
Herkese selammmm. Yeni yılın ilk bölümünü, yani aslında ilk bölümlerini paylaşıyorum bugün. Tek bölüm altında atacaktım fakat karakter sınırına takıldım. O yüzden iki bölüm halinde paylaşıyorum. Umarım beğenirsiniz. Herkese iyi okumalar :*
“Abla hadi gelsene.” dedi Güneş heyecanla ve koşarak yanıma geldiğinde. “Seni bekliyoruz.”
“Geliyorum.” dedim telefonumu alelacele giyinme dolabıma atarken.
“Yıkadın mı ellerini? Bakayım.”
Dolabın kapağını kapatıp avuç içlerimi Güneş’e gösterdim. “Anca bu kadar oldu.” dedim. Avuç içlerimde sadece dikkatli bakıldığında görülecek hafif bir turunculuk vardı.
“Hiç belli olmuyor. Bak benimkine.” dedi ve elini gösterdi. İşaret ve başparmağının birleşim yerine ASG yani isimlerimizin baş harflerini yazmıştı ve tuhaf bir şekilde kınanın rengi kıpkırmızı olmuştu.
“Çok güzel olmuş Güneşçim.” dedim ve yıkanma odasına ilerledim. Güneş de yanımda ilerliyordu, birden durdu. “Ne oldu sana? Bembeyaz yüzün.”
Şimdi oturup Özgür’ün yakalandığını anlatacak gücü kendimde bulamıyordum. Önce Savaş’la konuşup ne yapacağımız hakkında bir yol haritası çizmeliydim. Öğrenmem gereken çok şey vardı. “Tansiyonum düştü galiba.” dedim hızlı nefeslerimin arasından. “Burası çok sıcak ve yaklaşık iki buçuk saattir buradayız. Havasız kaldım, bir de hamileyim ya boğdu iyice ortam.”
“Gidelim istersen abla. Saat beş oldu. Daha kötü olma. Hem yarın yorgun olmazsın.”
“Kızlara sorar gideriz güzelim.” dedim.
“Abimlerden haber var mı?”
“Baktım ama yazmamış kimse bir şey. Uzun bir bekarlığa veda olacak sanırım.” dedim, keyifli olmaya çalışıyordum ama diken üstünde oturuyormuşum hissinden bir türlü kurtulamamıştım.
“Erkek erkeğe ne eğlenmişlerdir şimdi. Bizden daha çok eğlendilerse fena kıskanırım.” dedi, gülümsedim. “Gerçi alt tarafı otelde yemeğe gittiler. Bizim gibi delicesine dans ettiklerini düşünmüyorum.”
“Uygar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.” dedim. “O kendisi oynamıştır. Herkesi de oynatmıştır.”
Güneş kıkırdadı ve koluma girdi. Sonunda yıkanma odasına girmiştik. Herkes toparlanıyordu. “Kızlar.” diye bağırdı Güneş. “Gidiyor muyuz?”
“Bugünden çok yorulmayalım.” dedi Selay. “Herkes yeterince eğlendiyse gidelim dedik. Yarına kadar anca dinleniriz.”
Güneş başını salladı ve beni bir mermerin üstüne oturtup eşyaların toplanmasına yardım etti. Onları beklerken düşündüğüm tek şey Özgür'dü. Yanına gidip onu kurşuna dizmemek için kendimi zor tutuyordum.
Melis davullardan birini alıp dikkati üzerine çekmek için tokmakla iki kez davula vurdu. “Evet kızlar.” dedi. “Herkes buraya baksın.” Herkes Melis’i dinlemiş, tüm dikkatini ona vermişti. “Yarın saat 10.00’da herkesi abimin evinde göreceğim. Kesinlikle itiraz istemiyorum. Herkes abimin evinde hazırlanacak. Sonra düğün yerine hep beraber gideceğiz. Anlaştık mı?”
Herkes Melis’i onaylarken İpek yanıma geldi ve içten bir tavırla bir elini elimin üzerine koydu. “Ada iyi misin sen?” dedi fısıltıyla. Kimsenin duymayacağına emindim çünkü herkes Melis’i dinliyordu.
“Hatta bu gece abimde kalabilecek olanlar şimdi direkt bizimle gelsin.” dedi Melis.
İyi olup olmadığımı bilmediğim için bu konuyu es geçtim ve İpek’e döndüm. “Aşk hiç öngörülebilen bir şey değilmiş.” dedim İpek’in gözlerinin tam içine bakarak. “Bir anda buluyor insanı.” Beni anlamasını istiyordum. “Aşık olmanın ne demek olduğunu hiç bilmedim bunca zaman. O yüzden Deniz’i görür görmez hissettiğim şeyin adını koyamamıştım.”
“Onu çok severken nasıl ayrı kalacaksın Ada?” dedi ağlamaklı bir sesle.
“Onun iyiliği için onsuz olmayı göze alacak kadar çok seviyorum onu İpek.” dedim gözümün yaşını silerken. “Sen de Ozan’dan ayrı kaldın ama bak şimdi yan yanasınız. Anlayacağın, eğer iki insan birbirine gerçekten aşıksa, bütün yollar onları birleştirir. Er ya da geç.” İpek buruk bir gülümsemeyle yüzüme baktı. “Bak mesela dünyanın yuvarlak olması bile başladığımız yere yani benim ona döneceğim anlamına geliyor.”
“Korkmuyor musun hiç? Ya Deniz seni tamamen silerse. Affetmezse”
“Affeder. Çünkü ben onun alnına yazılıyım. İstediği kadar yüz çevirsin, gittiği her adım onu bana getirir.” Eğer iki insanın bir araya gelmesi gerekiyorsa kader onları bir şekilde bir araya getiriyordu. Deniz ve ben bir araya gelmesi gereken iki kişiydik. Hiçbir şeyden emin olmadığım kadar emindim. Bir gün yine Deniz’in yanında kaygısızca duracak, bana aşkla bana gözlerini izleyecektim.
“İşler planladığın gibi gitmezse, planladığın gibi olana kadar yanında olacağım. Söz.” dedi gülümseyerek.
“Teşekkür ederim İpek. Senin yaptığını yapmazdı kimse.”
“İtiraf etmek gerekirse seni hiç sevmiyordum.” dedi, az önceki gülümsemesi daha da büyüdü. “Ama şimdi bahsettiğin o yolların sizi birleştirmeme ihtimalini düşündükçe çok üzülüyor ve korkuyorum.”
“Korkma İpek. İnan bana korkman gereken en son şey bile değil bu. Daha kötülerini yaşadım.” dedim, yüzüne acı dolu bir hüzün yayıldı. “Benim yüzümden Ozan’a yıllar sonra ancak kavuşabildin. Yıllar sürdü ama birbirinizi buldunuz. Emin ol biz de Deniz’le yine birbirimizi bulacağız. Ve söz veriyorum yıllar sürmeyecek.”
“Yaşamanı istediğim bir şey değil bu. Ayrıca bunu halletmiştik. Sizin ilişkiniz-”
“Biz sadece birbirini çok seven iki arkadaştık. Ozan hislerinde yanılıyordu o kadar, bana hiç aşık olmadı. Aşkın nasıl bir şey olduğunu biliyordur artık, senin sayende. Ozan bana sadece üzülüyordu. Bak Uygar benim abim değil ama beni kardeşiymişim gibi çok seviyor. Hatta eminim ki benim için bir saniye bile düşünmeden kendini feda eder. Ozan da öyleydi. Yaşadıklarıma üzülüyordu sadece.”
“Ada.” dedi pürüzlü bir sesle. Hemen ardından bana dostça sarıldı. “Her şeyin iyi olması için elimden gelen her şeyi yapacağım.”
“Teşekkür ederim” diye sessizce fısıldadım. Toparlanma faslı bitmişti. Kısa bir süre içinde üzerimizi değiştirmiş, hamamdan ayrılmıştık. Melis ne kadar ısrar etse de bu akşam bize geleceklerin sayısı azdı. Arabalara dağıldık. Çağla, Feyza ve Oya onlar için ayarlanan otele; Gülşah ve İpek evlerine; Selen ise Canan Hanım’ın evine doğru yola çıktı. Ben Güneş, Selay ve Miray’la yine aynı arabadaydım. Melis ve Irmak da peşimizden geliyordu.
***
Eve geldiğimizde Deniz, Savaş, Can Uygar ve Eren salonda oturuyordu. Bizim de gelmemizle on bir kişi olmuştuk. “Abicimmmm.” diye Deniz’e koştu Melis. “Biz geldik.”
Deniz kendini mutluluk rolüne fazla kaptırmış olmalıydı çünkü gülümsüyordu. Melis’in seslenmesiyle gülümsemesi daha da büyüdü. “Koşma güzelim.” dedi ama Melis Deniz’i dinlemeyip onun kucağına atladı. Deniz saniyeler içinde Melis’i havaya kaldırmıştı.
“Çok güzel bir gündü.” dedi Melis heyecanla. O sırada Uygar Miray’a, Can da Selay’a sarılıyordu. “Aa herkes sevgilisine sarılıyor, ben seni esir aldım. Özlemişsindir Ada’yı. Hadi siz de sarılın.”
Melis Deniz’in kollarından indiğinde ne yapacağımı bilmiyordum. Günlerdir Deniz’e sarılamıyor, kokusunu doya doya içime çekemiyordum. Deniz’le son uyuduğum günden beri dinlendirici bir uyku uyuyamıyor, sadece kısa bir süreliğine düşünmeyi bırakmış oluyordum. Uykularım bile soluklanmama izin vermiyordu, sürekli kâbuslar görüyordum. Dünya üzerindeki en mutsuz insandım. Kaybetmiştim. Kaybettiğim şey bütün hayatım boyunca daha yeni sahip olduğum mutluluğumdu ve bunu ne kadar dilersem dileyeyim asla geri alamayacağımı biliyordum. Bu gerçek her saniye, her dakika, her an beynimde dönüp duruyordu. Mutsuzluk, yaşamım onunla örülmüş gibi sırtıma yapışmış, gece gündüz benimle geziyordu. Umutsuzluğun ve ezilmişliğin kuyusunda dolanıyordum. Sanki biri hayatımı aydınlatan o büyük lambayı bir daha açmamak üzere kapatmıştı. Bu da yetmiyormuş gibi bütün hücrelerim beni karanlığa itmek için arkamdan iş çeviriyordu.
Canım çok yanıyordu. Bu şehir benim üzerime yıkılıyordu ve yemin edebilirdim ki nefes bile alamıyordum. Tüm anılar üzerime çöküyordu. Ve bu kimsenin bildiği gibi değildi. Deniz’i sevmenin ağrısı koynumda yatıyordu. Onu sevmek neden beni bir savaşın ortasına atmıştı?
“Ben çok terledim.” dedim Deniz’in bana sarılmamasına bahane ararken. “Bu halde sarılmayalım hiç. Yapış yapış oldum terden. Odama gideyim, üstümü değiştireyim, sonra şey yaparız.” dedim ve arkama dönüp koşa koşa merdivenlerden yukarıya çıktım. Savaş da peşimden gelmişti.
“Ada.” diye seslendi yatak odasına girmeden hemen önce. “Girebilir miyim?”
Ağlamak ve ağlamamak arasında kaldığım o çizgide yürüyordum. Kendimi tutmam gerekiyordu. Ağlayamazdım. Kimseye bir şey belli etmemek adına bir sözleşme imzalamıştım. Yarına kadar sabretmeliydim.
Kapıyı açıp Savaş’a baktım. “Konuşmamız lazım.” dedi tedirgin olmuş bir sesle. Özgür'ün videosunu gördüğü andan beri stres altında olduğuna emindim.
“Bence de.” dedim ve odadan çıkıp onu boş bir misafir odasına soktum. Sonuçta burası eskiden de olsa Deniz’le benim özel alanımdı.
“Ne yapacağız?” dedi, onu tanıdığımdan beri ilk kez ne yapacağını bilemez bir yüz ifadesiyle beni izliyordu.
“Bilmiyorum Savaş. Melih düşmüştür bunun peşine, eminim. Ayrıca Melih Eser’le kuzen değil mi? Yani Eser’in kendi kuzeninin çocuğuna zarar vereceğini düşünmüyorsun herhalde.”
“Düşünmüyorum. Zaten o değil biz bakacağız bir çaresine.”
“Ne?” dedim korkuyla. “Ne yapacağız?”
“Bilmiyorum Ada. Konum isteyeceğim dedemden.”
Başımı şiddetle sağa sola salladım. “Hayır, hayır gitme Savaş. Bu bile tuzak olabilir. Nasıl güveniyorsun sen hiç tanımadığın el alemin herifine?”
“Tek gitmeyeceğim Ada. Dedemin kaç adamı varsa alırım.”
“Gidince ne yapacaksın? Hadi diyelim ki bu Özgür’ün oyunu değil. Her şey istediğin gibi gitti diyelim. Ne yapacaksın? Öldürecek misin onu?”
“Gerekirse evet.” dediğinde buz kestim.
“Katil olmana asla göz yummayacağım Savaş. Hiçbir yere gitmiyorsun. Ara Salih abiyi. Eser tutsun Özgür’ü yarın geceye kadar. Ondan sonra bakarız bir çaresine.”
“Ada farkında değil misin sen? Korkacağın bir şey kalmadı. Düğününde sevdiğin adamı terk etmek zorunda değilsin. Özgür’ün eli kolu bağlı! Ne yapabilir Allah aşkına bu saatten sonra? Deniz’e her şeyi anlatabilirsin.”
“Özgür’ü de Eser’e de güvenmiyorum Savaş. Tek adamı Hasan olamaz. Yarın için ayarladığı bir sürü adam vardır onun. Eğer işler istediği gibi olmazsa anında devreye girer o adamlar. Talimat vermediğini mi sanıyorsun? Risk alamam. Risk alamam çünkü Melih yok ortada. Sadece Özgür’ü yakalamakla olmuyor.”
“O it yakalandı ve ben hiçbir şey yapmadan durmayacağım Ada. Eğer sen anlatmazsan ben gidip her şeyi anlatacağım Deniz’e.”
“Saçmalama Savaş.” dedim, Savaş çoktan odadan çıkmış ve merdivenlerden inmeye başlamıştı. Gürültü yapıp ilgi çekmemek için sessiz adımlarla peşinden gittim.
“Nereye kayboldunuz siz?” dedi Uygar aşağı indiğimizde. Savaş’ın yüz ifadesinin bir açık vermesinden çok korkuyordum. Tedirgin adımlarla yanına gittim ve koluna girdim. “Hayırdır?” dedi Uygar göz kırparak. “Bir şey mi oldu?”
“Evet.” dedi Savaş. Gözlerimi yumdum ve kolunu sıktım.
“Düğün üstü kötü bir haber duymaya hiç hazır değilim ya.” dedi Eren. “Kötü bir şey mi oldu? Ne oldu?”
Savaş’ın kolunu daha da sıktım ve bir şey söylememesi için içimden yalvardım. “Savaş.” dedim yalvarır gibi.
Savaş gözlerini yumdu ve kısa bir süre sonra açıp yutkundu. “Ya.” dedi gülümseyerek. Söylemeyecekti. Benim dediğimi yapacaktı. Gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. “Yok, kötü bir şey değil. Dayım, yengem, Çağla’yla Feyza’nın anne ve babası yeni indiler uçaktan. Onları otele yerleştirmeye gideceğim. Erken ayrılmak zorundayım buradan yani.” dedi, aslında Özgür’ün yanına gideceğini sadece ben anlamıştım.
“E sonra gelmeyecek misin?” dedi Eren.
“Biraz misafirlerimle ilgileneyim. Onlara da ayıp olmasın. Halam, öz dedem ve babaannem de yoldalar. Onları da otele götüreceğim. Bu akşam bir daha gelmem buraya ama yarın sabah erkenden geleceğim.” Savaş o kadar profesyonelce uydurmuştu ki ben bile inanacaktım.
“Ben de geleyim dayımları karşılamaya.” dedim bakışlarımı Eren’den ayırıp Savaş’a döndürerek.
“Olur mu canım öyle şey?” dedi Selay. “Sen gelinsin. Yarına dinlenmiş olman lazım. Son detayları gözden geçirmemiz lazım. Hem biz de senin misafirleriniz. Yalnız mı bırakacaksın bizi burada?”
“Siz misafir sayılmazsınız. Yabancı değilsiniz ki. Dayımı, yengemi karşılarım, sonra direkt eve dönerim.”
“Yok yok. Selay haklı. Sen evde kal.” dedi Savaş. Ben de onunla gidip Özgür’ü parçalara ayırarak öldürmek istiyordum.
“Ben de geleceğim.” diye direttim.
“Hava çok soğuk Ada.” dedi Melis. “Evde kal. Nasıl olsa yarın göreceksin herkesi.”
“Uzun sürmeyecek hemen geleceğim.”
“Sen evde kal.” dedi Savaş üstüne basa basa.
“Seni yalnız bırakamam.” dedim.
Savaş her şeyi belli ettiğimi düşünüyor olmalıydı ki yüzüme tereddütle baktı. Salondaki herkes merakla bizi izliyordu. Savaş alt tarafı akrabalarımızı almaya gidecekti. Benim onu neden yalnız bırakmak istemediğimi anlayamamış olduklarını anlayabiliyordum.
“İyi tamam ya.” dedi Savaş gülerek. Konunun büyümesinden ve herkesin şüphelenmesinden korkmuş olmalıydı. “Akrabalarımla görüşeceğim, kaynaşacağım diye kıskandın sen beni.”
Gülümsedim ve “Kıskandım.” dedim. “Ben üzerimi değiştirip geliyorum o zaman hemen.”
Savaş’ın kolundan çıktım ve koşarak merdivenlerden çıkıp giyinme odasına girdim. Giyindikten sonra dolaptaki çekmeceyi açtım ve orada olduğuna emin olduğum silahı aldım. Deniz’in arabasında silah vardı ama ne olur ne olmaz diye evde de bulunduruyordu. Belki bu silah bu gece ateşlenmeyecekti ama yanıma almak zorunda olduğumu tüm hücrelerime kadar hissediyordum.
“Geldim ben.” dedim. Herkes salonda bir yere oturmuş kahkaha ve neşe eşliğinde bir şeyler konuşuyordu. Deniz ve Uygar konsolun yanında ayakta duruyor, bir yandan viski içip bir yandan da salondaki sohbetten ayrı bir sohbeti ilerletiyorlardı. Beni duyduklarında tüm gözler bana döndü. Savaş ayağa kalktı.
Deniz yüzüne yerleştirdiği sahte gülümsemeyle bana baktı. “Geç kalma sevgilim.” dedi bardağını yukarı kaldırarak. Şerefime kaldırmış gibi görünüyordu ama bunun öyle olmadığını sadece ben biliyordum. “Yarın evleniyoruz.”
“Geç olmadan geleceğim.” dedim ve avuç içimi öpüp, hayali öpücüğümü odadaki herkese doğru üfledim.
“O zaman yarın görüşürüz.” dedi Savaş. “Gidelim mi Adacım?”
Başımı salladım ve Savaş’la aynı anda kapıya döndük. “Kerem kapıda bekliyor.” dedi Deniz. Olduğum yere çakıldım, çakıldık.
Bir haftadır nereye gidersem gideyim peşimden gelen Kerem’i tamamen unutmuştum. Kim bilir nereye gidecektik ve kimsenin bilmemesi gerekirken Kerem peşimizden mi gelecekti?
Havaalanına gideceğimizi zannediyorlardı. Kerem oraya gitmediğimizi anladığı an Deniz’e haber verirdi. Şimdi ne yapacaktım?
“Dedemin adamları getirir Ada’yı eve. Gerek yok Kerem’e.” dedi Savaş net bir sesle. Deniz arkasından iş çevirme ihtimalimi düşündüğü için gittiğim her yere Kerem’i de gönderiyordu. Herkes güvenliğimi düşündüğü için yaptığını düşünse de bu gece Kerem’i peşimden gönderme sebebi bana güvenmiyor oluşuydu.
Güvende olmam için Salih abinin adamlarının beni eve getirmesi normaldi. Sonuçta önemli olan güvende olmamdı ve bunun için ille de Kerem’e ihtiyacım yoktu. Odadaki herkesin Savaş’a hak verdiğine emindim. Deniz’in aklından geçenlerin de benimle aynı şeyler olduğuna emindim. Kerem’i peşimden göndermekte ısrar ederse odadakilerin buna bir anlam veremeyeceğini anlamış olmalıydı ki Savaş’ı “Peki, sana ve Salih abinin adamlarına güveniyorum.” dedi. Beni şaşırtmıştı. “Ama geç dönmesin olur mu? Müstakbel karımı en geç dokuzda evimizde istiyorum.” Saatine baktı. “Yani üç saat sonra burada olsun.”
Savaş gülümsedi ve kolunu omzuma attı. “Saat dokuzu bir bile geçmeden Ada yanında olacak Deniz.” Göz kırptı ve benimle beraber kapıya tekrar döndü.
Bu gece herkesten sakladığım şeyler vardı. Ama içimi en çok yakanlar Deniz’den ve Savaş’tan sakladığım şeylerdi. Hayatım kocaman bir oyun sahasına dönmüş gibiydi. Herkese mutluluk oyunu oynuyordum.
“Dede.” dedi Savaş arabaya bindiğimizde. Yaptığı ilk şey Salih abiyi aramak olmuştu. “Nerede bu Eser? Acil nerede olduğunu söyle.”
“Ne yapacaksın Savaş nerede olduğunu?”
“Küçük bir işim var dede. Belki de tek torununun nefes aldığı son gündür bugün. Ne dersin?”
“Bir hata yapmaya kalkma sakın Savaş.”
“Eser ve Özgür nerede dede? Söyle yoksa beni kaybedersin.”
“Oğlum.” dedi Salih abi yalvarır gibi. “Savcıya söyle, gerekeni yapsın. Senlik bir şey değil bu? Ne yapacaksın? Elini kana mı bulayacaksın?”
“Elini kana bulamayan tek ben kalmışım dede! Masumluğumla ne kazandım ben? Ada’nın bir damla gözyaşı daha akıtmaması için elimi kana da bularım. Yemin ederim yaparım. Kimse ama hiç kimse kardeşimden daha değerli değil. Sen nasıl kardeşin için şerefsizin tekinin tüm pisliklerini örtbas ettiysen ben de kardeşim için şerefsizin tekini mezara gömerim.”
“Savaş sakin ol. Sonunu düşünmeden hareket etme.”
“Ya Allah aşkına sonu mu kaldı dede? Ada ne kadar acı çekiyor haberin var mı senin? O Özgür’ü diri diri mezara sokmayan Savaş olmaz olsun.”
“Savaş, her neredeysen eve gel. Başınıza bir şey gelmesinden çok korkuyorum.”
Savaş minik bir kahkaha attı. “Daha ne gelecek bizim başımıza dede? Şimdi sen bu Eser'in Özgür’ü nerede tuttuğunu söylüyor musun söylemiyor musun?”
“Savaş.”
“Dede, son kez soruyorum. Nerede bunlar?”
Salih abi derin bir nefes aldı ve kısa bir süre sustu. “Eski bir fabrika var, terk edilmiş. Şile tarafında. Oraya götürdü.”
“Kim var orada? Senin adamın var mı yani?”
“Eserin iki adamı var. Benimkilerin de on tanesi orada.”
“Etrafı kolaçan etmişlerdir herhalde değil mi? Keskin nişancı falan çıkmasın bir yerlerden?”
“Etraf temiz oğlum.” dedi Salih abi. Savaş telefonu kapattı ve belinden çıkardığı silahı bana uzattı. Sanki kendim de Deniz'in silahını çantama atmamışım gibi Savaş’ın uzattığı silaha korkuyla baktım.
“Bu ne Savaş? Nereden buldun sen bunu?”
“Dedemden aldım. Eli boş gidecek halimiz yok herhalde Ada. Ve bu arada sen arabada kalacaksın.”
Güldüm. “Sen beni hiç tanımamışsın.”
“Yok, tam aksine. Seni çok iyi tanıyorum. Benimle o fabrikaya girmek için inat edeceğini biliyorum. O yüzden de seni böyle önceden uyarıyorum.”
“Seni.” dedim dişlerimin arasından. “Seni asla oraya yalnız göndermem.”
“Bunu oraya gidince konuşalım.” dedi, yolculuğumuzun son cümlesiydi.
***
“Burası herhalde.” dedi Savaş, motoru susturmuş, içinde bulunduğumuz ormanı gözleriyle kontrol ediyordu. Çok karanlıktı. Hiç ışık yoktu.
“Ne yapacağız şimdi?” dedim.
“Ben gidip Özgür’ün belasını sikeceğim. Sen de burada beni bekleyeceksin. Sonra seni sağ salim evine gönderip sevgili akrabalarımı almak için havaalanına gideceğim.”
“Savaş şimdi sana bir şey söyleyeceğim. Sen de kabul edeceksin.”
Savaş direksiyona vurdu. “Ada!” dedi yüksek bir sesle. “Hayır. Burada kalacaksın.”
“Kalmak istemiyorum.” dedim gözlerimin yaşlarına engel olmaya çalışırken.
“Artık kafana eseni yapmayacaksın Ada. Başına buyruk yaptığın şeyler seni her seferinde tehlikeye atıyor.”
“Orada ne olacağını bilmiyoruz bile! Seni asla yalnız göndermeyeceğim oraya.” dedim ve kapımı açıp hızla indim.
Savaş da benden sadece bir saniye sonra indi ve kapısını sertçe kapadı. “Bin şu arabaya Ada.”
“Binmiyorum.” dedim ve ormanın içine doğru ilerledim.
“Bin dedim sana Ada.”
“Binmiyorum dedim ben de. Bunun nesini anlamıyorsun sen?”
Bir adımda beni yakaladı ve kolumu tutarak beni olduğum yere sabitledi. “Sen gelirsen girmem oraya.”
“İyi ben de kendim giderim.” dedim kolumu kurtararak.
“Neyin inadı bu Ada? Neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz bir yere seni götürmeyeceğim diyorum. Bin hadi arabaya, hadi.”
“Binmiyorum. Binmiyorum. Binmiyorum.” diye üç kere tekrarladım. “O kadar yolu bu arabada beklemek için gelmedim ben. O orospu çocuğundan intikam alacak kişi benim. Anladın mı beni? Benim hayatımı mahvetti o. Onun ecdadını ben sikeceğim. Duydun mu? Canım yanıyor. Çok yanıyor ve ondan hesap sormak zorundayım. Öldüreceğim onu.”
“Sakin ol güzelim.” dedi Savaş ve yüzümü ellerinin arasına aldı. “Şu an bütün duyguları yüksek doz yaşıyorsun. Hissettiklerini anlıyorum ama seni düşünmek zorundayım. Hamilesin. Yarın evleniyorsun ve ben seni eve sağ salim göndermek zorundayım. Hadi bin arabaya lütfen. Sana bir şey olmasına dayanamam. Sana bir şey olursa Deniz’e ne derim?”
“Benim yüzümden İlker savcıyı öldürdü o.” dedim ve ellerimle yüzümü kapattım. “Lütfen Savaş. Gelmek zorundayım.”
Savaş yavaş yavaş yanıma geldi ve kollarını etrafıma sarıp bana sıkıca sarıldı. “Ada, hadi arabaya bin.” dedi. Başımı iki yana salladım. “Beni sevdiğini biliyorum. O yüzden beni dinleyeceğini biliyorum. Hadi gel.”
Savaş kollarını çekti, beni arabaya doğru yürüttü. Ayaklarım gitmek istemiyordu ama Savaş beni o kadar zorluyordu ki boyun eğiyordum.
“Sana söz veriyorum hemen gidip geleceğim. Ben gelene kadar burada bekle. Tamam mı? Sakın arabadan inme.” Anahtarı bana verdi ve inerken koltuğa bıraktığım silahını alıp beni koltuğa oturttu. “Şimdi kapıyı kapatacağım. Arkamdan hemen kilitle arabayı. Bir tehlike sezdiğin an basıp gideceksin.” Başımı hızla iki yana salladım. “Gideceksin Ada. Ne olursa olsun gideceksin.”
Savaş beni gerçekten tanımıyordu. Sessizliğimden onu onaylamış olduğumu falan zannediyor olmalıydı. Saçlarımı öptü ve kapımı kapatıp arabadan uzaklaştı.
Burada hiçbir şey yapmadan beklemek zoruma gidiyordu. Savaş’ı hiç tanımadığı insanların yanına tek başıma göndermiş olmaktan nefret ediyordum. Çaresiz olmak bir pranga gibi tüm ömrüme bağlanmış gibiydi. Çok korkuyordum. Yaşadıklarımdan ve yaşayacaklarımdan çok korkuyordum. Sonunu asla kestiremediğim bir filmi yaşıyor gibiydim. Bu filmin hem yazarı hem izleyicisi hem de oyuncusu olmak çok zoruma gidiyordu. Bana zorla bir hikaye yazdırmışlardı. Bu hikayeyi hem izliyordum, hem de oynuyordum. Bildiğim tek şey final sahnesinde herkesi yanımda görmek istediğimdi.
Burada kaçıncı dakikamı doldurduğumu bilmiyordum. Zaman geçtikçe gerilme hızım artıyordu. Gerildikçe daha fazla korkuyordum. Savaş neden hala gelmemişti? Bekletmeyeceğim demişti ama hala ortalıkta yoktu.
Arabadan inip çantamdaki silahı belime soktum ve telefonumun fenerini yakıp ormanın içine doğru ilerledim. Uzaktan kurt ve baykuş sesleri geliyordu. Üzerimde bazı kuşlar uçuyordu, ne olduklarıyla asla ilgilenmiyor, fabrikaya doğru ilerlemeye devam ediyordum.
Çok karanlıktı, çok soğuktu, çok ıssızdı ama bunların hiçbiri beni Deniz’siz yaşamak kadar korkutmuyordu. Metrelerce ilerledim. Ağaçların arasından sızan ışığa göre fabrikaya ulaşmama az kalmıştı. Yerdeki karlara bata çıka ilerledim. Hava, nefesim havayla buluştuğu an kristalleşecek kadar soğuktu. Adımlarım hızlandı. Yabani hayvanların sesleri daha yakından geliyormuş gibi hissediyordum. Beynimin bir oyunuydu. Daha da hızlandım. Ağaçlara tutuna tutuna koştum, fabrika karşıma çıkmıştı.
Bir ağaca tutunup elimi göğsüme bastırdım ve derin derin nefes almaya çalıştım. Hava o kadar soğuktu ki aldığım oksijen ciğerlerimi acıtıyordu. Önemsemedim.
Önemsemedim çünkü bir silah patladı. Bir baykuş bağırarak üzerimden uçtu. Kurtların uluma sesine fabrikayı çevreleyen adamların gürültüsü karıştı. Başım döndü, kalbim kaburgalarımın içinde ezildi.
Hiçbir tepki veremiyordum. Silahı kim ateşlemişti? Savaş içerideydi ve ben dakikalardır haber alamıyordum. Ona bir şey olmasını kaldırabilecek bir dirayetim yoktu. Koşarak ilerledim.
“Kim var orada?” diye bağırdı bir ses. Kimin adamı olduğunu bilmiyordum. Bu saatten sonra umurumda da değildi çünkü Savaş’tan başka hiçbir şey düşünemiyordum.
“Ada’yım ben.” dedim. “Salih abinin çalışanlarıysanız eğer, beni içeriye alın. Hemen.”
Biri yüzüme el feneri tuttuğunda bana doğrultulan şeyin sadece el feneri olmadığını, ellerindeki silahların da bana çevrildiğini gördüm. “Ada Hanım.” dedi biri. “Burada ne işiniz var sizin?” Benim yüzümü görmeleriyle bana doğrulttukları silahları indirmeleri de bir olmuştu.
“Savaş içeride mi?” dedim sorusunu görmezden gelerek. Burada ne işim olduğunu pekala akıl edebilirlerdi çünkü ikiz kardeşim belki de tehlikedeydi.
“Evet.”
“Silah sesi geldi az önce.”
“Savaş Bey sıktı.” dedi diğer adamlardan biri, kalbimi tuttum. “Tavana sıktı, korkmayın. Ama sizi arabaya geri götürmemiz gerek. Neden geldiniz?” Bana doğru ilerlerdi, sanki geri dönecekmişim gibi geldiğim yolu gösterdi.
“Hayır, içeri gireceğim.” dedim. “Özgür’le görülecek bir hesabım var.”
“Savaş Bey ne olursa olsun sizi içeriye sokmamamızı, geldiğiniz takdirde de sizi arabaya götürmemizi söyledi.” Gülümsedim. Savaş beni tanımıyor zannediyordum. Yanılmıştım. Çünkü Savaş beni tanıyordu. Buraya geleceğimi bildiği için adamları uyarmıştı.
“Savaş Bey’inizin ne dediği beni ilgilendirmiyor. Kapıyı açın bana.” dedim. Kimse yerinden kıpırdamamıştı bile. “Size kapıyı açın dedim. Aval aval ne bakıyorsunuz suratıma?”
“Savaş Bey’in kesin emri var. Açama-” dedi adam. Saniyeler içinde silahı belimden çıkarttım ve ona doğrulttum.
“Açın şu kapıyı diyorum. Karşı mı geleceksiniz?”
Muhatap olduğum adam yanındaki adamlara baktı ve onlarla gözleriyle anlaşmış gibi başını sallayarak önünde durduğu kapıdan uzaklaştı. Silahı tekrar belime sokuşturdum.
Temkinli ama hızlı adımlarla kapıya ilerledim ve kolu indirip kapıyı yavaşça ittirdim. Büyük bir gıcırtıyla açılan paslı kapı kulaklarımı tırmalamıştı. Gözlerime sızan ışık da gözlerimi rahatsız etmişti çünkü dakikalardır karanlıktaydım ve gözlerim ışığa anca alışıyordu. Yavaşça içeriye doğru ilerledim. Savaş sırtı bana dönük bir şekilde tam ortada duruyordu. Kollarını arkaya atmış, ellerini belinde birleştirmişti. Ayağının ucunu belirli bir ritimle yere çarpıyordu. Eser olduğunu tahmin ettiğim adam da Savaş gibi ellerini belinde birleştirmişti. Benim adamlardan biri olduğumu zannetmiş olacaklar ki geldiğimi ancak ikisinin arasından yarım yamalak gördüğüm, sandalyeye bağlanmış Özgür sayesinde fark etmişlerdi. “Geldi seninki.” dedi gülerek. Önce Savaş, sonra Eser bana doğru döndü. Eser ifadesiz bakışlarla, Savaş ise başına geleceğine çoktan emin olduğu bir görüntüye bakar gibi bana baktı.
“Sana arabada kal demedim mi Ada ben?”
Savaş’ın sorusunu görmezden geldim ve hızlı adımlarla yanlarına ulaşıp tam ortalarında durdum. Özgür iğrenç bakışlarıyla beni baştan aşağı süzdü. Bütün yüzü kan içindeydi. İçimde onu öldürmek üzere büyüyen şiddetli bir istek vardı.
Nasıl olduğunu benim bile anlayamadığım bir hızda az önce belime tekrar soktuğum silahı çıkarttım ve ona doğrulttum. “Ada ne yapıyorsun sen?” dedi Savaş korku ve panikle. Bana doğru gelmeye çalıştı fakat elimi kaldırıp bana yaklaşmaması için onu durdurdum. “Nereden buldun sen onu Ada? Ver onu elinden bir kaza çıkmadan.”
Cevap vermedim, tek yaptığım buz gibi bakışlarla Özgür’ü izlemek olmuştu. Ondan iğreniyordum.
“Beni öldürecek misin?” dedi dümdüz bir sesle. Ne yüzünde ne bakışlarında ne de sesinde korkunun izi vardı. Yapamayacağımı o da biliyordu.
“Seçeneklerim arasında.” dedim umursamaz bir tavırla. Güldü, ona doğru bir adım daha yaklaştım, gülüşü büyüdü ve kahkahaya dönüştü. “Baban nerede?” dedim bağırarak. Sesimin tehditkâr çıkması gerekiyordu.
“Biliyor musun Ada?” dedi alayla. “Aynı soruyu yarım saattir aptal ikizin Savaş ve şu yanında duran şerefsiz Eser de soruyor.”
“Ulan.” dedi Eser ve silahını kaldırıp Özgür’e doğru yürüdü.
“Dur olduğun yerde.” dedim, özgüvenimin nereden geldiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Sonuçta Eser böyle pisliklerin içinde büyümüştü ve kendinden kaç yaş küçük bir kızdan komut alacak değildi. Ben böyle düşünüyordum ama Eser beni yanıltmış, olduğu yerde durmuştu.
“Bırak şu silahı Ada!” dedi Savaş bıkkın bir sesle. “Allah aşkına çık git buradan.”
“Niye ya?” dedi Özgür. “Muhabbet ediyoruz işte ne güzel. Bence Ada’nın burada kalmasının bir mahsuru yok.” Bakışları bütün vücudumda gezerken midemin bulandığını hissettim. Aklından ne geçtiğini tahmin etmek hiç zor değildi.
“Ulan ben bunlara üstüne basa basa Ada’yı sakın içeri almayın demedim mi?” dedi Savaş. “Nasıl girdin sen içeriye Ada?”
“Dedemin adamlarından vefa bekleme ya. Çabuk insan satıyor onlar.” dedi Özgür. “Gerçi patronları orospu çocuğu olunca çalışanı da orospu çocuğu oluyor demek ki.”
“Senin ecdadını sikerim.” dedi Savaş.
“Ecdadım dedem farkında mısın?” dedi Özgür. Büyük bir kahkaha attı. “Sahiplendiğin dedem hakkında ileri geri konuşma lütfen. Çok ayıp, hiç yakıştıramadım.”
“Tamam kes sesini.” diye bağırdım. “Yeterince eğlendiysen şimdi konuş. Nerede baban?”
“Hayat çok garip.” dedi Özgür. “Bir zamanlar emrime amade olan şu kapıdaki adamlar şimdi senin sözünü dinliyor. Üstelik Salih Karahan’ın öz torunu ben olduğum halde.” dedi ve bakışlarını Savaş’tan çekip Eser’e çevirdi. “Hele senden hiç bahsetmek bile istemiyorum. Ben senin öz kuzeninin oğluyum. Ama sen bu iki geri zekalıyı dinliyorsun. Pes!” dedi bağırarak. Hala Melih denen o pisliğin yerini söylememişti.
“Orospu çocuğunun teki olmasaydın şimdi aynı tarafta olurduk. Kapıdaki adamlar ikimizi de dinlerdi.” dedi Savaş ve başıyla Eser’i işaret etti. “Bu adam da kuzeninin oğlunu esir almak zorunda kalmazdı.”
“Ne çok şey biliyorsun sen öyle ya. Hayran kaldım vallahi.”
Bir adım daha yaklaştım ve öfkeden deliye dönen bakışlarımla onu izledim. Şimdi onu öldürmemem için hiçbir sebebim yoktu. “Kaçacak hiçbir yeriniz yok. Bak yakalandın, elin kolun bağlı. Şimdi yaşıyorsun. Ama tek bir kurşun. Bitti, öldün.”
“Cesaretine hayranım. Şu ezik kardeşinden bile daha cesursun.” dedi, titreyen elime aldırmadan öfkeyle ona bakmaya devam ediyordum.
“Kötü olmanın bile açıklanabilir yanları var ama senin kötü olmanın bir tane bile dayanağı yok. Hiç suçu olmayan insanlardan intikam alınca eline ne geçecek senin? Buradaki kimse sana hiçbir zarar vermedi. Deniz de sana bir zarar vermedi. Gökalp için çok üzgünüm ama onun kalbini zorla almadım ben!” dedim. Bu cümleyi ona daha kaç kere söyleyecektim, o daha kaç kere anlamayacaktı bilmiyordum. “Kimse böyle olsun istemezdi. Hiç kimse. İntikam almaya çalıştığın herkes masum. Bunun farkında olamayacak kadar şuursuz musun sen?! Doğru ve yanlışı ayırt edemeyecek kadar beyinsiz olamazsın herhalde.”
“O lafları sana yediririm Ada!” diye kükredi Özgür.
“Eli kolu bağlı olan ben değilim.” dedim bir omuzumu kısıp hemen ardından indirerek. “Hangimizin şartları daha elverişli bir düşün istersen.”
“Çok erken konuşuyorsun, yazık olacak sana.”
Bir adım daha yaklaştım, silahı bir saniye bile indirmediğim için kolum güçsüzleşmeye, elim de titremeye başlamıştı. “Deniz’e her şeyi anlatacağım. Beni tehdit ettiğini, İlker savcıyı öldürdüğünü, düğünümüzde ondan ayrılmamı istediğini. Her şeyi.”
“Ha sen kıyamet kopsun istiyorsun yani öyle mi?” dedi alayla.
“Daha nasıl bir kıyamet kopabilir ya?” dedi Savaş. O da silahını hiç indirmemişti ama benim aksime eli hiç titremiyordu.
“Nerede Melih?” diye sordu Eser. Anlaşılan bu muhabbetten sıkılmıştı ve bir an önce gitmek istiyordu.
“Beni nasıl bulduysan babamı da pekala bulabilirsin bence.” dedi Özgür.
“Söyleyecek misin söylemeyecek misin?” dedim sinirlendiğimi belli ettiğim yüksek bir sesle.
“Söylemeyeceğim. Kendiniz bulun.” dedi Özgür. Söylemektense ölmeyi tercih edecek bir hali vardı. “Eğer.” dedi net bir sesle. “Yarın dediğimi yapmazsan, Deniz’den ayrılmazsan olacaklardan ben sorumlu değilim.”
“Ya sen beni tehdit edecek konumda olduğunu mu zannediyorsun? Hiçbir şey yapamazsın.”
“Evet belki ben bir şey yapamam ama babam hala dışarıda farkındaysanız.” dedi. Bağlı olan oydu ama hala güçlü olan da oydu.
“Hiçbir şey yapamayacaksınız.” dedim.
“Siz beni aylarca bulamadınız ama babam beni sabaha çıkmadan bulur. İyi ki babam sizin gibi beceriksiz değil.” dedi, korkusuzdu ve hala gülüyordu. “Benim yarım bıraktığımı babam tamamlar. Mutlu olmanıza izin vermeyeceğim.”
“Mutlu olmak için senden izin almayacağım. Ayrıca seni de babanı da öldüreceğim.” dedim ve silahın emniyetini açtım.
“Ada bırak o silahı.” dedi Savaş.
“Deniz’in acı çekmesini istemen için bir sebebin yok.” dedim çaresiz bir sesle.
Bir anda hiç beklemediğim bir şey söylemişti ve ben neye uğradığımı şaşırmıştım. “Cemre’yi seviyordum.” dedi. Bu itirafı söylemeyi kendi de beklemiyor gibi görünüyordu. “Cemre’yi seviyordum ama Cemre sürekli o orospu çocuğu sevgilinin koynuna giriyordu.”
Hiçbir şey söylemedim. Özgür aklını kaybetmiş olmalıydı. Cemre bizzat kendilerinin planıydı. Dikkatini dağıtmak için Deniz’in Cemre’ye aşık olmasını kendileri istememişler miydi? Sonunda istedikleri olmuştu. Bunun için Deniz’i nasıl suçlayabiliyordu?
Bazı şeyleri şimdi anlıyordum. Özgür beni kaçırdığında benimle zorla birlikte olmaya çalışmıştı. Bunun sebebi sadece bana zarar vermek değildi. Kendince Deniz’den intikam almaya çalışıyordu. Cemre Deniz’le beraber olduğu için Özgür de beni istemişti. Midem bulanıyordu.
“Bizim planımız Deniz’in Cemre’ye aşık olmasını sağlamaktı. Hesap etmediğim tek şey Cemre’nin Deniz’e aşık olma ihtimaliydi.” dedi, başımı iki yana sallarken gülümsedim.
“Aşık olduğun kadını düşmanının koynuna göndermeden önce hesap edecektin bunları. Cemre Deniz’le yattı diye Deniz’i suçlayamazsın.” dedim. Midem daha da bulanmaya başlamıştı. Sanki aşık olduğum adamdan değil herhangi birinden bahsediyordum.
Deniz’le poligona gittiğimde silah tutmayı, nişan almayı ve hedefi tutturmayı öğrenmiştim. Sadece bir kez gitmemize rağmen büyük ölçüde bütün olayı kapmıştım. Tereddüt etmemek gerekiyordu. Tereddüt etmek elimizin titremesine ve hedefin şaşmasına sebep olurdu ve bu asla olmaması gereken bir şeydi.
Huzurlu olduğum herhangi bir anı hatırladığımda elimin titremesinin geçeceğini ve hedefi tam on ikiden vuracağımı biliyordum. Gözlerimi kapattım ve Deniz’le ilk seviştiğimiz güne döndüm. Beni yavaşça yatağa yatırışı, saçlarımın arasında umarsızca gezen parmakları, elbisemin düğmelerini açışı, sonrasında elbiseyi üzerimden çıkarışı, vücudumun her noktasında gezen ve tenimi yakan öpücükleri. Hepsi bir bir zihnimden gözlerimin önüne gelmişti.
Bulutların üzerindeymiş gibiydim o gün. Şimdi ise ayaklarım betondan bir türlü kurtulamıyordu.
Gözlerimi açtım. Elim titremiyordu. “Seni şimdi öldüreceğim.” dedim kendimden emin bir sesle. “Hani demiştin ya babam sabaha kalmadan beni bulur diye. Babanın seni bulmak için buraya gelmesini bekleyeceğim. Sonra onu da öldüreceğim.”
“Yapamayacağın şeyleri söyleme bence.” dedi. Tetiğe bastım.
Her şey bir anda olmuştu. Pişman değildim. Olmayacaktım. Zaten amacım öldürmek değil acı çektirmekti.
Kulaklarımızı kurşun sesini bile bastıran acı bir çığlık doldurduğunda önce Özgür’ün acıyla buruşan yüzüne, sonra da sol omzundan akan kana baktım. Hedefim omzuydu ve ben ıskalamamıştım. Deniz görmemişti ama başarmıştım.
“Ada.” dedi Savaş bana doğru gelirken. Bense silahla birlikte Eser’e döndüm.
“Bir an bile ayrılmayacaksın şunun yanından. Eğer dediği gibi olursa, Melih buraya gelirse aynı bunu paketlediğin gibi onu da paketleyeceksin. Sonra da hemen Salih abiyi arayacaksın.” dedim öfkeyle. Karşımdaki adamı tanımıyordum. Beni tek yumrukla, hatta parmağının ucuyla bile yere indirecek kadar güçlü görünüyordu. Belki de mafyaydı ve ben ona emir veriyordum. “Yarasına da müdahale edin. Kan kaybından ölürse bu sefer sizi de vururum.” dedim ve silahı belime sokup kapıya doğru ağır adımlarla yürüdüm.
Dışarıya çıkar çıkmaz uzak bir yere doğru koştum ve elimle bir ağaçtan destek alıp kusmaya başladım. Özgür’ün yüzünü gördüğüm andan beri midem bulanıyordu. Onun yaptığı ve yapacağı her şey midemi bulandırıyordu. Söylediği her şey midemi bulandırıyordu. Varlığı bile midemi bulandırıyordu.
“İyi misin?” dedi Savaş. Saçlarımı arkamda topladığında hala midemdekileri çıkartmaya çalışıyordum.
Başımı iki yana salladım ve midemde hiçbir şey kalmayana dek kustum. Su olmadığı için Savaş erimeye yüz tutmuş yerdeki karların temiz kısmından biraz aldı ve ağzımın kenarlarını sildi. “Hiç yoktan iyidir.” dedi kendi kendine. “İyi misin?”
“Onu vurdum.” dedim ve ağzımda kalan son şeyleri de tükürdüm.
Savaş Özgür’ü vurmuş olmamla ilgilenmemişti. “İyi misin?” dedi tekrardan.
Doğruldum ve Savaş’a sımsıkı sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. “Savaş ben onu vurdum.”
“Bir şey olmadı, yaşıyor hala. Hem sen yapmasan bile ben yapacaktım zaten.”
Deniz Özgür’ü bacağından vurduğunda ona gösterdiğim tavrı hatırladım. Yapmış olduğu şey için onu suçlamıştım ve aynı şeyi biraz evvel kendim de yapmıştım. Özgür’ü vurduğum için değil Deniz’i yargıladığım için utanıyordum. Çünkü Özgür bundan çok daha kötüsünü hak ediyordu.
“Nereden buldun bu silahı?” dedi ve sarılmamızı sonlandırırken silahı da belimden dikkatlice çıkarttı.
“Deniz’in silahı. Ne olur ne olmaz diye evde tutuyordu. Bir kere laf arasında söylemişti.”
Savaş şarjörü açtı. Boştu. “Nasıl yani sadece bir tane mi mermi varmış bu silahta?” dedi Savaş. “Evde silah tutuyorsa bütün şarjörün dolu olması gerekmez mi? Tek kurşunla mı tehlikeyle başa çıkmayı düşünüyormuş?”
“Bilmiyorum.” dedim, gerçekten de bilmiyordum.
Savaş Deniz’in silahını birkaç saniyeliğine beline sokuşturdu ve kendi silahından bir mermi çıkartıp Deniz’in şarjörüne yerleştirdi. “Deniz kontrol etmeye falan kalkarsa merminin olmadığını görmesin.” dedi. Sessizce başımı salladım. “Gidelim artık. Burada donacaksın.”
“Yarın ne olacak?” dedim olabilecek en çaresiz sesimle.
“Sen şimdi düşünme bunları.” dedi ve saçlarımı öpüp beni arabanın olduğu tarafa çevirdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 25.95k Okunma |
10.91k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |