Aklımda ve kalbimde onlarca ağırlık vardı çünkü Deniz'le aramızda kalan bir sürü soru kalmıştı ve biz bunları etraflıca konuşup halletmeden tekrardan bir araya gelmiştik. Birçok şeyi görmezden gelerek 807 günü arkamızda bırakmıştık. Ama yapmaktan kaçındığımız bu yüzleşme bir yerde mutlaka patlak verecekti ve sanırım o gün, bugündü. "Sen." dedim, pürüzlü sesimi öksürerek düzelterek. "Ben kaybolduktan sonra Savaş sana gelip gerçekleri anlatmasaydı." Yutkundum ve derin bir nefes aldım. Deniz ne anlatmaya çalıştığımı anlamış olmalı ki başını şiddetle iki yana salladı. "Ya da Özgür'ün beni zorla arabaya bindirdiğini gören çocuk gelip sana her şeyi anlatmasaydı." Deniz başını daha da şiddetle iki yana salladığında ne diyeceğimi bilememekten korkuyordum. "Beni affedebilecek miydin sen?"
"Yapma Ada. Biz aştık bu konuyu, yapma."
"Aşmamışız." dedim burnumu çekerken, bir yandan da yanaklarımdan süzülen yaşları siliyordum. "Ben vereyim cevabı, affetmeyecektin. Hatta beni anlamaya çalışmayacaktın. Kayboluşum seni üzmeyecekti, sen beni aramayacaktın bile belki de."
"Ada, bu konuya neden geldiğini anlayamıyorum."
Omuzlarımı kısıp indirdim. "Ben seni, sensiz kalmayı göze alacak kadar seviyorum Deniz. Senin uğruna neleri kaybettim ben. Kendimden geçtim, seni düşündüm. Hep böyleydi, her zaman öyleydi."
"Biliyorum. Biliyorum sevgilim." dedi, elini koluma koydu.
"Senin uğrunda öyle bir savaş verdim ki başka şeylerle mücadele edecek gücüm kalmadı. Yani ben her şeyi senin için yaptım. Tamam ben senden sakladım ama sen, sen eğer gerçekleri öğrenmeseydin beni aramayacaktın. Arasan bile beni sevdiğin için değil çocuğumuz için arayacaktın. Bunun farkındalığı canımı çok yakıyor."
"Ada, hayır. O çocuk anlatmasaydı bile, Savaş itiraf etmeseydi bile seni affederdim, seni arardım. Benim sevgim neden sende şüphe bırakıyor Ada? Ben seni gittiğin için suçlamazken, sen nasıl hiç olmamış bir ihtimalden bahsedip Sen beni aramazdın. diye sorabiliyorsun bana? Hani benim sevgim senin aklında küçücük bile yer bırakmayacak kadar gerçekti?"
"Gökalp'in hayatı son buldu ve ben yaşama şansı buldum. Eğer ölseydim şu an karşında olmayacaktım. Bunun farkında mısın? Bunun hiç mi önemi yok senin için?"
"O nasıl söz Ada? Nasıl önemi olmaz? İyi ki sana nakledilmiş o kalp. İyi ki karşımdasın." dedi ve kısa bir süre sustu. "Bak sen mecburiyetten evlendiğimizi düşünüyorken bile, ben, beni sevmediğini düşünüyorken bile her şey senin istediğin gibi olsun istedim." Gülümsedi ve saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Organizasyon şirketine düğün pastamızın rengi sarı olsun, içi de incirli olsun dedim. Sırf sen seviyorsun diye dedim. Aramız kötü olduğu halde seninle uyumak için çalışma odasının anahtarını sakladım. Seni sevmiyor olsam bunları yapar mıydım?" dedi ve kaşlarını kaldırıp benden olumlu bir cevap bekledi. Bir şey diyememiştim. Yaptığım tek şey yaşlı gözlerle bakmak olmuştu. "Ada ben seni hep sevdim. Hiç vazgeçmeden sevdim. Evet sana kızgındım ama seni affetmek için hep bahaneler aradım. Savaş bana gerçekleri anlatmasa bile senden öyle kolay vazgeçemezdim ben. Ama sen gelmişsin bana diyorsun ki sen beni aramazdın. Sence aramaz mıydım?"
"Sen." dedim titreyen bir sesle. "Gökalp'in ölümünün her şeyi mahvettiğinden bahsedince ben sandım ki benim hayatımın hiçbir önemi yok."
Başını iki yana salladı ve kollarını iki yanımdan sarıp çenesini başımın üzerine koydu. "Hayatımda senin hayatın kadar değerli hiçbir şey yok. Bunu o güzel aklına yaz ve bir daha böyle şeyler düşünme." dedi, saçlarımı öptü. "Sana seni seviyorum demek çok güzel ama bu seni ikna etmek için çabaladığım bir cümleye dönüşünce beni çok yoruyor Ada. Seni sevdiğime ikna olman için ne yapmam gerekiyor?" dedi hafif sitemli bir sesle.
"Yanımdan hiç ayrılma bana yeter." dedim. "Bir de Sarp'ı İstanbul'da kalmaya ikna edersen ikna olurum beni sevdiğine."
Deniz büyük bir kahkaha attı. "Sarp nereye gidiyor ki onu ikna edeceğim?"
"İstifa edecekmiş. Ailesinin yanına yerleşecekmiş, öyle dedi."
"Hiçbir yere göndermem onu, merak etme sen." dedi kısık bir gülüşle. "Yani sevgilim. Senin için onca şey yaptım ikna olmadın da Sarp'ı İstanbul'da kalmaya ikna edersem mi ikna olacaksın?"
Sarılmamı sonlandırıp bir omzumu kıstım. "Yoo zaten biliyorum beni sevdiğini. Ama sen öyle masum masum nasıl ikna olursun diye sorunca böyle bir şart koşayım dedim." diye kıkırdadım. "Sarp'ın burada kalmasını istiyorum. Bunu da ancak sen başarırsın bence."
Deniz nasıl bir belaya bulaştığını düşünürken tatlı tatlı yüzümü inceledi. "Eh mecbur başaracağız artık, emir büyük yerden." dedi, yanağımı okşayıp öptü.
"Ben de." dedim çatallı bir sesle. "Ben de özür dilerim Deniz."
"Sen özür dileyecek bir şey yapmadın ki." dedi, az önce uzandığım askısız sütyene uzandı, bornozumu üzerimden düşürdü ve sütyeni üzerime geçirip arkamdan kopçalarımı bağladı.
"Ama sen şu an özür dileyecek bir şey yapıyorsun." dedim kaşlarımı çatarak. "Senin soyunuyor olman gerekirken, sen beni giydiriyorsun."
Minik bir kahkaha atıp bacaklarıma da iç çamaşırımı geçirdikten sonra yüzümü ellerinin arasına alıp burnumu öptü. "Çok acıktım ben. Karım yardımcımızın eve dönmesini istemiyor. Kendi de yemek yapmadı. Koca bir gün oldu evde yok, hiç beni düşünmüyor." dedi dudaklarını birbirine bastırıp gülmemeye çalışırken.
"Elin de var ayağın da var, isteyince çok güzel yemek yapıyorsun. Bir zahmet aç karnını doyuracak bir çözüm bulsaydın." dedim neredeyse carlayarak. Erkek egemen toplumu yıkıp, ataerkil düzene sövmemek için kendimi zor tutuyordum. Tamam Deniz asla benden yemek bekleyecek biri değildi, sırf beni gıcık etmek için bu cümleleri söylemişti ama yine de sinirlenmeden edememiştim.
"Buldum zaten çözüm." dedi, dolaba yönelip momjean, beyaz keten pantolonumu bana uzattı. Üzerine de straplez, göbeğimi açıkta bırakan buz mavisi bir crop verdi. Okula giderken giydiğim peluş, pofuduk beyaz ceketimi kenara ayırdı ve giyinmemi bekledi.
"Neymiş o çözüm?" dedim bir elimi belime koyup kaşlarımı kaldırarak. Gözümden kaçmayan bir şey vardı ki o da Deniz'in hem rahat hem şık hem uyumlu hem de çekici bir kombin yapmasıydı.
"Karımı yemeğe götüreceğim." dedi, aksesuar masasını açtı. Güneş'in nişanımızda bana hediye ettiği safir küpelerle birlikte birkaç tane de eklem yüzüğü çıkarttı. Ben o sırada bir bacağımı pantolonun paçasından geçirmeye çalışıyordum. Ayağım takılmıştı. Dengemi sağlamak için tek ayağımın üzerinde altı yedi kez sekmek zorunda kalmıştım. Ama yine de dengede duramamış, Deniz'e doğru hafifçe devrilmiştim.
"Ah." diye bir çığlık attığım sırada Deniz beni düşmekten son anda kurtardı ve belimi sıkıca kavradı.
"Hop hop. Yavaş sevgilim. Ne oldu? Elin ayağına mı dolandı heyecandan?"
"Neden heyecanlanacakmışım?" dedim.
"Bilmem, az önce soyunmamı istiyordun ya, o yüzden olabilir." dedi son derece baştan çıkarıcı bir ses tonuyla. Yüzüme yaklaştı ve dudaklarımı dudaklarının arasına aldı. Fakat bu çok kısa süren bir öpüşmeydi.
"O konuyu açma, ayrı gıcığım sana."
"Ne yaptım ki?" dedi bir çocuk kadar masum bir sesle.
"Sorun yapmaman!" dedim ve kollarından sıyrılıp ayağımı pantolonun paçasından kurtardım. "Ben sana iki gün önce böyle mi yaptım?"
"Sen sevişmek istedin, ben de seve seve kabul ettim. Ama şimdi ne görüyorum? Kocam soyunacağına beni giydiriyor." dedim sitemle.
Yanıma yaklaştı, kollarını bana sardı, ellerini bel çukurumda birleştirdi ve bu sefer dudaklarımı az öncekinden çok daha uzun bir süre öptü. "Gece daha uzun." dedi öpücüklerinin arasından. "Şimdi giymen için seçtiğim bu kıyafetleri üzerinden çıkartmak için sabırsızlanıyorum."
"Hmmm." dedim içli bir sesle. "Eminim ki ben daha çok sabırsızlanıyorumdur."
"Gece olunca göreceğiz artık." dedi, üzerimi giydirdi. "Saçlarını kurut, öyle gel aşağı. Seni salonda bekleyeceğim."
Elimi yanağına yerleştirip boynuna kocaman bir öpücük bıraktım. "Sana çok aşığım." dediğimde gözlerinin içi gülmüştü.
Deniz gittikten sonra saçlarımı kuruttum, yarım at kuyruğu yapıp lastik tokanın etrafına uzun kuyrukları olan beyaz, fiyonk bir kurdele geçirdim. Pembe allık ve şeftali renginde gloss sürdüm. Deniz'in benim için çıkarttığı takıları taktım, ceketimi aldım ve aşağı indim.
"Geldim." dedim salona girdiğimde, Deniz telefonla konuşuyordu.
"Tamam Eser, sen eve çıktığında detayları konuşuruz... Sen dün neden taburcu olmadın? ... Anladım, yarın sabah kesin taburcu olacak mısın?... Tamam güzel... Hayır benden haber almadan bir şey yapma sakın, ben haber veririm sana... Tamam, görüşürüz."
"Ne için haber vereceksin Eser'e?" dedim.
Deniz işaret parmağıyla burnuma hafif bir fiske vurdu. "Şu küçük burnunu her yere sokmasan mı karıcım?" dedi haylaz bir gülümsemeyle.
"Olayın ucu sana dokunuyorsa sokarım." dedim kendimden asla taviz vermeyerek.
"Yani, kısmen diyelim." dedi ve kolunu omzuma atıp beni kapıya doğru yürüttü. "Boş ver sen şimdi ya Eser'i. Anlat bakalım, okulda neler oldu?" Gözlerimi devirip Deniz'in konuyu kapatmasına göz yumdum ve sıkıntılı bir iç çektim.
"Sana anlatacağım bir sürü şey var."
"Yemeğe geçince anlatırım. Sahi nereye gidiyoruz?"
"Orası sürpriz olsun." dedi, alnımı öptü ve kapıyı açıp bana yol verdi. Kapının önünde benim beyaz Jeep'im duruyordu.
"Benim arabamla mı gideceğiz?"
"Olur sevgilim, neden olmasın? Şaşırdım sadece. Sen kendi arabalarını seviyorsun ya o yüzden."
"Hala seviyorum kendi arabalarımı." dedi. "Giderken ben kullanayım, dönüşte sen alırsın. Yol biraz karışık. Hemen gidelim istiyorum."
Omuz kıstım. "Bana göre hava hoş." dedim, yolcu koltuğuna geçtim ve Deniz'in sürücü tarafına geçmesini bekledim. Tolga'ya dikkatlice bir şeyler anlatıyordu. Bu kadar ciddi bir şekilde neyi tembihliyordu bilmiyordum ama Evren'le bir ilgisi olduğu kesindi.
"Tamaaam." dedi Deniz arabaya bindiğinde. "Artık gidebiliriz."
"Gidelim o zaman." dedim, radyoyu açtım. Deniz çoktan motoru çalıştırmıştı.
***
Yaklaşık kırk beş dakika sonra çok sakin ve salaş bir restorana gelmiştik. Acıktığımı ancak masaya oturduğumuzda idrak edebilmiştim. "Ben de çok acıkmışım." dedim menüde göz gezdirirken. "Aşkım."
"Efendim karıcım." dedi dünyanın en güzel ses tonuyla.
"Kebap yemek istiyorum ben. Ama menüde yok."
"Ocakbaşına mı gitseydik biz acaba ya?" dedi Deniz kocaman sırıtırken.
Dudaklarımı aşağı doğru sarkıttım. "Bilmem. Ama benim canım kebap istiyor. Neden yok menüde?"
"Sen söyle hayatım. Yapar onlar, merak etme."
"Söylemen yeterli." dediğinde garson yanımıza gelmişti.
"Hoş geldiniz efendim. Karar verdiniz mi ne yiyeceğinize?"
"Hoş bulduk. Ben bol acılı kebap istiyorum ama menüde yok."
"Hiç önemli değil. Şefimiz size istediğiniz gibi bir kebap hazırlayacaktır. İçecek olarak ne istersiniz?"
"Bira!" dedim bir anda heyecanla. Dönüşte arabayı kullanacağımı unutmuştum. "Aa yok, ayran alayım ben."
Garson başını salladı ve Deniz'e döndü. "Siz ne alırsınız Deniz Bey?" Deniz'e ismiyle hitap ettiğine göre onu tanıyordu, yani Deniz buranın belki de devamlı müşterisiydi.
"Ben de eşime uyacağım. Bir acılı kebap da bana yaptırırsın. Yanına bira istiyorum. Ortaya da salata alalım, şöyle bol ekşili olsun."
"Nasıl isterseniz." dedi garson, gülümsedi ve masadan uzaklaştı.
"Ee sevgilim. Ne anlatacaksın bana?"
Şu an için anlatacağım şeylerden çok benim içemeyeceğim ama Deniz'in rahatlıkla içebileceği birayı düşünüyordum. "Ben de bira istiyorum."
"Ben birayı senin için söyledim zaten." dedi ve bana sıcacık gülümsedi.
"Ama dönüşte arabayı sen kullan demiştin?"
"Sen biranı iç, ben kullanırım arabayı sevgilim. Dert etme böyle şeyleri."
Zafer edasıyla gülümsedim. "Tamam o zaman anlatıyorum. Okulla başlayayım. Dekana gittim ve konuştum. Beni sıcak bir samimiyetle karşıladı. Bölüm hocamla konuşup final ödevimi kabul etmesini söyleyecek. Final ödevimden geçersem mezun olacağım Deniz inanabiliyor musun?"
"İnanıyorum sevgilim." dedi Deniz. "Ne zaman vereceksin final ödevini?"
"Bilmem. Bölüm hocası mail atacak bana. Haber bekliyorum ondan."
"Güzel. Yakın zamanda atar herhalde mail."
"Evet, büyük ihtimalle öyle olur."
"Başka ne var bakalım bana anlatacağın."
"Sarp'ın yanına gittim okuldan sonra. Taburcu olduktan sonra Savaş'la konuşup istifa edeceğini söyledi."
"Neden yapacakmış böyle bir şeyi?"
"Bilmem ki. Sanırım artık tehlikeli buluyor bu hayatı. Gerçi artık tehlike yaratacak bir şey kalmadı."
"Bir güvenlik şirketi kurmayı düşünüyorum." dedi bir anda. "Sarp'a onun başına geçmeyi teklif edeceğim. Benim için adam yetiştirsin. Güvenlikle ilgili her şeyle ilgilensin. Kameralar, siber korumalar, şifreler vesaire."
"Kabul eder mi sence?" dedim şüpheli bir sesle.
"Eder eder. Sarp'ı ben de kaybetmek istemem. Bir şekilde ikna edeceğim artık bakalım. İyi dövüşüyor, çok cesur, sadık. Kendini de çok geliştirmiş. Fransızcası da iyi. Her bakımdan kaliteli."
"Öyle." dedim. Sonrasında aklıma bir şey gelmişti. "Sevgilim."
"Hani sen kütüphaneyi kapatmıştın ya tehlikeli diye."
"Yani artık hayatımızda her şey normale dönmeye başladığına göre -Evren ve Güney detayını es geçiyorum.- kütüphaneyi tekrar açalım mı?" dedim kedi yavrusu gibi mırıldanır bir sesle. "Açalım bence. Neden açmayalım ki? Çok güzel olur. Evet evet, kütüphaneyi açalım."
"Bana sormana gerek yoktu sevgilim bunu. Açalım desen yeterli benim için." dediğinde neredeyse mutluluktan havaya uçacaktım. "Yine aynı yere mi açalım? Yoksa başka bir yer mi bakalım?"
"Aynı yer olsun!" dedim heyecanla. "Orada karşılaştık biz. Orası sayesinde tanıştık. O yüzden aynı yer olsun.
"Tamam, iç dekorasyonu sana bırakıyorum. Hangi kitapların alınacağını da sana bırakıyorum. Hatta işe kimin alınacağı kararı da sende."
"Gerçekten mi?" dedim heyecanla. "Çok mutlu olurum. Çok güzel olacak. Raflara kitapları dizmek için sabırsızlanıyorum. Hem mezun olana kadar zaman da geçer." dedim ve yerimden kalkıp Deniz'in yanağına büyük bir buse bıraktım. "Canım kocam benim."
"O kadar heyecanlısın ki şimdi bile beni bırakıp kütüphaneyle ilgilenecek gibisin."
"Fena fikre benzemiyor ama kütüphane biraz daha bekleyebilir." dedim, yerime geçip bir yudum su içtim. O sırada siparişlerimiz de gelmişti. Garson tabaklarımızı ve bardaklarımızı önümüze bırakır bırakmaz Deniz birasını önüme koydu ve benim önümdeki ayranı aldı. "Buraya sık mı geliyordun? Biz ilk kez geldik ama garson sana Deniz Bey dedi. Üstelik menüde olmayan bir şeyi yaptırttın. Bunun için şefin de seni tanıyor olması gerekir."
"Buraya eskiden gelirdik. Ailecek. Şefi yıllardır aynı. Tanır bizi. Garson benim geldiğimi söyleyince kırmamıştır yapmıştır şef." dedi ve çatalıyla tabağımı gösterdi. "Soğutmadan ye hadi."
"Fransa'dayken Türk yemeklerini çok özledim. İncirli tatlıları da çok özledim. Aydın'a gitmek ve bıkana kadar incir tatlısı yemek istiyorum."
"Gideriz hayatım." dedi düşünceli bir sesle. "Hangi yemekleri özledin mesela?"
"Kebap yemeyi çok özlemiştim, neyse ki şu anda yiyorum. Bir de iskender yemeyi özledim. Ya Deniz iskender yiyelim bir gün. Şöyle bol soslu, yoğurtlu. Of nasıl canım çekti."
Deniz güldü ve bir yudum ayran aldı. Ben bira içebileyim diye ayran içtiğine inanamıyordum. "İskender. Hmm evet fena fikre benzemiyor. Onu da yeriz, olur olur."
Gülümsedim ve konuyu bambaşka bir yere çevirdim. "Ben sana bir şey daha söyleyeceğim."
"Sarp bana bir şey anlattı." dedim ve beni dinlediğine emin olduğumda anlatmaya devam ettim. "Evren Sancaktar'ın yakın zamanda büyük bir sevkiyatı olacakmış. Yüz konteynır silahı Mersin hattından İzmir limana taşıyacaklarmış. Yani bu bilgi senin işine yarar mı bilmiyorum ama söylemek istedim."
"Haberim var." dedi. "Eser Melih ve Özgür'ü ararken bir yandan Evren'i de takip ediyordu. Evren o sevkiyat için gece gündüz çalışıyor. Bu zamana kadarki en büyük işi olacak muhtemelen. Tüm dikkatini ve zamanını sevkiyata odaklamış durumda. Oğlunu aklamaya o yüzden vakit bulamıyor."
"Ne yapmayı planlıyorsun peki? Yani dediğini yapacak mısın Evren'in? Güney'in adını temize çıkaracak mısın?"
"Bilmiyorum Ada." dedi. Gerçekten de bilmiyor gibi görünüyordu. "Eser önce bir iyileşsin de ona göre düşüneceğim bir şeyler."
"Uygar'ın dediği gibi sahte belgeyi Evren’den almaya mı çalışacaksın?"
Kaşlarını kaldırıp başını iki yana salladı. "Yani ona daha tam karar veremedim." dedi, nefesini sesli bir şekilde dışarıya verdi. "Neyse sevgilim. Hadi biz konumuza dönelim."
"Bence sahte belgeyi almak riskli." dedim. Deniz konumuza dönelim diyordu fakat ben konumuzun ne olduğunu hatırlamıyordum.
"O Uygar'la konumuzdu. Kesinlikle seninle konumuz bu değildi." dedi ve muzip bir ifadeyle gülümsedi. "Kütüphanenin adı ne olsun?"
Bir an afallasam da Deniz'in başka konularla beni Evren meselesinden uzaklaştırmaya çalıştığını fark edebilmiştim. Bahsettiği konumuz da anında beynimde yerini almıştı. "Kütüphane değildi ki en sonki konumuz. Yemeklerden bahsediyorduk. Ohooo bir de bana konumuza dönelim diye ahkam kesiyorsunuz Deniz Bey. Daha kendiniz hatırlamıyorsunuz konumuzu." diyerek gülümsedim.
"Seni denedim." dedi kaşlarını hem çatıp hem kaldırarak. "Bakalım konuşmalarımıza ne kadar hakimsin diye." dedi ama bana kalırsa kafası dağınık olan kendisiydi. Evren'i ve Güney'i düşündüğüne emindim.
"Hmmm." dedim ve Deniz'in unuttuğumu iddia ettiği ama aslında kendisinin unuttuğu konuya devam ettim. Canı oldukça sıkkın görünüyordu. Evren meselesini uzatıp canını daha fazla sıkmak istemiyordum. "Yaprak sarmayı çok özledim. Bir de fındıklı baklavayı özledim." Bardağıma uzandım, bir yudum bira aldım.
"Başka var mı böyle özlediğin şeyler?" diye sordu ciddiyetle.
"Ben en çok seni özledim." dedim. Yüzüme dünyanın en güzel cümlesini duymuş gibi baktı.
''Gelmeseydin şu rezil dünyaya daha ne kadar katlanırdım inan bilmiyorum Ada. Sen benim yaşama tutunma sebebimsin.'' İçime yerleşen büyük huzurla içli bir nefes aldım, yüzüme büyük bir gülümseme yayılmıştı.
''Gelmeseydim beni beklemeye devam eder miydin?'' dedim ve biramdan büyük bir yudum aldım.
''Ömrümün sonuna kadar beklerim seni.'' dedi ve göz kırpıp o hayran olduğum gülümsemesiyle beni izlemeye devam etti.
***
''Ay.'' dedim ayakta durmaya çalışırken. Sanki yer çekimi aniden yok olmuş gibiydi. Yürümekte zorlanıyordum. "Ayakta durmak ne kadar da zormuş!" Deniz bir kolunu belime sarmış, bir koluyla da çantamı tutmuştu. Yer hareket mi ediyordu? "Ben..." dedim ve cümlenin devamını getiremedim çünkü ne diyeceğimi bilmiyordum. Ama çok komik bir şey söylemişim gibi kahkaha attım. O kadar içten gülüyordum ki gözlerim yaşarmıştı. Deniz de gülüyordu ama muhtemelen neden güldüğünü bilerek gülüyordu. "Sarhoş mu oldum ben?" dedim cılız bir kahkaha eşliğinde. Kendi sorum bile bana komik geliyordu. Sarhoş olmuş olabilir miydim? Yok canım, iki şişe bira içmiştim sadece.
Deniz güldü ve belimi iyice kavrayıp yürümeme yardım etmeye devam etti. ''Bilmem, sarhoş mu oldun?''
"Bence olmadım." dedim inanılmaz bir özgüvenle. "Olmadım sarhoş ben." Parmaklarımla galibiyet işareti yaparak elimi kaldırdım. "Sadece iki şişe bira içtim. Bak, iki."
Deniz kahkaha atarken başını yana eğdi. "Aşkım, üç yapıyorsun." dedi ve çantamı tuttuğu eliyle, iki yaptığım halde üç yaptığımı iddia ettiği sayıyı düzeltmeye çalıştı. Parmaklarımı nazikçe öpünce kaşlarımı çattım.
"Bu üç mü? Bunun nesi üç? İki bu, iki!" dedim, gözlerimi kıstım. Kesinlikle Deniz saymayı bilmiyordu. "Nasıl CEO oldun sen ya? Saymayı bilmeyen CEO mu olur?"
Deniz aniden durdu, öne eğildi ve kahkahaya boğuldu. O kadar güldü ki neredeyse dizlerini kırıp yere çökecekti. "Tamam sevgilim, haklısın. İki yapmışsın. Ben yanlış saymışım." dedi ama hala gülüyordu.
Kaç adım attığımızı bilmiyordum, çünkü ben ayağımı yere koyduğumda zeminin orada olup olmayacağını bile bilmiyordum. Ama bir bakmıştım ki arabamın yanına gelmiştik. Deniz kapıyı açmaya çalışırken ona engel oldum. Burası romantik bir an yaşamak için harika bir noktaydı.
Sırtımı arabaya yaslayıp parmak uçlarımda yükseldim. Kollarımı Deniz'in boynuna sardım ve dudaklarını yakaladım. CEO'lar saymayı bilmiyor olabilirdi ama öpüşmeyi kesinlikle çok iyi biliyorlardı. Hayatında kaç CEO'yla öpüştün Ada? Daha doğrusu hayatında Deniz'den başka birisiyle öpüştün mü?
''Aşkım.'' dedi öpücüklerinin arasından. ''Caddenin ortasındayız. Uluorta öpüşüyoruz.'' Sesinde büyük bir gülümseme vardı.
Gözlerimi devirdim. Sanki ben bilmiyordum. ''Seni belli sınırlar dahilinde mi öpmem gerekiyor?'' dedim. Bu cümle bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Bir filmde mi görmüştüm hatırlamıyordum. Bu cümleyi sana Deniz söyledi Ada. dedi içimde bir yerlerde hala ayık olan Ada.
Yüzünü uzaklaştırdı ve kapıyı açtı. ''Buna evde devam edelim.'' dedi. Beni oturttu, kapımı kapattı. Saniyeler sonra yanımdaki yerini almış, motoru çalıştırmıştı.
''Aşkım sen uyu istersen.'' dedi, başını bana çevirdi, dikkatlice yüzümü inceledi.
Sol elimi şakağıma bastırdım, perçemlerimi geriye doğru attım ve gözlerimi kısıp ona döndüm. "Offf. Başım çatlıyor. Bağırmasana.''
''Aşkım bağırmıyorum." dedi. Elimi havaya kaldırıp daire çizdim. Sanırım başımın döndüğünü anlatmaya çalışıyordum. "Bira yerine başka bir şey mi verdiler sana anlamıyorum ki.'' Deniz, hala olanları anlamaya çalışıyordu.
''Kısık sesle konuş, kısık.'' dedim ama sanırım asıl bağıran bendim. ''Off başım.''
Deniz direksiyona bakarak derin bir nefes aldı. "Allah'ım." diye mırıldandı.
Gözlerimi kapattım, başımı koltuğa yasladım. Şimdi burada güzel bir uyku çeksem sabaha kadar kendime gelirdim. ''Beni uyandırma tamam mı?" dedim kısık bir sesle. Sanki Deniz'le gizli bir plan yapıyorduk. "Burada uyuyacağım ben. Eğer beni uyandırırsan uykum bölünür. Bölünmesin. Çok uykum var.'' dedim olabilecek en kısık sesimle.
''Tamam sevgilim.'' dedi. Ayağını frenden çekti, araba ileriye atıldı.
***
Gözlerimi bana son derece yabancı bir yerde açmıştım. Tavan, duvarlar, pencere, yatak, her şey yabancıydı. Tanıdık olan tek şey yanımda bir bebek gibi uyuyan kocamdı.
Kıkırdayarak Deniz'e sokuldum. Kocam. dedim içimden. Senin bir kocan var ve sana çok aşık Ada.
''Sevgilim.'' dedim onu işaret parmağımla dürterek. ''Uyan, evimizde değiliz. Bizi kaçırmışlar galiba. Ama çok insaflılarmış, çok güzel bir yerde tutuyorlar bizi.''
Deniz ağzının içinde bir şeyler mırıldanarak gözlerini açtı ve uyanır uyanmaz kollarını etrafıma sarıp beni kendisine yapıştırdı. ''Sen sarhoş musun hala ya? Ayılamadın mı? Bıcır bıcır ne anlatıyorsun?'' dedi, yüzüme boynuma, omzuma sayamadığım kadar öpücük bıraktı.
''Sarhoş mu? Ne sarhoşu?'' dedim kaşlarımı çatarak. Deniz boynumu minik minik öpmeye devam ediyordu.
''Hatırlamıyorum demeyeceksin herhalde değil mi?'' dedi. Neyi hatırlamam gerekiyordu? Sarhoş mu olmuştum? Sarhoşken bir şey mi yapmıştım?
''Cidden.'' dedi ve yüzünü boynumdan çekip gözlerime bakarak haince gülümsedi. ''Hatırlamıyor musun?''
''Çıks.'' dedim ve gözlerimi devirdim. ''Ne yapmış olabilirim ki?"
''Restorandan çıktıktan sonra arabaya geldiğimizde beni öptün.'' dedi sırıtarak.
''Ee ne var bunda? Kocamı öpemez miyim?''
''Dışarıdaydık Ada. Caddedeydik. Ve sen benim dudaklarımı öptün.''
Gözlerimi kocaman açtım. ''Saçmalama! Ben asla öyle bir şey yapmam.''
"Ama yaptın." dedi Deniz. Yüzündeki gülümseme giderek büyürken sisli bir düşünce gözlerimde belirdi. Ben Deniz'i gerçekten cadde ortasında öpmüştüm. Üstelik küçük bir buse de değildi. Biz baya öpüşmüştük ve uzun sürmüştü.
Elimle alnıma vurdum. "Olamaz. Olamaz ben nasıl sarhoş oldum ki o kadar?"
"Bilmem." dedi Deniz ve elinin tersiyle yanağımı sevdi. "Ama iyi ki sarhoş olmuşsun. Yoksa seni kaçıramazdım. Arabada sızman çok iyi oldu. Sana fark ettirmeden seni buraya getirmenin bir yolunu bulamazdım yoksa."
Konuyu değiştirsem hiç fena olmayacaktı çünkü fena halde utanmıştım. "Neredeyiz biz şimdi? Nereye getirdin beni?"
"Bursa'da butik bir oteldeyiz sevgilim." dedi.
"Bursa mı? Gerçekten Bursa'ya mı geldik Deniz?"
"Evet güzel karım benim. Dün de öyle konuşmuştuk ya. Onu da mı hatırlamıyorsun?"
"Hatırlıyorum hatırlıyorum. Da işte Evren mevzusu olunca ben plan iptal sandım."
"Başkaları yüzünden hayatımızı ertelemeyeceğim Ada. Boş ver sen şimdi Evren'i, Güney'i falan. Sen, seni kaçırmış olmamın keyfini çıkart sadece."
"Mmmhh." diye mırıldandım. "Çıkarayım o zaman. Ne yapacağız bugün?"
Ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Açıkçası şu an düşünmek de istemiyordum çünkü aklıma bir anda Roma gelmişti. "Deniz." dedim korkuyla. "Deniz Roma evde."
"Evde kaç tane adam var aşkım. Göz kulak olacak onlar Roma'ya merak etme sen."
Kısa bir süre düşündüm. "Mama verirler değil mi? Suyunu koyarlar? Bir şey gelmez değil mi başına? İyi baksınlar ona."
"Gelmez sevgilim merak etme sen. İyi bakacaklar. Hele bir bakmasınlar." dedi şakayla karışık. "Hadi söyle şimdi. Ne yapalım bugün?"
"Bisiklet yarışı!" dedim heyecanla. "Ormanına gidelim mi Deniz? Bisiklet yarışı yaparız."
"Gidelim. Önce kahvaltı yaparız. Sonra ormana gideriz. Yarış yaparız. Akşam da dedenlere gideriz. Olmaz mı?''
Mümkünmüş gibi Deniz'e daha çok sokuldum ve uzanıp boynunu öptüm. ''Olmaz olur mu dünyanın ennnn yakışıklı kocası.'' dedim kıkırdayarak. ''Hadi kalk kahvaltı yapalım.''
''Yok, ı-ıı.'' dedi Deniz mırıldanarak. ''Ben henüz acıkmadım.'' Yanağımı öptü. Dudakları usul usul boynuma kayarken eli de nereden bulup da üzerime geçirdiğini bilmediğim tişörtün altına kaymıştı. Parmakları belimde oyalanırken başımı geriye attım ve ona daha açık bir alan sundum. ''Boynun bana verilmiş en güzel hediye.'' dedi. Nefesi boynuma dağılırken onu üstüme çektim ve tişörtünü üzerinden çıkarttım.
Gözlerimi kapattım. ''Seni seviyorum.'' dedim kısık bir sesle. ''Hep seveceğim.''
Deniz'in sıcak nefesi tenimde gezinirken, zamanın nasıl durduğunu hissediyordum. Parmakları belimde usulca dolaşırken tenimde bıraktığı her dokunuş içimde kelebekler gibi çırpınıyordu. O an sadece hissetmek istiyordum. Onu, ellerini, dudaklarını, nefesini.
Beni daha sıkı kendine çektiğinde vücudumun ona nasıl kusursuzca uyum sağladığını fark ettim. Sanki onun kollarının dışına çıkmak mümkün değilmiş gibiydi. Sanki biz birbirimize mühürlenmişiz gibiydik. Boynuma kapanan dudakları tenime sıcak izler bırakıyordu.
"Nefesin bile aklımı başımdan alıyor." diye fısıldadım ellerim usulca sırtında gezinirken.
Gözlerimi açtım. Deniz hafifçe gülümsedi, gözleri arzuluydu. "Her şeyim." dedi. Sesi kısıktı, içindeki yangını bastıramıyordu.
Beni yatağa iyice bastırırken vücudumun altındaki çarşafın serinliği ile onun teninin sıcaklığı arasında kaldım. Aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı. Ellerim güçlü omuzlarına kaydı. Dokunduğum her kas, her çizgi, onun bana ait olduğunu hatırlatıyordu.
Tişörtümü tek hamlede çıkardığında sabahın hafif serinliği tenime dokundu ama ondan yayılan sıcaklık her şeyi bastırıyordu. Ellerinin vücudumda iz bıraktığını hissediyordum. Her dokunuşu, her teması o kadar derin bir haz dalgası yaratıyordu ki anlatamıyordum.
Deniz dudaklarını tenimde gezdirdiğinde nefesim kesildi. Ellerim sırtına geçti, tırnaklarımı hafifçe bastırdım. Onu daha çok hissetmek istiyordum. O an dünya bizim için dönüyordu, bütün evreni içimize çekiyorduk. Deniz yüzüme baktı. İçindeki duyguları görebiliyordum. Bu sadece arzu değildi. Bu sevginin en yüksek hâliydi.
Dokunuşları tenimde yankılanıyor, dudaklarının bıraktığı izler kalbimin ritmini değiştiriyordu. Nefesi boynuma yayıldığında içimde derin bir titreme hissettim. Parmakları belimde oyalanırken başımı geriye attım, ona daha açık bir alan sundum. Beni keşfetmesine izin verdim. Daha fazla, daha derin, daha çok.
Deniz köprücük kemiğimden ayrıldı ve yüzünü yüzümle isabetledi. Nefesi, bir volkanın derinlerinde biriken lavların yüzeye çıkmadan hemen önce yaydığı o sıcak, titrek havaya benziyordu. Dudakları, toprağın uzun süredir susuz kalmış çatlaklarını bulup da aniden yağmurla buluştuğu o anın ürpertisiyle kavuştu bana.
Onun dudakları tekrar benimkileri bulduğunda dünya kayboldu, zaman silindi. Sadece biz vardık. İkimiz, hiç bitmesini istemediğim bu tutkunun içinde eriyorduk.
Onu kendime daha çok çekerken parmak uçlarım sırtında gezinmeye devam etti. Sanki bizden başka hiçbir şeyin önemi yoktu. O an sadece onun dudakları, elleri, nefesi ve beni çağıran sesi vardı.
Elleri yavaşça belimden yukarı kayarken, vücudumun ona nasıl kusursuz bir şekilde karşılık verdiğini hissediyordum. İçimde bir fırtına kopuyordu. Parmak uçları omzumdan başlayıp yavaşça belime süzüldü. Dokunduğu her nokta yanıyordu sanki. Sütyenimi çıkartırken gözleri bir anlığına benimkilere kilitlendi. İçinde bir şefkat, bir açlık, bir bağlılık ve tapınma vardı. Beni keşfediyordu. Adım adım, temkinle ama hiç duraksamadan.
"Seni seviyorum." dedi fısıltıyla.
Gözlerimi kapattım, kelimeleri içimde hissettim. Sonra gözlerimi açıp ona baktım. Deniz. Benim nefesim.
Dudakları tekrardan boynumdan köprücük kemiğime inerken nefesim düzensizleşti. Ellerim saçlarına daldı, onu kendime daha çok çekmek istedim. Yetmiyordu. Onun sıcaklığına, kokusuna, teninin benimkine karışmasına doyamıyordum.
"Deniz." diye fısıldadım. Sesim titrekti ve arzuyla yoğrulmuştu. Yüzünü kaldırdı, dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi. Sıcak nefesi tenime çarpınca gözlerimi kapattım. Ellerim sırtında gezmeye devam ediyordu. Her çizgiyi ezberlemek ister gibi dokunuyordum. Bunu daha önce defalarca yapmıştım ama her seferinde yeniymiş gibi hissediyordum. Onu hissetmeye doyamıyordum.
Deniz'in dudakları göğsüme inerken içimde tatlı bir ürperti yayıldı. Onun olduğu yerde zaman anlamını kaybediyordu. Her şeyi o belirliyordu. Nasıl öpeceğini, nasıl dokunacağını, nasıl beni kendimden geçireceğini, her şeyi o belirliyordu. Sonunda göğsüme indiğinde benimle bütünleşmiş bir deniz gibi üzerime kapandı. Dudakları, dalgaların kıyıya vuruşu kadar ritmikti. Her bir öpücüğü, suyun en derinlerden yüzeye çıkışı gibi derin, ağır ve kaçınılmazdı. Ellerini kalçama kaydırdığında, akıntının sürüklediği bir toprak gibi ona teslim oldum.
Ellerim onu keşfetmek ister gibi, sabırsızca sırtından aşağı kaydı. Kaslarının hareketini hissettim. Gücü, sıcaklığı, bana ait olduğunu hatırlatan her dokunuşu.
Deniz'in parmak uçları kalçamda oyalanırken dudaklarını karnıma dokundurdu. Yakıyordu. Sadece tenimi değil, ruhumu da yakıyordu. Ellerim titredi, tırnaklarımı yatağa bastırdım. "Seni seviyorum." diye fısıldadım nefes nefese.
Deniz başını kaldırdı, gözleri ateş gibi yanıyordu. "Bunu zaten her dokunuşunla söylüyorsun." dedi, sesi kısık ve etkileyiciydi. Beni tamamen soydu, ardından kendisi de soyundu.
Elleri, suların kıyıya usulca vurup ardından geri çekilişi gibi tenimde geziniyordu. Parmakları, bilinmeyen bir kıtanın haritasını çizer gibi, yavaş ve sabırla göğüslerime ulaştığında dudaklarımdan hafif bir inilti yükseldi. Toprak ilk yağmur damlasını hissederken nasıl ürperirse, ben de aynı şekilde titredim.
Deniz ellerini yeryüzünün vadilerinde dolaşan keşif rüzgârları gibi gezdirdi. Bazen hafif bir meltem, bazen güçlü bir bora. Parmakları dokunduğu yerde izler bırakıyor, suyun kayaları aşındırarak şekillendirdiği gibi benim her kıvrımıma kendi izini kazıyordu.
Dudakları, yağmur damlaları gibi tenime düşerken içimde bir ürperti yayıldı. Toprak her zaman suya açtı, susuz kalmış gibi onun her dokunuşuna açlıkla karşılık veriyordum. İlkbaharın ilk yağmurları gibi usul usul başladı keşfi. Yüzümden başlayarak, alnımı, göz kapaklarımı, burnumu nazikçe öptü. Dalgalar kıyıyı usulca yalayarak çekildiğinde nasıl iz bırakıyorsa Deniz'in öpücükleri de bende öyle iz bırakıyordu.
"Her şeyim." diye fısıldadı bir kez daha, dudaklarını tekrar benimkilerle buluşturduğunda içim titredi.
"Deniz." dedim, sesim sıcak bir yel gibi havada dağıldı.
Parmaklarını bacaklarıma sürerken, kumların arasında yol bulan su gibi tenimi incelikle keşfediyordu. Dudakları, gizemli bir adanın kıyılarını gezen bir kâşif gibi her yere, her kıvrıma, her vadiye, her tümseğe dokunuyordu.
Bacaklarımın arasına indiğinde benim içimde gizlenen su kaynağını bulmuş gibiydi. Orada durdu, gözlerini gözlerime kaldırdı. Adı gibi dalgalı bakışları, sonsuzluğa açılan bir ufuk gibiydi.
"Senin her yerin, her kıvrımın bir doğa harikası gibi." diye fısıldadı, sesi derin bir mağaranın içinde yankılanan su damlaları gibiydi.
Artık tamamen ona teslimdim. Deniz'in dudakları kasıklarıma doğru ilerlerken, parmakları en hassas noktalarımda gezinmeye başladı. Kıvranıyordum, nefesim kesiliyordu. Bağlıydım, teslimdim, tamamen onun elindeydim. Çaresizce inledim ama Deniz'in tek yaptığı, dudaklarını daha derine bastırmak ve ateşi daha da harlamaktı.
Derin bir nefes verdim. Toprak artık suya kavuşmalıydı. Onu omuzlarından tutup yukarıya doğru çektim. Yüzlerimiz aynı hizaya gelmişti.
Su ve toprak dünyanın dengesini değiştirerek bizim bedenimize büründü.
Etraf doğanın en derin sırrını fısıldadığı bir an gibi sessizdi. Güneş gökyüzünde usulca titreşirken, yeryüzü nefes alıyordu. Su toprağın kıyılarına yaslandığında, iki elementin kaçınılmaz birleşmesi gibi iç içe geçtiler. Toprak susuz kalmış bir vaha gibi suya açılırken su dalgalarının yükseldiğini hissetti.
Su ilk önce usulca bir nehrin kurumuş yatağına süzülmesi gibi toprağın içine sızdı. Su, toprağı ıslatırken, her dokunuş bir keşifti. Toprak içindeki kıvrımların yavaşça suya doyduğunu hissetti. Su toprağın derinliklerine kök salarken, su da toprak da bir fırtınanın ortasında savruluyordu.
Suyun hareketleri okyanusun sahile vuruşu gibi bir ileri, bir geri savruluyordu. İlk başta yumuşak bir meltemdi bu; serin, tatlı ve hafifti. Ama ardından fırtına yükseldi. Dalgaların kıyıyı dövmesi gibi, su toprağın içine her seferinde daha derin, daha sahiplenici ilerledi. Su, toprağın içine işliyor, onu şekillendiriyor, parçalarına nüfuz ediyordu.
Toprak kendini suya iyice teslim ettiğinde içindeki sarsıntının büyüdüğünü hissetti. Bir yanardağın derinlerinde kaynayan lavlar gibi, içindeki sıcaklık da yükseliyordu. Suyun her hareketi, gelgitlerin ritmiyle yankılanıyor, doğanın en kadim döngüsünü tekrarlıyordu.
Su toprağın içinde denizlerin kabarışı gibi yükselip alçaldıkça, ikisi de doğanın kaçınılmaz yasalarına teslim olmuş iki element gibi birbirine karışıyordu. Gelgitlerin kıyıya vurduğu an ile depremin yerin derinliklerinden yükseldiği o kaçınılmaz an arasındaydılar.
Su toprağa kapandığında toprağın içindeki çatlaklar, suyun derinlerine sızdığı bir vadi gibi genişledi. Su çorak topraklara dokundukça, toprağın içindeki kuru kumlar suya doyar gibi yumuşadı, ıslandı, serinledi. Su toprağın içinde vadileri izleyerek, kıvrımlara şekil vererek, her çöküntüyü, her tepeliği sabırla keşfederek bir nehir gibi akıyordu.
Toprak suyun ağır ritmiyle dalgalanırken, su da onu sarmalayan sonsuz bir derinlik gibi toprağı içine çekiyordu. Doğa tamamlanıyor, su ve toprak bir kez daha birbirine karışıyordu.
Toprak, suyun dalgalarına kapılmış bir ada gibi sarsılıyordu. Su, toprağın içinde gidip geldikçe yeryüzünün çatırdayan derin katmanlarını yerinden oynatıyordu. Zeminde oluşan çatlaklar toprağın içinde bir şeyleri parçalıyor, sonra yeniden şekillendiriyordu.
Suyun bir dokunuşuyla toprağın içinde titreşimler yayıldı. Toprak suyun hükmüyle bir kıta, bir vadi, bir dağ gibi şekillendi. Suyun dokunuşları zamanın aşındırdığı kayalar gibi sabırla toprağın ruhuna işliyordu. Toprağı şekillendiren, içinde derin yarıklar açan, en kurak bölgelerine bile hayat veren bir okyanus gibiydi artık su.
Suyun son dalgası kıyılarına çarptığında, toprak bir deprem gibi titredi. Yer altındaki lavların patlaması gibi içinde bir ısı yayıldı, her bir sinirinden ta iliklerine kadar süzüldü.
Toprak derinden sarsılmaya başladı. Su dalgalarının içine son kez çarpışıyla sarsıldı, suyla bütünleşti. Toprak suyu içine çekti, su toprağı yok etti ardından toprağı baştan yarattı.
Sular geri çekildiğinde, geride sadece birbirlerine bulanmış nefesler kaldı. Su da toprak da büyük bir hazzın doruklarına çıkmıştı.
***
Duştan sonra Deniz'in benim için hazırladığı ve benden saklayarak Bursa'ya kadar getirdiği valizden çağla yeşili bir kargo pantolon çıkardım. Anlaşılan Deniz bisiklet kullanırken rahat olmamı istemişti. Pantolondan sonra da üzerime krem rengi, ince askılı ve fitilli bir bluz çıkarıp yatağa attım. O sırada Deniz banyodan çıkmış, eline aldığı küçük havluyla saçlarını kurulamaya çalışıyordu. Onu baştan aşağı süzdüm. Beline büyük bir havlu sarmıştı, üzeri ise çıplaktı. Göğsünden aşağı doğru süzülen sulara baktım. ''Biz daha yeni seviştik!'' dedim ona sırtımı dönerek. ''Karşımda durmasana öyle.''
Adım seslerini duydum. Bir şey söylemeden yanıma doğru ilerledi. Belime sarıldı ve boynumu öptü. Ardından çenesini omzuma koydu. ''Ne olur karşında böyle durursam?''
''Hiç iyi şeyler olmaz.'' dedim ve yanağımı yanağına yasladım.
''Bence güzel oluyor ya. Sence olmuyor mu?'' dedi merakla. Neredeyse gülecektim.
İç çektim ve gözlerimi kapattım. ''Seninle yaşadığım her şey güzel. Hayallerimin bile ötesinde.''
Göremesem bile Deniz'in gülümsediğini hissedebiliyordum. Başını yavaşça bana çevirdi, yanağımı öptü. ''Hadi giyinelim ve kahvaltıya gidelim sevgilim.''
***
Kahvaltıdan sonra hiç beklemeden Deniz'in ormanına gitmiştik. Deniz motoru susturduğunda etrafı izliyordum. Camdan dışarı bakarken yüzüme vuran güneş ışığıyla gözlerimi kıstım. Sabah serinliği Bursa'nın baharına karışmıştı ve orman yeni yeni uyanıyordu.
Kapımı açıp arabadan indim. İlkbaharın hafif ılık havası, devasa ağaçların arasından usulca geçerken toprağa sinmiş taze çimen kokusunu beraberinde getiriyordu. Koru, baharın habercisi gibi capcanlıydı. Uçuşan yapraklar, kuş cıvıltıları ve usulca esen rüzgar her şeyi daha da büyülü yapıyordu.
Büyük bir hayranlıkla etrafı izlerken Deniz de arabadan indi ve yanıma gelip bana arkamdan sarıldı. "Krallığıma hoş geldin sevgilim." dedi boynuma bir öpücük kondurduktan hemen sonra.
Ona doğru döndüm, kollarımı boynuna sardım ve alaycı bir ifadeyle baktım. "Sen de her yeri krallığın sanıyorsun zaten. Ev senin krallığın, şirket senin krallığın, şimdi de orman mı?"
Deniz kaşlarını kaldırıp düşünüyormuş gibi yaptı. "Evet, mantıklı. Bütün topraklarımda benim sözüm geçer."
Başımı iki yana sallayarak güldüm. "Peki madem, krallığınızda ben ne oluyorum?"
Deniz kurnaz bir gülümsemeyle beni izledi, bedenimi kendine iyice çekti ve gözlerimin içine bakarak "Krallık benim olabilir ama kraliçem sensin. Yani burada asıl senin sözün geçer." dedi.
Gözlerimi kısarak onu süzdüm. "Yarış yapacağız diye şu anda beni kandırmaya mı çalışıyorsun?"
Deniz kahkaha atarak başını iki yana salladı. "Kandırmak mı? Asla! Ben sadece evrendeki doğal düzeni kabul ediyorum. Krallık benim, ama senin bir bakışınla her kuralı değiştiririm."
"Öyleyse kraliçen olarak ilk emrimi veriyorum. Yenilmeye hazır ol!"
Deniz kıkırdayarak geriye çekildi. "Hazırım ama bence kendini fazla kaptırma. Yine de beni yenemezsin!" dedi.
"Göreceğiz bakalım kral. Sen hile yapma da ben nasıl olsa kazanırım."
Deniz dudaklarını sıkıp başını salladı. "Ben hile yapmam sevgilim."
Gözlerimi devirdim. "Tabii ki yapmazsın."
Deniz kahkaha attı. "Benimle yarışamazsın sevgilim. Ben çocukken bisiklet üstünde büyüdüm."
Alaycı bir şekilde gözlerimi devirdim. "Evet evet, tam bir bisiklet şampiyonu gibi görünüyorsun. Hadi bakalım, görelim marifetlerini!" dedim ve kollarımı boynundan ayırıp bisikletlere doğru ilerledim, bir tane bisiklete atladım. Gidonu sıkıca kavradım, başımı göğe kaldırdım ve gökyüzünü izledim. O esnada Deniz de beni izliyordu.
"Şu an düşündüğün şeyin ne olduğunu biliyorum." dedi Deniz, başımı indirdim ve ona bakarak gözlerimi kıstım.
"Ne düşündüğümü biliyorsan söyle bakalım."
"Kaybedersen huysuzlanacaksın."
Kaşlarımı kaldırıp gülümsedim. "Kaybedeceksem neden yarışalım ki?"
Deniz kahkaha atıp bisikletinin selesine oturdu. "Korkuyorsan şimdi söyle. Başlamadan kaçmana izin verebilirim."
Gözlerimi devirdim ama dudaklarımdaki gülümseme gitmemişti. "Başlayalım mı artık Deniz Bey?" dedim hafif alaycı bir tonla.
"Ben çoktan başladım bile aşk çiçeğim." dedi Deniz. Hızla pedallara asıldığında gözlerimi kısıp hemen arkasından peşine düştüm. Hava baharın en güzel tonlarıyla aydınlanmıştı. Etrafta sadece doğanın sesi vardı. Dağlardan esen hafif rüzgar, çam kokusunu burunlarımıza taşıyordu. Koru, sanki sadece bize ev sahipliği yapıyordu. Çakıl taşlarının çıtırtısı, rüzgarın saçlarımda bıraktığı serinlik ve birbirimize attığımız tatlı bakışlar. Hepsi içimi kocaman bir mutlulukla dolduruyordu.
Her virajda ona biraz daha yaklaşıyordum, Deniz bunu fark ettikçe daha hızlı sürüyordu. Aramızdaki bu tatlı rekabet, bugün bir aşk oyunu gibi yaşanıyordu.
"Bir iddiaya girmeliydik." diye arkasından bağırdım. Metrelerce yol gelmiştik. "Kaybeden bir gün boyunca kazanan ne istiyorsa onu yapsın."
"Ne yapmamı istiyorsun?" dedi Deniz. "Olur da kazanırsan yani."
"Bir gün boyunca bana Kraliçem diye hitap edeceksin." dedim kıkırdayarak.
"Kabul. Ben kazanırsam da sen beş dakikada bir beni öpeceksin. Anlaştık mı?"
"Anlaştık." dediğimde ona yetişmiştim.
"Ama sevgilim sen bu kadar yavaş sürersen, burada sabaha kadar kalırız."
Deniz'e yan gözle bakarak pedallarıma daha güçlü bastım. "Yavaş falan sürdüğüm yok! Sadece doğanın tadını çıkarıyorum."
Deniz gülerek hızlandı ve birkaç metre ileriden seslendi. "Doğanın tadını çıkarmak mı, yoksa benden geride kalmak mı? Çünkü ikincisi daha gerçekçi geliyor!"
Cevap vermedim ve biraz daha hızlandım. Yolun iki yanını çevreleyen ağaçların arasından geçen hafif rüzgâr yüzlerimize çarpıyor, kuş sesleri arasında kahkahalarımız yankılanıyordu.
Deniz arayı açmaya başlamıştı ki aniden yön değiştirip daha kısa olan patikaya girdim. "Hoop! Kestirme yol!" diye bağırarak Deniz'i şaşırtmayı başarmıştım.
Deniz şaşkınlıkla yavaşladı. "Hey! Bu haksızlık!" diyerek peşime düşmüştü.
Ancak yanıldığım bir nokta vardı. O da kestirme sandığım yolun, birkaç saniye sonra tamamen çamurlu bir zemine dönüşmesiydi. Lastikler kayıyor, bisikleti kontrol etmek zorlaşıyordu. Frene basmak isterken bir anda dengemi kaybedip bisikletle birlikte yana devrildim. "Ahhh." diye bir çığlık attığımda Deniz de aynı anda adımı seslenmişti.
Toparlanmaya çalışırken Deniz'in bisikletten indiğini ve telaşla yanıma geldiğini duyabiliyordum. "Kahkaha atmaya başlayacak mısın yoksa ben ambulansı mı çağırayım?"
Başımı kaldırıp geldiği yöne baktım. Ardından kendimi tutamadım ve kahkaha atmaya başladım. Ben gülmeye başlayınca Deniz de gülmeye başladı ve yere eğilip kalkmama yardım etti. "Ada, iyi misin? Aman Allahım, harika bir hamleydi. Gerçekten de kestirme bir yolmuş. Bir yerin incindi mi?"
Başımı iki yana salladım. "Egom incindi sadece."
Tek eliyle çenemi tuttu ve başımı salladı. "Kurnazlık yaparsan böyle olur işte." dedi ve yüzümü temizlemeye çalıştı. "Her yerin çamura bulanmış güzelim."
"Güzelim mi? Şaka yapıyorsun değil mi? Suratım ne hale geldi Deniz?"
Deniz kahkaha atarak başını iki yana salladı. "Bence gayet tatlı görünüyorsun. Belki yeni bir cilt maskesi trendi başlatırsın. Orman Çamuru Terapisi falan."
Yüzümdeki çamura parmağımı batırıp Deniz'in yüzüne hafifçe sürdüm. "Al sana terapi!"
Deniz hızla geri çekilmeye çalıştı ama onu yakalayıp biraz daha bulaştırdım. Sonunda ikimiz de kahkahalara boğulmuştuk.
Deniz bir anda bileklerimi tutarak beni kendine çekti ve gözlerimin içine baktı. "Seni çok seviyorum biliyor musun?"
Gülümseyerek derin bir nefes aldım. "Biliyorum. Ama bunu çamur savaşını kazandıktan sonra söylemen daha romantik olurdu."
Deniz kahkaha attı ve yavaşça dudaklarını benim dudaklarıma getirdi. Hafif bir öpücüğün ardından, "Daha bisiklet yarışını bile kazanamadın, çamur savaşını mı kazanmayı planlıyorsun?" dedi.
"Mühim değil biliyor musun?" dedim, kaşları havalandı. "Ben seni kazandım ya bisiklet yarışını da çamur savaşını da sen kazansan olur."
Deniz kollarını etrafıma sardı, alnımı kocaman öptü. Kısacık bir zaman sonra sarılmamızı sonlandırdı ve telefonunu bir ağaca koyup zamanlayıcıyı açarak koşup yanıma geldi. "Hadi bu anı ölümsüzleştirelim." dedi. Deklanşör sesi geldiğinde Deniz'in dudakları yanağımda, kolları da belime sarılıydı.
"Bakalım nasıl çıkmışız." dedim. Deniz'in telefonunu aldım, fotoğrafı uzun uzun inceledim. Çok güzeldik. O yüzden hiç beklemeden fotoğrafı Instagram hesabında paylaşıp kendimi etiketleyerek açıklamaya Yeni bir hayat. yazdım. "Evet işte oldu." dedim ve telefonunu Deniz'e verdim. Telefonu cebine koydu, kolunu omzuma attı ve beni ormanın içine doğru yürüttü.
Yaprakların hışırtısı, rüzgarın ağaç dallarında dans edişi ve kuşların cıvıltısı eşliğinde yan yana yürüyorduk. Deniz'in elini tuttum ve başını onun omzuna yasladım. "Burası gerçekten çok huzurlu."
Deniz de başını bana yaklaştırdı. "Evet ama burayı asıl huzurlu yapan sensin."
Ormanın ortasında küçük bir dereye ulaşmıştık. Deniz aniden eğilip suyun içine elini daldırdı, sonra bir avuç suyu benim üzerime sıçrattı.
"Deniz!?" dedim şaşkınlıkla irkilirken.
Deniz kahkaha attı. "Hava sıcak ya, serinlersin diye düşündüm."
Kollarımı kavuşturdum ve gözlerimi kısarak ona bakmaya başladım. "Sen istedin bunu."
Aniden eğildim ve ben de suyu avuçlayıp Deniz'in üzerine sıçrattım. Böylece bir su savaşı başlamıştı. İkimiz de kahkahalarla birbirimizi ıslatırken, geri adım attım ama ayağım kaydı ve küçük bir taşın üzerine bastım. Tam düşecekken Deniz hızla uzandı ve beni belimden yakalayarak kendine çekti.
"Ben seni hep böyle yakalarım, merak etme." dedi Deniz fısıltıyla.
Gülümsedim ve başımı hafifçe yana eğdim. "Biliyorum. O yüzden sana hep düşmeye hazırım." Deniz gülümseyerek beni sıkıca sardı ve alnıma uzun bir öpücük kondurdu. Güneş, ağaçların arasından süzülerek ikimizi de altın rengine boyarken, aşkımız doğanın içinde sessizce yankılanıyor gibi hissediyordum. "Seni çok seviyorum Deniz Aladağ."
"Ben seni daha çok seviyorum Ada Dinçer Aladağ." dedi ve dudaklarımı uzun uzun öptü.
"Bisiklet yarışımızın kazananı yine olmadı." dedim dudaklarımı aşağı sarkıtarak.
"Üzülme sevgilim. Kazanmamış olsan bile sana Kraliçem derim ben."
Sırıttım. "O zamaaaan ben de kazanmamış olsan bile seni beş dakikada bir öperim." dedim ve yanağına büyük bir öpücük bıraktım.
"Oh." dedi Deniz. "Ne güzel öpüyormuşsun sen." Beni patika yola çevirdiğinde saate bakmıştım.
"Deden, babaannen, halan ve kuzenlerin bizi bekliyor sevgilim." dedi kolunu omzuma atmadan hemen önce. "Konağa gideceğiz."
Deniz'e iyice sokulup gülümsedim. "Yine her şeyi planlamışsın ve ben fark etmemişim. Ne ara yaptın sen bu planları?"
"Boş ver orasını karıcım. Senin tek görevin eğlenmene bakmak. Başka bir şey düşünmek yok." dedi Deniz ve çalan telefonunu yanıtladı. "Efendim Eser... Hayır Bursa'dayım ben... Yok, biraz daha bekleyelim... Sevkiyatın ne zaman olacağını öğrenebildin mi?... Tamam, bekle biraz daha... Evde kalıp dinlen işte oğlum... Bir şey demiyorum Eser sana. Neyse kapatıyorum ben. Görüşürüz yine önemli bir şey olursa." dedi ve kısa bir süre sonra telefonu kapattı.
"Eser nasıl öğrenecek ki sevkiyatın ne zaman olacağını?"
"Karıcım, ben daha az önce ne dedim sana? Sadece eğlenmene bak demedim mi?"
"Endişelenecek bir şey yok benim güzel karım." dedi ve alnımı öptü. Bisikletlerin olduğu yere gelmiştik. "Hadi arabaya dönme vakti."
Bisikletlerimize bindikten sonra arabanın yanına döndük. Deniz anahtarı bana vermişti. "Al bakalım kullan arabanı sevgilim."
Anahtarı heyecanla alıp şoför tarafının olduğu yere koştum. Deniz beni gülerek izlerken arabaya atladım. Direksiyonun başına geçtiğimde heyecanla arabayı çalıştırdım. Deniz de yan koltuğa oturmuş, kollarını göğsünde kavuşturmuş bir şekilde bana bakıyordu. "Hadi bakalım şoför hanım, hazır mısın?" dedi hafif alaycı bir ses tonuyla.
Kaşlarımı kaldırarak ona yan gözle baktım. "Deniz, ben Fransa'da iki yıl boyunca araba kullandım. Sence buradaki yollarla baş edemeyecek miyim?"
Deniz kahkaha attı. "Sadece kontrol ediyorum güzelim. Belki beni etkilemek için yanlış şeride falan girersin diye düşündüm."
Gözlerimi devirdim ama gülümsememi de saklayamadım. "Kemerini tak ve sus Deniz Bey."
Deniz kemerini taktı ve arkasına yaslandı. "Emredersiniz kraliçem."
Gaza bastım ve arabayı ormandan çıkartarak ana yola sürdüm. Deniz camdan dışarı bakarken arada bir bana dönüp kaçamak bakışlar atıyordu. "Beni mi izliyorsun Deniz?" dedim dudaklarımı hafifçe ısırarak.
"Şoförlüğünü değil de seni izliyorum Ada. Şu direksiyon başındaki halin bile beni kendine hayran bırakıyor."
Yüzüme sıcacık bir gülümseme yayıldı. "Kocamın ağzı bugün pek tatlı konuşuyor."
"Çünkü çok aşığım." dedi Deniz. "Ve seni mutlu görmek beni de mutlu ediyor." Bursa'nın yollarında ilerlerken Deniz elini dizimin üzerine koydu. "Dedenler bizi dört gözle bekliyor. Seni görünce çok sevinecekler."
Gülümsedim. "Ben de onları görmeyi çok istiyorum."
Bir süre sessizlik içinde yola devam ettik. Konağın geniş demir kapısı önümüze çıktığında içimde tatlı bir heyecan hissettim. Arabayı yavaşça bahçeye sürdüm. Daha motoru durdurmadan bahçeden gelen hareketlilik dikkatimi çekti. Dedem, babaannem, halam, eniştem ve kuzenlerim hep birlikte kapıda bekliyorlardı. Oya'nın heyecanlı çığlığı duyuldu. "Adaaaaa!"
Arabadan indik ve Deniz'le el ele dedemlerin yanına ilerledik. Bursa'nın serin akşam esintisi, bahçedeki çiçek kokularına karışarak etrafımızı sardı. Taş duvarların arkasından gelen cırcır böceklerinin sesi, akşamımıza eşlik eden tatlı bir melodi gibi kulağıma doluyordu. Geniş bahçede, rüzgârın dokunduğu ağaç yaprakları usulca hışırdıyor, ortama büyüleyici bir ritim katıyordu.
Konağın verandasından yükselen ışıklar bahçeye sıcak bir parlaklık yayıyor, pencerelerden süzülen loş sarı ışık eski taş duvarlarda huzurlu gölgeler oluşturuyordu. Üzerine basınca hafifçe ezilen çakılların sesi adımlarımıza eşlik etti. Hava, baharın en güzel zamanlarından birine yakışır bir serinlikle tenimi okşuyordu.
Ben etrafı izlerken Oya yanımıza ulaştı ve bana sıkıca sarıldı. "Ada hoş geldin." dedi, kollarını bana dolarken.
"Hoş buldum." dedim, sarılmasına karşılık verdim.
Ardından halam yanımıza geldi ve gözleri dolu dolu bana sarıldı. "Ada'm, hoş geldin yavrum."
Babaannem de duygulanmıştı. Yaşlı gözlerle başımı okşadı. "Öyle çok özledik ki seni kızım. Hoş geldin. Nihayet seni bu evde yine görüyorum." dedi ve bana sıkıca sarıldı.
İçim burkulsa da gülümsemeye çalıştım. "Babaannem benim. Artık hep geleceğim. Hiç özletmeyeceğim kendimi."
Dedem yanımıza geldiğinde elini öptüm ve kendimi onun kolları arasında buldum. Bana kocaman sarılmıştı. "Hoş geldin benim güzel torunum. Pamuk kuzum."
"Hoş buldum dedecim." Deniz, biraz geride durup bizi izliyordu. Gözleri mutlulukla doluydu. Göz göze geldiğimizde hafifçe başını salladı. Bu mutluluğu paylaşmanın verdiği huzuru hissediyordum.
Oğuz yanıma gelip hafifçe yumruğuyla omzuma dokundu. "Hoş geldin Ada."
Gülümsedim. "Sen ne kadar değişmişsin Oğuz. Neredeyse Deniz kadar olmuşsun."
"Ada, Deniz'le beni bir tutman çok yanlış. Adamın kasları var!" dedi, Deniz'e bakarak güldü.
Deniz kahkaha attı. "Çalış oğlum, senin de olur."
Halam saçlarımı öptü. Eniştemle kucaklaştım. O sırada Deniz de herkesle kucaklaşıyordu. "Hadi içeri girelim, kahvelerimizi içelim. Sohbet edecek çok şey var."
Deniz'le göz göze geldik. Elimi tuttu ve birlikte konağa doğru yürüdük. Bursa'da olmak, ailemin yanında olmak ve en önemlisi Deniz'le bu anı paylaşmak bana büyük bir huzur vermişti.
Konağa girer girmez sıcak bir ortam bizi içine çekmişti. Babaannemin mis gibi tarçın kokan evi, dedemin eski radyosundan yükselen Türk Sanat Müziği, halamın mutfakta telaşla bir şeyler hazırlaması, kuzenlerimin etrafımızda koşuşturması. Tüm ayrıntılar beni büyük bir mutluluğun içine çekiyordu.
Babaannem koluma hafifçe vurdu. "Ada, yavrum, bana şöyle güzel bir kahve yap da içeyim."
Deniz hemen araya girdi, alaycı bir ifadeyle bana bakarak, "Aaa sevgilim, sen kahve yapabiliyor musun? Bizim evde neden hiç yapmıyorsun?" dedi kaşlarını kaldırıp.
Gözlerimi devirdim. "Çünkü bizim evde kahve makineleri var Deniz Bey. Yani sen de yapabilirsin."
Dedem kahkaha attı. "Deniz oğlum, bir karısına laf etmeyen sen kalmıştın zaten, helal olsun!"
Deniz gülerek başını iki yana salladı. "Benim işim bu dede, eğleniyorum."
Oya yanımıza gelip ellerini beline koydu. "Millet, barbekü yapacağız değil mi? Koca konağa gelmişsiniz, mangalsız olmaz."
Deniz başını salladı. "Tabii ki. Ama ustası kim olacak?"
Oğuz hemen elini kaldırdı. "Ben!"
Halam mutfaktan bağırdı. "Oğuz, sen mangalın başına geçersen akşamı aç geçiririz, çekil oradan!"
Herkes kahkahalarla gülerken Oğuz ellerini beline koyup surat astı. "Ama anne ya! Bir kere de güvenin bana."
Babaannem gözlerini devirdi. "Geçen yıl mangalın başına geçtiğinde köfteleri yakıp 'Ben bu eti böyle seviyorum.' demedin mi?"
"Ya o bir defalık kazaydı!" dedi Oğuz savunmaya geçerek.
Deniz kahkaha attı. "Tamam tamam, Oğuz sen yardımcı şef ol. Asıl işi ben halledeceğim."
Dedem onaylar gibi başını salladı. "Aferin oğlum. Ada sen de bir salata yap kızım."
Oya bana doğru eğilip kısık sesle "Erkekler mangal yapar, kadınlar salata... Tipik." dedi gözlerini devirerek.
***
Deniz ve Oğuz bahçeye çıktığında mangalı hazırlamaya başlamıştı. Ben Oya'yla mutfakta salata ve mezeleri hazırlarken halam kahveleri yaptı. Sanki ben yapmışım gibi dedeme, enişteme ve Deniz'e ikram ettim. Hemen ardından mutfağa döndüm, halama ve Oya'ya yardım ettim.
"Domatesleri iri doğra Oya. Soğanları biraz daha inceltin. Ada, limonu bol koy. Sarımsağı unutmayın. Zeytinyağını az gezdirin." dedi halam.
Oya elindeki bıçağı masaya koydu. "Anne bu salata mı yoksa kimya deneyi mi? Ne çok detayı var!"
Halam kaşlarını çattı. "Lezzet önemli kızım."
Ben gülerken Oya iç geçirdi. "Tamam tamam susuyorum." dedi, salata kasesini aldı ve hep birlikte bahçeye döndük.
O sırada Oğuz'un çığlığı yükseldi. "Aaaah! Deniz, üzerime duman geldi, kör oldum!"
Oya gözlerini devirdi. "Neden mangalın tam dibinde duruyorsun ki?"
Deniz kahkaha atarak mangal maşasını salladı. "Mangalın kanunlarını bilmiyorsun Oğuz. Duman hep aceminin üstüne gider."
Dedem sandalyeye kurulup onları izlerken keyifle kahvesini yudumladı. "Bizim zamanımızda mangal yaparken böyle şikayet edilmezdi. Kemiği elimizle çevirirdik!"
Halam da ekledi. "Baba, artık modern çağdayız. Maşa diye bir şey var, eliyle çeviren kaldı mı?"
Dedem gururlu bir şekilde başını dik tuttu. "Bazı gelenekler hiç değişmez."
Tam o sırada Deniz elindeki eti mangala koyduğunda büyük bir duman bulutu yükseldi. Oğuz panik içinde geriye sıçradı. "Ben gidiyorum! Karbonmonoksitten ölmeden şu işten sıyrılayım."
Babaannem kahkaha attı. "Şu çocuğa bakın hele, mangalı savaş alanı sandı."
O sırada Deniz bana döndü. "Ada, yanıma gelsene karıcım." Usul usul yanına ilerledim ve kollarımı beline sardım. Biz Deniz'le ateşle ve etlerle uğraşırken halam, Oya ve Oğuz mutfaktaki her şeyi bahçedeki masaya taşıyordu.
Babaannemin sevdiğim tarçın kokusu, mutfaktan yayılan tereyağlı börek ve baharatlı mezelerin kokusuyla birleşerek bahçeye dolmuştu. Havada asılı duran bu tanıdık aromalar, çocukluğumun mutlu anılarını canlandırıyordu. O sırada dedemin eski radyosundan yükselen ağır ritimli bir Türk Sanat Müziği parçası, geceye nostaljik bir tat katıyor, konağın yıllara meydan okuyan atmosferini tamamlıyordu.
Bahçede yer yer büyük taş saksılar vardı, içlerinde mor menekşeler, sümbüller ve zambaklar açmıştı. Çimlerin arasından yayılan toprak kokusu, akşam çiğinin ilk damlalarıyla birleşerek ferahlatıcı bir doğallık sunuyordu. Biraz ileride küçük bir çeşmeden akan suyun şırıltısı, gecenin sakin fonuna zarif bir tını ekliyordu.
Deniz, elimi sıkarak gülümsedi. "Ne güzel bir yer burası." dedi fısıltıyla. Kahvesinin son yudumunu içti. "Halanın eline sağlık." dedi, fincanını barbekünün yanındaki masaya koydu.
"Halam yapmadı ki kahveyi, ben yaptım." dedim.
"Emin misin?" dedi kaşlarını kaldırıp.
"Eminim tabii ki. Ben yaptım."
"Anladım, o zaman sen benim sade kahve içtiğimi unuttun ve şekerli kahve yaptın."
"Şekerli mi yapmış?" dedim şaşkınlıkla. Ardından aceleyle ekledim. "Im. Yani şekerli mi yapmışım?"
Deniz minik bir kahkaha atıp alnımı öptü. "Öyle yapmış." dedi. "Sın. Yani şekerli yapmışsın."
"Of. Ele verdim kendimi yani." dedim. Deniz gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı.
"Evet." dedi bir süre sonra. "Etler hazır." Maşayla barbekünün üzerindeki etleri tabağa koymaya başladığında ben de diğer maşayı aldım ve ona yardım ederek tabağı doldurmaya başladım.
"Masa da hazır." dedi Oğuz. Başımı çevirdim. İki şişe rakı çıkartmıştı. Barbeküyle işimiz bittiğinde biz de masaya geçtik.
Deniz bir parça eti tabağına attı ve Oğuz'a döndü. "Hadi ye, bakalım ustandan öğrendiğin lezzeti beğenecek misin?"
Oğuz büyük bir ısırık aldı ve dramatik bir şekilde gözlerini devirdi. "Allah'ım bu nasıl bir lezzet! Aklımı kaybettim!"
Hepimiz kahkaha atmaya başlamıştık. Dedem o sırada bardaklarımızı dolduruyordu. Sıra bana geldiğinde Deniz şişeyi dedemin elinden aldı ve bana dökmeden Oya'ya verdi. "Ya ben de içeceğim." dedim.
"Yok." dedi Deniz. "Sarhoş oluyorsun sonra. Yasak sana içmek."
"Aması yok hayatım. Bak halan ne güzel meyve suyu getirmiş. Meyve suyu iç sen."
"Adil adil. Hadi sevgilim. Doldur bakalım bardağını sen."
Büyük bir hoşnutsuzlukla halamın meyve suyu doldurduğu sürahiyi aldım ve bardağıma meyve suyu koydum, tabağıma baktım. Etler gerçekten çok lezzetli görünüyordu. Çatalıma batırdığım bir parçayı ağzıma attım. Tadı da görüntüsü kadar güzeldi. "Aşkım bunlar çok güzel olmuş."
Deniz uzanıp saçlarımı öptü. "Afiyet olsun karıcım." dedi. Herkesin yüzünde büyük bir huzur ve mutluluk vardı. Deniz'in omzuna başımı yasladım ve masadaki neşeye bakarak iç geçirdim. "Şu an o kadar mutluyum ki. Hayal ettiğim gibi her şey."
Deniz başımı öperek fısıldadı. "Daha yeni başlıyoruz sevgilim. Her şey daha da güzel olacak."
Her şey daha güzel olacak mıydı bilmiyordum ama şu an çok mutluydum ve bu mutluluğu kaybetmemek için elimden geleni yapacaktım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.16k Okunma |
10.28k Oy |
0 Takip |
78 Bölümlü Kitap |