63. Bölüm

61. Bölüm - Hasretin 807 Günü

Kubra Akyol
_kubraakyol

1 Mart 2022, Salı
Sabaha karşı 05.38
Fransa

Aynanın karşısında yabancı biri vardı. Kapkara gözlerinin üzerini kapattığı, olabilecek en açık kahverengi lenslerle ve kısacık saçlarla bana bakıyordu. Üzgün görünüyordu. Ruhu görüntüsüne yansımıştı. Acı çekiyordu, bir cehennem azabının yeryüzündeki yansımasını ruhunda taşıyordu. O ruh sekiz yüz yedi gündür o bedene ait değildi sanki. O ruh o bedende misafirdi ve sonsuzluğa kavuşmayı bekliyordu.

807 önce belime kadar uzun olan saçlarımı 806 gün önce omuzlarıma kadar kestirmiş, o günden sonra da uzamasına izin vermemiştim. Yine aynı gün, gece siyahı olan rengini bakır rengi yaptırmıştım. Çünkü siyaha dair bir şey görmek istemiyordum. Bana onu hatırlatıyordu.

Hatırlatmamalıydı çünkü ben artık gece gözlü kız değildim. Gece saçlı kız da değildim. Zaten artık onun hiçbir şeyi değildim.

Aynadaki yabancının bana sormak istediği bir sürü soru vardı mesela. Hiç mi özlemedin? diyordu aynadaki yabancı. Kokusunu, onunla uyumayı, elini yüzünde gezdirmeyi, ona sarılmayı, onu öpmeyi?

Dilime binlerce kelime yerleşiyordu. Özlemek eyleminin bu kadar iç parçalayıcı olduğunu bilmeyen biriydim. Sekiz yüz yedi günde ağrılı bir şekilde öğrenmiştim. Mesela özlemek eylemi ete kemiğe bürünüyor ve insanı bir araba insandan dayak yemiş gibi yaralayabiliyordu.

İtiraf edemiyordum ama aynadaki yabancı onu çok özlediğimi biliyordu. Sekiz yedi gündür içimde aynı acıyı, aynı hasreti çektiğimi biliyordu. Burnumda tütüyordu mesela. Aynadaki şahitti. Bir kere sesini duysam… diye çaresizce ağladığım gecelere şahitti. Sekiz yüz yedi kere rüyama girmişti. Elli altı rüyamda elimi saçlarımda gezdirdim. Kırk dokuz rüyamda sesini duydum. Yüz otuz rüyamda ona sarıldım. İki yüz üç rüyamda onu öptüm. Seksen dört rüyamda sakallarını sevdim. Altmış beş rüyamda yanında uyudum. İki yüz yirmi rüyamda onunla seviştim.

Onun dışında gördüğüm rüyalar da vardı. Mesela onu unutmak için tanıştığım ama sonra koşarak uzaklaştığım kişileri de görüyordum rüyamda. Sanki oymuş gibi dokunuyordum onlara, sanki oymuş gibi sevişiyordum. Bunları rüyamda bile olsa yapıyor olduğum için kendimden nefret ediyordum. Aynadaki yabancı da benden nefret ediyordu. Deli gibi ona hala aşıksın, rüya bile olsa başkasına nasıl dokunabiliyorsun? Nasıl sevişiyorsun? diyordu. Kendimi zavallı gibi hissetsem de savunmam hazırdı. Ben başkasına dokunmuyorum ki! Dokunduğum herkesin yerine onu koyuyorum. Sanki oymuş öpüyorum onları. Sanki oymuş gibi sevişiyorum.

Kendimi kandırmaktan başka bir şey değildi bu yaptığım ama beni avutacak başka bir dayanağım yoktu. Unutmak içindi hepsi. Belki başka izler eklersem onun izleri giderdi. Ama gitmiyordu. Rüyamda bile kimse onun gibi dokunamıyordu. Kimse onun gibi öpemiyordu. Kimse onun gibi sevişmiyordu.

İçim acıyordu, çok acıyordu. Sesini unutmuştum. Tınısı kalmıştı sadece. Kafamın içinde Gece gözlü sevgilim. diye yanıma sokulduğu anlar vardı. Gerisi yoktu. Sürekli aklımdaydı mesela ama yüzü o kadar bulanıklaşmıştı ki bir hayalet kadar soluktu.

Bir yandan aklımdan çıkmasını istiyor, bir yandan da onu unutmaktan deli gibi korkuyordum. Aklımdan bir an çıksa o yalnızlığa nasıl katlanırdım? Sanki onu tüm kalbimden, ruhumdan, aklımdan söksem benden geriye hiçbir şey kalmaz gibi hissediyordum. Var olmamın hiçbir anlamı olmazdı.

Böyle hissetmem yanlıştı, çok yanlıştı. Sekiz yüz yedi gün olmuştu. Biz yoktuk. Ada ve Deniz yoktu. Yüzünde güller açan bir Ada yoktu. Deniz’in Ada’sı bambaşka biri olmuştu artık. Görüntüsü değişmişti. Kalbi hala aynıydı ama görüntüsü değişmişti.

Ama iki Ada’nın da unuttuğu bir şey vardı. Görüntüsü değişen Ada Deniz’in Ada’sı değildi belki ama ruhu, kalbi, aklı hala aynı olan Ada, işte o Ada Deniz’in Ada’sıydı.

Acıdan kavrulmak mecazi değildi benim için. Onsuz geçirdiğim her saniye ömrümden on yıl eksiltiyor gibi hissediyordum. Ruhumla beraber sanki bedenim bile acıyordu. Bir ten bir tenin yokluğunu bu kadar da hissetmemeliydi. Ama hissediyordu işte. Elimi attığım her yerde onu aramaktan çok yorulmuştum. Baktığım her yüzde onu arıyordum.

İçim acıyordu. Kaç gece yanımdaymış gibi yatağın en ucuna yattığımı bilmiyordu. Kaç sabah ağlayarak uyandığımı bilmiyordu. Günlerce bir hastane odasında, kolumda bilmem kaçıncı sakinleştirici serumla Yalvarırım onu unutayım. diye tek başıma ağladığımı bilmiyordu.

Burnumun boynunda olmadığı her ana düşmandım. 19368 saat olmuştu. 1.162.080 dakika ve az önce 69.724.800 saniye. Bu kadar saniyeye düşmandım. Bu kadar saniyedir yoktu. Elimi attığım hiçbir yerde, gözümün gördüğü hiçbir yerde yoktu. Kokusunu unutmamak için aldığım bir parfüm şişesi dışında hiçbir şey yoktu. Adı gibi kokuyordu. Bir insan nasıl adı gibi kokabilirdi ki? Kokuyordu işte. Tertemiz, ferah bir deniz gibi kokuyordu. Sekiz yüz yedi gün önce nefes aldığımı hissettiren bu koku şimdi ciğerlerimi yakıyordu.

Sekiz yüz yedi gün önce karısı olmuşken şimdi hiçbir şeyi olmak beni cehennem ateşinde yakıyordu. Sekiz yüz yedi gün önce bana verilen bu hayatla yaşamak istemiyordum. Al bu senin kaderin denilerek ellerimin arasına verilen bu hayat beni ölümün pençesine atmaktan başka bir işe yaramamıştı.

Bir insan bir insana bu kadar da aşık olamazdı, olmamalıydı. Herhangi bir yüz, sekiz milyar yüzden farklı olmamalıydı. Yolda tesadüfen gördüğüm yüzleri unutabiliyordum ama onun yüzü neden gitmiyordu? Bal rengi gözlerini, yüzüne simetrik yerleşmiş burnunu, güldüğünde toprağı ayaklarımın altından çeken dudaklarını. Neden unutamıyordum? İçim kavruluyordu ve unutamıyordum. Nefes alamıyordum ve unutamıyordum. Kendi göz rengimi bile unutmuşken onun gözlerini neden unutamıyordum? Bu cehennem azabı gibi olan acıyı hak edecek ne yapmıştım?

Sekiz yüz yedi gün önce hayatlarımız yerle bir olduğunda Biz şimdi ne yapacağız? diye düşündüğümü hatırlıyordum. Ne yapacağımızı bilmiyordum ama birbirimizi kaybedeceğimizi de bilmiyordum. Yaşamak istemeyecek kadar tükenmiştim. Beni hayata bağlayan hiçbir şey olmaması kalbimi acıtıyordu. Tamam Savaş vardı ama ona tutunamıyordum. Savaş olmadan on yedi yıl yaşamışken Deniz olmadan sekiz yüz yedi gün yaşayamamıştım. Hayat garipti, bir acı diğer bir acıdan nasıl oluyordu da daha baskın olabiliyordu? Sanırım bunu hiçbir zaman öğrenemeyecektim.

***

Mavi'nin ağlama sesiyle gözyaşlarımı sildim ve apar topar banyodan çıkıp odaya koştum. ''Ne oldu güzelim?'' dedim onu beşiğinden almaya çalışırken. Ellerini bana uzatmış, kucağıma almam için salya sümük ağlıyordu. ''Ağnn-niiğ.'' dedi kedi gibi bir sesle. Mavi diline ağnn-niiğ anne demekti.

''Oy aşşkım benim.'' dedim. Adı gibi mavi olan gözleri yaşlarla dolmuştu. ''Neden ağlıyorsun sen bakalım?'' Mavi'yi kucağıma alıp başını göğsüme bastırdım. ''Sshh tamam, yok bir şey.'' dedim onu kucağımda hafif hafif sallarken. ''Sssh, güzel prensesim ağlama sen bakalım. Anneyi mi özledin sen?'' Mavi, ne dersem diyeyim susmuyordu. ''Ozaaaan.'' diye seslendim. ''Ozan, Mavi ağlıyor. Gelmen gerek.'' Ses desibelim Mavi'yi korkutmuş olacak ki minicik cüssesine tezat bir şekilde kocaman bir çığlık atmıştı. ''Mavi, ağlama güzelim.'' dedim, bir anda saçıma asıldı ve aşağı doğru çekti. Bu sefer çığlık atma sırası bendeydi. ''Mavi.'' dedim. Bir elimle saçımı kurtarmaya çalışıyor bir yandan da onu kucağımda tutmaya çalışıyordum. Minicik elleriyle canımı yakmayı nasıl bu kadar başarabiliyordu? ''Ozaaan, neredesin Allah aşkına? Mavi ağlıyor diyorum sana.''

''Geldim geldim.'' dedi Ozan apar topar odaya girdiğinde. ''Mavi, aşkım ne yapıyorsun sen? Bırak.'' dedi ve Mavi'nin parmaklarını açıp saçlarımı kurtardı. Mavi'nin ellerinden kurtulduktan sonra asla yanından ayırmadığı pembe pelüş sincabı ona verdim. Neden pembe renkte bir sincap üretildiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ama Mavi seviyordu işte. Mavi sevdiği sürece de bir sıkıntı yoktu. Mavi saniyeler içinde minik kollarıyla sincabı sardı ve minik kafasını Ozan'ın göğsüne yasladı. Gözyaşları dinmiş, sesi kesilmişti. ''Bende niye susmuyor bu çocuk?'' dedim sitemle. ''Seni gördüğü an süt dökmüş kediye dönüyor. Bütün nazı bana bu kızın.''

''Annesi gibi nazlı.'' dedi Ozan. Gülümsemiş, ardından da Mavi'nin Dalin kokulu kahverengi saçlarını öpmüştü.

Gülümsedim. ''Evet, annesi gibi.'' dedim onu onaylayıp. ''Ben balkona çıkacağım biraz.''

''Her şeyin hazır mı? Yarım saate çıkmamız gerekiyor. Uçağı kaçırmayalım.''

''Bi' sigara içeceğim. Çok uzun sürmez.'' Ozan başını salladı ve Mavi'nin saçlarını tekrardan öpüp onu yatağına yatırdı. ''Güzel kızım benim.'' demişti ben odadan çıkarken. Gözümden akan yaşlara engel olamamıştım.

Balkona çıkıp Fransa manzarasına son kez baktım. Bugün burada son günümdü. Bir sigara yakıp göğe doğru üfledim. Sokaklar boştu, sessizlik başımı döndürüyordu ve gözlerim aşağıdaki betona takılı kalmıştı. Üşüyordum, ellerim titriyordu. Kendimi o kadar sıkmıştım ki bütün bedenim kaskatı kesilmişti. Buna rağmen ellerim titriyordu. Parmaklarıma baktım. Yirmi iki yaşıma kadar sigara değmeyen ellerim sekiz yüz yedi gündür sigarasız durmuyordu. Gülümsedim, inşan başına ne geleceğini gerçekten bilmiyordu.

''İyi misin?'' dedi Ozan yanıma geldiğinde.

''Değilim.'' dedim, çünkü gerçekten iyi değildim. ''Ne yapacağımı bilmiyorum. Türkiye’ye dönmeye hazır mıyım onu bile bilmiyorum.''

''Deniz'i görmekten korkuyorsun değil mi?'' dedi, bir sigara da kendi yakmıştı.

''Sekiz yüz yedi gün oldu Ozan. Bugün bitince sekiz yüz sekiz gün olacak.''

''Ya karşılaşırsanız?'' dedi Ozan. ''Yani karşılaşabilirsiniz. Belki de bugün sondur. Sekiz yüz sekiz gün olmadan onu görürsün.'' Ona tedirgin bir ifadeyle baktım. ''Seni tanımasından mı korkuyorsun?''

''Tanıyamaz.'' dedim ama yanılmaktan da çok korkuyordum.

''Tamam. Saçlarını kestirdin, boyattın. Kaşlarının şeklini değiştirdin, onları da boyattın. Lens takıp göz rengini değiştirdin. Ayak bileğindeki deniz kabuğu dövmesini bile fondötenle kapatıyorsun sürekli. Kimliğini değiştirdin. Ama seni tanımasına engel mi Ada tüm bunlar? Sesinden, gülüşünden tanımayacak mı sanıyorsun?''

''Uzun zaman oldu.'' dedim güçlükle yutkunurken. ''Unutmuştur.'' Ciğerlerimi sigarayla doldurdum ve dumanın bir süre içimde seyretmesine izin verip gökyüzüne doğru üfledim. Unutmuş olma ihtimali ciğerimi küle çeviriyordu.

''Yapma Ada.'' dedi Ozan. ''Sen onu unuttun mu ki o seni unutsun?''

''O.'' dedim. ''Zor da olsa üç yıllık sevgilisini bile unutmuştu. Ben onun hayatında sadece birkaç ay var oldum. Beni unutması pek de zor olmasa gerek. Sonuçta beni görmeyeli uzun zaman oldu.''

''Sen onun karısıydın Ada. Sence seni unutmuş olabilir mi? Kendini onun tarafından unutulacak biri gibi mi görüyorsun?''

''Benden nefret ettiğine eminim. O yüzden-''

''Nefret unutturmaz Ada. Nefret hafızayı daima diri tutar. O yüzden unutmamıştır.''

''Aşkından unutmamasını nefretinden unutmamasına tercih ederdim Ozan. Ama umarım unutmuştur. Çünkü hatırlamak insanın en büyük cehennemi bence. Onun bu cehennemde kavrulmasını istemiyorum. Bu çok acı.''

''Hep böyleydin Ada. Başkalarına kıyamaz kendine kıyardın. Şimdi bahsettiğin o cehennemde kendin yanıyorsun ama Deniz'e kıyamadığın için onun hatırlamasını istemiyorum diyorsun.''

Başımı salladım. ''Neyse, hadi gidelim. Uçağı kaçıracağız.''

Ozan içli bir nefes verdi. ''Haklısın, hadi gidelim. Sen valizini al, in. Mavi'yi ben alırım.''

''Tamam.'' dedim ve içeriye girip odada göz gezdirdim. Bu ev bana iki yıl, iki ay, on üç gün boyunca ev sahipliği yapmıştı. Bu ev ölmek isteyişlerime ama yaşamak zorunda olduğumu fark edişlerime şahitti. Bu evde dağılmış, bu evde toplanmıştım. Bu evde onsuz uyumuş, onsuz uyanmıştım. Bu evde onun ayak sesleri yoktu. Bu evde onun gölgesi bile yoktu. Kokusu yoktu. Bu evde sadece ben vardım. Bir de duvarlara gömdüğüm acılarım ve yalnızlığım vardı.

Yatağımın yanındaki çekmeceye doğru yürüyüp Fransa'ya geldiğim günden beri kullandığım sahte kimliği ve pasaportu aldım. Adelia Dienes. yazıyordu ikisinde de. Baş harflere dokundum.

A.D.

Ada'nın A'sı, Deniz'in D'si.

Adelia fonetik olarak Ada'ya benziyordu. Dienes de Deniz'e benziyordu. O yüzden bu isimleri seçmiştim.

Elim istemsiz bir şekilde kalbimin tam üzerine yaptırdığım dövmeme gitti. Fransa'ya geldikten birkaç hafta sonra Deniz'in kalp ritmini kazıtmıştım tenime.

Resmi olarak de görünüş olarak da bambaşka biriydim artık. Deniz'in beni tanımasına imkân yoktu. Yani en azından ben öyle umuyordum.

Kimliğimi, pasaportumu, telefonumu ve valizimi alıp odamdan çıktım. Ozan çıkış kapısına doğru yürüyordu, Mavi koluna sarılmış bana gülücükler saçıyordu. ''Attt attt.'' diyordu dili döndüğünce. Bir yandan da Ozan'ın kolunun üstünde zıplıyordu. Attaya gitmek onun için çok önemliydi çünkü gezmeye bayılıyordu.

''Evet güzel prensesim. Attaya gidiyoruz. Gezmeye gidiyoruz.'' dedi Ozan. Mavi'yi biraz kaldırdı ve ensesini küçük küçük bir süre ısırdı. ''Attaya mı gidiyormuş benim güzelim?'' Mavi kahkahalara boğulduğunda kocaman gülümsedim.

''Add Adde.'' dedi birden Mavi.

''Adelia da gelecek kızım. Adelia'sız olur mu?'' dedi Ozan. Mavi kolunu bana uzattı ve küçük parmaklarıyla bana Gel. işareti yaptı. Adımlarımı hızlandırıp onlara yetiştim. Nihayetinde evden çıkmıştık. Ben bavullarımızı arabaya koyarken Ozan da Mavi'yi arabadaki bebek koltuğuna yerleştiriyordu. Onu oturttu ve kemerini sıkıca bağladı. Mavi heyecandan bebek koltuğunda bile zıplıyordu.

Bagajı kapatıp arka koltuğa geçtim, Ozan da sürücü koltuğuna geçip motoru çalıştırdı. ''En son ne zaman bir şeyler yemişti?'' dedi Ozan dikiz aynasından bir saniyeliğine bana baktıktan sonra.

''Gece yarısını biraz geçmişti.'' dedim bebek çantasından biberonunu ararken. ''Süt veriyorum şimdi, havaalanına gidince mamasını veririz.'' Ozan başını salladı. ''Bizi Savaş mı alacak?''

''Evet. Öğlen 11.00-11.30 gibi inmiş oluruz dedim ona. Bizi orada bekliyor olacak.''

Ozan tam bir şey söyleyecekken Mavi'nin sesi bizi böldü. ''Baa-aa, baa-aa.'' dedi. Bu da Mavi dilinde baba demekti. Bir ara Mavi'ye özel sözlük çıkartsam iyi olacaktı. ''Baa-aa.'' Ortadaki B harfini sürekli yutuyordu. Aslında B harfini söyleyebiliyordu ama bizim güldüğümüzü gördükçe inadına baa-aa diyordu sanki.

''Söyle aşşkım.'' dedi Ozan.

Mavi bebek koltuğunda ellerini havaya kaldırıp iki kere zıpladı. ''Att attt.''

''Evet kızım.'' dedi Ozan. Mavi için heyecan dolu olan bu yolculuk benim için ıstıraptı. Tamam, bu sekiz yüz yedi gün boyunca birkaç kez Türkiye'ye gitmiş, neler olup bittiğini Sarp'tan ve Savaş'tan en ince detayına kadar öğrenmiştim. Ama bu sefer kesin dönüş yapıyordum. Bu benim için her ne kadar güzel olsa da bir yandan da korkutucuydu. Herkesi çok özlemiştim. Babam, Savaş ve Güneş burnumda tütüyordu. Dayımı, yengemi, Selay’ı, Miray’ı ve Can’ı da çok özlüyordum. Benim için hasret sona erecekti ama bir yandan da tanınacağım diye ödüm kopuyordu.

''Ya sana oteli Uygar ya da Deniz gezdirmeye kalkarsa?'' dedi Ozan.

Kalbim sıkışmıştı. ''Öyle bir şey olursa oteli gezmek istemediğimi söyleyeceğim.''

''Aslında Uygar'ı görmek istiyorsun değil mi?'' dedi Ozan. ''Korkmana rağmen.''

Başımı salladım. ''Ben sadece Deniz'i kaybetmedim Ozan. Uygar'ı da kaybettim. Uygar benim abim gibiydi. Onu çok özlüyorum. Ama umarım karşıma çıkmaz.''

''Umarım.'' dedi Ozan. ''Ama satış için Sarp hep Uygar'la iletişim halindeydi.''

''Evet. Deniz'in böyle bir şeyle uğraşacağını düşünmüyorum. Hatta satış için vekâlet vermiştir bence.''

''Senin anlattığın kadarıyla tanıdığım Deniz o oteli satmaz sana Ada. Karısına ait bir oteli başkasına neden satsın? Senin döneceğine inanıyordur içten içe.'' Son cümlesiydi. Havaalanına kadar arabadaki tek ses Ozan'ın Mavi için hazırladığı müzik listesiydi. Mavi kesinlikle Türkçe Pop için doğmuştu. En sevdiği şarkıları duydukça çığlıklar atıyor, gülücükler saçıyordu. Evdeki Saat- Uzunlar çalmaya başladığında kıkır kıkır gülmeye başladı. Sanırım en sevdikleri listesinde bu şarkı zirvedeydi. İyi bir müzik zevki vardı açıkçası.

''Evet, işte geldik.'' dedim ve bebek koltuğuyla birlikte Mavi'yi alıp arabadan çıkarttım. Ozan valizleri bagajdan çıkartıyordu.

''İstersen Mavi'yi bana ver, valizler daha hafif.'' dedi Ozan, yanıma gelmişti.

''Yok yok, iyiyim böyle. Hadi bir an önce gidelim, acıktı. Yemek yemesi lazım.''

Ozan başını salladı. Yarım saat içinde Mavi'yi doyurmuş, valiz sırası bekliyorduk. Bizi uçağa almalarına on beş dakika kala Savaş'ı görüntülü aradım. Anında açmıştı. ''Ada.'' dedi sevinçle.

Ona aynı şekilde cevap vermek isterdim ama havaalanında yüksek ses pek de kabul gören bir şey değildi. ''Savaş, n'aber?'' dedim en sevecen gülümsememle.

''İyiyim. Sen geliyorsun, nasıl mutlu olmam ki?''

''Ben de mutluyum ama bana Adelia demeye alışsan iyi edersin. Ağzından kaçıracaksın diye çok korkuyorum.''

''Yok, o iş bende. Evde alışmak için kendi kendime Adelia Adelia Adelia diye dolaşıyorum.'' dedi gülerek. Gülümsedim. ''İyi misin sen?''

''Eh işte. Ne kadar iyi olunabilirse o kadar iyiyim.''

''Asma yüzünü. Her şey yolunda gidecek.''

''İyiyim endişelenme. Sen neredesin?''

''Şirkete gidiyorum. Biraz işim var. Sonra babama gideceğim.''

''Salih abinin ve Kerem'in mezarına ziyarete gideceğiz bak unutma.''

Savaş'ın yüzü asıldı. Ardından buruk bir şekilde gülümsedi. ''Unutmadım Ada.'' dedi içli bir nefes verirken. ''Bu gece nerede kalacaksın sen? Bana geleceksin değil mi?''

''Hayır, otelde kalacağım. Çoktan oda ayırttım.''

''Deniz'in gelmesinden korkmuyor musun?''

''Gelse de tanıyamaz, şu halime bak.'' dedim. Mavi ağlamaya başlamıştı. ''Neyse Savaş, Mavi ağlıyor. Ben kapatayım. İnince görüşürüz. Çok öptüm.''

''Ben de seni öptüm. Ozan'a selam söyle.'' Başımı sallayıp aramayı sonlandırdım.

''Babbbbaağğğğğhhh.'' dedi Mavi, böcek gibi bağırmıştı. Tüm insanların bize bakmasını sağlayacak kadar yüksek bir ses neresinden çıkmıştı hayret ediyordum. ''Sshh. Tamam.'' dedi Ozan Mavi'yi kucağına alarak. ''Uykun geldi değil mi senin? Eee- eeee- eeee – eee.'' dedi melodili bir sesle. Bir yandan da kucağında sallıyordu. Mavi onu taklit etti. ''Eeeeğğ.'' dedi Mavi sakin bir sesle. Ozan'ın kucağına gider gitmez nasıl da uysallaşıyordu.

''Baba dedi.'' dedim gülümseyerek. ''Ortadaki B harfini söylemiyordu, ilk kez söyledi. Baba dedi.''

Ozan güldü ve Mavi'nin yanağını birçok kez ısırdı. ''İsteyince oluyormuş değil mi? Oluyormuş değil mi? Seni küçük cadı seni. Şimdi ısıracağım yanağını. Şimdi ısıracağım. Ne oldu? Komik mi? Niye gülüyorsun? Isırayım mı seni? Hoşuna mı gitti?'' Ozan kocaman sırıtıyordu. O güldükçe Mavi de kahkahalara boğuluyordu. ''Küçük zilli, ağlayacak mısın yine de?''

Mavi kollarını havaya kaldırıp Ozan’ın kucağında üç dört kez zıpladı. Gülmekten ağzının suyu akmıştı, içim kamaşıyordu çünkü çok tatlıydı. ''Eeeeeğ.'' dedi yine Ozan'ın kucağında zıplarken. Ozan'ın onu sallamasını istiyordu. ''Anladım, sallanmak istiyorsun. E sallayalım bakalım.''

***

Saat 11.04
Türkiye

Düğünümden sonra Türkiye'yi terk edip, Ozan'la birlikte Fransa'ya gittiğimden beri görüştüğüm tek kişi Savaş'tı. Fransa'daki üçüncü günümde, benim için aldığı telefondan onu aramış, nerede olduğumu söylemiş, kimseye bir şey anlatmaması konusunda da sıkı sıkı tembihlemiştim. Herkesin can güvenliğini düşündüğünden, kimseye bir şey anlatmamıştı. Eğer o olmasaydı, nasıl baş edebilirdim bilmiyordum. Onu her gün arıyor, herkes hakkında bilgi alıyordum. Bu yaptığımın acımasızlık olduğunun farkındaydım. Gittiğim günden beri beni arıyorlardı. Bir kayıpla baş etmeye çalışmanın Deniz'i nasıl yok ettiğini tahmin etmek bile istemiyordum ama eğer kalsaydım vereceğimiz kayıpların sayısının artacağını da biliyordum.

807 gün boyunca onlar için kötü olan tek şey yokluğumdu. Yokluğumun yarattığı acı elbette ki çok büyüktü. Ama 807 gün boyunca kimseye kötü bir şey olmamıştı. Melih ve Özgür kayıplara karışmıştı, bulunamamışlardı ama kimseye bir zarar vermedikleri için bulunamamaları bile canımı sıkmıyordu. İyi şeyler de olmuştu, mesela Serhan, Özkan ve Hale yakalanmıştı. Bu haberleri son bir yıldır Sarp'tan alıyordum, o benim Türkiye'deki gözüm ve kulağım olmuştu. Son bir yılda Deniz'i izlemiş, hayatında ne olduysa bana anlatmıştı. Aynı şeyi Savaş da yapabilirdi ama Savaş benimle ilgili açık vermemek için Deniz'le olan tüm bağını kesmişti.

Deniz ben gittiğimden beri şirketle olan işleri evden yürütüyordu. Ara sıra bir gece kulübüne uğruyordu ama çok geçmeden dönüyordu. Ve ben onu çok özlemiştim.

Deniz'le birlikte diğer herkes de burnumda tütüyordu. 807 gün olmuştu ve ben 807 gündür kimseyi görmemiştim. Sadece uzaktan iyi olduklarını bilmek canımı çok yakıyordu. Mesela Selay ve Can benim yüzümden yas tuttukları için düğün bile yapamadan, beş ay önce sade bir nikahla evlenmişlerdi. Ben yanında değildim ve beni kim bilir nasıl bir hasretle yanında istemişti?

Uygar ve Miray hala beraberlerdi ve çok mutlulardı. Yarım bir mutluluk olduğunu biliyordum çünkü herkeste olduğu gibi, yokluğum onların da içinde bir yerlerde asılı kalmıştı.

Güneş bu yaz mezun oluyordu. Dayımın kliniğinde odasını hazırlatıyordu. Melis üniversiteyi Aydın'da okuduğu için Güneş'le kardeş gibi olmuştu. Sokak sokak beni aradıklarını öğrendiğimde içime beton dökülmüş gibi acı çekmiştim.

Babam hapisten çıkmıştı, eski evimde yaşıyordu ve Deniz ara sıra babamı ziyarete gidiyordu. Yokluğum onların arasındaki bağı güçlendirmiş olmalıydı.

Bursa'daki dedem, babaannem, halam ve kuzenlerim de yokluğumla sarsılmışlardı. Tam kavuştuk derken beni tekrar kaybettikleri için çok üzüldüklerine emindim fakat Güneş ve Savaş'la avunduklarını bilmek bana biraz da olsa yetiyordu.

''Ada.'' diye sevinç çığlıyla sarıldı bana Savaş. Beni görmeyeli dört ay olmuştu. ''Güzelim benim.'' dedi saçlarımı öpe öpe. ''Hoş geldin.''

''Hoş buldum.'' dedim gülümserken. Ozan Mavi'yle birlikte yanımıza ulaşmıştı.

''Hop.'' dedi Savaş Mavi'yi kucağına alırken. ''N'aber ufaklık?'' Mavi ağzının suyu aka aka gülümsüyordu. Çenesine akan suyu sildim. Savaş Ozan'a döndü. ''Hoş geldin Ozan. N'aber?''

''İyidir Savaş, seni sormalı.''

''Ya yanlış anlamayın ama Mavi'yi gördüm daha iyi oldum. Sizi görmek de güzel tabii ama Mavi bir başka.''

Mavi sanki anlamış gibi Savaş'ın kucağında birkaç kez zıpladı ve gülümsedi. ''Ade, Adde.'' dedi. Ozan bana bazen Adelia diye seslendiği için Mavi de onu taklit edip bana Adelia demeye çalışıyor, beceremeyince de ortaya Ade ya da Adde çıkıyordu. ''Ağnniğ.'' dedi sonunda.

''Annesini özlemiş bu.'' dedi Savaş. ''Üzgünüm ufaklık, bir süre benim kucağımda idare edeceksin.''

Savaş Mavi'yle beraber çıkışa doğru ilerlerken Ozan'la, valizlerimle birlikte peşinden gidiyorduk. Telefonum çalmıştı. ''Efendim Sarp.''

''Ada, Deniz babana gitti bugün. Az önce de şirkete girdi.''

''Tamam Sarp, teşekkürler. Uygar'la konuştun mu hiç?''

''Bugün oteli gezmek istediğini söyledim. Gezdikten sonra da notere gidebileceğimizi söyledim. Ama Deniz satmaya yanaşmıyor haberin olsun.''

''Anladım.'' dedim oflayarak. O otel benimdi ve bende kalmasını istiyordum. Bir gün biri çıkıp almak isteyebilirdi ve ben bunu istemiyordum. Ada'nın olmasa bile Adelia'nın olmalıydı o otel.

''Yani satışa bile çıkarmadılar, sen durup dururken alıcıyım diye ortaya çıktın. Garipsedi haliyle.''

''O oteli almam lazım Sarp. Off... Neyse, kim gezdirecek oteli? Bir şey söyledi mi Uygar?''

''Çalışanlardan biri sanırım. Ama Uygar da otelde olacakmış. Bilgin olsun.''

''Off, nereden çıktı ki şimdi bu?''

''Vallahi bilmiyorum. Neyse Ada, günlerdir uykusuzum. Biraz uyuyacağım ben. Otele geçmeden ararsın. Ben de ona göre çıkarım.''

''Tamam, sağ ol Sarp. Görüşürüz.''

''Görüşürüz Ada.''

Sarp Salih abinin adamlarından biriydi ve onu benim yanıma Savaş göndermişti. Fransızcası çok iyiydi. Hem onun yardımıyla hem de Ozan'ın yardımıyla bir yıl gibi kısa bir sürede Fransızcayı İngilizceden bile ileri seviyeye taşımıştım. Bu sayede Fransa'da zorluk çekmemiştim.

''Ee ne yapıyoruz şimdi?'' dedi Savaş. O sırada Ozan bagaja valizlerimi koymakla meşguldü.

''Önce Ozan'ı eve bırakacağız. Sonra biz mezarlığa gidelim. Ben de oradan otele gideceğim.'' dedim ve Mavi'yi kucağından aldım.

''Hadi o zaman, geçin de bir an önce gidelim.'' dedi Savaş. Ozan bagajı kapattı, ön koltuğa geçti. Ben de Mavi'yle birlikte arka koltuğa geçtim ve yolculuk boyunca onunla bebek şarkıları söyledik.

Mavi ağlıyordu. Mavi neden ağlıyordu?

Küçük kurbağa
Küçük kurbağa
Kuyruğun nerede?
Kuyruğum yok
Kuyruğum yok
Yüzerim derede

Şarkısını söyledim. Daha çok ağlamaya başladı. ''Mavi o şarkıyı sevmiyor Ada. Başka bir şey bul.''

''Ay ne bulacağım Ozan? Bildiğim bütün şarkıları söyledim neredeyse. Niye ağlıyor bu çocuk?'' dedim ve başka bir şarkıya başladım.

Mini mini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu
Aldım onu içeriye, cik cik cik ötsün diye
Pır pır ederken-

''Ağğğğhh.'' diye bir çığlık attı Mavi.

''Ozan hala ağlıyor. Ne yapacağım?''

''Harbiden neden bu kadar ağlıyor?'' dedi Savaş. ''Çok usluydu normalde.''

''Diş çıkarıyor bu ara. O yüzden çok huysuz.'' dedim ve bambaşka bir şarkıya başladım.

Kırmızı balık gölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor
Balıkçı Hasan geliyor, oltasını atıyor
Kırmızı Balık dinle, sakın yemi yeme
Balıkçı seni tutacak, sepetine atacak

Dedim. Sanırım bu sefer işe yaramıştı. Mavi hıçkırıklarını kesti ve hala yaşlı olan gözleriyle yüzüme baktı. İlgisini çekmeyi başarmıştım. Ellerimi karnına götürüp yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim ve onu gıdıklamaya başladım.

Kırmızı Balık kaç kaç, Kırmızı Balık kaç kaç
Kırmızı Balık kaç kaç, Kırmızı Balık kaç kaç

Mavi'nin yüzüne sonunda kocaman bir gülümseme yerleştiğinde üzerine eğildim ve karnını minik minik ısırdım. Daha çok kahkaha atmaya başlamıştı. O güldükçe içim ısınıyordu. 807 günlük yolculuğumun en tatlı ortağı oydu.

''Çantasında dondurulmuş havuç vardı.'' dedi Ozan. ''Sabah evden çıkarken atmıştım çantaya.''

Başımı salladım ve çantadan dondurulmuş havucu çıkartıp Mavi'ye verdim. Dişleri yeni çıktığı için çok kaşınıyordu ve kaşıması için sebze dondurup Mavi'ye veriyorduk. Plastik diş kaşıma aletlerinden çok daha yararlı olduğu kesindi.

Mavi elindeki havucu afiyetle kemirirken ilk durağımıza gelmiştik. ''Mavi'yi yarın alırım.'' dedi Ozan arabadan inerken. ''Şimdilik hoşça kalın.''

''Görüşürüz.'' dedim ve bakışlarımı Mavi'ye çevirdim. Çorabının tekini çıkartmış ağzına sokuyordu. ''Güzelim, ne yapıyorsun sen?'' dedim minik bir kahkahayla. ''Çorapla diş kaşınmaz ki. Ver bakalım onu.'' Mavi çorabı sımsıkı tutuyordu. ''Aşkım.'' dedim. ''Hadi bi' tanem ver onu.''

Mavi çorabı bana asla vermemişti ve yolculuğumuzun ikinci durağına kadar da ağzında tutmuştu.

***

''Ben Mavi'ye bakarım.'' dedi Savaş. ''Sen gidebilirsin değil mi?''

''Giderim, evet.'' dedim ve siyah bir başörtüsünü saçlarımın üzerine kapattım. Mavi'nin yanaklarını öptüm ve mezarlığın içine doğru ilerledim. Daha önce bir kez gelmiştim, o yüzden Salih abinin de Kerem'in de mezarını bulabilirdim. Biraz ilerleyince karşıma Salih abinin mezarı çıkacaktı. İlerledim.

Salih Karahan
13.11.1949
14.12.2019

Yazılı soğuk taş karşıma çıkıvermişti işte. Anında boğazım düğüm düğüm olurken mezar taşının yanına çöktüm ve avuçlarımı toprağın üzerinde gezdirdim. Savaş kadar olmasa da ben de Salih abiyi dedem kadar sevmiştim. O da beni torunu kadar seviyordu, Gökalp'in kalbi bende olduğu için beni torunu yerine koyuyor da olabilirdi. Öyle ki mirasının yüzde 20'sini bana bıraktığına dair bir vasiyet bırakmıştı. O parada hakkım yoktu. Tüm miras Savaş'a aitti. İstemiyor olmama rağmen Savaş her ay bana, yani Adelia'ya, o paradan bir miktar gönderiyordu. Oteli de o parayla alacaktım.

Salih abinin neden ve ne zaman böyle bir şeye karar verdiğine dair hiçbir bilgim yoktu. Belki de hissetmişti. Bilmiyordum. Kendi oğlu ya da torunun düzenlediği bir saldırıda ölmüştü. Saldırganların Salih abiyi özellikle hedef olarak seçtiklerine emindim. Bir insan babasına, dedesine nasıl böyle bir şey yapabilirdi?

Salih abinin mezarının başından kalkıp birkaç metre yürüdüm. Bu sefer de Kerem'in mezarındaydım. Ölümünün üstünden 807 gün geçmişti ama ben hala alışamamıştım. Elime bir avuç toprağını aldım ve uzun uzun mezar taşını izledim. Kerem'i Deniz'in bütün adamlarından daha fazla benimsemiş, daha fazla sevmiştim. Sevdiğimiz birisinin üstüne atılan toprak ömrümüzden hiç eksik olmuyordu. Geriye sadece üzüldükçe avuçladığımız bir avuç toprak kalıyordu ve yapabilecek hiçbir şeyin olmaması bize çaresizliği iliklerimize kadar yaşatıyordu.

Hafif yağmur yağmaya başladığında Kerem'in mezarının başından kalktım ve Savaş'ın yanına döndüm. Mavi'yle beraber ön koltukta oyun oynuyordu. ''Allah neşenizi arttırsın.'' dedim. Mavi sanki ne dediğimi anlıyormuşçasına heyecanla ellerini birbirine çarptı ve minik bir kahkaha attı. ''Gel bakalım sen buraya.'' dedim ve ellerimi ona uzattım. Mavi önce Savaş'a baktı, ondan onay aldıktan sonra ise bana baktı ve ellerini bana doğru uzattı. İki elini de sırayla ısırdım ve onu kucağıma alıp arka koltuğa oturdum. Başımdaki örtüyü yeni fark etmiş olacak ki heyecanla elini uzatıp örtüyü saçlarımdan çekerek bir ucunu ısırmaya başladı. Dişleri tekrar kaşınmaya başlamış olmalıydı.

''Şimdi nereye gideceğiz?'' dedi Savaş. Saat 12.40'a yaklaşmıştı.

''Ben çok açım. Önce yemek yiyelim. Sonra otele geçerim ben.''

''Ben bırakayım istersen seni.''

''Yok Savaş, şimdilik beni seninle görmesin kimse.''

''Sen bilirsin. Birini çağırayım, getirir sana bir araba.''

''Olur.'' dedim. Yarım saat sonra bir restorana girdik. Bir yandan kendim yiyordum bir yandan da Mavi'yi doyurmaya çalışıyordum. ''Hadi güzelim, hadi benim akıllım. Aç ağzını. Bak uçak mı geliyormuş? Ne geliyormuş?'' dedim bir çatala batırdığım peyniri ona doğru uzatırken. Bir yandan da çatalı uçakmışçasına havada gezdiriyordum. ''Bak sen yemezsen ben yiyeceğim.'' dedim çatalı ağzıma doğru götürürken. Mavi kaşlarını çattı ve elini masaya vurdu. Onu kandırmayı başarmıştım. Çatalı ağzımın ucundan çektim ve Mavi'nin ağzına götürdüm. Saniyeler içinde peyniri ağzına attı. Ama tadını beğenmediğinden olsa gerek ağzında erittiği peyniri diliyle dışarı doğru ittirdi. Sabırla peçeteyi aldım ve ağzını, çenesini sildim. ''Peynir seviyordun ama sen?'' dedim, bir yandan şefkatle yüzünü inceliyor bir yandan da ağzının kenarına da bulaşan yemek kalıntılarını siliyordum.

''Çocuklar uzaktan güzel.'' dedi Savaş. ''Sanırım bir çocuk sahibi olmayacağım.''

Bir kaşığa içine ekmek doğradığım mercimek çorbasından aldım ve bu sefer onu Mavi'ye uzattım. Kuş kadar ağzını kocaman açmış, çorbayı da afiyetle midesine göndermişti. Mavi o kadar tatlıydı ki onu sürekli ısırmak istiyordum. ''Sen çocuk sevmiyorsun, çocuk sevmeyi seviyorsun bence.'' dedim.

''Sanırım evet. Bana vereceksin çocuğu, ben onu öpeceğim, ısıracağım, onu güldüreceğim, onunla oyun oynayacağım. O kadar. Yok mama saati, yok uyku saati, yok yemek yemedi, yok bu gece uyumadı falan. Hiç uğraşamam ben.'' dedi Savaş ve çayını yudumladı.

Ona küçümseyici bir bakış attım. ''Seninle evlenecek kıza acıdım şu an.'' dedim gülerek.

''Niyeymiş o?''

''E anlaşılan sevgili yeğenime sadece sevgili eşin bakacak. Bütün sorumluluğu ona mı bırakacaksın sen?''

''Adacım, benim sevgilim bile yok. Farkındasın değil mi?''

''Bir gün olduğunda görüşelim.'' dedim.

Savaş güldü. ''Ozan nasıl bu konuda? Bakıyor mu Mavi'ye?''

''Çok iyi babalık yapıyor.'' dedim. Savaş tam bir şey söyleyecekti ki garson çaylarımızı tazeledi.

Dışarıyı izledim. Bahar geliyordu.

''Buraya dönmekle iyi mi ettin bilmiyorum Ada.'' dedi Savaş çayını içerken. ''Yani biri seni tanırsa ne yapacaksın?''

''Tanımaması için elimden geleni yapacağım. Bir süre daha saklanmam lazım.''

''Herkes seni affeder ama.'' dedi ve sustu. Arkasından ne söyleyeceğini tahmin etmek hiç de zor değildi.

''Deniz affetmez mi?'' dedim.

''Sen affeder miydin?”

''Affederdim.'' dedim bir saniye bile düşünmeden. ''Ne kadar acı çekmiş olursam olayım, ne kadar üzgün olursam olayım, ne kadar öfkeli olursam olayım affederdim.''

''Bilmiyorum Ada. Çok acı çekiyor. Tahmin ettiğinden daha fazla. Yani kimse yok yanında.''

''Az kaldı Savaş. Biraz zaman, çok az bir zaman kaldı. inan bana.''

''Bu yük artık bana da ağır gelmeye başladı. İki seneyi geçti yoksun. Her yerde arıyorlar. Onlar bu kadar acı çekti, göz yumdum ben. Senin nerede olduğunu bildiğim halde bilmiyormuşum gibi yapmaya devam etmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Ne kadar üzüldüklerine şahit oldukça vicdanımdan bir araba dayak yemiş gibi oluyorum hep.''

''Herkesin yaşamasını sağlamak için buna mecburdum. Bak, ortadan kayboldum Melih de Özgür de kimseye zarar vermedi.''

''Ne yani, Melih ve Özgür kimseye zarar vermiyor diye sonsuza kadar Adelia olarak mı devam edeceksin hayatına? Açığa çıkmayacak mısın?''

''Bilmiyorum Savaş.'' dedim derin bir nefesi verirken. ''Serhan, Özkan, Hale yakalandı. Onların yakalanması da yakındır.''

''Nasıl emin olabilirsin ki bundan? Yıllar oldu, kim bilir hangi ülkede nasıl sefa sürüyorlar.''

''Cemre'yi yakaladı Eser.'' dedim bir anda.

Savaş'ın gözleri şaşkınlıkla açılırken sanki alelade bir şey söylüyormuş gibi çayımı içtim. ''Yuh. Ne zaman? Ve nereden biliyorsun sen bunu? Sarp mı söyledi?''

''Evet, üç gün oldu. Bir şekilde öğrenmiş. Ama nerede olduğunu bilmiyor.''

''Öğrenince ne yapacaksın?''

''Bunu.'' dedim ve bir yudum çay alıp bardağı masaya bıraktım. ''Cemre'nin yerini bulunca konuşalım.''

''Sakın yine kendi kafana göre bir şey yapmaya kalkma Ada.''

''Bu sefer başıma bela almayacağım.'' dedim arkama yaslanarak. Mavi biberonundaki suyu içiyordu.

''Bir dakika. Sen o yüzden mi kesin dönüş yaptın Türkiye'ye? Cemre yakalandığı için?''

''Hayır.'' Başımı iki yana salladım. ''Artık dayanamıyorum.'' dedim titreyen bir sesle. ''İnsan özlem duygusunu bu kadar yoğun hissederse nefes alamaz zannediyordum. Yanılıyormuşum Savaş. İnsan nefes alabiliyormuş ama nereye giderse gitsin bedeninin bilmem kaç katı bir özlem taşıyormuş yüreğinde.'' dedim ve akmasına engel olamadığım gözyaşımı sildim. ''Bazen geceleri uyanıyorum, yanımda olmadığını bildiğim halde evi turlayıp onu bulmayı umuyorum. Aşk galiba biraz da delilik işi.'' Gülümsemeye çalıştım. Olmamıştı.

''Sana bu kadar acı çektirdikleri için Melih'i de Özgür'ü de öldürmek istiyorum Ada. Şu yaşadıklarının onda birini bile yaşamamışlardır. Nasıl oluyor da hala kötüler kazanabiliyor? Bu dünya neden adil değil? Kafayı yiyeceğim artık.''

''Onların ölümü benim elimden olacak.'' dedim ve sanki çok sevimli bir şey söylemişçesine Mavi'ye dönüp gülümsedim. ''Bitti mi suyun?'' dedim, biberonunu bana uzatıyordu. ''Yenisini koyalım mı?'' dedim, saçlarını öptüm ve biberona su doldurmamı beklerken ağlamasın diye pembe sincabını eline tutuşturdum.

''Bir gün açığa çıkacaksın diyelim, öyle bir ihtimal var çünkü. O zaman oteli neden alıyorsun? Nasıl olsa senin otelin.'' dedi Savaş konuyu değiştirip.

''Kimliğimi açığa çıkarmam uzun sürebilir. Hatta açığa çıkmama ihtimalim de var hala... Ben ortaya çıkmadan önce de başka birisi gelip oteli almaya çalışabilir. Başkası almadan ben alayım diye düşünüyorum.'' dedim biberonu Mavi'ye uzatarak. Verdiğim gibi emzik kısmını minik ağzına almış, suyu lıkır lıkır içmeye başlamıştı.

''Deniz asla başkasına satmaz onu. Senin geri döneceğine inandığı kadar hiçbir şeye inanmıyor. Şirkette mimarlık departmanının başında hiç kimse yok sen ortadan kaybolduğundan beri. Senin gelmeni bekliyor. Orada odan var Ada. Kapısında Ada Dinçer Aladağ yazıyor. Öyle inanıyor döneceğine. Döndüğünde her şeyi bıraktığın gibi bulmanı istiyor. Yani başkasına asla satmaz o oteli. Boşuna almak için uğraşıyorsun. Yaptığın şey riskli de ayrıca.''

''Neden riskli olsun?''

''Yani sonuçta oteli hiçbir zaman satılığa çıkarmadılar. Ama sen durup dururken, ortada hiçbir şey yokken oteli almak istediğini söyledin. Şüphelenmelerinden korkmuyor musun?''

''Sen sanki hiç satılık olmayan bir şeyi almaya çalışmadın mı?'' dedim savunmaya geçerek. ''Kaç tane arsa aldın, sırf istediğin için. Gittin sahibini ikna ettin.''

''Benim haklı sebeplerim vardı. İş insanıyım sonuçta ve tanınıyorum. Ama sen bir anda Fransa'dan gelip oteli almak istediğini söylüyorsun. Neden mesela? Sormayacaklar mı?''

''Canım istedi alacağım Savaş. Ne var bunda?'' dedim sanırım gerilmiştim. ''Param var yatırım yapacağım. Allah Allah ya. Onlara neymiş?''

''İllaki sorarlar, almakta neden ısrar ediyorsun diye. Biliyorum çünkü ısrar edeceksin. O zaman cevabın ne olacak?''

''Söyledim ben Uygar'a.'' dedim çayımı yudumlayıp bardağımı masaya bırakırken. Savaş Hadi devamını getir. der gibi baktı. ''Eski sevgilimle anılarım var orada. dedim. Anılarımızın olduğu bir mekanın bana ait olmasını istiyorum. dedim.'' Savaş bana inanamayarak baktı. Sanki hayatında duyduğu en saçma şeyi söylemişim gibi ağzı aralandı, kaşları havalandı.

''Sana inanamıyorum Ada. Yani kendimi acaba nasıl açık edebilirim diye düşündün, düşündün ve böyle bir yol buldun sanırım. Başka bir açıklaması olamaz çünkü.''

''Niye açık edecekmişim ya?'' dedim. ''O otelde anıları olan tek çift biz miyiz? Niye aklına gelsin ki?''

''Bu mantığa göre.'' dedi ve ellerini kaldırıp parmaklarıyla havada hayali tırnak işareti yaptı. Şu eski sevgilin'le olan tüm mekanları satın alman gerekiyor o zaman? Madem anı saklıyorsun?''

''Onlara ne ya benim ne alıp ne almadığımdan? Ayrıca sen onların tarafında mısın benim tarafımda mısın? Germesene beni. Zaten gerginim.'' dedim hafif yüksek bir sesle. Mavi sesimden korktu, biberonu masaya attı, biberon çay bardağıma çarptı, bardak devrildi ve içindeki çay önce masaya, sonra da pantolonuma aktı. Neyse ki soğumuştu da bacağım yanmamıştı. ''Offff bak gerdin beni. Mavi de korktu. Beğendin mi yaptığını?'' dedim peçetelikten aldığım peçeteleri masanın üzerinde göle dönen çaya atarak. Mavi ağlamaya başladı. ''Gel bakalım.'' dedim onu bebek masasından kaldırıp kucağıma alarak. ''Niye ağlıyorsun? Korktun mu? Korkma, bir şey yok. Bir şey yok Mavicim.'' Ayağa kalktım ve onu kucağımda zıplata zıplata susturmaya çalıştım. Susmuyordu. Mavi'yle beraber ben de ağlıyordum.

''Sakin ol Ada.'' dedi Savaş ayağa kalkarak. Mavi'yi kucağına alıp kafasını göğsüne bastırdı. ''Sssh tamam güzelim. Tamam minik prenses. Yok bir şey.''

Sandalyeme çöktüm. Bir yandan ağlıyor bir yandan da pantolonumdaki çay lekesini silmeye çalışıyordum. Savaş Mavi'yle birlikte yerine geçti. Mavi biraz da olsa sakinleşmişti. ''Ben senin tarafındayım Ada.'' dedi sitemle. ''Ya gittiğinden beri herkesten saklıyorum ben senin nerede olduğunu. Dünyanın en yanlış şeyi bu anasını satayım. Biri sevdiğim kadının nerede olduğunu saklasa onu öldürürdüm herhalde. Muhtemelen Deniz de öğrendiğinde beni öldürecek. Affedilir şey mi bu? Değil. Zaten hala beni suçluyor sen kayboldun diye. Şimdi seni sakladığımı öğrendiklerinde kimse yüzüme bakmayacak benim. Dayım, Güneş, dedem, babaannem, Selay, Miray. Hiç kimse. Deniz ve Uygar'dan bahsetmiyorum bile. Ben bunu bile bile hep senin yanında oldum. Ama sen hala gelmiş bana kimin tarafındasın diyorsun Ada.'' dedi. Öfkesine rağmen sesi yumuşacıktı. Öyle ki Mavi onun sesiyle sakinleşmiş, yüzündeki gülümsemeyle etrafa bakıyordu. ''Bir düşün. Sence araştırmayacaklar mı Adelia Dienes daha önce hiç otelde kalmış mı diye? Kalmadığını öğrendiklerinde ne diyeceksin? Düşündün mü hiç?''

Düşünmemiştim ve düşünmek de istemiyordum. Alt tarafı otelimi almak istiyordum. İşler neden bu noktaya gelmişti? Belki de almaktan vazgeçmeliydim. ''Düşünmedim.'' dedim mahcup bir sesle.

''Düşün o zaman Ada.''

Düşünmek için artık çok geçti.

***

Saat 14.16

Savaş'ın çalışanlarından biri beni otele bıraktığında heyecandan ve korkudan bayılacak gibi hissediyordum. Mavi hislerimi anlıyor olacak ki o da çok huzursuzdu. Pembe sincabını sürekli yere atıyordu. Ben bir yandan lobiye gitmeye çalışıyor, bir yandan da Mavi'yi zapt etmeye çalışıyordum.

''Teşekkürler.'' dedim valizimi ve Mavi'nin çantasını benimle beraber resepsiyona getiren Savaş'ın adamına.

''Rica ederim efendim.'' dedi. ''Bagajdaki diğer valiz Savaş Bey'in evine gidecek değil mi?''

''Evet, lütfen.'' dedim ve gülümsedim. Adam başını hafifçe öne eğdi ve hızlı adımlarla yanımdan uzaklaştı.

Resepsiyonda kimse yoktu. Bir süre bekledim. Sarp da hala yoktu ve ben ne yapacağımı pek de kestiremiyordum. Acaba beni kayıt yapacak olan kişi Fransızca biliyor muydu? İngilizce konuşursun Ada.

İç sesimi dinledim ve resepsiyondaki yerine geçip bana gülümseyerek ''Hoş geldiniz.'' diyen Tuna'yı İngilizce yanıtladım. Aslında Fransızca konuşmak istiyordum çünkü Fransız kimliğimle giriş yapacaktım. İngilizce konuşmak beni zorlayacaktı çünkü daha önce hiç Fransız aksanıyla İngilizce konuşmamıştım. Aksansız konuşursam da olmazdı. Of Sarp neredesin sen? dedim içimden sitemle.

''Hello. I’m Adelia.'' dedim gülümseyerek. Konuşmanın bundan sonrası İngilizce devam etmişti.

''Hoş geldiniz.'' dedi Tuna tekrardan. ''Rezervasyon yaptırmış mıydınız?''

''Evet, tabii.'' dedim ve sahte kimliğimi çıkartıp ona doğru uzattım. ''807 numaralı odayı ayırtmanızı söylemiştim. Bir sıkıntı olmadı değil mi?''

Tuna kimliğimi aldı, bir yandan üzerinde yazan yazılara bakıyor, bir yandan da ekrana bir şeyler yazıyordu. ''Kontrol ediyorum efendim.'' dedi kibarca. ''Çok az bekleteceğim sizi.''

Bir yandan bekliyor, bir yandan da resepsiyon masasına oturttuğum Mavi'nin ellerine öpücükler bırakıyordum. ''Nereye geldik biz aşkım?'' dedim sevimli bir sesle. Bu sefer Fransızca konuşuyordum. Mavi daha Türkçeyi bile daha yeni anlamaya başlamışken onunla Fransızca konuşmaya çalıştığıma inanamıyordum. Neredeyse gülecektim. Çocuk hiçbir şey anlamıyordu. ''Beğendin mi burayı sen? Güzel mi? Sevdin mi? Eveeeet ben de çok sevdim.''

''Bir sorun yok efendim.'' dedi Tuna elektronik anahtarı bana uzatırken. ''807 numaralı odada misafir edeceğiz sizi. Bir şeye ihtiyacınız olursa mutlaka arayın. Odanızdaki dahili telefondan 7'yi tuşlayınca direkt bana bağlanıyorsunuz.''

Anahtarı aldım. ''Teşekkürler.'' dedim gülümseyerek. Otelin bir çalışanı valizimi aldı, onu takip ettim ve kısa bir süre sonra odaya ulaştık. Bana yardımcı olan çocuk, ben ona bahşiş verdikten saniyeler sonra odadan ayrıldı.

''Evet bakalım Mavi Hanım. Neden huysuzlanıyorsun sen?'' dedim onu yatağa yatırıp. Karnı toktu, uykusunu almıştı. Acaba altını mı kirletmişti? Beklemeden üzerindekileri çıkarttım ve altını kontrol ettim. Hiçbir şey yoktu.

Buldum Ada! Gazı var bu çocuğun!

Mavi'yi kucağıma aldım. Bir elim poposunun altında, bir elim sırtındaydı. Başını yan bir şekilde omuzuma yaslamıştı ve çenesinden salyaları akıyordu. Elimi yavaş yavaş sırtında gezdirdim. Yukarıdan aşağıya, soldan sağa, aşağıdan yukarıya, sağdan sola uzun süre avucumun içini sırtında gezdirmiştim. Ama hala ağlıyordu. Bu çocuğun hiçbir zaman gaz problemi olmamıştı ki. Ben ne yapıyordum böyle?

Mavi'yi kucağıma yatırıp sağa sola sallamaya başladım. Belki de hala uykusu vardı. ''Eee eee eee eee.'' dedim belli bir ritimle. ''Hadi güzelim uyu ne olur. Neden ağlıyorsun anlamadım ki ben. Babanı mı özledin sen acaba? Baban yarın gelecek Mavicim. Ağlama ne olur.'' Mavi sanki anlamış gibi sustu. ''Evet bak baba gelecek yarın. Biz aşağıya inelim mi seninle? Oyun oynarız orada. Toplar var bir sürü. Sen çok seversin top oynamayı.''

''Tob.'' dedi dili döndüğünce. Güldüm.

''Eveeetttt. Senin adın gibi mavi toplar da var. Ama sen şimdi birazcık bekle. Ben üstümü değiştireceğim.'' dedim ve yataktan düşme ihtimalini ortadan kaldırmak için onu yatağa değil yere koyarak pembe sincabını da eline tutuşturdum.

Bir yandan valizimi karıştırıyor, bir yandan da Mavi'yi izliyordum. Neyse ki sakinleşmişti. Biraz emekleyip odayı gezdi. Sonra onu ilk bıraktığım yere dönüp oturdu. Bacaklarını öne doğru uzattı ve pembe sincabını da kucağına alıp kulaklarını çekmeye başladı. O sincapla oynarken ben de bir çırpıda üzerimi değiştirdim. Sıra Mavi'nin üzerine gelmişti. Ona da üşümesine sebep olmayacak ama aynı zamanda terlemesine de engel olacak bir mavi elbise giydirdikten sonra artık hazırdım.

''Hadi bakalım küçük Elsa. Gidiyoruz.'' dedim. Mavi'yi kucakladım, ne olur ne olmaz diye onun çantasını da omuzuma astım ve odadan çıktım.

Resepsiyona indiğimde saat 14.44'ü gösteriyordu ve lobi az öncekine göre oldukça boştu. Çocuk oyun alanının nerede olduğunu hatırlamıyordum. Ama olduğuna emindim. Deniz ve Uygar basketbol oynamak için buraya geldiğinde, burayı incelerken görmüştüm. Ama işte şimdi hatırlamıyordum.

En iyisi Tuna'ya sormaktı ama Tuna yine yerinde yoktu. Lobiye doğru ilerledim ve etrafta göz gezdirdim. Belki otelin kat planlamasında yazıyordur diye düşündüm. Ama şansım o kadar kötüydü ki kat planlarının olduğu çerçeveyi de bulamamıştım. Lobide biraz daha gezdim. Mavi yere inmek istemişti. Onu kucağımdan indirdim ve elini tutup onunla birlikte yürümeye başladım. ''Neredeymiş bu kat planı Mavicim. Bulamıyoruz bak gördün mü? Oyun alanı da yok. Şanssızız biz bugün galiba, Tuna abi de yok yerinde baksana. Hay Allah kime sorsak?''

Mavi başını kaldırıp bana bakıp gülümsedi. ''Babbba.'' dedi gülümseyerek. Ozan aklına nereden gelmişti bilmiyordum. Gülümsedim. Bu sefer de ''Ağnniğ.'' dedi. Daha da gülümsedim.

''Gel bakalım, belki gelmiştir Tuna abi.'' dedim ve onu resepsiyona yürüttüm. Birkaç adım sonra resepsiyonu görmeme engel olan büyük kolonu geçtim. Gözlerim önce resepsiyon masasının hemen arkasındaki büyük saate takıldı. Saat 14.47'ydi. Gözlerim saatin ardından masanın önünde hararetli bir sohbete dalmış iki kişiye takıldı.

Bunda anormal bir şey yoktu. Resepsiyonda herhangi iki kişi hararetli bir konuşmaya dalmış olabilirdi. Ama gördüğüm kişiler herhangi iki kişi değil, Deniz ve Uygar'dı.

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetmiş, olduğum yere çakılmıştım.

Olduğum yere çakılmanın hiç zamanı değildi, acilen bir şeyler yapmalı, duygularımı sonra yaşamaya başlamalıydım.

Beni görmemesi gerekiyordu. Burada ne işi vardı? Neden gelmişti? Tamam, Uygar'ın geleceğini bildiğim için kendimi bu gerçeğe hazırlamıştım. Ama Deniz neden buradaydı?

Panikle hemen yanımdaki kolonun arkasına saklandım. Ve tir tir titreyen elimle arka cebimden telefonumu çıkartmaya çalıştım. Olmuyordu, neden olmuyordu? Günde bin beş yüz kere yaptığım şeyi şimdi neden yapamıyordum? Sağ elinle sol arka cebine ulaşmaya çalıştığın için olmasın Ada?

''Offfffff.'' dedim sinirle ve sol elimi tutan Mavi'nin elini bıraktım. Elimi arkama attım. Telefonu çıkarttım. Buraya kadar hiçbir sorun yoktu. Ekranı açtım, daha sonra yapmam gereken şey rehbere girmek ve Sarp'ı aramaktı. Ama evren bana bambaşka bir plan hazırlamıştı.

Telefonum yere düştü ve sanki biri iple çekiyor gibi uzağa fırladı. ''Offfffff.'' dedim yine. Ardından hızlıca telefonumu yerden aldım ve sonunda Sarp'ı aradım.

''Geliyorum Ada, yoldayım.'' dedi. ''Geç kaldım biraz. Trafik vardı.''

''Hiç gelme Sarp. Deniz burada. Uzaktan gördüm. O buradayken otel falan gezemem ben.''

''Ee en son şirketteydi o. Otele mi geçmiş?''

''Evet, bak hemen Uygar'ı ara. Ona de ki Adelia Hanım uçaktan daha yeni inmiş. Oteli gezmek istemiyormuş çünkü yorgunmuş. Noter için de geç kalındı zaten, yarına ertelesek olur mu?''

''Ya Ada. Ne malum Uygar ya da Deniz'in yarın da otele veya notere gelmeyeceği? Hadi bugün kaçtın diyelim. Öyle bir şey olursa yarın ne yapacaksın?''

''Bilmiyorum Sarp. Bugün olmaz. Olmaz çünkü hiç hazır değilim ben böyle bir şeye. Şirket avukatına vekâlet verir diye düşünüyordum. Kendi mi satacak oteli?'' dedim. Aslında kendi kendime konuşmuştum ama Sarp yine de beni yanıtlamıştı.

''Satmaz Ada. Seni oteli almaktan vazgeçirmek için gelmiştir o. Oteli satmak için değil. Satacak olsa çoktan vekâlet verirdi. Uğraşmaz çünkü o. Bütün işlerini avukatları yaptı.''

''Offff.'' dedim ve etrafıma bakındım. ''Mavi.'' dedim panikle. ''Sarp, Mavi yok.”

Telaşım bütün kanı hızla pompalamama sebep olurken sağa sola yürümeye başladım. Mavi ne zamandan beri yanımda yoktu bilmiyordum.

''Panik yapma Ada. Otelde değil misin zaten? Nereye gidecek çocuk? Biri görür illa''

Adımlarım hızlandı, kolonun arkasından çoktan çıkmış, Uygar ve Deniz'in görüş alanına girmiştim. Ama yine de onlara doğru dönmemiş, otelin giriş kapısına doğru bakıyordum. Mavi bu tarafa gitmiş olmalıydı. Saçmala Ada minicik bebek koskoca döner kapıdan nasıl çıksın? Çıksa bile güvenlik mutlaka görür değil mi?

Ağlama sesleri duymaya başladım. Belki de uzun süredir ağlıyordu ama ben telaştan yeni duymuştum. ''Kapatıyorum Sarp.'' dedim ve artık kaçışım olmadığı için arkama döndüm. Uygar Mavi'yi kucağına almış, söylene söylene bana doğru geliyordu. Olduğum yerde kalakalmıştım. Ben şimdi ne yapacaktım? Elim ayağım boşalmıştı. Ya beni tanırsa diye endişe etmekten kalbim kasılıyordu.

Uygar yanıma geldi. Mavi'yi bana uzattı. Kucağıma alır almaz bütün yüzünü öpücüklere boğdum. Uygar bana şaşkınlıkla baktı. ''Hanımefendi çocuğunuz lobide fink atıyor, telefonunuza bakacağınıza çocuğa baksanıza.'' dedi. Hiçbir şey diyemedim. Sadece gülümsedim, telaşla arkama döndüm ve koşar adımlarla kendimi dışarıya attım.

807 gün sonra Deniz'i gördüğüm için mi, panik yaptığım için mi, yoksa Mavi'ye göz kulak olamadığım için mi ağlıyordum bilmiyordum ama hıçkırıklarım asla durmuyordu. Gözyaşlarımı silmeye bile takatim yoktu. Az ilerideki banka koştum ve oturup Mavi'ye sıkı sıkı sarılıp ağlamaya devam ettim. Ağladığım için korkmuştu ve artık o da ağlıyordu. Kendime mi hakim olsam yoksa Mavi'yi mi sustursam bilmiyordum. Nefesim kesilmişti.

Deniz'i çok özlediğimi biliyordum ama bu kadar özlediğimi bilmiyordum. Ciğerlerim acımıştı özleminden. Görünce anlamıştım. Onu görünce özlemimin zannettiğimden daha fazla olduğunu anladığımda yere yığılacak gibi olmuştum. Onu kafayı yiyecek kadar özlemiştim ama bu bile beni ona götürmeye yetmiyordu. Ben bu kadar çaresizlikle ne yapacaktım?

807 gündür hiçbir şeye adapte olamıyordum. Yaşamak da buna dahildi.

İyi hissetmiyordum, hiç iyi hissetmiyordum. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum ama bağırmaya başlarsam da susamam diye korkuyordum.

Nefes aldım, nefes verdim. Nefes aldım, nefes verdim. Gözlerimi kapattım. Deniz'in az evvelki halini getirdim gözlerimin önüne. Saçları uzamıştı. Sakallarına karışmıştı. Gözlerinin ışıltısı sönmüştü. Ama hala çok yakışıklıydı. Benim sevgilim bana sadece metrelerce uzaktaydı ama koşup boynuna atlayamıyordum bile. Burada bir banka oturmuş, çaresizce, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Yani ne olurdu ona doğru koşsaydım, ne olurdu o da kollarını açmış beni bekliyor olsaydı?

Çok seviyordum onu. Hala çok seviyordum. Onun sevgisi bir bıçaktı ve ben durmadan o bıçakla içimi deşiyordum. Canım çok yanıyordu. Sanki o bıçakla içimi deşmeye devam etmezsem, o yara iyileşirdi. Ama ben o yarayı iyileştirmek istemiyordum çünkü onun acısını bile içimde taşımak istiyordum.

Unut. diyordu Ozan sürekli. Vazgeç. diyordu. Unut demek çok kolaydı. Vazgeç demek de çok kolaydı. Biliyordum kolaydı ki ağzından başka bir şey çıkmıyordu. Ama söylediklerini eyleme geçirmek çok zordu. O bunu anlamıyordu. Yaşanmışlıkları silmek, ellerimden ellerinin izlerini silmek hiç kolay değildi. Unutmayacaktım. Vazgeçmeyecektim de.

Dünya bizi burada karşılaştıracak kadar çok küçüktü. Ama dünya bu kadar küçükse Deniz neden bana bu kadar uzaktı?

Nefes alamıyordum. Yakalandığım ağlama krizi tahmin ettiğimden de kötüydü. Hiç susmayacak, hiç sakinleşmeyecek gibi hissediyordum.

Mavi elini yanağıma koydu. Avucunun içini öptüm.

Üzülmek değildi bu yaşadığım. İçimin parçalanması gibi bir şeydi. Tanımı yoktu. Yazılmıyordu, söylenmiyordu. Hiçbir kelime bulunduğum durumu ifade etmeye yetmiyordu. Biz neden bu hale gelmiştik? Bizim hikayemiz neden yarım kalmıştı? Ben neden bu hikayeyi bitirmeye mecbur bırakılmıştım? Artık ikimizi yan yana bile düşünemiyordum. Öyle bitirmiştim ki bizi, birimiz diğerinin fotoğrafını yakasına asmış gibi olmuştu sonumuz.

Yüzünü bir defa görsem bununla yetinmeyi bileceğimi zannediyordum hep. Yetinmemiştim. İnsan her zaman daha fazlasını istiyordu. O hayran olduğum, aklımdan bir an bile çıkmayan yüzünü 807 gün sonra görmüştüm ama görmek yetmemişti. Şimdi yüzüne dokunmak, parmaklarımı sakallarının arasında dolaştırmak ve uzun uzun yüzünü izlemek istiyordum. Belki böyle teselli bulurdum. Yüzüne dokunursam derdim kalmayacaktı. Bunu iliklerime kadar hissediyordum ama yüzüne dokunamıyordum.

Derin bir nefes daha aldım. 807 günde son bulmuştu sanki özlemim. Artık günleri saymayı bırakacaktım. 808 gün olmadan 807'de bitmişti onu göremediğim günler. Sanırım kader bana acımıştı. 808'e dayanamayacağımı anlamış olmalıydı. Olmaması gereken bir rastlantıydı ama şimdi yaşadığım korkuya rağmen yeniden doğmuşum gibi olmuştu. Tam umudumu yitirmişken, yürüyecek dermanım kalmamışken, düşmeye yakınken, bir adım ötemde boyumdan büyük bir çukur varken çıkmıştı karşıma. İyi ki de çıkmıştı.

Biraz toparlanınca farkına vardığım şey beni dehşete düşürmüştü. Hemen Sarp'ı aradım. Anında açmıştı. ''Sarp lütfen bana Uygar'ı aramadığını söyle.''

''Çoktan aradım Ada. Ne oldu?''

''Siktir.'' dedim kendi kendime. ''Ne dedin peki?''

''Adelia Hanım uçaktan yeni indi, oteli gezmek istemiyor çünkü çok yorgun. Yarına erteleyelim mi? dedim.''

''Allah kahretsin ya. Biraz önce beni gördüler Sarp.'' dedim. Mavi halime üzülmüş olmalı ki gözyaşlarımı sildi, yanağımı minicik öptü, kollarını boynuma sardı.

''Yarın seninle tanıştığında anlayacak yani.'' dedi Sarp. ''Uçaktan yeni indiğinizi öğrendiğimiz vakitlerde sizi otelde gördük. Bu nasıl oluyor? diye sorarlar adama. Ah Ada ah. Savaş haklı. Önünü arkasını düşünmeden bam güm aklına ne gelirse yapıyorsun.''

''Ya ne yapayım Sarp? Panik yaptım. Ne yapacağımı bilemedim. Ne yapacağım ben şimdi?''

''Bilmiyorum Ada. Ayıkla bakalım pirincin taşını. Söylemeden önce düşünecektin. Ah ah.''

''Offf. Neredesin sen şimdi? Geri mi döndün?''

''Yok, ilk aradığında çok yakındım zaten. Birazdan otele varacağım.''

''Tamam. Bir an önce uzaklaşmak istiyorum buradan. Ödüm kopuyor açık vereceğim diye.''

''Verdin sen vereceğin kadar açık. Neyse hadi kapatıyorum. Park edeceğim şimdi. Açık otoparka gel.''

''Tamam.'' dedim ve telefonu kapatıp otoparka ilerledim.

***

Sarp beni aldıktan sonra, önce Mavi'yi birkaç saatliğine Savaş'ın yanına bıraktık. Sonrasında da bir kafeye gittik ve belki saatlerce oturup bundan sonra nasıl adımlar atacağımı konuştuk. Bugün bir hata yapmıştım. Nasıl telafi edeceğimi bilmiyordum. Belki de en iyisi akışına bırakmaktı. ''Ee planımız ne şimdi?'' dedi Sarp. Arkama yaslanıp sigara paketimden bir sigara çıkarttım ve yaktım. Mavi yanımda diye saatlerdir içememiştim. Şimdi biraz sakinleşebileceğimi umuyordum.

''Beni onun gittiği gece kulübüne götürür müsün?'' dedim. Sigaramdan büyük bir nefes çekip göğe doğru üfledim.

''Ya sen daha bu sabah Deniz'le karşılaştın diye panik yapmamış mıydın Ada? Sabahtan bu yana ne değişti? Hani korkuyordun? Hani hazır değildin? Kendini niye önüne atmak istiyorsun şimdi adamın?''

''Geçti benim paniğim. Uygar tanımadı beni. Deniz de tanımaz.''

''Ağzımı bile açmadım Uygar'ın karşısında demedin mi sen Ada? Sesini mi duydu? Duysa tanırdı eminim ki. Tamam saçın, kaşın, gözün farklı ama yüz hatların hala aynı. Yani ne bileyim? Çene yapın aynı, dişlerin aynı, gülüşün aynı. Bunlar seni ele verir. Hiç korkmuyor musun?''

''Konuşmayacağım ki Deniz'le. Sadece uzaktan bakacağım. Lütfen Sarp. Onu çok özledim. Hem belki kulüpte bile değildir.''

''Sen neden hep kendi kendine acı çektiriyorsun Ada? Hani önce Cemre'nin Melih ve Özgür'ün yerini ifşalamasını bekleyecektik? Hani ondan sonra çıkacaktın herkesin karşısına? Ne oldu da değişti planın?''

''Hayat planladığımız gibi gitmiyor hiçbir zaman. Ben Deniz'in evlenme teklifine evet dediğim an olayların buraya geleceğini hiç düşünmemiştim mesela. Tamamen planlarıma aykırı bu yaşadıklarım. Benim şu an Deniz'in yanında olmam lazımdı ama bak neredeyim? Üstelik olduğum kişi bile değildim.''

''Ben sana artık yetişemiyorum Ada. Sabah söylediğin şeyle akşam söylediğin nasıl birbirinden farklı olabiliyor? Madem kararlaştırılan plana uymayacaksın biz niye böyle buluşup buluşup kafa patlatıyoruz? Hiç düşünmeyelim o zaman. Hiçbir şey planlamayalım. Anlık ne geliyorsa aklına, gelişine onu yaşayalım. Random hayat, ne güzel.''

''Sen hiç aşık olmadın mı?'' dedim içime bir duman daha çekerken. ''Aşk, hayatı altüst eder. Aşk, planları altüst eder. Aşk, insanı da altüst eder.''

''Saçmalık.'' dedi Sarp ve sigarasını söndürdü. ''Senin kadar kendi hayatını mahvetmeye meyleden bir insan tanımadım. Kendini düşün artık.''

''Bir gün aşık olduğunda tam karşına geçeceğim ve tam da bu cümleleri kuracağım sana. O zaman beni anlarsın umarım.'' dedim ve ben de sigaramı söndürüp ayağa kalktım. ''Ben gidiyorum Sarp. İster gel ister gelme.''

Sarp sabır dilendi ve masaya hesaptan fazla olduğunu tahmin ettiğim bir parayı koyarak ayağa kalktı. ''Allah'ım sen bana sabır ver.''

***

Yarım saat sonra gece kulübüne varmıştık. İçerisi çok kalabalıktı. Müzik çok yüksekti. Lazer ışıklar duvarlarda dans ediyordu. ''Ne işimiz var bizim burada amına koyayım ya?'' dedi Sarp. O kadar huysuzdu ve ben onu o kadar seviyordum ki ona hiç kızamıyordum. Aramızda hiçbir zaman patron-çalışan ilişkisi olmamıştı. Arkadaştık biz esasında. Ve ben onun en çok sahte olmayışını, düşündüğü her şeyin dilinde olmasını, insanlar ne der diye düşünmeden düşüncelerini rahatça söylemesini seviyordum. Asla çekinmiyordu.

''Sorsan arkadaşız seninle.'' dedim yüzümü asarak. ''Arkadaşlar birbirlerinin yanında olurlar, birbirlerine destek olurlar. Her zaman birbirlerinin iyiliğini düşünürler.''

''Ben de zaten tam da bu saydığın sebeplerden yanında değil miyim Ada?''

Omuz kıstım. ''Sus o zaman Sarp.'' dedim ve koluna girip onu boş bir masaya doğru yürüttüm. Bulduğumuz ilk yere karşı karşıya oturmuştuk. Ben bir margarita söylemiştim, Sarp ise bira tercih etmişti. Birbirimizi duymadığımız için muhabbet etmeyi bırakmıştık. Tek yaptığım etrafı seyretmekti. Deniz yoktu.

Yarım saat kadar bekleyip otele dönecektim. Bekledim. On beş dakika sonra Deniz de gelmişti. Görüş açısında değildim. Beni görmüyordu. Mekanda hoparlörü patlatırcasına Nil Karaibrahimgil- Seviyorum Sevmiyorum çalıyordu. Bir yandan şarkıyı söylüyor, bir yandan ritme uygun başımı sallıyor, bir yandan da Deniz'i izliyordum.

Bar kısmına oturdu, sadece bir dakika sonra yanında bir kadın bitiverdi. Bu kadın kimdi?

Müzik sesi biraz olsun kısıldığında gözlerimi Sarp'a diktim. ''Kim bu kadın?'' dedim bakışlarımla Deniz'in olduğu tarafı göstererek. Sarp başını arkasına çevirdi ve kısacık bir süre sonra tekrar bana döndü.

''Herhangi biri.'' dedi Sarp umarsızca.

''Herhangi biri ne demek Sarp?'' dedim kaşlarımı olabildiğince kaldırarak. Gözlerimi kocaman açtım. ''Sarp, koluna girdi kadın Deniz'in!''

''Sabret Ada.'' dedi Sarp ve ağzına birkaç tuzlu fıstık atıp birasını yudumladı.

Benim ''Ne sabretmesi?'' dememle Deniz'in bir hışımla olduğu yerden kalkıp kadına bağırmaya başlaması aynı ana denk gelmişti. ''Deniz buraya her geldiğinde illa kadının biri yanına gidip Deniz'e asılıyor. Ama Deniz her defasında savuşturuyor başından.'' dedi Sarp, duymam için başını biraz bana doğru uzatmış, ses seviyesini de arttırmıştı. ''Bak şimdi Evliyim. diyecek. Ağzını oku.'' Ağzını okumama gerek yoktu, müzik sesi kısıldığı için söylediği her şeyi alenen duyabiliyordum.

''Sana daha kaç kez evli olduğumu söylemem gerekiyor?'' dedi Deniz bağırarak. Etrafını gazeteciler sarmıştı, ne zaman buraya doluştukları hakkında hiçbir fikrim yoktu.

''Hani nerede karın? Ben neden göremiyorum senin karını?'' dedi Deniz'e asılan ahlaksız kadın bağırarak. Ayağa kalkıp Buradayım. dememek için kendimi zor tutuyordum.

Flaşlar patlıyordu ve flaşlar patladıkça Deniz yüzünü kapatıyordu. Görüntü alınmasını istemediğini anlayabiliyordum.

''Hay sikeceğim.'' dedi Deniz sinirle. ''Sen mi çağırdın bunları buraya?''

''Ne çağıracağım ya? Manyak mısın nesin?'' dedi kadın ve üstünü başını düzeltti.

Güvenlikler koşarak Deniz'in yanına gelmişti. ''Deniz Bey, her şey yolunda mı?'' dedi bir tanesi.

''Bu kadını götürün hemen buradan! Evliyim diyorum evliyim. Nesini anlamıyor bunun?'' dedi Deniz.

Güvenlikler kadını yaka paça dışarı çıkartırken Deniz yerine oturdu, birkaç dakika sonra da yanına Ece geldi. Uzun bir süre konuştular. Ece'nin ya da onunla minicik de olsa iletişim kuran herhangi bir kişinin yerinde olmak için neleri feda edebileceğimi düşündüm. Çok şeyi feda ederdim. Kendimi bile.

Margaritamı kafama diktim. ''Gidelim Sarp.'' dedim bardağımı masaya bırakırken. ''Durmak istemiyorum ben burada daha fazla.''

***

Mekandan çıktıktan sonra elimi göğsüme koyup derin derin nefes almaya çalıştım. Hıçkırıklarım durmuyordu. ''Ne oluyor Ada?'' dedi Sarp. Bir elini sırtıma koydu, bir eliyle de göğsüme tuttuğum kolumu tuttu. Hıçkırdım ve içime bir nefes çekmeye çalıştım. Olmuyordu. ''İyi misin Ada?''

''Sarp ölmek istiyorum.''

''Saçmalama Ada. Nereden çıktı şimdi ölmek? Bak ne güzel iyiydin içeride. Deniz'i gördüğün için mutlu olman lazımdı senin.''

''Değilim Sarp. Değilim.'' dedim yutkunup. ''Hani şarkıda diyor ya, ben de bağıra bağıra söyledim içeride. Ben seni kopardım attım. Kendimi toparlıyorum. diyor hani.'' İçimi çeke çeke ağlamaya başladığımda Sarp beni arkamızdaki kaldırım taşına oturttu. ''Ben onu kopartıp atamıyorum Sarp. Kendimi toparlayamıyorum.''

''Sshh, tamam sakin ol.''

''Birilerinin yanından geçiyor belki de gün içinde. Öyle tesadüfen herhangi birinin yanından geçiyor mesela. Kafalarını kaldırıp bakmıyorlardır bile. Onların yerinde olmak için neler vermezdim.''

''Ada, yalvarıyorum bak sakin ol. Pişman olmak üzereyim seni buraya getirdiğime.''

''Yanından öylece geçip gidenler, gülümsediğini görebilenler, onun yanında yer bulabilen herkes ne kadar şanslı.'' dedim ve elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Ardından ellerimi yüzüme kapattım.

''Ne gülümsemesi Ada? Deniz'in senden farklı olduğunu mu düşünüyorsun? Gülmüyor o sen gittiğinden beri. Onun yanında yer bulan kimse yok ayrıca. Bir tek Uygar kaldı yanında. Çok iyi olduğunu mu zannediyorsun sen onun?''

''Eskiden olsa o kadının beş metre yakınına yaklaşmasına izin vermezdi!'' dedim ellerimi yüzümden çekip. Ardından hızlıca ayağa kalktım. ''Şimdi bırak beş metre yaklaştırmamayı, el alemin kadının dokunmasına izin veriyor.''

''Ya Ada.'' dedi Sarp inanamayarak. ''Sen çok mu farklıydın? Deniz'i unutmak için Fransa'da kaç tane tanımadığın adamla buluşup bir şeyler içtin.''

''Ben kimsenin bana dokunmasına izin vermedim ama!'' dedim, olduğum yere çakılmış, Sarp'a yaşlı gözlerle bakıyordum. ''Ayrıca ben bir gün geri dönebileceğime hiç inanmadım. Deniz'i unutmak zorunda olduğuma inandım hep.''

''Bu seni haklı yapmaz. Deniz kimseyle kendi rızasıyla buluşmadı mesela. Hep birileri musallat oldu başına. Off biz ne konuşuyoruz ya? Bıktı adam Ada. Kaç tane kadın geldi, hepsini kovuyor başından. Bazılarına engel olamıyor işte böyle. Daha önce de oldu. Sürtüğün teki gelip Deniz'e asıldı diye suçlu Deniz mi oluyor? Sen de duydun Evliyim ben. diye bağırdığını.''

''Bağırsa ne olacak ya?'' dedim ve elimin tersiyle burnumun ucunu sildim. ''Niye aramaktan vazgeçti madem karısını? Savaş anlattı her şeyi düğünümüzde ona. Tehdit aldığımı biliyordu. Buna rağmen bile isteye gittiğimi mi düşünüyor? Tamam, o evden kendim çıktım. Ben kendim çıktım ama ben buna mecbur bırakıldım. Deniz gidişimin altındaki nedenleri hiç mi düşünmedi? Öylece kabullendi mi?''

''Sen nasıl geri döneceğine kendin inanmadıysan, Deniz de bir gün senin gelmeyeceğine inanmaya karar vermiştir belki Ada. Ne bileyim ben?''

Yere çöktüm ve yüzümü tekrar kapattım. ''Nefes alamıyorum artık.'' dedim. ''Sarp ben çok yoruldum.''

''Zor bir gündü.'' dedi Sarp saniyeler sonra. ''Seni otele bırakayım artık.'' Beni yerden kaldırdı ve arabaya yürüttü.

''Evimi çok özledim.'' dedim burnumu çekip. ''Çalışma odasında ellerimizin izi var biliyor musun? Benim elimin izi sarı renk. Deniz'inki lacivert. O izleri görmeyi çok özledim. Sence hala duruyor mudur o izler?'' dedim. Sarp cevap vermemişti. Sarp nereden bilecekti? ''Resepsiyon zilim vardı benim.'' dedim gülerek. ''Üstünde Ring For A Kiss yazıyor. Deniz beni ilk öpmek istediğinde o zile basmıştı. Yatak odamızda duruyordu. Benden vazgeçtiyse o zili de atmıştır bence.'' dedim ve ellerimle yüzümü sildim. ''Bebeklik battaniyesini aldığımı fark etti mi acaba? Toprak doğsaydı.'' Tekrardan içimi çeke çeke ağlamaya başladım. ''Çocuğumuz doğsaydı o battaniyeyle, babasının battaniyesiyle örtecektim onu.'' Sarp kapımı açtı, beni oturttu. ''Çocuğumuz öldü ama bizim.'' dedim. ''Cinsiyetini öğrenecek kadar yaşamadı bile ama bence erkekti.'' Gülümsedim. Sarp kapımı kapattı ve koşa koşa kendi koltuğuna geçti. ''Anneler hisseder bence. Oğlumuzdu o bizim. Ama öldü. Taşıyamadım ben onu. Ben Deniz'den giderken bebeğim de benden gitti.''

Ben konuşuyordum, Sarp susuyordu. Bütün bunları ona belki de bininci kez anlatıyordum. Sabırla dinliyordu. ''Ben bizi temsil eden resmi yırttığımda çok üzülmüştü. Bir görseydin o halini. Yıkılmıştı. Fransa'da o resme benzeyen bir sürü resim yaptım. Hiçbiri o resim kadar güzel olmadı Sarp. Biz de bir daha öyle güzel olmayacağız demek ki.''

''Olursunuz.'' dedi Sarp. Delirmeyeyim diye söylediklerime cevap vermeye karar vermiş olmalıydı.

''Kış bahçemiz vardı. Yarısını spor aletleriyle doldurmuştu, benim için yapmıştı bunu.'' dedim. ''At aldım ben ona. Kömür'dü adı. Benim gözlerim gibi, saçlarım gibi simsiyahtı. Kömür olsun mu adı? diye birden soruvermiştim. Olur. demişti hemen.'' Derin bir nefes aldım. ''Böyle bir sevgi hiç yaşanmamış gibi yaşamaya devam etmek çok zor.''

Sarp içli bir nefes verdi. Sanırım anlattığım şeylerden artık sıkılmıştı. ''Seni otele bıraktıktan sonra kulübe tekrar döneceğim. Deniz'i takip etmek için.'' dedi. Başımı yavaşça ona doğru çevirdim. ''Eser Cemre'yi yakaladı, sonrası yok. Aksiyon almadılar hala. Üç gün oldu nerede, nasıl saklıyorlar bu kızı?'' dedi. Bilmiyordum. ''Belki bu gece Deniz Eser'e gider ve ben de Cemre'nin nerede olduğuna dair bir şeyler öğrenirim.'' Ağzımı açacak gibi olsam da beni susturdu. ''Hayır Ada, sen otelde kalıyorsun.''

''Ama Sarp.''

''Ya ne planlıyorsun Ada? Öğrendin diyelim. Bulduk hatta Cemre'yi. Ne yapacaksın orada ona? Hadi öğrendin Cemre'den Melih ve Özgür'ün yerini, ona da tamam. Cemre'yi yok ettin bir de üstüne. Sonra ne yapacaksın mesela? Hiç düşündün mü?'' Başımı iki yana salladım. ''Bakkala gider gibi gidemeyiz oraya. Plan yapmamız lazım. Önlem almamız lazım. O yüzden önce ben öğreneceğim. Sonra bakacağız ne yapacağımıza. Zaten sabahtan beri ölü gibisin. Git dinlen Allah aşkına, düşüp bayılacaksın yanımda. İş açma hiç benim başıma.''

''Sarp iki yıldır tek amacım bu kızı bulabilmek benim.''

''Eser buldu işte bak bizim yerimize, iyi de oldu. Beni büyük dertten kurtardı vallahi. Laf aramızda angarya işlerden hoşlanmıyorum. Hiç uğraşamazdım Cemre'yi zapt etmekle falan.'' dedi biraz olsun gülümseyerek. Ben de güleyim diye gülüyordu.

''Seni aradığım an telefonunu açacaksan, tamam.''

''Açarım Ada. Ama önce şu otele gidelim, sen insan gibi güzelce uyu, ben telefonunu açarım.''

Gözlerimi devirdim ve başımı cama yaslayıp yolu izledim. Kısa bir süre sonra Savaş'tan Mavi'yi almış, otele varmıştık.

***

807 numaralı odanın kapısından içeriye girdim. Bu otele geldiğimizde birkaç saatliğine de olsa Deniz'le bu odada kalmıştık. Bu yüzden yine bu odada kalmak istemiştim. Şansın benden yana olmasına alışkın olmadığım için odanın boş olmasına epey bir şaşırmış, ardından hemen rezervasyon yaptırmıştım. Üç gün öncesiydi. Ben sırf aynı oda olsun diye 807'yi seçerken hayat bana bir sürpriz daha hazırlamıştı. Deniz'i 807 gün görmemiştim. Ve ben rezervasyon yaparken onu 807 gün görmeyeceğimden bir haberdim. Tuhaf bir tesadüftü çünkü Deniz'in yüzünü görmediğim günler 807'de son bulmuştu. 808'e müsaade etmemişti kader. Belki de odanın bir büyüsüydü. Bilmiyordum.

Mavi'yi yatağa bıraktım, kollarımda uyuyakalmıştı. Düşmemesi için iki yanına yastık koydum ve banyoya girip hızlandırılmış bir duş aldım.

Mavi hala uyuyordu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek valizimi açtım. Elime ilk denk gelen derin v yaka bir bluzu ve midi boy bir şortu üzerime geçirip Mavi'nin yanına kıvrıldım. Mis gibi kokuyordu ve onun kokusuyla uykuya dalmamak mümkün değildi.

***

2 Mart, Çarşamba
Sabaha karşı 04.22

Odamın kapısından gelen tıkırtı sesleriyle gözlerimi araladım ve saniyelik bir hızda yerimde doğrulup kendime gelmeye çalıştım. Biri kapımı açmaya çalışıyordu. Kapıyı kim açıyor Ada? Bilmiyordum.

Yüksek sesli bir nefes alıp ayağa kalktım ve Fransızcamı yokladım. Alarm sesleri gelmeye başladığında olduğum yerde kalmıştım. Biri odaya girmeye çalışıyordu. Beynim o kadar durmuştu ki ne yapacağımı şaşırmıştım. Saat gecenin bir körüydü. Kapıdan neden ses geliyordu?

Cesaretimi topladım ve kapıya yaklaşıp bir şeyler mırıldandım. Sen Fransız'sın Ada. Unutma. Fransızca mırıldan!

''Gece gece ne oluyor?'' dedim, sesim pürüzlü ama Fransızca çıkmıştı. ''Kim var dışarıda?'' Kapıyı hızla açtım ve kart okuyucuya baktım. Ardından başımı hızla kaldırdım, saçımı kulağımın arkasına attım ve tam karşımda duran kişinin yüzünü yüzüme sabitledim. Aynı saniyelerde de dudaklarım da boş durmamış, ''Sapık mısınız bu saatte, ne oluyor?'' cümlesini mırıldanmıştı.

Kapıda herkes olabilirdi. Otel sahibi, kat görevlisi, Sarp, Savaş, Ozan, bir sapık hatta bir katil. Herkes olabilirdi. Herkesi görmeyi bekleyebilirdim ama Deniz'i görmeyi asla bekleyemezdim.

Onun burada, bu saatte ne işi vardı?

Kapıyı açmamla bana kilitlenip kalması bir olmuştu.

Beni izledi, onu izledim. Kaç saniye ya da kaç dakika sürmüştü bilmiyordum. Sanki bir asır geçmişti. Neden böyle dikkatli baktığını anlamıyordum. Beni tanımış mıydı? O yüzden mi gelmişti?

Bakışları sürekli tam göğsümün üzerine yaptırdığım kalp ritimlerinden oluşan dövmeme gidiyordu. O kalp ritminin kendisine ait olduğunu bilmeden bakıyordu bana.

Eğer biraz daha susmaya devam edersem kendimi açık edeceğimden korktum ve bir şeyler söylemeye karar verdim. Bu sefer İngilizce devam ettim çünkü Deniz Fransızca bilmiyordu. ''Neden kapımı açmaya çalışıyorsunuz?'' dedim. Bana dünyanın en zor sorusunu sormuşum gibi baktı. Neden bildiği bir dili unutmuş gibi davrandığını anlayamıyordum. Neye takılmıştı bu kadar? Neden bu kadar dikkatli bakıyordu?

''Your key is left outside the door.'' dedi alelade bir sesle. Anahtarın dışarıda kalmış Ada!

Bakışlarımı elindeki kart anahtara çevirdim. ''Ahhh.'' dedim. Elindeki kart benimdi. Elimi uzattım ve sanki benden zorla almış gibi anahtarı hızlıca çekip elinden aldım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Neyse ki imdadıma Mavi yetişti. Ağlıyordu. ''Thank you.'' dedim kısaca. Deniz arkasına döndü ve odasına doğru ilerledi.

***

Sabah gözlerimi açtığımda gece yaşadığım şeyin rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Milyonda bir olacak ihtimallerden biri gerçekleşmişti ve Deniz benim odamı bulmuştu. Tamam, beni tanımamıştı, kapıma beni tanıdığı için gelmemişti. Anahtarım kapıda kaldığı için incelik yapmak adına benim kapımın önünde bulunmak zorunda kalmıştı. Ama bu tesadüf nasıl olmuştu da bizi bulmuştu? Ve ben anahtarı nasıl olmuştu da kapıda unutmuştum? Ya Deniz gelmeseydi ve yabancı biri odaya dalsaydı ne yapardın Ada? İşte bunu gerçekten bilmiyordum.

Mavi'yi giydirip aşağı indiğimde saat sabah 09.17'yi gösteriyordu. ''Bak, baba geliyor.'' dedim işaret parmağımın ucuyla hemen ilerimizdeki arabayı Mavi'ye işaret ederken.

''Babbba.'' dedi Mavi kucağımda heyecanla zıplarken. ''Geyydi babba.''

''Geldi güzelim.'' dedim ve mis kokulu yanağına bir sürü öpücük bıraktım. ''Yesin mi seni Ada ablan? Yesin mi?'' dedim ellerini minik minik ısırırken. ''Yesin bence, tatlı olmasaydın bu kadar.'' diye kıkırdadım. Kısa bir süre sonra Ozan yanımızda belirdi. ''Günaydın.'' dedi kollarını Mavi'ye uzatıp. Mavi yıllardır bunu bekliyormuş gibi ellerini boynumdan çekti ve Ozan'a uzattı.

''Günaydın.'' dedim Mavi'yi ona uzatırken.

''Babasının bi' tanesi.'' dedi Ozan Mavi'yi kucağına aldığında. ''Nasılsın Ada?''

''İyi.'' dedim. ''Hemen gidecek misin? Çay içseydin ya hazır geldin buraya kadar.''

''Yok ya İpek bekliyor, gidelim.'' dedi Mavi'yi öperken. Ozan haklıydı anneler çocuklarını bu kadar çok beklememeliydi, hem zaten Mavi annesini özlemişti. İpek'in de Mavi'den bir farkının olmadığını tahmin etmek zor değildi. O bizden bir hafta önce gelmişti Türkiye'ye. Mavi burnunda tütüyor olmalıydı. ''Selamı var. Tekrardan çok çok teşekkürlerini gönderdi.''

''Aman Ozan. Sanki ne yaptım? Alt tarafı o yokken bir hafta Mavi'ye baktım.'' dedim kocaman gülümseyerek. ''Annesi daha iyi mi İpek'in?''

''İyi iyi. Birkaç güne daha da toparlar. Yarın dönüyoruz zaten hep birlikte Fransa'ya.''

Yüzüme acı bir tebessüm yerleşti. Mavi'ye çok alışmıştım. Fransa'dayken Ozan ve İpek beni hiç yalnız bırakmamıştı. Bu sayede Mavi'yle çok güzel bir bağımız olmuştu. Oradaki evimde ona ait bir beşik bile vardı. Çünkü ara sıra Mavi'yi bana bırakıyorlar, beraber birkaç günlük tatile gidiyorlardı. Seve seve kabul ediyordum çünkü Mavi'yi çok seviyordum. Çocuğumu kaybetmemin acısını Mavi'nin varlığıyla atlatmıştım.

Mavi 17 aylıktı. Eğer ben çocuğumuzu kaybetmemiş olsaydım 19 aylık olacaktı. Yani hemen hemen Mavi'yle akran sayılacaktı. Derin bir iç çektim. Mavi'yi çok özleyeceğimi içten içe biliyordum ama ona veda edeceğimi kabul etmek de istemiyordum. Ama şimdi sanırım veda vakti gelmiş, çatmıştı. Onu son kez öptüm ve hem babasından hem annesinden aldığı o eşsiz güzellikteki mavi gözlerine baktım. Veda ettiğimizi anlamış olacak ki ağlamaya başladı. Ve bu sefer Ozan bile sakinleştirememişti.

''Kaçalım biz artık.'' dedi Ozan dostça koluma vurarak. ''Yoksa susmayacak bu kız.''

Gülümsedim ve Mavi'nin çantasını ona uzattım. ''Eşyaları içinde. Pembe sincabı da içinde.'' dedim, neden ağlıyordum ki şimdi?

''Yapma Ada. Yine görüşeceğiz. Mavi'yi unutturmayacağım sana merak etme.'' dedi gülerek.

''Git artık.'' dedim gülümserken. ''Yoksa daha kötü olacağım.''

Yüzüme yerleşen buruk bir gülümseme vardı. Mavi avucunun içini öpüp bana el salladı ve buruk gülümseme gerçek bir gülümsemeye dönüştü.

''Haberleşiriz o zaman.'' dedi Ozan. Başımı salladım, birkaç saniye sonra görüş alanımdan çıkmıştı.

''Günaydın Ada.'' dedi Savaş telefonumu açar açmaz. ''Uyandın mı?''

''Uyandım uyandım. Ozan geldi az önce. Mavi'yi aldı.''

''Alışmıştın ona epey.''

''Öyle.'' dedim yutkunarak.

''Ne yaptın? Yazmadın hiç.''

''Otel işi bugüne kaldı. Birazdan Sarp gelecek. Uygar'la konuşmasını söyleyeceğim ona.''

''Eğer Deniz satmazsa ısrar etme Ada. Dikkatleri üzerine çekeceksin iyice. Zaten yeterince hata yaptın dün.''

''Ne yapmışım ya?'' diye bağırdım.

''Eski sevgilimle daha önce otelinizde kaldım. nasıl bir açıklama Ada? Dünden beri mantıklı bir zemine oturtmaya çalışıyorum. Bana anlatır mısın? Deniz çoktan geçmişe baktırıp, Adelia diye birinin kayıtlarda çıkmadığını öğrenmiştir.''

''Off Savaş, üstüme gelme artık. Yeterince gerginim.'' dedim ve bir sigara yaktım.

''Sadece bu da değil. Sen Deniz'le karşılaştıktan sadece beş dakika sonra Sarp'ın Uygar'ı arayıp Adelia yeni indi uçaktan demesinden bahsetmiyorum bile. Bak bu da yetmiyor gece kulübe gidiyorsun. Dikkat et şu hareketlerine.''

''Off yeter ya. Sarp bir yandan sen bir yandan. Bıktım sizin bana ne yapacağımı söylemelerinizden. Niye arıyorsun ki sen beni? Senin yüzünden Türkçe konuşmak zorunda kalıyorum. Otelin bahçesinin ortasında Türkçe konuşuyorum senin yüzünden. Biri duysa ne yapacağım?''

''Otelden ayrıl şirkete, yanıma gel Ada. Bu otel meselesi fazla uzadı. Ya asıl meseleden uzaklaştık farkında mısın?'' Asıl mesele Cemre'nin Eser tarafından yakalanmış olmasıydı ve Savaş bunu daha dün benden yeni öğrenmişti. ''Cemre'yi bile yeni öğreniyorum ben. Konuşup bir plan yapmamız lazım.''

Cemre'yi Sarp'a sormam gerekiyordu. Dün Deniz'i takip edebileceğini söylemişti ve ben ondan haber alamamıştım. ''Kapatıyorum Savaş, sonra konuşuruz.''

''Ada.'' dediğinde aramayı sonlandırdım ve Sarp'ı aradım.

''Nerede kaldın?'' dedim açar açmaz.

''Sana da günaydın Ada.'' dedi sitemle.

''Aymıyor bana gün. Neredesin?''

''Yoldayım. Uygar aradı. Adelia Hanım gezmeyecek mi oteli? Dün öyle konuşmuştuk. dedi.''

''Dün Deniz'i takip ettin mi sen? Gitti mi Eser'in yanına?''

''Gece kulübüne gittiğimde hala oradaydı. Saat 03.14'e kadar ayrılmadı oradan. Sarhoş olmuş. Taksiye bindi mekandan ayrılınca.''

''Otele geldiğini neden arayıp da haber vermiyorsun sen bana Sarp?''

''Otele mi geldi?'' dedi şaşkınlıkla.

''Bunu benim senden öğrenmem gerekirken sen benden öğreniyorsun.'' dedim öfkeyle gülerek.

''Sen niye bu kadar kızıyorsun ki ben onu anlamıyorum? Bir şey mi oldu?''

''Olmadı Sarp.'' dedim ve derin bir of çektim. ''Gel hadi. Ne olacaksa olsun, artık ben de sıkılmaya başladım şu otel meselesinden.''

''Tamam, az kaldı zaten. Görüşürüz.'' dedi. Telefonu kapatıp otele doğru döndüm. Deniz döner kapıdan çıkmış otoparka doğru yürüyordu. Beni gördü, rotasını değiştirdi ve hızlı adımlarla yanıma ulaştı. Gülümsüyordu. Deniz neden tanımadığı bir kadına gülümsüyor Ada?

''Günaydın.'' dedi İngilizcenin en güzel aksanıyla.

Sorgular gibi baktım ve kaşlarımı kaldırdım. ''Günaydın?''

''Odanızın anahtarını bu sefer de içeride unutmamışsınızdır umarım.'' dedi, daha da gülümserken. Hani ben gittiğimden beri gülümsemiyordu? Gülümsüyordu işte. Tanımadığı bir kadına kocaman gülümsüyordu.

''O bir kere olur.'' dedim kendimden emin bir sesle. Sönmeye yüz tutmuş sigaramdan derin bir nefes çekip sesim kadar emin olmayan bakışlarla onu izledim.

''Bence de bir kere olmalı.'' dedi. ''Çocuğunuz varken üstelik. Ya kötü niyetli biri açmaya çalışsaydı kapıyı ve de girmeyi başarsaydı?'' Çocuğunuz mu? Mavi'yi benim çocuğum mu zannetmişti? Uygar da dün öyle zannetti ya Ada.

''Ne yapayım yani şimdi? Teşekkür ettim ya. Şükran duygularımı bir de ayaklarınıza kapanıp mı göstereyim?'' dedim sinirle. Deniz neden seninle bu kadar ilgileniyor Ada?

Deniz arkamda bir noktaya baktı. Başımı çevirip baktım. Sarp geliyordu. ''Eşiniz geliyor.'' dedi, başımı çevirip tekrardan ona baktım. Dikkatlice beni izliyordu. Sarp'ın eşim olduğunu nereden çıkardığını bilmiyordum. Tamam yüzüğüm hala parmağımdaydı, biriyle evli olduğumu düşünmesi normaldi ama Sarp'ı nereden çıkarmıştı?

''Tercümanım o benim.'' dedim. Sarp o sırada yanıma ulaştı ve af dilercesine önümde durdu.

''Geç kaldım Adelia Hanım, özür dilerim.'' dedi Sarp Fransız diline özel bir kibarlıkla. Sarp'ın bana Adelia demesiyle Deniz'in zaten üzerime kilitli olan bakışları iyice kilitlenmişti.

Sarp elini Deniz'e uzattı ve Türkçe devam etti. ''Sarp. Adelia Hanım'ın tercümanıyım. Uygar Bey bahsetmiştir. Bugün otel satışı için görüşecektik.'' Deniz konuşulanlara yetişemiyormuş gibi bakıyordu, elini yavaşça Sarp'a uzattı ve onunla tokalaştı.

''İngilizce konuşuyorduk biz zaten az önce?'' dedi Deniz anlamaya çalışırken. Aklından ne geçtiğini çok merak ediyordum. ''Neyin tercümesini yapacaksınız bana?''

''Tabii konuşabilirsiniz. Ama Adelia Hanım bazen tıkanabiliyor İngilizce konusunda. Takıldığı yerde ben sizin söylediklerinizi Fransızca olarak çevireceğim kendisine.''

''Yok, gayet de iyi konuşuyor bence.'' dedi Deniz. ''İngilizceyi yani.''

''Bir sorun mu var?'' dedim ortaya sorarak.

Sarp bana döndü ve dil değiştirip Fransızca devam etti. ''İngilizce iletişim kurmak istiyor seninle.''

Gülümsedim ve kısa bir süre Deniz'in yüzünü inceledim. ''Peki, siz bilirsiniz.'' dedim, onun istediği gibi İngilizce konuşarak.

''O zaman lobiye geçelim.'' dedi Deniz eliyle oteli gösterirken. Başımı salladım ve gösterdiği yöne doğru hep birlikte yürüdük.

''Neden otelimi almak istiyorsunuz?'' dedi Deniz dan diye. Lobideki koltuğa oturur oturmaz sorduğu soru bu olmamalıydı çünkü ben hiç hazır değildim. Bakışları ayaklarıma kaydı, bileklerim üzerinde oyalandı. Neden ayak bileklerime baktığını anlamıyordum. Neyse ki bileğimdeki mavi deniz kabuğu dövmesinin üzerini kapatıcıyla kapatmıştım.

Aslında sorun bu değildi. Sorun Deniz'in neden özellikle ayak bileğime bakıyor oluşuydu. Şüphelenmiş miydi? Hayır şüphelenecek bir şey yapmamıştım.

''Daha önce otelinizde kaldım.'' dedim bacağımı diğerinin üzerine atarak. Duruşumu bozmamalıydım. Neden bu kadar terliyordum? ''Çok etkilendim ve benim olmasını istiyorum.''

Deniz gülümsedi. ''Otel kayıtlarında Adelia Dienes ismi çıkmadı?''

''Nasıl olur?'' dedim asla geri adım atmayarak. ''Kaldım ama.''

''Ne zaman?'' dedi, sorgu memurundan hiçbir farkı yoktu ve ben zaman geçtikçe daha da terliyordum.

''Beş yıl önce.'' dedim. Ne güzel salladın Ada.

Deniz arkasına baktı ve Tuna'ya seslendi. ''Koçum biz bu kayıtları ne zamana kadar tutuyoruz. En eski tarihimiz ne?''

''Normalde yedi yıl Deniz Bey. Fakat üç yıl önce siber saldırı olmuştu hatırlarsanız. O saldırıdan sonra tüm sistemi yenilemiştik. Eski kayıtlar da o yenileme sırasında silinmişti. Bilgi işlemci hatası yüzünden.''

Derin bir nefes alacakken kendimi zor tuttum. Tuna Türkçe konuşmuştu ve ben onu anladığımı belli etmemeliydim ama derin bir oh çekmem gerekiyordu. Kayıtlar üç yıl önce silinmişti. Ben beş yıl önce bu otelde kaldığımı söylemiştim ve kayıtlar silindiği için benim otele hiç gelmediğimi kanıtlayamayacaklardı.

''Ne olmuş bilgi işleme?'' dedi Uygar. Bir çırpıda boş bir koltuğa oturdu. Ne ara geldiğini anlamamıştım.

''Kovmuştum ya birini, onu diyor.'' dedi Deniz.

''Hatırladım. Onun yüzünden üç yıl öncesine gidemiyoruz şimdi.'' dedi öfkeyle. ''Ulan sadece bu otel de değil. Tüm otellerin ağı ortak olduğu için tüm otellerin geçmiş kayıtları silinmişti. Biri gelse, ben beş sene önce sizin otelde kaldım dese kanıtlayamaz.''

Bu normalde çok kötü bir şeydi fakat şu an normali değil kendimi düşünüyordum. Sanırım dört ayaküstüne düştüğüm sayılı anlardan biriydi bu. Uygar'a sarılmak istiyordum.

''Neyse.'' dedi Deniz bana dönerek ve İngilizce devam etti. ''Tercümanınız Sarp, dün bizi aradı.'' Başımı salladım. ''Uçaktan yeni indi dedi.'' Yine başımı salladım. ''O konuşmanın beş dakika öncesinde lobide karşılaştık biz?'' Deniz ben yokken sorgu memurluğuna geçiş yapmış olmalıydı. Artık buna kesin emin olmuştum. ''Hem uçaktan yeni inip hem de nasıl benim otelimin lobisinde olabiliyorsunuz? Işınlandınız herhalde?'' Deniz neden bu kadar üstüne geliyor Ada? Avuçların mı terledi senin?

Sarp olaya dahil oldu. ''O bizim aramızdaki iletişim probleminden kaynaklanıyor.'' dedi Deniz'e odaklanarak. ''Adelia Hanım beni aradığında zaten oteldeymiş ama ben bilmiyordum tabii.''

''Yeni geldim demiştim.'' dedim. Neyse ki İngilizce konuşuyorlardı da müdahale edebiliyordum.

''Yeni indim dedi zannettim.'' dedi Sarp. Büyük bir yalan silsilesine doğru gidiyorduk ama hadi artık hayırlısıydı.

Deniz bana döndü. ''Tercümanınız işinde iyi değil sanırım.'' dedi, ardından Sarp'a döndü ve Türkçe devam etti. ''Fransızca konuşmadınız mı? Dün?'' Sarp başıyla onayladı. ''Emin misiniz Fransızcanızın iyi olduğuna? Nasıl yanlış anladınız Adelia Hanım'ı?''

''Dün yoğundum.'' dedi Sarp sıkıntıyla. O da Deniz'e uymuş, Türkçe devam etmişti. ''Adelia Hanım'ın Türkiye'ye geliş işlemleriyle uğraşıyordum. Karışmış bir şeyler. Sadece basit bir kelime hatası. Neden uzatıyorsunuz?''

Deniz cevap vermedi, Sarp bana döndü ve bir şeyler mırıldandı. Kimse anlamasın diye Fransızca konuşmayı tercih etmişti. ''Oteli satmak istemiyor, o yüzden gerildi. Sakin ol.''

''Sakinim.'' dedim Fransızca. Deniz'e bakıyordum ama söylediğim cümlelerin hedefi Sarp'tı. ''Bu otel benim.''

''Alamayacağız, vazgeç artık.'' dedi Sarp. Deniz ve Uygar kaşlarını çatmış bize bakıyordu. ''Hata yapacaksın.''

''İyi gidiyoruz.'' dedim, ardından İngilizceye geçiş yaptım. Bakışlarım hala Deniz'in üstündeydi. ''Ben bu oteli almak istiyorum.'' dedim neredeyse yalvaran bir sesle.

''Bu otel benim karımın oteli.'' dedi Deniz ve arkasına yaslanıp bir bacağını diğerinin üzerine attı. Hemen arkasından elinin tersiyle pantolonun diz kısmındaki hayali tozları savurdu. Biri kahve getirmişti. Deniz dikkatle fincanını aldı ve orta sehpaya bıraktı. ''Karımın otelini size satmayacağım.'' Kendinden o kadar emindi ki kararını değiştiremeyeceğimden korkuyordum.

Fincanımı aldım, kahvemden bir yudum alıp tıpkı onun gibi arkama yaslandım. ''Karınızı göremiyorum?'' dedim etrafa bakarak. ''Onunla konuşmak istiyorum. Madem otel onun, onunla konuşmam daha iyi olur.''

Deniz yutkundu, yokluğumu ona hatırlatmış olduğuma inanamıyorum. Sarp bana döndü ve yine kimse anlamasın diye Fransızca konuştu. ''Kaşınıyorsun, anlayacak.'' dedi dişlerinin arasından.

''İngilizce lütfen.'' dedi Uygar. ''Anlamıyorum ben Fransızca.'' Sessizlik olmuştu. Uygar yine devam etti. ''Fransız olan Adelia Hanım ama olaya Fransız kalan benim.'' Kendi yaptığı şakaya kendi gülmüştü.

''Karımın hakları bende.'' dedi Deniz gözlerini bana dikerek. ''Tüm yetkileri de bende. Yani benimle muhatap olacaksınız mecburen.''

''O zaman bir kez daha size söylemek istiyorum. Bu oteli bana satın.''

''Satmayacağım. Karımın otelini size satmayacağım.''

''Neden bu kadar ısrarcısınız satmamakta? Türkiye'de daha onlarca oteliniz var. Tek gelir kaynağınız bu otel değil. Bırakın da alayım.''

''Siz neden almakta bu kadar ısrarcısınız?'' dedi Deniz.

''Dediğim gibi, bu otelde vakit geçirmiştim yıllar önce. Etkilenmiştim epey. Bir gün benim olmalı dedim. Sanki bana aitmiş gibi bu otel. Beni anlayabilir misiniz bilmiyorum. Ama bu otel... Benim olmalı.''

Deniz kahvesinden bir yudum aldı. Gerilmemize sebep olacak kadar uzun bir süre sustu, bizi izliyordu. Konuşmayacağına artık ikna olduğum bir zaman diliminde gözleri gözlerimde oyalandı ve kısa bir nefes verdi. ''Pekala.'' dedi bir anda. Kulaklarımın doğru duyduğundan emin olmamakla birlikte gözlerimi kocaman açtım ve Deniz'in devam etmesini bekledim. ''İstediğiniz gibi olsun. Otel sizin.''

***

Deniz neden karar değiştirmişti, oteli bana satmaya nasıl karar vermişti bilmiyordum. Ve açıkçası düşünmek de istemiyor, bunun sevincini yaşamak istiyordum. ''Niye karar değiştirdi bu?'' dedi Sarp. Otelin bahçesinde, notere gitmek için Deniz'i bekliyorduk.

''Bilmiyorum Sarp.''

''Ya anladıysa.''

''Anlasa böyle davranmazdı herhalde?'' dedim, Sarp'ın beni onaylaması lazımdı. ''Davranmazdı değil mi?''

''Eline yüzüne bulaştırıyorsun Ada her şeyi.''

''Ada demeyi kes Sarp. Ağzından kaçıracaksın olur olmadık bir yerde.'' dedim ve otele döndüm. ''Çok susadım ben, su almaya gidiyorum. Bekle beni.''

Sarp umursamadığını belli eden bir tavırla omuz kıstı ve yere attığı izmariti ayağıyla söndürdü.

Otelin yiyecek ve içecek otomatının yanında Deniz ve Uygar'ı da göreceğimi düşünmüyordum. Bir şeyler konuşuyorlardı, duymak zorunda olduğumu hissetmiştim. Göremeyecekleri bir alana saklandım.

''Çok garip.'' dedi Deniz Uygar'a.

''Garip olan ne?''

''Bu Sarp denen herifi Adelia'nın kocası sanmıştım.''

''Yok artık. Neden öyle düşündün?''

''Dün, gece kulübünde gördüm ikisini. Beraberlerdi.''

''Tercümanıyla gezmesi normal değil mi? Türkçe bilmiyor.''

''Ne bileyim Uygar? Yüzük var parmağında.'' Yüzük senin yüzüğün demek istiyordum. ''Çocuğu da olunca kadının, Sarp'ı da kocası sandım işte.''

''Harbiden çocuğu var.'' dedi Uygar. Mavi benim çocuğum değil diye bağırmamak için zor duruyordum. ''Ama bana eski sevgilimle bu otelde anılarım var gibi bir şeyler demişti. O eski sevgilisinden mi acaba çocuk?''

''Ben ne bileyim Uygar? Ayrıca bana ne el alemin çocuğundan?''

''Ciddi misin?'' dedi Uygar inanamayarak. ''Konuyu az evvel kendin açtın ya sen. Bana niye çatıyorsun şimdi?'' Deniz derin bir nefes verdi. Sanırım Uygar'ı umursamamıştı. ''Niye ilgileniyorsun sen bu kızla bu kadar? Zaten sorgu memuru gibi sorguya çektin dakikalarca, onu da anlamış değilim.''

''Bir şeyler karıştırıyor gibi.''

''Ne karıştıracak abi Allah aşkına? Hem sen bas bas bağırmıyor muydun bana dün? Karımın oteli bu otel, asla satmam diye. Şimdi ne oldu da karar değiştirdin?''

Deniz konuyu değiştirdi. ''Sence de çok benzemiyor mu?'' dedi. Neyden bahsediyordu?

''Kim, kime benzemiyor mu?'' dedi Uygar.

''Sesi.” dedi Deniz düşünceli bir sesle. ''Gülüşü, yürüyüşü falan.''

''Neyden bahsediyorsun anlamıyorum Deniz.''

''Adelia diyorum Uygar. Sence de Ada'ya benzemiyor mu?''

 

Bölüm : 22.01.2025 17:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 61. Bölüm - Hasretin 807 Günü
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...