
Saatler sonra evimizin bahçesindeydim. Ortalık çok sakin görünüyordu. Uygar'ın arabası yoktu. Demek ki gitmişti. Acaba Deniz evde miydi? Onu on yedi kez daha aramama rağmen telefonu açmamıştı. İyi olmasını ve beni hala seviyor olmasını umdum.
''Gelmemi ister misin?'' dedi Savaş şefkatle. ''İstersen yanında olurum.''
''Deniz'le biraz yalnız kalsam iyi olur Savaş. Daha sonra haberleşiriz.''
''Sen nasıl istersen. Beni mutlaka haberdar et. Eğer kötü hissedersen gelip seni alırım. Saat kaç olursa olsun ara. Tamam mı?'' Başımla onayladım. Savaş uzanıp yanağımı öptü. ''Seni çok seviyorum.''
Büyük bir yorgunlukla gülümsemeye çalıştım, başaramayınca arabadan inip bagajdan valizimi aldım.
''Hoş geldin yenge.'' dedi Hakan valizimi elimden alırken.
Onu başımla cevapladım. ''Deniz evde mi?''
''Evde yenge.'' Bakışlarımı onun üzerinden çekip el çantama çevirdim ve anahtarımı çıkarttım. ''Kapının kilidini değiştirdiler yenge.'' Bunun ne demek olduğunu bilmiyordum. Güvenlik açısından mı yoksa ben girmeyeyim diye mi değiştirilmişti bilmiyordum. Zile uzandığım sırada kapı yavaşça açıldı. Hakan bizi yalnız bırakmak istemiş olacak ki valizimi hemen kapının yanına bıraktı ve saniyeler içinde ortadan kayboldu.
Bakışlarımı yerden yavaşça yukarıya doğru kaldırdım. Onlarca çağrıma asla dönmeyen nişanlım yüzüme bakmaya da tenezzül etmemişti. Kapıyı açar açmaz arkasına dönmüş, içeriye doğru ilerliyordu. Kapıyı açık bıraktığına göre demek ki içeriye girmemde bir sakınca yoktu.
Ürkek adımlarla ilerledim ve kapıyı kapattım. Hiçbir ışık yanmıyordu. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı ve Deniz'e ne diyeceğimi bilmiyordum. Tek yaptığım bacaklarımın beni salona götürmesine izin vermekti. Deniz bir koltuğa oturmuş viski şişesini kafasına dikiyordu. Kaygısızdı. Telaşlı görünmüyordu. Beni gördüğüne sevinmemişti, Cemre'nin kaçması onda tedirginlik yaratmamıştı. Beni de teselli etme gereğinde bulunmuyordu. Belki de gerçekten endişe edecek bir durum yoktu.
Bakışlarımı yere çevirdim. Parçalara ayırdığım resmimden hiçbir iz kalmamıştı. Yutkundum ve önce pencereden sızan ışığa sonra da ona baktım. ''Seni aradım.'' dedim pürüzlü bir sesle. Israrla bana bakmıyordu. ''Defalarca aradım.'' Cevap vermemişti. Telefonlarıma neden cevap vermediğini açıklama gereğinde bulunmuyordu. Ne söylesem bana cevap verirdi? Ne söylersem onu konuşturabilirdim? Ne söylersem sesini duyabilirdim? ''Cemre nakil aracındayken kaçmış.'' dedim sanki o bilmiyormuş gibi. Yine cevap vermemişti. Konuyu değiştirmek istedim. ''Hastanede her şey yolundaydı, amcan beni hemen taburcu etti.'' Buna da cevap vermemişti. Çünkü zaten bunu da biliyordu. ''Bebeğimiz.'' dedim, yüzünde sinirden olduğuna yemin edebileceğim minicik bir gülümseme belirdi. Ardından şişeyi yine kafasına dikti. ''Bebeğimizin durumu da iyi.'' Cevap alamadığım kaçıncı cümlemdi bilmiyordum ama o konuşana kadar hiç susmadan konuşmak istiyordum. ''Dedemi, babaannemi, halamı buldum. Çok ama çok mutlu oldular. Tabii ben de öyle. Onları bulduğum için çok mutluyum.'' Mutluluğumla ilgilenmiyordu, nasıl olduğumla ilgilenmiyordu. Benimle ilgili olan hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Yüzüme bile bakmamıştı. Bana hala çok mu kızgındı? Hiç özlememiş miydi beni? Bense hemen şimdi yanına koşmak, kollarımı boynuna sarmak arzusu içindeydim. ''Deniz iyi misin?'' dedim. Nasıl olduğunu bilmemi de istemiyordu. ''Ben seni özl-'' dedim. Cümlem viski şişesinin yerde parçalanmasıyla son bulmuştu.
''SAKIN!'' dedi hiddetle. ''SAKIN BANA GERÇEKTEN HİSSETMEDİĞİN ŞEYLERİ SÖYLEME. SAKIN.'' Ayağa kalktı ve salonda volta atmaya başladı. Onu özlediğime inanmıyordu. ''SAKIN.'' Pencerenin önünde durduğunda ellerini belinin iki yanına yerleştirdi. Hıçkırmamak için elimle ağzımı kapattım ve koşarak mutfağa girdim. Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmiyordu. Krize yakalanmaktan korkuyordum. Çünkü Deniz bu sefer beni hastaneye götürecek gibi durmuyordu.
Su içmek için lavaboya yaklaştım. Sürahiden bardağıma su doldururken gözüme ilişen manzara daha çok ağlamama sebep olmuştu çünkü lavabonun içinde parçalara ayırdığım resmin külleri duruyordu. Deniz yerden parçaları toplamış, lavaboya atmış ve onları yakmıştı. Birkaç minik parça dışında hepsi küle dönmüştü ve ben nefes alamayacak kadar ağlıyordum. Titreyen elimle bardağı ağzıma getirdim ve sadece bir yudum alabildiğim bardağı tezgaha bırakıp salona geri döndüm. Deniz hala pencereden dışarıya bakıyor, bir ayağının topuğunu da durmaksızın yere çarpıyordu.
Cesaretimi ve gücümü toplayıp tekrar adını söyledim. ''Deniz.'' dedim kısık bir sesle. Sabrım tükenmek üzereydi çünkü ben Deniz'le böyle olmak istemiyor, bir an önce ona sarılmak ve ondan özürler dilemek istiyordum. Bana döndü ve bu zamana kadar asla şahit olmadığım boş bir bakışla beni baştan aşağı süzdü. Kendimi çöp gibi hissediyordum. Bana hiç bu kadar değersiz hissettirmemişti. ''Yok mu sayıyorsun beni?'' dedim.
''Yoksun zaten.'' dedi. Daha evvel boğazımda bu kadar büyük bir ağırlık hissetmediğimi o an anlamıştım. İki kelime bir insanı yok etme gücüne sahip olamazdı. Olmamalıydı. Yığılacak gibiydim. Bacaklarım sanki görevini unutmuş gibiydi. Bütün dünya üzerimdeydi sanki. Elimi göğsüme koyup nefes almaya çalıştım. Deniz konsola doğru ilerledi ve konsolun çekmecesini açıp önce uzaktan kumandayı alarak led ışıkları açtı. Ardından çekmeceyi karıştırıp içinden bir kağıt çıkarttı. Hemen arkasından bana doğru ilerleyerek elindeki kağıdı orta sehpaya fırlattı.
Eğilip alamayacak kadar kötü hissediyordum. Nefes alışverişlerim azalmıştı. Bütün salon gözümün önünde yer değiştiriyor gibi hissettim. ''Ne o?'' dedim boğuk bir sesle. Ellerimi kaldırıp gözlerimin yaşlarını sildim.
''Evlilik sözleşmesi.'' dedi bir anda. Buz kesmiştim. ''Sadece kağıt üzerinde evli olacağımıza dair imzalı belge. Kopyasını istersen çıkartırım, şimdi bunu imzalasan yeterli.'' Cebinden bir kalem çıkartıp onu da masaya fırlattı.
Kemiklerim iç içe geçmiş gibi canım yanıyordu. Ruhum çok acıyordu, tenim de acıyordu. Kalbim, beynim, tüm iç organlarım ve tüm uzuvlarım çok acıyordu. Gözyaşlarımı durduramıyordum. Ben bunu yapamazdım. Ben Deniz'e deli gibi aşıkken onunla sadece kağıt üzerinde evli kalacak bir cezayı hak etmiyordum. Söylediklerim affedemeyeceği türden şeyler değildi. Anlayamıyordum. Bana nasıl kıyıyordu?
''İmzala şunu.'' dedi keskin bir tavırla. Sabırsızlandığını hissediyordum. ''İMZALA DEDİM SANA.'' dedi bağırarak. Korkuyla sıçradım ve gözlerimi sımsıkı kapatıp tüm bu olanların kabus olmasını diledim.
''Hayır.'' dedim fısıltı gibi bir sesle. Onun çok güçlü çıkan sesine inat benim sesim hiç çıkmıyordu. ''Hayır.'' dedim tekrardan. Kollarımı etrafıma sarıp kendime sarıldım. ''Hayır yapmayacağım bunu.''
''NE HAYIRI YA?'' dedi üzerime doğru gelirken. ''EVLENMEK İÇİN ERKEN DEMİYOR MUYDUN SEN? AL SANA FIRSAT İŞTE. SANA GERÇEK OLMAYAN BİR EVLİLİK TEKLİF EDİYORUM. EVLENMEK İSTEMİYORDUN, GERÇEK BİR EVLİLİK YAPMIYORUZ. ÖZGÜR OLACAKSIN. BUNDAN SONRA NE İSTERSEN ONU YAPABİLİRSİN. BENSİZ!''
''Deniz yapma.'' dedim ve kendime daha sıkı sarıldım. Beni dinlemiyordu.
''Bitti Ada.'' dedi, bu sefer o da bağırmıyordu. Sesi titremişti. Bir elini kaldırıp parmaklarını saçlarından geçirdi. Saçlarına dokunmak istiyordum.
''Bitemez.'' dedim. ''Bitemez Deniz saçmalama.''
Deniz sıkıntılı bir nefes verdi ve dağılmış bir ifadeyle tüm yüzümü inceledi. ''Sen.'' dedi yorgunlukla. ''Sen beni hiç mi sevmedin Ada?''
Dünya üzerinde en sevdiğim insan onu sevdiğime inanmıyordu. Dünya üzerinde en sevdiğim insana bunu yaşattığım için kendimden nefret ediyordum. Hiç mi sevmedi? sorusuna cevap aramak çok kırıcıydı. Bu soruya bir cevap bulamamak da en az bulmak kadar can yakıcıydı. Ve Deniz içini yangın yerine çeviren bu soruya saniyelerdir bir cevap bulamamıştı.
Ona bu zamana kadar hiç Seni Seviyorum. dememiştim. Hiç duymadığı Seni Seviyorum'ların ağırlığı altında ezildiğini hissetmek zor değildi. Gözlerimin önünde, dakikalar içinde bir enkaza döndüğünü görebiliyordum. Daha önce hiç duymadığı o iki kelimeyi şimdi söylesem hiçbir anlamı olmayacaktı. Çünkü çoktan onu sevmediğime ikna olmuştu.
Ama ben hala bu kadar keskin bir düşünceye neden kapıldığını anlayamıyordum. Evlenmek için erken olduğunu ve hamileliğimin plansız ilerlediğini söylediğimde bile anlayışlıydı. Beni her zaman anlamıştı. Şimdi bana neden böyle davranıyordu? Ne olmuştu da büyük bir öfkeye kapılmıştı? Bir neden bulmalıydım. ''Resim yüzümden mi bu kadar kızdın sen?'' dedim burnumu çekerken. İç çekişlerimi durduramıyordum. ''Yine yaparım ben. Vallahi bak. Daha güzelini yaparım hem de.''
''Resim diyor ya. Şaka gibi.''
İki elimle gözyaşlarımı sildim ve ona doğru bir adım attım. Elini kaldırıp durmamı söylediğinde çok öfkeliydi. ''Sakın bir adım daha yaklaşma.''
Olduğum yerde çakılı kalmış gibi durdum. ''Tamam, tamam yaklaşmayacağım ama konuşalım olur mu?''
''Benim seninle konuşacak tek bir şeyim bile yok.''
''Hiçbir şey anlamıyorum Deniz. Ne oluyor? Ben sana ne yaptım?'' dedim içimi çeke çeke. ''O akşam yemekte söylediklerime kızdın tamam. Ama sonra Salih abiye geldin sen, ben bayıldığımda. Saçlarımı okşadın. Alnımı öptün, hepsini hissettim ben. Dün sabah ben camdan dışarıyı izlerken geldin, arkamdan bana sarıldın. Kızgın değildin. Sonra ne oldu? Ne yaptım ben sana?'' dedim ve hiç durmayan gözyaşlarımı bir daha sildim. ''Alt tarafı bir resim ya. Bir resim yüzünd-''
''Kes, kes sesini. Sana tahammül edemiyorum.'' dedi ve konsola yürüyüp içinden bir şeyler daha çıkartarak saniyeler içerisinde elindekileri yüzüme fırlattı. Bacaklarımın kas gücünün eridiğini hissederken yavaşça yere çöktüm. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ve Deniz'in öfkesi her neyeyse beni saniyeler geçtikçe daha da korkutuyordu.
''Sen bana ne mi yaptın? Sen bana daha ne yapacaksın? Bak o fotoğraflara, belki hatırlamana yardımcı olur.''
Ters düşmüş fotoğrafları elime alıp kendime çevirdiğimde tüm algımı yitirmiştim. Sanki ruhu olmayan ve sadece etten, kemikten oluşan bir nesneye dönmüştüm. Bu fotoğraflar benim fotoğraflarımdı. Birinde Denizlerin hastanesinin otoparkından ayrılıyordum, birinde hastanenin arka yolundan taksi çeviriyordum. Fotoğraflardan sonra hemşirenin beni tehdit ettiği imzalı belgenin çıktısına baktım. Dünyam alt üst olmuştu. Çünkü Deniz evlilikten korkuyorum diye, çocuk için erken dedim diye ya da resmi yırttım diye değil, bebeğimi aldırmaya gittiğimi öğrendiği için benden vazgeçmişti.
Ayağa kalkma gücü bulamadım ve sırtımı koltuğa yaslayıp bacaklarımı karnıma çekerek kollarımı dizlerime sardım.
Deniz minik bir kahkaha attığında aklını kaybettiğini zannetmiştim. ''İlker Savcının mezarını ziyaret ettikten sonra Miray'a gitmiştin değil mi sen?'' dedi alayla. ''Ama Miray olmadığı için yemek saatine kadar onun odasında beklemiştin.'' Orta sehpadaki viski bardağını aldı ve büyük bir hiddetle yere çarptı. Bardak mı yoksa Deniz'in kalbi mi daha hızlı dağılmıştı bilemiyordum. ''Kerem'i atlatıp, başka hastaneye gittin demek!'' Bir şey diyemeden onu izlemekten başka bir şey gelmiyordu elimden. Bulunduğumuz anda benim söyleyebilecek hiçbir şeyim yoktu. Zaten Deniz'in herhangi bir savunma dinleyeceğine de ihtimal vermiyordum. ''SEN BUNU NASIL YAPARSIN?'' diye bağırdı, dışarıdaki adamların bile sesini duyduğuna emindim. ''SEN BUNU NASIL YAPARSIN?'' diye tekrarladı. ''SEN BENİM ÇOCUĞUMU, BANA SORMADAN NASIL ALDIRMAYA GİDERSİN? NE HAKLA? HANGİ SEBEPLE?'' Yine bir cevabım yoktu. Öfkesini kusmasını bekliyordum. ''SEN BANA CEMRE'NİN YAŞATTIĞINI NASIL YAŞATIRSIN? NELER YAŞADIĞIMI BİLE BİLE NASIL BU KADAR ADİ OLABİLDİN? NASIL BU KADAR ALÇALABİLDİN? BENİ EN SAVUNMASIZ YERİMDEN NASIL VURACAKTIN? SÖYLESENE.'' Bir cevap beklemediğini anlayabiliyordum. İçindekileri kusmak için soru soruyordu. Tahammül sınırını çoktan geçmişti. O hemşireyi bulup öldürmek istiyordum. ''ALDIRSAYDIN, VAZGEÇMESEYDİN NE OLACAKTI? NE DİYECEKTİN BANA? KARŞIMA GEÇİP NE DİYECEKTİN? SUSMA KONUŞ.''
Yavaş yavaş kalktım ve beni ayakta tutabilmeleri için içimden bacaklarıma yalvardım. ''Ne diyebilirim ki?'' dedim çatallaşmış, cılız ve ürkek bir sesle. Onun gibi korkusuz olmayı diliyordum ama sesim yeni konuşmayı öğrenmiş bir bebekten farksızdı. ''Her şeyi öğrenmişsin işte.''
Yüzüme o kadar büyük bir hayal kırıklığıyla bakmıştı ki o kırıkların hepsi ruhumda ayrı yerlere saplanmıştı. Onu en inandığı yerden, en savunmasız olduğu yerden vurmuştum. Bana ve sevgime inanmıştı. Bu cümle o kadar basit bir cümle değildi. Kötülüğün dibine kadar batmış bu dünyada bana inanmıştı ve ben o inancı kırmıştım.
''İnkar bile etmiyorsun.'' dedi daha da büyüyen bir hayal kırıklığıyla. Onu sevmediğime inanmış olmayı kendine yediremiyor, onu kandırmış olmamı bana yakıştıramıyordu. Kalbinin bir parçası hala haklı sebeplerim olduğuna inanmak istiyordu. Başını büyük bir çabayla iki yana salladı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Ne şiddetle öfkesini gösterecekti bilmiyordum. Gözlerimi kısa süreliğine sımsıkı yumdum ve derin bir nefesle geri açtım.
''Ben nasıl görmedim?'' dedi, bu zamana kadar onu hiç bu kadar üzgün görmediğime yemin edebilirdim. ''Çok aptalım, çok aptalım! Nasıl görmedim ben? Sen beni sevmemişsin. Senin beni sevmiş olduğunu ben kendi kafamdan uydurmuşum meğer!'' Odada ağır adımlarla volta atarken onu izliyordum. Ara sıra bakışları yüzüme değse de beni görmek istemediğini anlayabiliyordum. Bana iğrenerek bakıyordu. ''Helal olsun ama sana, büyük oyuncuymuşsun. Beni inandırdın, herkesi inandırdın. Nasıl başardın anlatsana. Hiç şüphelendirmeyecek şekilde nasıl beni seviyormuş gibi yapabildin?” Sustum, en çok konuşmam gereken yerdeydik ama konuşabileceğim tüm kelimeler elimden alınmıştı sanki. ''BEN SANA SORDUM.'' diye kükredi. ''AYDIN'DA, DAYININ EVİNDE, SENİN ODANDA SORDUM. PİŞMAN MISIN DEDİM! SEN BANA NE CEVAP VERMİŞTİN HATIRLIYOR MUSUN?'' Hatırlıyordum. Bebeğimizi istiyorum, çok istiyorum. deyişim gözlerimin önünde belirmişti. ''BEN NASIL FARK ETMEDİM? SEN BU KADAR PROFESYONEL YALAN SÖYLERKEN BEN NASIL ANLAMADIM? GÖZÜMÜ NASIL KÖR ETTİN BU KADAR? NASIL BU KADAR ACIMASIZ OLABİLDİN?'' Durdu ve bana birazdan ölüm fermanımı ilan edecekmiş gibi baktı. Benden vazgeçmişti. Sanki üzerindeki bir hırkaydım da çıkartıp bir kenara atacaktı. ''Ama hata bende. Görmem lazımdı. Merhametimi kullandığını anlamam lazımdı. Zaaflarımı kullandın. Cemre de aynısını yapmadı mı sonuçta bana? Hatalarımdan ders almam gerekirdi. Aynı yerden aynı yarayı almayı ben istedim demek ki!''
Beni neden anlamıyordu? Söyleyemediklerim için kendime, anlamadıkları için ona çok kızıyor ve zannettiği her şeyin yanlış olduğunu söylemek istiyordum. Ama Özgür'le yaptığım anlaşma tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Daha dün Savaş'a Deniz'den ayrılamayacağım için Deniz'in benden ayrılmasının daha iyi olacağını söylerken şimdi içim kopuyordu. Daha dün Deniz'in benden nefret etmesini istiyordum. Böylece beni kalbinden atması onun için daha kolay olacaktı. Ama hesap etmediğim bir şey vardı ki o da Deniz'in nefretinin beni çok korkutmuş olmasıydı. İstediğim olmuştu, Deniz benden ayrılmak üzereydi. Belki de ayrılmıştı. Düğünden de evvel Deniz'in canı yana yana ayrıldığımız için Özgür amacına ulaşmıştı. Kimsenin canını almayacaktı. Bu savaşı ben kazanmıştım ama ne yazık ki kazanmak kaybetmekten daha çok canımı yakıyordu. Aslında Özgür'ün nesine güvendiğimi bile bilmiyordum. Sanırım bir şeylere tutunmaya ihtiyacım vardı.
''Bana bir neden söylemek zorundasın. Seni sevmeme neden göz yumdun? Beni nereden vurmaman gerektiğini bilip hiç ıskalamadın. Bebeğim.'' dedi ve sustu. ''Bebeğim benim zaafımdı ve sen benim canımı yakmak için bunu kullanacağını pekâla biliyordun. AMA NEDEN?'' diye bağırdı. Bana öfkesinin en kara haliyle geliyordu çünkü beni dünya üzerindeki hiçbir aklın alamayacağı bir merhametle sevmişti. ''Sen, hayattaki ne büyük pişmanlığımsın benim.'' dediğinde bakışlarından kaçmak istedim. Cemre'ye bile bakmadığı bir bakışla bakıyordu bir zamanlar çok sevdiği gözlerime. ''Bana cehennemi yaşatmak için mi o güzel anıları yaşattın? O çok güzel günlerden sonra şimdi cehennemi biraz yüksek ateş yaşıyorum da!'' Yutkundum, bir cehennem ateşinde kavruluyordu. Cümlelere dökmesine gerek yoktu. Bunu zaten iliklerime kadar hissedebiliyordum. ''İçinden gelmeyen sevgine ve elinden gelmeyen hiçbir şeylerine rağmen ömrünün sonuna kadar unutamayacağın bir sevgiyle nasıl da büyüttüm seni?'' Haklıydı, beni sevgisiyle büyütmüştü. Kollarının arasında kalmış ufak bir kız çocuğuydum. Beni orada büyütmüştü. Şimdi sokağa atmış gibi hissediyordum. ''Bir neden istiyorum senden. Neden girdin hayatıma? Beni neden seviyormuşsun gibi yaptın? Kafana silah mı dayadım beni sevmen için?'' Boynuna atlamamak için ve onu çok sevdiğimi haykırmamak için büyük bir çaba harcıyordum. Deniz'in acısı saniyeler geçtikçe kat be kat artarken hiçbir şey söylemeden karşısında durmak zoruma gidiyordu. ''Hiç kimse seni benden vazgeçiremez, sevgim asla bitmez zannediyordum. Vazgeçiren sen oldun, ben de seni sevmekten vazgeçtim. Senden nefret ediyorum!'' Başımı kaldırıp yaşlarla dolan ama gözümde donduğu için akmayan gözyaşlarımı sildim. ''Benim seni sevdiğim için mücadele etmem nasıl bir duygu hissettirdi sana? Anlatsana. Çünkü ben hiç uğruna mücadele ettiğin biri olamadım. Gülüyor muydun arkamdan beni kandırabildiğin için? Ne güzeldir ama senin için değil mi? Eğlenmişsindir. Oturup benim olmazı oldurma çabamı izlemişsindir. Susma, cevap ver.'' Başımı iki yana salladım. ''Desene; Çaba dediğin karşılıklı olursa çabadır, seninki düpedüz aptallıktı desene.''
''Deniz.'' dedim ama devamında ne diyeceğimi bilemiyordum. Canım çok yanıyordu. Bu dünya onu bana düşman etmişti, bu koymuyordu ama bu dünya nasıl olmuştu da onu bana düşman etmişti?
''Neden bebeğimi aldırma cüretinde bulundun? Anlat. Yüzüme bak ve mecburdum de, bundan başka hiçbir şey avutmaz beni. Başka çarem yoktu de, başka yol bırakmadılar de. Her şeyi unutup seni bağrıma basayım, hep yaptığım gibi.'' Beni ilk kez anlamaya çalıştığını fark ettiğimde yüreğim sızlamıştı. Kendi isteğimle gitmediğimi, birinin beni zorladığını düşünmeye başlamıştı. Bana hala konduramıyordu. Yapmış olabileceğime inanmıyordu.
Yutkundum ve derin bir nefes aldım. ''Beni.'' dedim, sesim de bedenim de rüzgarla yeni tanışmış bir yaprak gibi titriyordu. ''Kimse beni buna mecbur bırakmadı.''
Başını iki yana hızlıca salladı. Son bir umudu vardı, onu da yıkmıştım. ''Aptal gibi evlilikten korktuğun için, çocuk büyütmekten korktuğun için, hormonların değiştiği için anlık bir korkuyla bebeğimi aldırmaya gittin zannettim. Bu bile benim için kabul edilebilirdi biliyor musun? Ama sen... Ama sen kendi hür iradenle benim çocuğumu aldırmaya gitmişsin. KENDİ HÜR İRADENLE! HİÇBİR SEBEP YOKKEN!''
''Aydın'da sana karşı dürüst davranmadım.'' dedim ve karnıma sarıldım. Söyleyeceğim cümleler için utanıyordum. ''Bir çocuğun sorumluluğunu alamam. İstemiyorum.''
Derin bir nefes aldı ve bir elini yüzüne kapatıp gözlerini ovuşturdu. ''Kurşunun nerden geleceği belli olmazmış ama senden beklemezdim. Ne kadar saf ve yalansız inanmışım o sevgiye ve karşılığında ne almışım. Bunları düşünmek beni mahvediyor. Eserinle gurur duyuyor musun bari?'' Eserim hayatımdaki en büyük acıyı yaşatıyordu bana. ''Ben sana inanmıştım biliyor musun? Sana inanmıştım ve ben hep inanmışlığımdan vurulurum. Tüm bu olayların bu noktaya gelmesini geçtim ama keşke sana inanmışlığımdan vurulmasaydım.'' dedi, gözleri birer kurşuna dönmüş, üzerime ateşlenmek için bekliyorlardı. ''Her şeyin en güzelini hak ettiğinden daha çok inandığım bir doğrum yoktu. Sen bana başını koyduğun omzumdan, saçlarını okşayan ellerimden özürler diletiyorsun şimdi... Bana bu kadar kıyabilmiş olmana içim acıyor ama insansın, sen de her şeyi yapabilirmişsin. Çok garip değil mi seni tüm kalbiyle seven insanı sırtından vurmak? Ama vurabilirmişsin.'' Ben onu vurmamıştım. Bizi Özgür vurmuştu ve ne yazık ki Deniz bunu bilmiyordu. ''Ben seni geç buldum diye üzülürken sen benden ne kadar erken gidebilirim diye düşünüyormuşsun. Neden böyle oldu peki? Benim hiç derdim yokmuş gibi kendimi bir kenara atıp senin derdine derman olduğum için mi hiç olmayan bir şeyin bitmişlik hissini yaşıyorum şimdi?'' Büyük bir çabayla az önce sehpaya fırlattığı evlilik sözleşmesini imzaladım. Bir bez bebek gibi güçsüz hissediyor, bayılmaktan da çok korkuyordum. ''Tek tesellim ne biliyor musun? İyi ki benim sevdiğim gibi sevmemişsin beni. Yoksa seni hiç unutamazdım.''
''Söyleyeceklerin bittiyse gidebilir miyim?''
Söyleyeceklerinin bitmediğini anlatmak istercesine başını sağa sola salladı. ''Neyi merak ediyorum biliyor musun? Amacın neydi mesela? Niye girdin hayatıma? Oyundu değil mi hepsi?''
''Oyun değildi.'' dedim ama beni dinliyor gibi durmuyordu. Sadece öfkesini kusmak istiyordu. Gözyaşlarım artık durduramayacağım kadar çoğalmıştı. Daha dün gözümden yaş gelse üzüleceğini bildiğim adam, şimdi karşısında ölsem hiçbir şey hissedemeyecek kadar kalpsizdi.
''Düşününce anladım.'' dedi ve çok kısa bir süre sustu. ''Her şey belliymiş ama ben görmemişim. Benimle karşılaşmak için her gün kütüphaneye geldin değil mi? Arabana çarpmam için sol şeride atladın. Benimle tanışmak için yolun ortasında bayılma numarası yaptın. O resmi de ben göreyim diye gözüme gözüme soktun!'' Reddetmek istiyordum ama o çoktan inanmak istediği şeye inanmıştı. ''Sonrası da çorap söküğü gibi gelmiştir!'' Gözünde uzun süredir tuttuğu gözyaşı en sonunda yanağına süzülmüştü. Elimi uzatıp o gözyaşını silememek ve yaralarını saramıyor olmak boğazımdaki yumrunun hacmini arttırıyordu. Nefes alamıyordum. ''Sen beni sevmedin, tamam. Sahip olduklarımı sevdin. Benim sayemde sahip olacağın şeyleri sevdin. Dünyaları ayaklarının altına sermemi sevdin. Sağladığım imkanları sevdin. Önce evime girdin, sonra hayatıma girdin. Sonra da YATAĞIMA GİRDİN!'' diye bağırdığında yere yığılacağımı hissetmiştim. Hayatımda duyduğum en kötü hakareti hala çok sevdiğim adamdan duyuyor olmak beni saniyeler içinde tuzla buz etmişti. Onunla parası için birlikte olduğumu düşünecek noktaya nasıl gelmişti? Bu kadar alçak bir insan mıydım? ''Ama sana helal olsun. İlk sevişmeni hiç sevmediğin biriyle yaşayacak kadar cesur davrandın. Sen de haklısın ama. Param baya tatlı gelmiş olmalı.''
O an bir şey oldu. Daha önce asla yapmadığım ve yapacağıma da asla ihtimal vermediğim bir şeyi yapmıştım. Önce şiddetli bir çarpma sesi duyuldu. Havada kalan elime baktım. Sonra Deniz'in hafifçe sağa dönmüş yüzünü buldu bakışlarım. Saniyeler içinde başını kaldırdı ve bakışlarını bana çevirdi. Bu kadar mı inanmamıştı benim onu sevmediğime? Bu kadar çabuk mu ikna olmuştu? Parası için onunla aynı yatağa girdiğimi nasıl düşünebilirdi?
Hızlıca arkama döndüm ve koşarak merdivenlerden çıkmaya başladım. Arkamdan söylediği son sözler beni mahvetmeye yetmişti. ''Öldün sen benim için! Duydun mu? Öldün!'' dedi. Bu bana vedası olmalıydı. Vedaların hep sessiz olduğu söylenirdi. Eğer bana sorsalardı, vedaların hiç de sessiz olmadığını, kalbimin yedi cihanda duyulacak kadar gürültülü kırıldığını söylemek isterdim.
Yukarıya çıktığımda odamıza değil, bu eve ilk geldiğim zaman kaldığım odaya girdim. Hıçkırıklarım ve gözyaşlarım durmuyordu. Nefesimin bedenimi tamamen terk edeceğini düşündüğüm bir noktaya gelmiştim. Ruhum ayrı, bedenim ayrı sarsılıyordu. İçinden çıkamadığım ve asla da çıkamayacağım bir noktadaydım ve tüm çareler başkaları tarafından elimden zorla alınmıştı. Bir yola girmiştim ve bu yolun bana ne getireceğini bilmiyordum. Neyi getirmeyeceğini çok iyi biliyordum. Zamanın neyi göstereceğini bilmiyordum, neyi göstermeyeceğini çok iyi biliyordum. Nereye ait olduğumu bilmiyordum, nereye ait olmadığımı çok iyi biliyordum.
Bildiğim ve bilmediğim şeyler beni çok yoruyordu. Ölmek bir seçenek değil de bir zorunluluktu sanki benim için. Deniz için ölmüştüm ben ve onun için öldükten sonra yaşamamın pek de bir anlamı yoktu. Bir gecede nasıl yerle bir olabilirdi ki insan? Ben olmuştum. Hayatımın en güzel sonbaharını yaşadığım evde hayatımın en korkunç kışını yaşıyordum. Deniz üzgün değil kızgındı. Bitişimize o kadar üzülmemişti ki ben onun yerine de yas tutmak zorunda kalacaktım.
Bu odada kaç dakika ya da kaç saat kaldığımı bilmiyordum. Tek bildiğim artık buraya ait olmadığımdı. Gözyaşlarımı sildim ve biraz da olsa toparlanmaya çalışıp aşağı indim. Daha fazla burada kalmak istemiyordum. Aynı evde olup Deniz'in yanında olamamak, ona sarılamamak ve ondan köşe bucak kaçmak zorunda olmak beni tüketiyordu. Buradan gitmeliydim.
Hakan'ın kapı yanına koyduğu valizimi alıp kapıyı açtım. Ama benim açmamla Deniz'in saniyeler içinde yüksek sesle kapatması aynı bir buçuk saniye içinde olmuştu. Ne zaman geldiğini fark etmemiştim. ''Nereye gittiğini zannediyorsun?'' dedi, kalbinde ölü olduğum adam. Aslında onun tarafından baktığımda haklıydı. Onun baktığı pencereden bakıldığında her şey onun zannettiği gibi görünüyordu. Söylediklerini inkar etmeyişim onu haklı çıkarıyordu. Kim olsa onun gibi düşünürdü ama onun gözünde para için biriyle beraber olabilecek kadar iğrenç bir insan olmak çok zoruma gitmişti. Ona tam da şu an her şeyi anlatmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Beni affeder miydi? O senin parası için onunla seviştiğini düşünüyor Ada. Sen onu affedebilecek misin?
''Burada kalmak istemiyorum.'' dedim ama kolumu tutup valizimi bir köşeye fırlatarak beni salona yürüttü. ''Bırak beni, gitmek istiyorum.'' dedim, beni koltuğa oturttu ve okumaya tenezzül etmediğim evlilik sözleşmesini eline aldı.
''Ama kalacaksın?'' dedi afallamış bir şekilde. Afallaması gereken benken onun neden şaşırdığını anlamıyordum. ''Okumaya zahmet etmeden imzaladığın bu sözleşmeyi dinleyeceks-'' dedi ama sözünü kestim.
''Benden nefret ediyorsan neden evleniyoruz? Evlenmeyelim bitsin gitsin işte. Niye uzatıyoruz?'' dedim cılız bir sesle.
''Ben saygın biriyim.'' dedi bıkkınlıkla. ''Millete evleneceğimi ilan ettikten sonra düğüne bir hafta kala düğünün iptal edileceğini söyleyerek saygınlığımı kaybedemem. Ha, hayır mı diyorsun? O zaman neden evlenmekten vazgeçtiğimi anlatır, tüm yaptıklarını anlatırım. İnsan içine çıkacak halin kalmaz. Bunu ister misin?'' Ona bomboş gözlerle baktım. Canımı çok yakıyordu. ''Doğumdan hemen sonra boşanacağız. Boşanır boşanmaz velayet davası açacağım ve sen bebeğimin yüzünü bir kez bile görmeyeceksin.'' Neredeyse gülümseyecektim. Özgür'ü boyun eğmek zorundaydım. Gidecektim ve bebeğimizi göremeyecek olan o olacaktı ama bana bebeğimizi göremeyeceğimi söylüyordu. ''Asla çocuğuma zarar verecek bir şey yapmayacaksın. Doğuma kadar gözümün önünden ayrılmayacaksın. Şimdiye kadar nasıl rol yaptıysan şimdiden sonra da öyle yapacaksın. Kimse bu anlaşmayı bilmeyecek, herkes aşk evliliği zannedecek.'' dedi bana tiksinerek bakarken.'' Seviyormuş gibi yapmamı istiyordu. Seviyor gibi yapmama gerek olmadığını, çünkü halihazırda onu zaten çok sevdiğimi söyleyebileceğim kimse yoktu. ''Anladın mı beni?'' dedi dişlerinin arasından. Başımı salladığımda arkasını döndü ve kısa bir nefes alıp ''Ben seni sevmenin bedelini fazlasıyla ödedim. Beni sevmiyor olmanın bedelini de sen öde.'' diyerek hızlı adımlarla salondan ayrıldı.
6 Aralık, Cuma
''Efendim.'' dedim pürüzlü ve uykulu bir sesle. Gözlerimi açar açmaz kalbime tonlarca bir ağırlık çökmüştü çünkü ben bugün sevdiğim adamın kalbinde ölü bulunmuştum.
''Ada, günaydın.'' dedi Savaş, benim aksime sesi güçlü çıkmıştı. ''Uyuyor muydun?''
Sesimi düzelttim. ''Evet, ne oldu?''
''Saat kaç oldu, bu saate kadar uyuyor musun?'' dedi.
''Kaç?'' dedim. Benim bilmediğim ama Savaş'a göre çoktan uyanılması gereken saati sorarak. ''Saat yani.''
''15.37 şu anda. Güneş'i almaya havaalanına gidiyorum da seni aramak istedim. Kaç tane mesaj attım, hiçbirine dönmedin. İyi misin sen?''
''İyiyim.''
''Ben pek emin olamadım bundan.''
''Uzun süre konuştuk Deniz'le. Geç uyuduk. O yüzden bu saate kadar uyudum.'' dedim, her şey yolundaymış gibi yapmak kalbimi kesiyordu.
''Hallettiniz mi peki? Nedir durum?''
''Hallettik. Kafamın karıştığını ve o yüzden evliliğin erken olduğunu düşündüğümü söyledim. Beni anladı. Zaten hep anlıyor.'' dedim boğazıma yerleşen yumruyu yutkunmaya çalışarak.
''Sesin neden öyle geliyor peki?''
''Yeni uyandım ya ondan olabilir mi? Küçük bir soru sadece.'' dedim minicik gülümseyerek.
''Geç dalganı.'' dedi ve kısa bir es verdi. ''Cemre'yle ilgili bir gelişme var mı?''
''Bilmiyorum, Deniz bir şey söylemedi.''
''Anladım. Neyse sen bize gelecek misin?''
''Evet. Kalkıyorum birazdan. Sen Güneş'i alınca ben de çıkarım evden.''
''Haberleşiriz o zaman. Deniz'e selam söyle.''
''Söylerim, görüşürüz.''
''Görüşürüz Adacım.'' dedi ve telefonu kapattı.
Büyük bir çabayla doğruldum ve yataktan kalkıp pencereye ilerledim. Kar gece boyu yağmış, sabahın ilk ışıklarına doğru da durmuştu. Bunu sabaha kadar uyuyamamış olduğum için biliyordum.
Giyinmek için odadan çıktım ve düne kadar Deniz'le beraber paylaştığım odaya girdim. Yatak dağınıktı, Deniz'in burada olmadığına emin olsam da temkinli adımlarla ilerledim. Giyinme odasında da değildi. Kendime giyecek bir şeyler aldıktan sonra artık sadece Deniz'e ait olan odaya döndüm. Dışarıdan sesler geliyordu. Ağır ve yorgun adımlarım merakıma boyun eğmiş, beni camın önüne sürüklemişti. Aşağı baktığımda kalbim o kadar sızlamıştı ki gözümden saniyeler içinde yaşlar akmıştı. Deniz, Melis ve Eren'le birlikte karda oyun oynuyordu. Bu benim hiç yapmadığım ve Deniz'le yapmayı hayal ettiğim şeylerden biriydi. Hayal olarak kalacaktı. Üzerime yıkılan bu hayalin dışında kalbimi çürüten başka bir şey daha vardı ki o da Deniz'in eğleniyor ve gülümsüyor olmasıydı. Onun derdi seninle Ada. Kardeşleriyle eğlenmesinden daha doğal ne var?
Yaşlı gözlerle onları izlerken tek düşündüğüm bu tabloda asla yer alamayacağımdı. Yanlarında olmayı çok istiyordum. Melis Eren'e bir kartopu attığında Eren üzerine çığ düşmüşçesine abartılı bir şekilde sırtüstü düştü. Neşeli kahkahaları buraya kadar geliyordu. Deniz'e dokunmak istercesine elimi cama koydum. O sırada Melis Deniz'e de neresinden çıkardığını anlamadığım bir kartopu atmıştı. Eren abisine gülerken bakışları bir anda beni buldu ve parmağıyla onları izlediğim camı işaret etti. Sırayla Melis ve Deniz'in bakışları da beni bulduğunda kalbim duracak sanmıştım. Deniz telefonunu çıkarttı, saniyeler sonra arka cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. Beni arıyordu.
“Alo.” dedim ürkek bir sesle.
''Aşkım.'' dedi sadece benim anlayabileceğim bir ses tonuyla. Samimiyetten uzaktı, çok uzaktı. ''Uyandın mı sonunda?'' Gülümsemeye çalıştığını anlayabiliyordum. Rol gereği beni seviyormuş gibi yapıyordu. İçinden gelmeyerek belki de nefretle dilinden dökülen bu Aşkım. kelimesi beni talan etmişti.
''Uyandım.'' dedim, bu odaya girdiğim için bana kızacak mıydı bilmiyordum. ''Ben üzerimi değiştirmek için geldim buraya.'' dedim, kırdığı bardağı annesine itiraf etmeye çalışan bir çocuğun ürkekliğiyle.
''Gelsene aşağı.'' dedi ve eliyle bana Gel. komutunu verdi. ''Çocuklar seni bekliyor.''
''Hadi Ada, in artık aşağı.'' dedi Eren.
''Ada, seni bekliyoruz. Çabuk in.'' dedi Melis.
Telefonun diğer ucundan seslerini duyabiliyordum. İkisi de Deniz'in başında toplanmış, aşağı inmem için bana bir şeyler söylüyorlardı. ''Üzerimi değiştirip geliyorum.'' dedim ve telefonu kapatıp üzerimi değiştirerek aşağı indim. Kar yağmamasına rağmen hava çok soğuktu. Belki de üşüme sebebim mevsimsel değildi, Deniz'le tamir olmayacak şekilde kırıldığımız için içim kışa dönmüştü.
Arka bahçeye, Denizlerin yanına gittiğimde beni ilk kucaklayanlar Melis ve Eren olmuştu. ''Ada nerede kaldın ya? Saatlerdir uyanmanı bekliyoruz.'' dedi Eren.
''Biz karın tadını çıkardık, sen daha yeni iniyorsun aşağı. Olacak iş değil. Hem sen neden topuklu çizme giydin? Ayrıca eldivenlerin nerede?'' dedi Melis. Soğuktan burnunun ucu kıpkırmızı olmuştu ve çok sevimli görünüyordu.
Bakışlarımı yanlarına geldiğim andan beri bana bakmamış olan Deniz'e çevirdim. ''Ben size katılamayacağım çocuklar. Güneş geliyor. Salih abiye gideceğim.'' Çocuklara hitap etsem de bunu söylediğim kişi Deniz'di. Gözümün önünden ayrılmayacaksın. demişti. Evden çıkmama müsaade edecek miydi bilmiyordum.
''Seni özleyeceğiz yani.'' dedi Deniz ve beklemediğim bir şekilde kolunu omzuma atıp alnımın kenarını öptü. Bunu gerçekten isteyerek yapması için neleri feda edeceğimi bilse bana böyle davranmaya devam eder miydi diye düşünmeden edemiyordum.
''Aaaa.'' dedi Melis ve Eren aynı anda. ''Kartopu oynayacaktık ama.''
''Başka zaman Melisçim.''
''Ee Güneş'le Savaş da gelsin buraya. Ne güzel vakit geçirirdik.''
''Planlarını bozmayalım Melisçim.'' dedi Deniz. ''Hem biz de eve gireceğiz şimdi. İki buçuk saattir dışarıdayız.''
''Ama hani iyileşince hastayken yapamadığım her şeyi yapacaktım?''
''Daha yeni ameliyat oldun abla. Yeter bu kadar. İçeri gir hadi.''
Melis önce Eren'e sonra bana baktı. ''Görüyor musun Ada? Bunlar birken iki oldular.''
''Abin ve kardeşin haklı Melisçim.'' dedim yanağından makas alıp. ''Buz gibi olmuşsun. İçeriye gir artık.''
''Offfff.'' dedi Melis bıkkınlıkla. ''Kimle müttefik olacağım ben? Kimse benden taraf değil.''
Ona kocaman bir gülümsemeyle baktığımda çoktan arkasını dönmüş huysuzca söylenerek eve doğru yürümeye başlamıştı.
Deniz kolunu omzumdan çekmeden beni evin ön tarafına doğru yürütürken Eren de hemen yanı başımızdaydı. ''Kerem arabanı çıkartmıştır. Seni, o bıraksın.'' dedi Deniz uyarıcı bir sesle. Beni koruması için değil, ondan gizli bir iş yapmayayım diye Kerem'i dibimden ayrı tutmayacağını sadece ben anlamıştım. Boyun eğmekten başka bir çarem yoktu. Beni herkesten sakınıp yanında tutarken, şimdi düşmanmışızcasına karşısına almıştı. Yanında olmak ruhumda çiçekler açtırıyordu, karşısında olmak ise çok rüzgarlı bir yerdi.
7 Aralık, Cumartesi
''Abla sence hangisi?'' dedi Güneş ellerinde tuttuğu iki elbiseyi bana gösterirken. ''Mavi mi yoksa kırmızı mı?''
Mavi elbise gözlerini ön plana çıkaracak bir tondayken kırmızı elbise ise tüm güzelliğini ortaya çıkaracak bir tasarıma sahipti. Hangisini alırsa alsın ona yakışacağını biliyordum ama hangisini alırsa alsın bir şey değişmeyecekti çünkü düğünden sonrası için planladıkları after party'nin hiç gerçekleşmeyeceğini iliklerime kadar hissediyordum.
''Mavi.'' dedim onu baştan aşağı süzerken.
''Ama mavi bu senenin moda rengi. Ya başkaları da mavi aldıysa?''
''O zaman kırmızı.'' dedi Savaş. O kadar uzun süre susmuştu ki neredeyse yanımızda olduğunu unutmuştum.
''Düğünde giyeceğim elbise de kırmızı ama.''
''Of.'' dedi Savaş. ''Kızım amma zormuş seninle alışveriş yapmak. Madem iki seçenek sunuyorsun, mecbur ikisinden birini seçeceğiz biz de. Ama sen ikisine de olmaz diyorsun. Olmaz diyeceksen neden bize soruyorsun? Ne diyeceğimi şaşırdım vallahi.'' Büyük bir kahkaha attığında neredeyse ben de gülecektim.
Güneş yüzünü astı, hemen ardından kırmızı elbiseyi yanındaki görevliye verdi ve mavi elbiseyi üzerine tuttu. ''Nasıl oldu?''
''Mü-kem-mel.'' dedi Savaş. Gerçekten güzel görünüyordu ama Savaş bunu içinden gelerek mi yoksa Güneş'i geçiştirmek için mi söylemişti anlayamamıştım. ''Hadi dene.''
''Dans ederken harika görüneceğiz.'' dedi Güneş deneme kabinine giderken.
Savaş Güneş'in arkasından hafif yüksek bir sesle söylendi. ''Ben sana kavalyen olmayacağım demedim mi?''
''Olacağız olacağız.'' dedi Güneş ve kabine girdi.
Savaş büyük bir dikkatle yüzümü inceledi. Bir şey söyleyeceğini hissetmiştim. ''Dedem Eser'le konuştu dün gece. Ben de duydum tüm konuşmaları.'' dedi bir anda. Sadede gel. der gibi bakmış olmalıydım ki hiç susmadan devam etti. ''Savcının, polisin bulamadığı adamı ben nasıl bulayım? dedi Eser. Haklı adam.''
''Boşuna umutlanmadığım iyi olmuş.'' dedim buruk bir gülümsemeyle.
''Dur, söyleyeceklerim bitmedi. Özgür'ün karşımıza çıktığı gün benim kafama silah dayayan bir adam vardı hatırlıyor musun?''
''Evet, Hasan'dı adı.''
''Eser'in adamıymış eskiden. Ben söyleyince hatırladı. Eğer Hasan'a ulaşabilirse Özgür'e de ulaşabilir.''
''Hasan'ı bulduktan sonra biz de Özgür'e ulaşabiliriz. Eser tam olarak nerede işimize yarayacak?''
''Hasan bize Özgür'ün yerini ölse söylemez. Eser'e söyleyebilir. Söylemezse söyletirim. dedi Eser. Kendince yöntemleri varmış.'' dedi, o yöntemlerin ne olduğunu asla merak etmiyordum. ''Özgür'den tarafmış gibi yapacak Eser. Sana yardım edeceğim. diyecek.''
Güldüm. ''Özgür de buna inanacak öyle mi?''
''Özgür'ün yanında babası ve Hasan'dan başka yardım isteyeceği tek bir kişi bile yok. Her ne kadar yakalanamıyor olsalar da hiçbir yere kaçamıyorlar Ada baksana. Tüm ülke sınırlarında aranıyorlar ve hiçbir maddi kazançları yok. Elindeki paralar bitmek üzeredir. Özgür'ün Eser'in yardım teklifini kabul etmekten başka şansı yok.''
''Özgür sadece Hasan'ın yardımıyla mı İlker savcıya suikast düzenledi yani?'' dedim alayla. ''Bilmediğimiz kim bilir kaç tane adam vardır onun yanında. Eser'in yardımına ihtiyaç duyacağını hiç zannetmiyorum.''
Savaş işaret ve başparmağıyla burnunun direğini hafifçe sıktı. ''Elimizdeki tüm çareleri kullanmak zorundayız Ada. Bakarsın Özgür tuzağa düşer.''
Başımı umutsuzca sağa sola salladım. Güneş kabinden çıktı ve salına salına yanımıza geldi. ''After party'nin en güzel kızı belli.'' dedi beni göstererek. ''Peki ben partinin ikinci en güzel kızı olacak kadar güzel görünüyor muyum?''
Savaş yavaşça ayağa kalktı ve Güneş'in elinden tutup onu kendi etrafında çevirdi. ''Güneş.'' dedi hayranlıkla. ''Ben sanırım kavalyen olmayı kabul edeceğim. Senden daha güzel birini bulamam.''
''Düşünmem lazım.'' dedi Güneş. ''Belki daha yakışıklı çocuklar vardır.''
''Güneş.'' dedi dişlerinin arasından. ''Ne diyorsun abicim sen? Duyamadım.''
''Kavalyem diyorum, sen olmasan da olur.'' dedi Güneş ve sırıttı. ''Kısmetim kapanır demiyor muydun hem sen? Düşündüm de haklısın. Benim de kısmetim kapanmasın durduk yere.''
Savaş başını iki yana salladı ve sabır dilendi. ''Okulunu bitir, kısmetini sonra düşünürüz. Ha yok dersen, bir bakarsın ben o kısmeti tamamen kapatırım. Yazık olur değil mi?''
''Of abi.'' dedi Güneş ve kabine doğru yürüdü.
''Abiye oflanmaz.'' dedi Savaş ve kasaya doğru ilerledi.
8 Aralık, Pazar
Nicedir istediğim çift buluşmasını yapmak için Uygar ve Miray'la birlikte dışarıda bir restorana gelmiş, akşam yemeği yiyorduk. Uygar ve Miray bizim aksimize çok neşeliydi, ben ise onlara ayak uydurmakta çok zorlanıyordum. İçim kan ağlarken mutluymuş gibi yapmak ölüyormuşum gibi hissettiriyordu. Çok başka olmasını hayal ettiğim bu buluşma bana acı çektirmekten başka hiçbir şey hissettirmiyordu. ''Bunlardan da ye.'' dedi Uygar Miray'ın önüne çikolatalı muffin tabağını uzatırken. Ağzına kocaman bir lokma atmış, bu yüzden de konuşmakta güçlük çekerek öksürmeye başlamıştı. ''Hayatımda yediğim en lezzetli şeylerden biri.''
''Yavaş ye yavaş.'' dedi Deniz Uygar'a şaşkınlıkla bakarken. ''Düğün üstü boğulmaya kalkma sakın.''
''Düğünden sonra başına ne geliyorsa gelsin. diyorsun yani.'' dedi Uygar ve çatala bir dilim daha batırıp iştahla onu da ağzına attı. O kadar canım çekmişti ki ben de büyük bir çatalı ağzıma atmaktan geri kalamamıştım. Çok lezzetliydi.
Deniz Uygar'a inanamayarak baktı, ardından bakışlarını Miray'a çevirdi. ''Sevgilin bugün trip gününde falan mı Miray?'' dedi ciddiyetle.
''Gitme üstüne sevgilimin.'' dedi Miray Deniz'e sahte bir sinirle. Ardından güldü. Sonrasında bakışları beni buldu. Onu hastane odasında terslediğim günden beri ilk kez konuşuyorduk, ona karşı çok mahcuptum. ''Senin neden sesin çıkmıyor Ada?''
Çatala yeni batırdığım muffin parçasını ağzıma attım ve gülümsemeye çalıştım. ''Sizi dinliyorum.'' dedim bakışlarımı Uygar ve Miray üzerinde gezdirirken.
''Oğlunuz hayırlı olsun.'' dedi Uygar bir bana bir Deniz'e bakarak.
''Ne alaka?'' dedi Deniz kaşlarını çatarak. Kız olmasını çok istediği bebeğimizi aldıracağımı hatırlamış olmalıydı ki gerilmişti. Gözlerine herhangi bir öfke yerleşmemesi için çok çabalıyordu.
''Ada'nın nasıl iştahla tatlı yediğini görmüyor musun? Hamile biri tatlı yiyince bebek erkek olmuyor muydu?'' dedi ve Miray'a döndü. ''Öyle değil miydi Miray?''
Miray dudağını sarkıttı. ''Ekşi yiyince mi kız oluyordu?''
''Sevgilim sen ekşi mi yesen acaba?'' dedi Deniz gözlerimin içine bakarak. Benden nefret ettiği halde gözlerime ışıl ışıl bakmayı nasıl başarıyordu? O geceden sonra hiçbir şey olmamış gibi nasıl davranabiliyordu? Beni çok seviyormuş gibi nasıl yapabiliyordu? O geceden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Melis ve Eren'le kartopu oynadıkları günden beri onu ilk kez görüyordum. İki gecedir eve gelmiyordu. Nerede kaldığını ve ne yaptığını bilmiyordum. Onu çok özlemiştim. Çok zaman geçmişti. Neden hala sarılmıyorduk?
''Ben erkek hissediyordum zaten.'' dedi Uygar gururla. ''Neyse ikinci çocuk kız olur artık.'' Boğazıma öyle bir taş oturmuştu ki o taşı yok etmek için kendimi sıkmış, akmaya yeltenen gözyaşlarımın göz pınarlarımda kalması için içimden yalvarmıştım. ''Ya Deniz.'' dedi Uygar, biz ikinci çocuk hakkında herhangi bir şey söylemeyince. ''Sen nişanlını hamile hamile evde yalnız bırakıp nasıl şirkete gidiyorsun ve orada sabahlıyorsun?''
Nerede olduğunu deli gibi merak ettiğim günlerde şirkette olduğunu yeni öğrendiğim ve kalbinde ölü bulunduğum nişanlım kadehini yudumladı, bakışlarını bana değdirmeden Uygar ve Miray'ı izledi. ''Düğünden evvel bütün işleri halletmek istiyorum. Düğünden sonraya hiçbir şey kalmasın. Balayında olacağız ya uzun süre. Senin yükünü hafifletmek istedim.''
Uygar'ın yükünü hafifletmek için böyle bir çabaya girmesine Uygar bile inanmazdı. Çünkü Uygar haftalarca Deniz olmadan şirketteki bütün işlerin üstesinden gelmişti. Balayında olacağımızı planladığımız zaman diliminde de pekala bütün işleri halledebilirdi. Deniz yalan söylüyordu çünkü eve gelmek ve beni görmek istemiyordu.
Uygar'a balayına gitmeyeceğimizi çünkü düğünde Deniz'i terk etmek zorunda olduğumu söylemek istedim. Tek yapabildiğim gülümsemeye çalışarak etrafı izlemek olmuştu.
''Oğlum kaç hafta sensiz çalıştım ben. Balayında olduğunuz süre boyunca da çalışırım yani. Hem yeni asistanım yarın işe başlıyor. Yüküm azalacak. Sen niye düğün telaşı arasında işle güçle uğraşıyorsun? Yalnız bırakmasana kızı.''
''Yalnız değilim ki.'' dedim. ''İki gündür Güneş ve Savaş'la vakit geçiriyorum.'' Kerem de sürekli bizimleydi ama Uygar'ın bunu çok da bilmesine gerek yoktu. ''Düğün telaşımız da yok zaten. Yani Canan Hanım ve Fatih Bey yeterince ilgileniyorlar her şeyle.''
Uygar omuz kıstı. ''Valla Denizcim kusura bakma ama evleneceğim hafta sakın benden böyle bir performans bekleme. Ben o hafta işe gelmem haberin olsun.''
''Siz bir evlenin de o zaman konuşuruz.'' dedi Deniz sırıtarak.
''Heyecanlı mısınız?'' dedi Miray merakla. “Bir haftadan az kaldı düğüne.”
''Çok.'' dedi Deniz, neredeyse inanacaktım. Çünkü sevgi dolu bakışlarla bana bakmış, elini elimin üzerine koymuştu.
''Evet.'' dedim acıyla. Keşke Deniz gibi rol yapabilseydim. Acı çekerken mutluymuş gibi yapmanın beni zorlayacağını biliyordum ama bu sandığımdan da beterdi.
''Ya.'' dedi Uygar ciddi bir sesle. ''Tadımız kaçsın istemezdim ama önemli bir konumuz var.”
“Ne?” dedi Deniz.
“Cemre konusunu ne yapacağız?”
“Bir şey yapmayacağız. Savcısı, polisi her yerde arıyor.”
“Savcısı, polisi Melih ve Özgür’ü de aylardır arıyor. Ama gelinen noktada tablo ortada.”
“Hala hayatta olduğumuza göre ve hiç kayıp vermediğimize göre bir sorun yok bence Uygar.”
“Kayıp vermemek mi?” dedim büyük bir şaşkınlıkla. “İlker savcının öldüğünü ne çabuk unuttun? Biz ölmedikten sonra kim ölürse ölsün mü diyeceğiz yani?”
“Unutmadım sevgilim.” dedi Deniz, gerginliğimi anlamış, ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. “İlker savcının ölümü elbette ki korkunç bir şey. Ama benim önceliğim sizlersiniz.”
“Bu çok bencilce.” dedim başımı sağa sola sallarken. “İlker savcı bizim can güvenliğimizi sağlamak için dosyayla ilgileniyordu. Bizi korumak isterken öldü.”
“İlker savcı Özgür’ün düzenlediği suikast yüzünden öldü. Bizi korumakla görevli değildi o anda. Yanımızda bile değildi.”
“Arkadaşlar.” dedi Miray sakin bir sesle. “İyi misiniz?”
“Evet.” dedik Deniz’le aynı anda. Derin bir nefes verdim. “İyiyim, gayet iyiyim.”
Deniz konuyu değiştirdi ve bambaşka bir yere getirdi. “Bencillik nasıl oluyor biliyor musun aşkım?” dedi sadece benim anlayabileceğim bir öfkeyle. “Cemre mesela. Ben onun bebeğimi aldırdığını zannediyordum. Herkes öyle zannediyordu. Tamam, hamile değilmiş. Üstelik aldırmamış ama eğer bu gerçek olsaydı, eğer hamile olsaydı ve bana sormadan aldırmış olsaydı bu bencillik olurdu.” Cemre’den bahsediyordu ama kelimelerinin hedefi direkt bendim.
“Şu Cemre konusunu kapatsak mı artık?” dedi Uygar. Sıkıldığını görebiliyordum.
“Aa niye?” dedi Deniz. “Sen açmıştın ya konuyu az evvel.”
“Şimdi de kapatmak istiyorum. Bu kadar gerileceğinizi düşünmemiştim.”
“Gerilmedik.” dedim ama buna ne Uygar ne de Miray inanırdı.
“Gerçekten sizin neyiniz var?” dedi Miray, bakışlarını ikimiz üzerinde de gezdiriyordu. “Masaya oturduğumuz andan beri birbirinize bir kere bile gülümsemediniz.”
“Bilinçli olarak yaptığımız bir şey değil.” dedim zoraki gülümseyerek. Acaba Deniz bir şeylerin ters gittiğini belli ettiğim için bana kızmış mıydı?
“Düğün stresi.” dedi Deniz. “Bir şey yok. İyiyiz.”
Uygar ve Miray şüpheyle bizi izlerken başımı Deniz’e yasladım. Ona göre oyun olan ama benim gerçekten içimden gelerek yaptığım bir şeydi bu ve canımı çok yakıyordu.
Onu sevmediğimi düşünüyordu çünkü ona sormadan bebeğimizi aldırmaya gitmiş olmam bu düşüncesini kanıtlıyordu. Onu sevmediğimi düşünüyordu çünkü ona bir kez bile söylediklerinde haksız olduğunu söylememiş, hiçbir şeyi inkar etmemiş, susarak düşündüğü her şeyi kabul etmiştim.
Yine de bu kadar çabuk ikna olmasını kabullenemiyordum. Onu sevmediğim için bebeğimizi bedenimden ayırmak istediğimi düşünmesi normaldi fakat onunla parası için beraber olduğumu nasıl düşünebilirdi? Böyle düşünmesi için hiçbir şey yapmamıştım. En ufak bir hediyesinde mahcup olan ben değil miydim? Pahalı hediyeler aldığında karşılığını veremediği için üzülen ben değil miydim? Benim için düşündükleri nişan hediyelerinin büyüklüğünü tahmin ederek, altta kalmamak için yana yakıla hediye arayan ben değil miydim? Bu kadar mı inanmamıştı sevgime? Gözlerimden hiç mi anlamamıştı? Ne yapmıştım da sevilmediğine bu kadar çabuk ikna olmuştu?
Ben ne günah işlemiştim de hayat bana onun kalbinde ölü bulunduğum bir cezayı reva görmüştü?
9 Aralık, Pazartesi
“Gülşah, bana kahve söyler misin?” dedim odama geçer geçmez Gülşah’ı arayarak. Başım çatlayacak kadar çok ağrıyordu.
“Beş dakikaya getirecekler Ada Hanım.” dedi Gülşah. “Uygar Bey geldiğinizde yanınıza uğramanızı istediğini söyledi. Kahvenizi odanıza mı yoksa Uygar Bey’in odasına mı getirsinler?” Uygar’ın benimle ne konuşacağını hiç bilmiyor ama buna rağmen hiç merak da etmiyordum. Tek düşündüğüm oynadığımız oyunun beni günden güne öldürüyor olmasıydı. Yemek yiyemiyor, uyuyamıyor, günlük rutin işlerimi halledemiyor, temel ihtiyaçlarımı bile karşılayamayacak kadar halsiz ve mecalsiz hissediyordum. Sanki biri bana kalbine sık dese sonunu düşünmeden kalbime sıkabilecekmişim gibi hissediyordum. Bu hayatı yaşamak için hevesim kalmamıştı. Nefes almak zorunda kalışımdan nefret ediyordum. Deniz’in karşısında edindiğim rüzgarlı yerden nefret ediyordum. Yanında olduğum ve ruhumda çiçekler açtıran günleri çok özlemiştim.
“Uygar’ın odasına getirsinler.”
“Tamam Ada Hanım.” dedi Gülşah ve ben odamdan çıkıp Uygar’ın odasının yolunu tuttum.
“Girebilir miyim?” dedim kapısını tıklattıktan hemen sonra. Uygar masasının başında ayakta duruyor, tam karşısında duran, benim sadece sırtını ve siyah, uzun saçlarını gördüğüm kıza bir şeyler anlatıyordu.
“Gel Ada.” dedi Uygar. Hızlı ama küçük adımlarla ilerledim ve Uygar’ın tam karşısında duran kız görüş açıma girdiğinde duraksadım. Uygar’ın karşısında duran ve göz rengi, ten rengi, saç rengi benimle aynı olan kızı baştan aşağı süzdüm.
Kız bana kesinlikle benzemiyordu. Çünkü yüz hatlarımız tamamen birbirinden farklıydı. Yüzü Orta Asya genotipine benziyordu, göz şekli yuvarlaktı. Benim gözlerim çekikti. Dudakları dolgundu. Benim dudaklarım ise ne ince ne de kalındı. Burnu estetikti, benim burnumda ise minicik bir kemer vardı. Çene hatları yuvarlaktı. Benim çenem ise kemikli ve keskindi. Boyu benden beş altı santim kısaydı. Daha birçok fiziksel özelliğimiz birbirinden apayrıydı ama yine de siyah saç, siyah göz ve beyaz ten görünce aklıma direkt kendim gelmiştim. Dünyadaki tek siyah saçlı, siyah gözlü ve beyaz tenli kız sen değilsin Ada.
“Tanıştırayım, Toprak.” dedi Uygar, çocuğumuza koymak istediğimiz ismi taşıyan, kesinlikle bana benzemeyen ama bakınca insanların aklına beni getirecek olan kızı eliyle bana gösterirken.
Girdiğim şoktan henüz kurtulamamışken bana uzattığı elini kaç saniyedir sıkmadığımın farkında bile değildim. “Memnun oldum.” dedi samimiyetle gülümserken. Kesinlikle gülüşlerimiz ve dişlerimiz de farklıydı. Kıza taktın Ada.
“Ada.” dedim ve gülümsemeye çalışarak havada kalan elini sıktım.
“Toprak benim asistanım.” dedi Uygar. Elimi Uygar’ın asistanının elinden çektim ve masanın önündeki tekli koltuğa oturarak bir bacağımı bir bacağımın üstüne attım. Kime neyi kanıtlamaya çalıştığımı anlayamıyordum. Uygar’ın asistanı bana gülümserken kapı çaldı. Kahvem gelmişti.
“Ben sana kahve söylemedim ama?” dedim kaşlarımı kaldırarak. “Beni çağırmışsın.” Konuyu bambaşka bir yere getirdiğime inanamıyordum. En son Uygar asistanından bahsediyordu. Bari bir Hayırlı olsun. deseydin Ada.
Uygar önce bana şaşkınlıkla baktı, ardından asistanına döndü. “Sen çıkabilirsin. Raporları bir saat yirmi dakika sonra getirebilirsen çok tatlı olacak.”
“Peki Uygar Bey.” dedi Uygar’ın asistanı ve hızlı adımlarla odadan çıktı. O kızın bir adı vardı fakat benim için Uygar’ın asistanı olarak kalması daha iyiydi. Toprak demek neden içimden gelmiyordu bilmiyordum.
“Anlat.” dedi Uygar. Kahvemi yudumluyordum.
“Buz gibi havada okula gitmek çok zordu. Bir de üstüne dersten hiçbir şey anlamadım. Zaten dersin yarısında uyuyakalmışım. Allah’tan sınıftan biri uyandırdı ders bittiğinde. Yoksa sınıfta kalacaktım. Uyku bir iyi geldi ki sorma. Ama bu sefer de başım çok ağrıyordu. Hala da çok ağrıyor. Ağrı kesici de içemem, malum hamileyim. Öyle işte. Dersten sonra da şirkete geldim. Savaş ve Güneş babamı ziyarete gidecekler. Miray ve Selay da alışverişte. Düğünümüz için elbise bakacaklar. Gerçi sen biliyorsundur. Miray söylemiştir. İnsan sevgilisinin nerede olduğunu bilir değil mi? Ben günlerdir Deniz nerede kalıyor bilmiyorum ama neyse konumuz asla bu değil. Sahi sen ne giyeceksin düğünümüzde?”
Uygar nefes almadan sadece on saniyede sıraladığım kelimeleri şaşkınlıkla dinledikten sonra yutkundu ve bir eliyle yüzünü ovuşturdu. “Neler oluyor Ada?” dediğinde çoktan hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Uygar yanıma geldi ve önümde diz çöküp ellerini dizlerime koydu.
''Niye bana benziyor?'' dedim sanki konumuz asistanıymış gibi.
''Kim?''
''Asistanın.'' dedim inatla.
''Toprak mı?''
''Asistanın.'' dedim üzerine basa basa. İsmini söylemek istemiyordum işte bunun nesini anlamıyordu?
''Benzemiyor?'' dedi afallamış bir ifadeyle.
''Saçları, gözleri benimkilerle aynı renk. Saç boyu benimkiyle aynı. Ten rengi bile benimle aynı. İsmi neden Toprak ki?'' dedim ellerimin tersiyle gözyaşlarımı silerken. Deniz bana benzeyen ve ismi Toprak olan bir kız çocuğu isterken ve ben o bebeği aldırmaya karar verip vazgeçmişken, hayat neden karşımıza ismi Toprak olan ve bana benzeyen birini çıkarmıştı bilmiyordum.
''Adacım, canım kardeşim benim. Dünyada milyonlarca senin gibi siyah saçları ve gözleri olan, teni beyaz olan insan var. Ama laf aramızda içlerinde tek özel olan sensin bizim için. Bunun için bu kadar ağlamasan mı?'' dedi ellerimi yanaklarıma yerleştirip başparmaklarıyla gözyaşlarımı silerken. ''Hadi anlat ne oldu? Neyiniz var sizin?''
''Bir şey yok.'' dedim omuz kısarak. ''Sen niye odana gelmemi istedin?''
''Bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettim diyelim.'' dedi ve Deniz 'in sesi konuşmamızı böldü.
''Uygar.'' dedi, kapıyı çalması ve içeriye girmesi aynı saniyede olmuştu. Bakışları beni bulduğunda bir an duraksadı ve ne söyleyeceğini bilemez bir halde bizi izledi. Yapacağı rolü unutmuş olmalıydı ki tepkisiz kalmıştı. Normalde hızla yanıma gelmesi gereken bacakları onu olduğu yere sabitlemeyi tercih etmişti. ''Ada.'' dedi en sonunda kuru bir sesle. Umurunda olmadığımı ve sormak zorunda olduğunu bildiği için adımı söylediğini biliyordum. ''Neden ağlıyorsun sevgilim?'' dedi belli belirsiz bir sesle. ''Ne oldu?''
''Hiç.'' dedim. ''Uygar'la konuşuyorduk öyle.'' Bu cevabım onu tatmin etmemiş olmalıydı ki detay vermemi istediğini anlatan bakışlarla baktı. ''Başım ağrıyor Deniz.'' dedim en sonunda. ''O yüzden.''
''Sen odama gelsene benim.'' dedi ve kalkmayacağımı anlayınca koltuğun yanına gelip elimi tutarak beni ayağa kaldırdı. ''Konuşalım biraz.''
''Biz konuşuyorduk.'' dedi Uygar, kendimi öldürmek istiyordum çünkü Uygar zaman geçtikçe hiçbir şeyin yolunda olmadığını daha çok anlıyordu. ''Hem kız daha kahvesini içmedi.''
''Konuşursunuz.'' dedi Deniz ve benimle birlikte kapıya yürüdü. Arkasından ağır ağır yürürken kendimi bir kuklaymışım gibi hissediyordum. ''Odama söylerim ben Ada için kahve.''
''Sen niye gelmiştin?'' dedi Uygar arkamızdan. Deniz cevap vermedi ve saniyeler içinde odadan çıktık.
''Ne yapmaya çalışıyorsun sen?'' dedi Deniz odasının kapısını gürültülü bir şekilde kapattıktan sonra.
''Ne yapıyormuşum?'' dedim kollarımı göğsümde birbirine dolayarak.
''Duygu sömürüsü yapmaya mı gittin Uygar'ın yanına?'' dedi odada sağa sola sinirle yürürken. Kıracak bir şeyler aradığına emindim.
Yanaklarımın kenarını ısırdım. O kadar çok ısırmıştım ki ağzımın içi kan dolmuştu. Neredeyse kusacaktım. ''Ne saçmalıyorsun sen?'' dedim geri adım atmayarak. Birbirimizin canını yakmamak için bir çaba harcamıyorduk. Belki de yanacağımız kadar yanmıştık, o yüzden dilimize gelen ne varsa söylüyorduk.
''Uygar neden Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım. dedi? Karşısında neden ağlıyordun? Ne anlattın ona?''
''Bir şey anlatmadım.''
''YALAN SÖYLEME.'' diye bağırdı.
''Bağırma bana, şirketteyiz.'' dedim. Önceden olsa hıçkıra hıçkıra ağlayacağım yerde şimdi sesimin titremesine bile müsaade etmiyordum. Çünkü Deniz'in yanı artık güçsüz de olabileceğim bir yer değildi. Savrulmamak için ayaklarımı yere sağlam basmalı, güçlü olmalıydım.
''Bağırtma o zaman! Ne anlattın Uygar'a?''
Ayağımın ucunu yere vurmaya başladığımda ritim tutturduğumun farkında bile değildim. ''Hiçbir şey anlatmadım.'' dedim dişlerimin arasından. ''Uygar'ın bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünme sebebi sensin!'' dedim, şaşkın bir ifadeyle beni izliyordu. ''Günlerdir şirketten çıkmıyormuşsun. Bu gayet iyi bir sebep Uygar için. Kaç yıllık arkadaşın seni tanımayacak mı?''
''Ça-lı-şı-yo-rum!'' dedi heceleyerek. ''ÇALIŞIYORUM. Dün gece de söyledim.''
''Asla olmayacağını adın kadar iyi bildiğin bir balayını bahane edip şirkete kaçtığını biliyorum. Beni görmek istemediğini de biliyorum ama bunu bari etrafa belli etme. Bir sorun olduğunu belli eden ben değilim, sensin. Sahi ne planlıyorsun balayımız için?'' dedim samimi olmayan bir gülüşle. ''Uygar'a açık açık gideceğimizi söyledin çünkü. Gitmezsek de olmaz şimdi, ne de olsa biz balayına gitmeyecek bir çift değiliz. Aşığız ya, o yüzden diyorum. Oyunumuz ortaya çıkar falan, Allah korusun.'' O kadar alayla konuşuyordum ki ağzımdan çıkan her kelime Deniz'i daha da öfkelendiriyordu.
Deniz bir şey planlamasa bile bir balayına gitmeyecektik. Çünkü şimdi ayrılmış olsak bile düğünde onu terk edecektim. Ama yine de Deniz'in ne planladığını merak ediyordum. ''Göz önünde olduğumuz müddetçe hareketlerine dikkat edeceksin. O anlaşmada neleri imzaladığını unuttuysan ben hatırlatayım.''
''Ne olur mesela? Ne yaparsın o anlaşmaya uymazsam? Neyle tehdit edersin beni? Ne istiyorsun sen daha benden? İntikam mı alacaksın?''
''Kimin intikam yemininin piyonusun sen?'' dedi, kafasında hangi isimlerin döndüğünü merak ediyordum. ''Cemre'yi Melih soktu hayatıma. Peki seni kim soktu? Ne verdi karşılığında?'' Parası için onunla olmadığıma ikna olmuş olmalı ki bu sefer de başkasının piyonu olduğumu düşünmeye başlamıştı. ''Büyük bir servet ödemiş olacak ki sana ne aldıysam istemedin. Bu yüzden mi istemiyordun sana aldığım hediyeleri? Zaten sana alacak bir patronun olduğu için mi?'' Kahkaha atmaya başladığımda beni şaşkınlıkla izliyordu. Başımı iki yana salladım ve cevap vermeden odasından çıktım. Çıkar çıkmaz odama koşmuştum çünkü ağladığımı kimse görsün istemiyordum. Deniz'in karşısında sapasağlam durmayı başarıyordum fakat yalnız kaldığımda kendimi tutacak kadar güçlü hissetmiyordum.
Sandalyeme oturup kollarımı masaya, başımı da kollarımın üstüne koyarak gözlerimi kapattım. Bu çok kısa sürmüştü çünkü kapım çalmıştı. Başımı kaldırıp yüzümü sildim. ''Girebilir miyim?''
''Gel Gülşah.'' dedim bilgisayarımın ekranını kaldırırken. İçimden nefes almak bile gelmiyorken burada olmaktan ve çalışmak zorunda olmaktan nefret ediyordum. Gülşah kapıyı açtı, heyecanla yanıma doğru ilerledi.
''Ada Hanım bugün organizasyon şirketi sizinle görüşmek istiyor.''
Anlamayan gözlerle baktım. Bir iş almıştım da haberim mi yoktu? ''Hangi firma?''
''Ada Hanım.'' dedi Gülşah gülümseyerek. ''Düğününüz için ayarladığımız organizasyon şirketinden bahsediyorum.''
''Ha.'' dedim bıkkın bir sesle. ''Ne için görüşmek istiyorlar benimle?''
''Son detayları görüşmek istiyorlar.''
''Sen görüşebilirsin Gülşah, ben çok yoğunum. Hiç vakit ayıramayacağım ona.'' Senin iş yoğunluğun yok ki Ada. Doğru dürüst işe bile gelmiyorsun sen.
''Ama Ada Hanım, ya beğenmezseniz benim seçtiğim şeyleri.''
''Beğenirim beğenirim. Sana güveniyorum ben. Halledersin sen.''
''İsterseniz iş yoğunluğunuza da yardım edebilirim. Deniz Bey bütün işleri kendi hallediyor. Benden hiçbir şey istemedi, size yardım edebilecek vaktim var.''
''Sağ ol Gülşah, ben hallederim. Hem zaten işle ilgili bir yoğunluk değil bahsettiğim. Kardeşim geldi Aydın'dan. Evde işler yoğun o yüzden.'' Bravo. dedi içimdeki ses beni alkışlarken. Yalan söyleme işinde kendini aştın.
''Anladım Ada Hanım, bir şey isterseniz söylersiniz. Ben işlerimin başına geçeyim.''
''Tamam Gülşah, kolay gelsin.''
''Size de.'' dedi Gülşah ve odadan çıktı.
Telefonumun çalmasıyla şifre girdiğim bilgisayardan bakışlarımı çektim ve çantamı karıştırıp telefonumu buldum. ''Efendim Savaş.'' dedim normal tutmaya çalıştığım sesimle.
''Ada, n'aber?'' dedi, sesi keyifliydi.
''İyiyim. Babam nasıl?''
''İyi. Savcı gelmiş bizden önce. Bu ay sonunda dava var. Tutuksuz yargılanabilirsin demiş babama. İnanabiliyor musun?''
''Savaş gerçekten mi?'' dedim heyecanla. ''İnanamıyorum harika bir haber bu.''
''Evet. Gerçi pek de umutlanmak istemiyorum. Hakimin insafına kalmadan alnımızın akıyla kurtulsak şu beladan, başka hiçbir şey istemiyorum.''
''Güneş nasıl?''
''İyi, yanımda.''
''Versene.'' dedim, birkaç saniye sonra Güneş'in neşeli sesi kulağımı doldurdu.
''Ablacım.''
''Güneş nasılsın?''
''İyiyim abla.''
''Babamla görüşmen nasıldı?''
''İyiydi. Yani beklediğimden de iyiydi. Baştan sonra her şeyi anlattı.''
''Ve sen de onu affettin?'' dedim.
''Evet.'' dedi Güneş kısacık bir sürede.
''Güneş, seni o kadar seviyorum ki.''
''Ben de seni seviyorum abla. Düğünden önce abimle Bursa'ya gitsem ne dersin?''
Güldüm. ''Babaannemizi ve dedemizi mi görmek istiyorsun?''
''Evet, ayrıca halamı ve kuzenlerimi de. Zaten onlar da beni sormuşlar. Abim söyledi.''
''Bak sen şu abine.'' dedim gülerek. ''E götürsün seni Bursa'ya. Madem çok istiyorsun.''
''Düğün için yardım edemeyeceğim ama sana.''
''Yardım edecek bir şey yok ki.'' dedim. ''Her şey hazır neredeyse.''
''O zaman gidiyoruz yarın.''
''Gidin.'' dedim gülerek.
''Ben şimdi arabaya geçiyorum. Hava çok soğuk.''
''Abine versene.'' dedim, bu sefer de Savaş'ın sesi kulağımı doldurmuştu.
''Savaş, Eser Kırcalı hakkında konuşabildin mi babamla? Dedemizin Şahin'i öldürdüğünü biliyor mu?''
''Güneş yanımda olduğu için konuşamadım. Zaten vaktimiz kısıtlıydı. Pek bir şey soramadım.''
''Salih abiden haber var mı peki? Eser bulmuş mu Hasan'ı?''
''Bulmuş.'' dediğinde dizlerimin titrediğini hissettim. ''Fotoğraf attı, Hasan'ı paketlemiş Eser. Ama Hasan yine de söylememiş Özgür'ün yerini.''
''Kendi yöntemlerini denemiyor mu? Çok emin konuşmuştu halbuki.''
''Özgür'ün yerini bulmadan bırakmaz o Hasan'ı merak etme.''
''Umarım Savaş. Tek umudum bu. Eğer Özgür'ü bulursak Deniz'e her şeyi anlatacağım ve düğünümüzde onu terk etmek zorunda kalmayacağım.''
''Bulunacak Ada.'' dedi Savaş kendinden emin bir sesle. ''Siz ne yaptınız Deniz'le?''
''Şirkete geldim, çalışıyorum.''
''İyisin ama değil mi? Bir sıkıntı yok?''
''Yok yok, iyiyim. Yarın bebeğimizin kalp atışlarını dinlemeye gideceğiz.''
''Yeni bir teknolojiyle o kalp atış sesini kayda alabiliyorlarmış. O kaydı alıp bana da atar mısın?''
Güldüm. ''Olur, atarım.''
''Tamam, Neyse Güneş cama vuruyor. Ben onu daha fazla bekletmeden arabaya gideyim.''
''Görüşürüz Savaş.''
''Görüşürüz Adacım.'' dedi ve telefonu kapattım.
10 Aralık, Salı
''Eveeeet.'' dedi Melike Hanım heyecanla. Odasına girmiş, muayene olmayı bekliyordum. ''Deniz Bey nerede?''
Saatime baktım, geleceğini söylediği saatin üzerinden on beş dakika geçmişti. ''Gelir birazdan, işler çok yoğun da şirkette. Çıkamamıştır. Trafiğe de kaldığını düşünürsek.''
''Keşke trafiğin daha az olduğu bir saatte çağırsaydım sizi.''
''İstanbul'un trafiği bitmez ki.'' dedim gülümseyerek. O sırada biri kapıyı çaldı ve gir komutunu beklemeden içeriye girdi.
''Biz de tam sizden bahsediyorduk.'' dedi doktor. ''Hoş geldiniz.''
''Hoş buldum.'' Deniz bana doğru ilerlediğinde ayağa kalktım, beni saniyeler içinde kucakladı. ''Sevgilim, çok beklettim mi?''
''On beş dakika.'' dedim gülümseyerek.
''Kusura bakmayın, işler baya yoğun. Bir yandan düğün hazırlıkları, bir yandan şirket. Yetmezmiş gibi trafiğe takıldım. Tam öğle yemeği saati.''
''Bir dahaki sefere sizi daha erken bir saate çağırayım ben en iyisi.'' dedi doktor.
''Daha iyi olur.'' dedi Deniz ve beni sedyeye yönlendirdi. ''Hadi ben çok heyecanlıyım.''
''Geçin siz, hazırlanın. Ben Ada Hanım'ın kan sonuçlarına bakayım.''
Başımı salladım ve sedyeye uzanıp kazağımı yukarıya kaldırıp, pantolonumu da birazcık aşağı indirdim. Deniz bomboş gözlerle beni izliyordu. ''İki hafta kadar önce kanaması oldu Ada'nın.'' dedi Deniz.
''Haberim var, amcanız bahsetti. Talihsizlik olmuş.''
''Kan değerlerim nasıl şimdi?'' dedim başımı kaldırıp doktora bakarak.
''Kan değerleriniz biraz düşmüş.'' dedi yüzünü asıp. Ardından hemen düzeltti. ''Ama endişe edecek bir şey yok. Birkaç vitamin ve demir takviyesiyle normal düzeye çıkartabiliriz. Ona göre bir reçete yazdım bile.'' dedi, sandalyesinden kalktı ve hızlı adımlarla yanıma gelip sandalyesine oturarak karnıma jel sürdü. ''Balayından ne zaman döneceksiniz? Ona göre sizi direkt yine çağıracağım.''
''5 Ocak'ta dönüyoruz.'' dedi Deniz. Ona göre ayrılmıştık. Ama buna rağmen benimle yurtdışına gitmeyi mi planlıyordu? ''7 Ocak'ta gelsek nasıl olur? Altısında gelelim diyeceğim ama yol yorgunu oluruz. Evde dinlenir Ada diye düşündüm.''
''Olur Deniz Bey.'' dedi doktor ve ultrason cihazını karnımda gezdirmeye başladı. Ekranda bebeğimi gördüğüm an ağlamaya başladım. İlk kez görmüyordum ama ondan kısacık bir süre için bile olsa vazgeçmiş olmama rağmen hala benimle olması beni çok kötü hissettirmişti. Onu çok kısa bir an istememiştim ama o beni terk etmemişti. ''En son ne zaman regl olduğunuzu hatırlıyor musunuz?''
Kaç haftalık hamile olduğumu hesaplamak için son reglimin ilk gününü öğrenmek istiyordu fakat bilmediği bir şey vardı ki o da son reglimden önce Deniz'le hiç beraber olmadığımızdı. Biz ilk kez Roma'da, 23 Ekim'de birbirimizin ruhuna da sahip olmuştuk. Ve ben o gün hamile kaldığıma emindim. Bunu doktora nasıl söyleyebileceğimi bilmiyordum. Sanırım en mantıklısı Deniz'le beraber olduğum tarihi son reglimin ilk günü olarak söylemekti. ''23 Ekim.'' dedim ekrana bakarken.
''Yedi haftalık diyebiliriz o zaman. Bu da demek oluyor kiiiiiii.'' dedi heyecanla. Ardından kulaklarımı minicik bir ritim sesi doldurdu. Belli aralıklarla atıyordu. Hayatımda duyduğum en güzel sesin Deniz'e ait olduğunu zannediyordum ama bu ses Deniz'in sesinden bile güzeldi. Ufacıktı, Güm Güm Güm atıyordu. Hıçkırıklara boğularak, küçük bir çocuk gibi ağlamak istiyordum. ''En sevdiğim kısım bu.'' dedi doktor. ''Kalp atışını duyduğumuz an hissettiğim şey o kadar farklı ki. Sadece bir santimsin, kalbin oluşuyor ve biz kalp atışı duyuyoruz. Çok güzel değil mi?''
Bakışlarımı istemsiz olarak Deniz'e çevirdim. Tıpkı benim gibi ağlamaya başlamıştı. Neredeyse bebeğimizin hayatına son vereceğimi hatırladıkça ölmek istiyordum. Deniz'e bunu nasıl yapacaktım? Bu mutluluğu elinden nasıl alacaktım? Şimdi gözlerine dolan yaşama sevincini ondan alma hakkını kendimde nasıl bulmuştum? ''Bebeğimin kalp atışı mı bu?'' dedi Deniz. Gözyaşlarını silme gereğinde bulunmamıştı.
''Evet.'' dedi doktor kocaman gülümserken. Şu yaşadığımız anın gerçek bir mutluluk anı olması için çok şeyi feda edeceğimi Deniz bilmiyordu. Ben mutluydum, Deniz de mutluydu ama biz bu mutluluğu paylaşmıyorduk. Birkaç gün önce olsa Deniz'in beni kollarıyla sıkı sıkı saracağı bir andaydık ama şimdi bulunduğumuz durum felaketten bile kötüydü. Biz yaşayabileceğimiz en kötü senaryoyu yaşıyorduk. ''Gelişimi de bulunduğu haftaya göre normal. Ama ne yazık ki düşük tehlikesi hala devam ediyor. Çok dikkat etmeniz gerek.''
''Siz hiç merak etmeyin.'' dedi Deniz. ''Çok dikkatli olacağız.''
''Biliyorum düğün telaşınız var ama siz pek yormamaya çalışın kendinizi. Bol bol istirahat etmenizi önereceğim.''
Deniz usulca yanıma geldi ve sanki rol yapmıyormuş gibi, sanki bana hala aşıkmış gibi elimi tutup gözlerimin içine baktı. ''Sevgilim.'' dedi yumuşacık bir sesle. ''Sen en iyisi şirkete gelme bir süre.''
Gülümsemeye çalışıp gözyaşlarımı sildim. ''Patron ne derse o.''
Doktor bir peçeteyle karnımı sildi. ''Evet, söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. İlaçlarınızı almayı unutmayın.”
Başımı salladım, doktor odadan çıktı, Deniz elimi bıraktı ve bir günü daha kalbimin en derin yerine astım.
11 Aralık Çarşamba
“Biz geldiiiiik.” dedi Eren kapıyı açtığımda. Melis'le birlikte kışlık kıyafetlerin içine gömülmüş bir şekilde onları içeriye davet etmemi bekliyordu.
''Aaa.'' dedim sevinçle. ''Hoş geldiniz. Nereden çıktınız siz böyle? Gelsenize.''
''After Party için evi süslemeye geldik.'' dedi Eren. ''Haberin yok muydu?''
Neyden haberimin olup olmadığını sorguladığını bile bilmiyordum. Acaba geleceklerinden haberim olmadığını mı yoksa after party'nin evde olacağından haberim olmadığını mı sorguluyordu? Aslında fark etmezdi çünkü ikisinden de haberim yoktu ama haberimin olmadığını öğrenmeleri bir sorun teşkil edebilirdi. Ne de olsa canımdan kaç can eksildiğini bilmediğim bir anda Deniz'in evlilik sözleşmesini imzalamıştım. Sözleşmeye uymayacağım takdirde bana hiçbir şey yapamayacaktı ama yine de mutluymuş gibi yapmak artık benimsediğim bir şeydi. ''Vardı, vardı da ben akşam geleceksiniz zannediyordum. Okula gitmedin mi Eren?''
''Yok, izin aldım. Düğünden sonra gideceğim.'' dediğinde çoktan içeriye girmişlerdi. Montlarını, şapkalarını ve atkılarını çıkarttıklarında onlara sıkıca sarıldım.
''Hoş geldiniz. Size sıcak bir şeyler hazırlamamı ister misiniz?'' dedim. Kerem kollarının üstüne üst üste koyduğu dört kutuyla içeriye giriyordu. Onun ardından Burak da dört kutuyla içeriye girdi.
''Nereye koyalım bunları?'' dedi Kerem. Kutularda parti malzemeleri olmalıydı.
''Şuraya bırakıver Kerem.'' dedim. Kerem ve Burak kutuları bıraktığında kapıyı kapatmaya yeltendim.
''Daha bir sürü kutu var Ada.'' dedi Melis.
''Bütün evi mi süsleyeceğiz?'' dedim şaşkınlıkla.
''Süs malzemesi değil ki onlar.'' dedi Eren. Anlamayan gözlerle baktım. ''Annem ve babam aldı bunları size. İçlerinde sizin kullanacağız eşyalar varmış. Düğün hediyesi yani.''
Gözlerimi kocaman açıp Kerem ve Burak'ın bir kez daha dörder kutuyu içeriye bırakmasını izledim. ''Bitti.'' dedi Burak tam önümde emir eri gibi durduğunda. Bu kadar kutuyla ne yapacağımı bile bilmiyordum.
''Götürün bunları istemiyorum ben.'' dedim kutulara bakarken. On altı kutu, onları istemediğimden habersiz öylece orada duruyordu.
''Ne demek istemiyorum Ada? Kafayı mı yedin?''
''Ya Melisçim tabii ki yemedim kafayı ama abin zaten bir sürü şey alıyor bana yani her şeyim var. Nereye sığdıracağım ben bu kadar şeyi? Ne gerek vardı ki masrafa? Hem ne var ki bunların içinde bu kadar?''
Melis Kerem ve Burak'a döndü. ''Siz gidebilirsiniz. Biz hallederiz.''
Kerem ve Burak bunu bekliyormuş gibi apar topar evden çıktığında ben hala kutulara bakıyordum.
''Neler yok ki?'' dedi Melis. ''Birazdan açıp hepsine bakarız.''
***
''Ya kızlar.'' dedi Eren. Salonun ortasına koyduğu merdivenin tepesine çıkmış, tavana fosforlu yıldızlar yapıştırıyordu. ''Bu yıldızları buraya mı yapıştırayım yoksa kapının oradaki tavana mı?''
Melis gözlerini kısarak Eren'i izledi. ''Sen düşüp bir yerini kırma da nereye asarsan as.''
''Offf. Keşke gümüş renkli olanları değil gold renkli olanları alsaydık. Daha zengin duruyordu onlar.''
''Sen kendi düğününde öyle alırsın artık.'' dedi Melis ve üçüncü kutuyu açtı. Diğer iki kutudan benim için alınmış parfümler, bakım kremleri ve saç şekillendirici elektrikli taraklar, fırçalar ve vücut losyonları çıkmıştı. Bunları zaten bekarken de kullanıyordum. Neden tüm bu malzemeleri sadece yeni evlenenlerin kullandığını zannettiklerini anlamıyordum. Bekar biri deodorant kullanmıyor muydu yani? Tamam iyi niyetle alınan şeylerdi ama taraklara baktıkça Al kullan, sen bakımsızsın. demişler gibi hissediyordum. Ya da büyük saçmalıyordum. İnsanların tek yaptığı beni düşünmekti ama ben bunu nedense ters anlamayı seçmiştim.
''Yuh Eren, annemin abime aldığı saate bak. Bundan sen de istiyordun.''
Eren başını çevirip yan gözle Melis'in gösterdiği saate baktı. ''Yuh.'' dedi Eren de tıpkı Melis gibi. ''Acilen ben de evleniyorum. Çünkü annem bana bu saati normal şartlarda hayatta almaz.''
Melis'le birlikte bakıp gülmeye başladık. ''Eren abartma ya. Ne istedin de almadı annem?'' dedi Melis. O sırada kutudan bir şey daha çıkarmıştı. ''Bunu hangi mantıkla almışlar ki?'' dedi Melis. ''Abim gecelik bile giymez ki. T-shirtle, eşofmanla uyur. Bazen t-shirt de giymez. Gecelik bile giymeyen adama sabahlık almışlar.''
Kıkırdadım. Günler sonra gülmek bana iyi hissettirmişti. Melis bu kutuyu sevmemiş olacak ki kapağını kapatıp başka bir kutuya geçti. Bizi tüylü bir çift terlik karşılamıştı, anlaşılan bu kutu bana aitti. Terlikleri elime alıp şaşkın bakışlarla inceledim. ''Bunları annem almış olamaz ya.'' dedi Melis. ''Topuklu, tüylü ve taşlı terlik. Artık bu terliklerle şıpıdık şıpıdık gezersin evde. Ay düşünebiliyor musun Ada abime bu terliklerle yemek hazırladığını?''
Güldüm ve terlikleri alıp ayağıma geçirdim. ''Bence çok güzeller. Renklerinin sarı olması bile benim beğenmem için yeterli bir sebep.'' Ayağa kalkıp birkaç metre yürüyüp tekrar koltuğa oturdum. ''Çok da rahatlar.''
''Bence de güzeller. Herkes senin gibi panduf mu giyecek? Süslü terlikler de vardır.'' dedi Eren kıkırdayarak.
''Aaaaaaahğğhhh.'' diye çığlık attı Melis. ''Ada çabuk şuna bak. Eren sen önüne dön.'' Eren önüne dönmediğinde Melis Eren'e kaşlarını çattı. ''Eren önüne dön dedim sana!'' Eren istemeyerek de olsa önüne döndü. Melis askılarından tuttuğu geceliği yavaşça yukarıya kaldırdığında ağzım açık kalmıştı. Geceliğin yaka ve sırt kısmında çapraz ipler vardı. Satendi, karın kısmı transparandı ve kalçamın üstünde bitecek kadar kısaydı. Siyahtı ve inanılmaz derecede seksi duruyordu. Ama ne yazık ki biz Deniz'le bunu giyebileceğim bir gece yaşamayacaktık. Hatta biz Deniz'le bu gecelik olmadan bile bir gece yaşamayacaktık.
''Çok güzel değil mi Ada?'' dedi Melis sırıtarak bakarken. ''Keşke benim de olsa.'' dedi neşeyle. Benimse boğazıma taş oturmuştu.
''Neymiş o güzel olan?'' dedi bir ses. Günlerdir bu evde yankılanmayan ses kulaklarımızı doldurduğunda Deniz, Melis'in çarşaf gibi ortada tuttuğu geceliğe bakıyordu. Melis apar topar geceliği ellerinde buruşturup kutuya geri sıkıştırdı. ''Keşke benim de olsa. demek?'' dedi hafif sinirli bir sesle.
''Ayyy ben yemeğe bakayım.'' dedi Melis ve ayağa kalkıp koşarak mutfağa girdi. Mutfakta yemek yoktu. Çünkü yemek yapacak bir Ülkü abla yoktu, biz de yemek yapmamıştık ve bunca süre zarfında sadece evi süsleyip, bize gelen kutulara bakmıştık.
''Sen ne yapıyorsun Eren?'' dedi bu sefer de Eren'e bakarak. ''Ben sana tehlikeli işlere kalkışma, ben gelince halledeceğim demedim mi?''
''Dedin.''
''Peki sen ne yapıyorsun merdivenin tepesinde?''
''Evinizi süslüyorum abicim.'' dedi Eren sevimli bir sesle.
''İn şuradan Eren. Düşüp bir tarafını kırmadan, ben kıracağım yoksa bacaklarını. İn ve ablanı çağır. Mutfakta yemek olmadığını biliyorum. Pizza aldım, soğumadan gelsin.''
Eren apar topar merdivenlerden indi ve koşarak mutfağa girdi. Benimle hiçbir şey konuşmayacağına emin olduğum Deniz'e bakmamak için kucağıma koyduğum ellerimle oynamaya başlamıştım. Neyse ki biri beni bu durumdan kurtarmak için telefonumu çaldırıyordu. ''Efendim?''
''N'aber güzelim?'' dedi sevecen bir sesle.
''İyiyim. Sizi sormalı?''
''Vallahi biz çok iyiyiz. Alışveriş yapıyoruz.''
''Ne alışverişi?'' dedim ve ayağa kalkıp odada yürüyerek konuşmaya başladım. Deniz pizza kutularını masaya dizmekle meşguldü ve bana asla bakmıyordu. Topuklu terliklerimin çıkardığı sesi duyduğundaysa bakışlarını bana çevirmekten kendini alamamıştı. Onu umursamadan konuşmaya devam ettim.
''Güneş'le turistik geziye çıktık. Oya ve Oğuz da bizimle. Gezmedik yer bırakmadık. Camiler, hanlar, türbeler. Bir sürü şey aldı bu kız Ada.''
Kıkırdadım. ''Aaa bak kıskanıyorum ama. Benimle neden gezilmedi oralar peki?''
''Gezeriz güzelim. Sen iste yeter ki.''
''Hiç öyle güzelim deme. Ben de istiyorum, en kısa zamanda.''
''Söz Adacım, hep beraber geliriz hatta. Belki babam da gelir.''
''Belki.'' dedim ve içli bir nefes aldım. ''Ne aldınız peki?''
''İpek şallar mı dersin, Hacivat Karagöz magnetleri mi dersin, kestane şekeri mi dersin? Hepsi var. Feda olsun tabii ama bu kız çok alışveriş yapıyor demedi deme.''
''Ya abla.'' diye carladı Güneş. ''Ben çok mu alışveriş yapıyorum ya? Yapmıyorum değil mi? Yapmıyorsun de.''
''Bir düşünmem lazım ya.'' dedim. ''Benimle kıyasla-''
''Ya abla kendinle kıyaslamasana. Sen hiç alışveriş yapmıyorsun ki. Ne bileyim mesela Selay'la falan kıyasla. Miray bile olur ama kendinle kıyaslama ya.''
''Tamam tamam, sen haklısın.'' dedim.
''Bak gördün mü abi?'' dedi Güneş zaferle. ''Yapmıyorum işte.''
''Tamam, tamam inandım. Neyse hadi Adacım kapatıyorum. Yarın akşam dönüyoruz biz.''
''Tamam, görüşürüz.''
''Seni seviyorum canım ikizim.''
''Ben de seni seviyorum.''
Bu cümleyi söylerken Deniz'le göz göze gelmeyi hiç ummuyordum. Bir tercih hakkım olsa gözlerini çok sevmeme rağmen şimdi göz göze olmamayı dilerdim. Çünkü ona hiç söylemediğim bu iki kelimeyi başkalarına rahatlıkla söylediğime şahit olmuştu. Gözlerine koyu bir gölge yayıldı, ardından gözlerini ağır ağır kapatıp yutkundu. Göz kapaklarını açtığında beni görmeyi istemiyor gibi bir ifade vardı gözlerinde. O hiç bilmiyordu, hiç duymamıştı belki ama ben onu çok seviyordum.
12 Aralık, Perşembe
''Adaa, bu ne sürpriz?'' dedi Selay veteriner kliniğine girdiğimde. ''Ne işin var senin burada?''
''Nasıl yani, en yakın arkadaşıma gelemeyecek miyim ben?''
''Tabii ki gelebilirsin de bir sürü düğün hazırlığın var ya hani?''
''Deniz'in anne ve babası halletti her şeyi. Melis ve Eren de bizde. Onlar da bir yandan her şeyle ilgileniyorlar. Ben de kaçmak istedim biraz.''
''İyi yaptın.'' dedi Selay ve eldivenleriyle önlüğünü çıkartıp bana sımsıkı sarıldı. ''Hoş geldin güzeller güzelim.''
''Hoş buldum.'' dedim montumu çıkartırken. ''İşin çok mu?''
''Hayır, neden?''
''Can'la konuşmak istiyordum da. Yeni savcı gitmiş babamla görüşmeye. Bu ay sonunda babam tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılabilirmiş.''
''Can söyledi, harika bir haber değil mi bu?''
''Evet.'' dedim hüzün dolu bir gülümsemeyle.
''Düğününe gelebilseydi keşke.''
''Keşke demeyi bırakalım.'' dedim ve hemen arkamdaki sandalyeye oturup arkama yaslandım. ''Siz alışveriş yaptınız Miray'la.''
''Evet.''
''Elbiselerinizi atmadınız bana.''
''Düğünde görürsün Adacım.'' dedi Selay ve içeriye getirilen hasta bir kediyi kucakladı. ''Ne oldu sana? Ne oldu sana aşkım? Annesi nesi varmış bu çocuğun? Oy kıyamazlar sana ya. Çok tatlı bu çocuk ya.'' diye diye muayene odasına girdi.
Miray'ı görüntülü aradım, saniyeler sonra beni yanıtlamıştı. ''Efendim Ada.'' dedi. Hastanede değil, bir alışveriş merkezindeydi. Ses gürültülü gelse bile kulaklarım Uygar'ın sesini de seçmişti. ''Adaaa.'' diye heyecanla bağırdığında yüksek sesten dolayı gözlerimi kısıp yüzümü buruşturmuştum.
''Selam.'' dedim kısa bir nefes aldıktan sonra. ''Dışarıda mısınız?''
''Evet. Takım elbise bakıyorum.'' dedi Uygar. ''En yakın arkadaşımın düğününe sadece bir gün kaldı ama ben daha yeni alabiliyorum.''
Miray güldü ve çok kısa bir süreliğine Uygar'a baktı. ''Bir şey olmaz Uygar. Biz de yeni aldık Selay'la.''
''Ada, bu kızlar bana ne aldıklarını göstermiyorlar.''
''Al benden de o kadar.'' dedim. Miray dikkatle bana ve bulunduğum ortama baktı.
''Sen Selay'da mısın?''
''Evet, Can'ın gelmesini bekliyorum.''
''Ne oldu ki?'' dedi Uygar merakla. ''Davayla mı ilgili?''
''Evet, yeni savcı babam için tutuksuz yargılanabilir demiş. Bu yüzden Can'la konuşmaya geldim.''
''Çok iyi.'' dedi Miray. ''Ama davaya biraz daha var sanırım. Değil mi?''
''Bu ay sonunda.'' dedim.
''Benim bildiğim Can bu davayı alır.'' dedi Miray bana umut vermek istercesine.
''Bence de.'' dedi Uygar, hem sevgilisini destekliyor hem de beni umutlandırıyordu. ''Bu akşam orada mı kalacaksın?''
''Yok.'' dedim. ''Çocuklar bizde. Hem Güneş ve Savaş gelecek Bursa'dan. Can'la konuşur, sonra eve dönerim.''
''Belki akşam size geliriz.''
''Olur, konuşuruz.''
''Deniz şirkette mi?'' dedi Uygar.
Bunu asla bilmiyordum ama evden başka nerede olabileceği hakkında en ufak bir fikrim olmadığı halde Uygar'ı ''Evet.'' diye yanıtladım.
''Ben de belki uğrarım yanına. Neyse onunla haberleşirim artık.''
''Sen bilirsin.'' dedim. Tam kapatmak üzereyken Miray'ın sesi beni böldü.
''Ada.''
''Efendim?''
''Şimdi siz evleniyorsunuz.''
''Evet.''
''Gelinlere ne yapılır?''
''Nasıl yani? Ne yapılır derken?'' dedim.
''Kızım kına yakılır. Sen de hiç bilmiyorsun ya.''
''Aman Miray. Oradan bakınca hiç kına gecesi yapacak birine benziyor muyum ben?''
''Ya kızım amaç eğlenmek değil mi? Temsili olacak bu. Bekarlığa veda gibi düşün. Hem Deniz de çıkacak yarın çocuklarla.'' Deniz bekarlığa veda partisine mi katılacaktı? Bilmediğimi belli etmeden ofladım. ''Deniz eğlenirken sen baykuş gibi evde mi bekleyeceksin?''
''Bilmiyorum Miray.''
''Bilmiyorum falan yok Ada. Yarın öğleden sonra ikide seni alıyoruz, haberin olsun.''
''Nereye gideceğiz?''
''Orası da bize kalsın Adacım.''
''Sürprizlerden nefret ediyorum.'' dedim, Miray kahkahalar eşliğinde bana öpücük attı ve aramayı sonlandırdı.
13 Aralık, Cuma
Nereye gideceğimizi bilmediğim bir yolculukta başımı cama yaslamış, yoldaki çizgileri seyrediyordum. Arabayı Kerem kullanıyordu. Arka koltukta oturan Selay, Miray ve Güneş'e eşlik etmek istemiyor, bu sabah kalktığım yatağa geri dönmek istiyordum. Neşemi kaybetmiştim, bu yüzden onların bağıra bağıra eşlik ettikleri Rakkas şarkısını mırıldanmak içimden gelmiyordu. Yarın düğünüm vardı, aşık olduğum adamla evlenecektim. Sonrasında da onu belki de sonsuza kadar kaybedecektim. En mutlu olmam gereken bir günde kendi cenazeme katılıyormuş gibi mutsuzdum. Bir harabeden farksız görünüyor olmalıydım.
''Abla sana hazırladığımız sürprize inanamayacaksın.'' diye bağırdı Güneş. Başımı arkaya çevirip devamını söylemesini istediğim bakışlarla baktım. ''Çok eğleneceğiz, çok.'' diye bağırdı. Şarkı bittiği için de kendi uydurduğu şarkıyı bağıra bağıra söylemeyi uygun görmüştü.
''Ablam gelin oluyor,
Sıra da bana geliyor.
Ablam gelin oluyor,
Sıra da bana geliyor.
Gel bana güzel kız,
Kalbimi çalan hırsız.
Eller havaya,
Haydi halaya.''
***
Arka üçlünün güle oynaya, Kerem'in sus pus, benim ise neredeyse ağlaya ağlaya yaptığım yolculuk nihayet bitmişti. Başımı kaldırıp baktığımda gerçekten hiç beklemediğim bir yerdeydik. Bir düğün salonunda kına eğlencesi yapacağımıza bile inanırdım ama tarihi bir hamama geleceğimize asla ihtimal vermezdim. İnanamayarak başımı sağa sola salladım.
''Eveeeet gelin hanım.'' dedi Selay. ''Gelin hamamına hazır mısın?''
''Siz delirmişsiniz.'' dedim arabadan inerek. Kapıyı kapattım ve arabaya yaslanıp diğerlerinin inmesini beklerken birazdan içine gireceğim hamamı izledim.
''Abla o kadar eğleneceğiz ki yarına enerjimiz kalmayacak.''
''Yarına da kalsın enerjimiz ya.'' dedi Selay. ''Ben yarın da oynamak istiyorum.''
''Hadi kızlar dondum, girelim artık. Neyi bekliyoruz?'' dedi Miray. Montuma iyice sarılıp Güneş'in koluna girdim.
''Diğerleri geldi mi acaba?'' dedi Selay, yanımıza ulaştığında.
''Diğerleri kim?'' dedim. Hamamın giriş kapısında biri bizi bekliyordu.
''Hoş geldiniz. Buyurun.'' dedi. Güvenliğe benziyordu ama kim olduğumuzu sormadan bizi içeriye soktuğuna göre demek ki bunu zaten biliyordu.
''Diğerlerini birazdan göreceksin.'' dedi Selay. Buz gibi havadan sıcacık bir ortama girmiştik ve kemiklerim buna direniş göstermemiş, hemen ısınmaya başlamıştı bile. Bir yerlerden yüksek ve yankılı bir Doksanlar Pop sesi geliyordu. Yanılmıyorsam davul da çalınıyordu. Onca şeyin arasında müzikli ve davullu bir eğlenceye ayak uydurabileceğimi hiç zannetmiyordum ama benim için o kadar çabalamışlardı ki kendimi mecburen de olsa gülümsemek zorunda hissediyordum.
''Hadi hemen üzerimizi değiştirelim.'' dedi Güneş ve beni giyinme odası olduğunu düşündüğüm bir yere doğru yürüttü. Her yer sıcaktan buhar olmuştu, önümü görmekte zorlanıyordum.
Giyinme odasına girip üzerimizi değiştirdik. Kızlar her şeyi düşündüğü gibi bana mayo ve peştamal almayı da elbette ki düşünmüşlerdi. Mayomun üzerine peştamalı sardım. Selay ve Miray'ın peşinden Güneş'le birlikte yürüdüm. Dar bir koridordan yürüdük ve yıkanma bölümüne vardık. Zaten sıcaktan bir şey göremiyordum ama Güneş yine de gözlerimi kapatmıştı. ''Hazır mısın?'' dedi müzik sesi kesildiğinde.
''Neye hazır mıyım?'' diye ufak bir serzenişte bulundum. Çıt çıkmıyordu.
Güneş yavaşça gözlerimi açtı, ben de göz kapaklarımı kaldırdım. Ne tepki vermemi bekliyorlardı bilmiyordum ama karşımdaki kalabalığı görür görmez verdiğim ilk tepki ağlamak olmuştu. Herkes hep bir ağızdan ''SÜRPRİİİİİİZ.'' diye bağırmış, sevinç çığlıkları atmış, konfeti patlatmıştı. Tüm sevdiklerim buradaydı. Hepsi mutluydu ve hepsi benim mutlu olmam için çabalıyordu. Ellerimi ağzıma kapattım ve beni izleyen gözlere baktım.
Güneş, Selay, Miray, Çağla, Feyza, Oya, Melis, Irmak, Gülşah, İpek ve daha önce hiç görmediğim ama fotoğraflarından tanıdığım Deniz'in teyzesinin kızı Selen.
''Size inanamıyorum.'' diye bağırdım. ''Manyaksınız siz.''
Hepsi gülüşerek yanıma koşmuş, sırayla beni kocaman kucaklamışlardı. En son İpek'e sarılmıştım. Onunla böyle olacağıma ölsem inanmazdım ama şimdi kendi gelin hamamımda ona sarılıyordum. Biri müziği açtı. Biri davul çaldı. Biri teflere vura vura oynadı. Normal şartlarda sevinçten bayılacağım bir ortamdaydım ama yarın hayatımın en kötü gününü yaşayacak olduğum gerçeği asla aklımdan silinmiyordu.
Etrafa göz gezdirirken Melis ellerimi tutup havaya kaldırdı ve beni dans ettirdi. Birkaç kişi şarkıya eşlik ediyor, olduğu yerde neşeyle dans ediyordu. Birkaç kişi ise mermere oturup tam ortaya kurulmuş kocaman sofradan bir şeyler yiyordu. Rolü değişmeyen tek kişi bendim. Ortada bir o yana bir bu yana dönüyor, bir yandan da şarkılara eşlik ediyordum. Herkes etrafımda pervaneydi. Bir şey isteyeyim diye gözümün içine bakıyorlardı. Yaşadığım tüm acıları unuttum. Her şeyi sildim. Bugün hepsini unutmak istiyordum. Gidecek olsam bile mutlu olmalıydım. Beni iyi hatırlamalarını istiyordum. Bana mutluyken veda etmelilerdi.
Selay’ın çaldığı davulu aldım ve Melis’in karşısına geçip onunla karşılıklı hem çalıp hem oynadım.
Yorulduktan sonra mermere oturmuştuk. Selay nereden çıkardığını bilmediğim bir kına tepsisini hemen yanı başıma bıraktı. Herkes susmuştu.
“Kızlar hani temsiliydi bu? Gerçekten kına mı yakacağım?” dedim ağzıma bir mandalina dilimi atarken.
Kına yakmak bana ters gelen bir şey değildi. Ama bugün o kadar doluydum ki ağlama krizine yakalanmaktan ve kendime gelememekten çok korkuyordum. Eksik olan, yanlış olan çok şey vardı. Yanımda olan herkesi çok seviyordum. Ve belki de yarın onları son görüşüm olacaktı.
Annem yanımda değildi ve asla olamayacaktı. Babam hayatta olsa bile yanımda değildi. Kardeşlerimin ve arkadaşlarımın sevgisiyle hayata tutunmaya çalışıyordum. Çünkü Deniz’in aşkı içimde çoktan talan olmuştu.
Ben anlamsızca etrafa bakarken bir tarafıma Selay, bir tarafıma da Güneş geçti. Kısa bir süre sonra ellerimi ellerinin içinde bulmuştum.
“Avucunu kapat.” dedi İpek. Anlamayan gözlerle baktım. İpek gülümsedi. “Avucunu kapat Ada. Adettendir.”
Hiçbir şey anlamasam da avucumu kapattım ve etrafımdaki insanları izledim. “Ne olacak şimdi?” dedim merakla.
Selay “Gelin hanım elini açmıyor.” dedi. Herkes gülmeye başlamıştı. Melis koşarak yanıma gelip avucumun içine büyük bir Reşat Altını sıkıştırdığında Selay artık avucumu açmam gerektiğini kulağıma fısıldamıştı.
“Aslında bunu annemin yapması gerekiyordu ama annem olmadığı için ben onu temsil etmiş oldum, görümcen olarak.” dedi Melis. “Neyse sen yarın annemden de iste ama Ada.”
Herkes güldüğünde gülümsedim. İki avucuma birden kına sürmüşlerdi. “Benim görümcem de böyle olur umarım.” dedi Güneş. Herkes daha da güldü ve çok kısa bir süre iki avucunda da yeşil halka olan birine döndüm.
“Ama bu gelin hiç ağlamadı.” dedi Çağla.
“Boş ver abla ağlamasın.” dedi Feyza. “Zaten bu zamana kadar çok ağlamadı mı? Şimdiye kadar ağladıklarına sayarız. Artık mutlu olsun Ada ablam.”
Herkes bana sımsıkı sarıldı. Herkese hiç bırakmak istemiyormuşçasına sarılmıştım. Keşke birileri çığlıklarımı duysaydı ama kimse duymuyordu.
“Ada.” dedi İpek lavaboda ellerimi yıkarken. “Yarın gerçekten bunu yapacak mısın?”
“Başka çarem yok ki İpek. Baksana hala yakalanmadılar.”
“Bunu yapmaktan başka çaren olmaması çok üzücü değil mi? Birbirinize çok aşıksınız.”
“Uzun sürmeyecek İpek.” dedim ama buna kendim bile inanmıyordum. “En sonunda yine birbirimizi bulacağız biz.”
İpek hüzünle gülümsedi. “O zaman anlaştığımız gibi.” dedi bana sarılarak.
“Anlaştığımız gibi.” dedim ve ben de ona sarıldım.
İpek’le olan konuşmamdan sonra giyinme odasına gidip dolaptan telefonumu aldım. Uzun süredir bakmadığım için Savaş’ın yirmi yedi çağrısını ve sekiz mesajını görmemiştim. İşiniz biter bitmez beni ara. yazmıştı. Neler olduğuna dair herhangi bir fikrim yoktu. Hiç beklemeden onu aradım.
“Ada.” dedi telaşla. “Bir şey oldu.”
“Ne oldu Savaş?” dedim, sesindeki telaş o kadar büyüktü ki ben de telaşlanmış ve hatta gerilmiştim. “Birine bir şey mi oldu?”
“Eser Özgür’ü bulmuş.” dedi bir anda. O kadar beklemediğim bir haberdi ki bu neredeyse yere yığılacaktım. “Yakalamış onu Ada. Sana videosunu atıyorum birazdan.”
“Sen.” dedim inanamayarak. “Sen doğru mu söylüyorsun Savaş?”
“Birazdan sana bir video göndereceğim. İzler izlemez silmen gerek. Çünkü ne polisin ne de savcının haberi var.”
“Yanılıyor olamazsınız değil mi?” dedim, gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum.”
“Hayır Ada. İzlediğinde göreceksin zaten. Kapatıyorum şimdi. Çocukların yanına geçmem lazım.”
“Tamam.” dedim ve telefonu kapatıp Savaş’ın gönderdiği videoyu izledim. Özgür bir sandalyeye sıkıca bağlanmış, çırpınıyordu. Ayakları, kolları ve ağzı bağlıydı. Neler dediğini anlayamıyordum fakat Eser’e kendisini çözmesini emrettiğini anlamak zor değildi.
Aylardır beklediğimiz şey sonunda olmuştu. Özgür yakalanmıştı. Yakalanmıştı ama biz şimdi ne yapacaktık?
Senenin son gününden ve son bölümünden herkese selam. İşler baya bir karıştı buralarda. Bir sonraki bölüm tüm kitabın dönüm noktası olacak. O yüzden çok heyecanlıyım. Henüz yazmaya başlamadım ama bir an önce başlamak ve sizle paylaşmak istiyorum. Nasıl yazacağım, nasıl edeceğim inanın hiçbir fikrim yok. Bana şans dileyin olur mu?
Bu bölüm içim de değerli oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyor, iyi seneler diliyorum. :* <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 25.95k Okunma |
10.91k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |