68. Bölüm

65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe

Kubra Akyol
_kubraakyol

Eve geldikten sonra Deniz beni odamıza kadar kucağında taşımıştı. Aslında evimizi gezmek ve özlemimi gidermek istiyordum ama tüm gece uyumadığı için Deniz'in çok uykusu vardı ve uyumak istiyordu. "İşte geldik." dedi saçlarımın arasına mırıldanarak. Yavaşça yatağa ilerledi ve beni dikkatlice yatırdı. Odamızı inceledim. Her şey gerçekten de bıraktığım gibiydi.

"Odamızı çok özlemiştim." dedim.

Deniz gülümsedi. "Odamız da seni özledi." dedi. Yanıma uzandı, başını göğsüme yasladı, kollarını bana sıkıca sardı. "Hadi bana güzel bir şeyler söyle de uyuyabileyim." dedi. O kadar yorgundu ki cümlelerini ancak mırıldanarak söyleyebiliyordu.

Huzurlu bir nefes aldım. "Seni çok seviyorum. Sevdiğini söylercesine yüzüme bakan gözlerini, bana kendimi hep en güzel hissettiren sözlerini, hiçbir şey yapmasan bile kalbime verdiğin huzuru seviyorum. Yan yanayken başka kimseye ihtiyaç duymayan halimizi, bana özgürlük veren birlikteliğimizi seviyorum." dedim, ellerimi saçlarının arasına daldırdım ve başının üzerine kocaman bir öpücük bıraktım. Deniz gözlerini kapattı, sadece beş dakika sonra da uykuya daldı.

Onu uyandırmamaya dikkat ederek yataktan yavaşça kalktım, odadan çıktım. Birkaç kapı uzağımızdaki çalışma odasına girdim. Ellerimizin izlerinin olduğu duvarın yanına gittim ve burada olduğumu kendime kanıtlamaya çalışırcasına o izlere dokundum. Ağlamak istemiyordum çünkü mutluydum, çok mutluydum.

Ellerimizin izleriyle yeteri kadar vakit geçirdikten sonra tuvallerimin olduğu kısma ilerledim. Fırçalarım, boyalarım, kalemlerim beni bekliyormuş gibi öylece duruyordu. Hepsine tek tek dokundum. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Resim yapmak için sabırsızlanıyordum.

Deniz'in çalışma masasına ilerledim. Masa çok dağınıktı. Dosyaları üst üste koydum. Masaya düşen çerçeveyi kaldırdım. Deniz bizim ilk fotoğrafımızı çıkartmış, sarı renkli bir çerçeveye koymuştu. Gülümsedim, çerçeveyi masanın başköşesine koydum. Tıpkı çerçeve gibi masaya düşen takvimi kaldırdım. 2019'a yani iki yıl öncesine ait bir takvimdi. Deniz benim gittiğim günü halka içine almıştı. 14 Aralık 2019.

Kalemleri topladım, çekmeceye koydum. Çekmecede not defterine benzeyen küçük bir defter vardı. Merakla aldım ve kapağını açtım. Daha ilk sayfadan ağlayacağımı anlamıştım çünkü Deniz yokluğumda hissettiği şeyleri bir deftere yazmıştı. Kimseye anlatamadığı şeyleri sayfalara anlatmıştı. Her güne ait bir not olmasa bile her notun altında bir tarih vardı. Özel günlerimize ait hiçbir şey yoktu, mesela doğum günlerimizle ilgili ya da yeni yılla ilgili hiçbir şey yazmamıştı. O günlerde yaşadığı acıyı tarif edecek kelime ya da cümle bulamadığı için bir şey yazamadığını tahmin edebiliyordum. Defteri okudukça görüşüm bulanıklaşıyordu.

Bu hırkayı son giydiğimde yanımda uyuyordu.
1 Şubat, saat 22.39

Neyi dert edersem edeyim ona sarılınca geçecek.
20 Şubat, saat 16.47

Rüyamda ona dokunduğumu görüp sabahın beşinde ağlayarak uyandığım, tek başıma uzun bir yürüyüş yaparken bir sokak yürüyecek kısa mesafede bile onunla yürüdüğümü hayal ettiğim bir hayat.
16 Mart, saat 05.16

Bana "Neden gitti?" diye sorduklarında o üç kelimeye uzun uzun baktığımı hatırlıyorum sadece. Boğazıma takıldı o üç kelime.
27 Nisan, saat 18.29

Ben hiçbir şeyi o beni sevsin diye yapmadım, onu seviyorum diye yaptım. Sonra da onu, beni sevmediği için suçladım. Hangi özür beni ona affettirir şimdi?
9 Mayıs, saat 02.21

Bütün her şey göz göze geldiğimiz ilk an için, o an için ayaktayım.
24 Ağustos, saat 12.06

Bir şey var, adını koyamadığım. Kırılmaktan öte, parçalanmak gibi. Toplamaya çalıştıkça dağılıyorum. Bir şey var, halledemiyorum.;
14 Eylül, saat 17.33

Sevmişim sevilmişim fark etmez, ben yolun yarısında terk edilmişim bundan daha önemlisi olmayacak.
2 Kasım, saat 01.54

Hayatı beraber yaşamıyoruz. Senle benim başımıza bundan daha kötü bir şey gelebileceğini hiç sanmıyorum.
21 Aralık, saat 19.56

Ben her gece senin yanında uyuyorum da senin haberin olmuyor.
5 Ocak, saat 03.21

Neden benim hala durduğum ve kendimi bağlı hissettiğim bir yer gibisin?
8 Şubat, saat 15.08

Ben bu hayatı senin yüzüne bakıp "Bak her şeyi sensiz de oldurdum." diyebileceğim günlere getiremedim.
19 Şubat, saat 17.48

İçim ölüyor bilmiyorsun. Koynunda ağlayamıyorum. Keşke düşsem dizim kanasa. Onu bahane edip hüngür hüngür ağlardım.
3 Mart, saat 20.08

İmkânım olsaydı eğer birbirimize sarıldığımızda birbirimizi hissettiğimiz bir güne dönebilmeyi isterdim. Yan yana olduğumuzda güzeldi her şey. Şimdi sadece yabancıyız.
28 Mart, saat 21.56

Kaç gün, kaç ay oldu hatırlamıyorum. Gün gelecek kaç yıl olduğunu bile unutacağım ama bu saatte uyandırıp bana iç çektiren hasretini hiçbir zaman unutmayacağım.
4 Nisan, saat 03.17

Ne kadar kaçmak ve uzaklaşmak istesem de tek bir adım bile atamıyorum. Dön ve dizlerine yatayım. Geçsin artık.
13 Nisan, saat 22.34

Seni özlediğim için kalbim sıkışıyor. Olur olmadık zamanlarda gözlerim doluyor. Senin için can çekişiyorum.
10 Mayıs, saat 11.16

Aralık bıraktığım bu kapı bir ışığınla sonsuzluğa açılır. Ne olur çıkıp gelsen.
23 Mayıs, saat 22.35

Seninle yan yana yürüyemeyeceksem bu şehrin kaldırımları neden var?
6 Haziran, saat 04.53

Şu göğüs kafesimde çırpınanları anlatamıyorum. Gel artık ne olur.
19 Haziran, saat 17.26

Ben elim yüzünde uyanmalıydım. Bu sabah sayılmaz.
7 Temmuz, saat 06.53

Güçsüz görünmek sahiden bir gram umurumda değil artık. Sana ihtiyacım var.
22 Temmuz, saat 21.50

Seni son kez görmenin hayaliyle yaşıyorum.
24 Ağustos, saat 16.20

Seni tam öpecekken uykumdan uyandım.
29 Ağustos, saat 02.02

Benim içimde bir tohum vardı. Ada buldu onu, kazıdı kazıdı çıkardı, filizlendirdi. Tam çiçeğe dönüyordum bir şey girdi araya. Umudumla arama girdiler.
9 Eylül, saat 15.19

Seni tanıdığımda ilk defa ben de "Yarına uyanmak için sebebimi buldum." dedim.
30 Eylül, saat 20.09

Benim hiçbir şeye gücüm yoktu. Sen nasıl güzeldin ve sana ait her şey nasıl öyle güzeldi ki ilk defa ben de bir yere ait olmak istedim.
10 Ekim, saat 11.18

Kimlere gülüyor hiç bilmiyorum.
25 Ekim, saat 12.41

Yanında kim var hiç bilmiyorum.
4 Kasım, saat 23.53

Üzerine ne örtülü hiç bilmiyorum.
19 Kasım, saat 01.17

Acaba bugün yoruldu mu hiç bilmiyorum.
11 Aralık, saat 14.34

Hiç çaba sarf etmeden sesini duyabilenler ne şanslı.
17 Aralık, saat 18.24

Sen neredesin bilmiyorum ve olduğun yer ne kadar şanslı olduğunu bilmiyor.
19 Ocak, saat 09.35

Sanki sana anlatacak bir şeylerim olsun diye yaşıyorum. Oysa yaşadığından bile haberim yok.
31 Ocak, saat 22.54

Nefes alamıyorum Ada. Uyku uyuyamıyorum. Neredesin?
11 Şubat, saat 04.20

Ah, gece gözlü sevgilim. Neredesin?
28 Şubat, saat 23.58

Gözyaşlarım Deniz'in acılarını anlattığı deftere birer birer düşerken yanaklarımı sildim, defteri kapattım ve çekmeceye geri koyarak odamıza döndüm. Deniz hala uyuyordu. Hissetmiyor olsa bile yanağını öptüm, üzerini örttüm ve odadan çıkıp bütün evi baştan sona gezdim. Kış bahçesindeki spor aletleri duruyordu. Evin her köşesinde bir anımız vardı. Gülümsemeden edemiyordum. Ait olduğum yerde olmamın getirdiği mutluluk tüm hücrelerimden taşıyordu.

Salona dönerken zil çalmıştı, kimin geldiğini bilmiyordum ama çocuklar bahçeden içeri aldıklarına göre tanıdığımız biriydi. Beklemeden açtım. Yüzüme kocaman bir gülümseme yayılmıştı. Savaş, Güneş, Uygar, Miray, Selay, Can, Melis ve Eren gelmişti. "Ada." dedi hepsi bir ağızdan. Ben onları davet etmeye zaman bulamamışken hepsi çoktan içeri girmişti bile.

"Bizden öyle kolay kurtulamazsın." dedi Melis. "Her an dibindeyiz artık." Bana ilk sarılan o olmuştu.

"Hoş geldiniz." dedim büyük bir sevinç çığlıyla. Sanki dün sarılmamışım gibi herkese tek tek, sıkı sıkı ve hiç bırakmayacak gibi sarıldım. Kimse beni bırakmak istemiyordu.

"Güzelim." dedi Selay bana sarılırken. "Seni öyle özledim ki. Çok özledim."

"Ben de." dedim, mutluluktan ağlıyordum. "Selay ben çok üzgünüm. Yapamadığın düğünün için, benim yüzümden sadece nikâh kıyarak evlendiğin için çok, çok üzgünüm."

"Amaç eğlenmek değil mi? Biz yine yaparız düğünümüzü Ada. Bak artık hep beraberiz." dedi, sarılmamızı sonlandırdı.

"Abim nerede?" dedi Eren. Ellerinde poşetler vardı. Gözlerimi gezdirdim, Uygar'ın da bir eli doluydu. Savaş'ın ve Can'ın elinde de otelden aldıkları valizlerim vardı.

"Uyuyor." dedim. "Bu elinizdeki poşetler ne?"

"Kahvaltılık bir şeyler aldık." dedi Miray. "Kutlamamız gereken çok şey var. Kutlama kahvaltısı yapacağız."

Uygar boşta olan kolunu Miray'ın boynuna sardı ve yanağına büyük bir öpücük bırakıp bakışlarını bana çevirdi. "Buzdolabınız boş Adacım." dedi gözlerini devirerek. "Aç kalmak istemedik."

"Tamam, şimdi beyler salona geçsin ve dinlensin." dedi Selay. "Biz kızlar da kahvaltı hazırlayalım."

"Mutfağa bırakalım önce şunları." dedi Eren mutfağa doğru yürürken. Uygar da peşinden gidiyordu.

"Biz de Can'la valizlerini çıkaralım yukarıya." dedi Savaş. Can'la birlikte merdivenlere doğru ilerledi.

"Ada, sen de çık yukarıya dinlen. Hadi güzelim. Biz halledeceğiz kahvaltıyı." dedi Selay.

"Evet abla dinlen sen." dedi Güneş.

"Tüm gece uyudum zaten, dinlendim. Ben de sizle mutfağa geleceğim." dedim. İtiraz edecek gibi olduklarında da konuşmaya devam ettim. "Söz hiçbir şeye dokunmayacağım. Sadece eğlenceli vakit geçirmeniz için size şarkı açacağım." dedim. Neyse ki ikna olmuşlardı.

Can Savaş'la birlikte çoktan yukarıya çıkmıştı. Ben de Güneş, Selay, Miray ve Melis'le birlikte mutfağa doğru ilerledim.

"Neler almışız biz böyle ya?" dedi Miray iştahla. "Çok acıktım gerçekten."

"Ben de çok acıktım, midem kazınıyor." dedi Melis. "Dünden beri hiçbir şey yemedim."

"Valla ben de seninle birlikte ne yediysem o." dedi Güneş.

"Tamam şimdi el birliğiyle güzel bir kahvaltı hazırlayacağız. Sabredin biraz." dedi Selay mutfak dolaplarını karıştırırken. "Nerede bu çaydanlık Allah aşkına?" diye söylendi.

"Uygar abi, Eren." dedi Melis. "Ayakaltında dolaşmayın, hadi salona. Yürüyün hadi, hadi."

Yuvarlak mutfak masasının etrafındaki sandalyelerden birine oturdum. Telefonumu çıkarttım ve neşeli bir playlist açtım.

Uygar Miray'a tatlı bir öpücük gönderdi, Eren'le birlikte mutfaktan çıktı. Selay hala çaydanlık arıyordu.

"Dolaba bak, bomboş." dedi Melis. "Bu adam bu evde ne yedi, ne içti acaba?" Bir şey yiyebildiğini ya da içebildiğini düşünmüyordum. Defter sayfalarına Nefes alamıyorum. diye yazan sevgilimden doğru düzgün bir şeyler yiyip içmesini bekleyemezdim.

"Krep de yapsanıza, Uygar çok seviyor." dedi Miray, kesme tahtasına koyduğu salatalıkları doğruyordu.

"Tamam, o iş bende." dedi Güneş.

"Patatesleri de ben kızartıyorum o zaman." dedi Melis.

"Delireceğim, çaydanlık nerede?" dedi Selay.

Herkes yaptığı işi bıraktı ve Selay'a dönüp kahkaha atmaya başladı. Günlerdir, aylardır ilk kez böyle içten kahkaha attıklarını biliyordum. Onları böyle bir acıya mahkûm ettiğim için çok acı çekiyordum ama nihayetinde beraberdik.

Kısa gülüşmemizden sonra Melis Selay'ın hiç bakmadığı bir dolabı açtı ve çay makinesini çıkarttı. "Kim bilir nereye kaldırdı çaydanlığı. Çay makinesiyle demleyelim çayı."

"Ay Allah razı olsun ya." dedi Selay ve makineyi alıp hazneye su doldurdu. "Neyse Ada döndüğüne göre gerçek bir yuvaya döner bu ev de yakında."

"Herkes krep istiyor mu?" diye sordu Güneş.

Herkes Güneş'i Evet'lerken telefonumdan yayılan müzik kapandı ve telefonum çalmaya başladı. İpek görüntülü arıyordu. "İpek." dedim aramayı heyecanla yanıtladığımda. Mavi de kucağındaydı ve onu zapt etmeye çalışıyordu. Mavi ise kendi dilince sesler çıkarıyordu.

"Aa Ada." dedi İpek şaşkın bir ifadeyle. "Eski haline dönmüşsün."

"Evet." dedim gülümserken. "Mavi tanımadı beni baksana."

İpek ekrandaki beni Mavi'ye gösteriyordu. "Mavicim bak, Ada o."

Mavi'ye kocaman gülümsedim ve el salladım. "Mavi, aşkım benim. Ada'yım ben." Mavi beni hala tanımamıştı. Odağımı değiştirip İpek'e döndüm. "Nasılsın İpek?"

"İyiyim. Ya biliyorum başın kalabalık, bin bela var peşinizde ama Mavi seni sayıklayıp duruyor uyandığından beri. Aradım ben de kusura bakma."

"Ne kusuru İpek? İyi ki aradın. Çok özledim sizleri de Mavi'yi de." dedim ve tekrardan Mavi'ye baktım. "Mavi, güzelim."

"Addee, Adde." dedi Mavi, sanki bana dokunabilecekmiş gibi bir elini kameraya uzattı. Sanırım sesimden dolayı beni tanımaya başlamıştı.

"Mavi, buradayım ben." dedim. Avucumun içini öptüm ve Mavi'ye doğru üfledim. "Güzelim benim. Aşkım. Yerim seni ben." dedim. Mavi neşeyle kıkırdadı. "Evet, evet kuzum yerim seni ben. Yanaklarını da yerim, ellerini de yerim. Sen özledin mi beni? Ben de özledim, çok özledim."

"Addeeğ." diye bağırdı. Sonunda görüntüm yabancı olsa da beni tanıyabilmişti. "Geyyy Adde."

"Sabahtan beri Ada gel. diyor." dedi İpek. "Tutturdu resmen."

"Kıyamam ben ona." dedim. İçimde bir yerlerde bir şeyler acımıştı. "Sen her istediğinde beni arayabilirsin İpek. Mavi ne zaman isterse de arayabilirsin."

İpek gülümseyerek başını salladı. "Sen nasılsın Ada? Medyadan öğrendik haberleri. Bir sürü şey olmuş."

"Bitti galiba İpek." dedim rahat bir nefes vererek. "Biz yine bir aradayız. Deniz ve ben."

"İnanamıyorum." diye bir çığlık attı İpek. "Ada nasıl sevindim anlatamam sana. Çok sevindim."

"Teşekkür ederim İpek. Her zaman yanımda oldun. Şimdi de mutluluğuma ortak oluyorsun."

"Lafı bile olmaz Ada. Sen iyi ol yeter." dedi sıcacık bir sevecenlikle.

Minnetle gülümsedim. "Annen nasıl oldu?" dedim.

"Yoğun bakımda." dedi İpek son derece mutsuz bir sesle. "Birkaç gün sonra tekrardan İstanbul'a geleceğiz."

"Tamam, tamam surat asmak yok. İyi olacak annen." dedim umutlu bir sesle.

"Umarım Ada." dedi İpek.

"Gelince beni görmeden gitmeyin sakın. Mavi'yi görmüş olurum hem."

"Aksi mümkün değil zaten Adacım. Mutlaka seni de göreceğiz tabii ki." dedi. Mavi'ye öpücük attım.

İpek bana sıcacık bir gülümseme gönderdi. "Ben daha fazla rahatsızlık vermeyeyim. Herkese selam söyle."

"Yok canım ne rahatsızlığı?" dedim. "Dediğim gibi istediğin zaman ara. Ozan'a selam söyle olur mu?"

"Söylerim. Kendine iyi bak." dedi. Mavi'nin elini tuttu ve bana Bye Bye yaptırdı.

"Sen de kendine iyi bak." dedim. İkisine de öpücük gönderdim ve aramayı sonlandırdım. Yarım kalan şarkıyı tekrardan açtım. Güneş krepleri pişiriyordu. Melis patatesleri kızartmaya başlamıştı. Miray salatalıkları doğramış, domateslere geçmişti. Selay da reçelliklere reçel koyuyordu.

Hoparlöründen şarkı yükselen telefonumu masanın üzerine bıraktım ve mutfaktan ayrılıp yukarıya çıktım. Savaş ve Can valizlerimi odamızın kapısının önüne bırakmıştı. Gürültü yapmadan valizleri odaya soktum. Deniz hala uyuyordu. Giyinme odasına girdim. Kapıyı kapattım. Valizlerimi açtım. Eşyalarım hala gardıropta duruyordu. Deniz hiçbir şeye dokunmamıştı. Valizlerdeki eşyalarımı da gardıroba yerleştirdim. Deniz'in annesinin hediye ettiği geceliği buldum ve yakın zamanda kullanmak üzere çekmecenin en üstüne koydum. Valizleri kaldırdım ve odaya döndüm. Yatağa yatıp Deniz'e sarıldım. Varlığımı hissedince kollarını bana sardı. Yataktaki hareketleri artınca uyandığını anladım ve başımı kaldırıp yüzüne baktım. Göz kapaklarını kırpıştıra kırpıştıra araladı ve gözlerini açar açmaz tekrar kapattı. "Rüya mı görüyorum?" dedi uykulu bir sesle. "Evimizdesin, odamızdasın ve hatta yatağımızdasın."

"I-ıh rüya değil. Gerçek." dedim, burnunu burnumla sevdim. Gözlerini tekrar açtı ve yüzümü uzun uzun inceledi. Elimi yüzüne koydum, gülümsüyordu. "Herkes aşağıda." dedim burnumu kırıştırarak. "Bize kahvaltı hazırlıyorlar."

Kaşlarını çattı. "Herkes? Kim herkes?"

"Benim kardeşlerim, senin kardeşlerin, Selay, Can, Uygar ve Miray." dedim. "İstersen sen inme, uyu. Sadece üç saat uyuyabildin."

"İyiyim sevgilim, aldım uykumu." dedi. "Duş alır inerim."

Burnumu boynuna dayadım, deniz kokusunu içime çektim. "Dünyanın en güzel kokusu."

"Yok." dedi itiraz ederek. "Ama sevgilim bu konuda anlaşamayacağız biz. Dünyanın en güzel kokusu." dedi, burnunu saçlarımın arasına daldırdı. "Senin kokun."

"Anlaşamayacağımız tek konu bu olsun aşkım." dedim. Çenesini öptüm ve yatakta doğrulmaya çalıştım. Kollarıyla beni sıkıca sardı ve kalkmama izin vermeyerek beni geri yatırdı.

"Doyamadım daha, gitme." dedi, sakalları boynumu gıdıklıyordu. Kahkaha atmaya başladım ve susabilmek adına yüzümü uzaklaştırmaya çalıştım.

"Herkes aşağıda." dedim gülücüklerimin arasından. "Sesimi duyacaklar."

"Duysunlar." dedi, inadına boynumu gıdıklıyordu. "Bu evde senin kahkahaların yankılanmayacak da kimin kahkahaları yankılanacak?"

"Ama sevgilim." dedim.

"Tamam tamam. Ama yazdım bunu. Yalnız kaldığımız zaman acısını çıkartacağım."

Boynuma sayamadığım kadar öpücük bıraktı ve sonunda kalkmama izin vererek yattığı yerden beni izledi.

Gülümsedim ve yataktan kalkıp kapıya yürüdüm. "Kahvaltı birazdan hazır olur. Çok bekletme sevgilim." dedim, ona öpücük gönderdim ve kapıyı kapatıp aşağı indim.

"Uyandı mı Deniz?" dedi Uygar. Salona mutfaktan aldığı kahvaltılıkları taşıyordu. Elinde tuttuğu tepsideki tabaktan bir salatalık aldım ve ağzıma attım.

"Uyandı. Duş alıp gelecek."

"Çabuk gelseydi ya ben gerçekten çok fena acıktım." dedi Melis. Çay bardaklarını masaya koyuyordu.

"Evet, ekmekler de hazır." diye içeriye girdi Güneş. İçinde bir sürü kızarmış ekmek olan bir tepsi taşıyordu. Hemen ardından Selay girdi. Onun da eli boş değildi. Büyük bir peynir tabağı ve reçellerle dolu bir tepsi getiriyordu. Masa yavaş yavaş dolmaya başlamıştı ve gördüğüm manzara beni de acıktırmıştı.

"Hadi Ada, sen otur bakalım şöyle." dedi Selay, başköşenin hemen yanındaki sandalyeye beni oturturken.

"Bari bir şeyleri taşımama izin verseydiniz." dedim.

Selay eğilip yanağımı öptü. "Bugünlük her şey bizden. Ama bir sonraki sefere her şeyi sen hazırlayıp bizi evinde ağırlayacaksın. Hiç dert etme bu yüzden."

Uygar televizyonu açmıştı. Bütün kanallarda sadece biz vardık. Geri dönüşüm, Cemre'nin intiharı, Özgür'ün ölümü ve Melih'in her yerde aranması. "Yolun sonuna geldiğimize inanamıyorum." dedi Uygar ve kendini hemen arkasındaki koltuğa bıraktı. Ne zaman geldiğini fark etmediğim Miray da hemen yanına oturdu ve başını Uygar'ın omzuna yasladı. Onları görmediğim zaman boyunca nasıl bir ilişkileri olduğunu çok merak ediyordum. Dolu dolu ve eğlenerek geçirmedikleri aşikârdı. Ben herkesin hayatından çalmıştım.

"Dayımlar, dedemler nerede?" dedim Güneş'e. Çatalları ve bardakları servis ediyordu.

"Herkes otelde abla. Akşam herkes dönecek. Hiçbiri istemiyor dönmeyi çünkü kimse doya doya vakit geçiremedi seninle. Hepsi yanında olmak istiyor." Başımı yavaşça salladım. Herkes masadaki yerini aldığında Deniz de hızlı adımlarla yanımıza doğru geliyordu. Yerimden kalkıp ona doğru yürüdüm ve sanki dakikalar önce yanında değilmişim gibi ona sıkıca sarıldım.

"Günaydın abi." dedi Eren.

"Günaydın." dedi Deniz herkes üzerinde bakışlarını gezdirirken. "Hoş geldiniz."

Herkes hep bir ağızdan ona Hoş bulduk. derken yan yana masaya doğru ilerledik. Uygar daha fazla tadımızın kaçmaması için televizyonu kapattı. Deniz yerine oturdu. Ben de hemen yanına geçtim.

"Şu günün güzelliğine bakar mısınız? Herkes burada, olması gerektiği gibi." dedi Uygar.

"Allah ayırmasın bir daha." dedi Selay bana. "Şu günü yaşamanın hayalini o kadar kurduk ki hepimiz. Şükür bitti her şey."

"Rüya gibi." dedi Melis. "O kadar huzurluyum ki anlatacak tek kelime bulamıyorum."

"Erken sevinmesek mi?" dedi Miray. "Melih bulunmadı hala."

"Bulunacak bulunacak." dedi Uygar. "O kolay olan. Hatta bak birkaç güne arar Serhat abi bulundu Melih diye."

"Ağzından bal damlıyor Uygar abi." dedi Eren.

Uygar Eren'in sırtına hafifçe vurdu. Deniz'e dönüp elinin üzerine elimi koydum. "Ülkü abla nerede?"

"Annemlerin evinde. Sen gittiğinden beri." dedi Deniz. "İstersen tekrardan gelsin."

"İsterim." dedim. "İsterim sevgilim."

"Söyleriz, gelir birkaç gün sonra." dedi, elimi elinden çektim ve tabağımı doldurmaya başladım.

"Her şey çok güzel görünüyor kızlar. Elinize sağlık." dedi Savaş.

"E hadi afiyet olsun o zaman." dedi Melis.

Herkes neşeyle tabağına bir şeyler doldururken ve o çok özledikleri huzuru doya doya yaşarken izlediğim tek şey Deniz'in gözleriydi. Yokluğumda ışığı sönen bakışları dönüşümle tekrar ışıl ışıl olmuştu. Ve bugünden sonra o ışığın sönmesine izin vermeyecektim.

***

Kahvaltıdan sonra çocuklar Deniz'i ve beni at çiftliğine göndermişlerdi. Herkesi özlediğim gibi İnci ve Kömür'ü de çok özlemiştim. Yıldırım abiyle yaptığım kısa bir kucaklaşmadan sonra Deniz'le atların yanına girdik. "Çok seviyorum ama hala çok korkuyorum." dedim. Deniz Kömür'ün yüzünü seviyordu.

"Korkularını yenmeye başlamak istiyor musun?" dedi boynumu öptükten hemen sonra.

"Evet." dedim, elimi Kömür'ün ağzına dayadım ve elimdeki yulafları yemesini sağladım.

"Tamam. O zaman şöyle yapıyoruz." dedi. Elimdeki yulafları aldı. Yanımdaki kovaya attı. Kömür'ün kapısını açtı. Yularını tuttu ve onu olduğu yerden çıkarttı.

"Deniz?" dedim soran gözlerle. "Ne yapacağız?"

"Bekle sevgilim." dedi. Bir eliyle Kömür'ü yürütüyor, bir eliyle de benim elimi tutuyordu. Birkaç adım sonra dışarıdaydık. Deniz saniyeler içinde üzengiye bastı, kendini Kömür'ün üstüne attı. Elini uzattığında ona şaşkınlıkla baktım.

"Deniz ben yapamam. Yapamam aşkım ben. Korkarım." dedim. Deniz aşağı eğildi, elimi tuttu ve nasıl yaptığını akıl edemediğim bir şekilde beni hızla yanına çekti. Ufak bir çığlık attım.

"Korkma benim canımın içi." dedi. O bacaklarını atın iki yanına sarkıtmıştı. Ben ise onun önünde yan bir şekilde oturuyordum.

"Ama korkuyorum." dedim, kollarımı boynuna sardım, başımı göğsüne kapattım.

Sakinleştirmek için mi yoksa içinden geldiği için mi yapmıştı bilmiyordum ama saçlarımı öpmüştü. "Hadi oğlum." dedi, kayışları iki yandan tuttu, hafifçe salladı. Kömür ağır ağır yürümeye başladı.

"Aşkııııım." dedim küçük bir çığlıkla. "Aşkım yürüyor, yürüyor bu." Boynuna daha sıkı sarıldım.

Saçlarımın arasına sıcak bir nefes bıraktı ve gülmeye başladı. "Evet sevgilim. Yürümesi için komut verdim çünkü."

"Ama korkuyorum. Düşeceğiz." dedim, gözlerimi sımsıkı yumdum.

"Düşmeyeceğiz sevgilim." dedi. "Bak böyle yavaş yavaş yürüyecek. Hızlanmayacak ya da koşmayacak."

"Söz mü?" dedim. Gözlerimi açtım.

Deniz minicik bir kahkaha attı. "Benim korkusuz ve cesur karıma ne oldu ya?"

"Ben hala korkusuzum." dedim ama hala korkudan titriyordum. "Bunun cesaretle alakası yok ki. Bir hayvanın üzerindeyiz. Kendimizi ona teslim ediyoruz farkında mısın? Şuradan düşsek." dedim aşağı bakarak. "Ya düşersek Deniz?"

"Söz veriyorum sevgilim, söz veriyorum düşmeyeceğiz." dedi. Düşmemiştik.

Koruda on beş dakika dolaşmıştık. Artık inmemiz gerekiyordu çünkü atlar bir kişiyi bile zar zor taşırken biz iki kişiydik ve Kömür'e daha fazla yük olmak istememiştik. Önce Deniz inmişti, ellerini uzattı ve çocukmuşum gibi kollarımın altından tutup beni de indirdi.

"Sevdin mi?" dedi saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken.

"Sevdim." dedim. "O kadar da korkutucu değilmiş."

Deniz eğilip yanağımı öptü, o sırada çiftlikte çalışan biri gelip Kömür'ü yularından tuttu ve yerine götürdü. Deniz'in telefonu çalıyordu. "Efendim Uygar... Geleceğiz birazdan... Dursaydınız biraz daha... Siz bilirsiniz... Haberleşiriz o zaman, görüşürüz." dedi ve telefonu kapattı. Soran gözlerle baktım. "Gidiyormuş herkes, onu söylemek için aramış."

"Çok az durdular, biraz daha kalsalardı." dedim. En azından Güneş'i biraz daha görsem hiç fena olmazdı.

"Bizi yalnız bırakmak istiyorlar sanırım." Kocaman gülümsüyordu. "Sen beni eve atacaktın?" dedi kaşlarını havaya kaldırıp.

"Hmmm uygun anı bekliyordum." dedim, uzanıp yanağını öptüm, elini tutup onu eve doğru yürüttüm. "Hadi gel."

"Hemen mi?" dedi şaşkın bir sesle. Saçıma bir şey damlamıştı. Başımı göğe kaldırdım, yüzüme bir sürü yağmur damlası düşmüştü. "Yağmur. Deniz yağmur yağıyor." dedim kahkaha atarak. "Dans. Dans edebiliriz."

Deniz neşeyle güldü ve beni kısacık bir süre içinde kucaklayıp kendi etrafında döne döne ilerlemeye başladı. Hayatım boyunca hiç kapılmadığım bir kahkahaya boğulmuştum. Çünkü artık kaygısızdım, mutluydum, içimde en ufak bir endişe ve korku yoktu. Aşık olduğum adamın yanındaydım. Bizi bundan sonra hiçbir şey ayıramayacaktı.

***

Evin önüne geldiğimizde Deniz beni dikkatlice indirdi. Ellerini belime sardı, kollarımı boynuna doladım. Bir yandan kulağıma fısıldayarak şarkı söylüyor, bir yandan da sağa sola salınıyordu. Kısa sürede onun ritmine uyum sağladım. Birkaç saniye içinde de dans etmeye başlamıştık. Deniz Ay Tenli Kadın şarkısını söylüyordu.

Başımı tekrardan gökyüzüne çevirdim. Daha az önce az yağan yağmur benim başımı havaya kaldırmamla hızlanmıştı.

Deniz elimi havaya kaldırıp beni kendi etrafımda beş kez döndürdü, sonrasında çevik bir hareketle tekrardan beni kendisine çekti ve ellerini belime koyup bedenlerimizi tekrar birleştirdi.

Tekrardan gülmeye başladım çünkü sırılsıklam olmuştuk. Buna rağmen üşümüyordum çünkü hava soğuk değildi. Ya da Deniz'in varlığı beni ısıtmaya yetiyordu.

"Seninle her şey o kadar güzel ki." dedim. "İnsanlar mutlu hayaller kurar değil mi her zaman? Ama ben şu an hayal ettiğimden bile mutluyum. Sevgilim sana bu yeryüzüne düşen yağmur damlaları kadar aşığım."

Gülümsedi. "Yağmur damlası mı?"

"Evet, milyonlarca yağmur damlası düşüyor yere. Sana milyonlarca aşığım." dedim. Dudaklarıma kapandı. Soluksuz kalana kadar da beni öptü. Yağmurun altında, dünyada en çok sevdiğim kişinin yanındaydım. Beni hiçbir şey daha mutlu etmeyecekti.

"Artık girelim mi içeriye?" dedi. "Sırılsıklam olduk."

"Girelim sevgilim." Saçlarından yüzüne süzülen damlaları izledim. Elini tuttum ve eve doğru neredeyse koşarak ilerledim.

İçeriye girer girmez kapıyı kapattım. Ayakucumda yükselip kollarımı Deniz'in boynuna sardım ve onu büyük bir açlıkla öpmeye başladım. İçimde devasa bir doyumsuzluk hali vardı.

Öpücüklerimin arasına minik bir gülümseme bıraktı Deniz. Bunu beklemediğine emindim. Kollarını belime sardı, beni havaya kaldırdı, merdivenlere doğru yürüdü. Odamıza gidiyorduk. Onu öpmeyi bir saniye bile bırakmamıştım.

Odamıza girdik. Deniz'in bedeniyle aramda engel olan ıslak kazağını üzerinden çıkartıp bir kenara fırlattım. Dudaklarım hiç beklemeden yine yerine ulaşmıştı. Ellerim kemerine gitti. Onu da çıkartıp pantolonun düğmesini ve fermuarını açtım. Ellerimle aşağı doğru çekiştirdiğim pantolon nihayet yere düşmüştü. Deniz'i hafifçe yatağa ittim. Elimden tutup beni yatağa çekecekti ki buna engel oldum. "Bekle biraz." dedim. Giyinme odasına girdim, soyundum ve Deniz'in annesinin hediye ettiği siyah geceliği giydim. Aynaya baktım. Beklediğimden daha kısaydı. Islak saçlarımı önüme aldım ve koşar adımlarla odaya döndüm. Deniz bıraktığım gibi yatıyordu. Beni görünce doğruldu, baştan aşağı gezdi bakışları. O yutkunurken yanına ilerledim. Tekrar onu yatağa ittim ve üzerine uzandım.

"Nasıl?" dedi çaresiz bir sesle. "Nasıl bu kadar çekici olabilirsin?"

Alt dudağımı aşağı doğru sarkıttım. "Bilmem." dedim bir omzumu kısarak. Islak saçlarım yüzüne düşmüştü. Bir eliyle saçlarımı arkamda topladı, bir elini enseme koydu ve yüzümü yüzüne yaklaştırıp yarım kalan öpüşmemize devam etti. Kısacık bir süre sonra saçlarımdaki elini çekti, geceliğin etek kısmını sıyırdı ve elini belimde gezdirmeye başladı. Her dokunuşuyla mest oluyordum. Her öpücüğü, yeri ayaklarımın altından çekecek kadar güçlüydü. Bu güce hayrandım.

Dudaklarımı dudaklarından ayırdım ve boynuna yöneldim. Elini belimden çekti, bacağıma doğru usul usul yol aldı. Bazen kuş tüyü kadar hafif dokunuyor, bazense hafif bir baskıyla bacağımı sıkıyordu. İçimde büyük bir karıncalanma hali vardı. Bir sürü duygu birbirine girmişti. Ruhlarımız sıkıştığı o zindandan sonunda kurtulmuştu. Biz artık her anlamda hür ve mutluyduk. Bunu iliklerime kadar her detayıyla yaşamak istiyordum. Yarım, buruk ve hüzünlü mutluluklar artık geride kalmıştı.

Bir yandan büyük kahkahalar atmak bir yandan da mutluluktan ağlamak istiyordum. Bugünlere gelmek için ödediğimiz bedeller içimi çok yakıyordu ama biz artık yolun bundan sonrasına bakacaktık. Ve yolun bundan sonrası bizim için sadece mutluluktan ibaretti.

Gülümsedim, Deniz'in boğazından o kendine has olan erkeksi inilti yükseldi. Hemen ardından takip edemediğim bir hızda beni üstünden yanına attı ve sonrasında doğrultup geceliği üzerimden çıkarttı. Bunları yaparken hiç beklemiyordu. Eylemleri arasında bir saniye bile yoktu. Dudakları boynumu bulduğunda sırtım da yatakla buluşmuştu. Bir elim saçları arasında, bir elim de sırtında geziyordu. Deniz'in de bir eli saçlarımda, bir eli de bacağımda geziyordu. Birbirimizi tanıdığımızı saklamadan, tamamen kendimiz olarak sevişiyorduk. Bu duygu bile başımı döndürüyordu.

Sesli ve derin bir nefes verdim. Nefesim Deniz'in omzuna dökülmüştü. Yüzünü boynumdan uzaklaştırdı, tekrardan dudaklarıma yol aldı. "Çok büyüleyici." dedi bakışları yüzümde gezerken. "Tenin beni büyülüyor. Hiçbir şey seni öpmek kadar güzel değil." dedi, gözlerimi kapattım.

Ve toprak suya tekrar kavuştu.

***

"Seni seviyorum." dedim. Başımı göğsüne yaslamış, kolunda ve karnında hayali şekiller yapıyordum.

"Ben seni daha çok seviyorum." dedi. Saçlarımı öptü. İki kolu da etrafıma sarılıydı ve ben sanırım Deniz'in bana en çok bu şekilde sarılmasını seviyordum.

Gülümsedim ve başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Sarp'ı ziyarete gidelim mi?"

"İyi hissediyor musun?" dedi kaşlarını havaya kaldırıp. "Gerçekten iyiysen gideriz."

"İyiyim sevgilim." dedim. "İyi olmam için senin yanımda olman bana yetiyor."

Kısık bir sesle gülümsedi. "Hadi kalkalım o zaman. Ben de Eser'i görürüm."

Birkaç saniye düşündüm ve Deniz'in bedeninden uzaklaşıp dikkatlice yüzüne baktım. "Eser, babasını dedemin öldürdüğünü biliyor mu?"

"Biliyor." dedi umursamaz bir tavırla. "Sevmiyormuş ama babasını. Yani hiç ilgilendiği bir konu değil. Yıllar önce olmuş bitmiş, eski bir defteri açmam diyor."

"Ona güvenebilir miyiz gerçekten?"

"Güvenebiliriz." dedi. "Kerem öldükten sonra Eser sağ kolum gibi bir şey oldu. Evin üstünde kuş uçsa haber verdi bana ve seni her yerde benimle birlikte aradı. Savaş da bahsetmiştir sana zaten."

"Evet. Hatta Uygar bu durumdan rahatsızmış."

"Uygar beni paylaşamıyordu sevgilim. Yani Eser seni aramak için çok fazla vakit geçirdi benimle. Uygar da biraz kıskanıyordu sanırım."

Kıkırdadım. Hemen ardından yüzüm tekrar düştü. "Benim yüzümden herkes mutluluğunu yarım yamalak yaşadı. Selay ve Can düğün bile yapamamış. Miray ve Uygar da doya doya yaşayamamıştır mutluluklarını."

"Selay ve Can için sürpriz bir düğün yapalım mı?" dedi Deniz tedirgin bir sesle. Bizim düğün travmamız vardı. En yakın arkadaşım bile olsa bir düğünün içinde olup olamayacağımı ölçmeye çalışıyordu.

"Olur." dedim hiç düşünmeden. "Olur yapalım. Ne zaman yapalım? Nerede yapalım? Nasıl yapalım?" dedim. Bir yandan bunu çok istiyor, bir yandan da içim sızlıyordu. Düğünümü hatırlamak bile istemiyordum.

Deniz kocaman sırıttı. "Bu detayları düşünürüz sevgilim. Önce herkesle bir konuşalım. Ailesine anlatalım, bizimkilere anlatalım. Çaktırmadan nasıl yaparız onu öğrenelim."

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı yana eğdim. "Eh peki." dedim zoraki bir kabullenişle. Şimdiden çok heyecanlanmıştım çünkü Selay'ın düğünü için bir şeyler yapmak bana çok iyi gelecekti. "Sevgilim."

"Söyle güzel karım." dedi, bunu söylerken yanağıma beş tane öpücük kondurdu.

"Ben Türkiye'yi çok özledim."

"Ve?" dedi boynumu öptü.

"Balayına yurt dışına gitmesek? Yani mesela Muğla'ya gidebiliriz. Antalya'ya gidebiliriz. İzmir'e gidebiliriz. Bir sürü seçenek var. Eğer tabii sen de istersen. Bir süre ülke dışına çıkmasam ben. Canım ülkemde gidebileceğimiz bir sürü yer var. Aa bak Nevşehir'e gidelim. Ne dersin? Peri Bacaları harika olur. Evet, evet Peri Bacaları'na gidelim." dedim, heyecanla ve nefes almadan sıraladığım bu cümleler Deniz'in gülmesine sebep olmuştu.

"Hmmm." dedi düşünceli bir sesle. "Seninle olduktan sonra nerede olduğumun hiçbir önemi yok. Sen nereye istersen oraya gideriz."

"Tamam." dedim ve sanki kutlama yapıyormuşuz gibi ellerimi birbirine iki kez çarptım. "Ama önce Selay ve Can'ın düğününü halledelim. Ondan sonra gideriz."

"Önce mezun olmanı tercih ederim." dedi.

"İmkânsız." dedim. "Okuldan atılmışımdır herhalde."

"Atılmadın sevgilim." dedi. "Sen kaybolduktan sonra, yani biz senin kaybolduğunu zannederken ben okulunun dekanıyla görüştüm. Öğrenciliğinin yanmaması için kaydını dondurdum. Normal şartlarda böyle bir şeyin imkânı yok. Yani bir başkasının bir öğrencinin kaydını dondurtması falan. Ama sen kayıp olduğun için dekan kabul etti bu durumu. Ada döndüğünde okula devam edecek. dedim. Artık nasıl oldu bilmiyorum ikna oldu."

"Nasıl?" dedim heyecanla. "Ben okula devam mı edeceğim?"

"Evet sevgilim. Zaten sen vize sınavını geçmiştin. Final sınavın kalmıştı sadece. Onu da verirsen mezunsun."

Gözlerimi heyecanla kocaman açıp "İnanamıyorum." diye büyük bir çığlık attım. Deniz'in yüzünü iki elimle tutup yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. "Sevgilim bu inanılmaz bir haber."

"Evet sevgilim." dedi, gözleri o kadar parlıyordu ki tüm karanlığım aydınlanıyordu.

"Nasıl mutluyum anlatamam. O finali vermek için elimden gelen her şeyi yapacağım."

"Biliyorum aşkım." dedi. "Şirkette odan seni bekliyor."

Gülümsedim ve bu sefer dudaklarını öptüm. "Sana ne kadar teşekkür etsem az kalıyor."

"Yanımda olman bana vereceğin en güzel teşekkür sevgilim." dedi. Ardından aklına yeni bir şey gelen birinin ifadesiyle gözlerini açtı. "Uygar hep Miray'a evlenme teklifi etmek istedi. Ama sen yoksun diye etmedi. Senin dönüşünü bekledi hep."

Yüzümü önce astım, sonra hüznü bir kenara bırakıp gülümsedim. "Ben döndüğüme göre Uygar evlenme teklifi edebilir."

"Evet hayatım." dedi. "Planlar yapıyordur o şimdi."

"Her şeyin yolunda gidecek olması beni çok mutlu ediyor." dedim. Deniz yanındaki çekmeceye uzandı. İçinden bir şeyler çıkardı ve avuç içinde tuttuğu o şeyi zincirinden tutup aşağı doğru bıraktı. Mavi deniz kabuğu kolyem önümde hafif hafif sallanırken dolan gözlerimi sildim. Yüzüme büyük bir heyecan ve gülümseme yayılmıştı.

"Hadi arkana dön." dedi Deniz sıcacık bir sesle. Ona sırtımı döndüm ve saçlarımı kaldırdım. Deniz kolyeyi taktığında mavi deniz kabuğu aylar sonra sahibine ulaşmıştı. Elimi kolyeye götürdüm.

"O kadar canım yanmıştı ki bu kolyenin zincirini kopartırken. Sanki ruhumu bedenimden ayırıyordum."

"O günler geride kaldı sevgilim. Kötü şeyler düşünmeyelim artık." dedi gülümseyen bir sesle. "Hadi gitmeyelim mi artık Sarp'ı görmeye?"

Uzanıp Deniz'in yanağını öptüm. Kokusunu doya doya içime çektim. "Duş alıp hazırlanıyorum hemen."

Elini çeneme koydu. Başparmağı dudağımı severken işaret parmağı da çenemde geziyordu. "Beraber de alabilirdik." dedi yüzümü incelerken. "Duş yani." Duş almaktan değil sevişmekten bahsediyordu.

"Geç oldu, ziyaret saati geçmesin."

"Hastane bizim ya hani sevgilim." dedi çattığı kaşlarıyla. "İstediğimiz zaman gidebiliriz ziyarete?"

"Olsun vakitlice gidelim gelelim." dedim.

"Emin misin?" dedi hayal kırıklığıyla.

"Evet sevgilim." dedim ama aklımı çoktan çelmişti. Yine de geri adım atmak istemiyordum.

"E iyi sen bilirsin." dedi ve hoşnutsuz bir ifadeyle yataktan kalkıp dakikalar önce bacaklarına geçirdiği iç çamaşırını çıkardı. Banyoya doğru yürüdü. Yaptığım tek şey arkasından bakmaktı. Banyo kapısını açık bıraktığı için an be an ne yaptığını görüyordum. Önce duşa kabini sonra da suyu açtı. Yataktan kalktım. Deniz'in az önce üzerime geçirdiği geceliği çıkartıp yere fırlattım ve Deniz tam duşa kabinin kapısını kapatacakken elimle engel olup bir ayağını kabinin içine attım.

Deniz zafer edasıyla elimden tutup beni hızlıca yanına çekti, kapıyı kapattı. Sırtım hemen arkamdaki fayansa dayandığında Deniz beni çoktan öpmeye başlamıştı.

***

Giyindikten sonra Deniz'i beklemek için aşağı indim ve mutfağa girdim. Bir elimde doğum kontrol hapı tableti, bir elimde de henüz doldurduğum su bardağı vardı. İçimde dolup taşan ağlama isteğini bastıramıyordum. Uzun uzun ilacı inceledim ve sonunda tableti tezgâha fırlatıp suyu kafama diktim. Deniz usulca yanıma yaklaşıp arkamdan sarıldı ve boynumu öptü. Bu bende büyük bir ağlama hissi uyandırmıştı fakat ağlamayacaktım.

"İlaç mı içtin?" dedi içli bir nefes verirken.

"İçmedim." Başımı iki yana salladım. "İlaca ihtiyacım yok ki artık." Sesim acı dolu çıkmıştı. "Nasıl olsa." dedim ama devamını getiremedim.

"Ssh, tamam ağlamak yok. Ne konuştuk biz seninle?"

"Bu benim kolay atlatabileceğim bir şey değil."

"Biliyorum sevgilim." dedi. Ardından sesine anlam veremediğim bir neşe yayıldı. "Ama iyi tarafından bakmaya çalışalım."

"Bunun nasıl iyi bir tarafı olabilir ki?" dedim. Boğazıma dikenli teller batıyordu sanki.

"Korunmadan sevişeceğiz sevgilim." dedi gülerken. "Bu ilaçları kullanmana gerek kalmayacak. Ben de herhangi bir önlem almayacağım."

Deniz'in kollarından ayrılmadan ona doğru döndüm. Gülümsediği için ben de gülümsemek zorunda kalmıştım. "Sen delisin. Düşündüğün şeye bak."

Bir elini belimden çekip yüzümü sevdi. "Hiçbir şeyin bizi üzmesine izin vermeyeceğim. Bu yüzden her şeyin iyi tarafını görmeye çalışıyorum. Ne yapayım?" dedi omuz kısarak.

"Sen evrenin en mükemmel adamısın." dedim. Dudaklarını uzun uzun öptüm. Neden bir türlü ayrılamıyordum? "İstersen doktora gidebiliriz." dedim yüzümü uzaklaştırırken. "Çocuk için yani."

"Ben sana daha yeni kavuştum Ada. Döner dönmez seni böyle bir sürece sürükleyemem. Madem döndün hadi çocuk istiyorum der gibi seni doktora mı götüreceğim yani? Yok olmaz."

"Ama bir gün istersen-" dedim ama cümlemi yarıda kesti.

"Bir gün istersem doktora gideceğiz sevgilim." dedi. Cümlede eksik bir kelime vardı. "Söz." İşte şimdi tam olmuştu. Ona nasıl bakmıştım bilmiyordum ama bana sıcacık gülümsedi. Yanağımı öptü ve dudaklarını yanağımdan çekmeden, dünyanın en sıcak sesiyle "Seni seviyorum." dedi. "Hadi artık gidelim."

***

Bir saat sonra hastaneye vardığımızda saat akşam sekize geliyordu. Elimdeki bukete sarıldım ve arabadan indik. Deniz hızlı adımlarla yanıma ulaşıp elimi tuttu. "Sarp senin için çok önemli." dedi meraklı bakışlarını üzerimde gezdirirken. Onu başımla onayladım. "Yani ona çiçek alacak kadar değer veriyorsun."

"Sarp'ı kıskandığını söyleme bana sakın." dedim çattığım kaşlarımla.

"Hayır, kıskanmıyorum."

"Sorun ne o zaman?"

"Sorun yok sevgilim. Yani benim anladığım kadarıyla Savaş Sarp'ı sen Fransa'da yalnızsın diye görevlendirmiş. Ama şimdi her şey değişti. Yanımda ve güvendesin. Sarp'ın görevi bitmiş oluyor."

"Yani öyle de denilebilir." dedim. "Ama ne demek istediğini hala anlamadım. Sarp'ın görevi bitmiş olsa da Savaş'ın yanında çalışmaya devam edecek."

"Yok, etmesin." dedi net bir sesle.

"Deniz." dedim ve sıkıntılı bir nefes verdim. "Gerçekten anlamıyorum. Ne demek istiyorsun?"

"Savaş'ın yanında çalışmasın. Benim adamım olsun. Seni korumaya devam etsin. Madem ona bu kadar güveniyorsun. Senin için ondan daha iyi birini bulamam ben." dedi. Şaşkınlıkla başımı çevirdim ve beni izleyen gözlerine dikkatlice baktım.

"Sen ciddi misin?"

"Ciddiyim sevgilim. Çok alışmışsınız birbirinize. Senin huyunu suyunu biliyor. E sen de onu tanıyorsun. Gelsin benimle çalışsın."

"Deniz inanamıyorum." dedim sevinçle. "Ben çok mutlu olurum."

"İnanmalısın karıcım. Sarp kendini çok iyi yetiştirmiş. Zeki, çevik, akıllı, güçlü. O yanındayken gözüm arkada kalmaz."

Kocaman gülümsedim. "O zaman ben Savaş'la konuşur, Sarp'ın senin yanında devam edeceğini söylerim." dedim. "Ama kabul eder mi bilmiyorum."

"Senin yerini bana söylememesinin cezasını böyle çekecek Ada üzgünüm. Seni birazcık düşünüyorsa kabul eder Sarp'ı almamı."

Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi kaçırdım. Deniz Savaş'ı asla affetmeyecekti. "Sarp'a da bir sormak lazım. Belki o istemeyecek."

"İster ister. Orasını düşünme sen."

Dudağımı aşağı sarkıttım ve önünde bulunduğumuz kapıya hafifçe vurdum. "Girin." dedi bir ses. Sarp'ın sesiydi. Kapının kolunu indirdim ve içeriye doğru bir adım attım. Sarp vücuduna bağlanan bir sürü aletle birlikte yatakta yatıyordu. Onu tanıdığımdan bu yana ilk kez bu kadar solgun görüyordum.

"Ada." dedi sevinçle. Gözlerinin içi parlamıştı. "Hoş geldiniz."

"Hoş bulduk." dedim Deniz'le aynı anda. "Bu çiçekler senin için." Çiçek buketini hemen yanındaki çekmecenin üzerine bıraktım. "Yoğun bakımdan çıkmana çok sevindim. Kendini nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim, teşekkür ederim." dedi yorgun bir sesle. "Geldiğiniz için sağ olun."

"O nasıl söz Sarp? Tabii ki geleceğim. Sen benim arkadaşım oldun. Çok korktuk sen vurulunca."

"İyiyim iyiyim. Turp gibiyim maşallah. Siz nasılsınız?" dedi bakışlarını ikimiz üzerinde gezdirirken.

"İyiyiz." dedi Deniz kısaca. "Var mı bir ihtiyacın?"

"Yok, sağ olsunlar çok iyi bakıyorlar burada bana."

"Güzel sevindim." dedi Deniz. "Bizi gerçekten korkuttun."

"Geçti gitti. Önümüze bakalım artık. Sonunda kurtulduk şu Özgür belasından. Cehennemi boyladı nihayet."

"Sen şimdi böyle stresli şeyler düşünme." dedim. "Kim refakat ediyor sana?"

"Yiğit buradaydı az önce. Yemek yemeye indi. Gelir birazdan."

"Anladım. Savaş'a söylerim ben seni yalnız bıraktırmasın burada."

"Bıraktırmaz merak etme. Birkaç saat önce o da buradaydı. Sizin evden dönüyormuş. Kendi evine geçerken bana da uğramak istemiş. Güneş ve Melis de yanındaydı."

"Öyle mi? Bahsetmedi hiç." dedim.

"Bir sürü şey yaşadın Ada. Böyle detaylarla kafanı doldurmak istememiştir."

"Haklısın." dedim. "Biz sana daha fazla rahatsızlık vermeyelim o zaman."

"Estağfurullah Ada. Aksine çok sevindim."

Elimi dostça omzuna koydum. "Buradan çıktığında sana bir teklifimiz olacak Deniz'le."

"Ne teklifi?"

"Önce bir şu hastaneden çık da öyle konuşuruz."

"Çatlatırsın insanı meraktan Ada. Madem söylemeyeceksin bir teklifimiz var diye niye söylüyorsun?"

"O da benim gıcıklığım olsun." dedim ve küçük bir kahkaha atıp bir iki adım geri çekildim. "Bir şey olursa ara mutlaka."

Sarp minnetle başını salladı. Deniz ona eliyle selam verdi ve odadan çıktık. "Ben Eser'e de bir bakayım." dedi soran gözlerle. "Sen de gelmek istiyorsan eğer?"

"Olur." dedim. "Benim herhangi bir çekincem yok. Madem dedem Eser'le aramda bir problem değil, benim Eser'in yanına gelmemde de bir sakınca olmaz."

"Gel bakalım o zaman." dedi, beni koridor boyunca yürüttü. Bir kapının önünde durduk. Deniz kapıya hafifçe vurdu. "Girin." dedi Eser. Girmiştik.

Bizi görünce yatakta doğruldu ve sırtını başlığa verdi. Şaşkın olduğunu görebiliyordum. Detayını bilmediği bir sürü olay yaşanmıştı.

"Sizin burada ne işiniz var?" dedi şaşkın bir sesle. Kovuyor muydu bizi? Anlamıyordum. "Daha yeni kavuştunuz ve hastanelerde mi geziyorsunuz?"

Deniz hızlı adımlarla Eser'in yanına ilerleyip yumruk yaptığı elini omzuna vurdu. "Ziyaret için teşekkür edilir. Ne işiniz var burada denilmez. Her şeyi öğrendin, teşekkür etmeyi öğrenemedin."

Kısa adımlarla odanın içine ilerledim ve yatağa epey uzak olan tekli koltuğa oturdum. Eser kahkaha atarak güldü. "Ben anlamam öyle teşekkür etmekten. Eyvallah der geçerim." dedi. Uzun bir nefes aldı. "Sonunda bitmiş." dedi. "Öğrendim her şeyi haberlerden."

"Melih bulunamadı hala."

"Bulunur Deniz. Melih'i güçlü yapan şey Özgür'dü. Artık o da cehenneme tek biletle gittiğine göre ve sonsuza kadar dönmeyeceğine göre Melih kendini ele verir yakın zamanda."

"Umarım." dedi Deniz. "Neyse sen nasıl oldun?"

"İyiyim. Yarın taburcu olacağım."

"Birkaç gün evde dinlen istersen. Dönme hemen işe."

"Ben çalışmadan duramam oğlum." dedi Eser. "Gerçi Ada ortaya çıktı sağ salim. Bana hala ihtiyacın var mı bilmem."

"Evet Ada döndü ama ben yine de yanımda çalışmanı isterim Eser. Tabii sen de istersen."

Eser kısa bir süre düşündü. "Uygar bu durumdan hiç hoşlanmayacak, benden söylemesi." dedi kahkaha atarak.

"Hoşlanır hoşlanır. Ben hallederim o meseleyi. Ama dediğim gibi hemen dönme. Dinlen evinde birkaç gün."

"Çıks." dedi Eser. "Ev dediğin yerde tek başımayım ve yalnız kaldıkça duvarlar üstüme üstüme geliyor. Çalışmamak bana yaramıyor. Meşgul olmam lazım benim."

"Sevdiğine açılmamakta direnen sensin." dedi Deniz bir omzunu kısarak. "Kimse sana o evde yalnız yaşa demiyor. Bir zahmet al kızı karşına konuş."

"Benden geçti artık aşk meşk işleri." dedi Eser başını pencereye doğru çevirip. Sesindeki buruk tınıyı sadece ben hissetmiş olamazdım. Ondan geçmemişti. Sadece bizi geçiştirmek için söylüyordu. "Tek tabanca iyi böyle."

"Aynen aynen süper. O yüzden böyle derbedersin."

"Bak işine Deniz." dedi Eser gülerek. "Uğraşacak başka bir şeyin yok mu senin?"

"Vallahi bu aralar yok." dedi Deniz tıpkı onun gibi gülerek. "Seninle uğraşasım var. Nasıl yapsam bilemedim. Ben mi konuşsam Beyza'yla?" dedi. Yutkunmakta olduğum tükürüğüm boğazıma takıldı ve nefesim kesildi. Bir anda öksürmeye başladım. Eser Beyza'yı mı seviyordu?

"İyi misin sevgilim?" dedi Deniz.

"İyiyim iyiyim. Bir an öyle şey olunca. Şey oldu. İyiyim ama. Merak etme."

Deniz başını salladı ve Eser'e döndü. "Ne diyorduk?"

"Bir şey demiyorduk Deniz. Kapatalım bu mevzuyu. Beyza gibi güzel, akıllı bir hemşirenin benim gibi bir adamla ne işi olur?"

"Neyin varmış senin?" dedim bir anda söze atlayarak. Üstüme vazife olmayan şeylere neden karışıyordum?

"Geçmişim pek iyi sayılmaz. Malum babam da ırz düşmanının tekiydi. Kim bana kızını verir?" dedi Eser bakışlarını bana çevirip.

"Offf illallah geldi şu sevdiğini itiraf edemeyip arabesk arabesk takılan erkeklerden. Seviyorsan niye bekliyorsun ki? Git konuş. Ne kaybedeceksin? Zaten Beyza senin değil. Senin olmayan bir şeyi kaybedemezsin değil mi?" dedim kaşlarımı havaya kaldırıp. "Hem konunun babanla ne alakası var? Ölmüş gitmiş." Deden öldürdü Ada. "Kim babanın derdine düşecek?"

"Beyza çok temiz Ada. Ben kendimi sevmiyorum, Beyza neden sevsin beni?"

"Ohooo her aşık insan O beni istemez. diye düşünüp adım atmaya korksaydı dünyada hiç aşık çift kalmazdı." dedim. "Aşık olmak öyle belinde tabanca taşıyıp beylik laflar etmek gibi kolay değil. Daha cesur olman lazım. Cesursan kazanırsın, değilsen kaybedersin. Bu kadar basit." Deniz de Eser de bana şaşkın gözlerle bakarken bir bacağımı diğerinin üstüne attım ve sırtımı geriye yasladım. "Ne? Ne bakıyorsunuz öyle? İlk kez mi aşk hakkında konuşan birine denk geldiniz?" İkisi de gülmeye başladığında kaşlarımı çattım. "Tamam, geçin dalganızı. Susuyorum." dedim.

"Dalga geçmiyoruz." dedi ikisi de aynı anda. Deniz bana sıcacık bir bakış gönderdi.

"Neyse." dedi Eser. "Tavsiyeleriniz için teşekkür ederim. Geldiğiniz için de teşekkür ederim. Ayağınıza sağlık."

"Aaa." dedim heyecanla. "Teşekkür ettin. Ben teşekkür etmeyi bilmem, eyvallah der geçerim. diyordun. Teşekkür ettin."

"Öyle mi oldu?" dedi Eser şaşkınlıkla. "Farkında değilim."

"Sen." dedim işaret parmağımla onu işaret ederek. "Fena aşık olmuşsun Beyza'ya. Adı geçince bile ne hale geldin. Bir de onunla konuşsan. Ohooo. Mis gibi olursun. O sevmediğin kendinle barışırsın belki."

"Karın beni utandırıyor." dedi Eser bakışlarını benden çekip Deniz'e bakarak.

"Karıcım." dedi Deniz. Gözlerimi devirdim ve sustum. Aşıkların kavuşmasından daha güzel ne vardı? Şurada yuva kurmaya çalışıyordum yani ne vardı utanacak? Ayrıca Beyza ve Eser harika bir ikili olurdu. Bir şeyler yapsa mıydım? Yok yapmamalıydım. Karışmamak daha iyiydi, sonuçta Eser'in hislerinin derinliğini bilmiyordun. Belki de hepsi geçici hislerdi.

"Kalkalım biz artık." dedi Deniz. "Ziyaretin kısası makbuldür."

Eser başını hafifçe salladı. "Ee birkaç gün sonra görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz Eser. Bir şey istersen söyle Hakan'a. Halleder o."

"Söylerim, iyi akşamlar." dedi Eser.

"İyi akşamlar." dedi Deniz. Ayağa kalktım ve birkaç saniye sonra odadan ayrıldık.

Telefonumun çalmasıyla çantamı karıştırdım. İpek arıyordu. "Efendim İpek." dedim ama konuşan Ozan'dı.

"Ada selam." dedi telaşlı bir sesle.

"Selam. Ne oldu Ozan? Sesin neden öyle geliyor?"

"İstanbul'a geldik Ada. İpek'in annesini acil ameliyata aldılar. Biz hastaneye gidiyoruz ve Mavi'yi bırakabileceğimiz kimse yok. Bir tek senin yanında sakin duruyor ve bir tek sana emanet edebiliriz." Deniz Ne oldu? dercesine göz kırptığında işaret parmağımı dudaklarımın üzerine kapattım.

"Tamam, tamam Ozan. Biz de dışarıdayız Deniz'le. Alırız Mavi'yi. İpek nasıl, iyi mi?"

"Yanımda, ağlıyor." dedi. Arkadan hem İpek'in hem de Mavi'nin ağlama seslerini duyabiliyordum. "Konuşabilecek gibi değil."

"Tamam. Sen konum at, biz Deniz'le gelip alırız Mavi'yi."

"Teşekkür ederim Ada."

"Rica ederim Ozan. Hadi kapatıyorum. Atarsın bir an önce konumu." dedim ve telefonu kapattım. Deniz anlatmamı bekliyordu. "Şimdi sana sormadan kabul ettim farkındayım ama önemli bir konu var."

"Onu anlayabiliyorum sevgilim. Ne olmuş?"

"İpek'in annesi hastaydı. Akciğer yetmezliği var. Hastanede yatıyordu. Acil ameliyata almışlar. İpek ve Ozan hastaneye gidiyormuş, Mavi'yi bırakabilecekleri kimse yok. Yani bana güveniyorlar sadece. Sen alır mısın Mavi'yi? dedi Ozan. Ben de kabul ettim."

Deniz elimi tuttu ve beni arabaya doğru yürüttü. "E hadi gidelim o zaman, alalım çocuğu. Hastane köşelerinde ziyan olmasın."

"Gerçekten mi?" dedim şaşkın bir sesle. "Kızmadın mı yani bana?"

"Neden kızayım Ada?"

"Yani Mavi bir çocuk." Deniz durdu ve bana doğru döndü.

"Evet, bir çocuk olduğunu biliyorum. Neden bir çocuk değil de öcüymüş gibi bahsediyorsun?"

"Anla işte Deniz. Bizim çocuğumuz olmayabilir ve ben senin yarana tuz basar gibi bir çocuk getireceğim gözlerinin önüne."

"Aklıma bile gelmedi Ada böyle bir şey. Şu konudan bir uzaklaşsan mı acaba? Üzülmeyeyim diye Mavi'ye bakmayı kabul etmemeyi mi düşünüyorsun şimdi? E o zaman bütün çocukları ve bebekleri benim görüş alanımdan uzaklaştırman gerekecek. İmkânı var mı böyle bir şeyin? Yok. O yüzden dert etme."

"Sen." dedim. "Sen gerçekten evrendeki en mükemmel adamsın."

Deniz başını sağa sola salladı ve beni arabaya doğru yürütmeye devam etti. Ben gerçekten mükemmel bir adamla evliydim.

***

İpek'in annesinin ameliyat olduğu hastaneye geldiğimizde apar topar arabadan indim ve Ozan'ın bizi beklediği yere doğru yürüdüm. Deniz motoru susturdu, arabadan indi ve sadece beş saniyede bana yetişti.

"Ah, oradalar." dedim. Ozan kucağında Mavi, kolunda Mavi'nin çantasıyla hastanenin giriş kapısının yanında bizi bekliyordu. Koşarak yanına ulaştım. Mavi delirmiş gibi ağlıyordu.

"Mavi." dedim kollarımı ona doğru uzatıp. Adı gibi mavi olan gözleri yaşlarla doluydu. Beni görür görmez minik kollarını bana doğru uzattı ve "Adağh." dedi. İlk kez adımı doğru söylüyor olmasının verdiği mutlulukla onu kucağıma aldım ve sımsıkı sarılıp bebek kokusunu içime çektim. Mavi de ısırmaya doyamadığım kollarını boynuma sardı. Yabancı olduğu saçlarımı okşadı.

O sıra da Ozan ve Deniz tanışıyordu. "Merhaba." dedi Ozan elini Deniz'e uzatırken. Deniz'in ne tepki vereceğini asla tahmin edemiyordum. Sonuçta beni Türkiye'den kaçıran kişi Ozan'dı ve benim nerede olduğumu aylarca saklamıştı.

"Merhaba." dedi Deniz elini uzatıp Ozan'la selamlaşarak. Beni şaşırtmıştı çünkü ben konuşacağına bile ihtimal vermiyordum.

"Kusura bakma Deniz. Yani önemli olmasa rahatsız etmezdik ama Mavi'yle ilgilenebilecek kimse yok. Herkes hastanede perişan. Mavi de bir tek Ada'nın yanında duruyor."

"Sorun yok." dedi Deniz. "Çocukları severim. İstediğiniz kadar bizde kalabilir. Hem Ada da onunla vakit geçirmeyi seviyor."

Ozan minnetle başını salladı. Mavi'nin su mavisi gözlerine baktım. Hala yaşla doluydu ama ağlamıyordu. Yüzünü bana yaklaştırıp yanağımı öptü. "Eyvallah." dedi Ozan.

"İpek nasıl?" dedim.

"Yukarıda, saatlerdir ağlıyor. O ağlayınca Mavi de ağlıyor." dedi Ozan. Deniz Mavi'nin çantasına uzandı ve Ozan'ın elinden alıp omzuna astı.

Yüzümü astım. "Ona sevgilerimi ve iyi dileklerimi ilet. Mavi'yi hiç düşünmesin."

"Gerçekten çok sağ olun." dedi Ozan.

"Önemli değil." dedi Deniz ve işaret parmağıyla Mavi'nin çenesini sevdi. "Merhaba." dedi tatlı bir sesle. Mavi işaret parmağıyla bana Deniz'i gösterdi. Ona güvenip güvenemeyeceğini anlamaya çalışıyordu.

"Onun adı Deniz." dedim. Mavi anlıyormuş gibi gözlerime baktı. "Hani senin adın Mavi ya. Denizler de mavi olur." diye kıkırdadım. Mavi gülümsedi. "Vavi." dedi dünyanın en komik sesiyle. Yanağına kocaman bir öpücük bıraktım.

"Neyse, hadi biz gidelim." dedim. "Sen de İpek'in yanına git. Yalnız kalmasın."

Ozan başını salladı. Mavi'nin yanağından makas alıp ona öpücük attı ve hastaneye doğru ilerledi. Mavi babasının varlığını çoktan unutmuştu.

***

"Eveeeeet." dedim ikinci e harfini gereğinden fazla uzatarak. "İşte geldik." Mavi dikkatli bakışlarla evi inceliyordu. "Biliyor musun Mavi, bu evin en minik misafiri sensin." dedim. Mavi ellerini iki kez birbirine vurdu ve yanağımı öptü. Salona doğru ilerledim. Deniz de arkamdan Mavi'nin çantasıyla geliyordu.

"Benim aşkım, çok özledim seni." dedim yanağını ısıra ısıra. Ben ısırdıkça Mavi kahkaha atıyordu. Tek elimle yanaklarını sıktım ve başını hafifçe iki yana salladım. "Seni yerim ben."

"Ada." dedi, işaret parmağıyla salonu gösteriyordu.

Mavi'ye, yaptığımız ya da yapacağımız tüm eylemleri anlatıyordum. Onunla bir yetişkin gibi sohbet ediyor olmam çok hoşuna gidiyordu. Bıkmadan usanmadan ona her şeyi anlatacak kadar sabırlıydım. "Evet, şimdi salona gidiyoruz. Birazdan koltuklara oturacağız."

Mavi eliyle yeri gösterdi ve kendini aşağı kaydırdı. Yürümek istiyordu. Onu yavaşça indirdim ve elini tutup salona ilerledim. Deniz Mavi'nin çantasını sehpaya bıraktı, koltuğa oturdu ve elleriyle Mavi'ye Gel Gel yaptı. Mavi elimi bırakıp Deniz'e doğru minik adımlarla yürürken onları gülümseyerek izledim. Hayat müsaade eder miydi bilmiyordum ama bu manzarayı kendi çocuğumla da yaşamak istiyordum.

"Hoppa." dedi Deniz Mavi'yi kucağına alırken. "Ev biraz soğuk mu?" dedi bana dönerek. "Üşür mü Mavi?"

"Yoo aşkım iyi. Soğuk değil." dedim, yanlarına ilerledim. "Üşümez... Üşür mü? Üşümez bence."

Deniz Mavi'yi bir bacağının üstüne oturttu ve hem belinden hem sırtından onu dikkatlice tutup saçlarına minik bir öpücük bıraktı. Ardından bana döndü. Bakışlarında pişman bir ifade vardı. "Ben hata mı yaptım?" dedi. Yüzüne merakla baktım. "Öptüm ya. Öpmemem mi gerekiyordu? Mikrop falan kapmaz değil mi?"

"Aşkım." dedim minik bir kahkahayla gözlerimi devirirken. Sehpadaki çantasını açtım, pembe peluş sincabını çıkarttım ve Mavi'ye uzattım. Mavi sincabı alır almaz kıkırdadı ve oyuncağını Deniz'e gösterdi.

"Çok güzel." dedi Deniz gülümseyerek. "Senin mi bu?"

Mavi başını aşağı yukarı salladı. "Aşkım." dedim. Mavi de Deniz de bana aynı anda baktığında neredeyse kahkaha atacaktım. "Mavi'ye seslenmiştim." dedim. Deniz kocaman sırıttı. Yanlarına oturdum ve Mavi'nin saçlarını öptüm. "Mama istiyor musun? Mama verelim mi sana?" Mavi başını iki yana salladı. "Uykun geldi mi peki?" dedim. Ellerimi birleştirip yanağıma yasladım ve başımı da ellerimin olduğu tarafa doğru eğdim. Gözlerimi de kapatmıştım. Deniz çok ani bir hareketle yanağımı öpmüştü. Gözlerimi açtım. Mavi kıkır kıkır gülüyordu.

"Hoşuna gitti." dedi Deniz. Yanağımı bir daha öptü. Mavi hala gülüyordu.

"Bak böyle gülersen seni de öperiz." dedim ve parmaklarımı karnına götürüp gıdıklamaya başladım. Mavi yeni yeni çıkmaya başlayan dişleriyle sırıtıyordu. Deniz Mavi'yi kaldırdığında Mavi ikimizin arasında kalmıştı. Deniz'le aynı anda yanaklarını öptük. "Mavi." dedim. "Sevdin mi sen Deniz'i?" Mavi heyecanla işaret parmağını kaldırdı ve Deniz'i gösterdi. "Evet, sevdin mi?"

Mavi elini Deniz'in yanağına koydu, başını aşağı yukarı salladı. Ardından Deniz'in göğsüne yasladı. "Çok güzel bir çocuk." dedi. "Çok da uslu."

"Evet. İpek'in kopyası. Ozan'a da benziyor ama daha çok İpek'e benziyor bence." dedim. Mavi İpek'in adını duyunca bana baktı. "Evet, benim güzelim annesine benziyor."

"Anniğğğ." dedi. Sincabına sarıldı ve gözlerini yumdu.

"Uykusu geldi." dedim. Mavi'yi Deniz'in kucağından aldım. "Uyku vakti." dediğimde Deniz koltuğa iyice yaslandı. "Sana da uyku vakti." dedim gözlerimi dikerek. "Hadi, hadi, kalk bakalım. Hadi kalk."

Deniz ağır ağır başını salladı. Ayağa kalktı. Mavi'yi tekrar kucağına aldı ve kolunu boynuma sarıp önce benim saçlarımı sonra Mavi'nin saçlarını öptü.

Üçümüz odamıza girmiştik. İlk işim Mavi'nin üzerini değiştirmek olmuştu. Ona en sevdiği pembe geceliklerini giydirdim. Yatağın ortasına yatırdım ve üzerini örttüm. O sırada Deniz de üzerini değiştirmiş, yatağın yanına gelmişti. "Ben de değiştireyim üzerimi." dedim.

"Tamam sevgilim, ben buradayım zaten." dedi Deniz ve yatağa yatıp üzerini örttü. Koşar adımlarla giyinme odasına gittim, pijamalarımı giydim ve odaya döndüm. Gördüğüm manzara o kadar güzeldi ki neredeyse ağlayacaktım. Deniz Mavi'ye sarılmış, çoktan uyuyakalmıştı.

Işığı kapattım, yatağa uzandım ve tıpkı Deniz gibi Mavi'ye sarıldım. "Adağh." dedi Mavi fısıltıyla.

"Buradayım güzelim." dedim. Saçlarının kokusunu içime çektim. Alnını öptüm. Gözyaşlarım gözümde birikmişti. Ağlamak istemiyordum. "Sen çok güzelsin." dedim. "Biliyor musun bizim de bebeğimiz olacaktı. O da senin gibi güzel olurdu bence. Çünkü kocam çok yakışıklı. Tabii bu aramızda kalsın." dedim minik bir gülümsemeyle. "Ben de çok güzelmişim, öyle diyor Deniz. Yani güzel olurdu bebeğimiz de. Şöyle bal rengi gözleri olan, siyah saçlı, beyaz tenli, hem annesine hem babasına benzeyen bir bebek. Güzel olurdu değil mi Mavi?" dedim. Gözümden usul usul süzülen yaşı sildim. "Belki olur yine. Arkadaş olursunuz. Böyle senin gibi güzel gülen, uslu, tatlı bir bebek." dedim. Mavi güldü. Anlattıklarım ona masal gibi geliyormuş olmalı ki gözlerini yumdu. Uykuya dalması sadece üç dakika sürmüştü.

***

6 Mart, Pazar

Uyandığımda yeni bir güne girmiştik ve Deniz de Mavi de yatakta yoktu. "Deniz." diye uykulu bir sesle boşluğa doğru seslendim. "Sevgilim." Cevap yoktu. Yataktan kalktım ve aşağı indim. Deniz Mavi'yle birlikte mutfaktaydı. "Ada hala uyuyor Mavicim." dedi Deniz. Mavi'yi bir koluyla tutarken boşta olan eliyle de ocakta bir şeylerle uğraşıyordu. Mutfak kapısına yaslanıp onları izledim. "Neyse ki ben harika yemekler yapıyorum. Aç kalmayacağız yani." dedi. Mavi'ye doğru döndü ve yanağını birkaç kez dudaklarıyla ısırdı. "Çok acıktın değil mi sen? Ben de acıktım. Şimdi masaya geçeceğiz ve hep beraber yemek yiyeceğiz."

"Ada." dedi Mavi, başını geri çevirdiği için beni görmüştü ve eliyle beni işaret ediyordu. Deniz ocağa baktığı için varlığımı fark etmemişti ve bu yüzden Mavi'nin beni gördüğünü anlamamış, Mavi öylesine beni soruyor sanmıştı.

"Evet Ada da gelecek." dedi.

Mavi Deniz'in kucağında birkaç kez zıpladı ve ellerini birbirine çarptı. "Adaaa." dedi heyecanla. Deniz Mavi'nin adımı öylesine söylemediğini anlamış, geldiğimi fark etmiş, başını geriye çevirmişti.

Beni görünce ışıl ışıl bir bakışla gülümsedi. "Günaydın sevgilim." dedi. Yanına ilerledim ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktım.

"Günaydın sevgilim." dedim. Sonra da Mavi'yi öptüm. "Sana da günaydın Mavi. Ne yapıyorsunuz bakalım siz burada?"

Deniz eğilip yanağımı öptüğünde Mavi tıpkı dün akşamki gibi gülmeye başladı. Deniz tekrar beni öptü ve Mavi yine güldü. "Seni yiyeceğim artık." dedim ve Mavi'nin kolunu ısırdım. "Yiyeceğim seni artık."

Deniz kısa bir süre Mavi'yi izledi, yüzüne yayılan gülümsemeyi izlemek paha biçilemezdi. "Hadi sevgilim otur sen." dedi Deniz.

Kollarımı uzatıp Mavi'yi kucağıma aldım. Kolları hemen boynumu sarmıştı. "Yardım etseydim?" dedim. Ardından bakışlarım mutfağa girdiğimden beri hiç bakmadığım mutfak masasına çevrildi. Deniz zaten kahvaltıyı hazırlamıştı. Ocaktaki omletin pişmesini bekliyordu.

"Hazır aşkım her şey. Otur hadi sen." dedi Deniz. Yanağımı bilmem kaçıncı kez öptü. Mavi'yle birlikte masaya doğru döndüm ve sandalyelerden birine oturdum. Mavi salatalıkları işaret ediyordu. Uzanıp eline küçük bir dilim verdim. Kemirmeye başlamıştı.

"Ben bir İpek'i arayayım." dedim. Cebimden telefonumu çıkardım ve İpek'i çaldırdım.

"Alo." dedi Ozan.

"Günaydın Ozan. Nasılsınız? Ameliyat nasıl geçti? İyi mi İpek'in annesi?" diye bir sürü soru sıraladım.

"Ameliyat iyi geçti. Ama yoğun bakımda şu an. İpek de iyi. Uyuyor. Tüm gece uyumadı."

"Çok sevindim. Biz Mavi'yle uyandık da. Onu söylemek için aradım. Kahvaltı yapıyoruz şimdi."

"Gerek yok diyorsun ama ben yine de teşekkür ederim demek istiyorum."

"Gerçekten hiç gerek yok Ozan. Mavi'yi çok sevdiğimi biliyorsun. Çok keyifli geçiyor onunla zaman."

"Evet öyle ama şimdi bir sürü şey yaşadınız. Daha yeni Deniz'le ve ailenle vakit geçiriyorsun. Mavi'yle uğraşıyorsun bir de üstüne."

"Mavi benim en güzel meşguliyetim Ozan." dedim ve Mavi'ye bir salatalık dilimi daha verdim.

"Deniz'e karşı da ayrı mahcubum." dedi, bir süre sustu.

"Ozan." dedim uyarıcı bir sesle. "Hiç girmeyelim o konulara."

"Tamam tamam, sustum." dedi Ozan. Mavi huysuzlanmıştı.

"Mavi huzursuzlaştı. Kapatıyorum Ozan. Kahvaltısını yaptırayım."

"Tamam Ada, görüşürüz."

"Görüşürüz." dedim ve telefonu kapatıp tabağımı doldurmaya başladım. "Ne istiyorsun Mavi? Ne yiyelim?" Mavi sırasıyla salatalığı, peyniri ve fıstık ezmesini gösterdiğinde tabağıma onları da ekledim. "Muz istiyor musun?" Mavi başını aşağı yukarı salladığında Deniz meyve tabağından bir tane küçük muz uzattı. "Muz da yiyelim bakalım." dedim muzu soyup eline vererek.

"Nasılmış İpek'in annesinin durumu?"

"Ameliyat iyi geçmiş ama her ihtimale karşı yoğun bakımda tutuyorlarmış."

Deniz elini uzatıp Mavi'nin çenesini sevdi. "Yani bu prenses biraz daha misafirimiz olmaya devam mı edecek?"

Mavi Deniz'e gülücükler saçtı ve parmağını fıstık ezmesine batırıp hemen sonrasında ağzına soktu. Sonra da muzunu ısırdı. "Eveeeet." dedim abartılı bir sevinçle.

Kızarmış ekmek aldım, tereyağı sürdüm, üzerine bal ekledim ve küçük bir ısırık aldım. "Sevgilim."

"Efendim güzelim."

"Ben şimdi ne zaman şirkete geleceğim?"

"Kendini ne zaman iyi hissedersen hayatım."

"Kendimi çok iyi hissediyorum. Gerçekten. Yani yarın geleyim mi şirkete? Geleyim geleyim. Çok güzel olur. Yarın geleyim."

"Mavi ne olacak? Ya almazlarsa çocuğu?" dedi, sözleri banaydı ama Mavi'ye bakıyordu. Kocaman gülümsüyordu.

"Hmmm." dedim ve eğilip Mavi'nin yüzüne baktım. Bütün yüzü fıstık ezmesi dolmuştu. "Mavi kuşumu unuttum ben ya. Unuttum ben Mavi kuşumu." Yanağını öptüm ve çayımı yudumladım. "Mavi'yi alırlarsa geleyim o zaman."

"Önce okula uğrayalım aşkım. Kaydını yenileyelim. Final ödevini ver."

"Yapılacak çok işimiz var." dedim oflayarak.

"Sen daha yolun başında ofluyorsun ama sevgilim." dedi Deniz ve sırıttı.

"Her şey gözümde o kadar büyüyor ki. Sanki Aydın'dan İstanbul'a ilk kez geliyormuşum gibi kaygılıyım."

"Aşkım, halledeceğiz. Kaygılanacak bir şey yok. Yanındayım ben."

"Biliyorum sevgilim." dedim. "Zaten tek dayanağım bu."

"Hadi, asma yüzünü. Bugün enerjiye ihtiyacımız olacak." dedi ve gözleriyle Mavi'yi işaret etti. İçli bir nefes verirken bir peçete aldım ve Mavi'nin yüzünü sildim. Bugün gerçekten enerjiye ihtiyacım vardı.

Kahvaltıdan sonra Deniz Mavi'yle birlikte salona gitmişti. Ben de bir yandan mutfağı toplamış, bir yandan da babam ve Güneş'le konuşmuştum. Telefon bildirimlerimden anladığım kadarıyla herkes evine dönmüştü. Dayım, yengem, Güneş ve Melis için endişeliydim çünkü Melih Aydın'daydı. Neyse ki koruma ekipleri çok fazlaydı. Serhat savcı kimseye bir şey olmayacağı konusunda bize garanti vermişti, ona güveniyordum.

"Ben geldiiiiiim." dedim salona girer girmez. Deniz Mavi'yi orta sehpaya oturtmuştu. Eline aldığı pembe peluşu bir kuklaymışçasına konuşturarak Mavi'yi güldürüyordu.

"Mavi bugün çok güzel." dedi incelttiği sesiyle. "Ada ve Deniz Mavi'yi çok seviyor."

"Vavi." dedi Mavi. Ardından "Adağh." dedi.

"Deniz de." dedi Deniz. "Benim adımı da söyle."

Gülümseyerek yanlarına ilerledim ve koltuğa oturup izlemeye başladım. Mavi kaşlarını çatmış Deniz'e bakıyordu. "Neniş." dedi, sanki başarmış gibi heyecanla ellerini birbirine vurdu. Deniz'le aynı anda kahkaha attık.

"Eh, bu da bir gelişme." dedi Deniz, Mavi'yi sehpanın üzerinden aldı, yanıma oturdu, Mavi'yi de tek bacağının üstüne oturttu. Mavi'nin tek ilgi noktası saçlarım olmuştu.

"Alışamadı hala saçlarıma." dedim. Mavi saçlarımı seviyordu.

"Alışsan iyi edersin ufaklık. Çünkü ben karımı böyle görmeye bayılıyorum." Mavi bizi dinliyormuş gibi durmuyordu. Başını yavaşça Deniz'in göğsüne yasladı, esnedi ve gözlerini yumdu. "Bebek olmak ne güzel ya." dedi Deniz. "Uyan, yemek ye, oyun oyna, uyu. Sonsuz bir kısır döngüdesin, hiçbir sorumluluğun yok. Kimse sana Neden uyudun? demiyor. Harika." Bakışları beni bulduğunda ben de esniyordum. Çünkü Mavi esnemişti ve esnemek bulaşıcıydı.

"Anlaşılan bugün iki bebeğin de uykusu var." dedi, hafifçe uzanıp alnımı öptü.

"İyiyim beeen." dedim. "Mavi esnedi diye şey oldu."

Deniz gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Hı hı." dedi geçiştirip. "Anladım sevgilim."

Cevap verecek gibi olduğum sırada telefonum çalıyordu. "İpek arıyor... Efendim İpek."

"Ada selam." dedi yorgun bir sesle.

"Selam İpek. Nasılsın? Annen nasıl?"

"İyiyim. Annem de iyi. Yoğun bakımda ama iyi. Mavi'yi alabiliriz diyecektim. Ozan'ın ailesinin evine geçeceğiz çünkü. Zaten yeterince zahmet verdik."

Üzüntüyle Mavi'ye baktım. "Olur mu İpek? Konuştuk ya bunu. Zahmet olmuyor hiç. İstediğin zaman yine bakarız biz."

"Çok sağ olun Ada. Nasıl yapalım şimdi? Konumunu atabilir misin evin? Gelip alalım Mavi'yi?"

"Biz getiririz." dedi Deniz. Hoparlöre almamış olsam da İpek'i duymuştu. "Yorulmuşsunuzdur zaten tüm gece."

"Gerçekten gerek yok, çok mahcup oluyoruz."

"Olmayın olmayın." dedi Deniz. "Getiririz bir saate Mavi'yi. Hastanedesiniz değil mi hala?"

"Evet."

"Tamam, öyleyse. Bir saate görüşürüz." dedi Deniz.

"Görüşürüz." dedi İpek. Telefonu kapattım.

"Sen nasıl bir adamsın?" dedim hayretle.

Deniz düşünür gibi yaptı. Mavi'nin lüle lüle olmuş saçlarını sevdi ve sırıtarak bana döndü. "Merhametli, düşünceli, dürüst, çalışkan, karizmatik, yakışıklı."

Deniz'in yüzünü iki elimle tuttum ve bir yanağını öptüm. "Ve ben bu adama aşığım."

***

Mavi'nin üzerini değiştirdikten sonra evden çıktık. "Bir şeyi kalmamıştır inşallah ya." dedim Mavi'yle birlikte arka koltuğa yerleşmeye çalışırken.

"Kaldıysa da göndertirim ben çocuklardan." dedi Deniz, motoru çalıştırdı. Hemen ardından da sıcak klimayı açtı.

"Kuzum, anneye gidiyoruz." dedim sevecen bir sesle. Mavi huysuzlanmıştı. "Niye böyle ağlıyorsun sen?"

"Anne." dedi, daha çok ağlamaya başladı.

"Özledi herhalde, o yüzden ağlıyordur."

"Mavi." dedi Deniz, kısa bir süre için arkasına baktı. Ardından yine önüne döndü. "Ama neden ağlıyorsun? Ne oldu?"

Mavi'yi kucağıma aldım ve en sevdiği bebek şarkısını söylemeye başladım.

Kırmızı balık gölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor
Balıkçı Hasan geliyor, oltasını atıyor
Kırmızı balık dinle, sakın yemi yeme
Balıkçı seni tutacak, sepetine atacak

Kırmızı balık kaç, kaç
Kırmızı balık kaç kaç kaç

Şükürler olsun ki Mavi susmuştu. "Aşkım şarkı açar mısın? Mavi arabada şarkı dinlemeyi çok seviyor. Ağlamasın tekrardan."

Deniz başını salladı, radyoyu açtı. Mavi dili döndüğünce şarkının melodisini mırıldandı. Yolculuğun geri kalanında da hiç ağlamadı.

***

Mavi'yi İpek ve Ozan'ın olduğu hastaneye bıraktıktan sonra Deniz bir kafenin önünde durdu. "Neden durduk?" dedim.

"Dört kahve sözün var bana madem, bugün ödemeye başlarsın belki diye düşündüm." dedi.

"Kocamla, kaygısız, telaşsız ve tamamen her şeyden uzakta bir ruh haliyle bir kafeye oturacağım ve kahve içeceğim öyle mi? Herkesin yaptığı gibi?" dedim heyecanla.

"Evet, bunu istemiyor muydun?" dedi kaşlarını kaldırıp, yüzünde tatlı bir tebessüm vardı.

"İstiyordum Deniz." dedim, saniyeler içinde emniyet kemerimi çözdüm ve arabadan indim. Deniz bu kadar çabuk olacağını düşünmemiş olmalı ki inmekte biraz gecikmişti. Anahtarı valeye teslim etti, yanıma ulaştı, elimi tuttu.

"Bu kadar heyecanlanacağını bilseydim daha önce gelirdik güzelim." dedi.

"Sevgilimle randevuya çıktım, nasıl heyecanlanmayayım?" dedim. Sanki hayatım boyunca hiç kafeye gitmemişim gibi kafenin bahçesini inceliyordum.

"Sevgilim?" dedi sorarcasına. "Tamam, senin için birçok şey olabilirim ama en önemli olan sıfatımla bulunmuyor muyum şu an burada?"

"Kocamsın ama oyunumu bozma Deniz. Düşün biz sevgiliymişiz, dışarıda buluşmuşuz."

"Hmm, bu kaçıncı buluşmamızmış?"

"Üç." dedim aklımdan ilk geçen sayıyı söyleyerek.

"Peki birbirimize aşık olmuş muyuz?"

"Evet!" dedim heyecanla. "İlk görüşte aşık olmuşuz ikimiz de."

"En çok kim aşıkmış?"

"Ben!" dedim büyüyen heyecanımla.

"Yok, yanlış cevap. Bir daha düşün istersen." dedi, elimi bıraktı, kolunu boynuma sarıp saçlarımı öptü.

"Düşündüm, hala ben."

"Anlaşamıyor muyuz biz ne? Sevgililiğin daha üçüncü buluşmasında böyle fikir ayrılığı olmaz ki canım." dedi, elimi kaldırıp omzumdan sarkan elini tuttum.

"Hoş geldiniz." dedi garson kapıya ulaştığımızda.

"Hoş bulduk." dedi Deniz. "Rezervasyon yaptırmadık ama boş yeriniz var mı?"

"Var, efendim. Geçin buyurun. Sizi böyle alalım." dedi garson, içeriye doğru ilerledik ve cam kenarında boş gördüğümüz bir masanın yanında durduk. Deniz oturabilmem için sandalyemi çekti, ben oturduktan sonra da kendi yerine geçti. Dirseklerini masaya koydu, ellerini birleştirdi, çenesini ellerinin üzerine dayadı ve bana gülümseyerek baktı.

"Ne alırsınız?" dedi garson.

"Ben sade Türk kahvesi alacağım." dedim. Garson Hay hay dercesine başını salladı ve Deniz'e döndü.

"Siz ne arzu edersiniz?"

"Hanımefendiye uyacağım ben de." dedi Deniz. Garson hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı.

Deniz beni gülümseyerek izlerken "Sen beni böyle izlersen ben utanırım." dedim.

"Utanılacak başka şeyler de biliyorum." dedi arsız bir gülüşle.

Kaşlarımı aynı anda hem çattım hem havaya kaldırdım. "Üçüncü buluşmaya göre hızlı gitmiyor muyuz?"

"Çıks." dedi dilini dişlerine çarptırarak. "Geç bile kaldık. İleride evleneceğiz, acele etmemiz lazım."

"Yok öyle hemen evlenmek. Babamdan istemen lazım beni."

"Tuzlu kahve içmem bak, onu söyleyeyim." dedi arkasına yaslanıp sırıtarak.

"Ballı kahve?" dedim. "Ballı kahve olur mu?"

"Bak işte ona hayır demem." dedi ve dayanamayıp kahkaha atmaya başladı. O gülünce ben de gülmeye başladım ve sonsuz bir döngüye girmiş gibiydik.

Garson kahveleri masaya bıraktı, hızlı adımlarla da uzaklaştı. O sırada biz hala gülüyorduk. "Lisede nasıldın?" dedim kahvemi yudumlarken. Deniz fincanına uzandı, küçük bir yudum aldı. "Yani sosyal miydin, asosyal miydin? Çapkın mıydın mesela?"

"Bunu karım olarak mı soruyorsun yoksa henüz üçüncü randevuya çıktığım sevgilim olarak mı soruyorsun?" dedi fincanını masaya bırakırken.

Gözlerimi kıstım, bir yudum kahve daha aldım. "Sevgilin olarak soruyorum." dedim. "Evlenmeden önce seni tanımam lazım değil mi?"

"Çapkındım." dedi bir an bile düşünmeden. Ve böylelikle sosyal misin asosyal misin soruma da cevap vermiş oldu. Çapkın biri tabii ki sosyal olurdu.

Dilimi üst dişlerimde gezdirip fincanımı masaya bıraktım. "Bak sen." dedim kaşlarımı kaldırıp. "Kaç sevgilin oldu mesela?"

"Aynı anda olanları mı cevaplayayım yoksa tek eşli dönemlerimde olanları mı?" dedi arsız arsız gülerken.

"Yuh! Aynı anda birden fazla sevgilin mi oldu?"

Dudaklarını birbirine bastırıp mahcup bir ifadeyle başını aşağı yukarı salladı. "Hızlı zamanlarımdı. Çok kızın canını yaktım."

Ağzım şaşkınlıkla açılırken Deniz öyle büyük bir kahkaha atmıştı ki beni kandırdığını ancak anlamıştım.

"İnanamıyorum sana Deniz. Dalga mı geçiyordun benimle?"

Kahve fincanını masadan aldı, bir yudum içti ve sanki az önce beni kandırmamış gibi ciddi bir ifadeyle yüzüme baktı. "Ah sevgilim, bu kadar kolay kandırılabilir biri değildin hâlbuki sen. Ne oldu sana böyle?"

"Hiçbir şey olmadı." dedim ve gayet alıngan bir ifadeyle başımı cama doğru çevirdim. "Çapkınmış da hızlı zamanlarıymış da çok kızın canını yakmış da. Yok yok olmayalım biz sevgili falan. Bi' kandırmacalar, bi' oyunlar, bi' bir şeyler. Evlenince de kandırırsın beni sen."

"Karımı asla kandırmam." dedi.

"Nedenmiş o?" dedim başımı tekrar ona çevirip.

"Çünkü ona çok aşığım."

Gülümsedim, çünkü o da gülümsüyordu. "Ben de ona çok aşığım."

***

Kahvelerimiz bittiğinde her ne kadar ısrar etsem de hesabı Deniz ödemişti. "Ya benim sana kahve sözüm vardı, sen neden ödüyorsun? Saymıyorum ben bunu. Hala dört kahve borcum var sana. Benim ısmarl-" dedim, beni öperek susturmuştu.

"Deniz ne yapıyorsun?" dedim aptal bir gülümsemeyle etrafa bakarken. "Cadde ortasındayız."

"Seni belli sınırlar dâhilinde öpmem gerektiğini bilmiyordum." dedi. Kocaman gülümsüyordu.

"Geldim." dedi bir ses. Uygar'ın sesiydi. Uygar'ın burada ne işi vardı? Geldim. dediğine göre Deniz'in haberi vardı. Neler çeviriyorlardı?

Hiç beklemeden arkama döndüm. Uygar elinde kedi sepetiyle birlikte tüm yüzüne yayılan bir gülümsemeyle sırıtıyordu.

"Nerede kaldın?" dedi Deniz. Uygar'ın elindeki sepeti aldı ve havaya kaldırıp kediyi görmemizi sağladı.

"Deniiiiiiz." diye büyük bir sevinç çığlığı attım. Sepette yavru, sarman bir kedi vardı. Bebek bir sarı kedim olmuştu.

"Trafik vardı." dedi Uygar. "Aşılarını yaptı Selay. Sizin eve de bir sürü mama ve kediler için ne lazımsa onları gönderdim. Allah'tan baldızım veteriner hekimi. Yoksa pazar pazar nereden bulurdum açık klinik?"

"Size inanamıyorum. Resmen organize olmuşsunuz." dedim.

"Ne sandın Ada? Deniz Kedi bulun, yavru olsun. dediğinden beri barınaklarda yavru sarı kedi arıyoruz."

Sepetin kapağını açtım ve kediyi kucağıma alıp göğsüme bastırdım. "Çok tatlı değil mi?" dedim. Uygar hapşırmıştı.

"Evet çok tatlı ama benden uzak tut Ada, alerjim var benim."

Deniz'e doğru döndüm. "Aşkım bu çok tatlı."

"Evet." dedi Deniz sanki benimle değil de bir çocukla konuşuyordu. "Çok tatlı."

"Neyse, ben fazla haşır neşir olmadan gideyim yoksa alerjim tavan yapacak." dedi Uygar.

Ben adını Roma koyduğum kedimin başına öpücükler bırakırken Deniz Uygar'ı durdurmuştu. "Uygar." dedi minnet dolu bir sesle. "Eyvallah."

"Lafı bile olmaz Deniz. Hem senin için yapmadım. Ada için yaptım." dedi Uygar ve bana göz kırptı. "Neyse ben artık gideyim, çünkü Miray bekliyor."

"Tamam. Selam söyle Miray'a."

"Söylerim, görüşürüz." dedi Uygar ve bize el sallaya sallaya uzaklaştı.

"Gidelim mi artık?" dedim. "Hadi eve gidelim. Uygar Roma için neler gönderdi acaba eve? Çok merak ediyorum."

"Gidelim sevgilim." dedi Deniz, birkaç saniye sonra vale arabayı önümüze getirdi.

Roma'yı sepetine koyup sepetle birlikte ön koltuğa oturdum. "Sence Roma sevecek mi bizi?"

"Sever, niye sevmesin hayatım?" dedi Deniz motoru çalıştırdığında.

"Alışamazsa bize?"

"Alışır güzelim. Barınakta yaşamaktansa bizimle yaşamayı tercih edeceğine eminim ben."

Başımı salladım, bir parmağımı sepetin parmaklıkları arasından soktum ve Roma'nın kafasını sevdim. "Uyudu." dedim sanki Deniz durum raporu bekliyormuşçasına.

"O da senin gibi miskin değildir umarım ya." dedi Deniz gıcık bir gülümsemeyle. "Hep böyle senin gibi uyursa yandık."

"İnşallah senin gibi enerjiktir. Gör bak bakalım başa çıkabiliyor musun?"

"Çıkarım. Bulurum elbet bir yolunu." dedi, yanağımdan makas aldı.

"Umarım." dedim. "Yarın benim okuluma gittikten sonra şirkete gideceğiz değil mi?"

"Gideriz hayatım. Bu kadar çok mu özledin çalışmayı?"

"Özledim. Gülşah'ı da çok özledim." dedim. Deniz kıstığı gözleriyle dikiz aynasına bakıyordu. Tedirgindi. "Deniz." dedim. "Bir sorun mu var?"

"Yok sevgilim." dedi ama sinyal bile vermeden sol şeride atladı. Hızını arttırmıştı ama önümüzdeki aracın hızı Deniz'in hızını kesiyordu. Dikiz aynasına baktı, bu sefer sağ şeride atladı.

"Makas atıyorsun? Nasıl bir şey yok?" dedim ve arkama dönüp baktım. Bir araba bize dokunacak kadar yakın bir mesafede peşimizden geliyordu. "Takip ediliyoruz." dedim korkuyla Deniz'e bakarken. "Deniz takip mi ediliyoruz?" Deniz cevap vermedi ve sol şeride geçti. Hemen arkama baktım. Bizi takip ettiğinden şüphelendiğim araba da sola geçmişti. "Deniz kim bu? Melih mi?"

"Bilmiyorum." dedi Deniz oflayarak. "Olabilir. Korkma atlatacağım. Senden tek bir şey istiyorum." dedi ve cevabımı beklemeden devam etti. "Korkma sakın. Korkma ve Serhat abimi ara."

"Korkmuyorum." dedim, gerçekten de korkmuyordum. Telefonumu çıkarttım ve savcıyı aradım. O sırada Deniz bazı arabaların sağından bazı arabaların solundan geçerek hızla ilerliyordu.

"Efendim Ada." dedi savcı.

"Savcım takip ediliyoruz." dedim. "Büyük ihtimalle Melih. Yardımınıza ihtiyacımız var."

"Neredesiniz şimdi?" dedi telaşla.

"Beykoz'dan çıktık. Yeni Riva yolundayız. Deniz atlatmaya çalışıyor ama arayı açamadık. Birazdan çarpacak gibi."

"Tamam, ekip yönlendireceğim ben. Tüm birimlere söyleyeceğim. Mümkün olduğunca hızlı gitsin Deniz. Konum atman lazım şimdi bana."

"Atacağım savcım. Acele edin, çok yakındalar." dedim ve zaman kaybetmemek adına cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım, bulunduğumuz konumu attım.

Kucağımdaki sepete sıkı sıkı sarıldım. Zavallı Roma korkuyla miyavlıyordu. "Ssh tamam, yok bir şey." diyerek onu susturmaya çalıştım, arkama baktım. Mesafe hala çok azdı. "Deniz hala çok yakınlar." dedim.

"Bundan daha fazla hızlanamaz. Bu arabanın motor gücü daha fazla. Yapmam gereken tek şey hızımı düşürmemek. Bu hızda gidersem yakalayamaz." dedi, hız göstergesine baktım. Saatte 220 kilometre hızla gidiyordu. Deniz'in dikkatini dağıtmak istemiyordum çünkü dağıtırsam kazaya sebep olabilirdim.

Kilometrelerce gittik. Arabayla birlikte savruluyordum, başım dönmeye başlamıştı. Deniz ara sıra direksiyon hakimiyetini kaybetse de sonradan tekrar kontrol altına alabiliyordu. Bariyerlere ve diğer arabalara bir yaklaşıyor, bir uzaklaşıyorduk. Trafik azalmıştı, diğer arabalar bize uzun kornalar çalıyordu. Otoyol, bir tarafı uçurum olan orman yoluna bağlanmıştı. Sanırım artık korkmaya başlamıştım. Arkama dönüp mesafeyi ölçmeye karar verdiysem de bizim arabamızı hedef alan kurşunun sesi bana engel olmuştu. "Korkma Ada." dedi Deniz sakin bir sesle. "Benim arabalarımın hepsi kurşungeçirmez arabalar."

"Deniz çok hızlı gidiyoruz." dedim, yaklaşık bir kilometre sonra karşımıza keskin bir viraj çıkacaktı. Hızını azaltması gerekiyordu çünkü bu hızda virajı alamazdı. "Deniz yavaşla, yalvarırım. Yanımızda uçurum var." Kucağımdaki sepete iyice sarıldım. Bir kurşun sesi daha gelmişti.

"Kurşun lastiğe gelirse lastik patlar Ada. Yavaşlayamam, hızım lastiği hedef almasını zorlaştırıyor. Yavaşlarsam lastiğe ateş eder."

"Viraj çıkacak birazdan karşımıza." dedim korkuyla. "Ve uçurum kenarındayız."

"Biliyorum." dedi kısaca. Arabanın kapı koluna tutundum. "Şansı varsa sağ çıkar." Neyden bahsettiğini bilmiyordum. Aklında bir şeyler vardı.

"Deniz, korkmaya başladım." dedim. Her şey birbirine karışmıştı. Ağaçlar, gökyüzü, bulutlar, üzerinde bulunduğumuz yol, hepsi birbirine girmişti. Ben bile önümü göremiyorken Deniz nasıl görüyordu?

"Korkma." dedi ama kendi sesi bile tedirgin çıkarken korkmamak elimde değildi. Arkama baktım. Mesafe açılmıştı. Bizi her kim takip ediyorsa artık dibimizde değil, elli metre uzağımızdaydı. "Bak uzaklaştık." dedi.

Önüme döndüm, her şey çok hızlıydı. Yirmi metre sonra viraja girecektik. Yol tek şeritli ve çift yönlüydü. Çok korkuyordum. Nefesimi tuttum, gözlerimi kapattım ve sağ tarafımızdaki uçurumu düşünmemeye çalıştım. Deniz hızını düşürmemişti, arkamızdaki araba da aynı hızda devam ediyordu. Bu yolu bildiği için Deniz'in zorlanmayacağını umuyordum. Arkamızdaki araba bu yola yabancıysa bu hızla virajı alamaz, uçurumdan yuvarlanırdı.

Gözlerimi açtım. Deniz'in virajın en keskin noktasında aniden frene basması, el frenini çekmesi ve direksiyonu tam tur sola çevirmesi aynı iki saniyeye denk gelmişti. Kulağımda yankılanan fren sesi kalbimi yerinden çıkartmaya yetecek kadar kuvvetliydi. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Fark ettiğim tek şey arabamızın kendi etrafında dönmeye başladığıydı. Çığlık attım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Burada uçurumdan düşerek ölmek istemiyordum.

"Deniz." diye bağırdım. Araba yarım tur döndüğünde artık sol şeritteydi. Deniz drift yaparak şerit değiştirmiş, arabayı saniyeler içinde geldiğimiz yöne doğru döndürmüştü.

Bizi takip eden araba az evvel üzerinde olduğumuz şeritte kalmıştı, üzerimize doğru geliyordu. Kaybettiği direksiyon hakimiyetini kazanmaya çalıştığını görebiliyordum. Ama artık onun için çok geçti. Deniz'in hayatımızı tehlikeye atarak aldığı riskli hamle onların dikkatini dağıtmıştı. Frene bassa da boşa bir çabaydı. Hızını kesemeyen araba gürültülü bir şekilde bariyerlere çarptı. Bariyerler arabayı yolun üzerinde tutmaya yetmemişti. Araba önce doksan derecelik bir açıyla havalandı. Kısacık bir zaman sonra da gözlerimizin önünden kayboldu.

Korkudan ve adrenalinden ne yapacağımı bilmiyordum. Her şey on saniye içinde olmuştu. Kalbim nefes almamı engelleyecek kadar hızlı atıyordu. Gözyaşıyla dolmuş yüzümle Deniz'e doğru döndüm. "Deniz." dedim fısıltıyla. Ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

Deniz kollarını bana uzatıp beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. "İyi misin?" dedi korkuyla. "Sevgilim iyi misin?" Başımı şiddetle iki yana salladım. Bütün vücudum titriyordu.

Birkaç saniye sonra biri camıma vurdu. Deniz kollarını çekerek arkama baktığında ben de başımı çevirdim. Yabancı biri endişeyle cama vuruyordu. Deniz camı açtı. "İyi misiniz?" dedi cama vuran adam. "İyi misiniz? Bir şeyiniz yok değil mi?"

Deniz'e döndüm. İyi olup olmadığımı anlayamıyordum. Bildiğim tek şey kalp ritmimin hala düzensiz olduğuydu.

"İyiyiz." dedi Deniz ve yanağımı sevip arabadan indi. Gerçekten iyi miydi bilmiyordum ama beni iyi olduğuma inandırmaya çalıştığını biliyordum.

***

Deniz arabadan ineli yirmi beş dakika olmuştu. Ayakta olmadığım halde dizlerimin bağı çözülmüş gibi hissediyordum. Kendi bedenimi taşımakta zorlanıyordum. Ağzım kurumuştu.

Dışarıyı izledim. On dakika önce bulunduğumuz konuma gelen polis araçlarının kırmızı ve mavi ışıkları gözlerimi alıyordu. Ambulansın siren sesleri de kulaklarımı dolduruyordu. Arama kurtarma ekiplerinden inen görevliler telaşla oradan oraya koştururken sadece izliyordum. Uçuruma uçan arabayı yukarı çekmek için mobil vinç de gelmişti. Arama kurtarma ekiplerinden bazıları vince bağlı kalın halatları arabaya bağlamak için kayalıklardan aşağı inmişti.

Araba dakikalar önce büyük bir patlamayla patladığında ağlamamın şiddeti de artmıştı. Arabada her kim varsa uçurumdan düştüğünde ölmemiş olsa bile patlamayla birlikte ölmüş olmalıydı. Tüm bunları az evvel bana su içirmek için arabaya gelen Deniz'den öğrenmiştim.

Ağır hareketlerle kucağımdaki sepeti arka koltuğa bıraktım, arabadan indim. Deniz Serhat savcıyla birlikte bir köşede konuşuyordu. Yanlarına doğru ilerledim. Kargaşa büyüyerek devam ediyordu. Bu koşuşturma başımı döndürmüştü.

"Arabada dursaydın." dedi savcı beni gördüğünde. Deniz bitmemiş sigarasını yere attı ve ayakkabısıyla söndürüp iki koluyla birden beni sarıp sarmaladı. Çenesini başımın üzerine koydu.

"Gitmek istiyorum." dedim.

"Gidebilirsiniz şimdi." dedi savcı. "İyi hissediyor musun?" Başımı iki yana salladım. Savcı Deniz'e döndü. "Siz gidin Deniz. Burada yapacağınız bir şey kalmadı."

"Kimlikleri." dedim. "Belli oldu mu? Kimmiş arabadakiler?"

"Değil. Plakayı araştırıyoruz. Çok sürmez. Netleştiğinde haber vereceğiz size."

Deniz başını salladığında çenesi hafif hafif başıma çarpmıştı. "Teşekkür ederiz Serhat abi."

"Görevim Deniz. Hadi siz gidin artık."

Deniz beni arabaya yönlendirdi. Bir kolunu benim boynuma sardı, ben de bir kolumu onun beline sarmıştım. "Melih mi sence?" dedim yutkunarak. "Eğer oysa kurtulduk mu tamamen?"

"Kurtulduk sevgilim." dedi. "Galiba sonunda gerçekten kurtulduk."

"Hala çok korkuyorum. Sen, sen nasıl yaptın Deniz? Biz uçurumdan aşağı uçabilirdik."

"O riski almasaydım kurtulamazdık Ada. Hem bak hayattayız. Korkma tamam mı? Bir şey yok. İyiyiz." dedi, alnımı öptü. "Üşüdün mü sen? Titriyorsun. Korkudan mı titriyorsun?"

Başımı salladım. "Evimize gidelim Deniz."

"Evimize gidiyoruz bir tanem." dedi, kapımı açtı. Beni oturttu ve arka koltuktan sepeti alıp kucağıma koydu.

"Roma acıkmıştır. Bir an önce gidelim." dedim parmağımı uzatıp Roma'nın başını severken.

Deniz başımı öptü, kapımı kapattı, kendi yerine geçti. Birkaç dakika sonra evimize dönüyorduk.

Telefonumda bir sürü çağrı ve mesaj vardı. Hiçbirine yanıt verecek durumda değildim. Nefes alamayacak kadar yorgun hissediyordum. "Herkes aramış, mesaj atmış."

"Bende de durumlar farksız. Uygar'a döndüm sadece. Anlattım olanları. Endişelendi haliyle. O anlatmıştır herkese."

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Çok yorgun hissediyorum Deniz. Fiziksel olarak değil. Ruhsal olarak, zihinsel olarak. O kadar yorgunum ki. Ne zaman toparlanacağım ben?"

"Sevgilim sadece biraz zamana ihtiyacımız var. Geçti her şey. Bitti. Bak biz çok mutlu olacağız. Korku yok, kaygı yok. Yuvamızda çok güzel, huzurlu günlerimiz olacak. Ne olur bunları düşünme artık yalvarıyorum."

Elimi vitesin üzerindeki elinin üstüne koydum, minicik de olsa gülümsedim ve başımı omzuna yaslayıp gözlerimi kapattım.

***

Gözlerimi açtığımda evimizin bahçesinden içeriye giriyorduk. Gözlerimi ovuşturdum. Deniz kolunu uzatıp elinin tersiyle yanağımı sevdi. "Güzelim." dedi mırıldanır gibi bir sesle.

Yayıldığım koltukta biraz olsun doğruldum. "Serhat savcı aradı mı?" diye sordum merakla.

"Aramadı sevgilim." dedi, arabayı durdurdu. "Araştırıyorlardır hala. Biraz daha bekleyelim."

Başımı salladım, sepetle birlikte arabadan indim. Deniz anahtarı adamlarından birine verdi, bana yetişti ve kapıyı açtı. "Sıcak bir duşa ve uyumaya ihtiyacım var." dedi gerçekten yorgun bir sesle. Hemen ardından merdivenlere yöneldi.

"Ben biraz Roma'yla ilgileneceğim." dedim. "Sonra gelirim."

"Tamam sevgilim." dedi Deniz. Roma'yı sepetten çıkartıp kucağıma aldım. Uygar'ın onun için eve gönderdiği malzemeleri ve mamaları buldum. Bir kaba su bir kaba mama koydum. Tuvalet ihtiyacı için de banyoya kabını ve kumunu koydum. Sonra evi keşfetmesi için onu yere bıraktım. Önce biraz mama yedi, su içti. Kuş sesi çıkaran oyuncağıyla oynadı. Onu salonda bırakıp odamıza çıktım. Deniz duş almış, yatağa uzanmıştı. Kapı sesini duyunca bakışlarını bana çevirdi. Eliyle yatağa iki kez vurdu. "Gel." dedi. Usul usul yanına ilerledim. "Sen sormadan söyleyeyim. Serhat abi hala aramadı." Başımı sallayıp yanına uzandım. Başımı kalbine yasladım. Saçlarımı sevmeye başladığında kısık bir sesle gülümsedi. "Adelia Dienes."

"Efendim." dedim. Ben de gülümsemiştim.

"Adelia Ada'ya, Dienes de Deniz'e benziyor. Özellikle mi seçtin? Hadi A ve D harflerini baş harflerimiz diye seçmişsin. O belli."

"Evet." dedim. "Özellikle seçtim. Adelia Dienes."

"Güzel ama yine de Ada Dinçer Aladağ kadar güzel değil." dedi, çekmeceye uzandı. Ne çıkarttığına bakmak için başımı kaldırdım. Nikah defterimizdi.

Heyecanla defteri elime aldım ve göğsüme kapattım. "Kimliğim nerede peki?"

"Benim cüzdanımda. Ehliyetin de benim cüzdanımda." dedi. Telefonu çalıyordu. Çekmecenin üzerinden telefonunu aldı. Ekranı bana gösterdi. Serhat savcı arıyordu. "Abi." dedi heyecanla. "Bir gelişme mi oldu?"

"Evet." dedi Serhat savcı. "Belli oldu ölenin kimliği."

"Kim abi?" dedi Deniz telaşla. "Melih mi?"

Savcı derin bir nefes aldı. "Gözümüz aydın." dedi büyük bir rahatlamayla. "Ölen Melih Deniz. Bitti her şey. Kurtulduk. Kurtuldunuz."

"Abi." dedi Deniz. "İnanamıyorum."

"İnan inan." dedi savcı. "Hadi ben haber vermek için aramıştım, kapatıyorum şimdi. Daha çok işim var." Deniz telefonu kapatıp yatağa fırlattı, bana dönüp sımsıkı sarıldı. Saçlarımı öptü.

"Sevgilim bitti." dedi sevinçle. "Bitti. Artık tamamen bitti." Her kelimesinde bana daha sıkı sarılıyordu. Sanki beni içine katası vardı. "Her hayalimizi gerçekleştirebiliriz artık. Hiçbir engel yok. İstediğimiz her şeyi korkmadan, kaçmadan yaşayacağız. Sen ve ben."

"Rüya gibi." dedim. "Deniz gerçek mi bu olanlar? Kader bizden yana mı artık? Biz kazandık mı?"

"Kazandık benim güzelim. Artık bize zarar verecek kimse yok." Rahat bir nefes aldım. Deniz sarılmamızı sonlandırıp yüzümü ellerinin arasına aldı ve dudaklarıma güçlü bir öpücük bıraktı. Yüzündeki sevinci görmek her şeye bedeldi.

 

Bölüm : 02.03.2025 15:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...