65. Bölüm

63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma

Kubra Akyol
_kubraakyol

Selammmmmmmsss. 62 Bölüm boyunca Ada’nın Deniz’e Seni Seviyorum demesini bekleyen canım okuyucularım. Bu bölümde Ada’cım nihayet duvarlarını yıkıp Deniz’e onu sevdiğini söylüyor. Ama nasıl tatlı benim güzel kızım. Bundan sonra daha çok duyarız gibi. 

Bir de ben bu kadar dram artık yeter diyerek canım çocuklarımı artık kavuşturdum çünkü üzülmelerine dayanamıyormuşum meğer.

Neyse bu bölümü iki part halinde yayınlayacağım. Diğer part'ı da bir iki saate yayınlarım. Size keyifli okumalar. Hepinizi seviyorummmm :*

 

Yiğit bana belimde silah olduğunu anlatmaya çalışıyordu, bunu şimdi daha yeni anlayabiliyordum. Yani alt tarafı The gun is on you. diyecekti. Neden bu kadar zorlanmıştı anlamıyordum. Anlamaya çalışmaktan vazgeçmiştim çünkü Yiğit'in İngilizcesinden daha önemli bir problemim vardı. Deniz Türkçe konuşuyordu ve bana Ada demişti.

"Ada, sana diyorum." dedi telaşla. Ne yapacağıma acilen karar vermem gerekiyordu. Çünkü şoka girmek için hiç ama hiç vaktim yoktu. Bozuntuya vermemeye karar verdim. Yiğit hala kapıyı yumrukluyordu. "Adelia Hanım." dedi son sesiyle. Üstünüzde silah var demeye İngilizcesi yetmeyen Yiğit Adelia Hanım diyebiliyordu.

"Sen de bir siktir git ya." dedi Deniz ve kapıyı açıp Yiğit'in yakasına yapıştı.

Yiğit kendini savunmak şöyle dursun Deniz'e tepki bile verememişti. Gözleri kapı açıldığından beri benim üzerimdeydi ve iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu. "Adelia Hanım." dedi eksilmeyen telaşıyla.

"Ya Sabır." dedi Deniz. "Kaybol bu kapının önünden. Aşağıda kıyamet kopuyor, git arkadaşlarına yardım et. Sarp'ı da sakın buraya gönderme yoksa belanı sikerim senin." Deniz'in elleri Yiğit'in yakasından ayrılırken Deniz kapıyı yüzüne doğru ittirdi. Yiğit bakışlarını bana çevirdi ve Deniz'in söylediği şeyler için benden onay aldı. Gözlerimi hafifçe kapatıp başımı salladım.

Deniz kapıyı sertçe vurdu ve kilitleyip bana doğru döndü. Gözlerine yerleşen endişe hala yerli yerindeydi. Ve bu endişenin yanı sıra tanımlayamayacağım, adlandıramayacağım bir sürü duygu daha yüklüydü bakışlarında. Bana en çok yansıyanlar ise özlem ve aşktı. Akmaya yüz tutmuş gözyaşlarıyla birlikte bana bakarken ne yapacağımı bilmiyordum. Her şey elime yüzüme bulaşmıştı. Nefesimi tuttum. "Ada." dedi benim bir hayalet olmadığıma kendini ikna etmek istercesine. Sesi çok çaresizdi. Bana doğru bir adım atıp elini uzattığında bir adım geri çekilip onu elimi havaya kaldırarak durdurdum. Ne zaman öğrenmişti, nasıl öğrenmişti bilmiyordum. Şu an ne hissediyordu bilmiyordum. Ne yapacağımı ise hiç bilmiyordum. "Ada konuş benimle. Ada'sın sen. Biliyorum. Benim Ada'msın."

Başımı durmaksızın iki yana sallamaya başladım. Cemre kim olduğumu öğrenmişti, Özgür'ün de öğrenmesi yakındı. Öğrenmemeliydi. Yine herkesin hayatı tehlikeye girecekti. Bir şeyler düşünmeliydim ama beynim tamamen durmuştu. "Korkuyor musun benden?" dedi titreyen bir sesle. Bana doğru bir adım daha attı, ben de geriye doğru bir adım attım. Sırtım duvara çarpmıştı. "Ada." dedi, saniyeler geçtikçe sesi daha da tereddütlü çıkıyordu. "Senin olduğunu biliyorum." dedi. Bana doğru bir adım daha atmasına müsaade etmeden odanın içine doğru yürüdüm, yeterli mesafeyi açtığımı düşündüğümde de tekrar ona döndüm. Dilim neden susmuştu? Beynim neden komut vermiyordu? "Ada." dedi bilmem kaçıncı kez. "Tüm olanları biliyorum." İki gözümden de aynı anda yaşlar akarken olduğum yerde kalakalmıştım. "Savaş anlattı her şeyi bana." Telefonu çalmaya başlamıştı. Bir şeyler olduğuna emindim çünkü Deniz belimdeki silahı görmeden önce de telaşlıydı. Yiğit'e Aşağıda kıyamet kopuyor. demişti. Kötü bir şey olduğuna emindim. Telefonu ısrarla çalıyordu. "Melis yaşasın diye, Savaş ölmesin diye, o katil orospu çocuğu bebeğimizi öldürmesin diye gitmek zorunda kaldığını biliyorum." Bildiğini biliyordum çünkü Savaş bana Deniz'e her şeyi anlattığını söylemişti. Cevap veremiyordum. Deniz gözlerimin tam içine bakıyordu. Boynuna atlayıp ona sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Efendim Uygar." dedi sinirle. "Tamam, durumu nasıl?" dedi ve Uygar'ın bir şeyler söylemesini bekledi. Kimin durumu nasıldı, neyden bahsediyordu? "Kim vurmuş Eser'i öğren Uygar." dedi, telefonu yatağa fırlattı ve dikkatini tekrardan bana verdi. Ona nasıl bakıyordum bilmiyordum, bakışları çok ürkekti. "Sevgilim." dedi, bunu onun sesinden duymayı ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Sanki Deniz de buna bana söylemek için yaşıyormuş gibiydi. "Bak, geçti her şey. Yanındayım." Geçmemişti. Eser vurulmuştu. Bu işin içinde kim vardı? Çağlar mı yapmıştı? Özgür geri mi dönmüştü? Her şey hala çok tehlikeliydi. Düğünümüzden önce, onu sevmediğimi zannettiği oyunuma devam etmekten başka çarem yokmuş gibi hissediyordum.

"Deniz." dedim. Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. O yokken kendi kendime içimden geçirdiğim ismini şimdi ona söyleyebiliyordum. Deniz gözlerini kapattı ve gülümseyerek yutkundu. Adını sesimden duymayı nicedir beklediğini tahmin edebiliyordum. "Uzak dur benden." dedim. Biri kalbimin tam ortasına kurşun sıkmış kadar canım yanmıştı.

Deniz başını hızlıca sağa sola salladı. Beni duymuyordu. Anlamak istemiyordu. İki yıl, iki ay, on dört gün beklediği, özleminden ciğerini çürüttüğü, öldü mü yaşıyor mu diye kendini yiyip bitirdiği karısı tam karşısında duruyordu. Çok sevdiği karısı karşısında duruyordu, her şey geçmişti ona göre. Ama hiçbir şey geçmemişti. Kimliğim açığa çıkmıştı, Eser vurulmuştu. Her şey birbirine girmişti. "Ada, korkuyor musun?" dedi bir elini havaya kaldırarak. "Korkma bak, her şey geçti."

"Kapıyı aç, gitmek istiyorum." dedim. Gitmek istemiyordum. Deniz'e sarılmak ve günler sürse bile içimdeki tüm hüzün bitene kadar ağlamak istiyordum.

"Hayır." dedi başını hızlıca iki yana sallarken. "Ada." Bana doğru bir adım yaklaştığında ben de ona doğru yürümek istedim ama durdum. O karşımda böyle dururken öylece durmak zoruma gidiyordu. "Sevgilim." dedi bir kez daha. "Neyden korkuyorsun?" Şaşkındı, yaptıklarıma anlam vermeye çalışmıyordu çünkü korktuğum için böyle davrandığımı biliyordu. Sabırla yanıma doğru yürüdü, eli hala havadaydı.

"Kapıyı aç, seni istemiyorum." dedim bir anda. Deniz'in yüzündeki şaşkınlık büyüdü. Afalladığını hissedebiliyordum.

"Oyun oynamak zorunda değilsin artık." dedi gülümserken. "Geçti her şey. Öğrendim ben. Her şeyi biliyorum Ada."

"Oyun oynamıyorum." dedim yutkunarak. Artık gece siyahı olmayan gözlerime baktı. Sözlerim yalan olsa bile gerçeği gözlerimden görmek istiyordu. Göremezdi çünkü kelimelerim gibi gözlerim de sahteydi. "Seni istemiyorum."

"Biz." dedi titreyen bir sesle. Onu istemediğime inanamıyor, söylediklerimin yanlış olduğuna beni ikna etmeye çalışıyordu "Ada biz evlendik. Çok aşıktık." Ona o kadar aşıktım ki çok kelimesi bile az geliyordu.

Güldüm. "Evlendik." dedim histerik bir gülüşle. "Bana evlilik sözleşmesi dayatarak yaptığın evlilik, kendini mecbur hissettiğin evlilik! Sen o evliliğin olmasını istemiyordun Deniz! Sen benim önüme attın o sözleşmeyi. Aşık olduğun için değil saygınlığını kaybetme diye evlendin sen benimle."

"Bilmiyordum." dedi pişman ve acı bir sesle. "Ada ben bilmiyordum. Sen bana söylemedin. Söyleseydin eğer-"

"Ne olurdu söyleseydim? İlker savcı, Salih abi ve Kerem yaşıyor mu olurdu? Engelleyebilir miydin sen onların ölümünü?! Söylesene."

"Engellerdim." dedi. "Engellerdim Ada."

"Beni mi suçlayacaksın?" Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı aşağı yukarı salladım. "Üstüme araba sürmelerine engel olamadın, Uygar'ın vurulmasına engel olamadın, beni kaçırmalarına engel olamadın. Verdiğimiz kayıplara mı engel olacaktın?"

"Ben kimseyi suçlamıyorum Ada. Tüm suç benim. Ben görmedim, anlamadım. Neden benden uzaklaştığını anlamadım."

"Tanımamışsın beni hiç." dedim. "Ya da dur ya tanıyorsun bence. Para için insanların yatağına giren biriyim ne de olsa değil mi? Daha ne kadar tanıyacaksın? Bu kadarı yeterli senin için." dedim. Bir şeyler söyleyecekti ama onu susturdum. "Bak sana kendimle ilgili bir şey daha söyleyeyim. Sadece para için değil sırf istediğim için de giriyorum insanların yatağına. Dün akşam mesela. Sevişmek istedim seviştim. Sana aşık olduğum için değil canım sevişmek istedi diye beraber oldum seninle. Senin yerine bir başkası olsaydı onunla da sevi-"

"Hayır. Hayır Ada. Bu sefer değil. Bu sefer sana inanmayacağım. Hala bir şeylerden korkuyorsun değil mi? O yüzden uzak durmaya çalışıyorsun."

Başımı iki yana salladım. "Korkmuyorum. Neden korkacakmışım? Ben seni istemiyorum Deniz. Unuttum seni çoktan."

"Neden yüzüğümü takıyorsun hala? Neden geri döndün o zaman?"

Seni çok özlediğim için döndüm. demek istedim. "Nefretimi unutmamak için takıyorum hala." dedim yüzüğü göstererek.

"Nefret?" dedi kaşlarını kaldırarak. Sanırım odaya girdiğimizden beri ilk kez bu kadar şaşırıyordu. "Sevgilim." dedi derin bir nefesten sonra. "Tehdit aldığını biliyorum. Neyi neden yaptığını biliyorum."

"Bana sevgilim deme Deniz. Bitti bizim aramızdaki her şey. Sen uyandırdın beni o güzel rüyadan."

"Ada yapma. Beni en başında istemeyen sendin. Sanki ben senden vazgeçmişim gibi konuşma. Yapma, her şeyin başkaları yüzünden, Özgür denen o orospu çocuğu yüzünden olduğunu biliyorsun. Tüm bunlar yaşanmasaydı biz şimdi evimizde olacaktık. Kızımızla beraber." dedi üzüntüyle. Mavi'yi bizim kızımız zannediyordu. Gözlerinden yaşlar süzülürken karşısında duvar gibi duruyordum. Çaresiz olmak iğrenç bir şeydi.

"Öldü bizim çocuğumuz" dedim, bu sefer ben de kendimi tutamamış, ağlamaya başlamıştım. "Evlendiğimiz gün öldü."

Söylediklerimi reddedercesine başını sağa sola salladı. "Sen, sen benim çocuğum dedin. Yalan söylüyorsun değil mi? Çocuğumuzu korumak için?"

"Adelia olduğuma inanman için bir hikaye uydurmam gerekiyordu. Sen Mavi'yi benim kızım zannedince oyuna devam ettim. Bizim çocuğumuz hiç doğmadı! Ben düğünümüzde o kadar acı çektim ki bebeğimiz terk etti beni!"

Deniz işaret ve başparmağıyla göz pınarlarını bastırdı. "Tamam. Tamam bak her şeyi telafi edip yeniden başlayabiliriz. Sıfırdan. Sen nasıl istersen." dedi. Bana olan hasreti o kadar çok ve ağırdı ki o çok istediği çocuğumuzun yasını tutmak için bile kendine fırsat vermiyordu. Belli etmese de içinin yandığını hissedebiliyordum.

"Telafi edecek bir şey kalmadı Deniz! Ben buraya seni tamamen bitirdiğimi kendime kanıtlamak için gelmiştim. Doğru hissediyormuşum. İçimde sana dair en ufak bir duygu kalmamış benim."

"Ada, sen gitmeseydin, anlatsaydın yaşamayacaktık biz bunları. Beni mi suçlayacaksın olanlar için? Sen tehdit aldın, gitmek için bir bahaneye ihtiyacın vardı. Kendinden nefret ettirmeye çalıştın. Evlenmek istemediğini söyledin, bebeği istemiyorum dedin. Tehdit aldığın için yaptın bunları. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Ben seni bunlara mecbur bırakmışım gibi konuşamazsın. Giden ben değildim, sendin. Ama inan bana bir önemi yok. Neden gittin demeyeceğim sana. Mecburdun çünkü."

"Sen sorgusuz sualsiz benim senden uzaklaşmanı kabullendin Deniz. Eğer sen sevgime güvenseydin olayların arkasında bir şeyler olduğunu anlasaydın ben gitmeyecektim. Senden nefret ettim biliyor musun? Sen benim en büyük pişmanlığımsın. dediğin an, Öldün sen benim için. dediğin an, önüme evlilik sözleşmesini attığın an nefret ettim ben senden. Sen benimle arzusuz evlendin. Unuttun mu senin bana tahammülün yoktu. Ben sana cehennemi yaşatmadım mı? Bunları demedin mi sen bana?"

"Ada ben o cümleleri senin beni kandırdığını düşündüğüm için söyledim!" dedi, öfkeliydi ama buna rağmen sesi kısık çıkıyordu. "Bana yalan söylediğini düşündüm, çocuğumuzu aldırmaya gitmiştin. Ne düşünmemi bekliyordun?"

"Sana yalan söylemem için hiçbir sebebim yoktu! Bu kız beni niye kandırsın, eline ne geçecek diye düşünseydin eğer-"

"Ada düşündüm. Yaptıklarına bir neden aradım. Gittiğinden beri Neden? diye soruyorum kendime. Neden gitti? Kalsaydı biz üstesinden gelirdik. diyorum. Sen gittin ve gittiğin için beni suçlayamazsın."

"Biz birbirimizi suçlayacak yeri çoktan geçtik Deniz. Kapandı bizim defterimiz."

"Kapanmadı. Kapanmadı ben sana sordum! Sen beni hiç mi sevmedin? diye sordum. Sen sustun! Neler yaşadığım hakkında en ufak bir fikrin yok. Senin gittiğin gün öldüm ben."

"Olması gereken buydu." dedim çaresiz bir sesle.

"Olması gereken bu muydu? Benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü ve senin tek söyleyeceğin şey bu mu? Olması gereken buydu?"

"Evet! Olması gereken buydu. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi suçlamıyorum artık. Olması gerekiyormuş olmuş, bitmesi gerekiyormuş bitmiş. Sen de bundan ibaretsin, hayatıma girmen gerekiyormuş girmişsin. Sonra da çıkmışsın, bu kadar."

"Bu kadar basit mi? Biz, bu açıklamayla bitecek kadar basit miydik?" dedi hayal kırıklığıyla. "Biz gerçektik Ada. Yaşanan her şey gerçekti. Biz birbirimizi seviyorduk. Hala da seviyoruz."

"Sevmiyorum. Zerre kadar bir şey yok içimde. Ben senden nefret ediyorum."

Deniz afalladı ama kısa sürmüştü. "Evet nefret çok güçlü bir duygu ama şunu bil ki seni sevmemiş olan senden nefret de edemez. Yani sen beni seviyorsun Ada. Sen beni çok seviyorsun. Sevmesen gelmezdin, dönmezdin."

"Sevmiyorum, seni hiç sevmiyorum. Sana bir kere bile seni seviyorum dedim mi ben? SÖYLE. Dedim mi? Ağzımdan bir kez çıktı mı?" dedim. Bu kadar acımasız olduğuma inanmak istemiyordum. Bu cümleler benden mi çıkıyordu? Şimdi öpmemek için kendimi zor tuttuğum adama söylediklerim gerçek miydi?

"Sana inanmıyorum. Sana asla inanmıyorum. Sen bu değilsin. Bu cümleler senin cümlelerin değil. Korkuyorsun. Özgür'ün bize zarar verme ihtimalinden korkuyorsun. Hala kendinden nefret ettirmeye çalışıyorsun."

"İnan ya da inanma Deniz. Bizim defterimiz kapandı. Beraber yürüyebileceğimiz bir yol yok artık."

Başını iki yana salladı. Kabullenmek istemiyordu. "Sen şimdi beni gafil avlamaya çalışıyorsun. Avlayamayacaksın. Az önce de söyledim. Bu sefer sana inanmayacağım. Korkmana gerek yok artık. Sana yalvarırım bana her şeyi anlat. Söz veriyorum her şeyi halledeceğiz. İkimiz, beraber."

"İkimiz diye bir şey yok Deniz. Seni sevmiyorum. Başkasını seviyorum ben." dedim. Gözlerini kapattı, yutkundu. Onu sevmiyor oluşumu bile kabullenirdi ama başkasını seviyor oluşumu kabullenmezdi. "Bak fena mı oldu gidişim? Melis yaşıyor, sevdiğin herkes hayatta."

"Senin gitmemeni sağlayacak yollar da bulurduk Ada. Ama sen yüzlerce seçenek içinden bizi mahvedecek olanı özenle seçtin, ben mecbur olsaydım yine de bunu seçmezdim." Bu sefer yutkunma sırası bendeydi. Göz kapaklarımı kapadım, gözyaşlarımın akmasına izin verdim ve tekrar bakışlarımı ona çevirdim. "Benden bir saniyede vazgeçmiş olmanı, yüz binlerce saniyedir hazmetmeye çalışıyorum ben. Bizi bu hale neden getirdin sen Ada? Sadece ben de değil. Ailen, arkadaşların. Hepimiz, hepimiz sen gidince öldük. Sen hepimizi yarım yamalak bıraktın. Herkes için doğru olanın bu olduğuna neden tek başına karar verdin?" Mecburdum diye diye ağlamak istiyordum. "Bana, bizim hayatımızı mahvedebilecek bu kararı tek başına nasıl alabildiğini söyle."

"Benden nefret ediyordun." dedim. "Sen benden nefret ederken kalamazdım. Beni istemeyen biriyle yan yana olmak istemiyordum tamam mı? Bana o iğrenç imaları yapan biriyle evli olmak istemiyordum. Sadece Özgür tehdit etti diye değil, senin yüzünden de gittim ben!"

"Dönüyoruz dolaşıyoruz, aynı yere geliyoruz. Bana en başından anlatsaydın biz 807 gün ayrı kalmayacaktık!" dedi. Sesi hem kırgın hem de hüzünlüydü.

"Mecburdum!" dedim. Sanırım pes ediyordum. Konuşmanın başından beri tutarsız konuşuyordum. Söylediğim hiçbir şeyin birbiriyle alakası yoktu. Bahanelerim o kadar birbirinden alakasızdı ki Deniz'i inandıramıyordum. Deniz ne onu sevmediğime, ne başkasını sevdiğime, ne de isteyerek gittiğime inanıyordu. Çünkü bir söylediğim bir söylediğime ters düşüyordu. Onu hem sevmediğimi zannettiği için suçluyor, hem de ona seni sevmiyorum diyordum. Bu saçmalığın alasıydı. Oyuna devam edemeyecektim.

"807 günümüze mal oldu." dedi elinin tersiyle gözünün yaşını silerken. Onun daha fazla acı çekmesini istemiyordum. Kalbim acıyordu. Bir çaresini bulabilir miydik? Başarabilir miydik? "Ama senin için önemli değildir bu. Başkasını seviyormuşsun ya. Bana her şeyi anlat o zaman. Bensiz de mutlu olabildiğini anlat. Sormama gerek kalmadan bir bir açıkla. Onunla da sarılıp uyuyor musun? O da saçlarını çok seviyor mu? Birlikte başka hayaller kurdun mu onunla da? Anlat. Kurtar beni bu çıkmazdan lütfen." Başka birisi yoktu. Olmamıştı, olmayacaktı. Birden bire ağzımdan çıkmıştı. "Neden döndün Ada sen o zaman? Hayatımı mahvetmek için mi? İntikam almak için mi? Sinirle, kendimi bilmeden ağzımdan çıkan sözleri bana ödetmek için mi? Bu kadar mı nefret ettin sen benden? Bu kadar çok mu istiyorsun sevgimi heba etmeyi? Hiçbir anlamı yok muydu yaşadıklarımızın?" dedi. Derin bir nefes alıp iç çektim. Bir şeyler söylemeye çalışsam da beynim bana müsaade etmiyordu. Deniz yavaşça yanımdan geçti ve pencereyi açıp yatağa oturdu. "Neredeydin bilmedim hiçbir zaman ama gözlerimi her kapattığımda yanımdaydın. Bir an ya, bir an bile aklımdan çıkmadın. Sen gittin ben kendimden nefret ettim, kendi adımdan nefret ettim. Seni hatırlatıyor diye kendi adımdan nefret ettim. Güneş tenine dokundu, rüzgar saçlarını okşadı, yatağına kokun sindi, su içtiğin bardakta dudağının izi kaldı. Senden bir ben uzak kaldım. Yanında kim var bilmedim, kimlere güldün bilmedim, geceleri üzerine ne örttün bilmedim. Yorgun musun, iyi misin, aç mısın, tok musun bilmedim. Neredesin bilmedim. Yaşıyor musun, yorgun musun, nerede ne yapıyorsun diye düşünmekten aklımı kaybettim. Sen bana başkasını seviyorum diyorsun. Kalbin bir başkası için nasıl attı? Ben nefes alamadım yokluğunda. Seni görememekten, sesini duyamamaktan, kokunu içime çekememekten kafayı yedim! Ben seni içimden atamamışken sen bana başkasını seviyorum mu diyorsun yani? Sana inanmıyorum. İnanmayacağım. Sen bizi ziyan edecek biri değilsin. Olamazsın da." dedi. Ayakta duracak halim kalmamış, arkamdaki tekli koltuğa çöküvermiştim. Haklıydı. Yerden göğe kadar haklıydı. Zaten açığa çıkmıştım. Oyun oynamak istemiyordum artık. Deniz'in acısını kusmasını bekledikten sonra yaptığım şey her neyse son verecektim. Çünkü beni seviyordu. Vazgeçmemişti. "İki insan birbirine sarıldı aklıma sen geldin. Düşündüm. Delirecek kadar düşündüm. Neden ayrı yastıklarda ayrı tavanlara bakmak zorunda kaldık? diye düşündüm durdum. Çok yoruldum Ada. Saçlarını koklayamamaktan yoruldum. Başka insanlarda senin sesini aramaktan yoruldum. İnsanlar ulu orta gülerken ben köşe bucak ağlamaktan yoruldum. Her günün sonunda kendimi dağılmış olarak bulmaktan yoruldum. Üzülüp üzülüp pencere kenarına geçip kendimle hesaplaşmaktan yoruldum. Her gece her sabah seni santim santim ezberlemeye çalışmaktan yoruldum. Ben senin sokaklarına ulaşamamaktan yoruldum. İkimiz de hatalıydık, ikimiz de birbirimizin canını yaktık ama böyle bir sonu ikimiz de hak etmiyoruz! Şimdi gözlerimin içine bak ve söyle. Bir an bile seni düşünmedim. de. Söyle de inanayım." Başımı iki yana salladım. Deniz beklemeden devam etti. "Her ne olursa olsun yanımda sürekli seni isteme düşüncesinden kopamadım. Seninle koptuk ama hayalinle kopamadım. Elimi uzattığım hiçbir yerde, seni aradığım hiçbir zamanda yoktun. Nasıl tükendiğimi tahmin edebiliyor musun?" Tahmin etmiyordum çünkü biliyordum. Ben de aynılarını yaşamıştım. "Sensiz bir dakika uyuyamayan ben, bilmem kaç gece sensiz uyudum! Yüzünü bir saniye görünce ömrüme beş yeni yıl ekleniyordu. Seni görmediğim her saniye ömrümden bin yıl eksildi." dedi ve dirseklerini dizlerine koyup yüzünü ellerinin arasına aldı. Yerin dibinde hissettiğinden midir bilmem, yere bakıyordu. "Başkasını seviyormuşsun." dedi gülerek. "Ben sadece seni sevdim. Sabah oldu seni sevdim, akşam oldu ben yine seni sevdim. Uyudum, uyandım, Allah belamı versin, bir tek seni sevdim. Ben seni içimden atamadım, seni sevmenin ağrısı her gece beni öldürdü. Sen gittiğinden beri seninle beraber kendimi de aradım ben ama kendimi bulamadım. Seni de bulamadım." Başını kaldırdı ve yüzüme baktı. "Neden yaptın Ada? Neredeydin bugüne kadar? Her şeyi neden tek başına göğüsledin? Neden geri gelmek için bu kadar bekledin? Her şey zaman geçtikçe bitip tükeneceğine, zamanın bitirip tükettiği hep ben oldum. Daha kaç gün bu şehirde sensiz yağmur yağacaktı? Daha kaç gün, kaç gece seni anacaktım, kaç gün kaç gece hiç uğramadığın yatağımda yastığımı sen varmışçasına okşayacaktım? Özgür mü engelledi bana dönmeni?" Başımı iki yana salladım. "Ben çok kırgınım biliyor musun? Ama sana değil beni öldürmeyen bu acıya çok kırgınım. Gittiğinden beri iki küsur yıl geçti, gittiğinden beri binlerce kez ölmem gerekirdi ama ölmedim. Lanet olsun ki ölmedim."

"Sen ölme diye gittim." dedim, artık bir şeyler söylemem gerektiğini hissediyordum. Bir şeyler de yapmam lazımdı çünkü Deniz onu toparlayamayacağım kadar dağılmıştı, ben sadece Deniz içini döksün istemiştim, yokluğumda kimseye içini açmadığına emindim.

"Benim içim öldü Ada. Bedenimin çalışıyor olması hiçbir şeyi değiştirmiyor." Yüzünde içimi acıtan bir gülümseme belirdi. Hayattan vazgeçtiğinin kanıtıydı bu gülümseme. "Ölmek istedim. Güzel bir şey olduğunda sana gelemeyişim beni hep sırtımdan vurdu. İçinde gülen yüzünün olduğu kısacık bir rüya görebilmek için çok uğraştım. Rüyalarıma gelmeyi bıraktığında seni silmek istedim. Ne zaman içimden sana ait bir şeyleri silmeye çalışsam kendimi parçalıyormuş gibi oldum. Her şeye, herkese düşman oldum. Yanına sokulup kokunu ciğerlerime kadar çekemediğim her güne düşman oldum. Bir gün oldu, geleceğinden bile umudumu kestim."

"Deniz." dedim fısıltı gibi bir sesle.

Konuşmamı engelledi. "Ben seni çok özledim Ada. Yanındayken gözlerimi kırptığım için bile pişman olacak kadar çok özledim. Bir anımızı hatırlamak bile olur olmadık yerlerde ağlatmaya yetti beni. Allah aşkına söyle, benim yokluğum senin gözlerini bir gece olsun doldurmadı mı?"

"Deniz iyi misin?" dedim.

Başını iki yana salladı. Korkmaya başlamıştım. Ben yokken hissettiği duyguları şimdi dile getiriyordu. Bir duygu boşalması yaşıyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. "Ara sıra kokun geliyordu burnuma. Nefes alamıyordum. Bir koku, lanet olası bir koku bir insanı yerle bir edebilir mi? Bir koku insanı yıkmaya yeter mi? Yetiyormuş. Sesini duyamadıkça nefes almayı unuttum. Hani bana dedin ya az önce, Ölme diye gittim. diye. Keşke ölseydim Ada. Tüm bunları yaşayacağıma keşke ölseydim."

"Ölmene izin veremezdim." dedim. Ne zaman hıçkırıklara boğulduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Başkasını seviyorsun demek." dedi. Artık oyun oynamadığımın farkında değil miydi? Başkasını seviyorum cümlesine takılmıştı, o cümleyi hazmetmeye çalışıyordu. "Başkasını seviyorsan alakasız yerlerde aklıma düşmeni çekip al benden. Böyle yaşayamam ben çünkü." Ayağa kalktım ve yavaş yavaş yanına ilerledim. Yaşlı gözlerle gözlerime baktı. "Sana olan özlemim sanki yüzyıllardır varmış gibi, her aklıma gelişinde gözlerim doluyor. Bu kadar özlemle ben ne yapacağım?" dedi. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Yatağa oturdum. İki elimin arasına aldığım elini kucağıma çektim. Sanırım şoktaydı, ne yaptığımın farkında değil gibi görünüyordu. Boşta olan elini kaldırdı ve varlığımı kendine kanıtlamak istercesine yüzüme dokundu. Yabancı olduğu gözlerimi izliyordu.

"Başkası yok Deniz." dedim.

Gözleri kısa bir süre için ışıldadı. "Kalbini aç, yalvarırım. Ben artık evime dönmek istiyorum." dedi acı dolu bir gülümsemeyle.

"Sen hep evindeydin." dedim, onun aksine benim gülümsemem mutlu bir gülümsemeydi. Kucağımdaki elini kaldırıp kalbimin üzerine koydum. "Sen hep buradaydın Deniz."

"Ada." dedi. Adımı daha evvel hiç bu kadar güzel söylemediğine yemin edebileceğim kadar güzel söylemişti. Kimse onun kadar güzel Ada. demiyordu.

"Sevgilim." dedim. Duyduğu şeyden emin olmak için başparmağını yanağımda gezdirdi. Kıstığı gözlerini biraz olsun açmıştı. "Haklıydın. Hala korkuyorum. Son yarım saattir devam ediyordum oynadığım oyuna. Ama dayanamadım." Gözyaşlarım yanağımdan süzülüyor, Deniz'in eline ulaşıyordu. "Seni böyle görmeye dayanamadım." Önce yanağına minicik bir öpücük bıraktım. Sonra kollarımı boynuna sardım. Deniz'in kolları da saniyeler içinde bütün belimi sarmıştı. Biz dün gece hemen yan odada beraber olmuştuk ama bizim vuslatımız şu andı çünkü Deniz Adelia'yla beraber olmuştu, şimdi gece gözlü Ada'sına sarılıyordu. Binlerce hissi aynı anda hissediyordum. Biz kavuş muyduk? Binlerce kez rüyamda gördüğüm şeyi şimdi gerçekten yaşıyor muyduk?

"Ada, sevgilim." diye diye boynuma ve yüzümün her yerine durmaksızın bıraktığı öpücükler yüzünden gözyaşlarım durmuyordu. Dünyada en sevdiğim insana sarılıyordum. Çenesini omuzuma koydu. Hala sarılıyorduk. "Bazen sana benzeyen birini görüyordum, böyle siyah uzun saçlı. Sen sanıyordum, sonra sen olmadığını görünce yürümeye bile mecalim kalmıyordu. Ben seni tüm ömrüm boyunca hiç hissetmediğim bir hasretle özledim."

Mümkünmüş gibi Deniz'e daha sıkı sarıldım. Sanki birazdan bedenini aşıp kaburgalarının içine girecektim. "Ben de." dedim boğazımdan hıçkırıklar dökülürken. "Ben de seni çok özledim Deniz. Ben seni yanımda bulmayı o kadar çok aradım ki. Omuzuna başımı koyma arzum bir türlü bitmedi. Beni affetmezsin sandım hep. Başımı okşar mısın yoksa iter misin ikilemiyle yaşadım. Gelmek istedim. Her gün sana gelmek istedim. Gelemedim. Nefes alamadım ben. Hiçbir sokak çıkarmadı seni karşıma. Nerede olduğumu bilmemene rağmen gelip beni bulmanı bekledim. Seni bekledim. Beklemekten de vazgeçmedim. Aynada saçıma tel toka takarken bile aklımdaydın sen benim. İşte o kadar çok özledim. Alakasız insanlarla alakasız konularda konuşurken cümleyi yarıda kesip seni çok özlediğimi söyleyesim geliyordu. Yokluğunla baş edemedim. Duyduğum komik şeylerde bile sen olsan güler miydin diye düşündüm. Senin güleceğini düşündüklerime güldüm, yoksa herkesin kahkahalar attığı yerde benim yüzüm tebessüm dahi etmedi. Ne bileyim bazen sana bir şeyler sormayı çok istedim. Bir sesini duyayım. aramasına olan özlemimden kimsenin sesini duymak istemedim. Zamanla unutmayayım diye, karşıma çıkan her yazıyı senin sesinle okudum. Hep sen varmışsın gibi, bir hayalet gibi hep yanımdaymışsın gibi yaşadım. Seninle birlikte gitmek istediğim yerlerin fotoğraflarına bakıp, Bak burada çok güzel çıkmışız. dedim. Senin hiç dinlemediğin şarkıları dinleyip Bu bizim şarkımız, bunu hiç unutma. dedim. Senin asla bulunmayacağın sokakları bile seninle yürüdüm. Sanki yanımdaymışsın gibi yatağın en ucuna yattım." dedim. Deniz'in parmakları sırtıma gömülmüştü. "Koskoca şehrin hiç gelmediğin sokaklarında seni görme umuduyla etrafa bakmanın bana nasıl hissettirdiğini anlatabilsem keşke. Asla bulunmayacağın yerlerde gözlerim seni aradı. Bir de bununla uğraşıp durdum." Burnumu çektim ve içimi dökmeye devam ettim. "Tek başımaydım, her şeyle savaştım. Bütün savaşlardan sağ çıktım ama yokluğuna yenildim. Ama yokluğuna rağmen herkesten daha çoktun biliyor musun? Sanki ben senden oluşmuşum gibi. Böyle senden bir parçaymışım gibi." dedim gülümserken. Göremesem bile onun da gülümsediğini anlayabiliyordum. Hala bildiğim gibi çok güzel kokuyordu. "Bütün sorularımın cevabı sana çıkıyor. Tek bildiğim iki kere ikinin bile sen ettiği." Deniz ellerini çekti ve sarılmamızı sonlandırıp yüzümü ellerinin arasına aldı. "Deniz." dedim kısık bir sesle. Derin bir nefes aldım ve devam ettim. "Deniz seni seviyorum." dedim bir anda. Bunu nasıl söylediğimi bilmiyordum. "Ben seni çok seviyorum. Hep sevdim. Hep çok sevdim."

Deniz sayamadığım saniyeler boyunca gözlerime baktı. İlk defa duymuştu benden bunu. Şaşkındı. Ama çok mutluydu. İlk defa benim sesimden Seni Seviyorum cümlesini duymuştu. Onu çok seviyordum ve bunu ilk kez dile getirebilmiştim. Bunu söylemem için Deniz'den ayrı kalmam mı gerekiyordu?

Deniz saniyeler içinde beni öpmeye başladığında gözlerimi kapattım. Öpücüklerinin arasından onlarca kez Seni seviyorum, çok seviyorum. diye fısıldamıştım. Bu bana çok iyi hissettirmişti. Sanki üzerimden büyük bir ağırlık kalkmıştı, hafiflemiştim.

"Ben seni daha çok seviyorum." dedi bakışlarımızı birleştirdiğinde. Elini yüzüme koydu ve yanağımı okşadı. "Hep sana kavuşacağım günü bekledim. Sana yeniden sarılmak için, seni yeniden öpmek için, kokunu tekrar duymak için bekledim. Şimdi karşımdasın. Rüya görüyor olmaktan çok korkuyorum. Gözümü kapatıp açmaktan çok korkuyorum kaybolacaksın diye."

"Yanındayım, gitmeyeceğim artık. Bak tam karşındayım." dedim yanağımın üzerindeki elinin üzerine elimi koyarak.

"Anlat bana sevgilim. Neredeydin? Seni neden bulamadım? Anlat ki kaybettiğim aklım geri gelsin."

"Fransa'daydım." dedim derin bir nefesten sonra. "Özgür beni tehdit ettikten sonra nerede nasıl saklanabilirim diye düşündüm durdum. Kısa süreliğine bile olsa gitmek zorundaydım çünkü Özgür İlker savcıyı öldürtmüştü ve bana başka seçenek bırakmamıştı. Kimseye anlatmadığım bir plan yaptım. B planımdı bu. Ozan ve İpek'ten yardım istedim. Çok karşı çıktılar, hiç istemediler ama bana sahte kimlik ve pasaport ayarlamaya ikna olmuşlardı. Düğünden sonra her şey ters giderse onlardan yardım isteyecektim. Ve nihayetinde hiç istemediğim bu B planına uymak zorunda kaldım. Sen düğünümüzde beni eve gönderince hemen Ozan'ı aradım. Sahte kimliğim sayesinde de Fransa'ya götürdü beni."

"Seni götürdüğü arabayı bir ormanda bulduk. Cep telefonun da arabanın içindeydi. En son Selay'ı aramışsın, Ozan'ı değil. Ozan nasıl anladı seni almaya gelmesi gerektiğini? Ozan da İpek de yoktu düğünde. Arabanın izini de süremedik. Çalıntıymış."

"Savaş benim için kimsenin bilmediği bir telefon almıştı. O telefondan aradım ben Ozan'ı. Arabayı da Ozan ayarladı. Sahibini buldu. Düğünden saatler önce arabanın sahibi çalıntı ihbarı yaptı para karşılığında, o sırada araba zaten Ozan'daydı. Beni almaya gelmek için benden haber bekliyordu."

"Savaş'la ne planlamıştınız? Sana telefon almış, onu neden aramadın?"

"Planladığımız bir sürü şey oldu Deniz. İlk planımıza göre ben düğünümüzde seni gerçekten terk edecektim. Sonra kaçmak ve ortadan kaybolmak için Özgür'den yardım isteyecektim. Buluşma teklif edecektim. Savaş Salih abinin adamlarıyla gelecekti. Özgür'ü de Melih'i de yakalayacaktık."

"Sonra Eser Özgür'ü yakaladı, plan değişti ama bir şeyler ters gitti?"

Başımı salladım. "Ben ne olursa olsun Özgür'le yaptığım anlaşmaya uyacaktım Deniz. Evet Özgür'ü yakalamıştık ama Melih hala dışarıdaydı. Risk alamazdım, tehlike devam ediyordu. Sana anlatamazdım, kimseye anlatamazdım. Özgür sürekli Babam beni bulur. diye zırvalıyordu. Eser tüm gece Melih'i bekledi. O geldiğinde onu da paketleyecekti. Melih gelene kadar herkes benim gittiğimi zannetmeliydi. Savaş beni Bursa'ya göndermeyi planlıyordu. Melih yakalanana kadar bekleyecektik. Ama sonra Melih Özgür'ü bulmuş. Kurtarmış onu oradan. Ben Özgür'ü karşımda görünce dayanamamış ve ateş etmiştim Deniz. Melih bunu görünce delirmiş olmalı. Düğünümüz benim yüzümden-" dedim ama Deniz beni susturdu.

"Hayır, hayır sevgilim. Sen yapmadın. Suçlama kendini yalvarırım."

İç çektim ve gözyaşlarımı sildim. "Düğünümüz kana bulandı Deniz. Kan gölüne döndü. Bir sürü insan öldü. Salih abi, Kerem ve daha bir sürü davetli."

"O insanlar orospu çocuğu Özgür ve Melih yüzünden öldü Ada. Senin yüzünden değil."

"Eğer Özgür'ü vurmasaydım." dedim. Deniz işaret parmağını dudaklarımın üzerine kapattı.

"Sshh hayır. Hayır Ada." dedi ve devam etmemi istediğini belli eden bakışlarla baktı. "Savaş bize hiç sana bir telefon aldığından bahsetmemişti."

"Ben ortadan kaybolunca panik yapmış, unutmuş." dedim yutkunarak. "Fransa'ya gittikten üç gün sonra onu aradım. Asla kimseye hiçbir şey söylememesi için onu uyardım. O yüzden söylemedi telefonu."

"Bir dakika." dedi ciddi bir şokla. "Savaş. Savaş biliyor muydu? Bunca zaman senin nerede olduğunu biliyor muydu?"

"Biliyordu. Sarp'ı yanıma o gönderdi. Beni koruması için. Fransızcayı da Sarp'tan öğrendim."

Deniz ani bir hızla yanımdan kalktı ve sağa sola yürümeye başladı. "Savaş biliyordu ve sakladı mı Ada? Ben onun gözleri önünde ölürken o sakladı mı?" dedi sinirle. "Özgür'ün sizi tehdit ettiğini saklaması yetmiyormuş gibi senin nerede olduğunu sakladı mı Ada? Nasıl yapar bunu ya? Ozan, İpek, Savaş, Sarp. Bana bunu nasıl yaparlar?! Başka kim biliyordu senin nerede olduğunu?"

Ayağa kalktım ve Deniz'in yanına gidip kollarımı beline sarıp kulağımı kalbinin üzerine koyarak kalp ritmini dinledim. Onun kolları da benim bedenimi anında sarmıştı. "Kimse bilmiyordu Deniz. Savaş mecburdu saklamaya çünkü ben öyle istedim. Savaş her zaman karşı çıktı. İstemedi saklamayı ama ben öyle istedim. Lütfen onu suçlama." Saçlarımı kokladı, uzun uzun öptü, ellerini sırtımda gezdirdi. Anlatmaya devam ettim. "Düğünümüzden sonra Melih de Özgür'de ortadan kaybolmuştu. Dönersem tekrar ortaya çıkarlar diye çok korktum. Ama hakkımda Gaiplik Kararı çıkınca dayanamadım. Seni çok özlemiştim. Herkesi çok özlemiştim. Geri dönmeye karar verdim. Döndüğümde oteli almak istedim çünkü birinin benden önce almasından çok korkuyordum. Şansım yaver gitti, oteli bana sattın. Oyunuma devam edecektim ben. Beni Adelia olarak bilmeliydin. Ama sen öğrenmişsin." dedim. Nasıl öğrenmişti, ne zaman öğrenmişti bilmiyordum. "Sana her şeyi anlatmak istedim ama sen Uygar'la Eser'in vurulması hakkında konuşunca tehlikeli bir durum olduğunu anladım. Seni sevmiyormuş gibi davranmak istedim. Ayrı olmalıydık, Melih ve Özgür öğrenmemeliydi ama seni acı çekerken görmeye dayanamadım Deniz. Tüm o söylediğim şeyler yalandı."

"Biliyorum, biliyorum sevgilim." Saçlarımı bir kez daha kokladı. Biraz olsun sakinleştiğini hissettim. "Belinde neden silah var?" dedi ciddi bir sesle. Silahı belimden çıkarttı ve kısa bir süre inceleyip yatağa fırlattı.

"Bir şey oldu Deniz. Bu sabah yatağımda bir not buldum."

"Ne notu?"

Notu cebimden çıkartıp Deniz'e uzattım. "Kimliğim açığa çıktı." dedim. Deniz anlamıyordu. Derin bir nefes aldım. "Deniz, Cemre'yi Eser'in tuttuğu yerden Sarp kaçırdı." Gözleri şaşkınlıkla açıldı, dudakları aralandı. Bir şey söylemek istediyse de onu susturdum. "Dün akşam, biz seninle seviştikten sonra ben Cemre'nin yanına gittim. Bir video çektik. Cemre'den Özgür'e bir mesajdı o video. Özgür Cemre'yi seviyordu ve videoyu izler izlemez gelecekti. Yani biz öyle umuyorduk. Videoyu Cemre'nin söylediği numaraya gönderdi Sarp. Ama o numara Özgür'e ait değilmiş Deniz."

Deniz'in gözleri söylediğim her kelimeyle daha da açılıyordu. "Kime aitmiş?"

"Savaş'ın bir adamına aitmiş. Yani Savaş'ın adamı hainmiş. Çağlar adı. Tahminime göre Çağlar o videoyu görür görmez harekete geçti ve odama bu notu bıraktırdı. Benim Ada olduğumu ne zamandan beri biliyor bilmiyorum. Savaş Çağlar denen o haini arıyor şimdi. Çağlar da eminim ki Cemre'yi arıyordur. Özgür'e ya da Melih'e gitmiş olmasından çok korkuyorum Deniz. Çağlar'ı bulmamız lazım. Odaya bu notu sokan çocuk benim odamdaydı dakikalar önce. Savaş ve Sarp birbirini suçladı. İkisinden birine zarar gelmemesi için aldım silahı belime sıkıştırdım. Sarp aşağı indi çalışanları kontrol etmek için. Savaş da otelden ayrıldı. Daha fazla odada tek başıma oturmak istemedim. Aşağı inip Sarp'a bakacaktım. Silahın belimde olduğunun farkında değildim. Koridora çıktım, seni gördüm. Sonrasını zaten biliyorsun. Sen neden telaşla geliyordun? Eser vurulduğu için mi?" Sakince başını salladı. "Aşağıda kıyamet kopuyor dedin. Ne oluyor aşağıda?"

"Sarp otel çalışanlarının içinden geçiyor. Hepsini hizaya çekmiş. Eser de vurulunca kötü bir şey olduğunu anladım. Senin için endişelendim." dedi.

"Sarp odama not sokan çocuktan sonra çok sinirlendi. Öyle davranması çok normal." dedim ve sıkıntılı bir nefes verdim. "Eser'i Çağlar vurmuş olabilir mi?"

"Olabilir." dedi Deniz düşünceli bir sesle.

"Eser'in durumu nasıl?"

"İyi Ada. Hastaneye götürüyorlardı." dedi ve beni yatağa oturtup ellerimi kucağına çekti. "Göğsünün üzerine yaptırdığın dövme, benim kalp ritmim mi gerçekten?" dedi konuyu değiştirerek. Başımı salladım. Sıcacık gülümsedi. "Nereden buldun sen benim kalp ritmimi?"

"Düğünümüzden önce checkup yaptırmıştın. Beyza'dan EKG sonuçlarını istedim. O da bana getirdi. Fransa'ya gittikten birkaç hafta sonra da dövmesini yaptırdım."

"Beyza hiç söylemedi."

"Söz verdi bana çünkü söylemeyeceğine dair."

"Sözünün eriymiş." dedi başını hafifçe aşağı yukarı sallarken.

"Herkesi çok özledim. Güneş'i, Uygar'ı, Selay'ı, Miray'ı, Can'ı, Melis'i, Eren'i, Gülşah'ı, Beyza'yı."

"Onlar da seni çok özledi."

"Nasıl yüzleşeceğim Deniz? Ailemle, arkadaşlarımla nasıl yüzleşeceğim? Siz beni aradınız ama ben uzaktan sizi izledim. Öylece acı çekmenize göz yumdum mu diyeceğim?"

Deniz derin bir nefes aldı ve başını sağa sola salladı. "Şimdilik düşünme bunu. Ben yanında olacağım. Beraber açıklayacağız her şeyi."

Elimi yanağına koydum ve uzanıp dudağının kenarını öptüm. "Beni tanımasaydın oteli satar mıydın?" dedim konuyu değiştirerek. Kötü şeyler düşünmek istemiyordum.

"Eğer alıcı sen olmasaydın oteli asla satmazdım ben Ada. Bu otel senin otelin. Ödediğin parayı birkaç gün içinde geri vereceğim sana."

"Benim değil ki o para. Salih abi miras bırakmış bana hiç hak etmediğim halde. O parayı kullandım yani oteli alırken."

"Miras ya da değil. O para senin." dedi burnumdan makas alıp. Tam bir şey söyleyecektim ki dudağıma kocaman bir öpücük bıraktı. "Seni o kadar özledim ki sürekli öpmek istiyorum." dedi, gülümsüyordu. Gülümsemeliydi çünkü hayat o gülümserken çok güzeldi. "Seni çok seviyorum."

"Ben seni daha çok seviyorum." dedim ve sarılıp boynuna bir sürü öpücük kondurdum.

"Bu benim duyduğum ve duyar duymaz inandığım en güzel cümle." dedi ve yüzünü uzaklaştırıp elini karnıma koydu. "Çok canın yandı mı?" dedi acı dolu bir sesle. "Bebeğimizi kaybettiğinde çok canın yandı mı?"

"Boş ver." dedim. "Geçmişte kaldı."

"Evlendiğimiz gün oldu demiştin. Evden çıktıktan sonra mıydı?" dedi. Boş vermeyecekti.

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Ozan geldiğinde evden çıktım. Evden çıktığım an bebeğimizi düşürdüm." dedim. Zar zor dindirdiğim gözyaşlarım yine akmaya başlamıştı. "Hastaneye gitmek istemedim. Beni bulurdunuz."

"Yani sen acı içinde kıvranırken bunu umursamadın ve Fransa'ya mı gittin o halde?"

"Beni bir eve götürdü Ozan. Ev sahibi doktormuş. Bana müdahale etti. Birkaç saat gözetimi altında kaldım. Serum ve ağrı kesici verdi. İyi hissettiğimi söylediğimde de evden ayrıldık. Fransa'ya giderken acı içinde değildim." dedim. Bu cümle Deniz'i avutmaya yetmezdi ki. Daha yeni yüzleşiyordu. Ben de atlatmış sayılmazdım ama Deniz'in acısı bana göre çok tazeydi. Onu nasıl avutacağımı bilmiyordum. Gözünden akan yaşı sildim.

"O mavi gözlü kız çocuğu kimin çocuğu?" dedi acıyla. Bizim çocuğumuz olmasını her şeyden çok istiyor gibi bir hali vardı.

"Ozan ve İpek'in kızı. Mavi adı. Sen gerçekten bizim çocuğumuz mu sandın onu? Beni tanıdıktan sonra, onu da bizim bebeğimiz mi sandın?"

Başını aşağı yukarı salladığında içim parçalandı. "Senin annen, kız kardeşin ve Savaş mavi gözlü. Çocuğumuzun da onlara çektiğini, bu yüzden de mavi gözlü olduğunu düşündüm." dedi. "O kadar kabullendim ki onu neden benden çocuğumu sakladın diye sana kızmayacaktım bile. İstediğim tek şey çocuğuma sarılmaktı." dedi. Güçlükle yutkundum. Fransa'ya gittikten sonra ilk işim doktora gitmek olmuştu. Tehlikeli bir düşük yaşamıştım. Ve doktor bir kez daha hamile kalmamın neredeyse imkansız olduğunu söylemişti. Her şeyi kabullenmiştim ama bunu kabullenemiyordum. Ve kabullenemediğim bu şeyi Deniz'e nasıl söyleyecektim?

Belki de kader beni cezalandırıyordu. Bebeğimi istememiş, aldırmaya gitmiştim. Madem çocuğumu istememiştim, hayat da beni bir daha çocuk sahibi olmamakla cezalandırıyordu. "Çocuğumuzu taşıyamadığım için özür dilerim." dedim. Hıçkırıklara boğulmuştum. Deniz kollarını etrafıma sardı. Kendimi minicik hissediyordum.

"Tamam sevgilim. Geçti. Ağlama." dedi, sırtımdaki elleriyle beni severken. "Geçti yanındayım."

"Artık hiç ayrılmayalım." dedim. "Bu sefer dayanamam, katlanamam. Ölürüm Deniz." Hayat gerçekten çok garipti. Deniz uğursuzluk getireceğini düşündüğü için beni düğünden önce gelinlikle görmek istememişti. Ama görmüştü ve bizim düğünümüz katliama dönmüştü. Selay hamileyken saç kesilmez demişti. Ben kestirmiştim ve bebeğimizi kaybetmiştim. Eğer bir kez daha gelinlik giyeceksem Deniz'in karşısına asla çıkmayacaktım. Ve imkansıza yakın olsa da bir kez daha hamile kalırsam saçlarıma asla dokunmayacaktım.

"Ölmek yok sevgilim. Ayrılmak da yok. Ayrı geçecek son birkaç günümüz kaldı sadece. Sonra yuvamıza döneceğiz. Yaşayacak koca bir ömrümüz var." dedi. Hiçbir şey diyemeden sessizce göğsünde ağladım. Kaç dakika geçmişti bilmiyordum. "Ben şimdi gidiyorum Ada." dedi Deniz uzun süren bir sessizlikten sonra. "Akşam Cemre'yle işimiz var. Onun yanına gideceğim. Sarp'la birlikte sen de gel. Ben sana gelmen gereken saati söyleyeceğim."

Başımı salladım, ona gitmeden evvel bir kere daha sarıldım ve ciğerlerimi kokusuyla doldurdum. "Dikkatli ol." dedim kısık bir sesle. Saçlarıma yine onlarca buse bıraktı ve en son boynumu öpüp odadan ayrıldı.

Deniz gittikten hemen sonra aşağı inip Sarp'ı buldum. Lobide oturuyordu, Yiğit de birkaç metre uzağında durmuş Sarp'ı izliyordu. Beni görünce rahat bir nefes verdi. "Adelia." dedi Sarp beni görür görmez. "Yiğit Deniz'in seni odaya kapattığını söyledi. Neler oluyor?"

"Yalnız konuşalım." dedim. "Odama gidelim, acele et."

Sarp takip edemediğim bir hızda ayağa kalktı. Birkaç saniye sonra asansörde yalnızdık. "Sarp Deniz beni tanımış. Daha en başında hem de." dedim. Sarp zaten bunu önceden biliyormuş gibi ifadesiz bir yüzle beni izledi. "Eser vurulmuş. Eser vurulunca Deniz panik yapmış ve beni görmeye gelmiş."

"Tamam planımız ne peki şimdi?" dedi.

"Deniz'le ne olacağımızı sormayacak mısın?" dedim şaşkınlıkla. Bu erkekler de hiçbir şeyi merak etmiyordu.

"Adacım. Büyük bir hesaplaşma yaşadığınızı ama sonradan dayanamayıp birbirinizi affettiğinizi tahmin etmem için kahin olmama gerek yok. En başından beri olması gereken şey oldu. Barışma kutlamasını daha sonra yapacağım. Böyle kuru kuru olmaz. Bir şampanya patlatılacak kadar harika bir haber. Ama bu kutlamaya sonra dönelim olur mu? Hani her şey karman çorman ya o yüzden diyorum."

"Peki." dedim bıkkınlıkla. Odaya geçince anlatacağım.

*** 

Sarp'a her şeyi anlatmamın üzerinden iki saat geçmişti. Odamda Deniz'den haber bekliyorduk. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Ve hiçbir gelişme yoktu. Ne Çağlar'dan bir iz vardı ne de Eser'i vuran adamdan bir haber vardı. Aldığımız tek iyi haber Eser'in durumunun iyi olmasıydı. Bacağından vurulmuştu ve tehlikeli bir durum yoktu.

"Ben beklemekten çok sıkıldım." dedi Sarp, votkasının yanında gelen havuç ve salatalık dilimlerini aynı anda ısırırken. "Niye bekliyoruz hala? Gidip Cemre'nin boğazına yapışmamız gereken yerde burada boş boş oturuyoruz."

"Deniz beraber gitmemiz gerektiğini söyledi."

"Bekleyelim bekleyelim bakalım. Savaş'a niye söylemiyoruz onu anlamıyorum ben."

"Sanırım benden haberdar olduğunu Deniz'den sakladığı için Deniz ona epey kızgın. Görmek istemiyor olabilir Savaş'ı. Yani ben öyle tahmin ediyorum. Kimseye anlatma, Sarp'a anlat sadece dedi çünkü. Ben de üstelemedim."

"İyi, Sarp'a anlat demiş en azından. Allah razı olsun ya valla. Bana güvenmiş demek ki." dedi. İroni mi yapıyordu yoksa ciddi miydi anlamıyordum.

Telefonum çaldı, Deniz arıyordu. "Sevgilim ben gidiyorum Cemre'nin yanına. Sen de Sarp'la gel."

"Tamam, şimdi çıkıyoruz."

"Tamam, dikkatli olun."

"Sen de dikkatli ol sevgilim." dedim ve telefonu kapattım.

*** 

Deniz Cemre'yi tuttuğumuz yere bizden önce gelmişti. Arabasının kaputuna yaslanmış, sigara içiyordu. Bulunduğumuz arabanın sesini duyunca sigarasını yere attı, arabadan inmemizi bekledi. Ağır hareketlerle arabadan indim. O sırada Sarp neredeyse koşarak fabrikaya girmişti bile. Deniz elimden tutup beni fabrikaya soktu. Cemre ve Sarp'ın yanına ilerledik. Sarp Cemre'nin önünde sabırsızca sağa sola yürüyor ve bir şeyler homurdanıyordu. Ayak seslerimizi duyduğunda durdu. Cemre de başını kaldırdı ve arsız bir gülümsemeyle bizi izledi.

"Ooo aşıklar kavuşmuş." dedi alayla. "Valla helal olsun. Ben bu kadar çabuk olacağını tahmin etmezdim."

"Kes." dedim sinirle. Yanına ilerledim ve çenesini tek elimle tutup yüzüne eğildim. "Çağlar ne zamandan beri senin köpeğin? Anlat. Dinliyoruz."

"Savaş'ın yanında çalışmaya başladığından beri. Salih Karahan öldüğünden beri yani."

"Nasıl öğrendi benim Ada olduğumu?"

"Zor olmadı. Sevgili ikizin bir keresinde telefonla konuşurken yakalamış Çağlar. Ben Eser tarafından kaçırılmadan hemen önce yani."

"Başka kim biliyor benim Ada olduğumu? Konuş. Konuş gebertirim seni."

"Denizcim." dedi Cemre. "Karın şiddete pek bir meyilli. Biraz evcilleştirsen mi acaba? Çok vahşi."

"Kes sesini." dedim çenesini daha da sıkarak. "Söylesene kim biliyordu benim Ada olduğumu? Özgür ve Melih denen orospu çocukları biliyor muydu?"

"Hayır. İkisi de bilmiyordu. Çağlar sadece bana çalışıyordu."

"Öğrendiler mi yani döndüğümü?" dedim dişlerimin arasından. "Söyle seni parçalarım."

"Bilmiyorum. Çağlar söylediyse öğrenmişlerdir. Günlerdir esirim ben. Çağların ne yaptığını nereden bileyim?!"

"Çağlar nasıl anladı benim Ada olduğumu? Sen o videoda Özgür'e sesleniyordun."

"Kaçırıldığımdan haberi olmuştur. Videoyu görünce de tahmin etmiştir senin döndüğünü. Tamamen şans eseri olmuş yani. Çağlar sadece hislerine güvenip kumar oynamıştır. Haklı da çıkmış. Zeki çocukmuş, iyi ki onunla çalışmışım."

"Seni geberteceğim Cemre. Duydun mu?"

Deniz usulca yanıma geldi ve bana arkamdan sarılıp beni Cemre'den uzaklaştırdı. Birkaç saniye sonra Sarp beni bir sandalyeye oturtuyordu. "Cemre." dedi Deniz sakin bir sesle. "Çağlar ortadan kaybolmuş. Ada'nın döndüğü gün yani. Nereye gitmiş olabileceğini sadece sen bilebilirsin."

"Sence size söyler miyim ben bunu? Salak mıyım o kadar?"

"Salaksın." dedi Sarp. "Sonunda hiçbir şey elde edemeyeceğin halde hala kötülük peşindesin. Ne olacak yani Deniz Ada'dan ayrılınca? Deniz sana mı dönecek?"

"Dönmeyecek belki ama benimle olmuyorsa kimseyle olmayacak. Çünkü Deniz benim. Hep benimdi."

"Adam evli amına koyayım. Şizofren misin sen?"

"Tamam Sarp. Delirtme şunu." dedim.

Deniz devam etti. "Özgür'ün de Melih'in de yerini söyleyeceksin. Beni zor kullanmaya mecbur bırakma!"

"Sen kıyamazsın ki kimseye. Zor kullanmak sana göre değil. Boşa yorma kendini."

"Ben kıyamam ama karım öyle bir kıyar ki neye uğradığını şaşırırsın Cemre."

"Şu kızdan mı korkacağım ben?" dedi alayla. "Ya bana ne yapabilir ki?"

"Onun bir sınırı yok. Sana neler yapabileceğini ben bile hayal edemiyorum. Şimdi, söylüyor musun yoksa seni Ada'nın ellerine mi bırakayım?"

"Bana kimse bir şey yapamadan kurtulacağım buradan. Özgür beni bulur."

"Seni bulamaz." dedi Sarp.

"Eser yıllar önce Özgür'ü buraya kaçırmadı mı? Çağlar videoyu Özgür'e izlettiyse anlar Özgür buranın o fabrika olduğunu. Bulur beni."

"Madem öyle neden ilk başta Çağlar'a attırdın sen videoyu? Özgür'e atsaydın şimdiye bulurdu seni?" dedi Sarp. "Misafirimiz olmayı sevdin galiba."

"Ortalığı karıştırıp canınızı sıkmak istedim sanırım. Sizi böyle endişeli görmek çok hoşuma gidiyor."

"Yani." dedim bacağımı diğerinin üzerine atarak. "Özgür seni bulmak için buraya gelecek öyle mi?"

"Evet."

"İyi biz de bekleriz o zaman. Bakalım Özgür Bey ayağımıza gelecek mi?" dedim ve Sarp'a döndüm. "Sarp, davayla ilgilenen ne kadar polis, savcı varsa arayıp haber veriyorsun. Savaş'ın bütün adamlarını da buraya çağırıyorsun. Gerekirse daha fazla kişiyle gelsinler." Sarp onaylarcasına başını salladı. Deniz'e döndüm. "Kocacım. Sen de bütün adamlarını buraya çağırır mısın? Özgür'e karşı ne kadar çok kişi olursak o kadar iyi."

Cemre sinirle güldü. "Beni böyle mi korkutacaksınız?"

"Yok, korkutmak ne haddimize. Ben olacakları söylüyorum sana. Yani en başından beri planım seni kullanarak Özgür'ü buraya çekmekti. Sen de şimdi onun geleceğini söylüyorsun. Bana daha güzel bir haber veremezdin herhalde. Planım işe yaradı!"

"Onu yenemediniz bu zamana kadar. Yenemeyeceksiniz de."

"Bir saat sonra burada sayamayacağın kadar polis gördüğünde konuşalım Cemre." dedim ve Sarp'a döndüm. "Sarp, hala aramadın mı polisi? Burada hapse girmek için çabalayan zavallı bir kız var."

"Ben zavallı değilim!" dedi bağırarak.

"Tüm hayatını bir erkeği elde etmek uğruna harcamış acizin tekisin. Deniz sana acımasaydı seninle olmayacaktı bile. Sana duyduğu tek şey merhametti. Hiç aşık olmadı."

"Sen bizim aramızdaki şeyin-"

"Deniz benimle evli. O yüzden sizin aranızda geçen şeylerin bir önemi yok. Üstünden altı sene geçmiş. Aş artık bunları. Akıl ve ruh sağlığın için diyorum yani. Ufak bir tavsiye."

"Senin gibi bir akıl hocasına ihtiyacım yok."

"Aa çok alındım. Nasıl bir akıl hocasına ihtiyacın var mesela? Melih, Serhan, Özkan, annen? Hangisi Deniz'in yatağına gir demişti peki hatırlıyor musun? Söyle de yine akıl hocalığı yapsın sana. Aa ama onların verdiği akıllar yüzünden şimdi karşımdaki sandalyede esirsin değil mi? Yazık."

"Kes sesini." dedi bağırarak.

Yüzümü buruşturup Sarp'a bağırdım. "Sarp ara şu polisi. Hala bize Melih'in ve Özgür'ün yerini söylemedi. Baksana."

"Hayır." dedi Cemre. "Sakın."

"Pardon?" dedi Sarp gülerek. "Emirleri senden alıyor gibi bir halim mi var?" Önce bana baktı, ardından Deniz'e baktı. İkimiz de onay verince Sarp telefonu çıkardı ve birkaç tuşa basıp telefonu kulağına götürdü. "Merhaba memur bey." dedi ciddi bir ifadeyle. "Bir ihbarda bulunacaktım." Sarp'ın polisi aramadığını bildiğim halde neredeyse ben bile inanacaktım. İnanmamıştım, Cemre inanmıştı.

"Dur. Dur kapat." dedi sessizce. "Bursa'dalar. Yani en son oradalardı. Günlerdir tutsağım. Başka bir yere gitmiş olabilirler. Çağlar, o biliyordur. Onu bulmanız lazım."

"Nerede saklanıyor olabilir bu Çağlar?" dedi Sarp. "Söyle, sabrım kalmadı artık benim."

"Bilmiyorum. Hiç konuşmadık böyle bir şeyi. Yemin ederim bilmiyorum." dedi. Bu sefer sanırım doğruyu söylüyordu.

Kısa süreli bir sessizlik olmuştu. Sarp'ın telefonunun çalmasıyla da bu kısa sessizlik bölündü. "Efendim Yiğit... Ne diyorsun sen? Bu harika bir haber... Tamam konum atacağım sana. Oraya getirirsin... Tek başına gelme... Savaş'ın dört adamı var dışarıda. Yoruldular. Değiş tokuş yapmanız lazım... Altı kişi al sen." dedi ve telefonu kapattı. Heyecanla bana ve Deniz'e bakıyordu. "Çağlar gelecek birazdan." dedi ellerini göğüs hizasında birleştirip ovuşturarak. "Hazır mısın Cemre? Arkadaşın gelecek dakikalar sonra." Yüzünde hin bir gülüş vardı.

Cemre'nin asılan yüzüne baktım. "Yardakçın geliyor, iyi hissediyor olman lazım. Neden üzgünsün? Seni kurtaramayacak diye mi?"

Cemre cevap vermek istemediğinden olacak, başını sağa sola sallamakla yetinmişti. Sarp'a döndüm. Bana göz kırptı. Deniz yanıma geldi ve beni sandalyeden kaldırıp kapıya doğru yürüttü. "Sarp yalnız bırakma Cemre'yi." dedi ciddi bir sesle. "Biz dışarıdayız."

"Anlaşıldı." dedi Sarp. Birkaç saniye sonra dışarıdaydık. Hemen sonrasında da Deniz beni arabaya oturtup arka koltuktaki hırkasını giydirdi.

"Evet, işte oldu." dedi fermuarı boğazıma kadar çektikten sonra. "Böyle üşümezsin." Üşüdüğümü nasıl anlamıştı?

"Sen benim ne zaman böyle üstüme titresen ben senin ne kadar güzel bir baba olacağını düşündüm hep. Dedim ki Beni bu kadar güzel seven biri bebeğimizi nasıl sever?" dedim gözümden düşen yaşlara aldırmadan.

"Tamam ağlama sevgilim." dedi Deniz. "Ağlama, elimizden bir şey gelmiyor."

"Üzücü olan da bu, çaresiz olmak. Eğer bebeğimiz doğsaydı şimdi Mavi'yle akran olacaktı neredeyse. Anne, baba diyecekti. Beraber adımlarını izleyecektik."

"Ada, güzelim. Yapma ne olur."

"Deniz doktor bana dedi ki." dedim ama devamını getiremedim. Nefesim tıkanmıştı.

"Ne? Ne dedi? Sevgilim, iyi misin?"

Başımı iki yana salladım. "Deniz, doktor bana bir daha hamile kalma ihtimalimin neredeyse imkansız olduğunu söyledi." dedim ve boğulacak kadar ağlamaya başladım. İçimi çekmekten ciğerlerim acımıştı. "Yani bizim çocuğumuz olmayabilir. Sen benim yüzümden baba olamazsan-"

Deniz lafımı kesti ve bana sımsıkı sarıldı. "Ssh, geçti. Tamam. Tamam hayır. İlla beni baba yap diye aşık olmadım ben sana. İlla baba olayım diye evlenmedim. Ben sana aşığım Ada. Çok aşığım. Yapma sakın. Önemi yok bunun. Bana sen lazımsın. Tamam mı? Ağlama. Sakın ağlama, lütfen ağlama."

"Deniz sen bir çocuğun olmasını istiyordun. Çok istiyordun." dedim içimi çeke çeke.

"Seni daha çok istiyorum. Bak, bebeğimiz için üzgünüm. Çok üzgünüm. Kalbim dayanmıyor, kabullenemiyorum ama baba olamayacağım diye seni bırakmam. Aşığım çünkü, çok aşığım."

"Deniz." dedim hıçkırırken. "Seni seviyorum. Çok seviyorum."

"Biliyorum. Biliyorum bir tanem. Hayatta hiçbir şeyden emin değilim ama senin beni sevdiğine eminim artık. Suçlu hissetme kendini sakın." dedi ve sarılmamızı sonlandırıp gözyaşlarımı sildi. "Tamam, daha iyi misin?"

Başımı iki yana salladım. Telefonum çalmıştı. "Sarp arıyor. Onun zil sesi." dedim. "Efendim Sarp?"

"Nereye kayboldunuz Ada? Cemre huysuzluk çıkartıp duruyor."

"Sana emanet ettik ya Sarp. Dizginle işte sen de huysuzluk çıkartıyorsa." dedim elimin tersiyle gözyaşlarımı silerek.

"Baş edemiyorum. Ağzını bağladım sussun diye. Kendini sandalyeyle beraber yere atıp duruyor. Çok fena sıkıldım."

"E bırak kalsın yerde. Kaldırma sen de. Bunun için mi aradın?"

"Evet. Bir de Yiğit'e bir şeyler aldıracağım. Çok acıktım. Siz de istiyor musunuz bir şey?"

"İstemiyoruz Sarp. Kapatıyorum ben hadi."

"Ne dedim şimdi ben ya?"

"Kapat Sarp." dedim ve telefonu kapatıp arka cebime sıkıştırdım. Arabadan indim. Birkaç saniye sonra yeniden fabrikanın önündeydik.

"Nereye kayboldunuz? Bu kız zır deli. Kendini yere atıp duruyor. Canına kastı var herhalde."

"Bir kızla baş edemedin mi?" dedim sinirle. "Çekil şuradan."

"Ne oluyor ya?" dedi Sarp Deniz'e dönerek. Sarp'ın yanından geçtim. Fabrikaya girdim. Cemre sandalyeyle birlikte yerde yatıyordu. Yanına gidip onu olduğu yerden güç bela kaldırdım.

"Derdin ne senin?" dedim ağzındaki şeyi hızla aşağı indirerek. "Ne diye yere atıyorsun kendini?"

"Siz beni öldürmeden ben kendimi öldüreceğim."

"Sen delirdin mi?" dedim bağırarak. "Hapse girsen bile en hafif cezayı sen alırsın. Kurban olduğunun farkında değil misin? Belki de birkaç sene sonra çıkacaksın. Hayatın devam edecek. Ama sen kalkmış bana kendimi öldüreceğim diyorsun. Senin kafan hiç mi çalışmıyor?"

"Devam etmeyecek benim hayatım. Mahvoldu çünkü."

"Bunu önceden düşünecektin!" dedim. "Yaptığın her şeyin bedelini ödeyeceksin. Ondan sonra mahvolmuş hayatını düzeltirsin."

"Deniz beni hiç mi sevmedi?" dedi acı bir sesle.

"Sevmemişim." dedi Deniz. "Ada haklı. Ben sana sadece acımışım. Sen beni kandırdığın için acımışım. Benim yüzümden öldüğünü sandığım için acımışım. Aşk nedir Ada'yla öğrendim ben. Eğer sen beni gerçekten sevseydin bunları yapmazdın. Özgür Melis'in kalbine o demir parçasını saplarken nasıl göz yumdun? Bana olan sevgin nasıl müsaade etti buna? Sen kardeşimin ağır yaralanmasına göz yumdun. Ada'ysa kardeşim yaşasın diye benden ayrı kalma pahasına ortadan kayboldu! Hangisi gerçek aşk söyle bana şimdi."

"Mecbur kaldım." dedi Cemre. "Melih, Serhan, Özkan bir yandan. Annem bir yandan. Özgür bir yandan."

"Umurumda değil. Her şeyi kendi isteğinle yaptın sen." dedi Deniz. "İster kendini yerden yere at, ister canına kıy. Bir gram bile üzülürsem bana yazıklar olsun."

Cemre başını iki yana salladı. Sanırım Deniz'in söylediği şeyleri kabullenemiyordu. "Ama ben seni seviyorum."

"Sevgine başlatma." dedim. "Böyle sevgi mi olur? Ne biçim sevgi bu?"

Cemre iç çekti. "Bana ne yapacaksınız?"

"Korkma öldürmeyeceğiz." dedim. "Şu Çağlar gelsin de o zaman düşünürüz ne olacağını."

"Sen acımasız değilsin." dedi çaresiz bir sesle.

"Merhamet dilenmek için çok geç kaldın." dedim ve tekrardan dışarıya çıktım.

Bölüm : 04.02.2025 22:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...