67. Bölüm

64. Bölüm - Yeniden Doğuş

Kubra Akyol
_kubraakyol

"Nasıl yani?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Yarın derken?"

"Yarın işte sevgilim."

"Ben böyle bir şeye hazır değilim Deniz. Ayrıca tüm Türkiye ne demek? Ben önce herkese her şeyi anlatıp sonra kimliğimi açıklamak istiyordum. Ailem, arkadaşlarım benim yaşadığımı ve geri döndüğümü medyadan mı öğrenecek? Hayır, hayır ben bunu istemiyorum. Hem sonra onlara nasıl açıklayacağım? Tek tek aramam gerekecek herkesi."

"Kimseyi aramana gerek kalmayacak sevgilim." dedi. Bu da ne demekti? "Yarın tüm ailen, arkadaşların, sevdiklerin burada, otelde olacaklar. Sen herkese aynı anda kavuşurken, Ece de o esnada medyaya senin döndüğün haberlerini yayacak. Tek tek herkesi arayıp onların anlamasını beklemek için vaktimiz yok."

"Anlamadım." dedim gözlerim ışıldarken. "Ben şimdi yarın herkesi, babamı, dayımı, Güneş’imi, arkadaşlarımı ve kuzenlerimi görecek miyim? Kavuşacak mıyım herkese?"

Gülümsedi. O kadar güzel gülümsemişti ki gözlerim dolmuştu. Benim mutluluğum onun için hala çok önemliydi. "Göreceksin sevgilim. Herkesi göreceksin."

"Nasıl toplayacaksın Deniz herkesi aynı anda buraya?"

Gururlu bir nefes verdi ve biten yoğurdun ambalajını çekmecenin üzerine bırakıp gece lambasını kapattı. Ardından yatağa uzandı ve beni kollarının arasına çekip alnıma minicik bir öpücük bıraktı. "Uygar sağ olsun."

"Sen, sevgilim sen Uygar’a söyledin mi benim döndüğümü?"

"Hayır. Sadece herkesi toplamasını istedim. Neden? diye sordu tabii sürekli. Yarın anlatacağım ona."

"Ben çok korkuyorum." dedim Deniz’e daha sıkı sarılarak. "Beni affetmeyecek kimse."

"Herkes senin yolunu gözlüyor Ada. Herkes delirmiş gibi seni bekliyor. İçinde küçücük bir endişe bile olmasın. İnan bana herkes kafayı yiyecek mutluluktan."

Sesli bir nefes alıp iç çektim. "Bana kızmadın mı hiç gittim diye?"

"Kızmadım. Bir an bile kızmayı düşünmedim. Çünkü sana olan aşkım ve özlemim kızmaya fırsat vermedi. Sadece çok üzüldüm Ada. Bütün çareleri düşündüm. Kalsaydı. dedim hep içimden. Kalsaydı beraber hallederdik."

"Son bir senedir beni hiçbir yerde aramadın. Vazgeçtin sandım ben."

"O nasıl söz, benim güzel karım? İmkânsız şeylerden bahsetmeyelim." Kıkırdadım ve Deniz’e daha çok sokuldum. "Ne oldu? Niye gülüyorsun?" dedi, sesindeki sıcaklığı tarif edecek bir kelime bulamıyordum.

"O kadar güzel Benim güzel karım. diyorsun ki sanki böyle içimde atlıkarıncalar dönüyor. Bildiğin gibi değil görüntüm üstelik. Ama yine de güzel miyim senin için?"

Deniz minik bir kahkaha attı. "Güzel değil çok güzelsin. Eşsiz bir güzellik hem de. Duru, sessiz sakin bir güzellik. Tablo gibi. Hala çok güzelsin."

"Saçlarım için üzgünüm." dedim üzgün bir sesle.

"Sen benim yanımda olduktan sonra gözüm hiçbir şey görmüyor Ada. Saç bu, uzar. Boyanır. Telafisi olacak şeyler bunlar. Ama seni kaybetmenin bir telafisi yok. Yanımda olduktan sonra hiçbir şey önemli değil artık benim için. Gözlerini görüyorum, sesini duyuyorum, kokunu içime çekiyorum, sana sarılıyorum, seninle uyanıyorum ya geri kalan her şey halledilir."

"Sana çok aşığım. İçim sıcacık oluyor seni her düşündüğümde. Hiç ayrılmak istemiyorum Deniz. Hala çok korkuyorum."

"Artık kimse bize zarar veremeyecek." dediğinde telefonu çalmıştı. Bir kolunu üzerimden çekti, çekmeceye uzandı. Telefonu aldı ve kulağına götürdü. "Efendim Melis." dedi yorgun bir sesle.

"Bravo sana ya." dedi Melis sinirle. "Bravo sana." Deniz hoparlöre almamıştı ama Melis o kadar çok bağırıyordu ki ben de duyuyordum.

"Ne oldu Melis? Yine niye bağırıyorsun?"

"Soruyor musun bir de ya?! Kimleydin sen? Ya da dur belki de hala berabersiniz. Kimlesin sen? Magazine kimle düştün?"

"Yarın öğreneceksiniz kim olduğunu."

"Tavırlara bak tavırlara. Hayır efendim, sen Ada’yı unutup başka kadınlarla gününü gün edeceksin ama ben yarın öğreneceğim öyle mi? Yok öyle Deniz Bey. Söyleyeceksiniz şimdi."

"Melis gerçekten çok yorgunum ve bu kadar yüksek bir sesi kaldıramayacağım ben."

"Umurumda değil. Sen nasıl Ada’ya ihanet edersin ya? Nasıl?!"

"İhanet etmedim Melis. Yarın öğreneceksin diyorum işte."

"Ne oluyor? Ne var bu yarında? Uygar abim de İstanbul’a çağırıyor. Aa yoksa evlilik iptali yapmaya mı karar verdin? Magazindeki kadınla mı evleneceksin?"

"Melis haddini aşma."

"Aşıyorum ya aşıyorum. Bıktık artık senden. Ada’ya aşığım diye kandırmışsın hepimizi. Şimdi bu yaptıkların rezillik değil de ne?"

"Yarın İstanbul’a geldiğinde öğrenirsin Melis."

"Gelmeyeceğim ben hiçbir yere." dedi Melis ve telefonu Deniz’in yüzüne kapattı.

"Herkesle baş ettim ama Melis’le baş edemedim. Bana çok kızgın. Seni aramayı bıraktığım için."

"Sana kızgın olması normal değil mi?" dedim kırgın bir sesle.

"Seni bulabileceğime olan inancımı ve umudumu yitirmiştim Ada. Hiçbir yol seni bana çıkarmıyordu. Yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Senden hiç vazgeçmedim ama bir gün oldu seni aramayı bıraktım. Bulamayacaktım çünkü. Dönmeseydin yine bulamazdım." dedi. Kendince belki haklıydı. Ama yine de kalbim çok kırılmıştı. Vazgeçmemişti ama bulamayacağını düşündüğü için artık hiçbir yerde beni aramamıştı. "Çok tükenmiştim. Seni her yerde aradım. Durmadan, bıkmadan. İstanbul’da, Bursa’da, Aydın’da ve hatta İtalya’da bile. Hiçbir yerde yoktun. Hiçbir sokakta rastlamadım sana. Kaç kez belki seni yine bana getirir diye kütüphanenin oradaki sokağa gittim biliyor musun? O köşeyi ne zaman dönsem seni görmeyi hayal ettim. Ama yoktun. Polis ne zaman arasa kalbim durdu benim. Ölüm haberini duyacağımı zannederek sağır olmayı diledim ben. Kaç tane kimliksiz kadın cesedi bulundu. Teşhis etmeye gidemedim. Yapamazdım. Yapamadım da zaten."

Elimi yüzüne koyup yanağını okşadım. Deniz’in elleri de kolumun üzerinde ve belimde geziyordu. "Yaşadığın her şey için çok üzgünüm. Ben dönmek istedim. Çok istedim. Rüyalarımda bile sana geldim ben ama evimize gelemedim Deniz." dedim. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Deniz’in son cümlelerinin yüzümde yarattığı gülümsemeyle uyuyacaktım.

"Tam da umudumu yitirmişken, yürüyecek dermanım kalmamış ve tam da düşmeye yakınken, bir adım uzağımda boyumdan büyük bir çukur varken. Bana böyle bir günde geldin. İyi ki geldin. Seni çok seviyorum." dedi. Gözlerimi kapattım ve sevdiğim adamın kollarında uykuya daldım.

4 Mart, Cuma

Saçlarımda hissettiğim yumuşak hareketlerle gözlerimi araladım ve başımı yukarıya kaldırdım. Deniz yatakta doğrulmuş, sırtını başlığa yaslamış, saçlarımı okşuyordu. "Günaydın aşk çiçeğim." dedi sıcacık bir gülümsemeyle. "Bacağımı çok mu seviyorsun?"

"Günaydın sevgilim." dedim. Ardından ne demek istediğini anlamak için bakışlarımı aşağı indirdim. Deniz’in bacağına sarılmıştım. "Ben sana ait olan her şeyi çok seviyorum. Bacağın da buna dâhil." dedim gülümseyerek. "Ne zaman uyandın?"

"On beş dakika oluyor. O kadar yüzünü sevdim, saçını sevdim ama uyanmadın hiç." dedi. Doğruldum ve başımı göğsüne saklayıp kolumu gövdesine sardım. Saçlarıma büyük bir öpücük bıraktı. "O kadar özledim ki senin gözlerine bakarak güne başlamayı. Sanki cenneti önüme sermişler gibi hissediyorum şimdi."

Deniz’e daha sıkı sarıldım ve saçımda gezen elini tutup öptüm. "Seni seviyorum." dedim, bugüne kadar söylemediğim her seni seviyorum cümlesini telafi etmek istiyordum.

"Sen bana her seni seviyorum dediğinde yeniden doğmuş gibi hissediyorum. Sanki bana yeni bir hayat bahşediyorlar gibi."

"Sen yeniden doğmuş gibi hisset diye ben sana hep seni seviyorum derim." dedim. "Sabah oluyor seni seviyorum, akşam oluyor ben yine seni seviyorum. Uyuyorum, uyanıyorum, Allah şahidim, bir tek seni seviyorum."

"Senden bunu duymayı çok beklemiştim biliyor musun? Cesaretini toplamanı bekledim. Bir gün gelecek, onun sesinden Seni Seviyorum’larla uyanacağım. dedim kendi kendime. Dünyanın en mutlu insanı olacağımı biliyordum ama bu kadar olacağını bilmiyordum." dedi sıcacık bir sesle. "İki kelimelik bir cümle bir insana nasıl dünyanın en mutlu ve aynı zamanda en güçlü insanı gibi hissettirebilir?"

"Çok denedim ama söyleyemedim." dedim. "Söylediğim an seni kaybederim sandım. Çok saçma bir sanma haliymiş. Sana seni seviyorum demek dünyanın en güzel ikinci şeyi."

"İkinci mi?" dedi şaşkın bir sesle. "Peki dünyanın en güzel birinci şeyi ne?" diye sordu merakla.

"Sensin." dedim ve tekrar yanağını okşadım. "Elimde olsaydı yaşaman için seni kaybetmek zorunda olmadığım bir hayatı dilerdim." dedim yorgun bir nefesle.

"Yüzüğün hep parmağında mıydı?" dedi konuyu değiştirerek.

"Evet." diye hiç bekletmeden yanıtladım. "Aslında giderken bırakacaktım ama yapamadım."

"Yanına hiçbir şey almamışsın." dedi. "Mavi deniz kabuğunu, çocukların sana yaptığı fotoğraf albümünü, bebeğimiz için aldığın ayakkabıları, bir de parfümlerimden bir tanesini almışsın, o kadar."

"Bebeklik battaniyeni de almıştım." dedim. "Fark etmedin mi?"

Kısa bir süre düşündü. "Hayır." dedi. Sesi pürüzlüydü. "Fark etmedim."

"Deniz." dedim yutkunarak. "Beni çok özlediğin için şu an bir bebeğinin olmayacağı ihtimalini göz ardı ediyor olabilirsin fakat bu ciddi bir konu. Şimdi önemsemiyorsun belki ama ileride pişman olabilirsin. Tekrar söylüyorum, bir çocuğumuz olmayabilir."

"Sensiz yaşamak, hiç baba olmayacağım ihtimalinden daha korkunç Ada. Tamam, çok üzülüyorum. İçim acıyor. Bebeğimizi kaybetmişiz, canım yanıyor ve bunu anlatabileceğim bir kelimem bile yok. Bununla yaşamayı öğrenebilirim. Ama sensiz yaşamayı öğrenmek istemiyorum. Sen yanımda olduktan sonra çocuğum olmasa da olur." dedi. Bu cümleyi kurarken canı ne kadar yanmıştı da bana belli etmiyordu diye merak etmiştim.

Derin bir nefes verdim. "Uygar’ın asistanı vardı ben gitmeden önce. Toprak’tı adı."

"Ayrıldı işten. İyi ki de ayrıldı. Sana benzemiyordu ama saç rengi, göz rengi, ten rengi seninkiyle aynıydı. Adı da Toprak olunca her gördüğümde işkence çekiyordum resmen." dedi ve saçlarımı öptü.

Başımı salladım ve Deniz’e daha sıkı sarıldım. "Resmimizi yırtmıştım ya gitmeden önce." dedim pişman bir sesle. "Ada ve denizi çizdiğim resmi yani."

"Evet sevgilim."

"Fransa’da aynısını yapmayı çok denedim. Hiçbiri onun gibi güzel olmadı. Nasıl yaparsam yapayım hiçbiri aynısı olmadı."

"Olsun sevgilim. Yine yaparsın."

"O resim bizi temsil ediyordu Deniz. Sen ve bendik o kâğıdın üzerine çizdiklerim."

"Evet ama o resim eski bizdik. Sen yeni bizi çizersin. Olmaz mı?" dedi. Saçlarımı bilmem kaçıncı defa öptü.

"Yeni biz mi? Nasıl olacak yeni biz?" dedim heyecanla.

"Ilık bir yaz akşamı düşün."

"Düşündüm."

"Bahçemizdeki bahçe salıncağına beraber uzanmışız. Tıpkı şimdi olduğu gibi sana sarılıyorum. Başını bana yaslamışsın ve tenine dövmesini yaptıracak kadar çok sevdiğin kalp atışlarımı dinliyorsun."

"Sonra." dedim daha da heyecanla.

"Üzerinde sarı bir elbise var. Saçlarının arasına bahçemize beraber ektiğimiz çiçeklerden sıkıştırmışım. Burnumuza o çiçeklerin kokusu geliyor. Bir sürü çiçek var ama en güzel sen kokuyorsun." dedi. Elini yüzüme koyup başparmağıyla yanağımı okşadı.

"Kedimiz de olsun mu?" dedim gülümseyerek.

Deniz minicik bir sesle güldü. "Kedi mi? Olsun bir tanem. Olsun tabii."

"Fransa’dayken yaşadığım apartmanın önüne hep kediler geliyordu ve biz Mavi’yle onlara hep mama veriyorduk. Hepsinin bir adı vardı ve karakterlerine uyuyordu."

"Karakter?" dedi, bu seferki gülüşü az öncekinden biraz daha gür ve neşeliydi.

"Evet bak mesela bir tanesi çok tembeldi. Mama yemeye gelirken bile üşeniyordu. Onun adını Miskin koymuştum. Bir tanesi erkekti, gördüğü her dişi kediye asılıyordu ve onun adı Çapkın’dı. Bir tanesi de emekliler gibi bir köşeye çekilip geleni gideni izliyordu. Ve onun adı da Memur’du."

"Yaratıcılıkta çığır açmışsın sevgilim." dedi. Gülüşü giderek artıyordu, o güldükçe içim şenleniyordu. "Peki evimize alacağımız kedimizin adı ne olsun?"

Hiç düşünmeden "Roma." dedim. "Bana evlenme teklifi ettiğin yer. Kedimize aşıklar şehrinin adını vermek istiyorum." dedim. Orası ayrıca Deniz’le ilk beraber olduğumuz yerdi ama bu konu Deniz’le aramızda asılı kalmıştı. İlk sevişmeni hiç sevmediğin biriyle yaşayacak kadar cesur davrandın. demişti. Bunu ona hatırlatıp onu üzmek istemiyordum ama o benden evvel hatırlamıştı.

"Sevgilim." dedi acı bir sesle. "Ben özür dilerim." İşaret parmağımı dudaklarının üzerine kapattım.

"Sshh. Tamam. Geçti gitti. Unuttum ben." dedim. Sol dirseğinin üzerindeki dövmeye dokundum. "O günü dövme yaptırmışsın."

"Seninle yaşadığım her şey çok özel ama o gün hayatımın en güzel günüydü Ada. Hani bana evet dedin ya tüm dünya benimdi sanki. Bir hayat amacım olmuştu. Seni mutlu etmek uğruna bir yaşam sürecektim. Dünyanın en güzel gayesiydi bu benim için. Senin mutluluğun için çabalamak. Daha önce hiç öyle güzel bir amacım olmamıştı benim." dedi, gülümsediğini hissedebiliyordum. "O kadar masumdun ki ve kendini bana o kadar teslim etmiştin ki ben seni korumak istedim. Her şeyden, tüm kötülüklerden korumak istedim. Aklım almıyordu, hayatın bana senin gibi güzel bir hediye verebileceğini hiç düşünmemiştim ben. Ama vermişti işte. O güne kadar eksik olan yanım seninle tamamlanmıştı."

"Hiç tereddüt etmemiştim." dedim. "Ne evlilik teklifine evet derken, ne de seninle sevişirken. Benim için ilkti ama sanki zaten bildiğim bir şeyi yaşıyordum. Tamamen bildiğim bir bedende sanki ezberime kazılı olan bir şeydi senin olmak. Ruhumun sana yazıldığını o gün anlamıştım. Yaşadığım en güzel şeydi."

Deniz içli bir nefes verdi. "Gitmemiz gereken bir balayı var." dedi.

"Evliliğimizi mecburiyetten yaptığımızı düşünüyordun ya sen." dedim çatallı bir sesle. "Ama buna rağmen Uygar’a balayına gideceğimizi söylüyordun. Eğer ben gitmeseydim biz gerçekten Prag’a gidecek miydik?" dedim merakla.

"Evet." dedi Deniz. "Bir oda daha ayarlamıştım. Yani ayrı odalarda uyuyacaktık."

"Benden nefret ettin değil mi?" dedim acı bir sesle. "Yani gerçek bir nefretti bu."

"Sen olsan ne düşünürdün Ada?" dedi. Sitemli ya da kızgın değildi. Sadece merak ediyordu.

"Senin düşündüğünü düşünürdüm." dedim. "Peki sen benim yerimde olsaydın ne yapardın?"

"Gitmezdim." dedi. "Özgür’den tehdit alsaydım sana söylerdim. Savcıya da polise de söylerdim. Çare tek değildir. Her zaman başka imkânlar da yaratılır." dedi. "Seni bırakmazdım sonuç olarak."

"Ben başka bir çıkar yol bulamamıştım Deniz. Yine olsa yine giderdim." dedim.

İçli bir nefes verdi. "Artık gitmekten bahsetme yalvarıyorum. Gözümün önünden ayrılmanı istemiyorum, bir an bile."

"Pekâlâ." dedim. Kıkırdadım ve dudaklarımı birbirine bastırıp Deniz’in göğsünden ayrılıp yüzüne baktım. "Sevgilim." dedim nazlı bir sesle. "Hayatımızda kıyamet kopuyor." Deniz usulca başını salladı. "Ama benim aklımdan şu an sadece tek bir şey geçiyor."

Deniz alt dudağını ısırdı. "Nedir o sevgilim?" dedi yutkunarak.

"Tüm bunlar bitince seni evimize atacağım." dedim.

Deniz kahkaha atmaya başladı. "Ne yapacaksın peki beni eve atınca?" dedi merakla. "Mesela ne yapılır?"

"Uygulamalı göstereceğim. Böyle heyecanı olmuyor." dedim.

"Hmm heyecanlı mı olacağız sen beni evimize atınca?"

"Evet! Hem de çok." dedim ve çenesini tutup başparmağımla dudağını sevdim. Şimdi aklımdan geçen şeyleri yapacak vaktimiz asla yoktu. Uslu bir kız gibi başımı tekrar göğsüne koydum. "Evimizde böyle uslu olmayacağım."

"Dün gece de böyle şeyler söylüyordun ama odaya gelince hemen uyuyakaldın." dedi sitemli bir sesle.

"Uzun bir gündü, çok yorulmuştum. Telafi edeceğim. Söz veriyorum. Ada sözü."

"Ne zaman?" dedi çapkın bir sesle.

"Bana kalsa hemen." dedim. "Ama olmaz, bugün büyük gün. Yapmamız gereken çok fazla şey var. Heyecandan ve korkudan bayılmak üzereyim. Kafamı dağıtmak için uyandığımdan beri bir sürü şey konuştun benimle. Fark etmedim sanma." İşaret parmağı göğüs kafesimde geziyordu. "Sevgilim rahat dur."

"İmkânı yok." dedi arsız bir gülüşle. "Sana her dokunduğumda cennette başka bir yeri keşfediyorum sanki." dedi.

Huzurlu bir nefes verdim ve göğsünü öptüm. "Hadi ılık yaz akşamlı hayalimize devam et."

"Hmm, kedimiz Roma ayakucumuza yatmış olsun. Senin neşeli kahkahaların da tüm bahçede yankılansın. Akşamüstü saatlerinde seni izlemenin nasıl kıymetli olduğunu sana anlatayım."

"Akşamüstü mü izleyeceksin beni?" dedim merakla. "Neden?"

"Akşamüstleri seni uzun uzadıya izleyemeyeceksem bu sevdanın göğsümde ne işi var?" dedi, saçlarımı okşadı. İki kolunu da bana sardı. Küçücük hissediyordum.

"İzle sevgilim tabii ama neden akşamüstü?" dedim. Yüzümde kocaman bir tebessüm olmuştu.

"Bence gün batımına yakın olan saatler gün doğumundan daha romantik. İnsan güne başlarken mesela telaşlı oluyor. Hayat kaygısı, iş stresi ve daha bir sürü şeyler. Ama günün sonu öyle mi? Gün içinde ne yaşarsan yaşa güneş batmaya başladığında o gün içinde yaşananlar da bitiyor. Mesela senle ben işten eve döndüğümüzde ve ben güneş batarken seni izlediğimde o gün içinde kötü ne yaşadıysam hepsi silinip gidecek. Bu çok özel bir şey değil mi? Birinin yüzüne baktığında tüm dertlerin silinip gidiyor. Sihir gibi." dedi, kıkırdadım.

"Sihir gibi." dedim. Ardından ciddileştim. "Düğünümüzde." dedim yutkunup. "Uygar beni eve gönderirken yüzünde kan vardı. Kimin kanıydı o?" dedim merakla.

"Boş ver sevgilim, ılık yaz akşamı hayalimize devam edelim biz."

"Deniz lütfen." dedim. "Savaş da söylemedi zaten. Merak edip durdum."

"Kapatsak mı konuyu karıcım?" dedi.

"Söylesen mi acaba kocacım?" dedim. Öğrenene kadar sorabilirdim.

Deniz fazla direnmeden beni yanıtladı. "Benim kanımdı." dedi saniyeler içinde. Başımı kaldırıp telaşla baktım. "Sevgilim şu an karşında sapasağlam duruyorum bak. Korkacak bir şey yok artık, öyle değil mi?"

"Nerenden vuruldun?" dedim.

"Dakikalar önce sarılı olduğun ve saatlerce bırakmadığın bacağımdan." dedi gülümseyerek. "İçine doğdu herhalde. Ayrılamadın bir türlü."

Deniz işin şakasındaydı ama ben detayları öğrenmek istiyordum. "Nasıl oldu?"

"Oldu işte." dedi geçiştirip.

"Söyle lütfen." dedim. O söylemeden bu yataktan çıkmasına izin vermeyecektim.

"Biri Güneş’i hedef almıştı. O vurulmasın diye önüne atladım." dediğinde gözlerimden akan yaşlara engel olamamıştım.

"Sen, Güneş vurulmasın diye onun önüne mi atladın?" dedim.

"Sen Melis yaşasın diye neler yaptın sevgilim. Benim yaptığım ne ki?" dedi önemi yokmuşçasına. "Güneş’e bir şey olsaydı dayanamazdın."

"Sana bir şey olsaydı da dayanamazdım." dedim, başımı tekrardan ona yasladım. "Şu odadan hiç çıkmasak, kimseye bir şey olmasa."

"Çok az kaldı sevgilim." dedi. Yutkundu. "Düğünümüzde." dedi. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Sesi her ne kadar acı dolu çıksa da gözlerinde minicik bir ışıltı vardı. "Peri kızı gibiydin." dedi. O gün ondan beklediğim cümleyi şimdi içi acıyarak da olsa bana söylüyordu. Elimi yüzüne yasladım. "Çok güzeldin Ada. Ben ömrümde senin gibi güzelini görmedim. Öyle güzeldin."

Gözlerimdeki yaşları sildim. Yanağını öptüm. "O gün." dedim titreyen bir sesle. "Her şeye rağmen içimde kocaman bir mutluluğu taşıyordum. Karın olduğum için çok mutluydum. Seni sevmediğimi düşündüğün için çok acı çekiyordum ama her şeye rağmen mutluydum Deniz. Ta ki silahlı saldırı anına kadar."

"O güne gitmeyi ve seni oradan göndermemeyi çok istedim. Her an, her saniye pişman oldum ben. Seni yanımdan ayırdığım için, eve gönderdiğim için çok pişman oldum. O zaman gitmezdin. 807 gün ayrı kalmazdık belki de." Kesik bir nefes verip gözlerimi bir daha sildim. Yaşları durduramıyordum. "İçimde ukde kalan o kadar çok şey var ki. Senin canını yaktığım için çok pişmanım. Sana korkunç bir düğün hatırası bıraktığım için çok pişmanın. Hiçbir şeye engel olamadığım için çok pişmanım. Düğünümüzden her bahsettiğimizde boğazını yakacak o his için çok pişmanım. Her şeyi değiştirmek istiyorum. Aklına gelebilecek her şeyi değiştirmek istiyorum. Sen beni o kadar çok sevmişsin ki benim için benden vazgeçmişsin. Ama ben görememişim. Anlayamamışım."

"Geçti Deniz. Telafi edebiliriz. Geçmişte kaldı. Artık üzülmeyelim." dedim. Dudağına minik bir öpücük bıraktım. Gülümsedim, başımı göğsüne yasladım. "İkinci dans şarkımızı sen mi seçtin? Sen Benim Şarkılarımsın?"

"Evet." dedi. "Neden bilmiyorum o şarkıyı senden ayrı düşünemiyorum. Sana ömrünün sonuna kadar tek bir şarkı dinleme hakkı tanısalar ve bunu ben seçecek olsam o şarkı kesinlikle Sen Benim Şarkılarımsın olurdu. Sanki sana yazılmış gibi." dedi. Şarkıyı mırıldanmaya başladığında boğazıma yerleşen taşı da yutmaya çalışıyordum.

"Sanki hiç gitmemiş hep var gibi
Bir sırrı herkesten saklar gibi
Sessizce sokulup ağlar gibi yanımdasın

Beni bir şeylerden aklar gibi
Koparmadan çiçek koklar gibi
Hiç bozulmamış yasaklar gibi aklımdasın

Geçmiş değil bugün gibi
Yaşıyorum hala seni
Sen hep benim yanımdasın

Gündüzümde gecemdesin
Çalınmasın söylenmesin
Sen benim şarkılarımsın.
"

Deniz sustuğunda içli bir nefes aldım. "Seni hatırlamamak için şarkı bile dinlemedim." dedim. "Ama buna rağmen seni hatırlamadığım tek bir an bile olmadı."

Deniz burnunu saçlarımın arasında gezdirdi ve uzun uzun koklayıp kaçıncı olduğunu saymadığım bir öpücük bıraktı. "Ne yaptın Fransa’da? Güzel miydi oralar?" dedi. Sanki turistik bir geziden dönmüştüm ve bana nasıl geçtiğini soruyordu. Gülümsedim.

"Sensiz hiç tadı yoktu." dedim. Kolunda hayali şekiller yapmaya başlamıştım. "Evim İpek ve Ozan’ın evine çok yakındı. Beni hiç yalnız bırakmadılar. Her zor anımda onlar vardı. Onlar yoksa da Sarp vardı. Çok zorlandım ama bir şekilde günleri geçiriyordum. Para problemim yoktu çünkü Savaş bana sürekli gönderiyordu. Ama param olmasına rağmen Ozan ve İpek’in ofisinde çalıştım. Çünkü kafamı dağıtmak zorundaydım. Evde dursaydım muhtemelen aklımı kaybederdim. Ha bir de Mavi vardı. Ona tutundum. Bana çok iyi geliyordu."

"Nasıl dayanabildin Ada? Ben senin kokunu duymadan uyku uyuyamazken sen nasıl başa çıkabildin?"

"Dayanamadım ki. Başa da çıkamadım. Ölmek istedim. Her sabah ve her akşam ölmek istedim. Senin özleminden ciğerlerim acıyordu. Fiziki anlamda acı çekiyordum."

"Sigaradandır o." dedi hafifçe gülerek. Böyle bir durumda bile beni güldürüyordu. "Neden başladın Ada? Niye çürütüyorsun ciğerlerini?"

"Bilmem. Yani öyle bir anda oldu."

"İçme artık. Bak kavuştuk biz." dedi.

Sen de içiyorsun diyerek konuyu uzatma seçeneğim de vardı pek tabii ama konuyu kapattım. “Evlilik sözleşmesini imzaladığım gün.” dedim yutkunarak. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerini sımsıkı yumdu ve bir süre kapalı kaldı. “O günden sonra aşıkmış gibi rol yapacağımızı söylemiştin. Ben rol yapmıyordum Deniz. Ben zaten sana hep aşıktım.”

“Sana çok öfkeliydim.” dedi duraksayarak. “Ama benim yaptığım da rol değildi Ada. Sana öfkeli olsam da seni sevmeyi bırakmamıştım. Yani başkalarının yanında sana söylediğim ya da yaptığım şeyler oyun değildi.”

Şaşkın bir ifadeyle gülümsedim. “Ben evlilik sözleşmemiz yüzünden seviyor gibi davrandığını düşünüyordum.”

“Ah benim güzel sevgilim.” dedi. “İçimden kaç can eksildi biliyor musun? Nefret ettim kendimden. Yalnız olduğumuzda sana söylediğim her şey için, yaptığım her şey için kendimden nefret ettim. Ben kendimi affetmedim. Sen nasıl affettin beni? Nasıl affedebildin?”

“Birbirimizi eşitledik.” dedim, omzumu kıstım. “Benim gidişim affedilir bir şey değildi. Ama sen affettin beni. Ben de senin bana söylediklerini affettim. Geçti gitti hepsi.”

İçli bir nefes bıraktı saçlarımın arasına. “Gelmeseydin, biraz daha dönmeseydin ölecektim Ada. Can çekişiyordum. Kimse görmüyordu.”

“Ama bak geldim. Yanındayım. Hep olacağım.” dedim kollarımı daha da sıkı sararak. Kısık bir sesle gülümsedi. Aklına ne geldiğini çok merak etmiştim. “Neden gülüyorsun?” dedim gülümseyerek.

“Biz evlenmeden birkaç gün önce annemler evimize bir sürü hediye kutusu göndermişti.”

“Evet, hatırlıyorum. Senin için de benim için de bir sürü şey göndermişlerdi.”

“Sarı terlikler geldi aklıma.” dedi. Sesindeki neşesi artmıştı. “Ben pizza kutularını masaya servis etmekle uğraşırken sen o terliklerle salonun ortasında yürüye yürüye telefonla konuşuyordun. Terliklere ayrı, terliklerin çıkardığı sese ayrı, senin onlarla yürümene ayrı gülümsemek istemiştim o an.” dedi, minik bir kahkaha attı. “Annemin o terlikleri niye gönderdiğini hala bilmiyorum.”

“Ama gülümsememiştin. Beni sevmediğini zannetmeliydim çünkü.” dedim, yavaşça başını salladı. “Duruyor mu o terlikler?”

“Evet sevgilim, neden?” dedi, hala gülüyordu.

“Çünkü Deniz Bey, o terliklerimi giyeceğim ve mutfağımızda sana yemekler hazırlayacağım.” dedim. Ben de minik ama sesli bir kahkaha atmıştım. “Hiç öyle gülme. O terlikler gayet tatlıydı. Yani annen iyi ki de göndermiş bana.”

“Evet, evet öyle.” dedi geçiştirir gibi. “Bir tane de gecelik vardı. Siyah. Melis elinde tutmuştu, sana gösteriyordu. Bana yakalanmıştı.''

“Eee ne olmuş ona?” dedim muzip bir gülüşle. Ne demek istediğini elbette ki anlamıştım. O geceliği giymemi istiyordu.

“Hiiiiç.”

“Söyle söyle.”

“Sana çok yakışır diye düşündüm.”

“Hmm. Bilmem, giyerim belki.” dedim. Giyecektim, bunun kararını çoktan vermiştim ama ona sürpriz yapacağım için giyeceğimi bilmesini istemiyordum. Beklentisi olmadığı için şaşıracaktı. Konuyu değiştirmeye karar verdim. "Şimdi ne yapacağız?" dedim titreyen bir sesle.

"Bütün herkes buraya gelir birkaç saat içinde. Önce onlara döndüğünü açıklayacağız. Sonra Ece medyaya senin döndüğün haberlerini yayacak. Kısa bir süre sonra da boşanma davası haberleri yayınlanacak. Sen ailenin karşısına çıktıktan biraz zaman sonrasında Serhat abi gelecek. Zaten ben ona her şeyi anlattım. Ona Özgür’ü ayağımıza getirme planımızdan bahsedeceğiz."

"Korkuyorum." dedim.

"Biz daha kötü şeyler yaşadık." dedi Deniz. "Neleri atlattık. Emin ol bunları da atlatacağız. Korkma o yüzden." dedi. Alnımı öptü. "Ben birazdan çıkmak zorundayım sevgilim. Uygar’la yapmam gerekenler var. Senin geldiğini henüz bilmese de tanıdığın kim varsa buraya toplamaya çalışıyor. Ona yardımcı olacağım."

Başımı salladım. Deniz yataktan kalktı ve banyoya gitti. Sarp’ı aradım. "Günaydın Sarp."

"Günaydın." dedi mağrur bir sesle. "Cemre ve Çağlar için aradıysan henüz bilgi almadım Ada. Birazdan arayacağım Yiğit’i."

"Yok ben başka bir şey için aradım. Bana iyi bir kuaför bulur musun?"

"Kuaför mü?" dedi şaşkın bir sesle. "Tamam, bulduklarımın numarasını atarım. Sen kimi istiyorsan ona yazarsın istediklerini. Ben de alır getiririm."

"Tamam Sarp, teşekkür ederim. İyi ki varsın."

"Rica ederim Ada." dedi Sarp şaşkın bir sesle. "Sen de iyi ki varsın." dedi, telefonu kapattım. Deniz odaya dönmüştü.

"Sana bir sürprizim var." dedim heyecanla. Deniz yatağa oturdu ve zaten ezberinde olan gözlerimi uzun uzun izledi.

"Ne sürprizi?" dedi merakla.

"Vakti gelince öğreneceksin. Hem sürprizler söylenmez."

"Sen benden rol mü çalıyorsun?" dedi muzip bir gülüşle.

"Evet." dedim, sırıtmamak için zor duruyordum.

"Ama sevgilim hırsızlık çok kötü bir şeydir ve cezaları vardır." dedi. "Seni cezalandırabilirim bu yüzden."

"Hmm mesela nasıl cezalandıracaksın?" dedim alt dudağımı aşağı sarkıtarak.

Deniz beni yavaşça yatağa yatırdı. "Böyle." dedi. Sırtım yatakla buluştuğunda dudaklarımı uzun uzun öptü. "Böyle." dedi çenemi öptü. "Böyle." dedi boynumu öptü.

"Bunlar ceza değil ki. Olsa olsa ödül olur." dedim. Dudağının tadı damağımda kalmıştı.

"Sen nasıl adlandırırsan öyle olsun." dedi sıcacık bir sesle.

"Ne zaman vereceksin ödülümü?" dedim heyecanla.

"Mümkün olan en kısa sürede." dedi. Tekrar eğildi, dudaklarıma kapandı ve gitmek istemediğini her halinden anlayacağım uzun bir öpücükle beni öptü. "Gitmem gerek artık. Odadan çıkma ve bir şey olursa beni mutlaka ara."

"Arayacağım." dedim. "Seni seviyorum."

"Seni seviyorum." dedi, yanağımı öptü ve saniyeler sonra odada sadece kokusu kaldı.

***

Deniz gittikten kırk dakika sonra kapım çaldığında koşa koşa gittim ve dürbünden bakıp kapıyı açtım. Sarp yanında bir kuaförle gelmişti. "Merhaba, hoş geldiniz." dedim kadının elini sıkarak.

Bana sıcak bir gülümseme gönderdi. "Hoş buldum." dedi, Sarp’a döndüm.

"Hoş geldin Sarp, gelsene."

"Yok Ada, Savaş da geldi aşağıda beni bekliyor. Ortalık biraz karışık. İşin bitince gelelim biz."

Omuz kıstım. "Tamam, görüşürüz o zaman daha sonra." dedim. Kapıyı kapattım, kuaföre döndüm. "Bir şeyler içer misiniz?"

"Zahmet olmazsa sade Türk kahvesi alabilir miyim?"

"Estağfurullah." dedim ve odadaki telefondan resepsiyonu aradım. İki sade Türk kahvesi söyledim. Aynamın önündeki sandalyeye oturdum ve kuaförün beni eski Ada’ya dönüştürmesini sabırsızlıkla bekledim.

***

Beş saat yirmi beş dakika sonra işimiz nihayet bitmişti. Çok sıkılmıştım ama beklediğime değmişti. Karşımda gördüğüm manzara gözlerimi doldurmuştu. Uzun siyah saçlarıyla karşımda duran Ada’ya sarılmak istiyordum. Eski ben olmuştum. Aslında küçük bir fark vardı, kelebek kesim perçem yaptırmıştım ama Deniz bu küçük farka rağmen uzun ve siyah saçlı Ada’sını gördüğünde çok mutlu olacaktı. "Beğendiniz mi?" dedi kuaför.

"Beğenmek ne kelime? Bayıldım." dedim ve öndeki saçlarımı geriye savurdum. "O kadar güzel oldu ki. Tam istediğim gibi uzun ve gece siyahı saçlar."

"Çok sevindim beğenmenize." dedi. Borcumdan daha fazlasını kadına ödedim.

"Fazla var burada ama?" dedi.

"O kadar yol geldiniz. Lütfen kabul edin." dedim.

Kuaför gülümsedi. "Çok teşekkür ederim." dedi ve parayı çantasına atıp eşyalarını topladı. Dakikalar sonra odada yalnızdım. Birkaç dakika sonra da kapım tekrar çalmıştı. Tekrardan dürbünden baktım. Sarp ve Savaş gelmişti. Beklemeden açtım.

"Ada." dedi Savaş.

"Doğru odaya mı geldik?" dedi Sarp.

İkisini de kollarından tutup odaya soktum. Kapıyı kapattım. "Ada harika olmuşsun." dedi Savaş bana sımsıkı sarılıp.

"Aramıza tekrar hoş geldin Ada." dedi Sarp.

"Teşekkür ederim." dedim. "Hadi geçin. Birazdan Deniz ve Uygar gelecek."

Sarp ve Savaş odaya doğru ilerlerken kapı tıklandı. Sarp’ın kolundan tutup kapıya çevirdim. "Sen aç." dedim ve koşa koşa banyoya girdim. Uygar beni hemen görürse şok geçirebilirdi. O yüzden ilk etapta saklansam fena olmazdı.

"Sarp." dedi Uygar şaşkın bir sesle. Kısa bir süre sustu. Yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordum. "Burada ne işimiz var Deniz? Adelia’nın odası değil mi burası?" dedi. Sesi daha yakından geliyordu. "Savaş." dedi daha da şaşkın bir sesle. "Neler oluyor burada?"

"Nerede?" dedi Deniz. Beni soruyor olmalıydı. Adım sesleri yaklaştı, birkaç saniye sonra banyo kapısı açıldı. Uygar’ın görüş açısında değildim ama Deniz beni tüm detaylarımla görüyordu. Gözleri saçlarımı bulduğunda yaşadığı mutluluğu görünce kalbim duracak kadar heyecanlanmıştım. Uzun uzun beni inceledi. Elimi tuttu ve beni odaya doğru çekti.

"Kim var orada Deniz?" dedi Uygar.

"Adelia’nın değil, Ada Dinçer Aladağ’ın odası burası." dedi Deniz.

"Ne diyorsun anlamıyorum." dedi Uygar. Görüş açısına girdim. Gözlerinin varlığını sorgularcasına beni uzun uzun izledi. Gördüğü şeyin gerçek olup olmadığını anlamayacak kadar şoktaydı.

"Uygar." dedim yutkunarak. "Benim Ada. Senin bir tanecik kardeşinim. En yakın dostunun karısıyım. Serseri civcivinim."

Uygar emin olmak için Deniz’e döndü. "Deniz doğru mu bu gördüğüm? Karşımdaki Ada mı?"

"Ada’yım diyorsa Ada’dır." dedi Deniz gülerek. Yavaş yavaş Uygar’a ilerledim ve onun sarılmasını beklemeden ben ona sımsıkı sarıldım.

"Uygar döndüm ben." dedim. "Döndüm, ben gerçekten Ada’yım."

Uygar kollarını kaldırdı, bana sıkıca sarıldı. Omzuma titreyen nefesi çarptı. O kadar sıkı sarılmıştı ki kemiklerim tenime batmıştı. "Ada." dedi tereddütle. "Sensin. Sen gerçeksin."

"Gerçeğim Uygar. Döndüm." dedim. Neden ağlıyordum?

"Kardeşim." dedi. Beni hiç olmayan kardeşi gibi seviyordu. Ablası İlayda 1997 yılında ölmüştü. Ben ise 1997 yılında doğmuştum. Uygar’a göre bu tesadüf kesinlikle kaderin cilvesiydi. Hayat ona ablasının yerini doldurmak için beni hediye etmişti. "Bu inanılmaz. Sen. Sen buradasın. Ama nasıl? Ne zaman?" dedi. Hala inanamıyordu.

Sarılmamızı sonlandırdım. "Anlatacak çok vaktimiz olacak. Ama şimdi çok daha önemli şeylerimiz var." dedi Deniz. Uygar merakla baktı.

"Geç otur şöyle." dedim. Uygar yatağın ucuna oturdu ve yaşlı gözlerini silip bizi izledi.

***

Yarım saat geçtiğinde Uygar Türkiye’ye döndüğümden beri neler yaşadığımızı artık biliyordu. Kafasında soru işareti kalmayana kadar her şeyi sormuştu. Şimdi her şeyi daha iyi anlıyor, herkesi neden buraya topladığını biliyordu.

"Peki, herkes toplantı salonunda. Kimseyi bekletmeden gidelim artık. Ne olacaksa olsun." dedi Uygar.

"Ben ne yapayım şimdi?" dedi Sarp.

"Ada’yı toplantı odasının yanındaki odaya götür. O odanın içinde bir kapı var. O kapıdan toplantı odasına giriliyor. Yanımıza gelebileceğinizi anladığınız an o kapıdan girersiniz." dedi Deniz.

"Ben ne yapayım?" dedi Savaş.

"Sen hiçbir şey yapma." diye bağırdı Deniz. "Babana ve Güneş’e nasıl hesap vereceksin onu düşün."

"Böyle olmasını ben değil Ada istedi. O benim kardeşim ve o ne derse onu yaptım. Gizlemek zorundaydım."

"Ada senin kardeşinse benim de karım!" diye kükredi Deniz. Bütün kat onun sesiyle inlemiş olabilirdi. "Sen nasıl böyle bir vicdansızlık yapabildin ya? Karımı benden nasıl sakladın? Ben herkesin gözleri önünde Ada’nın hasretinden geberirken sen nasıl göz yumdun?"

"Sırası değil." dedi Uygar. "Bunların sırası değil. Önce şu başımızdaki belalardan kurtulalım. Daha sonra hesaplaşırız."

"Ya bırak. Ne hesaplaşacağım. Bu adam bize acımadı Uygar. Biz her yerde Ada’yı aradık. Sokak sokak aradık. Yetmedi şehir şehir aradık. Ama o izlemeyi tercih etti."

"Deniz lütfen." dedim. "Ben öyle istedim. Biliyorsun bunu."

"Biliyor olmam hiçbir şeyi değiştirmez Ada. Bunu yapmaya hakkı yoktu."

"Deniz gel biz gidelim artık. Herkes toplantı salonunda bizi bekliyor." dedi Uygar ve Deniz’i kapıya çevirip o yöne doğru yürüttü. "Gerçekten sırası değil."

Deniz huzursuz sesler çıkararak Uygar’la birlikte odadan çıktı. Savaş’a sarıldım. "Öfkesi çok taze Savaş. Geçecek. Hep böyle kalmayacak."

"Sorun değil." dedi Savaş. "Her şey senin içindi. Yine olsa yine saklarım. Pişman değilim."

Sarılmamızı sonlandırıp ikisine de sırayla baktım. "Sarp biz Deniz’in bahsettiği odaya gidelim. Savaş sen de toplantı salonuna git." İkisi de başını salladı. Saniyeler sonra odadan çıktık, toplantı salonunun olduğu kata indik. Savaş toplantı odasına girerken biz de hemen yanındaki odaya geçtik. Hemen yanımızdaki odada büyük bir uğultu ve kargaşa vardı. Sevdiğim herkesle aramda sadece bir duvar vardı. Onlara sarılmak için sabırsızlanıyordum.

Herkes çok sinirliydi ve bu sinirin sebebi dün akşamki magazin haberleriydi.

"Utanmadan nasıl karşımıza çıkıyorsun ya sen hala bizim?" dedi Melis.

"Kes sesini Melis. Yetti artık senin bu haddini aşmaların. Kendine gel."

"Bağırma ablama. Haklı diye bu kadar sinirleniyorsun değil mi?" dedi Eren.

"Çocuklar sakin olun." dedi Uygar.

"Neden buradayız? Dün akşamki kız kimdi?" dedi Miray.

"Bendim." dedi bir ses. Ece’nin sesini hiç duymamıştım ama Deniz’le olduğunu söylediğine göre bu ses Ece’nindi.

"Senin saçların kızıl değil ki." dedi Melis. "Abimi kurtarmak için yalan söylüyorsun."

"Yazıklar olsun, bu kadar mı inanmıyorsunuz ya siz bana?" dedi Deniz. "Ne kadar da kolay inanmışsınız Ada’yı aldattığıma."

"Buraya senin haberlerini konuşmaya mı geldik?" dedi Selay. "Niye toplandık biz buraya? Bir gelişme mi var?"

"Herkes bir sakin olsun." dedi babam. "Belli ki bir şeyler anlatacak." Onca kişi arasında Deniz’e inanan tek kişi babamdı sanırım.

"Ada’yla ilgili bir gelişme mi var?" dedi dayım.

"Evet." dedi Savaş. Sanırım Deniz’in yükünü azaltmak için yaşadığımı kendisi açıklayacaktı.

"Ne haberi abi? Niye hepimiz buraya toplandık? Kötü bir şey mi var?" dedi Güneş.

"Ada yaşıyor." dedi Savaş bir anda. Salon sessizliğe gömülmüştü.

"Bunu nereden biliyoruz?" dedi dedem. "Polis ipucu mu buldu?"

"Hayır." dedi Savaş.

"Anlat artık." dedi Selay. "Ne öğrendiniz? Nasıl emin oluyorsun yaşadığına?"

"Eminim." dedi Savaş ve kısa bir süre sustu. Cümlelerini toparlamaya çalıştığına ve derin nefes almak için uğraştığına emindim. "Eminim çünkü biliyorum."

"Nereden biliyorsun?" dedi Selay.

"Ada gittikten üç gün sonra beni aradı. O günden beri nerede olduğunu biliyorum." dedi Savaş. Şimdi yanında olup ona sarılmak istiyordum. Herkes onu suçlayacaktı ama bunu ben istemiştim. Onu suçlamamalılardı.

"Ne diyorsun ya sen?" dedi Güneş. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Ne demek Ada’nın nerede olduğunu biliyorum?"

"Ada böyle istedi." dedi Savaş yorgun bir sesle.

"Dalga mı geçiyorsun sen amına koyayım?" dedi Selay. Sanırım küfrettiğine ilk kez şahit olmuştum. "Ada böyle istedi ne demek?"

"Açıklamama izin verin." dedi Savaş. Salonda büyük bir uğultu ve kargaşa başlamıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kalbim sıkışmıştı.

"Neyi açıklayacaksın?" diye bağırdı Eren. "Ya biz, biz mahvolduk. Öldük ulan. Ada gitti öldü herkes. Bu insanlar ruhunu kaybetti neredeyse. Sen gelmiş Ada’nın nerede olduğunu gittiğinden beri biliyorum. diyorsun. Dalga mı geçiyorsun sen? Ne dediğini kulağın duyuyor mu?"

"Böyle olması gerekiyordu."

"Nerede kızım?" dedi babam. Sesi acı doluydu. Sessizlik oldu.

"Burada." dedi Savaş beklemeden.

"Nasıl?" dedi herkes bir anda. "Nasıl burada? Nerede?"

"Burada işte, otelde." dedi Savaş.

Daha fazla beklemek ve Savaş’ı zor durumda bırakmak istemiyordum. Kapının kolunu indirdim, toplantı salonuna girdim. Uğultu yüzünden kimse girdiğimi duymamıştı.

"Onun suçu değildi. Ben öyle istedim." dedim bağırarak. Uğultu bir anda kesildi. Bütün yüzler bana döndü. Yüzlerindeki ifade canımı yakıyordu. Bir insan hem hayal kırıklığıyla hem de sevinçle bakabilir miydi? Hepsi bana öyle bakıyordu.

"Ada." dedi neredeyse hepsi bir anda.

Dedem, babaannem, halam, kuzenlerim, dayım, yengem, dayım tarafından ikinci kuşak kuzenlerim, arkadaşlarım, hepsi buradaydı. Ve ben ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

"Savaş’a kızmayın ne olur. Ben istedim bunu." dedim. Herkes bana gözlerine inanamayarak bakıyordu.

"Abla sen misin?" dedi Güneş.

"Ada." dedi Melis ve Eren aynı anda. Yanlarına doğru ilerledim. Açıklama yapmanın sırası değildi ve sanırım herkes benimle aynı fikirdeydi. Öyle ki kendimi büyük bir kucaklaşma, sarılma ve kavuşma töreninin içinde bulmuştum. Herkes hıçkırıklarla ağlıyordu.

"Neden söylemedin?" dedi babam. "Biz saklardık seni. Söylemezdik kimseye. Seni yine görmeseydik ama en azından iyi olduğunu bilseydik kızım."

"Oğlum, bunların sırası değil şimdi." dedi dedem. "Sağ salim yanımızda yavrumuz. Bi’ tanemiz döndü sonunda."

Gözyaşlarımı sildim. Toplantı salonunun en başındaki tekli koltuğa oturdum. Deniz de yanımdaki koltuğa oturdu, kolçağa koyduğum elimi tuttu. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. Sarp da hemen arkamda durmuş, ellerini karnının altında birleştirmişti.

Kavuşma anlarımızdan sonra artık bir şeyleri açıklamamız gerektiğinin farkındaydım. Derin bir nefes aldım ve ne olupbittiyse, bundan sonra ne yapacaksak Deniz’le birlikte anlattım. Herkes suspus olmuştu. Bu sessizliği bir telefon sesi bölmüştü. Sarp önüme bir telefon uzattı. Ekranda Özgür yazıyordu. Deniz elimi sıktı. "Ne diyeceğim?" dedi Sarp.

"Bilmiyorum." dedim. Soğuk bir ter bedenimi sarmıştı. "Bilmiyorum Sarp."

Sarp telefonu önümden çekti. Hızlı adımlarla salondan çıktı. Uğultu artmıştı. "Kim aradı?" dedi Güneş.

"Neler oluyor?" dedi Selay. "Bembeyaz oldun Ada."

"Önemli değil." dedi Deniz. Kapı çaldı. Serhat savcı ve birkaç polis içeriye girmişti. Telefonuma baktım. Ece döndüğüm haberini sosyal medyaya sızdırmıştı.

"Merhaba." dedi Serhat savcı. Herkes ayağa kalkmıştı. Serhat savcıyı Deniz’in babası karşıladı. Daha önceden bir tanışıklıkları ve samimiyetleri vardı. Deniz bu yüzden Serhat savcıya abi diyordu.

"Hoş geldin Serhat." dedi Fatih Bey.

"Hoş bulduk." dedi Serhat savcı. "Şimdi bizim Ada ve Deniz’le birlikte yapmamız gereken bir konuşma var. Bizi yalnız bırakır mısınız?"

Herkes büyük bir üzüntüyle bana tekrardan sarıldı ve salon yavaş yavaş boşaldı. Savcı her aile için olabilecek tehlikelere karşı birer ekip de göndertmişti. Salonda Deniz, Savaş, Uygar ve Serhat savcıyla kalmıştık. Birkaç tane de polis vardı. Kapı çaldı. Sarp girdi.

"Ne dedin?" dedim merakla. Sarp başıyla Serhat savcıya selam verdi.

"Savcım." dedi. Telefonu savcıya uzattı. "Bu telefon Cemre’nin telefonu. Özgür aradı."

Serhat savcı telefonu aldı. Polislerden birine verdi. "Sinyale baktırın hemen." dedi. "Ne konuştunuz?"

"Cemre’nin yanında çalıştığımı, onun uyuduğunu söyledim. Telefonu bana verdiğini ve Özgür ararsa açmam gerektiğini söylediğini ekledim. Bana kalırsa inandı." dedi Sarp. "Bursa’dan yola çıkmış. Ada’nın döndüğünü öğrenmiş."

"Tamam, süper." dedi savcı. Sonrasında bana ve Deniz’e döndü. "Evet şimdi sizi dinliyorum.

Deniz’le birlikte Özgür’ü ayağımıza getirme planımızı anlattık. Serhat savcı bunu beğenmiş olacak ki heyecanla ayağa kalktı. "O zaman gidelim ve Özgür’ün ayağımıza kadar gelmesini bekleyelim." dedi savcı, ardından polislere döndü. "Evet beyler gidiyoruz."

"Biz geliyor muyuz?" dedi Deniz.

Savcı başını salladı. "Size orada ihtiyacım olacak." dedi bana döndü. "Ada. Özgür’ü arayıp Deniz’in seni terk ettiğini söyleyeceksin. Uygar, Ece’ye söyle boşanma davası haberlerini de yayınlasın." Uygar başını salladı. Hep beraber salondan ayrıldık. Uygar burada kalacaktı. Cemre’yi tuttuğumuz fabrikaya da Deniz, Savaş ve Sarp’la gidecektim.

Savaş ve Sarp Savaş’ın arabasına bindi. Ben de Deniz’in arabasına bindim ve yaklaşık sekiz ekip aracıyla birlikte yola çıktık.

"Sona yaklaşıyoruz gibi hissediyorum." dedim. Kemerimi taktım. Deniz bir şey söylemese de başını salladı ve motoru çalıştırdı.

Yaklaşık kırk beş dakika sonra fabrikaya varmıştık. Cemre polislerin geldiğini anlamasın diye siren çalmamışlardı. Ekip otomobilleri ormanın içine dağıldı. Serhat savcı arabasını durdurdu. Deniz yanına park etti. Savaş da bizim yanımıza park etmişti. Vakit kaybetmeden arabadan indik. Sarp iner inmez sigara yakmıştı. Çok stresliydim. Pakete uzandıysam da Deniz bana engel olmuştu. "Deniz." dedim. "Bırak lütfen gerginim. Sakinleşmem lazım. Ben sigara içen biriyim artık."

"Sen değil Adelia sigara içiyordu." dedi. Paketi aldı ve Sarp’a verdi. "Sakinleşmen için başka şeyler denemelisin." Ona merakla baktım. Neyden bahsettiğini anlamıyordum. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Burnumu öptü. "Seni çok seviyorum. Hep sevdim ve daima da seveceğim." dedi. Ellerini iki yanımdan aşağı indirdi, ellerimi tuttu. Alnımı öptü. "Kendini zehirlemeni istemiyorum. Gergin olmanı gerektirecek bir şey de yok. Lütfen sakin ol. Ben yanındayım. Kimseye hiçbir şey olmayacak."

Usulca başımı salladım. Polislerden biri Cemre’nin telefonunu bana verdi. Plana göre içeriye ben, Deniz ve Sarp girecektik. Savcı ve polisler de görünmeyecekleri bir açıdan bizi dinleyecekti. O sırada ben Özgür’le konuşacaktım. Uygun bir vakitte de savcı ve polisler içeriye girecek, Cemre ve Çağlar’ı tutuklayacaktı.

"Ece boşanma davası haberini de sızdırmış." dedi Sarp. Başımı salladım ve hızlı adımlarla içeriye girdim. Deniz de hemen yanımdaydı.

"Ooo nerede kaldınız ya?" dedi Cemre bakışları bizi bulduğunda. "Vaov eski Ada’ya dönmüşsün. Perçem de yakışmış." dedi. Ses çıkarmaması için ağzını kapattım.

Söylediklerini görmezden geldim ve Cemre’nin telefonundan Özgür’ü aradım. Sesi hoparlöre verdim. "Alo Cemre." dedi telaşla. "Neredesin sen? Kaç gündür ulaşamıyorum. Bugün de lavuğun biri açtı. Uyuyormuşsun da konuşamazmışsın da. Abuk sabuk bir şeyler söyledi."

"Selam Özgür. Ada ben. Cemre şu an seninle konuşamaz." dedim büyük bir cesaretle.

"Ne?" dedi Özgür inanmadığını belli eden bir sesle. "Ne diyorsun Cemre? Şakanın sırası değil."

"Ne şakası ya?" dedim alayla. "İnsan sevdiğini sesinden tanır. Cemre olmadığımı anlamıyor musun sen?"

"Cemre nerede?" dedi sinirle.

"Tam karşımda. Ve eğer sen benim hayatımda olan insanlardan herhangi birine zarar verirsen Cemre’yi öldürürüm."

"Sana inanmıyorum." dedi inkâr dolu bir sesle.

"Bak Özgür. Deniz benden vazgeçti. Bana boşanma davası açtı. Onu kaybettim. İstediğin oldu. Benim hayatımı mahvettin sen. Daha fazla da mahvetmene izin vermeyeceğim. Kimseye bir zarar vermeyeceksin. Duydun mu beni? Tek kişiye bile zarar verirsen öldürürüm Cemre’yi."

"Dokunma sakın ona!" dedi. Telefonu Cemre’nin kulağına koyup ağzındaki bez parçasını indirdim.

"Özgür." dedi titreyen bir sesle. "Özgür sakın kimseye bir şey yapma ne olur. Kurtar beni sana yalvarıyorum. Eser’in seni kaçırdığı fabrikadayım. Sana yalvarıyorum gel al beni. Kimseye bir şey yapma yoksa bu kız öldürür beni. Ölmek istemiyorum. Yaşamak istiyorum ben." dedi Cemre.

"Tamam. Tamam Cemre, az kaldı geleceğim. Korkma sen. Seni gelip alacağım. Tamam mı?"

"Çabuk gel." dedi Cemre. Telefonu Özgür’ün yüzüne kapattım.

"Senden beklemediğim bir performanstı. İyi biri olmaya mı karar verdin?" dedim şaşkınlıkla.

"Bitsin istiyorum Ada. Yoruldum." dedi. "Bakın size yardım ettim. Siz de beni bırakın ne olur."

Deniz’e baktım. Bir şey söyleyecek gibi olsa da arkamızdan gelen adım sesleri bunu engellemişti. Başımı çevirdim. Serhat savcı birkaç polisle yanımıza doğru geliyordu.

"Hayır, hayır, hayır polis yok demiştiniz. Polis yoktu. Ada, Deniz polis yoktu. Yapmayın, ne olur bırakın beni."

"İmkânsız." dedi Serhat savcı. "Yargılanacaksın."

"Hayır ne olur yapmayın. Ben kimseyi öldürmedim. Hapse giremem. Yapamam." dedi. İki polis Çağlar’ı olduğu sandalyeden kaldırdı. Bir polis de Cemre’nin ellerini çözdü. Tam kelepçeyi takacaktı ki anlam veremediğim bir şey oldu. Cemre polisin silahını aldı ve bize doğrulttu. Korkmuyordum çünkü ateş etmeyecekti. Gözlerinden anlayabiliyordum. "Bırakın beni ne olur." dedi Cemre gözlerinden akan yaşlarla. "Hapse giremem ben. Yapamam ne olur. Benim bir suçum yok."

"İndir silahını Cemre." dedi savcı. "Savcı olarak değil eski bir abin olarak söylüyorum bunu. Yapma. Bak en az cezayı sen alacaksın. Hapisten çıktıktan sonra yeni bir hayata başlayacaksın. Daha gençsin. Her şeyi geride bırakabilirsin. Yapma bırak o silahı."

Cemre silahı şakağına dayadığında elimle kalbimi yokladım. "Sakın yapma Cemre." dedim. "Yapma çok gençsin."

"Hayatım mahvoldu. Hapisten çıktıktan sonra sicil kaydım suçlarla dolu olacak. Yeni bir hayata başlayamam ben. İstesem de yapamam. Mahvoldu benim hayatım."

"Mahvolmadı Cemre." dedi Deniz. "Kaybetmedin sen. Her şeyi yeniden kurabilsin. Senin yanında olurum. İndir o silahı lütfen indir. Yapma sakın."

"Beni sevdin mi?" dedi Cemre sesi titrerken.

"Sevdim Cemre." dedi Deniz tereddüt etmeden. "O anılar gerçekti. Biz olmadık ama sen ileride mutlu olabilirsin. Tıpkı benim şimdi yaşadığım gibi sahte hiçbir şeyin olmadığı bir aşk yaşayabilirsin. Ama o silahı indir."

"Ada’yı senin gibi biri severken beni Özgür gibi aşağılık bir orospu çocuğu seviyor. Benim hayatım temelinden yıkıldı. Hiçbir şey düzelmeyecek."

"Cemre yapma." dedim. "Yapma, düzeltiriz her şeyi beraber. Sen çıkınca senin yanında oluruz. Söz veriyorum. Hepimiz sana destek oluruz. Maddi, manevi ve aklına gelebilecek her anlamda destek oluruz. Ama yapma. İndir o silahı. Yazık etme kendine."

Cemre beni dinlemedi ve bakışlarını Deniz’e çevirdi. "Ben dün kendimi yerden yere vururken sen ne demiştin hatırlıyor musun Deniz?" dedi, yanaklarını sildi. "İster kendini yere at, ister canına kıy. Bir gram üzülürsem bana yazıklar olsun. dedin değil mi?" dedi hıçkıra hıçkıra. Gözlerini kapattı.

Deniz beni arkasına aldı, bana doğru döndü. Kulaklarımı ve görüş alanımı kapattı, Cemre’nin kendi canına kıyacağını düşünüyordu ama ben inanmak istemiyordum. Yapmazdı. Yapmamalıydı. "Deniz." diye bağırdı Cemre. "Ada seni çok seviyor. Onu sakın bırakma tamam mı?”

"Cemre yalvarırım yapma." diye bağırdım. Cemre beni dinlememişti.

Deniz her ne kadar kulaklarımı kapatsa da o korkunç sesin kulak zarımı geçip beynime ulaşmasına engel olamamıştı. Silah patladı, yüksek sesli bir çığlık attım ve sanki Cemre’nin bir kurşun daha sıkma ihtimali varmış gibi Deniz’in ellerinin üstüne ellerimi koyup sesleri engellemeye çalıştım. Bir çığlık daha atmıştım. Dizlerim tutmuyor, nefesim ciğerlerime yetmiyordu. Hıçkırmaya başladım. Deniz beni kapıya çevirdi ve dışarıya yürüttü. Büyük bir koşuşturma başlamıştı. Nefes alamıyordum. "Sevgilim. Sevgilim yapma." dedi Deniz. "Tamam, sakin ol yapma." dedi.

"Deniz midem bulanıyor." dedim. Dizlerim de tutmuyordu. Neredeyse yere düşecektim. Deniz anlamış olacak ki beni saniyeler içerisinde havaya kaldırdı. Başımı göğsüne saklayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kısa bir süre sonra yüzüme rüzgâr vurdu. Dışarıya çıkmıştık.

"Ne oluyor?" dedi Sarp korkuyla.

"Silah neden patladı? Ada’ya ne oldu?" dedi Savaş.

"Cemre." dedi Deniz. Cümlesini tamamlayamadan yanımızdaki polis istemeyerek de olsa Sarp’ı yanıtlamıştı.

"Ambulans ve adli tıptan birilerini gönderin. Zanlı intihar etti... Şakağından tek kurşunla... Yüksek ihtimalle öldü. Olay yeri inceleme de gelsin... Acele edin, vakit yok."

"Ha siktir. Cemre öldü mü?" dedi Savaş.

"Deniz kusacağım." dedim. Deniz hızla ormana doğru koştu. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Cemre o kadar güzeldi ki ama kaderi de o kadar kötüydü ki neden bunları yaşadığını anlayamıyordum. Dört sene boyunca öldü bilinmişti ve şimdi gerçekten de ölmüştü. Yaşamak istiyorum dediği halde kendi canına kıymıştı çünkü mahkûm olarak yaşamaktansa ölmeyi tercih etmişti.

Deniz beni bir ağacın dibine oturttu. Saçlarımı arkamda birleştirdi. Midemde sadece dün geceki incirli yoğurt ve bu sabah içtiğim Türk kahvesi vardı. Birkaç saniye sonra hiçbir şey kalmamıştı. Midemde biriken suyu dâhil kusmuştum. Kusacak hiçbir şey kalmamasına rağmen midem bulanıyordu. Gözyaşlarım dinmemişti ve ben çok üşüyordum.

"Al." dedi Sarp. Muhtemelen Deniz’e diyordu. Birkaç saniye sonra bir şişe kapağının açılma sesini duydum. Deniz avucuna aldığı suyu ağzıma dayadı. Canım yanıyordu.

Zar zor ağzıma aldığım suyu çalkaladım ve tükürdüm. Deniz yüzümü yıkadı. Beni kaldırdı, kollarını etrafıma sardı. Ağlamam dinmiyordu. Ölmesi gereken onlarca kişi varken neden Cemre ölmüştü? Birçok cezayı hak ediyordu ama ölmeyi kesinlikle hak etmiyordu. "Üşüyorum." dedim. Deniz beni arabaya yürüttü. Arka koltuğa oturttu. Ön kapıyı açıp arabayı ve klimayı çalıştırdı. Kapıyı kapattı. Yanıma oturdu, başımı göğsüne yasladı. İki kolu da etrafıma sarılıydı. Ve ben hala ağlıyordum. "Deniz Cemre bunu hak etmiyordu." dedim.

Deniz bana sımsıkı sarılıyordu. Farkında değildi ama canım yanıyordu. Bilinçsiz yaptığını fark ettim ve başımı kaldırıp elimi yüzüne koydum. Sanırım Cemre’nin öldüğünü yeni fark ediyordu. Gözlerinden boşalan yaşları sildim. "Sevgilim." dedim girdiği şoktan onu kurtarmak istercesine. "Deniz kendine gel."

"Öldü." dedi sessizce. "Bu sefer gerçekten öldü. Kendi isteğiyle öldü."

"Tamam, sakin ol. Bunu kendi seçti." dedim. "Deniz iyi misin?" dedim. Başını iki yana salladı. Onu kendime doğru çektim. Başını göğsüme yasladım ve saçlarını okşamaya başladım. "Tamam, tamam geçti." dedim. "Bak yanındayım. İyiyiz." Tamamen bilinçsiz olarak kurduğum cümleler Deniz’e ne kadar geçiyordu bilmiyordum. Söylediklerimin bencilce olduğunu bile yeni idrak ediyordum. Cemre ölmüştü ve ben vicdanımı kaybetmişim gibi Deniz’e yanındayım, iyiyiz diyordum. Cemre de iyi olmayı, hayatta olmayı hak ediyordu. Ona karşı ne zaman bu kadar merhametle dolduğumu bile bilmiyordum ama ölümü bende gerçek bir yara açmıştı.

Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere döndüğünde Deniz de sakinleşmişti. Usul usul nefes alıyor, elini kolumda gezdiriyordu. Arabada kaç dakika geçirdiğimizi bilmiyordum. Hava kararmıştı. Ambulans ve olay yeri inceleme ekipleri geldiğinde arabadan indik, fabrikaya doğru ilerledik. Sarp birkaç polisle birlikte bir duvara yaslanmış sigara içiyordu. Savaş telefonla konuşuyordu. Herkes çok telaşlıydı ve koşuşturma bitmemişti. Telsiz sesleri, insan sesleri, siren sesleri, hepsi birbirine girmişti. Kulağımın ne duyduğunu, gözlerimin ne gördüğünü bilmiyordum.

"Tamam Uygar. Bir şey olursa haber ver. Burada henüz bir gelişme yok... Tamam siz de dikkat edin... Kimseye söyleme şimdilik Cemre’yi... Aynen, Özgür’ün kulağına gitmesin." dedi Savaş. Telefonu kapattı ve bana sımsıkı sarıldı. "Kardeşim." dedi dolu dolu bir sesle. "İyi misin?" Başımı aşağı yukarı salladım. Cevap verecek metanetim yoktu. Sarılmamı sonlandırıp etrafı izledim. Baykuş sesleri vardı. Baykuş ölüm demekti, tüylerimin ürperdiğini hissettim. "Sen iyi misin?" dedi Savaş. Deniz’e soruyor olmalıydı. Bakışlarımı Deniz’e çevirdim. Elini Savaş’ın omuzuna koydu ve hafifçe sıktı. "İyiyim, sağ ol." dedi. Sanırım ona karşı olan siniri geçmişti ya da böyle bir durumda öfkesini arka plana atmıştı, bilmiyordum. Düşünmek şu an en son uygulamak istediğim bir davranış bile değildi. Öylece oturup bomboş gözlerle etrafı izlemek istiyordum. Duvarın dibine çöküp oturdum. Deniz de yanıma oturmuştu. Serhat savcı dışarıya çıktı ve bakışlarını üçümüz arasında gezdirdi. "Sarp sen de gel." dediğinde bakışlarımı Sarp’a çevirdim. Henüz bitmemiş sigarasını yere attı. Ayakkabısıyla söndürdü ve hızlı adımlarla yanımıza geldi.

"Siz artık burada durmayın." dedi savcı. "Sinyal çok yakından geliyor. Özgür yaklaştı. Sizin burada olmamanız lazım. O gelmeden gidin. Tehlikede olmanızı istemiyorum."

Bakışlarımı Serhat savcıdan çekip kapıya yönelttim. Olay yeri inceleme ekipleri siyah ceset torbasına koydukları Cemre’nin bedenini dışarıya çıkarmışlardı. "Maktulü getiriyoruz." dedi bir tanesi. Telefonla konuştuğu kişiye bir şeyler söylüyordu. "Otopsi için hazırlanın."

Ellerimi yüzüme kapattım ve ağlamamak için direndim. Sanırım göz pınarlarım kurumuştu, ağlayamıyordum.

"Deniz, Ada’yı al da git hadi oğlum." dedi savcı. "Sarp, Savaş, hadi siz de gidin. Dikkatli olun. Varır varmaz arayın."

"Siz de dikkat edin." dedi Savaş.

Elini Deniz’e uzattı, Deniz saniyeler içinde ayağa kalktı ve tıpkı Savaş’ın yaptığı gibi elini uzatıp beni ayağa kaldırdı. "Gel sevgilim." dedi yorgun bir sesle.

Savcıya döndüm. "Çok canı yanmış mıdır?" dedim dolmuş gözlerle. "Hep düşünürüm bunu ben. İntihar eden insanların canı çok yanar mı? diye. Annem de intihar etti benim çünkü. Yaşamayı reddetmiş tıpkı Cemre gibi. Yanmamıştır değil mi canı?"

Savcı acıyla gülümsedi. "Yanmamıştır." dedi. Doğru söyleyip söylemediğini bilmiyordum. Belki de beni avutuyordu.

"Ada gel." dedi Deniz, beni arabaya doğru çevirdi. Saniyeler sonra arabaların yanındaydık.

"Şimdi ne olacak?" dedim Sarp’a ve Savaş’a dönerek.

"Biz ifade verdik. Savcı her şeyi biliyor. Ormanın içinde bir sürü ekip var. Arabaları sakladılar. Polisler gizlendi ormanın içinde. Fabrikada da on polis var. Özgür geldiği an yakalayacaklar." dedi Sarp.

"Melih gelmediyse onunla? O zaman ne olacak?"

"Özgür’den öğrenirler güzelim onun yerini." dedi Savaş. Deniz’e döndü. Gözleriyle bir şeyler anlatmıştı. Deniz başını salladı ve beni arabaya bindirdi. Saniyeler sonra kendisi de bindi ve motoru çalıştırdı.

"Sevgilim yapma, kendine gel." dedi Deniz. Sessizce başımı salladım. Deniz ayağını frenden çekti, araba ileri atıldı.

Yaklaşık altı yedi kilometre sonra Savaş yavaşladı ve yolun ortasında durdu. "Neden durdu?" dedi Deniz kendi kendine. Ardından telefonum çaldı.

"Savaş arıyor." dedim. Beklemeden yanıtladım, Deniz’in de duyması için hoparlöre aldım. "Neden durdun?" dedim merakla.

"Geri dönün." dedi korkuyla. "Yolu kesmişler Ada. Geri dönün."

"Ne diyorsun sen Savaş?" dedi Deniz. "Nasıl kesmişler?"

"Basbayağı Deniz." dedi Savaş. "Yaklaşık yüz metre uzağımızda bir araba var. İki şeridi de kapatmış. Tuzak sanırım. Geri dönün. Ya da ormanın içine sürün. Bilmiyorum."

Deniz hoparlörü kapattı, konuşmam için telefonu bana verdi. Kendi telefonunu açtı ve birini aradı. "Serhat abi." dedi telaşla. "Konum atıyorum. Acil ekip gönder. Yolu kesmişler. İlerleyemiyoruz."

"Savaş." dedim korkuyla. "Deniz savcıyı aradı. Ekip gelecek. Döneceğiz şimdi. Siz de dönün."

"Tamam abi, acele et." dedi Deniz. Ben Savaş’la, Deniz de Serhat savcıyla konuşuyordu hepimiz panik olmuştuk. Aklım almıyordu. Yolu Özgür mü kesmişti?

Bir araba sesi geliyordu. Dikiz aynasından baktım, saniyeler sonrasında bir araba drift yapar gibi hızla direksiyonu kırdı ve bizim arabamızın arkasına çarparak arkamızdaki yolu da kapattı. Gözlerimi kocaman açarak Deniz’e baktım.

"Korkma sakın." dedi. "Camlar kurşun geçirmiyor." Gülümsüyordu. Sinirleri bozulmuştu. Ben daha bunu idrak edememişken Savaş’ın bahsettiği araba saatte muhtemelen 250 kilometre bir hızla bizim olduğumuz yöne doğru sürdü ve saliseler sonra Savaş’ın arabasının önüne çarptı. Savaş’ın arabası savrulup geriye doğru geldi ve bizim arabamızın önüne çarptı. Köşeye sıkışmıştık. Geri dönecek vaktimiz olmamıştı.

"Savaş’ın arabası da kurşungeçirmez." dedi Deniz. Ona doğru döndüm. Bir adam Deniz’in kapısının yanında durmuş bizi izliyordu.

"Deniz." dedim korkuyla. Deniz bakışlarımı takip edip camdan dışarıya baktı.

Adam ellerini kaldırıp "Silahım yok." dedi ve kapıyı zorladı. Korkudan ölmek üzereydim. Önüme döndüm. Savaş’ın arabası yüksek çarpma sebebiyle hasar görmüştü. Dörtlüleri yanıyordu ve Sarp’ın olduğu taraftaki kapı açılmıştı. Onların önüne çarpan arabadan iki kişi indi. Koşar adımlarla Savaş’ın arabasının yanına geldiklerinde yolun sonuna geldiğimizi düşündüm. Bir adam Savaş’ın kapısını açtı ve onu yaka paça aşağı indirdi. Diğer adam da Sarp’ı indirmişti. Aklımı kaybedecektim. Deniz’e baktım. "Sakın inme." dedi ve torpido gözünden silahını alıp arabadan indi. Burada duramazdım. Çantamdaki silahı alıp arabadan indim. Savaş bir yerde, Sarp bir yerde, Deniz de bir yerde kavga ediyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Savcıyı aradım.

"Savcım, savcım saldırıya uğradık. Zorla indirdiler bizi arabadan. Deniz de Savaş da Sarp da birileriyle kavga ediyor. Korkuyorum ne olur ekibi çabuk gönderin."

"Sakin ol Ada. Yoldalar gelecekler. Sen arabaya bin. Duydun mu? Arabaya bin." Başımı iki yana salladım. Sevdiklerim tehlikedeydi ve ben arabaya binmeyecektim. Telefonu kapattım. Silahı gökyüzüne doğrulttum, ateş ettim. Bize saldıranların dikkatini az da olsa dağıtmıştım. Sarp saniyeler içinde kendisine saldıran adamı yere serdi ve onu sürükleye sürükleye bizim arabanın yanına getirdi. Silahının tersiyle adamın ensesine vurdu ve onu bayıltıp bizim arabaya attı, ayılma ihtimaline karşı da kapıyı kilitledi. Sadece izliyordum.

Sarp silahı beline sokup Savaş’ın yanına gitti. Savaş’ın üstüne binen adamı sırtından tutup kendine çevirerek adama sağlam bir kafa attı. Adam yere düştü, Sarp dizlerine ve karnına onlarca tekme attığı adamı da silahın tersiyle bayılttı ve yine bizim arabaya atıp kapıyı yine kilitledi. Sarp ve Savaş iyiydi. Ama Deniz hala ona saldıran adamla boğuşuyordu. Neyse ki şanslı olan bizdik. Sarp ve Savaş saniyeler içinde Deniz’in yanına gittiler. Sarp adamın boynuna kolunu doladı. Dizlerinin arkasına sağlam bir tekme attı. Deniz de adamın yüzüne yüksek şiddetli bir yumruk geçirdi. O adam da etkisiz eleman olduğunda Sarp ve Savaş adamı kollarından tutup arabaya sürüklediler. Saniyeler sonra üçü de bizim arabada kilitliydi. Derin bir nefes aldım. Sarp adamların silahlarını yere attı. Önce Savaş’a sonra Sarp’a sarıldım. Deniz’e baktım. Hala bizim olduğumuz yöne gelmiyordu. Yere eğilmiş, bir şey arıyordu.

"Deniz." dedim ona doğru ilerleyerek. "Sevgilim."

"Yüzüğüm." dedi. "Alyansım düştü Ada."

"Tamam, buluruz." dedim. O sırada asla olmaması gereken bir şey oldu. Bir gölge gördüm. O gölge Deniz’e doğru yaklaşıyordu. Nefesimin kesildiğini hissettim. Gölgenin sahibi Özgür’dü. "Deniz, Özgür." diye bağırdım. Silahımı Özgür’e doğrulttum. Sarp ve Savaş da eş zamanlı olarak silahlarını o yöne doğru çevirmişti. Sarp bana siper olup önüme geçti. Nefes alamıyordum. Özgür kolunu Deniz’in boynuna doladı ve silahını şakağına dayadı.

"Selam." dedi nefret dolu bir sesle. "Hoş geldin sürprizi yapmak istedim Ada.."

Deniz bir yandan çırpınıyor bir yandan da bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Anlamayacak kadar algılarım silinmişti. Özgür’ün ne dediğini net bir şekilde duyarken ve anlarken Deniz’in ne dediğini duyamıyordum, anlamıyordum.

"İndirin silahlarınızı yoksa öldürürüm Deniz’i."

"Yapamazsın." dedim.

"Yaparım." dedi kararlı bir sesle.

“Hani boşanıyordunuz siz?” dedi sorgu memuru gibi bir tavırla. “Niye dip dibesiniz?” Sıkıntılı bir of çekip devam etti. “Gerçi bana ne bundan sonra.” Silahı Deniz’in şakağına iyice bastırdı. "Cemre şakağından vurdu değil mi kendini?" dedi. Nasıl haberi olduğunu anlayamıyordum. Nasıl öğrenmişti? "Deniz’i de tam şakağından vurup öldüreceğim."

"Hayır." dedim. Sarp’ın arkasından çıktım ve Özgür’ün herhangi bir yerini hedef almaya çalıştım. Çok fazla hareket ediyordu ve ben neresini vuracağımı bilmiyordum. Elim çok titriyordu. Titrememeliydi. Siren sesleri yaklaşmıştı. Sakin olmaya çalıştım.

"Buradan çıkışım yok. Ya hapse gireceğim ya mezara. Öyle değil mi? Madem yolun sonuna geldim, bu adamın hayatta kalmasına izin vermem. Eğer ben öleceksem Deniz de ölecek."

"Hayır." dedim. "Yapamazsın."

"Kaç kişiyi öldürdüm bugüne kadar. Deniz’i de öldürürüm. Cemre sizin yüzünüzden canına kıydı. Hesabını sormam mı zannediyorsunuz?"

"Sakın." dedi Sarp.

"Silahları indirin." dedi Deniz. "Dediğini yapın."

"Hayır." dedim.

Özgür sadece birkaç saniye içinde silahını Deniz’in şakağından çekti, namluyu bize çevirdi yine birkaç saniye içinde tetiğe bastı. Neredeyse tüm ormanda yankılanacak bir çığlık attım. Telaşla Savaş’a ve Sarp’a baktım. Çünkü ben vurulmamıştım. Kim vurulmuştu?

Gözlerim korkuyla Savaş ve Sarp’ın bedeninde gezerken Sarp silah tutan kolunu yavaşça indirdi. Elini karnına bastırdı. Gözyaşlarım yine beni esir aldığında bakışlarımı Özgür’e çevirdim. Onu öldürmemek için hiçbir sebebim yoktu. Gözlerimi bir an bile ondan ayıramazdım. Sarp’ın acıyla inlediğini, yere düştüğünü, Savaş’ın da onunla ilgilendiğini duyabiliyordum. "Sarp." diye bağırdı Savaş. Deniz çırpınsa da hala kurtulamamıştı. Deli gibi korkuyordum. Ateş edemeyecektim. "Sarp iyi misin? Sarp!" diye bağırdı Savaş. Siren sesleri kulağımızın dibindeydi. Kısa bir süre sonra arabaların sesleri durdu. Megafondan Serhat savcının sesi yükseldi. "Etrafın sarıldı Özgür. Deniz’i bırak. Hiçbir yere kaçamazsın. Teslim ol."

"OLMAYACAĞIM." dedi Özgür. Tüm orman yankılanmıştı. Serhat savcı cevap vermemişti. Ben hala nişan almaya çalışıyordum. Özgür Deniz’i vurmadan bir şeyler yapmam lazımdı. Birkaç adım sesi duydum. Saniyeler sonra Serhat savcı Özgür’e doğrulttuğu silahla yanıma geldi. Sarp’ın acı dolu feryatları kulağımda yankılanıyordu.

"Bırak Deniz’i." dedi savcı. Ardından bana döndü. "Ada sen silahını indir, arabaya geç." dedi ciddi bir sesle.

"Ambulans." dedi Savaş. "Savcım ambulans."

Savcının cevap vermesine gerek kalmadan ambulans sesi kulaklarımızı doldurdu. "Ada silahını indir." dedi savcı tekrardan.

Gözlerim Deniz’in üzerindeydi. Sanki şakağına dayalı bir silah yokmuşçasına gözleri ışıl ışıldı. Birkaç saniye gözlerime baktı. Sonra iki eliyle Özgür’ün silah tutan elini tuttu ve Özgür’ün kolunu yukarıya kaldırdı. Her şey çok hızlı gelişmişti. Yetişemiyordum. Kalbim duracak gibiydi. Bir arbede vardı. Özgür silahı indirmeye çalışırken Deniz ise havada tutmaya çalışıyordu. Neden başaramadığını anlamıyordum. Özgür silahı indirdi. Namlu yere bakıyordu. Savcı neden ateş etmiyordu? Doğru açıyı bulmaya çalışıyor olabilirdi. Çünkü çok fazla hareket vardı. Kurşun Deniz’e isabet edebilirdi. Bunu istemiyordu. Deniz ve Özgür’e doğru bir adım attı. Ambulans yanımızda durdu. Dikkatim hala Deniz’deydi. Bitmesini istiyordum, kalbim dayanmıyordu. Nefes aldım, bir saniye sonra Özgür’ün elindeki silah patladı.

Yanımda savcı ve onlarca polisin olmasına aldırmadım. Bekleyecek gücüm yoktu. Nişan aldım, Deniz’i vurma pahasına ateş ettim. O sırada biri daha ateş etmişti ve o biri Serhat savcıdan başkası değildi. Silah sesleri birbirine karışmıştı ama Özgür’ün bedeninde sadece bir kurşun yarası açılmıştı. Vurulmuştu. Ve ben onu yere yığan kurşunun hangi silahtan çıktığını bilmiyordum.

Özgür yere düşerken kolumu indirdim. Silahı yere attım. Deniz’e doğru hızla birkaç adım yürüdüm. Özgür Deniz’in ayaklarının dibine düşmüştü. Ölmüş olmalıydı. Ölmemiş olsa bile mutlaka öleceğini düşündüm. Çünkü kafasının hemen altından vurulmuştu. Omuriliğiydi. Yaşamasına imkân yoktu. Düşünmek istemiyordum. Başım dönüyordu. Deniz’e ulaşmama birkaç adım kala bacaklarımın hâkimiyetini kaybettim. Önce dizlerimin üzerine düştüm. Sonra bedenim yere yığıldı. Gözlerim kapanmadan önce gördüğüm son şey Özgür’ün ense kökünden akıp toprağa karışan kandı.

***

5 Mart, Cumartesi

Büyük bir iniltiyle gözlerimi araladım. Bir hastane odasındaydım. Büyük bir kâbusun ortasındaymışım gibi hissediyordum. Midem çok bulanıyordu. Dayanamıyordum. Hıçkırarak gözlerimi açtım. Deniz’in elleri elimi buldu. "Sevgilim." dedi şefkat dolu bir sesle. Ben nefesimi çeke çeke ağlarken Deniz bir elini elimden çekti ve saçlarımı geriye doğru sevdi. "Bir tanem iyi misin?"

Nasıl olduğumu bilmiyordum. Nasıl olmam gerektiğini bile bilmiyordum. Kulağımda dolaşan ayak sesleriyle bakışlarımı pencere tarafına çevirdim. Güneş doğuyordu. Yeni bir güne girmiştik. Savaş ve Uygar da buradaydı. "Sarp nasıl?" dedim hıçkıra hıçkıra. "Sarp iyi değil mi? Ne olur bana iyi olduğunu söyleyin."

Savaş eğilip alnıma yumuşacık bir öpücük bıraktı. "Sarp iyi güzelim. Ameliyat oldu. Çok iyi geçti. Tedbir amaçlı yoğun bakımda şimdi."

Acı içinde gülümsedim ve gözyaşlarımı sildim. "Gerçekten mi? Doğru mu bu?" dedim Deniz’e bakarak. Gözyaşıyla dolmuş gözlerle beni izliyordu. Sorumun cevabını ondan istediğimi fark edince başını aşağı yukarı salladı.

"Sarp turp gibi merak etme." dedi. Üçünü dikkatlice izledim. Yüz ifadeleri hiç iyi görünmüyordu. Bir şey olmuştu.

"Neler oluyor o zaman? Niye bu haldesiniz?" dedim merakla.

"Özgür." dedi Deniz pürüzlü bir sesle. Devamını beklediğimi belli eden bir bakışla baktım. Üçü de suspus olmuştu.

"Ne oldu? Niye susuyorsunuz? Ne oldu ona?"

"Öldü." dedi Uygar saniyeler içinde.

Bu zaten tahmin ettiğim bir şeydi ama yine de şimdi böyle duyunca hayatım boyunca ilk kez bu kadar derin bir nefes vermiş, mutluluk gözyaşlarına boğulmuştum. Ellerimi yüzüme kapattım ve dakikalar süren bir ağlama krizine başladım. Sonunda kazanmıştık. İnanamıyordum. Sona mı ermişti? Bundan sonra başımıza hiçbir şey gelmeyecek miydi? Özgür cehennemin dibini boylamış mıydı? Bize çektirdiği esaret bitmişti. Artık kayıp vermek yoktu. Yaşanan onca şeyi silmeye yetmezdi ama kurtulmuştuk. Bir sürü kayıp vermiştik. Onlar yüzünden kaybettiğim ilk kişi annemdi. Sonra İlker savcıyla birlikte özel kalemi, Salih abi, Kerem ve bebeğim. Hepsinin kaybı bende derin yaralar açmıştı. Hepsi birbirinden beter acılardı. Özgür’ün ölümüyle bu acılarım bir nebze de olsa hafiflemişti.

Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Duygu boşalması yaşıyordum. Tam olarak ne hissettiğimi bile adlandıramıyordum. Tek yapabildiğim ağlamaktı. Boğulurcasına ağlıyordum. Bitmeyecek bir kriz gibiydi. Nefesimi düzene sokmaya çalışa çalışa ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Deniz ellerimi yüzümden çekti. Gözyaşlarımı sildi. İki yanağımı öptü. Saçlarımı sevdi. Alnımı öptü. Yetmedi ellerimi öptü.

"Bitti mi?" dedim. "Biz kazandık mı?" Aslında henüz bitmemişti. Çünkü Melih hakkında henüz hiçbir bilgi yoktu. O da yakalanınca her şey bitecekti. Ama yine de bu bir zaferdi. Rahat bir nefes alabilecek kadar iyi bir zaferdi. "Siz neden sevinmiyorsunuz? Neyiniz var? Ne saklıyorsunuz?"

"Ada." dedi Savaş. "Söylememiz gereken bir şey var."

"Hayır ya, hayır. Sarp. Sarp’a kötü bir şey oldu ve siz saklıyorsunuz. Ne oldu ona?" dedim. Bu sefer üzüntüden ve korkudan ağlamaya başladım. "Sarp’a ne oldu?"

"Sarp gerçekten iyi." dedi Deniz. Büyük bir nefes aldı. "Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum."

"Ne oluyor?" dedim korkuyla.

"Özgür’ün ölümüne sebep olan kurşun." dedi Savaş. Eee. der gibi baktım. "Ada o kurşun senin silahından çıkmış olabilir."

Şoka girebilirdim. Ağlayabilirdim. Gülebilirdim. Bayılabilirdim. Hatta çığlık atabilirdim. Vücudumun verebileceği onlarca tepki vardı ama ben hiçbir tepki veremiyordum. Gözyaşlarım gözümde, kelimelerim de dilimin ucunda donup kalmıştı.

Ben katil mi olmuştum? Senin ölümün benim elimden olacak. dediğim kişinin ölümü gerçekten de benim elimden mi olmuştu? Bu cümleyi söylerken sonunda katil olabileceğimi hiç düşünmemiştim. Yapmak istediğim tek şey Özgür’ü öldürmekti. İntikamımı ancak bu şekilde alabilirdim. Almıştım da. Ama sonunda katil olacağımı unutmuştum.

Ben bir canı mı almıştım? Ben birinin ölümüne sebep olmuştum. Ben katil olmuştum. Ben hapse mi girecektim?

"Hayır. Hayır Serhat savcı da ateş etti. Ben o kadar iyi nişan alamam. Yapamam. Benim kurşunum olamaz o. İyi baksınlar. Katil değilim ben." dedim ve beni ikna etmesini istercesine Deniz’in gözlerinin içine yalvarır gibi baktım. "Ben katil miyim Deniz? Ben, ben hapse mi gireceğim?"

Deniz saçlarımı geriye doğru sevdi. "Hayır." dedi. Buna inanmak istediği için mi yoksa gerçekten hapse girmeyeceğimi bildiği için mi hayır demişti bilmiyordum. Az önce akan mutluluk gözyaşlarım yerini korku dolu yaşlara bırakmıştı. "Sevgilim." dedi Deniz sakin bir sesle. "İnceleme yapılıyor. Senin silahından çıkan kurşunla ölmüş olsa bile Serhat abim üstlenecek. Herkesin ifadesi o yönde olacak. Senin vurduğunu kanıtlayacak hiçbir şey yok. Şans o kadar senden yana ki kullanılan silahlar, kurşunlar, ateş ettiğiniz mesafeler aynı. İkinizin üzerindeki swap miktarı bile aynı. İfadeni alacaklar. Amacım vurmak değildi, silah bir anda patladı ve kurşun boşluğa gitti diyeceksin tamam mı? Serhat abim hapse girmeyecek. Görev başında bir suçluyu yakalamaya çalışıyordu. Ateş etti ve zanlı öldü. Bu kadar."

"Bu kadar basit mi?" dedim. "Deniz bu kadar basit mi?" Ellerime baktım. "Benim elime kan bulaştırmış olabilirim. Ben insan öldürmüş olabilirim. Katil olabilirim ben ve sen bana Serhat abim suçu üstlenecek diyorsun. Tek sorun suçu üstlenecek insan bulmak mı? Ben bu vicdanla nasıl yaşarım? Hapse girmediğimde bir insanı öldürmemiş mi oluyorum?"

"Sen Özgür’ü vurmasaydın Özgür Deniz’i vuracaktı." dedi Savaş. "Kaç kişinin canına kıydı, acımadı. Deniz’i de öldürecekti. Öldürseydi ne yapacaktın Ada? Deniz Özgür’ün elini havaya kaldırmasaydı Özgür Deniz’in şakağına sıkacaktı. O zaman ne yapacaktın? Keşke ateş etseydim demeyecek miydin? Şimdi vicdanını rahat bırak. Özgür ölmeyi hak ediyordu. Sarp’la ilgilenmek zorunda olmasaydım ben vuracaktım o orospu çocuğunu."

"Savaş aynı şey değil." dedim.

"Aynı şey." dedi Savaş. "Bak sen dedemizin Şahin Kırcalı’yı öldürmesini haklı buluyor, gerekirse insanın kendi adaletini kendisinin sağlayabileceğini savunuyordun. İkisi aynı şey. Özgür ve Melih yüzünden biz annemizi kaybettik. Melih beni aldı, sizden ayırdı. Bir sürü insanın ölümüne sebep oldu bu adamlar. Benim Salih dedemi öldürdü ya bu şerefsiz. Çoktan ölmesi gerekiyordu. Vicdan yapma yalvarıyorum. Sen yapmasan biz öldürecektik zaten."

"Beni anlamıyorsunuz." dedim. "Birini öldüreceğim demekle birini gerçekten öldürmek arasında dağlar kadar fark var. Ben artık asla eskisi gibi masum olmayacağım. Katil oldum ya ben. Bunun cezasını çekmek zorundayım. Eğer ben öldürdüysem ve buna rağmen Serhat savcı suçu üstlenirse ifadesini yalanlayacağım. Bu vicdanla yaşayamam çünkü." dedim boğuk bir sesle.

“Katil olmadın Ada. Sadece küçük bir ihtimalden bahsediyoruz. Hem ifadeni değiştirsen bile kanıtlayamazsın. Boşa bir çaba olur.” dedi Uygar. “Sen hapse girmeyeceksin. Dosya bugün kapanacak. Deniz de Savaş da polisler de Serhat savcıyla aynı ifadeyi verecek. Hapse girmeyi unut.”

Başımı iki yana salladım. Gözyaşlarımı sildim. Sesimi öksürerek düzelttim. “Beni yalnız bırakır mısınız?” Savaş ve Uygar sessizce başını sallamış, Deniz ise oturduğu sandalyeden kalkmamıştı. “Deniz sen de.” dedim. Savaş ve Uygar çoktan kapıya ulaşmıştı.

“Seni yalnız bırakmayacağım Ada. Yanından ayrılmayacağım. Bunu aklından çıkartıyorsun şu an.”

“Düşünmek istiyorum Deniz.” dedim. Burnumu çektim. Ağlamaktan çok sıkılmıştım.

“Düşüneceğin bir şey yok.” dedi. “Geçti, bitti. Geberip gitti sonunda.” Derin bir nefes verip elimi ellerinin arasına aldı, minik bir buse bıraktı. “Sevgilim. Bak. Neler yaşadığımızı en iyi sen biliyorsun. Biz birbirimizi 807 gün görmedik. Bebeğimizi kaybettik. Kimin yüzünden? Özgür yüzünden. En başından beri ölmesi gerekiyordu bu adamın.”

“Katili ben olmak zorunda değildim.” dedim. Deniz gözyaşlarımı sildi. Ardından yanaklarımı öptü. “Öldürdüm onu. Deniz onu öldürdüm. Farkında mısın ne yaptığımın? Katil oldum. Sen bir katille evlisin. İdrak edebiliyor musun bunu?”

“Ada, inceleme hala devam ediyor. Katil falan değilsin. Net değil hiçbir şey. Sadece ihtimal bu. Sen hala masumsun. Sen saflığından hiçbir şey kaybetmedin. Niye hemen üstleniyorsun, niye kabulleniyorsun?''

“Gözümü bile kırpmadan tetiğe bastım.” dedim. Deniz gözümün hemen altında biriken yaşı sildi.

“Kim olsa aynı şeyi yapardı Ada.”

“Hayır, kim olsa silahı indirirdi. Savcının ya da polisin ateş etmesini beklerdi.”

“Ada. Sevgilim. Lütfen o vicdanını rahat bırak. Yapma böyle yalvarırım.”

“Eğer onu öldüren kurşun benim silahımdan çıktıysa Serhat savcı neden suçumu üstlenecek?”

“Serhat abi babamın eski bir arkadaşı. Bir zamanlar İstanbul’da yaşıyordu ve biz birbirimize misafir oluyorduk. Belli bir samimiyetimiz var. Sever bizi. Yaşanılanları da biliyor zaten. Meslektaşı İlker savcı da Özgür yüzünden öldü. Bu bile etkili olabilir yani. Ki zaten yaptığın nefsi müdafaa gibi bir şeydi Ada. Kim olsa aynısını yapardı. Eğer onun elindeki silahı alabilseydim onu ben kendim öldürecektim.”

Başımı salladım. “Çok kötü hissediyorum.” dedim. ''Deniz ben katil olmak istemiyorum.''

''Ada yapma.'' dedi titreyen bir sesle. Bir elini yumruk yapıp yatağa bastırdı. ''Beni vuracaktı, benim için yaptın.''

Burnumu çektim. ''Vurmasına izin veremezdim.''

''Kurşunun nereye gideceğini bilemeyiz.''

Başımı iki yana salladım. ''Bilebiliriz. Bunu sen öğretmiştin bana. Ben yapmıştım Deniz. Özgür'ün omzunu nişan almıştım. Omzunu vurdum. Bu sefer neden düşünmedim, neden odaklanmadım? Neden hesap etmeden ateş ettim? Neden olmadı?''

''Sonuç açıklanana kadar düşünmeni yasaklıyorum Ada. En kötüyü düşünme yalvarırım. Sadece ihtimallerden bahsediyoruz.''

“Ne zaman bitecek inceleme?”

''Çok fazla sürmez, eli kulağındadır Serhat abinin.''

''Kurşun benim silahıma aitse ifade verecek miyim?''

''Bilmiyorum sevgilim.'' dedi, gerçekten de bilmiyor gibiydi.

''Ne zaman kurtulacağız Deniz? Çok yoruldum. Nefes alamıyorum artık.''

“Melih yakalandığında bitecek güzelim. Çok az kaldı.”

“Onunla ilgili bir gelişme var mı?”

Kısaca başını salladı. “Özgür’ün telefonundan aradılar Melih’i. Sinyal Aydın’dan geldi. Kaçmaya çalışıyor muhtemelen. Oğlunun öldüğünü öğrenmiştir. Bütün medya Cemre ve Özgür’ün ölümüyle çalkalanıyor.”

Gözümden akan yaş önce şakağıma aktı, sonra yastıkla buluştu. “Her şey bitiyor mu?” dedim küçük bir iç çekişle. “Sona mı eriyor? Biz artık kaygısız, korkusuz, sadece kendimizi düşündüğümüz, mutlu ve güzel günler mi yaşayacağız?”

“Evet.” dedi, gülümsedi. Elimi uzun uzun öptü. “Hak ettiğimiz o sonsuz mutluluğa nihayet kavuşuyoruz. Bunun uğruna canımız çok yandı, biliyorum. Çok şeyi kaybettik. Ama bundan sonra hiçbir şeyi kaybetmeyeceğiz sevgilim. En önemlisi, birbirimizi kaybetmeyeceğiz.”

“Deniz seni çok seviyorum.” dedim titreyen bir sesle. “Eğer bu sevgi olmasaydı ben hiçbir şeyle baş edemezdim. Yenemezdim hiçbir şeyi. Bu kadar güçlü olamazdım.” Buruk bir gülümsemeyle dudakları kıvrıldı. “Özgür karşımıza çıkmasaydı biz evimize gidecektik. Şimdi evimizde olacaktık.”

“Amcam sen uyandığında gidebileceğimizi söyledi.” dedi, elimi bir kez daha öptü. O elimle bir silahı tutmuş, o elimin parmağıyla tetiğe basmış, belki de o elimle Özgür’ün ölümüne sebep olmuştum. Ve Deniz ben uyandığımdan bu yana, hatta belki de bayıldığımdan beri o elimi öpmüştü. Doğru yaptığıma ve suçlu olmadığıma inandırmaya çalışıyordu, elimden nefret etmemem için sürekli elimi tutuyor, okşuyor ve öpüyordu. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Aklım karmakarışıktı. Aynı anda hem büyük bir rahatlama hissini hem de kocaman bir vicdan azabı hissini yaşıyordum. ''Ama Serhat abimi bekleyelim, o hastaneye gelecek sonucu bildirmek için.''

Başımı salladım. Huzurluydum çünkü artık bize zarar verecek bir Özgür yoktu. Kaçmak, saklanmak ya da korkmak zorunda değildik. Hayatımıza hiçbir şeyin tedirginliğini yaşamadan devam edeceğimizi bilmek beni rahatlatıyordu. Ama bir yandan da her ne kadar kötü biri olursa olsun onu öldürmüş olma ihtimalimin ağırlığını taşıyamıyordum.

“Daha iyi misin?” dedi Deniz ben susunca. Başımı salladım, yatakta doğruldum ve kollarımı ona sardım. Bir saniye beklemeden Deniz de bana sarılmıştı. Boynuma, omzuma, yanağıma onlarca öpücük bırakmış, oksijeniymiş gibi kokumu uzun süre içine çekmişti. Elleri de artık uzun olan saçlarımın üzerinde geziyordu. “Hep yanında olacağım.” dedi ağır ağır nefes alırken. “Ne olursa olsun yanında olacağım. Hiçbir yükün ağırlığını taşımayacaksın. O güzel vicdanın dün gece olanlar yüzünden sızlamayacak. Ne yaşıyorsan beraber geleceğiz üstesinden. Tamam mı?”

Başımı aşağı yukarı salladığımda çenem hafifçe omzuna çarptı. “Tamam.” dedim, biraz da olsa geçiştirmiştim çünkü yaptığım şey ha deyince geçecek bir şey değildi.

Kollarını benden ayırdı, yüzümü ellerinin arasına aldı, burnuyla alnıma süzülen perçemleri araladı ve alnımın üzerine büyük bir öpücük kondurdu. “Ada.” dedi sıcacık bir sesle. “Güzelim.”

Deniz ne söyleyecekti bilmiyordum ama lafını bölme ihtiyacı hissetmiştim çünkü söylemezsem içimde kalacaktı. “Kimse senin gibi güzel Ada. diyemiyor biliyor musun?” dedim. Elimi yüzüne koydum.

“Ada.” dedi daha da güzel bir tınıyla. “Sana çok aşığım.”

“Sana çok aşığım.” diyerek onu tekrarladım. Kapı çaldı, kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki nefesimin kesilmesinden korkuyordum.

''Girebilirsiniz.'' dedi Deniz.

Kapı açıldı, Serhat savcı hızlı adımlarla içeriye girdi. Yüzündeki ifadeyi anlamlandıramıyordum. ''Nasılsınız?'' dedi düz bir sesle. ''İyi gördüm seni Ada. Nasıl oldun?''

''İyiyim, teşekkürler.'' dedim. Deniz de ben de savcıya meraklı gözlerle bakıyorduk. Beklediğimiz haberi bize verecekti. Saniyeler sonra katil olduğumu öğrenecektim belki de. Sevinçlerim neden hep yarım kalıyordu?

''Şimdi.'' dedi savcı derin bir nefes alıp. “İnceleme tamamlandı. Kimsenin aklında en ufak bir şüphe kalmaması için tüm araştırmaları yaptık.” dedi önce bana sonra Deniz’e bakarak. “Diyeceğim o ki çocuklar, Özgür benim silahımdan çıkan kurşunla ölmüş.”

Sesli, boğuk ve derin bir nefes verdim. Boğazımdan yüksek bir hıçkırık kopmuştu. Ellerimi yüzüme kapattım, dakikalar süren ve ciğerlerimi çok acıtan bir ağlama krizine tutulmuştum. Bu bir rahatlama hissiydi. Özgür ve Melih yaptıkları kötülüklerle bizi zehirlemişti. Ve ben şimdi ağlayarak bu zehri içimden atıyor, ruhumu mutluluğa teslim ediyordum.

“Abi doğru mu bu?” dedi Deniz. Sesi titriyordu. Ağladığını anlayabiliyordum ama ellerim hala yüzümde olduğu için onu göremiyordum.

“Doğru oğlum.” dedi savcı sevinçle. “Ada’nın silahından çıkan kurşun sizin arkanızdaki ağaçlardan birine isabet etmiş. Tespiti zor oldu. Artık rahatlıkla eve gidebilirsiniz.”

“İfademiz alınacak mı?”

“Alınmayacak oğlum. Gidin evinize dinlenin. Melih bulunana kadar biraz daha dikkatli olmamız gerekiyor. Tedbiri elden bırakmayacağız ama siz de ne olursa olsun dikkatli olun.”

“Serhat abi.” dedi Deniz. Kısa ve sesli bir nefes verdi. “Çok sağ ol.”

“Ben sadece işimi yaptım oğlum. Hepimize geçmiş olsun tekrardan. Yalnız bir daha sakın bizden habersiz iş yapmayın. Bu sefer ben de kurtaramam sizi.”

“Merak etme abi. Ben yanındayım artık Ada’nın. Yasa dışı bir şey yok bundan sonra.” dedi, sesinde minik bir gülümseme tınısı vardı.

Ellerimi yüzümden çektim. Yanağımda kalan son yaşları sildim. Deniz yatağın kenarına oturup iki kolunu da etrafıma sardı. Saçlarımı koklaya koklaya öptü. “Ben çok teşekkür ederim.” dedim sesimi düzelterek. “Yaptıklarınız için.”

“Ben işimi yaptım kızım. Şu adamları aramakla geçti iki yılım. Serhan, Özkan, Hale hapiste. Özgür öldü. Bir tek Melih kaldı. Onu da bulacağız elbet.”

“Olan Cemre’ye oldu.” dedim buruk bir gülümsemeyle.

“Ona yazık oldu evet.” dedi düşünceli bir sesle. Belki biz Cemre’yi esir tutmak yerine onu direkt savcıya getirseydik böyle olmayacaktı. Belki şu an yaşıyor olacaktı. “Onu tutuklamaya çalışan polisin hatası tamamen.” dedi sıkıntılı bir sesle. “Silahını ona kaptırmaması gerekiyordu.” Gözlerimi bir süreliğine yumdum. Savcı da Deniz de sessiz kalmıştı.

“Melih nerede tam olarak biliyor muyuz?” dedim gözlerimi açtığımda.

“Aydın’daymış. Aydın emniyeti ayağa kalktı. Her yerde arıyorlar, hiç merak etmeyin.”

“Bir gelişme olursa haber ver olur mu abi?” dedi Deniz. Savcı Deniz’in koluna iki kez dostça dokundu.

“Veririm Deniz. Şimdilik söyleyebileceğim bir şey yok. İşimin başına dönmem gerek.”

“Kolay gelsin.” dedi Deniz. Savcı gülümsedi ve saniyeler sonra odadan çıktı.

Deniz bana daha sıkı sarıldı. İkimiz de dakikalar boyunca yaşadıklarımıza, yaşayamadıklarımıza ağlamıştık. Ne kadar sürdüğünü bilmiyordum. Ben hıçkıra hıçkıra ağlarken Deniz sessizce dökmüştü gözlerindeki yaşları.

Bizden çalınan çok şey vardı. Birbirimize ayırmamız gereken vakitleri yalnız başımıza geçirmiştik. Bir sürü hayalimiz gerçekleşmeden öylece rafa kalkmıştı. Birbirimizden 807 gün boyunca ayrı kalmıştık. Bebeğimizi kaybetmiştik. Bunların telafisi olacak mıydı bilmiyordum. Tamamen iyileşebilecek miydik bilmiyordum. Tüm bu acılarımıza ve yaşadıklarımıza rağmen hayallerimizi gerçekleştirebilecek miydik onu da bilmiyordum.

“Biliyor musun bir sürü hayalim var.” dedim. Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere dönmüştü.

“Ben var mıyım peki o hayallerin içinde?” diye sordu merakla.

“Sen hayallerimin başrolüsün.” dedim. “Senin olmadığın tek bir hayalim olmadı.”

“Nasıl hayaller bunlar peki?” dedi. Yatağın başlığına yaslandı. Beni kendine çekti, başım göğsüyle birleştiğinde saçlarımı sevmeye başladı.

“Sana dört kez kahve ısmarlama sözüm vardı. Her çift gibi dışarıda bir yere gitmek ve seninle kahve içmek istiyorum.”

Deniz keyifle güldü. “Tamam, içeriz canımın içi. Diğer hayallerine geçelim.”

“Bu söyleyeceklerimi aslında konuşmuştuk ama gerçekleştiremedik.” dedim. Ardından büyük bir nefes aldım. “Bisiklet yarışı yapmak istiyorum seninle.” Bursa’da babasının Deniz için diktirdiği ağaçların olduğu ormana gittiğimizde bisikletle yarışmıştık ama kazanan belli olmamıştı. Bir kez daha yarışmak istediğimi söylesem de kader bize bunu çok görmüştü ve biz bisiklete binmek gibi basit bir eylemi bile gerçekleştirememiştik.

“Başka ne hayalin var sevgilim?”

“Romantik film izleyecektik. Aydın’a giderken uçakta konuşmuştuk.”

“Evet, hatırlıyorum.” dedi acı bir sesle. Ben nasıl yapamadığımız bisiklet yarışına üzülüyorsam Deniz de izleyemediğimiz romantik filme üzülüyor olmalıydı. “Tamam, bunu da yazdım bir kenara.”

“Seninle karda oynamak istiyorum.” dedim çocuk gibi nazlı bir sesle. Aslında çok cesur, gözü karaydım. Şımarık da sayılmazdım çünkü hayat beni daha küçücükken olgunlaştırmıştı. Ama Deniz’in yanında bazı zamanlar çocuk olasım geliyordu. Ona nazlanmak en sevdiğim şeylerden biriydi ve ben ona nazlanmayı da çok özlediğimi fark ediyordum. “Tamam, şimdi ilkbahardayız. Kar mevsimi de geçti ama seneye oynayalım mı seninle karda? Evimizin bahçesi karla dolmuştu. Sen Melis ve Eren’le kartopu oynuyordun. O gün yanınıza gelmeyi çok istemiştim.”

Deniz çenesini başımın üzerine koydu, saçlarımı çenesiyle sevdi. Sanırım o güne gitmişti. Canının acıdığını hissedebiliyordum. “Oynarız sevgilim.” dedi, yutkunduğunu hissedebiliyordum. “Senin başka hayallerin de vardı.”

“Evet.” dedim. “Söyle bakalım. Neydi onlar?”

“Bir yatakta bana kitaplar okumak, yağmurda benimle dans etmek, uçsuz bucaksız bir denize benimle birlikte korkmadan girmek ve beni öpmek.” dedi kendinden emin bir sesle. Unutmamıştı. Ben de onun hayallerini unutmamıştım. Doğmasını çok istediği kızımızla birlikte Noel ağacı süslemek istiyordu. Benim saçımı tararken kızımızın yanımıza gelmesini, Baba benim de saçımı tarar mısın? diye sormasını hayal ediyordu. Benim hayallerimin gerçekleşme imkânı hala vardı. Ama Deniz’in hayallerinin gerçekleşme ihtimali bile yoktu. “Bunları unuttun galiba?” dedi. Andan sıyrıldım.

“Yok unutmadım.” dedim. “O hayallerimi de gerçek yapalım mı?”

“Yapacağız. Her şeyin en güzelini yapacağız.” dedi, bir süre sustu. “İki gece önce, odana geldiğimde seni tanıdığımı sana söylememek için kendimi zor tuttum. O gece hissettiğim şeylerin hiçbir tarifi yok.”

Başımı hafifçe kaldırıp biraz daha doğruldum. Deniz’in yüzünde karmakarışık bir ifade vardı. “Ne hissetin?”

“Sen, seni tanıdığımı bilmeden benimle sevişiyordun. Seni aldattığımı düşünüyordun. Oysa ben biliyordum ama haykıramadım. Oynadığın oyuna devam etmem gerektiğini düşündüm. Büyük bir ikilemde kalmıştım. Aldattığımı düşünmemen için seni tanıdığımı söylemeli miydim yoksa oyununa devam etmeli miydim? Kararı bir türlü veremedim ve zor olanı seçip tanımıyormuş gibi yapmaya devam ettim.”

“Senin benden başkasına dokunuyor olduğunu görmek canımı çok yakmıştı.”

“Başkası olmadı Ada. Nasıl anlamadın, ben de ona hayret ediyorum. Eğer sen değil de bir başkası olsaydı ben bırak sevişmeyi, o odaya girmezdim bile.”

“Yeni bir sayfa açmak istediğinden bahsetmiştin. Ne yapsaydım?” dedim. Gözlerime yine bir ağırlık çökmüştü. “Unutmak istiyorsun sandım.”

“Yeni bir sayfa açmak istiyorum, evet.” dedi düşünceli bir sesle. “Seninle yeni bir sayfa açmak istiyorum.”

“Geçmişte sadece kötü anılarımız yok ki ama. Güzel anılarımız ne olacak biz yeni sayfa açınca?”

“Güzel anılarımızı da alırız yeni sayfamıza. Onları bırakmam merak etme.” dedi gülümseyerek. Ardından konuyu değiştirdi. “Artık evimize gidelim mi?”

“Gidelim sevgilim.” dedim.

***

Bir saat sonra evimizin bahçe kapısına ulaşmıştık. Biri içeriden kapıyı açtı. Arabayı Hakan kullanıyordu çünkü Deniz’in kullanacak hali kalmamıştı. Araba bahçenin içine doğru ilerledi. Ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Birçok farklı duygu aynı anda bütün hücrelerimi yoklamıştı. Buraya bir daha hiç geri dönemeyeceğimi düşündüğüm yüzlerce günüm olmuştu. Ama sonunda buradaydım. Evimizin bahçesindeydim. Üstelik Deniz de yanımdaydı ve beni hala çok seviyordu.

“Bugün çıkacak mısınız?” dedi Hakan.

“Çıkmayacağız.” dedi Deniz. “Garaja park edersin.”

“Tamam Deniz Bey.” dedi Hakan. Arabadan indim ve bahçeyi inceledim. Ağaçlar çiçek açmaya başlamıştı. Sanırım bahar buraya çoktan gelmişti.

“Evimize hoş geldin.” dedi Deniz. Arkamdan sarıldı ve benim baktığım yönlere bakarak bahçeyi inceledi. “Ağaçlar ne zaman çiçek açmaya başladı biliyor musun?” dedi sıcacık bir sesle. Boynumu öptü ve devam etti. “1 Mart’ta. Yani senin döndüğün gün. Senin geldiğini müjdelemişler meğer bana.”

Gülümsedim ve başımı ona doğru eğdim. Dudakları hala boynumda oyalanıyordu. En sevdiğin mevsim, ilkbahar.” dedim. Beni kucakladı ve eve doğru yürüdü.

“Sevgilim.” dedim, ellerimi boynuna sardım ve yüzünü bana çevirinceye dek yüzüne baktım. Bir bacağını kırdı, o bacağından destek alarak beni tuttu. Bacaklarımın altındaki elini çekti. Cebinden anahtarını çıkarttı, kapıyı açtı ve beni tekrar iki koluyla tuttu. “Ne yapıyorsun?” dedim kocaman gülümseyerek.

Çok kısa bir süre yüzüme baktı. Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı ama gözlerindeki o kederli ifadeyi silmeye çalıştığını da görebiliyordum. “Normalde düğünlerden sonra damatlar gelinlerini evlerine kucağında getirir ya.” dedi. İçeriye doğru birkaç adım attı. “Evli olarak bu eve beraber geldiğimiz ilk anımız bu karıcım. Adet yerini bulsun.”

“Biraz geç olmadı mı kocacım bunun için?” dedim kıkırdayarak.

“Geç de olsa erken de olsa geçmişte yapmadığımız ne varsa şimdiden sonra yapacağız. İçinde ukde kalan bir şey kalsın istemiyorum.'' dedi, düşündüm. İçimde ukde kalan onlarca şey vardı. Telafisi olmayacak şeyler yaşamış, büyük kayıplar vermiştik. Hepsinin yeri ayrıydı ama Deniz'i de beni de en çok bebeğimizin kaybı yaralamıştı. Bunu bana uzun uzun anlatmasına gerek yoktu, gözlerinden ve bebeğimizden bahsederken titreyen sesinden anlayabiliyordum. Yıllar geçecekti, her şey bitecekti, zor ya da kolay yaralarımızı saracaktık ama bebeğimiz onun kalbinde de benim kalbimde de kapanmayan bir yara olarak kalacaktı. ''Yeni hayatımıza hazır mısın sevgilim?'' dedi, yüzüme yaklaşıp boynumu öptü.

''Seninle her şeye hazırım sevgilim.'

Bölüm : 20.02.2025 20:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 64. Bölüm - Yeniden Doğuş
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...