61. Bölüm

59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda

Kubra Akyol
_kubraakyol

“Teşekkür ederim.” dedim beni eve kadar getiren Salih abinin adamına. Bir saat önce olanlardan sonra Savaş beni en güvendiği adamlardan biriyle eve göndermişti. Kendi de havaalanına gitmişti. Akrabalarımdan biri benim onları karşılamadığımı söylediği an olacakları düşünemiyordum. Bu konunun asla açılmaması gerekiyordu. Şimdilik es geçtim, ilk problemim çantamdaki silahı Deniz görmeden çekmeceye koymaktı.

“Önemli değil.” dedi adam.

Kerem kapımı açtı. “Hoş geldin Ada.”

“Hoş buldum.” dedim arabadan indiğimde. Kerem kapımı kapatır kapatmaz, beni bırakan adam motoru çalıştırdı ve uzaklaştı.

“Çok soğuk, gir hadi içeriye.” dedi Kerem. Durdum ve ona doğru döndüm. Tir tir titriyordu, sigarasından bir nefes aldı ve bana doğru dönüp meraklı gözlerle baktı. “Bir şey mi oldu?”

Sağ koluna hafifçe vurdum. “Kerem.” dedim samimiyetle. “Beni düşündüğün için teşekkür ederim. İyi ki varsın.” Bana kocaman gülümsediğinde biri kapıyı açtı, gürültülü bir müzik sesi kulağımı doldurdu.

“Hadi Ada, gel.” diye bağırdı Melis. “İçeride before party var.”

Kerem’e döndüm ve “İyi akşamlar.” dedim. Kerem başıyla Eyvallah. anlamına gelen bir hareket yaptıktan sonra hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı.

Before Party ne ya?” dedim Melis’e dönüp gülerken.

“Düğün öncesi partisi işte Adacım. Herkes deli gibi eğleniyor içeride.”

Koluma girip beni koşarak içeri sürükleyen Melis’i tam merdivenlerin önünde durdurdum. “Önce bir yukarı çıkacağım.” dedim. “Hemen gelirim.”

“Tamam.” dedi Melis ve koşarak içeriye ilerledi. Ben de merdivenlerden koştum ve hızlıca yatak odasına girdim. Deniz de buradaydı. Deniz neden buradaydı?

Beni baştan aşağı nefretle süzdü ve sonunda bakışlarını bakışlarımda sabitledi. Neden burada olduğumu sorgular gibi bir hali vardı. O sormadan ben açıklamamı yapmak istedim çünkü birazdan beni yaka paça dışarı atacak gibiydi. “Üzerimi değiştirecektim. O yüzden geldim bu odaya.”

Bir kolunu göğsünün üzerine koydu, diğer koluyla da göğsüne koyduğu kolundan destek aldı ve elini çenesine koyup beni izlemeye devam etti. “Eşyalarını odamda görmek istemiyorum.” dedi alelade bir sesle.

Kaşlarımı çattım. “Biz evleneceğiz.” dedim. “Eşyalarımı başka odaya koyarsam, insanlar bunu garipsemez mi?”

“Seni sevdiğim için mi evlendiğimizi zannediyorsun? Sen bu evliliğin oynadığımız oyun yüzünden gerçekleştiğini pekala biliyorsun.” dedi haddimi bildirircesine. Kalbimi kırıyordu, kalbimin üstüne basıyor, parçalara ayırıyordu.

Bu saatlerin onunla kötü olduğum son saatler olmasını ruhumun en masum tarafıyla istiyordum. Yarın ona her şeyi anlatacaktım. Bu evlilik oyun oynayan iki insan tarafından değil, birbirine deli gibi aşık çift tarafından gerçekleşecekti. “Oyun ya da değil sonuçta evleneceğiz. Eşyalarım burada kalacak.”

“Abi, Ada.” dedi Eren. “Hadi ya nerede kaldınız?”

Gülümsedim ve Deniz’in nefret dolu bakışlarını umursamadan giyinme odasına girip kapıyı kilitledim. İlk işim silahı çekmeceye koymak olmuştu. Ardından üzerimdekilerden kurtulup rahat kıyafetler giydim ve hızlıca aşağı indim. Müzik sesi kesilmişti. Anlaşılan Melis’in before party’si bitmişti.

“Erken geldin.” dedi Selay. “Bu kadar erken beklemiyorduk seni.”

“Kaç ki saat?” dedim gözlerimle boş bir yer ararken. O kadar yorulmuştum ki acilen oturmam gerekiyordu.

“Dokuza yirmi beş var.” dedi Can ve kalkıp bana oturmam için koltuğu işaret etti.

“Ee geldi mi herkes? Harun abi, Meral abla, Efsun abla?” dedi Miray. Uygar’ın yanına sokulmuş, başını da omzuna yaslamıştı.

“Hı hı. Savaş otele götürdü onları. Birkaç saat sonra da dedemleri, babaannemleri karşılayacak. Ben onları beklemediğim için erken geldim.” dedim ve az önce Can’ın kalktığı yere oturdum. Deniz tam karşımdaki konsolun başında durmuş kaçıncı olduğunu bilmediğim kadehini kafasına dikiyordu.

“Senin otelinde kalacak herkes değil mi?” dedi Uygar. “Vay be kızın oteli var.” dedi sonra da kendi kendine.

“Evet.” dedim, o sırada Ülkü abla bana meyve suyu getirmişti.

“Kızım açsan yemek getireyim sana.”

“Yok Ülkü abla sağ ol. Hamamda çok yedik zaten. Tokum. Hem bir şeyler yemeyi kessem iyi olur. Gelinliğe sığamam diye korkuyorum.” diyerek kocaman gülümsedim.

“Sığarsın sığarsın.” dedi Güneş. “Nişanınızdan beri kilo vermişsin abla. Çok mu stres yaptın anlamadım ki.”

“Yoo.” dedim. Aslında Güneş haklıydı. Yemek yiyemiyordum. Normalde zaten bir öğün bile atlasam hemen kilo veren biriydim. Şimdi iki günde bir anca yemek yiyebildiğim için kilo vermem kaçınılmaz olmuştu. “Aynıyım hala.”

“Bana da biraz öyle geliyor.” dedi Miray. Gözlerimi Deniz’le birleştirdim. Yorum yapmak bir yana konuyla ilgileniyor gibi bile durmuyordu.

“Aynı benim sevgilimin kilosu.” dedi beklemediğim bir anda. Aynı değildi ama beni artık kucağına almadığı için bunu bilmiyordu. Bilmeyecekti.

“Aa bak Deniz diyorsa doğrudur. Ada beş yüz gram bile verse anlıyor o. Eğer verseydi anlardı Deniz.” dedi Uygar.

Onaylarcasına başımı salladım. “Tamam o zaman, canın bir şey çekerse söyle yine de.” dedi Ülkü abla. Gülümseyerek ve başımı sallayarak verdiğim onaydan sonra yavaş adımlarla mutfağa ilerledi.

“Eee şimdi yarın ne yapıyoruz?” dedi Uygar.

“Kuaför gelecek saat onda iki tane. Onlar saçlarımızı sırayla yaparken diğerleri de giyinip makyajlarını yapar.” dedi Melis. “Tabii ben müzik de açacağım. Müziksiz olmaz.” Deniz’e döndü ve bir şey isteyeceği zaman takındığı sevimli ifadeyi yüzüne yerleştirdi. “Kış bahçesinde hazırlanacağız abicim. Oradaki masaya sığarız biz ancak. Buradaki yemek masası biraz küçük.”

“Kış bahçesindeki masayı değiştirdim ben Melis.” dedi Deniz bardağını konsolun üzerine bırakarak.

“Niye ki?”

“Küçülttüm orayı ben, yarısı spor aletleriyle dolu.”

“Sen spor salonuna giderdin eskiden. Ne alaka eve spor aleti almak?”

“Ada için aldım Melis.” dedi bıkkın bir ifadeyle. “Ayrıca bu masa da büyük. Sığar herkes. Hem kaç kişi olacaksınız ki zaten?”

“Kızlar olarak on üç kişi olacağız toplam.”

“On üç kişi kim abla? Benim tanıdığım insan sayısı iki elin parmağını geçmez. On üç kızı nereden tanıyorsun sen?”

Melis kısa bir süre düşündü ve her parmağına bir isim söyleyerek saymaya başladı. “Hmm. Ada, Miray, Selay, Güneş, Çağla, Feyza, Oya, ben, Irmak, Selen, Gülşah. Burcu ve sevgili kız arkadaşın Mine.”

“E biz erkekler olarak hiç ayak altında dolaşmayalım bence.” dedi Eren. “Kızlar kampı olacak burası baksanıza.”

“Bence de Erencim. Yarın erkenden gidin siz. Artık düğün yerine mi gidersiniz, bizim eve mi gidersiniz bilemiyorum gerçekten.”

“Resmen beni kovuyor ya. Oldu olacak bu gece kov beni abla.”

“Valla çok iyi olur. Abimi de alabilirsin hatta. Kız kıza takılırız biz bu gece burada.”

Deniz içli bir of çekti. Sıkıldığını sadece ben görebiliyordum. “Eren bu gece burada kalıyor. Yarın saat dokuzda hep beraber kahvaltı yapıyoruz. Kahvaltıya kuzenlerimiz de gelecek. Kahvaltıdan sonra erkekler Çırağan Sarayı’na geçecek. Orada hazırlanacağız birlikte. Kızlar da hazırlıkları bitince hep beraber yanımıza gelecekler.”

“Ee desene biz sabahtan burada olacağız.” dedi Can.

“Geç kalmayın evet.” dedi Deniz.

“Abicim kızlar bu gece burada kalıyor.” dedi işaret parmaklarının ucunu birbirine yapıştırıp ellerini oynatarak. Mahcup olduğunu anlamamak elde değildi çünkü abisine sormadan böyle bir şeye karar vermişti. “Ama merak etme biz yatacak yer buluruz. Gerekirse yukarıdaki tek kişilik misafir odasında Irmak’la beraber uyurum. Miray, Selay ve Güneş de çift kişilik yatağın olduğu misafir odasında uyur.” Üzgünüm Melisçim o oda artık benim.

“Yukarıda bizim odamız hariç üç tane daha yatak odası var. Çalışma odasında kocaman, geniş bir koltuk var. Şu salondaki koltuklarda bile rahat rahat uyuduğunuz zamanları unuttun herhalde. Neden sıkışarak uyuyacağınız bir uyuma planı yaptığını merak ettim doğrusu.”

“Bütün odaları dağıtmayalım diye ya. Hem şimdi yarın için konuşacağımız şeyler olur belki. Topluluklar halinde uyumak daha iyi. Düğün kritiği diyelim.”

“Gerek yok.” dedi Deniz. “Bir sürü boş oda var. Herkes rahat rahat uyusun.” Herkes farklı yerde uyuyacaksa ben nerede uyuyacaktım? Sanırım Deniz ayrı uyuduğumu unutmuştu.

“Melis ve Irmak çift kişilik odada kalsın. Diğer odalara kızlar geçer. Ben de çalışma odasındaki koltukta uyuyayım o zaman.” dedi Eren.

“Yok, çalışma odası olmaz.” dedi Deniz bir anda. Neden yok dediğini anlamıyordum. Daha az önce uyunabilir yerler olarak çalışma odasını saymamış mıydı? Ve ben nerede uyuyacaktım? “Şimdi aklıma geldi, o odanın anahtarını kaybettim ben. Kilitli kaldı. Salonda uyu sen.”

“Abi şaka mısın?” dedi Uygar. “Bin tane belge var o odada. Bin tane evrak var. Söyleseydin ya sabah çilingir çağırırdık, ne bileyim kilidi değiştirirdik.”

“Çok da önemli değil.” dedi Deniz. “İki gün giremeyeceğiz diye bir şey olmaz yani.” Yalan söylüyordu çünkü daha bu sabah oraya girdiğini görmüştüm. Bu gece orada ben uyuyacaktım. Eren’in orada uyuması demek benim salonda uyumam demekti ve salonda uyursam bunu kimseye açıklayamazdım. Kapı kilitli demişti, böylece oraya kimse girmeye çalışmayacaktı ve ben orada rahatlıkla uyuyabilecektim. Deniz de artık sadece ona ait olan yatak odasında uyuyacaktı.

“Nasıl önemli değil oğlum? Bilgisayarın orada değil mi?”

“Bilgisayarı ne yapacaksın Uygar, onca telaş içinde? Canın iş mi yapmak istiyor anlamadım ki?”

“Yani bileyim siz balayındayken işleri yürüteceğim ya hani? Senin bilgisayarın da lazım edecek yani bana.”

“Hallederiz Uygarcım, dert etme.” dedi Deniz.

“Ee sen öyle diyorsan.” dedi Uygar ve ayağa kalktı. “O zaman ben gideyim artık.”

O sırada Can da hareketlenmişti. “Ben de gideyim. Yarın sabah erkenden görüşürüz yine.”

Selay ve Miray sevgililerine uzun süre sarılmış, sonrasında onları yolcu etmişlerdi. “Ee Deniz abi.” dedi Irmak. “Ne yaptığınız bekarlığa veda partisinde? Kimler vardı mesela?”

“Ben biraz yoruldum Irmakçım. Müsaadenizle artık uyumaya gideceğim. Eren anlatsın sana detayları.” Yorgun ya da uykusuz görünmüyordu. Benimle aynı ortamda olmamak için kaçıyordu. İçimin acısını anlatabileceğim bir kelime aramaktan çok sıkılmıştım.

Irmak bir anlığına yüzünü astı. Ardından hemen Eren’e döndü. “Eee kuzencim. Anlat bakalım, neler yaptınız?”

Eren heyecanla anlatmaya hazırlanırken Deniz kısa bir süre bizi izledi, ardından usul usul merdivenlerden yukarıya çıktı. Onu çok özlemiştim.

***

Deniz uyumaya gittikten sonra kızlarla ve Eren’le üç saat kadar daha muhabbet etmiştik, saat on ikiye geliyordu. Artık benim de uyumam gerekiyordu. Zor bir akşamdı, dinlenmek istiyordum çünkü yarın daha da zor olacaktı. Herkese teker teker sıkıca sarıldım ve üst kata çıkıp çalışma odasının kapısını açmaya çalıştım. Açılmıyordu. Kapı gerçekten kilitli mi kalmıştı? Açabilecekmişim gibi kolu birkaç kez aşağı indirdim ama hala kapalıydı. Ağır adımlarla Deniz'in odasına gittim. Kapı aralıktı. Yavaşça araladım. Gece lambası yanıyordu. Deniz sırtüstü uzanmış, ellerini ensesinde birleştirmiş, bir ayağını diğer ayağının bileğine atmış, tavanı izliyordu.

Kapının sesini duyunca hafifçe doğruldu. “Eren salonda uyuyacak.” dedim Deniz bilmiyormuş gibi. Eee. der gibi bakıyordu. “Kızları da odalara dağıttın.” Hala Eee. der gibi bakıyordu. “Çalışma odasının kapısı kilitli.”

“Sadede gel.” dedi bıkkın bir sesle.

“Bu evde uyumamı istemediğini söyleseydin kendime kalacak bir yer bulurdum!” diye bağırdım.

“Sus ve gir şu odaya.” dedi başını tekrar ellerinin üstüne atarak. Ardından gözlerini kapattı.

“Burada uyumak istemiyorum.” dedim. Onu sevmediğimi zannediyordu ve sevmeyen bir insanın davranacağı gibi davranmalıydım.

“İyi, söyle arkadaşlarına ve kardeşine. Gitsinler. Sen de boşalan odalardan birinde uyursun.”

“Sabah çalışma odasına girdiğini gördüm. Nereye koydun anahtarı?”

“Kaybettim.” dedi gözlerini açmadan.

“Sen hiçbir şey kaybetmezdin.” dedim. Gözlerini açıp yüzüme o kadar acı bir şekilde bakmıştı ki ağlayasım gelmişti. Seni kaybettim ama. der gibi bakmıştı.

“Kaybettim işte.” dedi ve yutkunup tekrar gözlerini kapattı.

Giyinme odasına gidip yere serebileceğim kalın bir yorgan alıp yere serdim. Ardından bir yastık ve üzerime örtebileceğim bir battaniye alıp yere kıvrıldım. Aşık olduğum adamla evlenecektim ve evliliğimin bir gün öncesi böyle mi olacaktı?

Çok yorgun hissediyordum. Bitkin, halsiz ve ruhsuzdum. Yarın ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Canım yanıyordu. Belki de aşık olduğum adamla son gecemdi.

***

Gelsen ne güzel görsen ne güzel
Bak yollarına gül serdim
Güz bitti bize yaz geldi desen
Aç kollarını ben geldim

Sesleriyle gözlerimi araladım. Birden fazla ses bir şarkıyı bağıra bağıra söylüyordu. Davul sesi de vardı. “Ablaaaaa sen hala uyuyor musun?” diye bağırdı Güneş yatağa zıplayıp beni gıdıklamaya başladığında. Bir yandan da yanaklarıma kocaman öpücükler konduruyordu.

Gözlerimi araladım. Üzerime gül yaprakları attıklarını fark ettiğimde şaşkınlıktan ne yapacağımı bilememiştim. Aslında öncelikle şaşırmam gereken başka bir konu vardı ki o da yatakta ne işim olduğuydu. En son giyinme odasında yer yatağında uyuyordum. Buraya ne zaman ve nasıl gelmiştim? Ne zamandan beri yataktaydım ve Deniz neredeydi?

Irmak davula birazdan patlatacakmış gibi sertçe vuruyordu. Miray, Selay ve Melis ise üzerime gül yaprağı atıyordu. Melis boynuna astığı hoparlörün sesini açtı ve telefonundan şarkıyı değişti. “Eveeeeeet. Bu şarkı abimden Ada'ya gelsin.”

Kız sana hayran olsunlar,
Öpüp de başlara koysunlar.
Yemeyip sabaha bıraksınlar,
Yollarına paspas olsunlar.

Kız seni kendime yapsam mı?
Alıp da koynuma soksam mı?
Seni bizim eve hanım alsam mı?
Duvaklı gelinim olsan mı?

Diyordu şarkıda. Şu an etrafımı saran kalabalığın aksine benim değil gülmek, gülümsemek bile içimden gelmiyordu.

“Güneş dur ablacım.” dedim. “Gıdıklama lütfen.”

“Kalk, kalk, kalk hadi. Evleniyorsun bugün. Hadi hadi hadi.” dedi ve beni kaldırıp sıkıca sarıldı. Diğer herkes ikimize sarıldığında kocaman bir sarılma yumağına dönmüştük.

“Ablam evleniyoooooo” diye bağırdı Güneş. Herkes kahkahalara boğulmuştu.

***

Zar zor üzerimi değiştirdim ve önceden alınan karara göre kahvaltı yapmak için aşağı indim. Canım hiçbir şey istemiyordu ama gelinsiz bir kahvaltı masasına kimsenin oturmak istemeyeceğini biliyordum.

Salon çok kalabalıktı. Ben, Deniz ve Ülkü abla hariç yirmi iki kişi saymıştım. Ne kadar az kişi olursa o kadar iyi olacaktı ama bugün herkes burada toplanmıştı. Daha ne yapacağımı bile bilmiyordum. Deniz’le yalnız konuşmak istiyordum. Gerçi konuşabilecek miydim onu bile bilmiyordum. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum.

“Gelin geldi.” diye bağırdı Eren. Birkaç kişi şampanya, birkaç kişi de konfeti patlatmıştı. Herkes neşeli çığlıklar atarken Deniz masaya dayanmış, ellerini önünde bağlamış, olan biteni izliyordu. Onu nasıl bir yangının ortasına attığımı tahmin etmek bile istemiyordum.

Herkes beni alkış kıyamet karşılamıştı. Bu kadar neşeli olmaları normal miydi yoksa ben uçurumun kenarında olduğum için mi bana fazla geliyordu?

Ellerimle ağzımı kapattım. Selay saçlarımın üstüne, üzerinde Bride yazan bir taç taktığında ne yapacağımı iyice bilemez bir hale gelmiştim. Uygar koşarak yanıma geldi ve elimi havaya kaldırarak beni kendi etrafımda üç kez çevirdi. “Çok şeker hadi hop give me five.” dedi belli bir ritimle. Elimi bıraktı ve bana bir beşlik çaktı. Uygar’ın yarım bıraktığı şarkıya Miray devam etmeye başlamıştı. Tabi bunu yaparken Uygar gibi elimi tutmuş, beni kendi etrafımda beş altı kez çevirmişti. Birileri konfeti patlatmaya, davul çalmaya ve neşeli çığlıklar atmaya devam ediyordu.

Oh oh suyundan da
Oh oh şuyundan da
Oh oh buyundan da
Koy koy koy koy

Dedi Miray. Ardından elimi bıraktı. Çünkü Deniz geldi ve Miray’ın bıraktığı elimi tutup gözlerime güneş gözlüğü taktı. Bir camında A ve D harfleri vardı, bir camında ise 14.12.19 yazıyordu. Kimin fikriydi bilmiyordum fakat gerçek bir düğün olsaydı bunu çok seveceğime emindim. “Günaydın aşkım.” dedi eski günlerdeki gibi. Rol yapmadığına, beni hala çok seviyor olduğuna neredeyse inanacaktım. “Nişanlı geçirdiğimiz son saatlerimiz.” dediğinde zorla gülümsedim çünkü ağlamamaya çalışırken gülümsemek dünyanın en zor şeylerinden biriydi. “Birkaç saat sonra karım olacaksın.” Yanağıma yumuşacık bir öpücük bıraktığında dizlerimin bağı çözülmüştü. Günler sonra bana değen dudakları yüzünden tenim yanıyor, kavruluyordu.

Gözlerimde güneş gözlüğü olduğu için şanslıydım çünkü gözlerim çoktan dolmuştu. Titreyen çeneme engel olamıyordum ama kendimi tutmasam da olurdu. Çünkü herkes mutluluktan ağladığımı zannedecekti.

“Herkes dünyanın en güzel düğününe hazır olsun.” dedi Melis. İyi ki Melis vardı çünkü susup kaldığım zamanlarda farkında olmadan beni zor durumdan kurtarıyordu.

Ardından tıpkı dün Güneş’in yaptığı gibi damat halayı şarkısını sözlerini değiştirerek söylemeye başladı.

Gönlün ona vuruldu, düğün dernek kuruldu.
Bizim halayın sesi tüm dünya da duyuldu.
Gel ona güzel kız
Kalbini çalan hırsız
Haydi halaya, eller havaya

***

Kızların salonda, erkeklerin kış bahçesinde, masalara sığmayanların da terasta ve mutfakta yaptığı kahvaltı neredeyse bitmek üzerdeydi. Saat ona geliyordu, birazdan kuaförler gelecekti ve ben ne Deniz’le ne de Savaş’la konuşabilmiştim.

Deniz’le düğünden hemen önce de konuşabilirdim fakat Savaş’la konuşmanın acil bir yolunu bulmalıydım.

Ülkü ablaya yardım etmeleri için bugün eve üç kişi daha gelmişti. Onlar hızlıca masaları toplarken kızlar da misafir odalarında makyaj malzemelerini hazırlıyor, giyecekleri elbiseleri askılarından çıkarıyordu. Erkekler ise evden ayrılmaya başlamıştı.

Metehan, Serkan, Koray, Batu, Kaan, Oğuz ve Can çıkmıştı. Deniz, Uygar ve Eren ise birazdan çıkacaklardı. Ev hala çok kalabalıktı. Savaş’ı nasıl yalnız yakalayacağımı bilmiyordum.

Üst katta Miray, Selay, Güneş, Melis ve Irmak vardı. Alt katta da Selen, Burcu ve Mine vardı. En iyisi terasa çıkmaktı.

“Savaş.” dedim onu salonda otururken yakaladığımda. “Yukarı gelsene benimle beş dakika.”

Savaş saniyeler içinde kalktı ve benimle aynı hızla merdivenlere yöneldi. Allah’tan bizim kızlardan kimse burada yoktu da kimse neden yukarı çıktığımızı sorgulamıyordu.

“Eser’den haber var mı?”

“Sshh biri duyacak.” dedi uyarıcı bir sesle.

“Kimse duymaz herkes çok telaşlı.” dedim ve Savaş’a döndüm. “Soruma cevap vermedin.”

“Yazıştık sabah. Saatlerdir konuşmayı bekliyorum seninle.”

“Ee ne dedi?”

“Özgür hala eli kolu bağlı duruyor. Babam sabaha çıkmadan beni bulur diyordu ama henüz ne gelen var ne giden. Hala Melih’i bekliyor Eser.”

“Savaş ben ne yapacağım?” dedim. Terasa gelmiştik. Buraya Deniz’le beraber olduğumuz günden beri çıkmıyordum. İçim sızlamıştı ama Savaş’a belli etmedim.

“Özgür’ün yanılacağını düşünmüyorum.” dedi.

“Nasıl yani? Ne demek bu?”

“Özgür öyle bir cümle kullandığına göre Melih bulur yerini.”

“Bulsa ne olacak? Fabrikanın etrafı adam dolu!”

“Melih gerçekten orayı bulursa adam madam kalmaz o fabrikanın etrafında. Sonrası ne olur Allah bilir.”

“Ne demek istiyorsun açık konuş? Anlamıyorum ben hiçbir şey. Sen demiyor muydun Özgür’ün Hasan’dan başka adamı yoktur diye?”

“Evet ama Özgür hiçbir zaman boş cümleler kuran biri olmadı. Sen haklıydın, dışarıda bilmediğimiz adamları da var.”

“Yani sen şimdi diyorsun ki.”

“Sakın Deniz’e bir şey anlatma Ada.”

“Yine bu orospu çocuğunun dediğini yapacağım yani öyle mi?” dedim ve yüzümü ellerimle kapattım. “Savaş ben ayrılmak istemiyorum. Deniz olmadan nasıl yaşayacağım? Onu çok seviyorum.”

Savaş beni göğsüne bastırıp saçlarımı öptü. “Bir araç ayarladım düğünden sonrası için.” dedi sessizce. Başımı iki yana salladım. Kabul etmek istemiyordum. “After party için herkes arabalara dağılacak. Sen benim ayarladığım araca bineceksin. Şoför seni güvenli bir yere götürecek. Tamam mı?” Başımı yine iki yana salladım. “Eser’den haber bekliyorum. Melih Özgür için o fabrikaya geldiği an polisi arayacağım.”

“Eser’e güvenmiyorum.” dedim hıçkıra hıçkıra. “Hem sizin güvenliğiniz ne olacak?”

“Sen bizi düşünme Ada. Amacımız senin ortadan kaybolduğunu zannetmelerini sağlamak değil mi? Bizimkiler seni arayıp bulamayınca eminim ki Melih’in de kulağına gider bu.”

Bir süre sessizce durdum. Savaş beni kollarından ayırdı. “Nereye götürecekler beni?”

“Bursa’ya. Ortalık sakinleşince seni geri getirecekler tamam mı?”

“Ne kadar sürecek?” dedim ve gözyaşlarımı sildim.

“Umarım ki çok kısa sürecek Ada. dedi Savaş ve alnımı öptü.

“Abla, abi” dedi Güneş merdivenlerden. “Hadi kuaför geldi. Abi Denizler de gidiyor. Nerede kaldınız?”

Savaş’la aynı anda merdivenlere baktık. Güneş tüm telaşıyla karşımızda duruyordu. “Ne yapıyorsunuz burada siz?”

Kolumu kaldırdım ve elimle ona Gel. yaptım. Güneş hızlı adımlarla yanımıza gelip ikimize de sarıldı.

“Ablanla şöyle bir konuşmak istedim Güneşçim.” dedi Savaş. “Sen evlenirken seninle de konuşacağım ama merak etme.”

“Önce bir koca adayı bulsam fena olmaz.” dedi Güneş kıkırdayarak.

Savaş güldü ve Güneş’in saçlarını karıştırdı. “Ona daha var canım, hiç heveslenme.”

“Off abi ya. Gıcık oluyorum bazen sana.”

Savaş gülümsedi ve beni bir kolunun altına Güneş’i de bir kolunun altına alarak merdivenlere yürüdü. “Hadi bakalım aşağıya inelim artık, millet hazırlanıyor düğün sahipleri piyasada yok.”

“Assolistler en son sahneye çıkar abicim. Beklesinler bizi bir zahmet.”

“Bu kadar da beklemeseler iyi olurdu aslında. Ablanla ipin ucunu kaçırdık.”

Savaş ve Güneş minik kahkahalar atarken aşağıya inmiştik. Hazırlanma vakti gelmişti.

***

Kuaförler evdeki bütün kızların saçlarını ve makyajlarını bitirdiğinde saat 01.00’e geliyordu. Düğünüme sadece iki saat kalmıştı ve birazdan evden çıkacaktık.

“Abla çiçeğin nerede?” dedi Güneş merdivenlerin başından. Miray ve Selay’la birlikte kapıya yürüyorduk. “Bulamıyorum, az önce buradaydı.”

“Ben aldım çiçeği Güneş, hadi gel aşağıya.” dedi Miray.

“Gelinlik kimde?”

“Bende.” dedi Melis.

“Tamam geliyorum” dedi Güneş ve merdivenlerden koşarak inmeye başladı. “Heyecandan ölmek üzereyim.”

“Bugün kimseye ölmek yok.” dedi Selay. “Hadi geç kalacağız. Düğününe geç kalan ilk gelin ablan olacak böyle giderse.”

Kapının yanındaki aynadan yansımama baktım. Acının gözlerinin içine bakarken karşımda ayna görmekten çok yorulmuştum.

“Abla çok güzelsin.” dedi Güneş. “Gelinliğini de giyince mükemmel olacaksın” Saçlarım ensemde balerin topuzu yapılmıştı ve kulaklarımın hemen önünden incecik tutamlarla saçlarım sarkıyordu. Duvağım topuzumun hemen altına iliştirilmişti ve kuyruğu yaklaşık iki metreydi, yere değmemesi için Selay kuyruğu koluna dolamıştı. Makyajımı da yok denecek kadar hafif yapmışlardı. Soğuk tonlu turuncu göz farı, ona uygun allık, maskara ve şeftali renk rujdan sonra başka bir şeye gerek duymamış olmalılar ki beni sandalyeden kaldırmışlardı. “Ay inci set kimde?” diye bağırdı Güneş bir anda. Deniz’in bana hediye ettiği, aslında babaannesine ait olan inci setten bahsediyordu.

“Deniz aldı onu, düğünde takacak.” dedim. Evdeki son konuşmam bu olmuştu. Daha sonra arka camlarında Gelin Takımı yazan arabalara dağıldık. Dokuz araba saymıştım. Küçük bir konvoy yapmayı kim istemişti bilmiyordum.

***

Trafik yoğun değildi çünkü hava çok soğuktu. Anlaşılan kimse dışarıya çıkmamıştı çünkü köprü trafiği bile yoktu. Sadece kırk beş dakikada Çırağan Sarayı’na gelmiştik. Etrafta sayamadığım kadar lüks araba, sayamadığım kadar insan vardı ve hepsi bizim için toplanmıştı. “Havaya bak ya.” dedi Selay, bulunduğu arabadan inip koşa koşa yanıma gelmişti. “İnanılmaz soğuk, hadi içeriye geçelim hemen.”

Kim haber vermişti bilmiyordum ama sarayın etrafında magazin ordusu vardı. Neyse ki Deniz'in korumaları görüntü alınmasını büyük ölçüde engellemişti. Yine de deklanşör sesleri susmuyordu. Sorduğu soruları görmezden gelerek, koşa koşa içeriye ilerledim. Beni, benim hazırlanmam için ayrılan odaya sokmuşlardı. Keman ve çello sesleri bütün sarayı doldururken Deniz’i düşündüm. Neredeydi?

“Hadi Ada, giy gelinliğini.” dedi Miray.

Tam o sırada Melis telaşla içeriye girmişti. “Ay, içerisi felaket kalabalık. Tüm masalar şimdiden dolmuş.”

“Abin nerede Melis?” dedi Güneş. “Hazırlandı mı?”

“Erkeklerin odasına herkes. Abim de orada. Ada abim çok yakışıklı olmuş, şimdiden söyleyeyim.”

Gülümsedim. “Abine layık bir gelin olmak için hazırlanayım öyleyse.”

“Sen zaten abime layıksın Ada.” dedi Melis ve avucunun için öpüp bana doğru üfledi.

After party elbiselerini aldı değil mi herkes?” dedi Melis.

Hepsi hep bir ağızdan Evet. dediğinde düşündüğüm tek şey benim ne giyeceğimdi.

Herkes çok güzeldi. Melis fuşya rengi, straplez, midi boy bir elbise giymişti. Bel kısmında ince bir kemer vardı. Bir prensesi andırıyordu. Gold takı ve ayakkabı tercih etmişti. Saçları yarım topuzdu ve topuzun altına gold zincirler iliştirmişlerdi. Saçlarının arasına dağılan zincirlerle çok hoş görünüyordu.

“İkisi de birbirine layık ya.” dedi Selay. Fıstık yeşili, tek omuzlu, bel dekolteli bir elbise almıştı. O dekoltenin minik de bir zinciri vardı. Satendi ve buğday tenine çok yakışmıştı. Yere değecek kadar uzundu. Bacağının bir kısmını açıkta bırakan bir yırtmacı vardı.

“Herkesin ismini yazıyorum.” dedi Irmak. Neyden bahsettiğini anlamamıştım, başımı çevirip baktığımda benim ayakkabı tuttuğunu gördüm. Elinde bir kalem vardı ve ayakkabının altına bir şeyler yazıyordu.

“En kolay silinen yere Miray ablayı yaz.” dedi Melis. “Biz daha küçüğüz, hemen evlenmeyelim ya.” Minik bir kahkaha atıp Miray’a döndü. Miray utanmış olacak ki sinek savuşturur gibi elini sallamıştı. Yok ben hiç almayayım. der gibi bir hali vardı. Çok güzel görünüyordu. Saks mavisi, derin yırtmaçlı, yerde sürünecek kadar uzun, straplez ve bütün vücudunu saran bir elbise giymişti. Tıpkı benim gelinliğim gibi balon kolları vardı. İtiraf etmek gerekirse çok çekici görünüyordu. Uygar bugün ona bir kez daha aşık olacaktı.

“Abla, bir giyinmeyen sen kaldın. Deniz gelecek birazdan, hadi giyin artık.” dedi Güneş. O kadar güzel görünüyordu ki dünyanın en güzel kız kardeşine sahip olduğumu düşündüm. Kırmızı elbisesiyle gözlerimi kamaştırmıştı. Bir balodan fırlamış gibiydi. Belini iyice saran, belden sonrası kabarık olan, midi boy, askılı ve hafif göğüs dekolteli bir elbise almıştı. Onu ilk kez bu kadar güzel görmüyordum ama bugün çok ayrı bir güzelliği vardı. Ya da ben ablası olduğum için ona hayran kalmıştım.

“Tamam.” dedim ve askıdan gelinliğimi alıp giyinmem için kapatılan alana girerek üzerimdekilerden kurtuldum. Saçımın ve duvağımın bozulmaması için Selay da yardıma gelmişti. “Tamam, ben duvağını tutuyorum.”

Selay yere eğilmiş, bir ayağımı gelinliğin içine sokuyordu. Omzuna tutunarak ondan destek aldım, sırayla iki ayağım da gelinliğin içine girmişti. Selay gelinliği yukarıya doğru kaldırdı ve hiç zorlanmadan fermuarı çekti. Aynaya baktım. Bundan yirmi dört gün önce gelinliğimi denediğimde, Deniz beni görmeden saniyeler evvel aklımdan geçirdiğim şey Keşke her gün gelin olsam. olmuştu. Şimdi ise Keşke hiç gelin olmasaydım. diyordum. Keşke bu düğün olmasaydı ve ben şimdi, Deniz'in yanında kıvırılıp uyuyor olsaydım.

“Ada, peri kızı gibi oldun.” dedi Selay. “Hayatımda gördüğüm en güzel gelin sensin.” Balon kollarımı da geçirdiğinde artık hazırdım.

Güzel görünüyordum, tahmin ettiğimden daha güzel olmuştum. İçimdeki kelebeklerin pır pır etmesi gereken bir gündü. Heyecandan yerimde duramadığım bir gün olmalıydı. Ama ben o kadar mutsuzdum ve korkuyordum ki nefes akmakta bile güçlük çekiyordum.

“Abla.” diye bağırdı Güneş. “Deniz geldi, hadi.”

Selay’ın yardımıyla giyindiğim kabinden çıktım. Deniz görüş açıma girdiğinde ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Çok yakışıklı görünüyordu. Benden nefret etmediği, benimle evlendiği için çok mutlu olduğu ve bugünün hayatlarımızın en güzel günü olduğunu düşündüğü bir evreni hayal ettim. Her şey bambaşka olurdu. Mesela bana aslında tiksintiyle bakan ama kimsenin anlamadığı bakışları, düşlediğim evrende ışıl ışıl bakardı bana. Yüzünde buruk bir gülümseme olmaz, tüm yüzüne yayılan bir gülümseme olurdu. Şimdi ise yüzüme tüm ömrüme yetecek kadar büyük bir hüzünle bakıyordu.

Odadaki herkes çıkmıştı. Giderken bir şeyler söylediklerini fark etmiştim ama kulaklarım duymuyor, gözlerim görmüyordu. “Birazdan çıkmamız gerekiyor.” dedi Deniz. Başımı sessizce salladım. İnci setin kutusunu aynanın önündeki konsola koydu ve kapağını açtı.

“Onu takmana gerek yok.” dedim. “O set çok değerli ve senin için çok değerli olan birisine ait.” Benim onun için değersiz olduğumu kabul ettiğim bu cümleyi duyduğunda gözlerini kıstı ve onay verir gibi başını salladı.

Tam da kafasında yapacak çok daha önemli işleri olduğu için sizi dinlemeyen ama dinliyormuş gibi yapan bir çocuğun umarsızlığıyla, “Evet!” dedi. “Hiç içimden gelmiyor ama işte benim de itibarım var.” dedi alayla karışık bir sesle. Yutkundum. “İçeride bir sürü insan var. Boş çıkmanı istemem, kendi açımdan.”

Kolyeyi aldı ve bana doğru geldi. “Ben hallederim.” dedim. Elimin eline değmesine müsaade etmeden kolyeyi bana uzattı. Aynaya dönüp zorlanmadan taktım. Bana hediye ettiği deniz kabuğu kolye de hala boynumdaydı. Gelinliğime uymuyordu, inci sete de uymuyordu ama çıkartmak istemiyordum. Çıkartmak zorundaydım çünkü onu hala çok sevdiğimi düşünmemeliydi. Aynadaki yansımama baktım. Deniz de birkaç metre uzağımda beni izliyordu. Aynadaki yansımasıyla göz göze geldim ve deniz kabuğu kolyenin zincirini saniyeleri içerinde kopardım. Boğazıma bir acı yapışmıştı. Gitmiyordu.

Elimi yavaş yavaş aşağı indirdim. Zincir parmaklarımın arasından süzülüyordu. Deniz kabuğunu avcumun içinde sıktım, canım yanıyordu. Gözlerimin dolmaması için ne yapmam gerekiyordu bilmiyordum. Keşke yok olmam mümkün olsaydı.

“Çıkalım artık.” dedi düz bir sesle. Hiçbir ifade yoktu sesinde. O kadar ruhsuz söylemişti ki bunu sanki benim ruhsuzluğuma eşlik etmek istiyordu. Başımı salladım, kopardığım kolyeyi aynanın önüne bıraktım. İnci setin bilekliğini ve küpelerini taktım, yasemin çiçeğinden yapılmış gelin buketimi aldım ve her gelin gibi evlenmek üzere olduğum adamın koluna girip yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim.

“Gidelim.” dedim.

“Gidelim.” dedi.

Saniyeler sonra hayatımda bir daha böyle bir kalabalığın beni karşılamayacağına emin olduğum salona girmiştik. Keman ve çello sesleri kesilmişti ve mükemmel bir giriş müziği tüm salonda yankılanıyordu. Gördüğüm ilk kişiler arkadaşlarım, kardeşlerim, kuzenlerim ve nüfusuma yeni eklenen akrabalarım olmuştu. Bizim yüzümüzde olmayan mutluluk hepsinin yüzünden okunuyordu.

Dans alanına geldiğimizde Deniz durdu ve bana doğru dönüp elini belime yerleştirdi. Herkesin bakışları bizim üzerimizdeyken nasıl dans edebileceğimi bilmiyordum. Elimi Deniz’in omzuna koydum. Diğer ellerimiz sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi birbirine bağlanmıştı. Gelin buketim ikimizin de ellerinin arasındaydı sanki.

Müzik başladı, anı durdurmak istedim. Sonsuza kadar bu anda kalmak, sonsuza kadar Deniz’in gözlerinin içine bakmak istedim.

Rol yaptığını bile bile gerçekten beni sevdiğine inanmak istiyordum. Beni çok seviyor gibi bakıyordu. Günlerdir kutuplardaymışım gibi içim üşüyordu. Deniz’in bir bakışıyla sıcacık olmuştum şimdi.

Savaş nasıl bir plan yapmıştı bilmiyordum. Ama tek temennim çabuk bitmesiydi. Deniz’e her şeyi anlatacağım anı bekliyordum. Beni affedeceğini biliyordum çünkü nefret dolu bakışlarının arkasında beni hala çok seven bir ruh olduğuna inanmak istiyordum.

Düşüncelerimi savuşturdum ve müziğin ruhumu, Deniz’in de gözlerimi hapsetmesine izin verdim.

Şarkıyı kim seçmişti bilmiyordum ama içime öyle bir işlemişti ki ciğerlerim patlayana kadar ağlamak istiyordum.

“Son arzum.” dedi, kulağımın hemen yanında hissettiğim nefesi bana yeni bir hayatı bahsetmişti sanki. “Seni hiç tanımıyormuşum gibi hayatımdan yok olman.”

Kalbime yediğim bıçağın acısını sırtımdan bile hissetmiştim sanki. Deniz tam içimde asla söndürülemeyecek bir yangını başlatıp, sonra da koşarak uzaklaşmış gibi geri çekildi ve yüzüme gülümsedi.

Gelse bile son günüm
Koluna alsa ölüm
Gözlerimin önünde
Seninle geçen günüm

Senden sonra kalbimi
Sevgilere kapadım
Ben seninle o günü
Bin yıl gibi yaşadım

Son arzun nedir diye
Gelip de bana sorsalar
Gözlerime bakıp da
Her şeyi anlasalar

Son arzun nedir diye
Gelip de bana sorsalar
Gözlerime bakıp da
Her şeyi anlasalar

Bazı anılar insanlara uzun uzun iç çektiriyordu. Bazı anılar insanların içine tarifsiz bir üzüntü çökmesine sebep oluyordu. Bazı anılar ruhumuzu enkaz yerine çeviriyordu. Deniz’le olan her anım bana şu an tam olarak bunları yaşatıyordu. Gülümseyerek, kahkaha atarak, aşkla ya da birbirimize sıkı sıkı sarılarak geçirdiğimiz günleri hatırladıkça olduğum yere yığılasım geliyordu. Tüm anılarımız sanki cenazemi kaldırıyormuş gibi, beni defnedip üzerime toprak atıyormuş gibi hissediyordum.

Defalarca karşılaşmamıza rağmen ancak ben bayıldığımda tanışabilmiştik. Hastane yatağında gözlerimi açtığımda bal gözleriyle karşımda duruyordu. Kokusuyla, sesiyle, şefkatiyle beni hapsetmişti. O gün onun benim için bir yabancı olmayacağını biliyordum.

Ona aşık olduğum için çok şanslıydım. Onunla yaşadığım her şey ömrümün en güzel günleriydi ve en güzel şeylerin tekrar yaşanmayacağını hissetmek intihar sebebiydi.

Ama ben ölmek değil yaşamak istiyordum. Ömrümün son günü yarın olsa bile ömrümün son gününe kadar onunla olmak istiyordum. O benim kara bahtıma yazılmış en güzel şeydi.

Müzik sustu, dans bitti, ışıkların sayısı arttı, alkışlar başladı.

Yaşamım boyunca hiç nasıl bir düğünümün olacağını hayal etmemiştim. Edecek olsaydım bile bundan daha güzelini düşleyemezdim. Her şey rüya gibiydi. Deniz ve ben de rüya gibiydik. Bir masaldan yanlışlıkla dünyaya düşmüş iki aşık, bir sahnede süzülüyordu. Eğer yaşadıklarımız bu rüya gibi düğüne uyuyor olsaydı Deniz'in gözlerimde kaybolacağına, bana Bir peri kızına dönüşmüşsün. diyeceğine emindim.

Dans müziği bittikten sonra kemanlar ve çellolar çalmaya başladı. Deniz elimden tutup beni nikah masasına doğru yürüttüğünde ne kadar çaresiz ve mutsuz olsam da heyecanlanmıştım. Hem günler sonra onunla böylesine yakın olduğum için hem de onun karısı olacağım için çok heyecanlıydım. Yüzüme varlığından haberdar olmadığım bir mutluluğun sevinci, heyecanı ve telaşı yayıldı. Yanıldığımı biliyordum ama aynı hisleri Deniz’in de yaşadığını düşünmek istiyordum.

Büyük alkışlar ve çığlıklar eşliğinde nikah masasının başında durduk. Katlarını sayamadığım kadar yüksek bir pasta bize doğru getiriliyordu. Bugüne ait çoğu şeyin kim tarafından düşünüldüğünü bilmiyordum. Neyi kim seçmişti, neyi kim planlamıştı hiçbir fikrim yoktu. Tıpkı pastanın renginin sarı olacağına kimin karar verdiğini bilmediğim gibi.

Pasta tam önümüzde durdu. Işıklar tekrar kapatılmıştı ve sadece bizim olduğumuz yer aydınlanıyordu. Deniz’le birlikte bıçağı aynı anda tuttuk ve pastanın başından sonuna kadar aşağı indirdik. Alkış sesleri hiç eksik olmamıştı.

Bıçağı tekerlekli masanın üzerine koyduk ve önceden bizim için hazırlanmış tabağı aldık. Her şey usulüne uygun ilerliyordu. Bir çatala bir dilim pasta batırdım. Aynı şeyi Deniz de yapmıştı. Deniz çatalı bana uzattığında önce şaşırdım, sonra uzattığı dilimi ağzıma attım. Aynı şeyi tatlı sevmediği halde o da yapmıştı. Pastanın incirli olması bugün hiç beklemediğim şeylerden sadece biriydi. En son incir yemeye kalktığımda midem bulanmıştı ama bugün her nasıl olduysa yiyebilmiştim.

Pasta götürüldüğünde nikah masasına oturduk. İlk girdiğimde incelemediğim salonu inceledim. Her şey çok güzeldi. Masalar, çiçekler, peçeteler, mumlar, tavana asılan sarı ve gri balonlar. Her şey mükemmel bir düğünün mükemmel parçalarıydı.

Herkes bize bugünün en güzel çiftinin biz olduğunu kanıtlarcasına bakıyordu. Bu büyülü andan ayrılmak istememiştim. Çok kalabalıktı ama aynı zamanda kimse yoktu, sadece Deniz ve ben vardık. Karanlık bir sahnede sadece ikimizin üzerine ışık tutulmuş gibiydi.

“Evet.” dedi nikah memuru elindeki mikrofona. Etrafı izliyordum. Bana yaşlı gözlerle bakan dayım ve yengemle göz göze gelir gelmez bakışlarımı çevirdim. Ağlamak istemiyordum. Ama herkes beni ağlatmak için vardı sanki. Güneş, Savaş, Selay. Hepsi ağlıyordu.

Bu ana tanıklık etmesini her şeyden çok istediğim iki kişi yanımda değildi. Annem öleli yıllar olmuştu. Babam ise boşu boşuna hapiste yatıyordu. En çok onlara ihtiyacım varken en çok onlar yoktu.

“Öncelikle herkese hoş geldiniz ve iyi eğlenceler demek istiyorum. Bugün çok kıymetli çiftimizin mutluluğuna şahit olmak için buradayız. Eğer hazırsanız nikaha geçelim. Ne dersiniz?” dedi bize bakarak. Deniz’le aynı anda başımızı salladık. Uygar ve Savaş koşa koşa yanımıza geldiler ve şahitlerin olduğu koltuğa geçtiler. Nikah memuru eliyle oturmamızı işaret ettiğinde Deniz oturmama yardım etti ve sonrasında o da yanımdaki yerini aldı.

“Gelin Hanım, adınız soy adınız?” dedi mikrofonu uzatarak.

“Ada Dinçer.” dedim gür bir sesle. Memur mikrofonu Deniz’e uzattı.

“Damat Bey, sizin adınız soyadınız?”

“Deniz Aladağ.” dedi benden de gür bir sesle.

“Şahitlerin de adını alalım.” dedi ve mikrofonu Uygar ve Savaş’ın ortasına uzattı.

”Uygar Uysal.”

“Savaş Dündar.”

“Günün en güzel sorusuna geçiyorum o zaman.” dedi memur gülerek. “Siz Ada Dinçer. Deniz Aladağ’ı hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde, kötü günde, bir ömür boyu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

Derin bir nefes aldım ve Deniz’e baktım. Rol icabı sandığı sevgi dolu bakışlarımla gözlerinin en içine baktım. Göz yaşlarımın akmasına engel olamamıştım. Memura döndüm ve mikrofona uzanıp hayatımın en güzel cevabını ama aynı zamanda canımı da en çok yakan cevabını tüm salonda yankılanacak kadar yüksek bir sesle verdim. “EVEEEEEEEEET.” dedim, hem ağlıyor hem gülümsüyordum. “Evet, evet.”

Tüm salon bilmem kaçıncı kez alkışla dolarken memur mikrofonu bu sefer de Deniz’e uzatmıştı. “Siz Deniz Aladağ, Ada Dinçer'i hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde, kötü günde, bir ömür boyu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

Deniz de tıpkı benim gibi bir süre beni inceledi. Doğumdan sonra hemen boşanma davası açacağı bir evliliğe ne kadar hazırdı bilmiyordum. En sevdiği kişi tarafından ihanete uğramıştı. Gözlerindeki acıya rağmen gülümsüyordu. Çok uzun zaman olmuştu. Beni neden öpmüyordu?

“EVEEET.” dedi benden daha yüksek bir sesle. Salon yine alkışla dolarken arkadaşlarımız, kuzenlerimiz bizi video kaydına almıştı. Bugün içilen tutulan kameraman da boş durmuyor, her anımızı çekiyordu.

“Peki siz şahitlik ediyor musunuz?”

Uygar ve Savaş bizim kadar gür olmayan bir sesle soruyu Evet’lerken nikah memuru tekrar mikrofonu kendi yüzüne yaklaştırdı. “Ben de Beşiktaş Belediyesi’nin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Hayırlı, uğurlu olsun.”

Bir alkış tufanı daha kopmuştu. Defteri önce ben imzalamıştım. Deniz’e uzatırken salonda yankılanan Ayağına bas. uyarılarına karşı ne yapacağımı bilememiştim. Deniz istemeyebilirdi ama normal bir çiftmişiz gibi davranmamız gerektiğinin de farkındaydı. Elini elimin üzerine koydu ve hafifçe sıktı. Bu, salondakilerin isteğini yapmam gerektiği anlamına geliyordu. Ayağımı uzatıp Deniz’in ayağına hafifçe bastım. Deniz az önce onun önüne ittirmek için uğraştığım defteri kendi önüne çekti ve saniyeler içinde imzaladı.

“Şimdi, gelini öpebilirsiniz.” dedi nikah memuru ayağa kalkarken. Deniz kalkmama yardım etti, saniyeler içinde karşı karşıya gelmiştik. Yaşlı gözlerle onu izledim. Bana yavaşça yaklaştı. Alnımı öpeceğini zannediyordum. Dudaklarımın üzerine küçük ama tesiri üzerimde aylarca, hatta yıllarca kalacak bir öpücük bıraktı.

Alkış sesleri eşliğinde nikah memuruna döndük. Uzattığı nikah cüzdanını alıp büyük bir zafer kazanmış gibi havaya kaldırdım. Resmi olarak Ada Dinçer Aladağ olmuştum. Dünyanın en güzel adamının karısıydım.

***

İkinci dans şarkısı çalmaya başladığında kendimi tutamamaktan çok korkuyordum. Sen Benim Şarkılarımsın çalıyordu. Bu şarkıyı karaoke gecemizde ben söylemiştim ve ondan sonra Deniz bana hep bu şarkıyı söylemişti. Bu gece de bu şarkıyı onun seçmiş olmasını tüm kalbimle dilerken etrafımız dans eden çiftlerle dolmuştu. Selay, Can; Miray, Uygar ve diğer bütün çiftler bizim aslında olmayan mutluluğumuza eşlik ediyordu.

***

Deniz ortalıktan kaybolalı yirmi dakika, keman ve çello sesleri kesileli otuz dakika, Deniz’in karısı olalı da altmış dakika olmuştu. Ve ben tam yarım saattir, yarınlar yokmuş gibi delicesine eğlenen arkadaşlarımı izliyordum. Playlisti kimin yaptığı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama görünüşe bakılırsa bunda Uygar’ın parmağı vardı. Nereden aldığını bilmediğim bir davulun üzerine çıktı ve kravatını çözüp alnının üzerini çevreleyecek şekilde bağladı. Bir oyun havası çalıyordu ve Uygar’ı oyun havasında bu kadar güzel oynarken göreceğimi asla düşünmezdim.

Bir sürü yörenin bir sürü şarkısı çalmıştı. Karadeniz, Trakya ve beni büyüten Ege. Bütün arkadaşlarımın her oyun hakkında bir bilgisinin olmasına şaşırmıştım çünkü ben bu işlerden hiç anlamıyordum. Tek yaptığım onları uzaktan izlemekti. Keman dinletisi bittiğinden beri etrafı seyrediyordum.

Güneş koşarak yanıma geldi ve elimden tutup beni zorla ayağa kaldırmaya çalıştı. “Hadi abla daha ne kadar oturacaksın? Kalk hadi, kurtlarımızı dökelim.” dedi. Salonda Uygar’ın çok istediği Bursalı Mısın Kadifeli Gelin? şarkısı çalıyordu. “Bak Uygar senin için açtı bu şarkıyı hadi.”

Oynayanlar arasında dedemi, babaannemi, halamı, eniştemi ve kuzenlerimi görmek şüphesiz ki çok olağandı. Ama ben bugün, ömrü hayatım boyunca yaşamayacağım bir isteksizlik içerisindeydim. “Yorgunum Güneş. Midem bulanıyor.”

“Ama abla. Hadi lütfen.”

“Gerçekten iyi hissetmiyorum Güneş.” dedim. Uygar koşarak yanıma geldi ve boşta kalan elimi tutup Güneş’le birlikte beni ayağa kaldırdı. “Hadi bakalım Ada Aladağ. Oturmak yok. Resmi olarak yengem oldun, inanamıyorum.” dedi gülerek. Birkaç adım sonra beni dikkatlice davulun üzerine çıkartmış, gözlerime de bu sabah Deniz’in taktığı gözlüğü takmıştı.

Melis geldi ve iki yanımdan sarkan ellerimi kaldırıp şarkının ritmine uygun bir şekilde kollarımı oynattı. “Yanakların al al olmuş konyak mı içtin?” dedi gülerek. Ben hiçbir şey içmemiştim ama anlaşılan kimse boş durmamıştı.

Melis sevinç çığlığı attığında, kalabalığın içinden Deniz’in bize doğru geldiğini görebiliyordum.

Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Gergin görünüyordu. Bir şey olmuştu.

“Abi neredeydin ya?” dedi Melis. Müzik yüksek olduğu için bağırmak zorunda kalkmıştı. Şarkı Erik Dalı’na geçmişti.

Uygar’ın az önce taktığı gözlüğü çıkartıp Deniz’i izledim. Bu ifadesini biliyordum. Hiç hayra alamet değildi. “Karıcım.” dedi ellerini belimin iki yanına koyarak. Ve beni dikkatlice davulun üzerinden indirdi.

“Ne oluyor?” dedim kulağına doğru.

“Ada.” dedi. Tavana fileyle asılmış balonları serbest bırakmışlardı. Üzerimize yüzlerce balon yağıyordu. Başımı yukarıya kaldırıp sarı ve gri balonların aşağı doğru süzülmesini izlerken gülümsedim.

“En sevdiğim kısma geldik.” dedi Selay. “Are you ready to party?” Tüm gücüyle bağırmıştı.

Başımı indirdim. “Ada.” dedi Deniz.

Bir şey daha söyleyecekti. Ama bir kurşun sesi Deniz’in konuşmasını böldü.

Büyük bir uğultu sesi yayıldı. Uğultu sesine kargaşa sesi karıştı. Bir kurşun sesi daha geldi. Çığlık sesleri gelmişti bu sefer. İnsanlar koşmaya başlamıştı. Deniz anında üstüme kapanıp benimle birlikte yere çöktü.

Herkes birilerinin adını söylüyordu. “Ada.” diye bağırıyordu Savaş.

“Abla.” dedi Güneş.

Uygar’ın “Miray.” diye, Melis'in ''Abi.'' diye feryat edişini duydum. Tüm bu çığlıkların arasında altı kurşun sesi daha saydım.

Herkes bir masanın altına kaçmaya çalışıyordu. Deniz emekleye emekleye beni bir masanın altına sürükledi. “Sakin ol.” dedi. “Korkma, duydun mu? Ada korkma.”

Başımı iki yana salladım. Bir kabus görüyor olmalıydım. Gerçek olacağına asla ihtimal vermediğim bir senaryoyu yaşıyorduk. Bu olmamalıydı. Olamazdı. Ben Özgür’le yaptığım anlaşmaya uyacaktım. Verdiğim sözü tutacaktım. Bunu yapamazdı. BUNU YAPAMAZDI! Anlaşmaya uymaması için hiçbir sebep yoktu! Ne olmuştu da bunu yapıyordu? Şu an eli kolu bağlı, Eser’in elinde esirdi. Kime, nasıl emir vermişti? Dışarıdakiler kimdi? Melih Özgür’ü bulmuş muydu? Hiçbir şey bilmiyordum.

“Cevap ver Ada. Duyuyor musun beni?”

“Deniz.” dedim. Başım dönüyordu. Kulaklarım uğulduyordu. Bütün sesler ve renkler birbirine karışmıştı.

Kimsesin sesini duyamıyordum. Ara sıra kendi adımı seçiyordu kulaklarım. Deniz beni bir masanın altına sokmayı başarmıştı. “Burada kal.” dedi ve saniyeler içinde beni bırakıp gitti. Gitme. diyemeyecek kadar şoka girmiştim. Çok korkuyordum. Çok ama çok korkuyordum.

Kargaşa sesi hiç susmadan devam ediyordu. Silah sesleri de hala susmamıştı. Ben bugün dünyada cehennemi yaşıyordum.

Kendimi yere bırakıp cenin pozisyonuna geçtim. Başımı kollarımın arasına aldım ve bu yüksek gürültünün yanında sadece fısıltı sayılabilecek onlarca çığlık attım. Ciğerlerim acıya acıya ağlıyordum. Hıçkırık bile sayılmayacak büyük seslerle ağlıyordum. Nefes alıp verdiğimin bile farkında değildim. Vurulmadığıma emindim ama tenim acıyordu. Kalbim, göğsüm, karnım, kasıklarım acıyordu. Sanki içimde kor ateş vardı.

Bu masanın altında kaç dakika kaldığımı bilmiyordum. Belki de zaman durmuştu. Kurşun sesleri artık art arda gelmiyordu. Seyrekleşmişti. Uzaklardan bir yerden feryadı andıran polis ve ambulans siren sesleri geliyordu. Bekledim, bekledim, bekledim. Kaç dakika sürmüştü? Belki de saatler olmuştu.

Silah seslerinin sustuğuna emin olduğumda masanın altından çıktım. Çıkmamak isterdim. Yerde yatanlar, yatanların başında çığlık çığlığa ağlayanlar, feryat figan edenler, sevdiklerini arayanlar, etrafta can uğraş koşanlar.

Gözlerim sevdiklerimi arıyordu. En çok da Deniz’i arıyordu. Sevgilim neredeydi?

Dayımı, yengemi buldu gözlerim. Benden uzaktalardı. Birbirlerine sarılmışlardı, etrafa çaresiz gözlerle bakıyorlardı. Bizi görmek istiyorlardı. İnsan tehlike anında en çok en sevdiğini düşünürdü.

Savaş ve Güneş neredeydi? Uygar, Miray, Selay, Can neredeydi? Daha yeni kavuştuğum dedem, babaannem neredeydi? Halam, kuzenlerim neredeydi? Kimse yoktu.

Tahribat büyüktü. Çok büyüktü. Etrafta benim gibi ruha dönen bedenler vardı. Ne olduğunu anlamaya çalışan, yaralanmadıkları halde kana bulanan kıyafetleriyle büyük bir şokla belli bir rotada yürüyen insanlara korkuyla baktım.

Gözlerim birini yakaladı. Arkasından görmüştüm ama Savaş’tı. Hızlanan adımlarımla yanına gittim. Birinin başında bekliyordu ve o biri Salih abiden başkası değildi.

Dudaklarımın arasından fısıltı gibi bir ses çıkmıştı. Ne dediğimi ben bile anlamamıştım. Devamını getiremediğim birkaç harf çıkmıştı ağzımdan.

“Dede.” diye bağırdı Savaş. “Dede. Aç gözünü.”

Salih abi gözünü açmamıştı. Belki de açmayacaktı. Karnından, omzundan, kalbinden olmasa bile kalbine çok yakın bir yerden vurulmuştu.

Savaş Salih abinin vurulduğu yerlere ellerini koyuyor, kan akışını durdurmaya çalışıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Vücudumun verdiği tek tepki ağlamaktı.

“Dede, hayır dede. Yalvarırım aç gözünü. Yalvarırım ne olur dede. Sakın, sakın bırakma beni. Açsana gözünü, ne olur yalvarırım aç ya aç hadi şu gözünü.”

Yere çömüp kollarımı Savaş’a sardım. “Savaş.” dedim titreyen bir sesle. “Savaş.”

Savaş varlığımdan habersizdi. Görmüyordu. “Dede.” diye acı dolu bir feryat döküldü ağzından.

“Savaş.” dedim ona daha da sıkı sarılarak. “Savaş kardeşim.”

“Dede aç diyorum. Aç diyorum ya şu gözünü aç. İyi olacaksın, iyi olacaksın sen. Çekip gidemezsin sen, beni bırakamazsın. Aç hadi gözünü.”

Yüzümü omzuna kapattım ve acısını içinden söküp almak istercesine sarılıp ağladım. İlker savcı ve kaleminden sonra Salih abiyi de kaybedemezdim. Olmazdı. Elime üçüncü bir kişinin kanının bulaşmasına dayanamazdım.

Bir şeyler yapmalıydım. Ayağa kalkıp yaralılara müdahale etmeye çalışan ambulans görevlilerine seslendim. “Buraya bakın, çabuk buraya da bakın. Çok kan kaybediyor. Ne olur buraya bakın.”

Seslenmemle birlikte bir ambulans hemşiresi koşa koşa yanımıza geldi. Savaş’ı zar zor Salih abinin başından aldım ve yüzünü yüzüme sabitledim. “Kendine gel. İyi olacak deden. Kendine gel Savaş. Güneş yok. Kimse yok. Onları bulmamız lazım. Dedene müdahale ediyorlar. Güneş’i aramamız lazım. Kalk ayağa.”

Savaş beni anlıyor gibi durmuyordu. Zar zor ayağa kalkıp Savaş’ı da kaldırdım. “Güneş’i bul. Kardeşimizi de bul. Hadi.”

Savaş ne yapacağını bilmeden arkasını döndü ve etrafta koşmaya başladı. Olduğum yere düşmemek için büyük bir direnç gösteriyordum. Gelinliğimin bazı yerleri yırtılmıştı. Bazı yerleri pislik içine gömülmüştü.

Karnımdaki sancının haddi hesabı yoktu. Kasıklarım zonkluyordu. Direndim. Deniz’in adamlarından biri yerde yatan başka birini uyandırmaya çalışıyordu. Telaşlı adımlarla yanlarına koştum. İkinci şokumu da burada yaşıyordum çünkü yerde yatan kişi benim yakın korumam Kerem’di.

Deniz’in hiçbir adamıyla olmadığım kadar yakındım Kerem’e. Çünkü biz onunla kütüphanede arkadaş olmuştuk. Onunla arkadaşlığımız Deniz’le sevgili olmamın öncesine dayanıyordu. Öyle ki bana adımla seslenen tek korumaydı.

Biz Kerem’le aynı kazayı atlatmıştık. Ama sanki anlaşmış gibi hayata tutunmuştuk. Şimdi beni de Deniz’i de böyle bırakıp gitmeye hakkı yoktu. Olamazdı. Olmamalıydı.

“Kerem.” dedim onun da yanına çöküp. “Kerem uyan.” Başında ağlayan adamı umursamadan elimi Kerem’in koluna koydum ve uyanması için sarstım. “Kerem uyan. Sana ihtiyacımız var. Kerem sana diyorum.”

Biri arkamdan kollarımı tutup beni ayağa kaldırdı. “Ada.” dedi Uygar. “Ada iyi misin?”

Beni kendine çevirdi ve sıkı sıkı sarıldı. “Kerem.” dedim boğuk bir sesle. Sesim çıkmıyordu. “Uygar Kerem vurulmuş. Salih abi vurulmuş. Herkes nerede?”

“Deniz dışarıda. Seni buradan götürecekler.”

Bedenimi çekip Uygar’a baktım. “Uygar herkes iyi mi? Neredeler? Güneş nerede?”

“Giyinme odasında kızlar. İyiler Ada. Gel benimle.”

Uygar’ın kollarının arasında dışarıya çıktım. Sayabildiğim on dört ambulans vardı. Yetmezdi. Daha çok ambulans lazımdı. “Yetmez bunlar.” dedim. “Ambulanslar yetmez. Daha fazla lazım.”

“Gelecek ambulanslar Ada.”

“Beni niye gönderiyorsunuz?! Tüm sevdiklerim burada Uygar. Herkes burada. Gitmek istemiyorum.”

“Eve gitmen lazım Ada. Bunları yaşamaman lazımdı senin.” dedi ve göğe baktı. “Allahım neden? Neden?” dedi kendi kendine ve telefonumu elime tutuşturup beni bir arabaya bindirdi. Camdan Uygar’ı izledim. Yeni fark etmiştim, yüzü kan içindeydi. Herkes iyiyse yüzüne kimin kanı bulaşmıştı?

Elimi cama koyup yüzüne baktım ve şoföre seslendim. “Durdur. Durdur arabayı. Durdur dedim sana.” dedim. Şoför durmadı.

***

Verdiğim sözü tutacaktım ama Özgür durmamıştı. Artık hayatta tutunmak için hiçbir sebebim kalmamış gibi hissediyordum. Vicdanım İlker savcının yokluğuyla bile savaşamazken ben Salih abinin, Kerem’in kaybıyla savaşamazdım. Hayatın beni sevmediğini biliyordum ama bu kadar da sevmediğini bilmiyordum. Çok mu büyük günahlar işlemiştim ki hayat bana bunları reva görüyordu?

Ben sadece aşık olmuştum. Evrende sadece o varmış gibi Deniz’e çok aşık olmuştum. Bütün hayatımda kocaman, bembeyaz bir sayfa açmışım gibi hissediyordum onu tanıdığım günden beri. Şimdi o sayfa sevdiklerimin kanıyla kırmızıya boyanmıştı.

Bu ev bana artık dar geliyordu. Bu ev bana artık mezardı. Nerede hata yaptığımı düşünüyordum. Ben sadece herkes yaşasın istemiştim. Bunun için sevdiğim adamdan ayrılmaya bile razı gelişim şimdi boynumu büküyordu.

Neler olduğuna dair hiçbir fikrim. İlk kurşun sesinden beri içimde büyüyen bu korku beni deliye döndürecek kadar şiddetliydi. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ben çevresinde olduğum sürece Deniz’in başına bir şey geleceğine artık emindim. Özgür’ün sesi kulaklarımdan gitmiyordu. Uzağından başlayarak en sevdiklerine gelene kadar herkesi öldürürüm demişti. Ben artık onun, söylediğini yapacağına adım gibi emindim.

Ağır adımlarla odamıza çıktım. Savaş’la yaptığım plan iptal olmuştu ama farkında olduğum bir şey vardı. Buradan gitmek zorundaydım. Her ne olursa olsun burada olmamalıydım.

Telefonumu elime alıp Deniz’le olan ilk fotoğrafıma baktım. Bu evin bahçesinde Deniz’in çektiği selfie fotoğraftı. Deniz ekrana bakıyordu. Bense ona bakıyordum. Yirmi iki yılıma yetecek kadar çok üzüldüğüm bir fotoğraftı.

Bu evde yaşadıklarım gözlerimin önünden geçerken bulduğum ilk çantaya eşyalarımı koydum. Gözlerimden o kadar yaş akıyordu ki artık göremiyordum.

Bu evde hayatımın en güzel günlerini geçirmiştim. Bu ev onlarca güzel anıya şahitti. Deniz’i ilk defa bu evin salonunda öpmüştüm. Deniz’le neredeyse ilk defa bu evde, bu odada, bu yatakta birbirimizi bulacaktık.

Deniz’in bebeklik battaniyesini, bebeğimiz için aldığım minik ayakkabıları, Melis ve Eren’in benim için yaptığı aile fotoğrafları albümünü, Savaş’ın mavi deniz kabuğunu, Deniz’e ait bir parfüm şişesini aldım ve çalışma odasının yolunu tuttum. Duvardaki el izlerimize bakmak istiyordum. Unuttuğum bir şey vardı. Kapı kilitliydi.

Çaresizce aşağı indim. Her yerde anılarımız olması canımı yakıyordu. Anılarla yaşamak her şeyi çıkmaza sokuyordu. Canımdan kaç can eksilmişti bilmiyordum ama gitmek benim için artık bir tercih değil zorunluluktu. Her şeyi unutmak istiyordum. Çünkü insan gittiği yere anılarını da götürünce yeniden başlaması çok zor oluyordu. Ama benim yeniden başlamak için güce ihtiyacım vardı. Geri dönebilmek için güce ihtiyacım vardı.

Mutfağa girdim. Deniz burada bana kahvaltı hazırlamıştı. Uzun uzun onu seyredişim dün gibi aklımdaydı. Zaten hiçbiri aklımdan çıkmıyordu. Çünkü Deniz benim ruhumun da aklımın da kalbimin de tamamıydı. O olmayınca benden geriye hiçbir şey kalmayacaktı.

Kış bahçesine girdim. Burada sadece bir kez spor yapmıştık. Bir daha olmayacaktı. Bazı şeyleri bilmese bile hissediyordu insan. Hislerinde yanılan bir insan olmayı tercih ederdim ama ne yazık ki tercih hakkı bana bırakılmamıştı.

Birazdan bu evden ayrılacaktım ve sadece son çare olarak gördüğüm bir şeye sığınmaya karar vermiştim. Yapmayı en son istediğim şey bile değildi bu. Mecburiyetler canımı alev gibi kavuruyordu. Telefonumu açıp isminin yazılı olduğu yere tıkladım. Birkaç saniye sonra beni telaşlı bir sesle yanıtladı.

“Ozan.” dedim kuru bir sesle. “Beni duyuyor musun?”

***

Kapıda sayamadığım kadar çok koruma vardı. Çıkmanın yolunu çok önceden bulduğum için şanslıydım. Deniz’in sesiyle oynanmış bir ses kaydını dinlettim adını bilmediğim bir adama. Deniz’in asla söylemediği ama İpek’in kelimeleri değiştirip gerçekten Deniz söylemiş gibi yaptığı bir kayıttı. “Ada’nın çıkmasına izin verin.” diyordu ses.

Normal şartlarda Deniz’i arayıp teyit etmeleri gerekiyordu ama normal zamanda değildik. Herkes telaşlı ve korku doluydu. Benim söylediklerime kulak vermek zorunda olduklarını biliyorlardı. Zaten bilmeseler de ikna olmalarını sağlayacak büyük bir sebep vardı. Çünkü karşılarında can çekişiyordum. Karnım hala çok ağrıyordu, kasıklarım beni yerden yere vuracak kadar yanıyordu. Kıvranıyordum.

Beni bu halde gördüklerinde mecburi olarak izin vermişlerdi Ozan’ın arabasına ilerlememe. Hastaneye gittiğimi zannediyor olmalılardı. Pek de bir önemi yoktu.

Ozan’ın arabasına ilerledim. Bacaklarımdan aşağı süzülen sıcak sıvıyı hissettiğimde olduğum yere çakıldım. Ellerim karnıma, gözlerim de gelinliğime gitti.

Gelinliğim kana bulanmıştı.

Bölüm : 10.01.2025 15:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...