden biliyorsun?"
"Kendisi söyledi." dedim omuz kısarak.
"Nereden tanıyor seni? Kim olduğunu hala söylemedin."
"Bir dost diyelim geçelim. Şahısların önemi yok şu anda. Biz Özgür'ün nerede olduğunun derdindeyiz." dedi Sarp.
"Özgür seni seviyorsa dayanamaz kurtarmaya gelir." dedim. "Yani seven insan öyle yapar değil mi?"
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" dedi Cemre iniltilerinin arasından.
"Şimdi bir video kaydedeceğim." dedim tane tane. "Tamam, nerede olduğunu bilmiyorsun ama telefon numarasını falan ezbere biliyorsundur. Biliyorsun değil mi?" Cemre başını aşağı yukarı salladı. "Güzel. Birazdan çekeceğimiz bu kaydı Özgür'e atacağız. Özgür seni gerçekten seviyorsa kurtarmak için harekete geçmek isteyecektir. Biz ona gidemiyorsak o bize gelecek yani."
"Özgür gibi birinin, birini sevebileceğine, aşık olabileceğine inanıyor musun sen?" dedi Cemre alayla. "Yanlış zarfı atıyorsun sen onun önüne. Ben senin kullanabileceğin bir yem değilim."
"Denemeden göremeyiz bunu ya." dedi Sarp. "Bakarsın bu Özgür denen katilin de duyguları vardır. Zaafı vardır. Ne bileyim hassas noktası vardır. Bilemeyiz."
"Boşuna uğraşıyorsunuz. Özgür bana gelmez."
"Boşuna ya da değil. Kes sesini artık." diye bağırdı Sarp. "Annen olacak o sürtük de hiçbir şey bilmiyor. Üvey baban Serhan ve onun şerefsiz yardakçısı Özkan da bilmiyor. Elimizde sadece sen varsın. Sonuna kadar da kullanacağız. Tamam mı? Oldu mu?"
"Beni niye kaçırdınız o adamın yanından? O da aynı soruları soruyordu. Amacınız ortak değil mi? Tanımıyor musunuz siz birbirinizi?"
"Ona konuşmadın, belki bize konuşursun diye düşündük. Bak o kadar saçma ki kimse işini doğru düzgün yapamıyor. Şimdi hapiste volta atan anandan, üvey babandan bir şeyler öğrenebilmeyi başarsaydı eğer polisler, savcılar, biz şimdi seni hiç alıkoymak zorunda kalmayacaktık. İşte böyle insanlar konuşması gereken kişilere konuşmayınca denge sarmalı bozuluyor. İnsan kaçırmak zorunda kalıyoruz. Ama bizim bu yaptığımız sizin yaptıklarınızın yanında az kalır."
"Yardım ve yataklık yaptın! Daha ne yapacaksın? İlker savcı mesela. Özgür denen katil orospu çocuğu onu öldürttü. Haberin var mıydı bunu yapacağından?" dedi Sarp.
Cemre başını iki yana salladı. "Tutkuluydum ben. Sonra öğrendim. Haberlerden."
"Dedesini öldürttü. Salih abiyi!" dedi Sarp acı bir ses tonuyla. Salih abinin kaybını kimse kabullenmiyordu. Ben de onlardan biriydim. Sanki bir yerlerden çıkıp bizi kucaklayacakmış gibi hissediyordum. "Siz bu kadar kötü olmayı nasıl kendinize yedirebiliyorsunuz ya?" Sarp öfkeden deliye dönmüş gibi sağa sola yürümeye başladı. "Ne geçti eline mesela Deniz'i kandırınca? Aşıkmış gibi rol yapınca ya da ne bileyim çocuğunu aldırdım deyince? Zevk mi alıyordun bundan? Karşılığında ne kazandın? Ne verdi Özgür sana?"
"Neyse tamam. Konumuz bu değil. Asıl derdimize dönelim." dedim konuşmalarını bölerek.
"Ben aralarında en masum olandım. Beni kullandılar. Melih, Özgür, Serhan, Özkan ve hatta annem bile!" dedi Cemre hıçkırıklarının arasından.
"Aman ne acı!" dedi Sarp alayla. "Kullanmışlarmış. Ne üzücü hikâye değil mi?" dedi onay beklercesine bana döndüğünde. "Kullandırtmasaydın o zaman kızım kendini. Aptal mıydın o kadar? Göz yummasaydın? İnsan birinin katil olduğunu biliyorsa nasıl göz yumar buna? İnsan gibi polise gidemedin mi? Anlatsaydın her şeyi. İyi mi oldu şimdi?" Cemre başını iki yana salladı. "Hiç kusura bakma. Sen de en az, az önce saydığın isimler kadar suçlusun. Cezanı da çekeceksin. Ama ölerek, ama hapse girerek."
"Ölmek istemiyorum." dedi Cemre içini çeke çeke.
"Kim ölmek ister amına koyayım? Yoldan geçenlere sor, ölmek ister misin diye. Kaç kişi sana evet cevabını verir biliyor musun? Ben sana söyleyeyim. Sıfır!"
"Yaptığınız plan işe yaramayacak."
Sarp da ben de Cemre'ye cevap vermemiştik. Yirmi dakika sonra elimizde Cemre'nin video kaydı vardı. Beş dakikalık bu kayıtta Cemre Özgür'den yardım dileniyordu. Özgür'ün Cemre'ye azıcık merhameti varsa videoya duyarsız kalmazdı. "Evet." dedi Sarp. "Video alıcıya ulaştı. Şimdi kopsun bakalım kıyamet."
"Hayallerinizi yıkmak istemem ama Özgür mesaja geri dönmeyecek."
Cemre'nin söylediğini umursamadan kapıya yürüdüm. Sarp o sırada Cemre'nin ağzını bağlamakla meşguldü. "Karnını doyursunlar Sarp şunun. Birazdan birini göndereceğim, ona söylersin. Açlıktan ölürse işime yaramaz."
"Ayarlarız bir şeyler." dedi, birkaç adım sonra fabrikadan çıktım. Savaş arabasının kaputuna yaslanmış beni bekliyordu.
"Ada." dedi hızlı adımlarla bana doğru gelirken. Yanıma ulaştığında da bana sıkıca sarıldı. "Ne oldu içeride?"
"Anlatırım. Ama önce içeriye birini gönder. Sarp ona ne yapması gerektiğini anlatır. Gitmek istiyorum artık buradan. Daha fazla duramayacağım."
"Tamam güzelim. Tamam gidiyoruz. Gel." dedi Savaş ve kolunu sırtıma sarıp beni arabasına bindirdi. Kendisi kısa bir süre dışarıda kalmış, adamlarından birine bir şeyler anlatmıştı. Konuştuğu adam hızlı adımlarla fabrikaya girdi. Birkaç dakika sonra Sarp yalnız çıktı ve içinde olduğum arabanın arka koltuğuna geçti. "Şimdi yapacağımız tek şey beklemek." dedi sıkıntıyla. Savaş diğer adamlara da bir şeyler anlattı. Bir adam benim arabamı, bir adam da Sarp'ın arabasını kullanacaktı. Kalan dört adam ise fabrikanın çevresini korumakla ve Cemre'ye göz kulak olmakla görevlendirilmişti.
"Şimdi ne yapıyoruz?" dedi Savaş saatine bakarken. "Gece yarısı olmuş. Saat 01.00'e geliyor."
"Ben çok açım ya." dedi Sarp. "Yemek mi yesek?"
"Siz yersiniz. Beni otele bırakın."
"Nasıl olsa aldın oteli. Niye devam ediyorsun ki orada kalmaya? Bana gel işte. İstemiyorum daha fazla gözümün önünden ayrı olmanı."
"Birkaç gün daha otelde kalayım Savaş. Dikkatleri üzerine çekmek istemiyorum. Deniz tam da işler karıştığında benim de ortadan kaybolduğumu fark ederse şüphelenebilir."
"Deniz otele dönmez bu saatten sonra. Senin yokluğunu da fark etmez yani."
"Savaş haklı." dedi Sarp. "Biz en iyisi Savaş'a gidelim. Adam akıllı dinlenmeye ihtiyacım var."
"Aldırırız yarın sabah. Hem otel senin artık. Bir şey olmaz eşyalarına merak etme hiç."
Onaylama amaçlı başımı sola doğru hafifçe yatırdım. Ardından cama doğru yaslandım ve gözlerimi kapattım.
"İçeride ne oldu Sarp?" dedi Savaş. Sarp Savaş'a olanları anlatırken ben çoktan uykuya kollarımı açmıştım.
***
"Ada, geldik. Hadi uyan." dedi Savaş. Elini omuzuma koymuş beni hafifçe sarsıyordu. Yavaşça gözlerimi araladım. Savaş'ın evinin bahçesindeydik. Birkaç tane adam arabadan inmemizi bekliyordu.
"Bu adamlar az değil mi Savaş?" dedi Sarp. "Geri kalanı nerede bunların?" Benim gördüğüm kadarıyla bahçede yedi adam dikiliyordu. Dört tanesi Cemre'nin oradaki fabrikada kalmıştı. Bir tanesi birazdan benim arabamdan, bir tanesi de Sarp'ın arabasından inecekti. Toplamda on üç oluyordu, bu Sarp'a göre neden yeterli değildi?
"Burada dokuz tane var şu an. Dört tanesi Cemre'nin yanında. Bir tanesini babamın evinin oraya gönderdim. Ona da kaç bin kere oldu yanıma taşın diyorum. İnadım inat diyor başka bir şey demiyor. O apartman dairesine hapsetti kendini. İlle de orada yaşayacakmış. Burada daha güvende olacak. Anlamıyor."
"Geri kalan üç tanesi nerede?" dedi Sarp. Babamın benim eski evimde yaşıyor olmasıyla ilgilenmemişti çünkü eksik olan adamlara kafayı takmıştı.
"Ada geri dönüyor. Tam teşekküllü bir koruma alanı oluşturmamız gerekirken sen üç adamı birden izne mi çıkarıyorsun Savaş?"
"Ada kesin dönüş yapacağını üç gün önce söyledi Sarp. Adamlardan ikisi beş gün önce çıktı izne. Ada gelmeden önce oldu yani. Onları izne göndermeden önce Ada'nın kesin dönüş yapacağını bilmiyordum. Biri de Ada gelmeden birkaç saat önce çıktı. Onu da göndermeye mecburdum çünkü annesi kalp spazmı geçirmişti."
"Geri çağırsaydın ya Savaş? Hani önemli bir konu ya Ada'nın dönmesi?" dedi Sarp öfkesini gizleme gereği duymadan.
"Bu adamlar benim kölem mi Sarp?!" dedi Savaş bağırarak. "Burada olanlar yetiyor işte. Çocuklar benim keyfime göre tatillerini yarım mı bıraksınlar?"
"Siktirtme tatilini Savaş. Bu çocukların hepsi bin tane testten geçiyor. Bin tane şeyden feragat ediyorlar. Almadıkları eğitim yok. Tek gayeleri senin emirlerini yerine getirmek. Sen git diyeceksin onlar gidecek. Gel diyeceksin gelecek. Tatilleri yarım mı kalsın ne demek?! Kalacak. Zaten yolun başında bunları bile bile kabul ediyorlar her şeyi!"
"Buradakiler neyine yetmiyor Sarp? Hepimiz sağ salim yan yana duruyoruz işte. Neyin atarı gideri bu?"
"Ya hadi bir tanesini gönderdin. İkiye de okeyim. Üç adam birden ortadan kayboluyor. Şaka gibi."
"Sarp benim sinirlerimle oynama."
"Oynarsam ne olur?" dedi Sarp. Birazdan ikisini de boğmak üzere yoğun bir istekle dolup taşmıştım. Bu neyin tartışmasıydı böyle?
"Ben yarın babama gitmek istiyorum." dedim bahçede duran ve hala arabadan inmemizi bekleyen adamlara bakarken. Savaş da Sarp da nihayet susmuştu. Söylediğime inanamadıklarını anlayabiliyordum.
"Olmaz." dedi Savaş sakinleşmiş bir sesle. "Babamla yüzleşmeye hazır değilsin."
"Yüzleşmeyeceğim ki." dedim hıçkıra hıçkıra ağlarken. "Uzaktan görsem de yeter." Ellerimi yanaklarıma kapatıp gözyaşlarımı usulca sildim. "Çok özledim Savaş. Babamı, Güneş'i, dayımı, yengemi, Selay'ı, Miray'ı, Can'ı. Hepsi burnumda tütüyor. Ciğerlerim cayır cayır yanıyor sanki. En yakın arkadaşım ya, en yakın arkadaşım. Selay. Ben yokken evlendi. O hep yaz düğünü isterdi. Her şeyi planlamıştı. Düğünün nerede olacağını, gelinliğini, düğün konseptini. Her şeyi. Ama ne oldu biliyor musun? Ben yokum diye düğün yapamadı. Sade bir nikâhla evlendi hem de sonbaharda. Ne kadar üzülmüştür o. Ne kadar üzülmüştür ama teselli bulamamıştır ki hiç. Beni çok aramıştır yanında. Sadece o değil ki. Güneş'im beni çok özlemiştir. Ablam nerede, ne yapıyor diye kafayı yemiştir. Herkes benim akıbetimi sorgularken ben hiç utanmadan herkesi uzaktan seyrettim. İnsanların benim yüzümden yas tutmasına göz yumdum."
"Mecburdun." dedi Savaş kısık bir sesle. "Başka türlüsü güçtü Ada. Sen insanların yaşaması için yaptın bunu. Başka kimse canından olmasın diye. Senin yaptığını yapamazdı başka hiç kimse. Kolay değildi. Zor olanı başarmak zorundaydın. Başardın da. Suçlama kendini."
"Kimse beni affetmeyecek biliyorum. Ama olsun. Affetmesinler. Yaşadıkları sürece bir problem yok değil mi?" Başımı Savaş'a doğru çevirdim ve gülümsedim. Ağlamayı bırakmıştım ama gözlerimden hala yaşlar akıyordu.
"Açtın gene musluklarını." dedi Sarp. "Niye ağlıyorsun sen şimdi?"
"Korkuyorum." dedim. "Ne olacak şimdi?"
"Bir şey olmayacak güzelim." dedi Savaş. "Bir yem attık. Şans bizden yana olursa Özgür'ü paketleyeceğiz. Sen de artık gizlenmek zorunda kalmayacaksın."
"Babamın dizlerine başımı koymaya çok ihtiyacım var Savaş." dedim ve bir elimin tersiyle iki yanağımdaki yaşları da sildim. "Dizlerine yatsam, saçlarımı okşasa... Daha önce hiç yaşamadım bunu ama sanki yaşamışım gibi özlüyorum bu duyguyu. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?"
"Anlıyoruz. Neden anlamayalım? Hadi gel gidelim artık eve. Uyuyup dinlen."
"Babamı çok özledim." dedim ve araba el verdiğince Savaş'a sarıldım. Babama sarılamadığım için, özlediğim diğer herkese sarılamadığım için Savaş'a sarılıyordum. "Ben ne zaman sarılacağım ona?"
"Az kaldı Ada. Az kaldı güzelim." dedi Savaş saçlarımı okşarken. Bir yandan da başımın üzerine öpücükler konduruyordu. Ağlama krizine yakalanmıştım. "Tamam ağla. Ağla da geçsin. Ağla benim güzelim." Ağlamıştım. Dakikalar sürmüştü.
***
"Ketçap istiyor musun Ada?" dedi Sarp. Savaş'ın mutfağında oturuyorduk. Ben bir yandan dışarıyı izliyor, bir yandan da sigaramı içmeye çalışıyordum. Savaş içecek bir şeyler bakıyordu. Sarp da tostlarımızı yapmakla meşguldü.
"Şu sigarayı azalt artık Ada. Kendini zehirlemekten başka bir şey değil şu yaptığın." dedi Savaş. Bardaklarımıza meyve suyu dolduruyordu.
"Söz." dedim gülümserken. "Her şey bittiğinde bırakacağım kendimi zehirlemeyi."
"E bir an önce bitsin diye dua edip türbelere mi gidelim ne yapalım?" dedi Sarp. "Savaş haklı, bırak şunu içmeyi."
"Sigarama da karışmayın." dedim dumanı dışarıya üflerken. ''Ayrıca sen de içiyorsun Sarp.''
Sarp söylediğim şeyi önemsememiş, tostumu bir tabağa koymuş, tabağı da önüme bırakmıştı. "Senin bu piyasada olmayan adamların ne zaman dönüyor?" dedi Savaş'ın tabağını da önüne koyarken.
"Taktın Sarp." dedi Savaş ve tostundan bir ısırık aldı. "İki güne dönecekler."
"Niye üçünün aynı anda tatile çıkası geldi bunların?"
"Birinin evlilik yıl dönümüymüş. Hanım tatile gitmek istiyor. dedi. Kıramadım. Birinin de annesi kalp spazmı mı ne geçirmiş. Ada'yı havaalanından o alacaktı hatta. Annesi kalp spazmı geçirince git anneni gör dedim. Ve Ada'yı ben aldım havaalanından. Ne bu şimdi? Çalışanlarıma verdiğim izinlerin hesabını mı vereceğim sana?"
"Diğeri?" dedi Sarp. "İkisi tamam, öteki neden çıktı izne?" Savaş'ın onu azarlamasıyla ilgilenmiyordu.
"O da çok önceden söylemişti zaten. Aylar önce verilmiş sözüm vardı. Sarp cidden sıkmaya başladın. Bak dışarıda bir sürü insan var. Üç kişi yok diye canımız tehlikede değil. Güvendeyiz. Ayrıca kimse tanımıyor Ada'yı. Neyin tedirginliği bu?"
"Sen iki yıl önce beni Ada için görevlendirirken ne dedin Savaş? Tam da burada, bu masada otururken bana ne dedin hatırlıyor musun? Tek işin Ada'yı düşünmek olacak. Sadece ve sadece onun çıkarlarını düşüneceksin, onu her şeyden koruyacaksın ve güvenliğini en üst seviyede tutacaksın demedin mi?"
"Hatırlıyorum Sarp. Hatırlıyorum, bunların hepsini söyledim ama senin şimdi bunu neden büyüttüğünü anlamıyorum. Ya bu evde Ada'ya kim ne yapabilir? Böyle konuştukça Ada'yı da tedirgin ediyorsun."
"Daha çok sürecek mi bu birbirinizi yemeniz?" dedim sıkıntıyla. "Ben gidiyorum." Yerimden kalktım ve sigaramı söndürüp küllüğe attım.
"Tostunu bitirsene Ada." Savaş. "Nereye gidiyorsun?"
"Uyuyacağım Savaş. Saat gecenin bir yarısı." dedim ellerimi saçlarımdan geçirirken. "Yorgunum. Uyumak istiyorum."
Savaş ve Sarp yenilgiyle başını salladı. Ağır adımlarla mutfaktan çıktım ve odama girip yatağa kıvrıldım. Gözyaşlarım bitene kadar ağlamak istiyordum. Cenin pozisyonuna geçtim. Yatakta küçücük kalmıştım. Savunmasız, çaresiz, kimsesizdim.
Gözyaşlarım bitene kadar ağladım.
***
Savaş'ın evinden çıktım. Arabada yalnız olsam da Savaş'ın iki koruması arkamdan geliyordu. Babamı uzaktan görecek, ardından otele gidip eşyalarımı alacaktım. Sarp Cemre'yi tuttuğumuz fabrikaya gitmişti. Cemre'den hiçbir haber yoktu. Özgür ona mesaj attığımız numarayı ne aramıştı ne de numaraya mesaj atmıştı. Cemre boş zarftı. Boşuna atmıştım.
"Sarp." dedim. "Ara şu numarayı. Bir yokla şu şerefsizi. Nasıl hiçbir tepki vermez ya? Hani seviyordu Cemre'yi?"
"Arayacağım evet." dedi Sarp. "Kendim de konuşacağım, Cemre'yi de konuşturacağım."
"Babamı görmeye gidiyorum. Hoş nasıl göreceğim onu da bilmiyorum. Evden çıkmıyormuş ki."
"Hiç gitmesen mi Ada? Yani ne bileyim? Ya dayanamaz da kapısını çalarsan?"
"Onu tehlikeye atmam Sarp merak etme... Neyse kapatıyorum ben şimdi. Görüşürüz daha sonra."
"Görüşürüz." dedi Sarp, telefonu kapattım. Dakikalar sonra eski evimin birkaç metre uzağına park etmiş, apartmanın çevresinde babamı görmeyi umuyordum. Çocuklar dışarıda top oynuyor, ip atlıyor, sek sek oynuyordu. Hava çok güzel, etraf da cıvıl cıvıldı. Bahar geliyordu.
Uzun süre evimin olduğu katın penceresine baktım. Belki babam camı ya da perdeyi aralamak isterdi, bu sayede onu görürdüm. Küçücük bir umuttu bu, zaten babam pencereyi ya da perdeyi aralamak istememişti.
Küçücük umudumu kaybettiğim sıralarda apartman kapısı açıldı. Babam dışarıya çıkmıştı. Onu görür görmez hıçkırıklara boğuldum. Yanına koşup ona ağlaya ağlaya sarılmak istiyordum. Artık hürdü. Dışarıdaydı. Parmaklıklar arkasında değildi. Hak ettiği gibi dışarıdaydı. Ama ben onun yanında değildim.
Babam elindeki çöpü konteynıra attı. Ellerini cebine soktu, benim her zaman gittiğim markete girdi ve birkaç dakika sonra küçük bir poşetle eve geri döndü. Onu uzaktan görmek bana yetmemişti ama bu kadarıyla da avunmaya mâhkumdum.
***
Babamı gördükten sonra eczaneye gittim. Her ne kadar doktorlar bir kez daha hamile kalmamın çok düşük bir ihtimal olduğunu söylemiş olsalar da risk almak istemiyordum. O yüzden ertesi gün ilacı aldım ve hiç düşünmeden içtim.
Eczaneden sonra otele gittim, odama girdim. Deniz'in üzerimden çıkardığı kıyafetler hala yerde duruyordu. Sırayla yerden kaldırdım. Valizime koydum. Aynaya baktım. Solgun görünüyordum. Umursamadım. Diğer eşyalarımı da valize koydum. Odadan çıkmak üzereyken içimde minicik bir his beni durdurmuştu. Gayri ihtiyari yatağın üzerine baktım. Neden baktığımı bilmiyordum. Minik bir histi, büyük şeylere yol açacaktı.
Yatağın üzerinde bir kâğıt parçası vardı. Nereden gelmişti, nasıl gelmişti bilmiyordum. Ürkek adımlarla yatağa ilerledim. Kağıdı elime aldım. Ne okumayı beklediğimi bilmiyordum. Ama kesinlikle Hoş geldin Ada Dinçer Aladağ yazmasını beklemediğimi biliyordum. Bunu kim yazmıştı? Beni kim tanımıştı? Bunu bu odaya kim sokmuştu? Kafayı yemek üzereydim.
"Savaş." dedim telefonu açar açmaz. "Savaş biri odama girmiş."
"Ne odası Ada? Sakin ol. Hangi odaya girmiş, nasıl girmiş?"
"Oteldeki odama girmiş Savaş." dedim. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. "Odama girmişler. Ben yokken odama girmişler."
"Tamam. Tamam, yavaş yavaş gidelim. Nasıl anladın peki sen bunu?"
"Yatağın üzerine not bırakmışlar. Hoş geldin Ada Dinçer Aladağ yazıyor üzerinde."
"Ne diyorsun Ada sen? Kim, nasıl?" dedi kelimeleri toparlamaya çalışırken.
"Savaş çok korkuyorum. Böyle bir şey nasıl olabilir? Kimse bilmiyordu. Senden başka kimse bilmiyordu. Sarp'tan başka kimse bilmiyordu."
"Tamam, sen sakin ol. Hemen geliyorum yanına. Bulacağız neler olup bittiğini. Tamam mı?"
"Tamam korkma. Kapıyı kilitle, bekle beni odada. Sarp'ı da arayacağım. Çok geçmeden geleceğiz. Tamam mı kardeşim? Canım benim iyisin değil mi?"
"Değilim Savaş. Ne olur çabuk gel."
"Geleceğim." dedi Savaş. Telefonu kapattım. Yatağa çöktüm. Ayağa kalktım, sağa sola amaçsızca yürüdüm, ağladım, yatağa çöktüm, ağladım, ayağa kalktım, sağa sola yürüdüm.
Bu döngü kaç kez tekrar etmişti bilmiyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Beni Deniz bile tanımamışken kim tanımıştı? Benim Ada olduğumu sadece Savaş ve Sarp biliyordu. Beni tehdit edecek tek kişi Özgür'dü. Özgür'e benim geri döndüğüm bilgisini verecek sadece iki kişi vardı. Savaş asla ama asla böyle bir şey yapmazdı. Sarp? Sarp da yapmazdı, yapamazdı. Bunun için hiçbir sebebi yoktu. Yapmazdı çünkü ben yapmayacağına inanmak istiyordum.
Düşün Ada, düşün. Neler oldu, neler konuştunuz?
"Ada." dedi Savaş odanın kapısını açarken. "Aç kapıyı ben geldim. Ada, aç hadi."
Yataktan kalkıp koşarak kapıya koştum, kapıyı açtım. Savaş içeriye girer girmez ona sarıldım. Bayılmak üzereydim. "Tamam, tamam geçti yanındayım." dedi Savaş. Kapıyı kapattı, beni içeriye yürüttü. Elimdeki kağıdı aldı. Uzun uzun baktı. "Nasıl olabilir bu? Nasıl olabilir? Kim?"
"Savaş kimse bilmiyordu. Sen biliyordun."
"Ve Sarp biliyordu." dedi fısıltıyla.
"O yapmamıştır. Yapmamıştır değil mi Savaş? O yapmamıştır. İki yıldır hep yanımdaydı o benim. Benim Ada olduğumu Özgür'e söylemek istese şimdiye kadar söylerdi zaten, değil mi?"
"Bilmiyorum Ada." dedi çenesini ovuştururken.
"Şüphelenmemize sebep olacak hiçbir şey yapmadı o."
"Profesyonel çalışmış o zaman." dedi Savaş. Sarp'ın hain olduğuna çoktan karar vermişti.
"Hayır, Savaş o değil. O olamaz. Özgür'e o haber vermiş olamaz."
"Kim o zaman Ada? Kim nereden bilecek? Sarp'tan başka kimseye söylemedin ki sen. Söyledin mi?"
"Söylemedim." dedim başımı iki yana sallayarak. Kapı çaldı, Savaş hızlı adımlarla kapıya gitti, Sarp'ın içeriye girişini izledi. Kapıyı kapattı, kilitledi. Hızlı adımlarla yanımıza döndü, gözlerini Sarp'a dikti.
"Ne oluyor yine şu ırzını siktiğimin yerinde? Aksiyon istedik de bu kadarı fazla." dedi Sarp ceketini çıkartıp yatağa fırlatırken. Oturmak için tekli koltuğa ilerledi. Yerdeki kırık fincanlara ilişti gözleri, bir süre bakışlarını fincanlar üzerinde gezdi. "Ne oldu burada böyle? Bu yerdekiler ne?"
"Sen." dedim titreyen bir sesle. "Deniz'i oyala deyince ben odaya çağırdım onu. Vakit kaybetsin diye de üstüne kahve döktüm dün gece."
Sarp başını salladı ve kırık fincan parçalarına basmamaya çalışarak tekli koltuğa yerleşti. "Deniz üzerine kahve döküldü diye oyalanacak biri değildi aslında." dedi düşünceli bir sesle. Ardından Deniz'i nasıl oyaladığımı umursamadığını belli eden bir yüz ifadesiyle beni izledi. "Ne oldu şimdi burada? Anlatın."
"Ne güzel numara yapıyorsun ya." dedi Savaş Sarp'ı baştan aşağı süzerken. "Asıl sen anlat. Ne dolaplar çevirdin arkamızdan?"
"Ne zırvalıyorsun sen Savaş? Kafam zaten atmış durumda. Bir de seninle uğraşamam." dedi Sarp hayretler içerisinde.
Savaş bir hışımla Sarp'ın yakasına yapıştı ve onu koltuktan kaldırdı. "Sana yemin ediyorum seni öldüreceğim. Ama merak etme, hemen değil. Her şeyi anlatana kadar bir süre daha hayatta kalmaya devam edeceksin."
Sarp saniyeler içince Savaş'ın kollarından kurtuldu ve Savaş'ın yüzüne sağlam bir yumruk geçirdi. Savaş iki yıl önce yanıma Sarp'ı vermişti çünkü Sarp Salih abinin adamları arasında en iyi olandı. Salih abinin yanında çalışmaya başlamadan önce bir sürü eğitim almıştı. Savunma, dövüş ve korunma sporlarında çok iyiydi. Savaş güçlüydü ama Sarp daha güçlüydü. Sarp Savaş'ı her zaman yenebilirdi ama Savaş sadece Sarp izin verdiği sürece Sarp'ı yenebilirdi. Ve Sarp izin vermeye hiç niyetli değildi. "Ne yapıyorsun sen ya? Delirdin mi? Kendine gel."
"Bu notu kim yazdırır Sarp?!" diye kükredi Savaş. "Özgür yazdırır. Özgür'ün nasıl haberi olur peki bundan? Adelia'nın aslında Ada olduğunu bilen biri ona ispiyonladığında haberi olur. Peki Adelia'nın aslında Ada olduğunu kim biliyor? SEN VE BEN BİLİYORUZ!"
Sarp inanamıyormuş gibi başını hızla iki yana sallamaya başladı. Bir yandan da hayal kırıklığıyla baş etmeye çalıştığı bir gülümsemeyle gülüyordu. "Siz." dedi yutkunarak. "Siz benden şüpheleniyorsunuz."
"Sarp." dedim. Sakinleşmesi lazımdı. "Sakin ol. Öyle bir şey yok yanlış anlıyorsun."
Sarp kaşlarını havaya kaldırdı. "Yanlış anlıyorum. Aynen yanlış anlıyorum." dedi ve hızla belinden silahını çıkartıp Savaş'ın eline tutuşturdu. Buraya silahla nasıl girdiğini düşünmeme gerek yoktu. Güvenliğe Sarp'ın benim özel korumam olduğunu, kapıdan geçerken dedektörden geçmesine gerek olmadığını ve onun üstünü aramamalarını söylemiştim. Sarp dedektörlü kapının yanından herhangi bir alarm vermeden otele girmişti. "Hainim ben demek Savaş Bey. Öldür o zaman beni durma. Ne duruyorsun?"
"Savaş bırak o silahı. Sakince düşünüp neler olup bittiğini öğrenmemiz lazım."
Savaş silahı yatağa fırlattı. "Ada'dan, senden, benden başka kimse bilmiyor Adelia'nın Ada olduğunu. Ada kendini ele vermez. Ben de vermem."
"Geriye bir ben kalıyorum yani öyle mi?" dedi Sarp sinirle.
"Aynen öyle." dedi Savaş dişlerinin arasından.
"İkiniz de kesin sesinizi. Güvenlik kayıtlarını izleyeceğiz. Odaya giren kim varsa tespit edip bulacağız. Sonra da bu işin arkasında kim var öğreneceğiz. Tamam mı? Herkes sakin mi?" dedim.
"Ben gayet sakinim. İkizin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim ama."
Savaş'a baktım. Bir süre burnundan soludu. Bakışlarını bana çevirdi ve sinirle odadan çıktı. Biraz sonra elinde son yirmi dört saatin kamera kaydıyla ve bir dizüstü bilgisayarla dönmüştü. Hala burnundan soluyordu ve Sarp'a birazdan onu öldürecekmiş gibi bakıyordu.
Bilgisayarı açtım, Savaş'ın verdiği harici belleği bilgisayara taktım ve kaydı oynattım. Her ne olduysa Deniz ve ben bu odadan çıktıktan sonra olmuştu. O yüzden son on iki saate bakmak yeterli olacaktı.
Saat 21.30'da Deniz'le odama giriyorduk. Bunda bir sorun yoktu. Sarp bana Deniz'i oyala demişti ve ben çareyi onu odama çağırmakta bulmuştum. Bu kısımları hızlandırdım çünkü biz içerideyken hiç kimse odaya girmemişti.
Girmişti! Kahve istemiştik. Hatırla Ada. Kat görevlisi kahveyi getirdi, fincanları sehpaya bıraktı ve koşar adımlarla odadan çıktı. Yatağa hiç yaklaşmamıştı. Demek ki o değildi.
"Kahve götürüp gitti sadece." dedim. "Yatağa hiç yaklaşmadı. Notu yatağın üzerinde buldum ben. Kim koyduysa ben odadan ayrıldıktan sonra koymuştur."
Saat 22.30 olduğunda Deniz apar topar odadan çıktı. On dakika sonrasında da ben çıkıyordum. Video hızlı oynatmada devam ediyordu. Sabah olana kadar kimse odaya girmemişti.
Saat 08.30'da temizlikçi koridorda geziyordu. Sırayla odalara girdi. Benim kapımı açtı. Diğer odalarda uzun kalmıştı ama benim odamda sadece bir dakika kalmıştı. Kâğıdı bırakıp gitmesi için yeterli bir süreydi. "Bu sabah 807 numaralı odaya kim girdiyse hemen buraya gönderin. Hemen!" dedi Savaş ve telefonu kapatıp sinirle odada yürümeye başladı. "Öğrenelim bakalım kimmiş bu kadın!"
Kaydı durdurup kadının görüntüsüne baktım. Hiç Özgür'le bağlantısı olan birine benzemiyordu. Masum görünüyordu. Görünüşe aldanmamalıydım. Herkes herkese her şeyi yapabilirdi. Birazcık para karşılığında herkes her şeyi yapabilirdi.
"Buyurun, beni istemişsiniz." dedi kadın, el pençe karşımızda durmuş, sesi titreye titreye konuşuyordu.
Savaş elimdeki kağıdı aldı ve kadının göz hizasında tuttu. "Sen mi koydun bu kağıdı yatağın üzerine?!" diye bağırdı. Kükredi ya da.
"Eeeevet." diye kekeledi kadın. Konuşamıyordu. Ben de algımı yitirmek üzereydim.
"KİM SÖYLEDİ BU KAĞIDI YATAĞA BIRAKMANI?" diye bağırdı Sarp. Muhtemelen bütün otel duymuştu. İkisi de çok sinirliydi, bense şoka girmiştim ve ne yapacağımı bilemiyordum.
"Kimse." dedi kadın. Hala konuşmakta zorlanıyor, harfleri doğru yerlere yerleştirmek için güç harcıyordu.
"Dalga mı geçiyorsun sen? Anlat. Kim verdi sana bu notu?"
"Kimse vermedi efendim." dedi. Bu sefer daha iyi cümle kurabilmişti. "Çarşafları değiştirmek için girdim. Bu kâğıt yerdeydi. Ben aldım ve yatağa koydum. Kaybolmasını istemeyeceğinizi düşündüğüm için yerden aldım ve yatağa koydum."
"Biz de inandık!" dedi Savaş. "Bak." dedi sakince. "Sana bir zarar vermeyeceğim. Kim verdi bu kağıdı sana? Biz onu öğrenmek istiyoruz. Bizim derdimiz onunla. Sen bize sadece kim yaptırdığını söyleyeceksin. Sana hiçbir şey olmayacak. Burada çalışmaya devam edeceksin."
"Size yemin ederim kimse vermedi. Yerde buldum ben bu notu. Odanın ortasında duruyordu."
"Odaya niye girdin peki?" dedi Sarp. "Diğer odalarda en az on dakika durmuşsun. Buradan iki dakikada ayrılmışsın."
"Diğer odalar boştu. Çarşafları değiştirdim. İşim uzun sürdü. Bu oda doluymuş. Bilmiyordum. Girince fark ettim dolu olduğunu. Dolu odalara girmiyoruz normalde... Yani kağıdı yerde görünce yatağa koymak istedim. Çarşafları da değiştirmedim çünkü dolu odalarda hiçbir şeye dokunmuyoruz. O yüzden hemen çıktım odadan."
"Odayı neden boş zannediyorsun? Bilgisi verilmiyor mu size? Hangi oda boş hangi oda dolu diye. Ya Adelia Hanım içeride olsaydı?" dedi Sarp. Kadın notu görmüştü ama Sarp hala benim Adelia olduğumu iddia ediyordu. "Adelia Hanım odada olsaydı dan diye odaya dalacaktın yani öyle mi? Nerede kaldı özel hayat?"
"Odaların iki anahtarı oluyor normalde. Biri bize veriliyor. Biri de misafirlere. Resepsiyonda bu odanın anahtarı duruyordu. Yani Adelia Hanım'ın anahtarı resepsiyona bıraktığını gördüm."
Bir şey söylemem gerekiyordu. Anahtarı resepsiyona falan bırakmamıştım. Sarp bana döndü ve Fransızca devam etti. "Sen mi bıraktın anahtarı?" dedi. Kadının anlamasını istemiyordu.
"Hayır, ben anahtar falan bırakmadım. Anahtar hala bende." dedim Sarp'a uyup Fransızca konuşarak ve çantadan anahtarı çıkartıp kadına uzattım. Kadın da kendinde duran anahtarını çıkardı. Savaş resepsiyonu aradı. 807 numaralı odanın anahtarı orada yoktu. Kim yalan söylüyordu?
"Hayır, oradaydı." dedi kadın. "On yıldır burada çalışıyorum. Hiç kötü bir niyetim olmadı. Size yemin ederim, bir şey yapmadım. Lütfen inanın bana."
Savaş resepsiyonun kayıtlarını da istedi. Beş dakika sonra resepsiyon görüntülerini izliyorduk. Gerçekten de 807 numaralı kutuda anahtar kart duruyordu. Buna göre kadının 807 numaralı odayı boş zannetmesi çok normaldi. "Bakın, orada işte anahtar. Ben o anahtarı orada görmesem, asla girmezdim buraya."
"Birileri kadın odayı boş zannetsin istemiş, çok belli." dedim. Sarp da Savaş da başını salladı. "Kadının üstüne yıkmak istemiş yapan kişi... Kadın odayı boş zannedip odaya girecekti. Dolu olduğunu görür görmez de çıkacaktı. Kısa sürecek bir şeydi. Yani kağıdı bırakıp gitmesi için yeterli bir süre. Bizim şüphelenmemize sebep olacak kadar iyi ayarlanmış bir süre."
"Nerede buldun tam olarak notu?" dedi Sarp. Kadın sehpanın yakınlarında bir yeri gösterdi. Az önce kendisinden şüphelenmediğim çocuk dün akşam sehpaya yaklaşmıştı. Yani notu yere o mu atmıştı?
Biz konuşurken Savaş görüntüyü izlemeye devam ediyordu. Kaydı geri almıştı. Bize kahve getiren çocuk resepsiyon masasının arkasına geçti, 834 numaralı kutudan anahtarı aldı, 807'ye koydu. Dakikalar sonra şimdi yanımızda duran kadın ekranda belirdi. Kutulara baktı. Hangi odanın boş, hangi odanın dolu olduğunu kontrol etti. 807 numaralı kutuda anahtar görünce oda boşaltıldı sandı. Ve bu kata geldiğinde boş zannettiği odama girdi.
"Tamam." dedi Sarp kadına. "Sen işine dönebilirsin. Yani biz, kusura bakma. Bizim için çok önemli bir konu."
"Biliyorum." dedi kadın. "Adelia Hanım otelin yeni sahibi. Onun üzerine titremeniz çok normal. Umarım yapan kişi bulunur."
"Umarım." dedi Sarp. Kadın mahcup bir halde başını öne eğerek odadan çıktı. Başını öne eğmesi gereken kişiler bizlerdik.
"Bana hemen bulun o çocuğu." dedi Savaş telefonda konuştuğu kişiye. "Sadece bir saatiniz var. Bir saat içinde o herifi karşımda istiyorum." Sarp'la aynı anda Savaş'a baktık. Öfkeden delirecek gibiydi.
"Bir yıldır burada çalışıyormuş çocuk." dedi Sarp odaya döndüğünde. On beş dakika önce bir şeyler öğrenmek için aşağı inmişti. "Adı soyadı Soner Çetin."
"Cemre'nin parmağı olabilir mi bu işte?" dedim belli belirsiz bir sesle.
"Seni tanımadı ki." dedi Sarp. "O olamaz."
"Cemre'yle uğraşabilecek tek kadın benim. Şüphelenmiştir."
"Şüphelense ne olacak?" dedi Savaş. "Telefonu yok bir şeyi yok. Günlerdir esir. Soner denen herife nasıl haber verecek?"
"Bilmiyorum." dedim. "Sarp Özgür'e mesaj attın ya sen. Arayacaktın o numarayı, aradın mı?"
Sarp yaptığından utanmış bir şekilde bize baktı. Atladığı bir şey olmuştu ve kendisine ne kadar öfkelendiğini anlayabiliyordum. "Aramadım." dedi belli belirsiz bir sesle. "Cemre o kadar uğraştırdı ki beni, ne yapacağımı unuttum ben."
"Sorguladın mı peki numarayı?"
"Hayır." dedi Sarp, an geçtikçe daha da mahcup oluyordu.
"Aptal." dedi Savaş. "Adamları izne çıkardım diye demediğini bırakmadın. Tedbirsiz iş yapıyormuşum. Senin yaptığın ne ulan o zaman?"
"Atlamışım Savaş." dedi Sarp öfkeyle.
"Bu işin altından sen çıkarsan Sarp, ölümlerden ölüm beğen."
"Telafi edemeyeceğin şeyler söyleme Savaş. Ada'yı ben ifşalamadım. Bunu yapmak için hiçbir sebep yok ortada. Sekiz sene Salih abiyle çalıştım ben. İki yıldır da Ada'nın yanından bir an ayrılmadım. Madem en ufak şeyde güven problemi yaşayacaktık ne diye tuttun beni Ada'nın yanında?"
"Sizin tartışmalarınızdan çok sıkıldım. Ya defolup gidin ben kendim halledeyim ya da sessiz sakin oturun. Zaten başımda yeterince dert var. Bir de sizin birbirinize olan sinirinizi çekemeyeceğim ben." dedim Sarp'a dönerek. "Sorgula şu numarayı Sarp. Belli ki Cemre Özgür'e değil Soner'e mesaj attırmış. Başka bir açıklaması olamaz. Mesaj gerçekten Özgür'e gitse Özgür çoktan harekete geçerdi."
Sarp başını salladı ve Özgür diye mesaj attığı numaranın aslında kime ait olduğunu öğrenmek için Savaş'ın adamlarından birini aradı. Savaş da o sırada başka bir adamıyla telefonda konuşuyordu. Yorgunlukla banyoya girdim ve yüzümü yıkayıp lenslerimi çıkarttım. Stresten bütün vücudum terlemişti, kısa bir duş aldım ve üzerime yeni kıyafetlerimi geçirdim. Kolsuz, balıkçı yaka, sarı beyaz yatay çizgileri olan, göğüs altımda biten ve bedenimi saran bir tişört giydim. Altına buz mavisi bir kot geçirdim. Saçlarımı taradım, kuruttum, kahverengi lenslerimi taktım ve odaya döndüm. Savaş da Sarp da çok gergindi.
"Ne oluyor?" dedim tekli koltuğa otururken. Ben yokken temizlikçi gelmiş olmalıydı. Kırık fincan parçaları ve yere dökülmüş kahve kalıntıları yoktu. "Anlatsanıza şunu!"
"Cemre'nin mesaj attırdığı kişi Özgür değilmiş." dedi Sarp. Çok mahcup görünüyordu. Onun hata yaptığına ilk kez şahit oluyordum. Çok üzgün görünüyordu. Savaş minik bir kahkaha attı. Sinirliydi.
"Soner'e mi mesaj atmışız yani?" dedim kaşlarımı kaldırarak.
"Kim?" dedim. Bu sefer sinirle gülen kişi Sarp'tı. "Neler oluyor? Kiminmiş numara?"
"Benim adamlardan biri." dedi Savaş. Sarp'ın kahkahaları büyümüştü. Bir sinir krizine yakalanmıştı. Pencereye gitti, camı açtı ve belki de dakikalarca gülmeye devam etti.
"Ne demek benim adamlardan biri Savaş? Ne saçmalıyorsun sen?" dedim, saniyeler sonra konuşmayı anca akıl edebilmiştim.
Sarp bize doğru döndü ve biraz olsun sakinleşmiş bir halde az önceki yerine oturdu. "Hani ikizin üç adamı birden izne çıkarmıştı ya Adacım. İşte o adamlardan biri." Kocaman açılmış gözlerimle Savaş'a baktım. "Sözde annesi kalp spazmı geçiren adam aslında aynı zamanda Cemre'nin de adamıymış."
"Numara ona mı ait yani?" dedim. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetmem gereken bir zaman dilimindeydik ama ben artık hislerimle mücadele edebiliyor, olaylara odaklanabiliyor, duygularımı yaşamayı erteleyebiliyordum. Şimdi de içimi yakmak için büyük bir hazırlığa giren duygularımı geriye itmiş, an'a odaklanmıştım.
"Evet." dedi Savaş kısaca. Sarp hala sinirden gülüyordu.
"Tamam." dedim Savaş'a dönerek. "Cemre, Özgür diye senin adamına mesaj attırıyor. Senin adamın da oteldeki Soner'e haber veriyor." Sarp da Savaş da benimle hemfikir olduklarını belli ederek başını salladığında yatağın bir köşesine oturdum. "Senin adamının adı ne peki? Hainin adı yani."
"Ulaşılamıyor." dedi Sarp Savaş'a dönerek. "Ben sana dedim. Üç adama birden izin vermek aptallık!"
"Annem kalp spazmı geçirdi deyince ben ne yapsaydım Sarp?!" diye kükredi Savaş. "Anne konusunda ne kadar hassas olduğumu bilmiyor musun sen? Annesi ölecek olmuş olsa son kez görmeden mi gömseydi annesini?"
"İnsan bir araştırır ya. İnsan bir araştırır. Gerçekten annesi var mı, vardıysa da kalp spazmı geçirdi mi diye araştırır! Lavuğun annesi yıllar önce ölmüş zaten. Ama Savaş Beyefendiler bunu bilmiyor bile."
Bulunduğumuz noktada Sarp da Savaş da hatalıydı. Savaş Çağlar'ın yalan söylediğini fark etmemişti. Sarp da Cemre'nin videosunu attığımız kişiyi kontrol etmemişti. O video Çağlar'a ulaşmıştı ve ne yazık ki kimliğim anlamadığım bir şekilde açığa çıkmıştı.
Savaş da Sarp da birbirine çok kızgındı.
"Savaş." dedim ikisinin aksine sakin bir sesle. "Çağlar'ın, havaalanına beni almaya geleceğini söyledin." Savaş yavaşça başını aşağı yukarı salladı. "Çağlar biliyor muydu beni alacağını? Yani kimi alacağını zannediyordu?"
"Adelia." dedi hiç beklemeden. "Adelia'yı alacağını biliyordu."
"Yani Çağlar bilmiyordu alacağı kişinin aslında Adelia değil de Ada olduğunu?" dedi Sarp. Şüpheyle kaşlarını kaldırmıştı.
"BİLMİYORDU." dedi Savaş. "Siktiğimin adamına Ada geliyor, sen onu alacaksın. diyecek kadar salak mıyım?"
"Çalışanının hain olduğunu anlamayacak kadar salakmışsın ama." dedi Sarp alayla gülerek. Savaş saniyeler içinde yataktaki silahı aldı ve Sarp'ın yakasına yapışıp namluyu alnına dayadı.
"Sen o videoyu göndermeden önce numarayı araştırsaydın Cemre Çağlar'a video göndermiş olmayacaktı. Her şey senin yüzünden oldu!" dedi bağırarak. "Belki de sen de işin içindesin!"
"Bırak şu silahı Savaş! Delirdin mi sen ne yapıyorsun?" dedim panikle yanlarına yaklaşırken.
"Resmen kendi ellerimizle Cemre'den haber gönderdik ya Çağlar'a. Bu geri zekalı yüzünden."
"Bırak Ada, alsın hıncını. Ne de olsa ona göre ben de hainim. Bakalım öldürecek herhalde beni, baksana." dedi Sarp. Alnına dayalı bir silah vardı ve hala cesurdu.
Savaş'ın yanına yaklaştım ve Sarp'a doğru uzattığı kolunun tam hassas yerine dirseğimi geçirdim. Savaş bunu beklemiyordu, boşluğuna gelmişti, silah yere düştü. Savaş'tan önce davranıp silahı aldım ve belime sokuşturdum. "Bana bakın." dedim sinirle. "Ben ikinizden birini gebertmeden sakin olun. Daha önemli problemlerimiz var ve ben dikkatimi size veremem, tamam mı?! İşim gücüm yok, bir de sizi sakinleştiremem ben!" Savaş da Sarp da azarlanmış olmanın verdiği utançla başını öne eğdi. Bense bir yandan yürüyor, bir yandan da ense kökümdeki saçları kaşıya kaşıya düşünüyordum. "Bu Çağlar şimdi Cemre'yi arıyordur." dedim gülerek. "Koskoca Interpol arıyor yetmiyor, kızı bir de şimdi Deniz ve Çağlar da arıyor." Daha da güldüm, sinirlerim bozulmuştu. "Interpol'ün aradığı kız bizim elimizde ama her nasıl oluyorsa çaresiz olan o değil biziz. Esir olan o olduğu halde eli kolu bağlanan nasıl biz oluyoruz ya?! Sikeceğim böyle işi."
Savaş bir şeyler söylemeye hazırlanırken kapı çaldı. Sarp koşar adımlarla kapıya koştu. Savaş'ın adamları bir çocuğu yaka paça içeri sokup Savaş'ın ayaklarının dibine attığında ne yapacağımı bilmiyordum.
Savaş ayaklarının dibindeki çocuğun ensesinden tuttu ve ayağa kaldırdı. Sarp da o sırada diğer adamlara Çağlar'ı soruyordu. Bir haber yoktu.
"Konuş. Konuş belanı sikeceğim yoksa senin." dedi Savaş çocuğun iki yakasından tutup sarsarken.
"Bir gelişme olursa hemen haber veriyorsunuz. Yirmi dört saat içinde o Çağlar denen iti bu odada göreceğim." dedi Sarp ve diğer adamlar sinek gibi kaçışarak bir anda odadan yok oldular.
"Ben bir şey bilmiyorum abi." dedi Soner Savaş'ın ellerinin arasında tir tir titrerken. Mum alevinden bile daha çok titriyordu.
"Senin yalanını sikerim. Anlat yoksa seni gebertir, cesedini de kimsenin bilmediği yere gömerim."
"Savaş bırak." dedim, İngilizce konuşmuştum. Savaş afallayarak bana baktı. Neden İngilizce konuştuğumu anlamaya çalıştığının farkındaydım. Her ne kadar birileri benim kim olduğumu öğrense de yine de riske atmak istemiyor, bu çocuktan gizliyordum. Beni Adelia olarak bilmeliydi. "Bırak dedim. Öyle olmaz."
"Ne, nasıl olmaz ya? Duymuyor musun bir şey bilmiyorum diyor!" dedi. O da bana uymuş, İngilizce konuşmuştu.
"Savaş bırak onu." dedim. Savaş çocuğu bıraktı. Yatağa itti. Çocuk ellerini kucağında birleştirip sırayla hepimizin üzerinde gözlerini gezdirdi. Belimden silahı çıkarttım ve tam karşısında durdum. Ellerimi karnımda birleştirdim. Silahı tuttuğum elimin üzerine diğerini koymuştum. Çocuğun gözleri kocaman açıldı.
Gündüz vakti, kendi otelimde, yüzlerce insanın şahit olabileceği bir şekilde adam vuracak halim yoktu. Ama çocuğun tam da şu an tüm bunları akıl edebileceğini düşünmüyordum. Korkuyordu. Onu öldürecek olmamdan çok korkuyordu. Korkan bir insan da bazı istisnalar hariç kendilerine söylenilen şeyleri yapardı. O da yapacaktı.
"Sana bazı sorular soracağım. Eğer doğru cevapları verirsen buradan sağ salim çıkacaksın." dedi Sarp. "Karşında gördüğün kişi bu otelin sahibi. Ve sen kimden aldığını bilmediğim bir cüretle onun odasına giriyor, abuk sabuk notlar bırakıyorsun. Söyle şimdi. O notu bu odaya bırakmanı sana Çağlar mı söyledi?"
Çocuk gözlerini silaha kilitlemiş, pür dikkat benim hamle yapmamı bekliyordu. Hamle falan yapmayacaktım. Neden susuyordu?
"Sana Çağlar mı söyledi dedik." dedi Savaş.
"Evet." dedi adının Soner olduğunu yeni hatırladığım çocuk.
"Nereden tanıyorsun sen Çağlar'ı?"
"Tanımıyorum." dedi Soner. Bana kalırsa doğru söylüyordu. Savaş ve Sarp'a kalırsa da söyledikleri yalandı.
"Tanımadığın adamın buyruğunu ne diye yerine getiriyorsun sen o zaman?" dedi Sarp. "Para mı teklif etti sana? Ne karşılığında bu odaya soktun sen bu notu?" Soner susmuştu. "Kaç paraya sattın ulan sen kendini? Haysiyetsiz köpek!" Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Benim sinirlerim, Sarp'ın ise ağzı bozulmuştu. "Konuşsana, ne bakıyorsun şuursuz gibi?!"
"Yüz elli." dedi Soner titreyen bir sesle. "Yüz elli bin dolar."
"Çüş amına koyayım." dedi Sarp ve Savaş'a döndü. "Sen bu Çağlar'a kaç para maaş veriyordun Savaş? Fazla gelmiş herhalde, baksana millete dağıtmış verdiğin paraları!" Sinirden neredeyse konuşamayacak hale gelmişti. "Sen bana bile bu kadar maaş vermiyorsundur. Zam istiyorum ben!"
"Çağlar seni nasıl buldu?" dedi Savaş, Sarp'ın söylediklerini görmezden gelmişti.
"İki gün önce, 1 Mart'ta yani, otele geldi. Sigara içmek için dışarıya çıkmıştım. Bahçedeydi. Müşterilerden biri sandım. Bana bir teklifi olduğunu söyleyince." dedi. Gerisini getirmedi. Gerek de yoktu, zaten her şey yeterince açıktı.
"Kâğıtta yazan ismi tanıyor musun sen?" dedi Savaş. Soner başını iki yana salladı. Benim Ada olduğumu bilmiyordu, onun için hala Adelia'ydım, bu da en azından iyi bir şeydi.
"Yiğit." diye bağırdı Sarp kapıya doğru. Kapı hızla açıldı ve adının Yiğit olduğunu öğrendiğim adam yanımıza geldi. Sarp gözleriyle Soner'i işaret etti. "Şu herifi anasından doğduğuna pişman olana kadar dövün."
Yiğit Soner'i yataktan kaldırdı. Apar topar kapıya sürükledi. "Onu kovuyorum." dedim Sarp'a. Silahı da belime tekrar sıkıştırdım.
Sarp İngilizce kurduğum cümleyi Türkçeye çevirip, Yiğit ve Soner'in arkasından bağırdı. "Kovuldun Soner. Üzgünüm."
Oflayarak ve nefesimi düzene sokmaya çalışarak yatağa oturdum. "Hala aksiyon istiyor musun Sarp?" dedim iki elimi yüzüme koyarak. Ardından ellerimi yukarıya doğru kaydırıp saçlarımı geriye doğru ittirdim.
"Bu kadarı bana da fazla ya." dedi tekli koltuğa yayılıp. Ellerini dizlerine koymuş, Savaş'a bakıyordu. Savaş'sa pencereden dışarıyı izlemekle meşguldü. "Ayarınız yok. Ya çok monotonsunuz ya da çok actionlı. Bir ortasını bulmak lazım."
Gülümsedim. Kafayı yemek üzereydim ama gülümsedim. Çünkü başka türlü baş edemeyeceğimin farkındaydım. "Ben aşağı inip şu otelin çalışanlarına tek tek bir bakayım. Gerekirse tüm kadroyu değiştiririz."
Sarp'la aynı anda başımız salladık. Savaş tam gitmek üzereyken Sarp onu durdurdu. "Özür dilerim Savaş." dedi üzgün bir ifadeyle. "Seni suçladım ya, o sebepten yani."
"Asıl ben özür dilerim." dedi Savaş. "Oğlum silah dayadım alnına."
Sarp gülümsedi. "Olur öyle şeyler." dedi başını iki yana sallayarak. "Söz konusu Ada'ydı."
Savaş gülümsedi ve kapıya yöneldi. Bu sefer de onu ben durdurmuştum. "Savaş, çalışanlara Sarp bakar. Sen fazla görünme buralarda. Deniz görürse şüphelenir." Savaş yeni aydınlanmış bir yüz ifadesiyle kısa bir süre yüzüme baktı.
"Tamam." dedi ve bakışlarını Sarp'a çevirdi.
"O iş bende." dedi Sarp göz kırparak. Hemen ardından ayağa kalkıp Savaş'ın yanına ilerledi. "Buradaki güvenlik işlerini halleder Cemre'nin yanına giderim. Çağlar'ın yerini bilmese bile tahmin ediyordur illaki. Onu öğrenirim belki. Hesap versin Cemre Hanım. Bizi kandırmak neymiş göstereceğim ama ben ona."
Savaş başını salladı ve elini Sarp'ın omuzuna koydu. "Eyvallah Sarp." Sarp elini göğsüne koydu ve başını hafifçe aşağı eğdi. Bu Sarp dilince rica ederim demekti.
Savaş bana döndü. "Ada, ben de ortalıktan kayboluyorum o zaman. Şu adamlarımı hesaba çekeceğim. Çağlar'la ilgili öğrenebileceğim ne varsa öğrenmem lazım. Sen de bir şey olursa haber ver. Otelden ayrılma. Sarp Cemre'nin yanına gitse bile Yiğit burada, kapının önünde olacak. Bak sakın hayatını tehlikeye atacak bir şey yapma."
Elimi arkaya atıp orta parmağımı işaret parmağımın üzerine koydum ve bir ayağımı hafifçe havaya kaldırdım. Hayatımı tehlikeye atmama konusunda söz veremezdim. Ama bunu Savaş bilmese de olurdu. "Söz veriyorum, tehlikeli bir şey yapmayacağım."
"Bu kız ikimizden de daha cesur." dedi Sarp gülerek. "Eminim ki tehlikeli durum olsa, olayın içine hiç düşünmeden atlar."
Savaş sabır dilenerek başını sağa sola salladı. Sarp kolunu Savaş'ın boynuna attı ve yaşananlara rağmen gülümseyerek odadan çıktılar.
Odada bir süre oyalandım. Burada hiçbir şey yapmadan durmak istemiyordum. En azından Sarp'ın yanında olup, olan biteni kontrol etmek daha iyiydi. Odadan çıktım. Yiğit hala kapıda dikiliyordu. Ben Adelia'ydım. İngilizce ya da Fransızca konuşmam gerekiyordu. Yiğit'in bu dilleri bilip bilmediğini bilmiyordum. Ama en azından Ben aşağı iniyorum. gibi basit bir cümleyi anlayabileceğini de tahmin edebiliyordum.
"Ben aşağı iniyorum." dedim. Yiğit beni yanıltmamıştı. Ne dediğimi anladı ve başını salladı. Merdivenlere doğru yöneldiğimde şu an asla burada olmaması gereken Deniz'le karşılaşmayı ummuyordum. Burada ne işi vardı? Zaten ortalık yangın yeriydi. Hem olanlarla ilgilenip hem kimliğimi Deniz'den saklamakla nasıl uğraşacaktım?
Deniz hızlı, telaşlı ve korkulu adımlarla bana doğru gelirken Yiğit de arkamdan adımı seslenerek koşturuyordu. Karmaşanın ortasında kalakalmıştım. Beynim ambale olmuştu. Yiğit'e döndüm. İngilizce bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Anlamıyordum. Çünkü derdi neyse İngilizcesi bunu anlatmaya yetmiyordu. 808 numaralı odanın önündeydik. Deniz'in odasıydı.
"Anlamıyorum." dedim Yiğit'e. Gerçekten anlamıyordum. Ne Yiğit'in yarım yamalak İngilizcesiyle anlatmaya çalıştığı şeyi ne de Deniz'in neden telaşlı adımlarla yanıma geldiğini anlamıyordum. "Anlamıyorum." dedim bir kez daha. Sonrası çok hızlı olmuştu. Deniz kapısını açtı, kolumdan tuttu ve kelimenin tam anlamıyla beni odasına atıp kapıyı hızlıca kapatarak kilitledi. Yiğit dışarıda kalmıştı ve kapıya şiddetli yumruklar savuruyordu. Korumakla yükümlü olduğu kişiyi gözlerinin önünde odaya hapsetmişlerdi. Korktuğunu tahmin edebiliyordum. "Aç kapıyı." diyordu bağırarak. Deniz kapıyı açmıyordu ve görünüşe bakılırsa açmayacaktı.
Yiğit'i anlamak mümkündü ama Deniz neden korkuyordu? İşte bunu anlamak çok zordu. Bakışlarımı kapıdan çekip Deniz'e çevirdim. Gözleri korku, telaş ve öfke doluydu. Bir şey olmuştu ama anlamıyordum. Sormam lazımdı. Ağzımı araladım. Ama o benden önce davrandı ve baştan aşağı Türkçe olan bir cümlenin kelimelerini telaşla sıraladı.
"Belinde neden silah var Ada?!"
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.17k Okunma |
10.28k Oy |
0 Takip |
78 Bölümlü Kitap |