69. Bölüm

66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında

Kubra Akyol
_kubraakyol

7 Mart, Pazartesi

Nasıl olmuştu bilmiyordum ama bu sabah tüm yüklerimden arınmış, tüm acılarımdan sıyrılmış, sanki hayatımın bundan sonrasında hep güzelliklerle karşılaşacakmışım gibi hissederek uyanmıştım.

Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey Deniz'in huzur dolu yüzüydü. Yastığa gömülmüştü ve dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Öyle güzel, öyle sakindi ki. İçimdeki aşk, bir dalga gibi kalbime vurdu. Dayanamayıp yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. Hafifçe kıpırdandı ama uyanmadı. Onu rahatsız etmemek için dikkatle yataktan süzüldüm ve aşağı indim.

Salonun köşesinde sehpanın altında sarı tüyleriyle küçücük bir sıcaklık yuvarlanıyordu. Roma. Onu gördüğüm an içimde tarifsiz bir sevgi belirdi. Ellerimi uzattım, kucağıma aldım. Mis gibi, yumuşacıktı. Tüylerine gömüldüm, kokusunu içime çektim. Minik burnu avucuma sürtündü, patileriyle göğsüme yaslandı. O an içimde kocaman bir mutluluk oluştu. Roma artık bizim iki kişilik ailemizin bir parçasıydı.

Roma'yı uzun uzun sevdikten sonra onu salona bırakıp mutfağa geçtim. Sabahın ilk ışıkları mutfağın geniş camlarından süzülüyor, tezgâhın üzerindeki çaydanlığa yumuşak bir parlaklık veriyordu. Derin bir nefes aldım. Önce çayı koydum. Sonra buzdolabını açıp ne var ne yoksa tezgaha çıkardım. Bütün malzemeleri servis tabaklarına servis ettim. Hazırladığım tabakları büyük bir tepsiye koyup tepsiyi kış bahçesine götürüp bütün tabakları masaya dizdim. Mutfağa döndükten sonra ekmek kızarttım, omlet yaptım ve bahçeye çıkıp temiz bir nefes aldım. Taze çayın kokusu, ekmeklerin kızaran yüzeyinden yükselen nefis koku bahçeye bile yayılmıştı.

"Günaydın yenge." dedi Hakan. Bahçede birkaç adamla birlikte bir şeyler konuşuyordu. Hava mis gibiydi ve burnuma çiçek kokuları geliyordu. "Erkencisin."

Saatin kaç olduğunu bilmiyordum çünkü bakmamıştım. "Öyle oldu." dedim. Hakan erken dediyse erken bir saat olmalıydı.

"Bir yere mi gideceksiniz?"

"He yok." dedim. "Öyle bir hava almaya çıktım. Bu çiçek kokuları nereden geliyor?"

Hakan eliyle çardağın arkasını gösterdi. "Çardağın arkasına çiçek ekmişti Canan Hanım. Onlar açmış galiba."

"Mis gibi kokuyor." dedim ve çardağın arkasına ilerledim. Çok güzel, rengarenk çiçekler vardı. Hepsinden birer dal koparıp Hakan ve diğer adamlara tekrar selam verdikten sonra mutfağa döndüm. Topladığım çiçekler için vazo aradım ama yoktu. Sanırım dışarıya çıktığımda yapacağım ilk iş vazo almak olacaktı.

Şimdilik çiçeklerimi büyük bir bardağa koydum ve solmamaları için bardağı suyla doldurdum. Bardağı yemek masamıza bıraktım, odamıza çıktım. Deniz hala uyuyordu. Yatağa uzanıp işaret parmağımın ucunu Deniz'in boynundan karnına kadar indirdim. Sonra tekrar yukarı çıkardım. Tekrar indirdim. "Sevgilim." dedim nazlı bir sesle. "Hadi uyan." Parmağımı üzerinde gezdirmeye devam ediyordum. "Sana enfes bir kahvaltı hazırladım."

Deniz gözlerini araladı. Yüzüne çok güzel bir gülümseme yerleşmişti. Kollarını etrafıma sardı, yüzünü boynuma gömdü, tenimin kokusunu ciğerlerine nüfuz edene kadar içine çekti. "Hmm." dedi huzurlu bir nefes vererek. "Hiçbir şey senin dudakların kadar enfes değil." dedi. Yüzünü kaldırdı, dudaklarıma iştahlı bir öpücük bıraktı.

Kıkırdadım ve bana sıcacık bir ışıltıyla bakan gözlerini izledim. "Günaydın bi' tanem."

"Günaydın canımın içi." dedi, yanağımı aralıksız beş kez öptü. "Sana neden doyamıyorum?" diye sordu, bir daha öptü.

"Aşıksın ya ondandır. Bana da oluyor o. Mesela olur olmadık yerlerde seni öpesim geliyor." dedim. Bu sefer ben onu öptüm. Yüzümü çektiğimde bana huzurla bakıyordu. "Hadi kalkalım. Bugün okula gideceğiz."

Deniz sanki ona söylemiyormuşum gibi yüzünü tekrar boynuma gömdü. "Çıkmak istemiyorum ben yataktan." dedi ve kolları yetmiyormuş gibi beni bacaklarıyla da sardı. "Biraz daha böyle kalalım. Olmaz mı?"

"Bana göre hava hoş." dedim. "Ama ocakta çay var. Yanmasın."

"Ben yanıyorum Ada." dedi arsız ve çapkın bir sesle. "İçimde sürekli büyük bir yangın başlatıyorsun. Bu ateş hiç söner mi?"

"Sönmesin." dedim. "Çünkü ben, beni sürekli arzulayan bu halini çok seviyorum."

"Bak sen. Başka neyi seviyorsun bakalım?"

"Hmmm." dedim düşünerek. "Beni öpmeni seviyorum. Bana dokunmanı seviyorum." Deniz'in eli bacağıma kaydığında aklımı başımdan almaya çalıştığını ancak idrak edebiliyordum. "Ama sevgilim sen hep tahrik kullanıyorsun." dedim minik bir kahkahayla.

Söylediğim şeyi umursamadan konuyu başka bir yere savurdu. "Kahvaltıyı boş ver. Bize zevk veren başka şeyler de yapabiliriz."

"Edepsiz." dedim kahkaha atarak. "Kalk hadi. Çok açım ben. Kaçta uyandım biliyor musun? Ohoo çok erken uyandım. Acıktım o yüzden. Hadi yemek yemeye inel-" dedim. Cümlemi tamamlayamadan Deniz beni öperek susturdu.

"En azından öpmeme izin ver." dedi öpücüklerinin arasından. En azından öpmesine izin vermiştim.

On beş dakika sonra aşağı indiğimde Deniz'in annesinin bana hediye ettiği sarı, tüylü ve taşlı topuklu ev terliklerini giydim. Çaydanlığı aldım ve kış bahçesine doğru ilerledim. Deniz o sırada merdivenlerden iniyordu. Beni görünce durdu ve terliklerimi görünce gülmeye başladı. "Şaka yaptığını zannediyordum." dedi bakışlarıyla bana terlikleri gösterirken. "Gerçekten giymişsin."

"Terliklerimle arama girme." dedim, arkamda bıraktığım tok seslerle birlikte kış bahçesine doğru devam ettim. "Bundan sonra evde her an bu terlikleri giyeceğim."

"Giy hayatım giy de bir saat sonra bu topuklu terlikler beni çok yordu diyerek panduflarına sarılacaksın demedi deme."

"Sen öyle san." dedim. Kış bahçesine gelmiştik. Bardaklara çay koydum. Çaydanlığı masaya bıraktım. Deniz masayı inceliyordu.

"Karımın ellerinden yiyeceğim ilk kahvaltı." dedi gülümseyerek. "Böylesine olağan ve basit bir şeyi bile çaldılar elimizden." dedi. Yanına ilerleyip kollarımı beline sardım.

"Ssh. Bak bitti her şey. Bize zarar verecek ya da bizi ayıracak hiçbir şey yok artık. Böyle şeyleri düşünmeyi yasaklıyorum sana. Bak yan yanayız. Hep de yan yana olacağız."

Deniz saçlarımı kokladı ve başıma minik bir buse kondurdu. "İyi ki geldin Ada. İyi ki beni buldun. Hayatıma, kalbime, evime iyi ki geldin. Her şey o kadar büyüleyici ki. Mesela yıllar önce hastanenin bahçesinde rastladığım o sarı tokalı, gece saçlı, ay tenli küçük kızın karım olacağını bana söyleseler o an güler geçerdim. Ama hayat mucizelerle öyle dolu ki insana asla olmaz dediği şeyleri yaşatıyor. Ve ben sanırım ömrümde ilk kez hayatı seviyorum. Sırf senin için şu hayata büyük bir şükran borçluyum."

"Ya Deniiiiz." dedim yarı nazlı yarı şımarık bir sesle. "Seni çok seviyorum."

"Ben seni daha çok seviyorum." dedi, yanağımı öptü, sandalyeme oturmama yardım etti ve sonra da kendi sandalyesine oturdu. Çay bardağını ona doğru uzattım. O esnada Roma da kış bahçesine geliyordu.

"Alıştı bile bize, baksana." dedim, Roma fıtı fıtı koşarak masanın altına geldi ve ayaklarımızın ucuna kıvrıldı.

Deniz bana Ben sana demiştim. der gibi bir bakış attığında gözlerimi devirdim ve hazırladığım kahvaltılıklardan tabağıma doldurmaya başladım. "Ülkü ablayı çağıralım mı?" dedi bir dilim peyniri ağzına atarken.

"Bence biraz daha yalnız kalalım." dedim ve Deniz'in ne tepki vereceğini anlamaya çalıştım. "Kalmayalım mı?" dedim kaşlarımı kaldırıp. "Daha yeni kavuştuk. Birbirimizin tadını çıkarsaydık."

Deniz gülümsedi, sandalyemin altına uzandı ve beni sandalyeyle birlikte kendine yaklaştırıp yanağımı, ardından boynumu öptü. "Sen ne güzel şeyler söylüyorsun öyle." dedi arsız bir edayla. "Kalalım tabii. İstediğin kadar yalnız kalalım. Ben sana doyayım. Sen de bana."

"Doymam ki." dedim. "Yani seni sürekli öpmek istiyorum ve bu isteğimin geçeceğini de hiç zannetmiyorum."

Deniz'in yüzündeki gülüş daha da büyüdü. Başını iki yana salladı. "Sanırım yeni haline ayak uydurmakta zorlanacağım."

"Nesi varmış ki yeni halimin? Ne dedim ben?"

"Böyle sürekli erotik konuşuyoruz ya." dedi ve bakışlarını dudaklarıma çevirdi. "Hoşuma gidiyor."

Utanıp başımı tabağa çevirdim. "Deniz." dedim uyarıcı ama utangaç bir sesle. "İyi çağıralım o zaman Ülkü ablayı. Alışamayacakmışsın madem yeni halime."

"Yok, laf ağzından çıktı bir kere. Uzun bir süre daha bu evde yalnızız. Seninle yapacağımız şeyler var."

"Nasıl şeyler?" dedim tekrar ona bakarak.

O bana bakmıyor, kahvaltısını yapmaya devam ediyordu. "Odamızda, yatağımızda, banyomuzda, salonumuzda, çalışma odamızda, hatta burada yapabileceğimiz bazı şeyler." dedi ve başını bana çevirip sırıttı.

Şaşkınlıkla açılmış ağzımla başımı iki yana salladım ve önüme döndüm. "Okuldan sonra işe gidecek miyiz?" dedim konuyu değiştirerek. Biraz daha erotik konuşmaya devam edersek Deniz'i odamıza sürüklemekten korkuyordum.

"Biraz dinlenmeyelim mi karıcım?" dedi kaşlarını kaldırıp benim onayımı beklerken. "Günlerdir neler yaşıyoruz. Adapte olamadım ben henüz. Sen hemen nasıl konsantre olacaksın? Biraz normal hayatımıza devam etmeyelim mi?"

"İşe gitmek de normal hayat değil mi? Hem kafam dağılır. İyi gelir bana."

"Bak ne diyeceğim sana." dedi heyecanla. "Bursa'ya gidelim mi?"

"Bursa mı?"

"Evet Bursa. Dedenlere gideriz. Hiç vakit geçiremedin zaten sen onlarla. Dedeni, babaanneni, halanı ziyaret ederiz. Sonra benim ormanıma gideriz ve geçmişte planladığımız bisiklet yarışını yaparız. Olmaz mı?"

Gülümsedim. "Yani bilmem ki." dedim kararsız bir sesle.

"Kuzenlerini görürsün. Oya'yı, Oğuz'u. Sonra Aydın'a gideriz. Selay'ın ailesiyle konuşur, onlar için yapacağımız sürpriz düğünü konuşuruz. Dayını, Güneş'i ve yengeni görürsün. Annenin kuzeni Efsun ablayı ziyaret ederiz. Onun kızları Çağla ve Feyza'yı da görmüş olursun." dedi. Çok heyecanlıydı. Onun heyecanını görünce ben de çok heyecanlanmıştım.

"Tamam." dedim. "Gidelim. Ne zaman gidelim?"

Deniz burnumdan makas alıp ağzıma çilek sokuşturdu. "Yarın gidelim mi?" dedi, gözleri kısılana kadar gülümsemişti.

"Olur!" dedim heyecanla. Uzanıp yanağını öptüm. "Ama balayı tatilimiz olmayacak bu haberin olsun. Öyle kolay kurtulamazsın."

"Balayına Selay ve Can'ın düğününden sonra gideceğiz sevgilim."

"Nereye gideceğiz?"

"Kapadokya'ya istiyordun sanki." dedi düşünür gibi yaparken.

"Evet harika olmaz mı?"

"Seninle nereye gitsem harika olur güzelim. Kapadokya da harika olur yani. Gidebiliriz."

"Gidelim." dedim ve huzurlu bir iç çekişle önüme dönüp çayımı yudumladım.

"Okul için heyacanlı mısın?" dedi kahvaltısına devam ederken.

"Yaşıtlarım yıllar önce mezun oldu ama ben hala diplomamı alamadım. Galiba kader mimar olmamı istemiyor sevgilim."

"Kaderin ne istediği pek umurumda değil. Ben senin mimar olmanı istiyorum. O diploma bu baharda alınacak. Benden söylemesi. Yoksa şirkette çalışmayı unut."

"Zaten diplomamı almadan çalışmak istemiyorum Deniz. Senin bana ayrıcalık tanıman doğru olmaz. Etik değil bir kere. Mezun bile olmamış birini sırf karısı diye mimarlık departmanının başına getirmiş demesin kimse. Böyle şeyler duymak istemiyorum."

Deniz uzanıp çenemin altını sevdi. "İş ahlakını yesinler senin. Etik karım benim."

Gözlerimi devirerek güldüm. "Final ödevimi versem de hemen mezun olsam keşke."

"Olursun sevgilim. Uygar sana yardımcı olur. Beraber hazırlarsınız."

Başımı salladım. O sırada Tolga içeriye girmişti. "Afiyet olsun." dedi aceleci bir tavırla. Masanın yakınlarında bir yerde durdu ve ellerini karnının altında birleştirdi.

"Sağ ol Tolga. Hayırdır, niye telaşlısın?"

"Deniz Bey biri geldi. Kapıda bekletiyoruz. Sizi görmek istiyormuş."

"Adı ne bunun? Ben tanıyor muyum?"

"Evren Sancaktar diye biri Deniz Bey. Alayım mı içeri?"

Ben böyle birini tanımıyordum. Deniz'in tanıyıp tanımadığını da bilmiyordum. Ama görüntüsüne bakılırsa tanıyordu çünkü ismi duyar duymaz gerilmiş, yüzü de aniden beyaza dönmüştü. Bir süre düşündü. Ellerini birleştirdi, birbirine kenetlediği parmaklarını çıtlattı. "Ne işi var bu herifin burada?" dedi. Kendi kendine sormuştu bu soruyu. Tolga ne cevap vereceğini bilemez bir halde Deniz'den bir cevap bekliyordu. "Al içeri Tolga. Salonda beklesin. Kahvaltınız bittiğinde geleceğim." dedi Deniz, hala gergindi.

Tolga karnının üzerinde birleştirdiği ellerini serbest bıraktı, "Peki Deniz Bey. Nasıl isterseniz." dedi ve hızlı adımlarla kış bahçesinden ayrıldı.

"Kim bu Evren Sancaktar?" diye sordum. Bal sürdüğüm ekmeğimi ısırmaktan vazgeçip tabağa koydum, meraklı gözlerle Deniz'e baktım.

"Önemli biri değil. Boş ver sen. Biz kahvaltımızı yapalım. Hadi ye o tabağındakileri."

"Deniz kim o adam? Neden gerildin?"

Deniz bana cevap vermedi ve telefonunu alıp birini aradı. Birkaç saniye içinde de konuşmaya başladı. "Alo Uygar. Neredesin? Bizim eve yakın mısın?... Anladım, süper. Bil bakalım kim geldi kapıma... Evren Sancaktar... Aynen, içeriye aldırdım... Bilmiyorum derdini, çıkmadım daha karşısına... Sakinim." dedi ama bence hiç sakin falan değildi. "Ne yüzle geliyor bu herif buraya Uygar? ... Konuşacağım artık ne yapayım? ... Tamam, boş ver şirketi bana gel. Elimden bir kaza çıkacak yoksa." dedi, telefonunu kapattı ve yüzümü avuçlarının içine alıp alnımı öptü. "Sen burada kal olur mu?" dedi tereddüt eklediği sesiyle. "Benim ufak bir görüşmem var."

"Deniz okula gidecektik."

Deniz unuttuğu bir şeyi yeni hatırlamış olmanın verdiği şaşkınlıkla gözlerini açtı, kaşlarını kaldırdı. "Gideceğiz sevgilim. Şu adamın derdini öğreneyim, sonra okula da gideceğiz."

Ayağa kalktım. "Kim olduğunu hala söylemedin." dedim.

Deniz sıkıntıyla başını salladı ve salona yürüdü. "Burada kal Ada."

Burada kalmayacaktım. Ayağa kalktım ve birkaç saniye sonra Deniz'in peşinden yürüdüm. Topuklu terliklerin çıkardığı sesler sinirlerimi bozmuştu. Zaten ayaklarımı da ağrıtmışlardı. Bir çırpıda ayaklarımı bu eziyetten kurtardım ve terlikleri adeta kapının köşesine fırlattım.

Salona ulaştığımda Deniz "Ne işin var ulan senin bu evde?" diye adama soruyordu. Evren Sancaktar gülümsedi. Kendinden emin, rahat bir adamdı. Deniz'in öfkesi ona işlemiş gibi durmuyordu. Birkaç saniye beni süzdü, sonra başını yana eğip özgüveninden taviz vermeden Deniz'e baktı. Oturduğu koltukta bacak bacak üstüne attı. Orta yaşlı biriydi. Yavaş yavaş yanlarına doğru ilerledim, yemek masasının sandalyelerinden birine oturdum. Deniz geldiğimi fark etmemişti, ayakta volta atıyordu. "Dilini mi yuttun be adam konuşsana."

"Sakin ol yeğenim." dedi Evren.

"Sen ne yüzle geliyorsun benim evime ya? Nasıl buldun hem sen benim evimi?"

"Sora sora Bağdat bulunurmuş." dedi Evren. Bu laubalilik hakkına nereden sahip olduğunu anlayamıyordum.

"Siktirtme Bağdat'ını!" diye kükredi Deniz. "Baban mı gönderdi seni?" Evren'in kim olduğunu bilmezken bir de babası çıkmıştı. Neler olduğunu asla anlayamıyordum.

"Babamı kaybettik Deniz." dedi Evren üzüntüyle. "Haberin yok muydu?"

Deniz bir an duraksadı ve Evren'in yüzünü uzun uzun inceledi. "Yok haberim." dedi küçük bir şaşkınlıkla. "Ailenin şeceresini takip etmiyorum."

"Zor günler geçirdin. Karını aramakla meşguldün. Sen de haklısın. Başka şeylere vakit ayırmaman çok normal. Ama sonunda kavuşmuşsun ona. Gözün aydın."

"Sadede gel sadede! Ne işin var senin burada? Ne istiyorsun benden?"

"Oğlum Güney." dedi Evren sıkıntıyla. "Başı dertte. Ona yardım etmeni istiyorum."

Deniz kahkaha atmaya başladığında olayın ciddiyetini kavramaya çalışıyordum. Sinirleri çok bozulmuştu. Arkasını döndü, bakışları dakikalar sonra beni buldu. "Ada." dedi ciddi bir ifadeyle. "Bizi yalnız bırakır mısın?"

Başımı iki yana salladım.

"Ne oldu? Karının öğrenmesini istemediğin şeyler mi var?" dedi Evren.

"Neyi öğrenecekmişim?" dedim, sandalyeden kalktım ve hızlı adımlarla yanlarına yürüdüm.

"Gökalp Karahan'ın gerçekten de Fatih Aladağ'ın hatası yüzünden öldüğünü bilmiyorsunuz sanırım." dedi Evren. Bir anda tüm kanım çekilmiş gibi içim titremişti. Bozguna uğramıştım. "Sevgili kocan sana söylemedi mi?"

"Kes." diye bağırdı Deniz. "Baban olacak şerefsiz, sahte dosya hazırlatmasaydı sana, anestezi yanlış uygulanmayacaktı. Benim babam senin baban yüzünden hata yaptı. Benim babamı göz göre göre yanlışa sürüklediniz siz. Sahte dosya olmasaydı Gökalp yaşıyor olacaktı. Senin baban yüzünden öldü Gökalp. Benim babam yüzünden değil."

"Kanıtın var mı Deniz?" dedi Evren zafer edasıyla. "Ameliyata giren anestezi uzmanının itirafından başka kanıtın var mı? Adam öldü gitti. Başka hiçbir kanıtın yok. Deliller beni haklı çıkarıyor. Baban o ameliyatta kusurluydu ve Gökalp baban yüzünden öldü. Bu haberi medyaya düşürsem ne olur?"

Deniz sinirle güldü. "Sen? Benim evimde? Benim salonumda? Beni tehdit mi ediyorsun ulan yavşak herif?" dedi Deniz ve Evren'in üzerine yürüdü. Onu kolundan tuttum ve olduğu yere sabitledim.

"Anlaşmaya varmaya çalışıyorum." dedi Evren sahte bir samimiyetle. Ne işler döndüğünü asla anlamıyordum. Bu adam kimdi? Babası kimdi? Neden Fatih Aladağ'ın hata yapmasını istemişlerdi?

"Benim seninle varacağım herhangi bir anlaşma olamaz! Yıllar önce olmuş bitmiş bir şeyi şimdi ne diye göz önüne getiriyorsun?!"

"Dedim ya, oğluma yardım etmeni istiyorum. Yoksa Gökalp'in ölümüne sebep olan belgeleri basına sızdırırım."

"O belgeler sahte! Sahte belge hiçbir işe yaramaz. Melih öldü, karısı öldü, Özgür öldü. Kimse peşine düşmez bunun. Boşuna vakit kaybedersin. Oğlun ne halt yediyse git başka birini bul o temizlesin sicilini. Benden sana tek bir yardım dokunmaz!"

"Sahte olduğunu kanıtlayacak bir dayanağınız yok. Ayrıca ben senin yardım etmeni istiyorum." dedi Evren, kararından vazgeçecek gibi durmuyordu. "Hem kimse peşine düşmese bile hastanelerinizin adı kirlenir. Büyük skandal bence."

"Senin oğluna yardım etmeyeceğim!" diye bağırdı Deniz. "Sen kimsin de sana ya da oğluna yardım edeceğim ben ya?"

"Annenin kardeşiyim." dedi Evren bir anda. Şaşkınlıktan olduğum yere düşüp bayılacaktım. Canan Hanım'ın sadece bir tane kardeşi vardı. O da Deniz'in teyzesi Şebnem'di. Onunla düğünümüzde tanışmıştım. Hayal meyal hatırlıyordum. Bu adam neler saçmalıyordu? Kafam çok karışmıştı.

"Sen annemin kardeşi falan değilsin. Sen Kürşat denen o adamın bizim ailemize attığı büyük bir kazıksın. Fazlası da olamazsın. Anladın mı beni? Şimdi kalk git evimden yoksa elimden bir kaza çıkacak."

"Bak Deniz. Benim soyadım bana birçok kapıyı açar. Ama-"

"Soyadını siktirtme bana. Çık git evimden." dedi Deniz ve Evren'e kapıyı gösterdi.

"Gökalp'in ölmesi Ada'nın da işine yaradı. Bak Gökalp ölmeseydi karın ölecekti ve hiç tanışmayacaktınız. İyi ki Gökalp'in ölümüne sebep olmuş baban. Öyle değil mi?"

"GÖKALP'İ BABAM ÖLDÜRMEDİ!" diye bağırdı Deniz. "Daha kaç kez söyleyeceğim bunu? Senin baban sebep oldu buna. Babam bir çocuğun hayatı söz konusuysa hata yapmaz. Kürşat yüzünden öldü. Babam yüzünden değil."

"Nihayetinde öldü." dedi Evren. "Bütün oklar babanı işaret ediyor. Yani Güney'i kurtarmak zorundasın. Ailenin adı lekelenmesin istiyorsan."

"Ben seni öyle bir lekelerim ki cümle alem temizleyemez." dedi Deniz.

"Bunlar çok büyük laflar. Altında kalırsın. Ne söylediğine dikkat et bence. Bir daha sevdiğin biriyle sınanmak istemezsin diye düşünüyorum." dedi Evren ve bakışlarıyla beni süzdü.

Deniz büyük bir hışımla kolunu elimden kurtardı ve Evren'i yakalarından tuttuğu gibi onu ayağa kaldırdı. "NE HADLE?" dedi ve kendine sakinleşmek için kısa bir zaman tanıdı. İşe yaramamıştı çünkü daha çok sinirlenmişti. "HANGİ CÜRETLE SÖYLERSİN SEN BU CÜMLELERİ? AĞZINDAN ÇIKANI KULAĞIN DUYMUYOR MU SENİN? BENİ KARIMLA TEHDİT EDEMEZSİN SEN!"

"Duymakla ilgili bir problemim yok ama senin anlamakla ilgili problemlerin var sanırım. Beni hala anlamıyorsun."

Deniz Evren'e cevap vermedi ve onu yaka paça dışarıya sürükledi. "Bir daha seni değil bu evin içinde, bir metre yakınında bile görmeyeceğim. Anladın mı beni?" Evren cevap vermemişti. "SANA ANLADIN MI BENİ DEDİM!"

"Eninde sonunda kapıma geleceksin Deniz. Bunu sakın çıkarma aklından. Sakın."

Deniz kapıyı açtı, Evren'i dışarıya itti ve Evren yere kapaklandı. Deniz'in adamları kapıya üşüştüler. "Deniz Bey. Bir sorun mu var?" dedi Tolga.

"Atın bunu bahçeden dışarı. Bir daha da evin bir metre yakınına bile yaklaştırmayın."

Deniz'in emriyle birkaç adam Evren'i yerden kaldırdı ve sürükleye sürükleye bahçe kapısına götürdü. Deniz elimden tutup beni içeriye yönlendirdi ve kapıyı kapattı.

Deniz'in beni yürütmesine engel olarak olduğum yerde durdum. Deniz arkasına dönerek meraklı gözlerle beni izledi. "Neler olduğunu açıklayacak mısın Deniz?"

"Açıklayacağım Ada. Gel." dedi, beni tekrar salona yürüttü. Bu sefer ona boyun eğmiş, arkasından yürümüştüm.

"Dinliyorum." dedim. Koltuğa çöktüm ve Deniz'i izlemeye başladım. Deniz derin bir nefes alıp anlatmaya hazırlanırken kış bahçesinin olduğu taraftan Uygar geldi.

"Selam." dedi içeriye yürürken. En az Deniz kadar gergindi.

"Geç Uygar, gel." dedi Deniz, Uygar'a koltuğu gösterdi ve konsola yaslanıp dirseklerini konsolun üzerine koydu.

"Nereden çıktı bu Evren?" dedi Uygar. Koltuğa çöktü ve sıkıntılı bir sesle ofladı.

"Bir üvey dayım eksikti amına koyayım!" dedi Deniz. Kafam zaman geçtikçe daha da karışıyordu.

"Anlatacak mısınız artık? Neler oluyor? Ne üvey dayısından bahsediyorsunuz siz? Bu adam kim?"

"Dedemin gayri meşru çocuğu." dedi Deniz. Yavaş yavaş yanımıza ilerledi ve tam karşıma, Uygar'ın yanına oturdu.

"Annenin babası olan deden?" dedim. Deniz başını aşağı yukarı salladı.

"Gökalp'le ne ilgisi var peki? Ben hala hiçbir şey anlamıyorum."

Uygar avuç içlerini dizlerine koydu ve titreyen bir sesle nefesini dışarıya verdi. "Tamam, en baştan anlatıyorum." dedi. "Deniz'in dedesi Kürşat, karısı Filiz'i yıllar önce aldatmış ve terk etmiş. Filiz, Canan abla ve Şebnem ablayla bir başına kalmış. Yoksullarmış. Bir süre sonra hastalıktan ölmüş Filiz. Kürşat sahip çıkmamış çocuklarına. Fulya abla yani Canan ablanın teyzesi bakmış Canan abla ve Şebnem ablaya. O sırada Kürşat Ankara'da abuk sabuk işlere bulaşmış. Bir oğlu olmuş, Evren işte o da. Bunlar işleri büyütmüş. Ankara, Eskişehir, derken İstanbul'a kadar gelmişler. Zamanla it iti bulmuş ve bu Evren Melih'le tanışmış. Beraber çalışmışlar. Ortak gibi yürütmüşler işleri ama hep bir güç çatışmaları olmuş. İkisi de en büyük olmak istemiş. Bir çeşit gövde gösterisi yani. Sonra Gökalp'in hastalığı ortaya çıkmış ve Kürşat bunu kendi lehine kullanmaya çalışmış. Gökalp ölürse Melih'in gücünün azalacağını düşünmüş. Evren'in aklına girmiş. Gökalp'in ölmesini istemiş Kürşat da Evren de. Gökalp hastanede yatarken sahte anestezi raporu hazırlatmış Kürşat. Fatih abi raporun sahte olduğunu anlamamış. Ameliyat esnasında yüksek doz anestezi vermişler Gökalp'e. Gökalp de ölmüş."

"Melih bunu bilmiyor muydu?"

"Melih sürekli babamı suçluyordu. Evren'in sebep olduğunu bilse babamı suçlamazdı." dedi Deniz.

"Melih kendince haklıydı yani?"

"Gökalp'i babam öldürmedi Ada. Babam sahte rapora göre yaptı ameliyatı." dedi Deniz. "Sadece Melih babam öldürdü zannediyordu. Babam bilmiyordu raporun sahte olduğunu."

"Siz ne zaman öğrendiniz tüm bunları?"

"Biz iki sene evvel öğrendik." dedi Uygar. "Anestezi uzmanı itiraf etti."

"Sahte rapor nerede peki? Babanın hata yapmasına sebep olan rapor yani?"

"Evren'de." dedi Uygar. "O raporu almamız lazım yoksa baban katil damgası yiyecek Deniz."

Deniz sinirle ayağa kalktı. "Evren denen şerefsiz it sahte anestezi raporu hazırlatmasaydı Gökalp ölmeyecekti. Babam da bu suçlamayla karşılaşmayacaktı."

"Gökalp ölmeseydi ben ölecektim Deniz." dedim. "Unuttun mu Gökalp'in kalbi bende. O öldüğü için kalbini bana naklettiler. O öldüğü için yaşıyorum ben."

"Sana aşık olmam Evren'in yaptığını doğrular mı Ada?" dedi Deniz. Neye uğradığımı şaşırmıştım. "Sana aşığım diye Evren aklanmış mı oluyor?"

"Ne saçmalıyorsun sen Deniz?" dedi Uygar. "Keşke Gökalp ölmeseydi diyeceksin utanmasan."

"Saçmalama Uygar." dedi Deniz sesinin titrediğini fark etmeden. Kafasının karıştığını anlayabiliyordum. Bir ikilemdeydi. "Ben sadece bir çocuğun ölümünün yanlışlığından bahsediyorum."

"O yanlışlık olmasaydı ben yaşamıyor olacaktım Deniz. Sen baban tuzağa düştüğü için üzgünsün ama bunu unutuyorsun. Yaşama şansım yokken Gökalp sayesinde yaşadım ben."

"Konunun senin yaşıyor olmanla bir ilgisi yok." dedi Deniz. Onun söylediklerinden sonra ne yapacağımı bilemeden bir anlık boşlukta kalmıştım. Bir yandan zihnimdeki düşünceler hızla birbirini takip ederken, bir yandan da kalbim içimde yoğun bir sıkıntı ve korkuyla çırpınıyordu. Hiç beklemediğim bir şekilde, gözlerindeki o şaşkınlığı görünce içimdeki öfke daha da büyümüştü. "Ada," dedi sert bir şekilde, gözlerini bana dikerek, "Bunu seninle şimdi konuşmak istemiyorum."

"Ama ben konuşmak istiyorum." dedim. "Baban böyle bir suçla karşı karşıya kalmasaydı umurunda bile olmayacaktı Gökalp'in ölümü. Şimdi ne olduysa vicdana gelmişsin."

"Ada." dedi Deniz sert bir sesle. "Eğer Gökalp'in kalbini sen almasaydın ne düşünürdün tam şu an? Evren'in yaptığını doğru bir davranış olarak mı kabul ederdin?"

"Çocuklar!" diye araya girdi Uygar. "Sakin olur musunuz? Ne oluyor size?"

"Bana bir şey olduğu yok!" dedim ayağa kalkarak. "Deniz Bey Gökalp'in ölümü sayesinde karısının hayatta kaldığını unutmuş sanırım. Onu hatırlatmaya çalışıyorum." Ne kadar sakin kalmaya çalışsam da kalamıyordum. Öfkeme yenik düşmüştüm.

"Unutmadım Ada." Deniz'in yüzü gölgelenmişti. Gözleri, sesimdeki inadı fark edince iyice kısıldı. Beni bu tartışmanın dışında tutmak istiyordu. Ama ben sessiz kalan, sadece izleyen biri olmayı reddediyordum. "Konunun seninle bir ilgisi yok. Neden anlamıyorsun?"

"Ben anlamıyorum öyle mi?" dedim ellerimi göğsümde birleştirip bir ayağımı art arda yere çarparak. "Bir şey diyeyim mi Deniz? İyi ki ölmüş Gökalp."

Deniz başını iki yana salladı. "Gökalp öldüğü için Melih yıllarca benimle ve ailemle uğraştı Ada. Gökalp öldüğü için Melih Savaş'ı aldı. Gökalp öldüğü için Özgür İlker savcıyı öldürttü. Gökalp öldüğü için bizim düğünümüz kan gölüne döndü. Şimdi tüm bunlara rağmen yine de İyi ki ölmüş Gökalp. diyebilecek misin?" İki gözümden de aynı anda akan yaşları sildim. "Bak evet, iyi ki hayattasın. İyi ki Gökalp'in kalbi sana nakledilmiş. Ama Gökalp'in ölümünün doğurduğu bir sürü korkunç sonuç var. Bunları görmezden gelemiyorum. Ama sen görmezden geliyorsun. Evren Gökalp'in ölümüne sebep olmuş ve şimdi suçu babama atmaya çalışıyor. Senin ailen de benim ailem de Kürşat'ın ve Evren'in yaptıklarının bedelini ödemiş. Tüm bunlar sana ağır gelmiyor mu?"

Başımı aşağı yukarı salladım. Deniz'in söylediklerini düşündükçe öfkem daha da büyüyordu. Bir yandan haklı olup olmadığını sorguluyor, diğer yandan yaşadığım ikilemi anlamasını bekliyordum. Ama o, sadece kendi doğrularına saplanmış, olan biteni tek bir açıdan görüyordu. "Anladım ben anlayacağımı." dedim ve merdivenlere yöneldim.

"Nereye gidiyorsun Ada?" dedi Deniz arkamdan.

"Okula gideceğim." dedim ve sesli bir nefes verdim. "Yalnız!"

Merdivenleri hızla çıkarken Deniz'in sesi arkamdan daha da yükseldi. "Ada, lütfen bu şekilde gitme."

Olduğum yerde durdum, gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Sonra aniden arkama dönerek Deniz'e baktım. "Hangi şekilde gitmemi istiyorsun Deniz?" dedim gözlerim yine dolduğunda. "Senin istediğin gibi mi? Senin mantığına uyacak şekilde mi? Üzgünüm ama bu benim hayatım, benim yaşadıklarım ve benim hislerim! Sadece kendi tarafını görüyorsun."

Deniz'in yüzündeki yorgunluk yerini sert bir ifadeye bıraktı. "Ben sadece olanları olduğu gibi söylüyorum. Evren'in yaptıklarını göz ardı mı edelim? Babamı yıllarca suçlayan Melih'e mi hak verelim?"

"Ben sana haksızsın demiyorum ki!" diye bağırdım, artık sesimi kontrol edemiyordum. "Ama sen de bana Gökalp'in ölümünün ne anlama geldiğini unutmuşsun gibi davranamazsın. Senin için sadece geçmişteki bir kayıptan ibaret olabilir ama benim için, Deniz, benim için o kalp hayat demekti! Ve sen bu önemsizmiş gibi konuşuyorsun!"

Deniz dişlerini sıktı. "Ben sana bunu mu söyledim Ada?"

Kollarımı göğsümde birleştirerek acı bir kahkaha attım. "Bunu söylemedin ama hissettirdin Deniz! Bunu hissettirdin. Senin için o çocuğun ölümü sadece geçmişte kalan bir trajedi ama benim için her nefes alışımın bir sebebi. Ve sen... Sen bu gerçeği kabullenemiyorsun. Sen etik kuralları düşünüyorsun. Evren'in hazırladığı komplo yüzünden babanın hata yapmasını kabul edemiyorsun. Benim Gökalp'in ölümü sayesinde yaşadığımı unutuyorsun."

Deniz başını iki yana salladı, yüzüne sert bir ifade oturdu. "Ben kabullenemiyorum, öyle mi? Asıl sen kabullenemiyorsun Ada! Gerçeklerle yüzleşmek yerine bana saldırıyorsun. Olan oldu. Geriye dönemeyiz. Ama sen, böyle bir tartışmada geçmişi önüme sürüp bana vicdan azabı çektirmeye çalışıyorsun!"

"Çünkü bu senin için sadece geçmiş! Ama benim için bugün, yarın ve her gün!" Gözlerimi kırpmadan Deniz'e bakıyordum. "Sen benim bu hayatı Gökalp'in ölümüyle kazandığımı unutarak yaşayabilirsin belki ama ben yaşayamam."

Deniz derin bir nefes aldı, bir adım geriledi. "Seninle konuşmanın bir anlamı yok şu an. Öfkeden ne dediğini bilmiyorsun."

Gözlerimi devirdim. "Ne dediğimi gayet iyi biliyorum."

Birkaç saniye boyunca birbirimize baktık. Konuşacak çok şey vardı ama hiçbirini söyleyemeyecek kadar yorgun, kırgın ve öfkeliydik.

Sonunda başımı kaldırdım ve sesimi kontrol etmeye çalışarak, "Ben okula gideceğim Deniz." dedim. Arkama döndüm.

"Ada yalnız gitme."

Deniz'in sesi kulağımda yankılanırken adımlarımı hızlandırdım. Kalbim hem öfkeden hem de yaşadığım hayal kırıklığından deli gibi çarpıyordu. Gökalp'in ölümüyle ilgili bu kadar çok şey bilmediğimi fark etmenin yarattığı şaşkınlık, Deniz'in tavırlarıyla birleşince içimde tarif edilemez bir sıkıntı yaratmıştı.

Merdivenleri hızla çıktım, odamıza girip kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Göğsüm sıkışıyordu. İçimde bir ağırlık vardı. Ellerimi yüzüme kapatıp içimden sessizce Ne yapacağım? diye sordum kendime.

Bir süre öylece odada bekledim. Derin derin nefes aldım. Kendime gelmeye çalışıyordum. Gökalp'in ölümünü bu kadar sorgulamamıştım daha önce. Çünkü olay benim için hep şöyleydi: Gökalp öldü, ben yaşadım. Bu kadar basitti. Ama şimdi anlıyordum ki bu olayın etrafında dönen entrikalar, hırslar ve yalanlar sadece benim hayatımı değil, hepimizin hayatını şekillendirmişti. Ve Deniz... Deniz'in bu konuda nasıl hissettiğini tam olarak anlayamıyordum. O, Gökalp'in ölümünün getirdiği felaketleri düşünüyordu. Bense sadece yaşadığım gerçeğine tutunuyordum. O mantıksal düşünüyordu, bense duygularıma esir olmuştum.

Odada ilerledim, aynaya baktım. Gözlerim kızarmıştı. Yüzümü yıkamak için banyoya girdim. Soğuk suyun yüzüme çarpmasıyla kendime geldim. Odaya döndüm. Birkaç dakika sonra kapının önünde bir gölge belirdi. Kapı tıklatılmadı ama orada biri olduğunu biliyordum. Derin bir nefes aldım, kapıyı açtım.

Deniz'di.

Gözlerimin içine baktı. Yüzü ifadesizdi ama gözlerindeki kırgınlığı görebiliyordum. "Yalnız gitme." dedi. Sesi yorgundu. "Birbirimizi yanlış anlıyoruz. Sakince konuşalım, okula beraber gideriz."

İçim titredi. Ama adımlarımı geriye atmadım. "Yalnız kalmak istiyorum Deniz." dedim. Gözlerimden yaşlar boşalıyordu. "Gökalp öldü diye Melih seninle ve ailenle uğraştı. Gökalp öldü diye Melih Savaş'ı alıp götürdü. Gökalp öldü diye İlker savcı öldü. Gökalp öldü diye bizim düğünümüz kan gölüne döndü." dedim ve derin bir nefes aldım. "Öyleyse sözlerimi geri alıyorum. Keşke tüm bunlar yaşanmasaydı ve Gökalp'in kalbini bana nakletmeselerdi. Keşke Gökalp yerine ben ölseydim."

"Ada." dedi Deniz buruk bir sesle. "Ben öyle demek istemedim. Beni hala yanlış anlıyorsun."

"Öyle mi?" dedim acıyla gülümseyerek. Başımı iki yana salladım. "Deniz..." diye devam edip sustum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. "Yalnız kalmak istiyorum."

Deniz birkaç saniye bana baktıktan sonra başını eğdi. "Tamam." dedi sessizce. "Sen nasıl istersen."

Bir an duraksadım. Gitmek istemiyordum. Ama kalmak da ağır geliyordu. Bir şeyleri sindirmek için zamana ihtiyacım vardı. Kapıyı kapattım. Deniz'in her adımda uzaklaşan ayak seslerini dinledim. Gittiğinden emin olduğumda giyinme odasına geçtim. Dizlerimden yarım karış yukarıda taba rengi bir şort ve krem rengi ince askılı, keten bir büstiyer giydim. Şortumla aynı renk olan spor ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdim. Saçlarımın uçlarını dalgalandırdım. Sonrasında tepemde at kuyruğu yaptım. Kelebek kesim perçemlerimi taradım, uçuk pembe gloss sürdüm. Tüm bunları yaparken az önce salonda yaşanan hiçbir şeyi düşünmemiştim. Çünkü düşündükçe öfkeleniyordum.

Sonunda hazırdım. Üzerime ne olur ne olmaz diye peluş ve pofuduk, beyaz bir ceket aldım ve aşağı indim. Deniz ve Uygar hala konuşuyordu. Ne söylediklerini tam anlamıyordum ama Uygar'ın Deniz'i sakinleştirmeye çalıştığı belliydi. "Bu çok riskli." dedi Uygar. Ne yapmayı planlıyorlardı ve bu Uygar'a neden riskli gelmişti bilmiyordum. "Elimizi kolumuzu sallaya sallaya Evren'in evine giremeyiz. Hem o raporun bir tane olduğunu mu zannediyorsun sen? Kim bilir kaç tane kopyası vardır."

"Bir tanesini alsak yeter Uygar. Evren basına sızdırsa bile kendimizi savunabiliriz. O rapor sahte, doğrusu bu diyerek hastanedeki raporla birlikte yayınlayabiliriz."

"Bilmiyorum." dedi Uygar. "Sence inandırıcı olur mu?"

"Başka çaremiz mi var Uygar? Deneyeceğiz."

"Evren ne istiyor senden?"

"Güney'in başı dertteymiş de ona yardım edecekmişim de Evren de bunun karşılığında belgeleri basına sızdırmayacakmış da bilmem ne."

"En son bir silah kaçakçılığı işine adı karışmıştı. Onu diyor herhalde."

"Muhtemelen." dedi Deniz.

Konuşmanın devamını dinlemedim ve evden çıkıp Deniz'in bana iki yıl önce nişan hediyesi olarak aldığı beyaz Jeep'e ilerledim.

Adımlarım sert, nefesim düzensizdi. İçimde fırtınalar kopuyordu ama dışarıdan sadece hızla atan bir kalp ve öfkeyle sıkılmış yumruklar görünüyordu. Deniz'in sözleri zihnime çarpa çarpa yankılanıyordu. Gökalp'in ölümü, Evren'in ihaneti, babasının adını temizleme çabası. Ama benim için her şey çok daha basitti: Eğer Gökalp ölmemiş olsaydı, ben şimdi burada olmayacaktım. Gökalp'in kalbi, benim vücudumda atıyordu ve Deniz bunu nasıl bu kadar kolay sorgulayabiliyordu?

Sonunda nefesimi tuttum ve arabaya atladım. Motoru çalıştırdığımda parmaklarım direksiyona sıkıca tutundu. Beyaz Jeep'in içi aydınlıktı. Ama içimdeki karanlık, bu aydınlığın ulaşamayacağı kadar büyüktü.

Gaz pedalına bastım. Çakıllar lastiklerin altında ezildi. Bahçenin büyük demir kapısı aralandı ve ben hızla yola çıktım. Camı açtım. Rüzgâr camlardan içeri dolarken, içimde sıkışan öfke ve hüzün de çözülüp rüzgâra karışıyordu.

***

Okula doğru yürürken kalbimde bir ağırlık vardı. Deniz'le yaptığım tartışmanın etkisi hala üzerimdeydi. Gözlerimin önünden, Gökalp'in ölümünü ve o günden sonra daha da karmaşıklaşan olayları geçiyordum. Ancak şu an buna takılmak istemiyordum. Bunu başka bir zaman, başka bir şekilde çözmem gerektiğinin farkındaydım. Şu an sadece tek bir şeye odaklanmam gerekiyordu. O da hala alamadığım diplomamdı.

Okulun girişindeki kalabalık canımı sıkmıştı. Kimseyle karşılaşmak ve konuşmak istemiyordum. Yapmak istediğim tek şey dekana gitmek, döndüğümü söylemek, bölüm hocamı bulmak, final ödevim hakkında bilgi almaktı. Hızlı adımlarla dekanlık binasına girdim. Gireceğim odanın kapısının önüne vardığımda kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Nefesimi düzene sokmaya çalıştım ve kapıya vurdum. "Girin." dedi bir ses. Odaya girdim.

Dekanımız Sezer Bey beni görür görmez ayağa kalktı ve gözlerindeki büyük heyecanla yanına ulaşmamı bekledi. "Ada." dedi coşkuyla. "Seni görmek öyle güzel ki."

Masasına ulaştım. Bana uzattığı elini sıktım. "Merhaba Sezer Bey. Teşekkürler." dedim gülümsemeye çalışarak. Sezer Bey sandalyesine otururken bana da hemen arkamdaki tekli koltuğu gösterdi. Yavaşça koltuğa çöktüm.

"Haberlerden öğrendim döndüğünü. Hepimizi nasıl mutlu ettiğini anlatamam sana."

Gülümsedim. "Eksik olmayın."

"Sen bizim en değerli öğrencilerimizden biriydin. Mezun olmana çok az kala tüm o şeyleri yaşaman hepimiz açısından çok trajikti. Neyse ki şimdi aramızdasın. Nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim sağ olun. Ben kaydımı tekrardan açtırmak için gelmiştim. Final ödevimi kabul eder mi acaba Suna Hoca?"

"Sen ödevini hazırla. Ben Suna Hoca'yla konuşacağım. Hiç merak etme. Hepimiz yanındayız."

Minnetle gülümsedim. "Çok teşekkür ederim Sezer Bey. Ne kadar minnet duyduğumu anlatamam size."

Sezer Bey gülümsedi. "Bir şey içer miydin? Çay, kahve?"

"Çok sağ olun, almayayım. Sizi de rahatsız etmek istemiyorum daha fazla. İzninizi istesem?"

"Yok, ne rahatsızlığı? Olur mu öyle şey. Sizler bizim öğrencilerimizsiniz. Hepiniz çok kıymetlisiniz. Rahatsız olmanın aksine keyif duyarız sizinle vakit geçirmekten."

"Gerçekten çok naziksiniz." dedim. "Başka zaman içerim çayınızı. Yapmam gereken başka işlerim daha var."

"Tamam öyleyse, teklif var, ısrar yok." dedi Sezer Bey ve ayağa kalktı. Onunla birlikte ben de kalktım ve bana uzattığı elini sıktım.

"Tekrardan çok teşekkür ederim."

Sezer Bey başını salladı. "Final ödevin için Suna Hanım sana mail atacaktır. Oradan takip edersin."

"Tamamdır. Tekrardan teşekkürler." dedim ve hızlı adımlarla odasından ayrıldım.

Okuldan çıktığımda kafam hala karışıktı. Her şey üzerine düşünmüştüm ama bir karar vermek o kadar kolay değildi. Yine de biraz nefes almak, düşüncelerimi bir araya getirebilmek için birine ihtiyacım vardı. Kime gideceğimi bilmiyordum. Selay olmazdı. Çünkü hem uzaktı hem de artık evliydi. Bekar hayatımızda olduğumuz gibi çat kapı evine gidemezdim. Miray da hastanedeydi ve muhtemelen hastaları vardı. Benimle ilgilenemezdi. Savaş ve babamla da bu konuları konuşabileceğimi düşünmüyordum. En iyisi Sarp'la konuşmaktı.

Sarp, iki yılı geçkin Fransa hayatımda benim en yakın dostum olmuştu. İçine düştüğüm her sıkıntıyı anlamış, kimi zaman sakinleştirici kimi zaman da agresif sözleriyle beni rahatlatmıştı ve bugün beni ondan daha iyi kimse anlayamazdı.

Arabama atladıktan sonra hastaneye gittim ve Sarp'ın odasına girdim. Beni beklemediği için gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Kızım sen kocana yeni kavuştun. Onunla vakit geçirsene. Ne işin var yine burada?" dedi şakayla karışık bir sesle. Yüzümdeki ciddiyetin farkına vardığında endişeli bir bakışla beni izledi. "Bir sorun mu var?"

"Evet." dedim sıkıntıyla. "Kendini nasıl hissediyorsun? Bahçeye çıkalım mı?"

Sarp kısa bir süre düşündü. "Peki, çıkalım." dedi. Yataktan kalkmasına yardım ettim. Serum şişesini elime aldım ve koluna girerek yürümesine destek oldum. Bahçeye geldiğimizde sandalyesine oturmasına yardımcı oldum. Karşısındaki sandalyeye geçtim ve oturur oturmaz bir sigara yaktım. "Ne oluyor Ada?" dedi Sarp çattığı kaşlarla. "Ne bu sigara yine?"

"İşler fena karışık." dedim dumanı gökyüzüne üflerken.

"Ne oldu?"

"Evren Sancaktar'ı tanıyor musun?"

"Melih'in eski ortaklarından biriydi. Ne olmuş ona?"

"Bu Evren Deniz'in annesi Canan Hanım'ın üvey kardeşiymiş Sarp." dedim anlamasına fırsat vermeden. "Evren'in babası Kürşat Sancaktar Canan Hanım'ın da babası anlayacağın."

"Yuh." dedi Sarp şaşkınlıkla. "Ne alaka?"

"Kürşat ailesini terk edip başka bir kadınla yaşamaya başlamış. Çocuğu olmuş o kadından. Evren işte o çocuk."

"Şaka gibi. E bu zamana kadar nasıl bilmemişler ki bunu?"

"Canan Hanım görüşmüyordu ki babasıyla. Zaten Melih'in Evren'le iş yaptığını kim biliyordu ki? Hem Melih'in kötü işler yaptığı bilinmiyordu. Evren'le gizli yürütmüşlerdir. Ne bileyim." dedim ve omuz kıstım.

"Ee şu an sorun ne?"

"Sorun şu Sarp. Evren ve Melih beraber iş yapsa da aralarında hep bir güç çatışması olmuş. Ortak gibi görünseler de birbirlerinin kuyusunu kazmak istemişler. İkisi de en büyük olmak istiyormuş. Gökalp'in hastalığı ortaya çıkınca Kürşat bu durumdan faydalanmak istemiş. Gökalp ölürse Melih gücünü kaybeder, zayıflar, piyasa bana kalır diye düşünmüş. Gökalp ölsün diye de sahte anestezi raporu hazırlatmış. Kimse anlamamış sahte raporu. Fatih Bey ameliyata girmiş ve yüksek doz anestezi yüzünden Gökalp ölmüş."

"Yok artık. Gökalp, Kürşat ve Evren Sancaktar yüzünden mi ölmüş?"

"Evet."

"Ama suç Fatih Bey'e kalmış."

"Evet Sarp."

"Sahte rapor nerede peki?"

"Evren'deymiş. Muhtemelen Melih sahte raporu hiç bilmedi. Büyük ihtimalle doğru rapora rağmen yüksek doz anestezi verildiğini zannetti yıllarca. Evren raporu sakladı çünkü Melih'in bilmesini istemiyordu ve günah keçisi olarak Fatih Bey'i bulmuştu. Yani Evren hem Gökalp'in ölümüne olanak sağladı hem de Melih'in kendisinden şüphelenmesini engelledi."

"Sahte rapor ortadan kaybolunca da Fatih Bey kendini hiçbir zaman kanıtlayamadı." dedi Sarp.

"Evet."

"Tamam ama Melih öldü. Onun ailesindeki herkes öldü. Kim bu olayın peşine düşecek ki? Ben hala problemi anlamadım."

"Evren geldi bu sabah bizim eve." dedim ve içime çektiğim dumanı tekrardan havaya üfledim. "Sahte belgeyi basına sızdırmakla tehdit etti Deniz'i."

"Ne çıkarı olacak bu işten? Ne diye tehdit ediyor?"

"Oğlu varmış bunun. Güney miymiş neymiş adı. Bir kaçakçılık işine adı karışmış. Evren Deniz'in Güney'i bu işten kurtarmasını istiyor. Deniz kabul etmezse Evren sahte belgeyi basına sızdıracakmış. Sarp o kadar yoruldum ki şu lanet olası geçmiş yüzünden geleceğimi şekillendirememekten. Nefes alamıyorum artık. Ne zaman yakamı bırakacak bu geçmiş denen illet?"

"Güney silah kaçakçılığı yapıyor evet ama soyadı onu kurtarmaya yetmiyor mu? Niye Deniz'den yardım istiyor bu Evren?"

"Bilmiyorum Sarp. Deniz'e yıkmak istiyor da olabilir."

"Bunların yakın zamanda büyük bir sevkiyatı olacak. Yüz konteynır silahı Mersin hattından alıp İzmir limana taşıyacaklar. Evren bununla uğraşacaktır muhtemelen. Bu yüzden de Güney'in adını temizlemek için vakit bulamıyordur."

"Mafya yani bunlar. Doğru mu anladım?"

"Doğru anladın Ada." dedi Sarp ve derin bir nefes verdi. "Deniz hiç bulaşmasın bence. Olmuş bitmiş bir olay yani babası katil damgası yemez. Kaç sene geçmiş aradan. Bıraksın Evren ne yaparsa yapsın."

"Deniz benim babam katil değil diye söylenip duruyor. Gururuna yediremiyor bir çocuğun babası yüzünden ölmüş olmasını. Tamam babası yüzünden ölmese de sonuçta adı karışmış olacak."

"Onu da anlamak lazım. Ee ne yapmayı planlıyor?"

"Sahte belgeyi Evren'den almaya çalışacakmış."

"Kafayı mı yedi kocan?" dedi Sarp. "Ya Evren'e kim inanır? Hem inansalar bile hastanede doğru belge yok mu? Evren sahte belgeyi yayınlarsa Deniz de doğru belgeyi yayınlasın. Bu kadar basit."

"Yine de hastanenin adının böyle bir skandala karışmasını istemiyor. Bir çocuğun ölümü basit bir şey değilmiş."

"O çocuk ölmeseydi sen ölecektin." dedi Sarp. "Deniz bunu unutuyor mu?"

Gözümden bir yaş aktı. "Unutuyor sanırım."

"Sen bu yüzden mi bu kadar üzüldün?"

"Çok öfkeliyim Sarp. Yani tamam o da haklı. Gökalp ölmeseydi bu olanların hiçbiri yaşanmayacaktı. Ama ben de yaşamayacaktım. Neden mantıklı yönünden bakıyor ki? Benim tarafımdan neden bakmıyor? Deniz'in duygusuzluğuna duyduğum öfke beni çok üzüyor. Gökalp'in ölümünün ardından gelen her felaketi sıraladığında, içimde bir sızı büyüdü. O çocuk öldüğü için bunca acı yaşandı, biliyorum. Ama onun ölümü benim yaşamam demekti. Bunu nasıl reddedebilir?"

"Öğrendiği şeyler onun için de kolay değil Ada. Sen de düşünme o kadar. Şu an birbirinize en çok ihtiyaç duyduğunuz dönemdesiniz. Yalnız bırakma onu. Tabii o da seni yalnız bırakmasın. Muhtemelen yanlış anladınız birbirinizi."

"Bilmiyorum Sarp. İmkanı olsa Gökalp'i yaşatmayı tercih ederdi gibi. Yaşatsa ne olacaktı ki? O da Melih gibi Özgür gibi şerefsizin teki olacaktı." dedim ve derin bir nefes aldım. "Tamam, farkındayım onun ölümü yüzünden yaşandı her şey. Ama o öldüğü için ben nefes alıyorum. En azından bu küçük de olsa güzel bir şey değil mi? Ben onun aşık olduğu kadınım ve Gökalp sayesinde hayattayım. Bunun Deniz'i mutlu etmesi gerekmiyor mu?"

"Mutludur Ada. Dediğim gibi birbirinizi yanlış anladınız bence. Şimdi sen evine git ve sakin kafayla Deniz'le konuş. Her şeyin düzeleceğine eminim."

Başımı sessizce salladım ve ayağa kalkıp Sarp'ın kalkmasına yardımcı oldum. "Sahi." dedi Sarp konuyu değiştirip. "Sen Deniz'le bana bir şey teklif edecektin? Neydi o?"

"Deniz yakın korumam olmaya devam etmeni istiyor. Yani tabii sen de istersen."

Sarp durdu ve kısa bir süre yüzüme baktı. "Bu benim için çok gurur verici bir teklif." dedi ama cümlenin olumsuz bir devamı olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Ama?"

"Aması şöyle Ada. Ben bu işleri artık bırakmak istiyorum. Artık ne fiziksel ne psikolojik olarak baş edemiyorum. Savaş'a istifamı verecektim iyileştikten sonra." dedi ve bana hüzünle baktı.

Kaşlarımı kaldırıp yutkundum. "Ne yapmayı planlıyorsun peki? Yani hayatının bundan sonrasında?"

"Bir planım yok şimdilik." dedi. "Belki anne ve babamın yanına yerleşirim."

"Gidecek misin İstanbul'dan?" dedim hüzünle.

"Korkma ya. Biz seninle arkadaşız Ada. Seninle görüşmeye devam edeceğim gitsem bile. İletişimimiz kopmayacak yani merak etme." dedi zoraki bir gülümsemeyle.

"Ne diyeceğimi bilemiyorum. Yani sonuçta hayat senin hayatın. Ne karar vermiş olursan ol seni destekleyeceğim." dedim ve ona sıkıca sarıldım. "Arkadaşlığın çok güzeldi Sarp. Her zaman da öyle olacak. Ben inanıyorum."

"Senin arkadaşlığın da öyle Ada. Sana hiç patron gibi davranmadım. Zaten sen de bana çalışanınmışım gibi davranmadın. Sen benim çok iyi bir dostum oldun her zaman. Hep de öyle olacak."

Yanağıma usul usul süzülen yaşlara engel olamamıştım. Burnumu çektim. "Ben zaten bugün yeterince duygusaldım. Senin ekstra bir çaba harcamana gerek yoktu." dedim gülümsemeye çalışarak.

"Çok sulu gözsün Ada Dinçer Aladağ." dedi ve sarılmamızı sonlandırdı. Eli karnına gitmişti. Yüzünü buruşturmasından canının yandığını hissedebiliyordum.

"Hadi çok konuşma." dedim gülerek. "Seni odana götüreyim."

Sarp sakince başını salladı. Yavaş yavaş yürüyerek onu odasına götürdüm. "Sıkma canını. Siz neleri atlattınız, bunu da atlatırsınız." dedi yatağa uzandığında.

"Umarım Sarp." dedim ve vedalaştıktan sonra odadan çıkıp hastaneden ayrılarak evin yolunu tuttum.

Eve geldiğimde Deniz'i ve Uygar'ı bıraktığım gibi bulmuştum. Hala ciddiyetle bir şeyler konuşuyorlardı.

"Hoş geldin Ada." dedi Uygar ayağa kalkarken. "Ben artık gideyim." dedi ve Deniz'e döndü. "Konuşuruz yine."

"Kalsaydın." dedim. "Ben geldim diye gitmene gerek yoktu."

"Miray'la yemeğe gideceğiz, o yüzden." dedi Uygar.

"Anladım." diyerek yanlarına ilerledim ve koltuğa oturdum. "Biraz otur Uygar. Konuşmak istiyorum seninle."

Deniz de Uygar da bana şaşkın gözlerle bakarken bir elimle gözlerimi ovuşturdum. Uygar az önce kalktığı yere yavaşça oturduğunda meraklı bakışları yüzümde geziyordu. "Dinliyorum Ada. Bir sorun mu var?"

"Sorun mu?" dedim oflayarak. Bir sürü sorun vardı. Uygar farkında değil miydi? "Yok bir sorun. Selay ve Can için sürpriz bir düğün yapmak istiyoruz biz Deniz'le. Bir gün dördümüz oturup konuşalım ve bunun detaylı bir planını yapalım."

Uygar ve Deniz birbirine baktı, sonra ikisinin de bakışları tekrar bana döndü. "Yani olur. Neden olmasın?" dedi Uygar. "Miray da sevinecektir buna."

"Güzel." dedim ve oturduğum yerden kalktım. "Konuşuruz o halde daha sonra. Miray'a selam söyle."

"Söylerim." dedi Uygar. Deniz'e hiç bakmadan merdivenlere döndüm ve usul usul yürüdüm. Uygar'ın kalktığını ve Deniz'le vedalaştığını duyabiliyordum.

Odamıza çıktıktan sonra soyundum ve banyoya girdim. Tüm düşüncelerimden kurtulduğum bir duş almak istiyordum. Su üzerimden aktıkça korkularım ve öfkem de bedenimi terk ediyor gibiydi. Saatler sonra ilk kez huzurlu hissediyordum.

Duştan sonra bornozumu giydim, banyodan çıktım ve giyinme odasına girdim. Siyah eşofman altı ve siyah bir crop alıp aksesuar masasının üzerine bıraktım. Bornozu omuzlarımdan düşürdüm ve üzerimden çıkartıp aşağı bıraktım. Nemli saçlarım sırtıma değdiğinde biraz da olsa üşümüştüm. Bir an önce giyinmek için sütyenime uzandım. Deniz buna engel olmuştu. Ne zaman geldiğini fark edemeyecek kadar dalgın olduğumu bilmiyordum.

"Ada." dedi omzuma elini koyduğunda. Beni yavaşça kendine çevirdi ve yüzümü inceledi. "Eğer kimin yaşayacağını bana sorsalardı yani kimin hayatta kalacağının kararını ben verecek olsaydım hiç düşünmeden seni seçerdim. Benim takıldığım nokta keşke Gökalp yaşasaydı düşüncesi değil. İyi ki o değil de sen yaşıyorsun. İyi ki onun kalbi sayesinde hayata tutunmuşsun. İyi ki karşıma çıkmışsın, iyi ki sana delicesine aşık olmuşum." dedi ve elini kulağımla omzum arasındaki boşluğa koyup oldukça derin bir nefes aldı. Parmakları hafif hafif ensemi okşuyor, içimin karıncalanmasına sebep oluyordu. Karşısında çıplaktım ama baktığı tek yerim gözlerimdi. "Çok aşığım sana Ada. Öyle böyle değil. Aklım gidiyor seni düşündükçe. Sen içimin neşeli olan tek yanısın. Ama sen beni yanlış anlayınca o neşeli yanımı da kaybediyorum ben." Derin bir nefes daha aldı. "Gökalp yine ölseydi, kalbi yine sana nakledilseydi ama işin içine babamın adı karışmadan ölseydi. Gökalp yine ölseydi ama Melih ne benimle ne ailemle ne de senin ailenle uğraşsaydı." Gözlerimi kırpıştırdım ve yutkundum. "Benim takıldığım nokta bu işte. Anlatabiliyor muyum bilmiyorum." Başını iki yana sallayarak boşta olan elini yüzüne kapattı. Sanırım anlatamadığını düşünmüştü ama ben anlamıştım. İçli bir nefes aldım, yere eğildim ve bornozumu giydim. "İşe yarayacaksa eğer özür dilerim."


 

Devamı bu akşam yayında 🫠

 

 

Bölüm : 15.03.2025 11:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...