
Herkese selammm. Biliyorsunuz Ada için bir model aramadım. Herkesin hayal gücüne bıraktığım bir karakterdi. Ama geçen gün yapay zekaya Ada'yı anlattım ve bana bunu çizdi. Gözlerime inanamadım çünkü benim hayalimdeki Ada tam olarak bu. Ağlamaklı ve hüzünlü bakan gözleri, mağrur ama gururlu duruşu, iri siyah gözleri, uzun kirpikleri, minik burnu, siyah uzun ve dalgalı saçları, beyaz teni, al al olmuş yanaklarıyla tam olarak Ada dedim ve sizle de paylaşmak istedim. Sizce de benzemiyor mu 💛🫠

9 Mart, Çarşamba
Gözlerimi araladığımda Deniz'in kolunun belimde olduğunu fark ettim. Tenlerimiz hâlâ birbirlerinin sıcaklığını taşıyordu. Çarşafların arasında, sabahın yumuşak aydınlığında sadece ikimizin soluk alış verişleri vardı.
Odamız sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanıyordu. Perdenin arasından süzülen güneş ışığı, çarşafların arasında kaybolmuş çıplak tenlerimiz üzerinde sıcak bir dokunuş bırakıyordu. Hava, ilkbaharın tatlı serinliğini taşıyordu ama yatağın içinde her şey sıcacıktı. Açık pencereden içeriye çiçek kokuları karışıyor, uzaktan gelen cırcır böceklerinin sesi odadaki sessizliği daha da derinleştiriyordu.
Yüzüme huzurlu bir gülümseme yayıldı. Başımı hafifçe kaldırıp Deniz'in yüzüne baktım. O da uyanmak üzereydi. "Günaydın sevgilim."
Gözlerini açmadan mırıldandı. "Günaydın sevgilim." dedi elleri çıplak sırtımda minik daireler çizerken. "Sana her dokunduğumda sanki dünyadaki en değerli şeyini parmaklarımın arasında tutuyormuşum gibi hissediyorum."
Göğsüne başımı yasladım, dudaklarımı hafifçe cildine dokundurup nefes verdim. "Sen bana her dokunduğunda eriyor gibi hissediyorum."
Deniz gülümseyerek elini belime doladı, beni biraz daha kendine çekti. "Beni delirtiyorsun Ada. Sana her dokunduğumda biraz daha bağımlı oluyorum."
"Ama sevgilim, bağımlılıklar kötüdür."
Deniz "Ama senin bağımlılığın güzel." diye fısıldadı ve parmaklarını çeneme kaydırarak başımı hafifçe kaldırdı. "Ve ben bu bağımlılığı bırakmayı hiç düşünmüyorum." Başını biraz eğerek dudağımın köşesine minik bir öpücük kondurdu. Sonra boynuma, omzuma. Dokunduğu her yerde beni hissetmek, benim nefesimi, benim varlığımı yaşamak istiyordu.
Hafifçe kıkırdadım. "Böyle devam edeceksen yataktan kalkamayacağız."
Deniz hafifçe güldü. "Tam olarak planım bu."
"Ama kahvaltı?" dedim. Sanırım acıkmıştım.
Deniz kaşlarını kaldırdı. "Kahvaltıdan daha güzel bir şeyle meşgulüz, sence de öyle değil mi?"
Gözlerimi devirdim ama yanaklarıma yayılan sıcaklığı gizleyemedim. "Biz her sabah böyle mi uyanacağız?"
Deniz kolunu belime daha sıkı dolayarak beni kendine çekti. "Evet bir sakıncası mı var?"
Parmak uçlarımı Deniz'in yanağında gezdirirken alaycı bir gülümsemeyle fısıldadım. "Yani sabah kahvaltıya kalkmayacak mıyız?"
Gözlerini kısmıştı. "Kahvaltı şu an çok gereksiz."
Dudakları tekrar boynuma kayarken hafifçe kıpırdandım. "Deniz kahvaltı yapmazsak açlıktan öleceğiz." diye mırıldandım.
Dudaklarını boynumdan çekip gözlerini kısmış bir şekilde yüzüme baktı. "Ölmezsin Ada. Hem ben seni başka türlü doyurabilirim."
Gözlerimi devirdim. "Odağını değiştirir misin lütfen?"
Deniz kıkırdadı. "Sana ne diyeyim şimdi? Karşımda çıplak yatıyorsun ve benden kahvaltı yapmayı düşünmemi mi bekliyorsun?"
Çarşafı üzerime çekip sinirle iç çektim. "Evet! Çünkü açım."
Deniz gözlerini devirerek sırt üstü yattı. "Tamam, peki. Kahvaltı yapalım."
Kollarımı göğsümde kavuşturup başımı ona çevirdim. "Ben sadece mantıklı olanı düşünüyorum. Önce kahvaltı yaparız, sonra ne istiyorsak yaparız."
Deniz kaşlarını kaldırıp pis pis sırıttı. "Sonra ne istiyorsak mı?"
Yastığı alıp suratına fırlattım. "Aklına geleni de biliyorum!" Deniz kahkaha attı ama tam bir şey söyleyecekken telefonunun çalmasıyla sustu. Gözleri hızla ciddileşti. Telefon ekranına baktı ve bir anda yüzündeki o rahat ifade kayboldu. "Kimin aradığını söylemeyecek misin?" diye sordum.
Deniz telefonunu sessize aldı, çalmasına rağmen açmadı. "Önemli değil." dedi ama sesinde bir gerginlik vardı.
Kaşlarımı çattım. "Deniz? Kimdi?"
Deniz bir an tereddüt etti ama sonra gözlerini kaçırarak yataktan kalktı. "Boş ver Ada."
Yataktan çıkışını izlerken içimde tuhaf bir his belirdi. "Deniz, kimdi?" diye tekrarladım, sesim biraz daha sert çıkmıştı.
Deniz derin bir nefes aldı ama arkasını dönerek odadan çıkmaya yöneldi. "Şimdi bunu konuşmak istemiyorum."
"Ama ben konuşmak istiyorum."
Deniz kapının eşiğinde durup omuzlarını gerdi. Yüzünü bana döndüğünde ifadesi karışıktı. "Ada, lütfen." O an telefon yeniden çaldı. Ve Deniz, gözlerimin içine bakarak telefonu elinde sıktı. Açıp açmamak konusunda tereddüt ediyordu. Ama ben kimin aradığını öğrenmeye kararlıydım.
"Evren mi arıyor?" dedim. Deniz sıkıntılı bir nefes verdi ve başını aşağı yukarı salladı. "Niye arıyor?"
"Ben nereden bileyim Ada? Açmadım telefonu farkındaysan."
Bıkkın bir nefes verip dün gece otele döner dönmez üzerimden çıkartıp attığım bluzu giydim. "Sürekli bir sorun çıkmak zorunda mı Deniz? Gerçekten çok sıkıldım. Melih öldü, Özgür öldü artık rahatız derken şimdi bir de Evren ve oğlu çıktı. Rahat bir nefes alamayacak mıyız biz? Sürekli bir şeyler oluyor ve yetişemiyorum. Daha kaç kişi çıkacak karşımıza böyle geçmişten? Hayır ben neden böyle davrandığını bile bilmiyorum. Bırak versin Evren sahte belgeyi medyaya! Ya çok mu önemli? Olmuş bitmiş, kaç sene geçmiş. Babanın adının bir skandala karışması senin halledemeyeceğin bir şey mi? Ya huzurumuz kaçıyor görmüyor musun? Bizim mutluluğumuz niye böyle kısa sürüyor?"
"Bütün bunlar benim elimde mi Ada?! Ben mi açıyorum bu dertleri başımıza? Ben miyim sorumlusu?"
"Al işte! Yine gerildik. Ya ben dün gece delicesine seviştiğim adamla niye şimdi geriliyorum? Biz böyle her güzel şeylerden sonra tartışma mı yaşayacağız? Çok sıkıldım! Hani her şey bitmişti? Bitmiyor! Daha kaç tane belalın, düşmanın var senin? Ben daha nelere hazırlıklı olacağım? Söyle de kendimi ona göre hazırlayayım. Hazırlıksız yakalanınca elim kolum bağlanıyor da!"
Deniz'in yüzü öfkeyle gerildi, gözlerindeki karanlık daha da derinleşti. "Sana kaç kere söyledim Ada, bu benim tercihim değil! Sen sanıyor musun ki ben de sürekli birilerinin geçmişten çıkıp hayatımızı mahvetmesini istiyorum?!"
Kollarımı iki yana açıp hışımla konuştum. "Ama bir şey yapmıyorsun Deniz! Sadece bekliyorsun! Bir şeyleri halletmek yerine kaçıyorsun! Evren dün gece de aradı! Fark etmedim mi sanıyorsun? Aç o telefonu, derdi neymiş öğren! Ama sen ne yapıyorsun? Sessize alıp kaçıyorsun!"
Deniz sinirle saçlarını geriye attı. "Çünkü şu an bu tartışmayı yapmak istemiyorum Ada! Ben daha yeni seninle bir sabahı güzel geçireceğim diye umutlanmıştım! Hayatım boyunca huzur nedir bilmedim zaten!" dedi, telefonu hala çalıyordu.
"O telefonu aç Deniz. Beni seviyorsan aç o telefonu."
Deniz bir an gözlerini bana dikti, yüzündeki öfke ve sıkıntı karışımı ifadeyle nefes aldı. Sonra, tereddütle de olsa, ekrana bir bakış attı ve parmağını kaydırarak aramayı kabul etti.
"Ne var Evren?" diye açtı telefonu, sesi soğuktu.
Ben, kollarımı göğsümde birleştirip onu izlerken içimde büyüyen sıkıntıyı bastırmaya çalışıyordum. Deniz'in yüzü giderek geriliyordu, gözleri daralıyor, dudakları sertleşiyordu.
"Bunu konuşacak bir şey yok." dedi Deniz, sert bir tonda. Sonra dişlerini sıkarak başını eğdi. "Sakın bir delilik yapayım deme Evren."
Ne olduğunu anlamaya çalışırken içimdeki huzursuzluk arttı. Deniz, bir süre daha Evren'i dinledi, sonra çenesini sıkarak, "Yerini söyle." dedi, sesi keskin ve buyurgandı. Telefonu kapattığında yüzünde beliren gölge, sabahın tüm ihtişamını silip atmıştı.
"Ne istiyor?" diye sordum, kendimi hazırlamaya çalışarak.
Deniz telefonu masaya sertçe bıraktı. "İstanbul'a dönüyoruz." dedi, kaşlarımı çattım. ''Evren'in elinde sadece sahte hastane belgeleri yokmuş Ada. Başka şeyler de varmış."
Birkaç saniye içinde kalbim hızlandı. "Ne gibi?"
Deniz dişlerini sıkarak yüzünü yana çevirdi, gözlerini kaçırıyordu. "Henüz bilmiyorum. Ama öğrenmem lazım."
Bu sefer sessiz kaldım. Çünkü biliyordum. Bu işin içinde başka bir tehlike vardı. Evren'in elinde daha büyük bir şey vardı. Ve biz, her ne kadar huzur arıyorsak da bu huzur elimizden kaymaya devam ediyordu.
Bütün bu olanların arasında, içimi en çok acıtan şey, her güzel anın sonunda tekrar bir kaosun içine çekilmekti.
***
Apar topar İstanbul'a dönmüştük. Deniz Evren'in evine gitmek istemediği için ve Evren'i de bizim evde görmek istemediği için dışarıda bir yerde buluşacaktık. Deniz Evren'in attığı konuma geldiğinde sert bir dönüşle arabayı yola soktu. Hava, öğlen güneşinin ışıklarıyla parıldıyordu ama içimdeki ağırlık, tüm bu parlaklığı karartıyordu. Yan koltukta otururken, Deniz'in ellerinin direksiyonu ne kadar sıkı kavradığını fark ettim. Çenesindeki kaslar belirginleşmiş, gözleri yola sabitlenmişti.
Birkaç sokak ilerleyip ara bir yola sapınca yolun kenarında bekleyen siyah arabayı gördük. Deniz hızını düşürdü, gözleri kısıldı. Arabadan inen adam uzun boylu, sert bakışlı biriydi. Tanımıyordum ama Evren'in adamlarından biri olduğu belliydi. Deniz kontağı kapatmadan kapıyı açıp dışarı çıktı. Ben de ardından çıktım.
"Nerede o Evren?" dedi Deniz sinirle. "Oyun mu oynuyorsunuz siz ya? Evren gelecekti buraya. Sen de kimsin?"
Adam Deniz'e yaklaştı, sesi düşük ama netti. "Evren Bey'in işi çıktı. Bu akşam sizinle görüşmek istiyor."
''Evren Bey'ler kendi gelmeye korktular ve seni mi gönderdiler?'' dedi Deniz alayla. Kollarını göğsünde bağladı, başını hafifçe yana eğerek adamı süzdü.
''Evren Bey'in işleri var. Ben geldim onu temsilen.''
"İyi, anlat o zaman." Deniz sıkıntıyla iç geçirdi. ''Ne istiyor bu Evren benden?''
''Sizinle görüşmek istiyor.''
"Papağan gibi aynı şeyi söyleyip durma. Neden görüşmek istiyor?" Adam gözlerini kaçırdı, belli ki söylenmemesi gereken bir şey vardı. Deniz bir adım yaklaşıp sesini sertleştirdi. "Elinde ne var?"
Adam, kısa bir sessizlikten sonra omuz silkti. "Ben detay bilmem, sadece sizinle görüşmesi gerektiğini biliyorum."
Deniz alaycı bir gülümseme ile başını salladı. "Evren'le buluşmayacağım."
''İyi, o zaman Evren Bey elindeki belgeleri yetkili kişilere verir.''
Deniz kaşlarını çatıp adama bir adım daha yaklaştı. "Elinde ne olduğunu söyle dedim." Deniz'in çenesi gerildi, ellerini yumruk yaparak derin bir nefes aldı. "Evren ne istiyor?"
Adam, hâlâ taş gibi bir suratla duruyordu. Sonra hiç bozuntuya vermeden, "Evren Bey sizi bu akşam bekliyor." dedi. "Çok önemli."
Deniz dişlerini sıktı, gözlerini kıstı. "Beni hangi konuda bu kadar acil görmek istiyor?"
Adam başını iki yana salladı. "Benim bildiğim tek şey, bu akşam sizi evinde beklediği."
Deniz'in sinirleri gözle görülür şekilde geriliyordu. Adamın inadı, onda daha büyük bir şüphe uyandırmıştı. Ben de hissediyordum. Evren basit bir şey için çağırmıyordu.
Deniz derin bir nefes aldı, başını hafifçe yana eğerek adama baktı. "Gelmeyeceğim."
Adam tek kaşını kaldırdı ama hiçbir şey demedi. Deniz tam arkasını dönüp arabaya binecekken elini tuttum ve onu durdurdum, bir adım öne çıkıp adama seslendim. "Evren'e söyle." dedim, gözlerimi doğrudan adama dikerek. "Bu akşam Deniz de karısı da evinde misafir olacak."
Adamın ifadesi dondu. Deniz başını bana çevirip gözlerini kısmıştı. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemedi. Ama gözlerinin içindeki ateşi görebiliyordum.
Adam, hafifçe başını sallayıp cebinden telefonunu çıkardı, uzaklaşarak bir mesaj yazmaya başladı.
Deniz, adamın arkasından bakarken gözleri hâlâ öfkeyle parlıyordu. Nefesini burnundan sertçe verip bana döndü. "Bunu neden yaptın Ada?" Sesi alçaktı ama içinde sabırsız bir gerilim vardı.
Derin bir nefes aldım. "Evren blöf yapıyor gibi durmuyor Deniz.'' Gözlerimi onunkilerden ayırmadan devam ettim. "Eğer gerçekten önemli bir şey varsa, bunu birlikte öğrenmeliyiz. Bir an önce gidip öğrenmeliyiz. Bu olay birileriyle laf taşıyarak çözülecek bir şey değil. Evren'in derdi neymiş, açık açık anlatsın bize."
Deniz, yüzümü birkaç saniye inceledi, sonra başını hafifçe yana eğip kısa bir nefes verdi. Öfkesi henüz geçmemişti ama bir yandan da içindeki şüphe daha baskındı. ''Konu Evren'in blöf yapması değil Ada. Abuk sabuk işlerle uğraşmak istemiyorum. Yani ben niye uğraşıyorum ki? Olayın ucu anne babama dokunuyorken niye ben uğraşıyorum? Herif annemin üvey kardeşi ama ne alakaysa bize düşman olmuş. Ben niye uğraşıyorum ya? Sikeceğim artık.''
''Sakin ol Deniz.''
''Olmayacağım Ada. Biz seninle daha saatler önce sürekli geçmiş yüzünden huzurumuzun kaçması sebebiyle tartışmadık mı? Sıkıldığını söylemedin mi sen? Şimdi neden yüzleşmemi istiyorsun?''
''Evren'in elinde ne olduğunu bilmiyoruz çünkü.'' dedim derin bir nefes vererek. ''Bu kadar önemli bir konu, araya piyonlar sokularak halledilmemeli. Cevapları doğrudan ondan almalı ve durumu bizzat görmelisin."
"Ada, seni bu işlerden uzak tutmak istiyorum. Daha saatler önce bu sebepten tartıştık. Sana bunların hiçbirini yaşatmak istemiyorum."
"Ama içinde olduğum bir şeyi bana yaşatmıyormuş gibi yapamazsın."
Bir sessizlik oldu. İkimiz de birbirimize bakıyorduk ama bu bir meydan okuma değildi. Bu, ne kadar farklı düşünsek de aynı tehlikenin içinde olduğumuzu hatırlatan bir andı. Deniz gözlerini kaçırdı, elini saçlarının arasından geçirerek sinirle başını iki yana salladı. "Bu işin sonu iyi bitmeyecek." dedi.
Bunu ben de biliyordum. Ama artık geri adım atamazdık.
***
Deniz'in elimi bırakıp arabaya yöneldiği an, içime tarif edemediğim bir ağırlık çöktü. İçimdeki huzursuzluk, Evren'in bizi içine çektiği bu yeni oyunun belirsizliğiyle birleşerek midemi sıkıştırıyordu. Bu adamın ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyordum, onun elinde ne varsa, bunu nasıl bir koz olarak kullanacağını da bilmiyordum. Ama en çok korktuğum şey, bizim bu girdaba daha da fazla saplanmamızdı. Bir an önce bu işi bitirmek, Deniz'le birlikte geçmişi tamamen kapatmak istiyordum. Ama gerçek bu kadar basit değildi. Ne zaman bir şeyleri yoluna koyduğumuzu sansak, başka bir gölge üzerimize çöküyordu. Ne zaman huzur dolu bir gün yaşasak, hemen ardından bir tehlike beliriyordu. Artık tüm bunların bitmesini, gerçekten özgür olmayı istiyordum. Ama bu mümkün müydü? Deniz'in geçmişi, benimle yaşadığı her anın önüne duvar gibi dikiliyordu. Onu seviyordum, hem de delicesine seviyordum. Ama sevgimin, yaşadığımız bu savaşın ortasında bizi ne kadar koruyabileceğini bilmiyordum. Yıllardır süregelen bu kaçış, bu savaş, bu yorgunluk. İçimde tarifi zor bir kırılma hissi vardı. Eğer Evren'in elinde gerçekten büyük bir şey varsa ve bunu Deniz'e karşı kullanmaya kararlıysa, bu işin içinden sağ salim çıkabilecek miydik? Ya da en kötüsü, bu girdap bizi tamamen yutacak mıydı? Arabaya binerken, Deniz'in yüzündeki sert ifadeyi gördüm. O da benimle aynı şeyleri hissediyordu, belki daha fazlasını. Ama o bunu belli etmezdi. O her zaman savaşan taraftı. Ama ben, savaşın içinde aşkı koruyabilir miydim? İşte bunu bilmiyordum.
Deniz çenesini sıkarak direksiyona odaklanmıştı, gözleri yolun ilerisinde ama aklı başka bir yerdeydi. İçinde bir fırtına koptuğunu görebiliyordum. Ama o, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Oysa içimizdeki huzursuzluk arabanın içinde elle tutulur bir hal almıştı. Sessizliğimiz, yolun boşluğunda yankılanıyordu. İstanbul'un kaotik trafiğinde ilerlerken, camdan dışarı baktım. İnsanlar günlük hayatlarına devam ediyordu. Kimi kaldırımda yürüyordu, kimi dükkân önünde oyalanıyordu. Onlar için her şey sıradandı. Oysa benim dünyamda hiçbir şey sıradan değildi. Onlara bakarken, içimde garip bir kıskançlık hissettim. Onlar, günün telaşına kapılmış normal insanlardı. Bir mafyanın tehditleriyle, eski defterlerin açılmasıyla, geçmişin gölgeleriyle uğraşmıyorlardı. Sadece işe yetişmeye, market alışverişini tamamlamaya veya sevdiklerine zaman ayırmaya çalışıyorlardı. O kadar basit, o kadar güzel geliyordu ki bu bana.
Deniz'in ellerini direksiyonda sıktığını fark ettim. Çenesindeki kaslar belirginleşmişti. O da benim gibi gergindi ama hiçbir şey söylemiyordu. Zaten ne söylesek bir anlamı olurdu? Aynı sessizlikle eve vardığımızda, Deniz kapıyı sertçe açıp içeriye girdi. Peşinden yürüdüm ama konuşmaya cesaret edemedim. Ayakkabılarımı çıkardım, ceketimi askıya astım ve derin bir nefes alarak başımı kaldırdım. Deniz salona geçmiş, ayakta, ellerini beline koymuş şekilde camdan dışarıyı izliyordu. Belli ki düşünceleriyle savaş veriyordu. Ona bir şey demek istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Ne diyebilirdim ki? Endişelenme, her şey yoluna girecek. mi? Bunu kaç kez demiştim? Ve her seferinde işler daha da kötüye gitmişti.
Sessizce banyoya yöneldim. Suyun sıcaklığını açtım ve üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Banyo buharla dolarken, aynada yorgun yüzüme baktım. Gözlerimin altında yorgunluktan hafif gölgeler vardı. Derin bir nefes alarak duşa girdim. Su, omuzlarımdan aşağıya doğru akarken her şeyi silip süpürmesini diledim. Gerginliği, korkuyu, belirsizliği. Ama su, yalnızca bedenimi temizliyordu, içimdeki sıkıntıyı temizlemiyordu. Gözlerimi kapattım. Evren neyi saklıyordu? Bizi köşeye sıkıştıracak kadar güçlü ne bulmuştu? Ve Deniz ne yapacaktı? Onun, Evren'in oyununa gelmeyeceğini biliyordum ama bu işin sonunda kimin zarar göreceği meçhuldü. Belki de ben, en çok da bundan korkuyordum. Deniz'in bir şekilde bu işin içinde kaybolmasından, her şeyi düzeltmeye çalışırken kendini harap etmesinden korkuyordum. Biz daha birbirimize yeni kavuşmuşken neden bunlarla uğraşıyorduk?
Duştan çıkıp havlumu üzerime doladım. Banyodan çıktığımda Deniz'i odamızda göremedim. Çalışma odasına geçmişti. Belki de biraz yalnız kalmak istiyordu. Açıkçası ben de öyle hissediyordum. Giyinip saçlarımı havluyla kuruladıktan sonra mutfağa geçtim. Bir fincan kahve yapıp salona oturdum. Roma, kanepeye kıvrılmış, gözlerini hafifçe açarak bana baktı. Kedimin yumuşacık tüylerine dokunurken, zihnimdeki gerginliği bir anlığına da olsa unutmak istedim. Ama olmadı. Roma elimi hafifçe yaladı, sonra patisini uzatıp dokunduğum yeri kavradı. Gülümsedim ama yüreğimin sıkışmasını engelleyemedim. "Senin yerinde olmak isterdim Roma." diye mırıldandım. Roma başını kaldırıp bir süre bana baktı, sonra esneyerek yerine geri kıvrıldı. O kadar huzurlu görünüyordu ki içim burkuldu.
Saatler geçti. Ev sessizdi. Deniz ve ben aynı çatı altında olmamıza rağmen hiç konuşmamıştık. O çalışma odasında kapalıydı, ben ise kanepede Roma'yla sessizce vakit geçiriyordum. İçimde büyüyen huzursuzlukla başa çıkmaya çalışıyordum ama ne yaparsam yapayım bu sıkıntı dinmiyordu.
Akşam olmak üzereydi. Güneş batarken, evin içindeki gölgeler uzamaya başladı. İçimdeki ağırlık daha da büyüdü. Sonunda Deniz çalışma odasından çıktı. Yüzü hâlâ gergindi. Bakışlarımız bir anlık kesişti ama ikimiz de tek kelime etmedik. O ceketini alıp giydi, ben de yerimden kalkıp aynısını yaptım. Konuşacak hiçbir şeyimiz yoktu. Konuşsak bile, hiçbir şey değişmeyecekti. Evren'in evine gidiyorduk.
Arabaya binerken içimi derin bir huzursuzluk sardı. Deniz, motoru çalıştırdı ama hareket etmeden önce bir an direksiyona bakarak duraksadı. Sonra gözlerini yola dikerek vites değiştirdi ve arabayı sürdü. İçimde her şeyin değişmek üzere olduğuna dair o güçlü his vardı.
***
Deniz arabayı Evren'in verdiği konumun önünde durdurduğunda camdan dışarı bakarak derin bir nefes aldım. Evren'in evi, geniş ve yüksek duvarlarla çevriliydi. Dışarıdan bakıldığında oldukça ihtişamlı görünüyordu ama bu ihtişamın ardında karanlık bir dünya saklıydı. Bahçeye açılan demir kapı ağır ve tehditkâr bir şekilde önlerinde duruyordu.
Kapının iki yanında yer alan güvenlik kameraları, bölgenin ne kadar dikkatli korunduğunu gösteriyordu. İçeriye uzanan patika yolun her iki yanı simetrik şekilde kesilmiş gür çalılar ve koyu yeşil ağaçlarla çevriliydi. Bahçenin ortasında büyük bir çeşme vardı ve suyun sakin akışı, akşama garip bir huzur katıyordu. Ama ben burada huzurdan çok gerginlik hissediyordum. Çeşmenin etrafında birkaç adam dikiliyordu. Yüzlerinde ciddi ifadeler, gözleri her an bir şey olacakmış gibi tetikteydi. Burası bir malikâneydi, ama aynı zamanda bir kale gibiydi.
Deniz kapıdan içeri adım attığında ben de peşinden gittim. Bahçede yürürken atmosferin ağırlaştığını hissettim. Ama bir şey daha hissettim. Tanıdık bir bakış.
Kapının hemen önünde, Evren'in adamlarının yanında bir siluet belirdi. Gördüğüm yüzle birlikte olduğum yerde donakaldım. Kalbim aniden hızlandı. Gözlerim büyüdü ve derin bir nefes aldım. "Eser?" diye fısıldadım. Eser, sanki hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Gözleri buz gibi, ifadesi nötrdü.
Hızla başını Deniz'e çevirdim. "Deniz, Eser burada ne yapıyor?"
Deniz'in çenesi gerildi. Gözleri Eser'e kısa bir bakış attı ama herhangi bir şaşkınlık ifadesi göstermedi. Bana doğru hafifçe yaklaşıp alçak sesle konuştu. "Onu tanıdığını belli etme. Şimdi sırası değil."
Ne diyeceğimi bilemeden Deniz'e baktım. İçimde artan endişeyle Eser'e tekrar göz attım. O ise hâlâ aynı soğuk ifadeyle duruyor, bizi izliyordu.
Deniz, öfkesini dizginlemeye çalışarak yumruklarını sıktı. Sinirlendiğini ama bunu göstermemeye çalıştığını fark ettim. Eser'in burada olması hoşuna gitmemişti. Benim de gitmemişti. Eser'in burada ne işi vardı? Deniz neden şaşırmamıştı?
Tam o anda evin büyük kapısı yavaşça açıldı. İçeriden gelen ışık, akşamın karanlığını hafifçe aydınlattı. Ve kapıda Evren belirdi. Üzerinde koyu renkli, şık ama rahat bir takım vardı. Yüzündeki gülümseme sahteydi ama gözlerinde tehlikeli bir parlaklık vardı. Evren bizi süzerek kollarını iki yana açtı. "Biricik yeğenim." dedi sahte bir samimiyetle. "Nihayet geldiniz. Geleceğinizi biliyordum. Hoş geldiniz."
Deniz adımlarını sert bir şekilde atarak Evren'in karşısına geçti. Bense hala Eser'i izliyordum. Kafam allak bullak olmuştu. Evren'in sesini duyunca bakışlarımı ona çevirdim. İçimde beliren huzursuzluk, şimdi daha da büyümüştü.
Deniz'in sesi soğuktu. "Ne istiyorsun Evren?"
Evren'in gülümsemesi biraz daha büyüdü. "Sabırsız olma Deniz. Önce bir içeri geçelim. Sohbetimiz uzun sürecek gibi görünüyor."
Evren, başını hafifçe yana eğerek bana baktı. "Seni de görmek güzel Ada. Umarım yolculuğunuz rahat geçmiştir."
Gözlerimi kıstım ama bir şey demedim.
Evren bizi içeriye davet ettiğinde ağır adımlarla büyük salona doğru ilerledik.
Salonun kapısından içeri adım attığımda içim daha da sıkıştı. Burası Evren'in karakterini yansıtan bir yerdi. Duvarları koyu ahşap panellerle kaplanmış, yüksek tavanı süsleyen büyük avize göz kamaştırıcıydı. Ama tüm bu lüks, samimiyetsiz bir soğukluk taşıyordu. İçeride keskin bir sigara ve eski deri kokusu vardı. Kırmızı şarap lekeleriyle dolu bir sehpa, uzun zamandır temizlenmemiş gibi görünen kadife koltuklar, gölgelerin içinde kaybolmuş tuhaf tablolar. Burası asla benim ait olmadığım bir dünyaydı.
Şöminenin üzerindeki eski aynadan kendi yansımama göz ucuyla baktığımda yüzümdeki gerginliği fark ettim. Deniz ise ifadesizdi. Gözlerim duvarlardaki kitaplıklara kaydı. Kitaplar rastgele dizilmişti, bazıları hiç açılmamış gibiydi. Kaosun içinde planlanmış bir düzen vardı.
Evren, rahat bir şekilde büyük koltuğa oturdu. Onun bu umursamaz tavrından hoşlanmamıştım. İçimde bir sıkıntı vardı. Ellerim hafifçe titriyordu ama kendimi toparladım.
Evren gözlerini bize dikerek başını yana eğdi ve gülümsedi. "Şimdi, Deniz." dedi yavaşça. "Konuşmamız gereken çok şey var."
Ağır adımlarla Evren'in karşısındaki koltuğa oturduk. Ortamın gerilimi, üzerimizdeki yükü daha da arttırıyordu. Deniz dişlerini sıkmış, gözlerini Evren'e dikmişti. Bense içerideki huzursuzluğu bastırmaya çalışarak etrafta göz gezdiriyordum.
Evren'in arkasında Eser duruyordu. Elleri önünde bağlı, ifadesi donuk ve soğuktu. Onun hemen yanında, Evren'in başka bir adamı daha vardı. Yüzü sertti, gözleri tetikteydi.
Odada ağır bir sessizlik hâkimdi. Saatin tik takları, sıcak havaya rağmen yanan şöminenin hafif çıtırtıları dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Evren oturduğu koltukta hafifçe geriye yaslandı ve gözlerini Deniz'e dikti. Dudaklarında ince bir gülümseme vardı ama bakışları soğuktu.
''Karını bir dakika bile yanından ayırmak istemiyorsun değil mi? Malum yani kavuştun.''
''Ne biçim bir adamsın ulan sen? Annemin kardeşi olacaksın bir de. Düşman mı kazanmak istiyorsun sen?''
''Seninle hasım olmak istemiyorum.''
''Ne olmak istiyorsun Evren? Derdin ne senin?''
''Derdim oğlum, Güney.''
Deniz'in gözleri kısıldı. "Lafı dolandırma Evren. Elinde ne var? Ne istiyorsun?"
Evren, keyifle başını yana eğdi. "Ah, sabırsızlık... Eskiden de böyle miydin? Yoksa şimdi kaybedecek şeylerin daha değerli olduğu için mi sabırsızlanıyorsun?'' dedi gözleri üzerimdeyken.
Deniz "Ne istiyorsun Evren?" diye tekrarladı. Sesi keskin ve tehditkârdı. " Şantaj mı yapacaksın? Beni köşeye mi sıkıştırmaya çalışıyorsun? Söyle bakalım, nasıl bir kart oynayacaksın?"
Evren dudaklarını büzerek başını hafifçe salladı. "Deniz, Deniz. Her şeyi hemen görmek istiyorsun. Ama ben sabırlıyım. Sana anlatmam gereken şeyler var. Önce dinle, sonra kararını ver."
Deniz ve Evren gergin bir halde konuşurken bakışlarım Eser'le buluştu. Biz ne kadar gerginsek Eser o kadar rahattı. Sorun yok dercesine bana göz kırptığında içli bir nefes vermekten kendimi alamamıştım.
"Sana zaman ayırmak zorunda değilim Evren. Derdin neyse söyle hemen. Yoksa kalkıp gideceğim."
Evren kahkaha attı. Ama bu kahkahada eğlence değil alay ve tehdit vardı. "Ah Deniz. Beni dinlemek zorundasın. Çünkü eğer dinlemezsen." Duraksadı, gözlerini bana çevirdi. "Bazı şeyler benim kontrolüm altından çıkabilir. Ve hem senin için hem de sevdiklerin için hiç iyi şeyler olmaz."
Deniz'in gözleri karardı. "Evren! Beni tehdit mi ediyorsun?"
"Bunu bir tehdit olarak görme Deniz. Daha çok bir uyarı gibi düşün. Çünkü eğer benimle bir iş birliği yapmazsan elimdeki bilgileri başka yerlere ulaştırmak zorunda kalırım."
"Lafı dolandırma artık. Sahte hastane belgeleri dışında ne tutuyorsun elinde?"
"Ah Deniz, her şey bir anda ortaya dökülseydi oyun oynamanın ne anlamı kalırdı." dedi sahte bir gülümsemeyle. Bu adam insanların sinirleriyle oynamaktan kesinlikle zevk alıyordu. Tehdit etmeyi, sabırları zorlamayı, oyunu kendi kurallarına göre oynatmayı seviyordu.
Deniz sinirle güldü. "Oyun oynamaya gelmiş gibi mi görünüyorum oradan?"
Evren avını izleyen bir avcı gibi Deniz'i izledi. Rahat görünüyordu. Deniz ise öfkeliydi. Belli etmese de anlayabiliyordum. "Çok gerginsin Deniz. Biraz rahatla. Hem ne acelen var? Bak karınla evimde misafirsiniz. Önce güzel bir sohbet etmeyelim mi?"
"Etmeyelim." dedim ani bir çıkışla. Eve girdiğimizden beri ilk kez bir şeyler söylemiştim.
Evren'in bakışları beni buldu, takdir edici bir gülümsemeyle baktı. "Size bir şey ikram etmemi ister misiniz? Çay, kahve, şarap?"
"Çayın da kahven de sana kalsın. Ne derdin var söyle artık." diye çıkıştım. Artık sinirlerime hakim olamıyordum.
Evren gülmeye devam etti ve Deniz'e döndü. "Cesur bir kadınla evlisin."
Deniz artık patlamak üzereydi. "Yeter Evren! Ne var elinde başka söyle. Sabrım kalmadı artık benim."
"Biliyor musun Deniz, insanın sevdikleri için ne kadar ileri gideceğini görmek benim için hep ilginç olmuştur. Sen mesela, karını, kardeşlerini, aileni korumak için ne kadar ileri gidebilirsin?"
"Ne ima etmeye çalışıyorsun?" dedi Deniz.
"Ben sadece gözlem yapıyorum. Sevdiklerin için neleri göze alırsın, neleri yaparsın? İşte bunlar önemli konular."
"Beni tehdit edemezsin sen!" diye bağırdı Deniz. Gözlerim Eser'le tekrar buluştu. Gözlerindeki rahat ifade silinmişti. Artık onun da gerildiğini görebiliyordum.
"Ben tehdit etmem Deniz. Ben sadece şartları ortaya koyarım. Şartlar... bazen ağır olabilir." dedi Evren. Parmaklarını şıklattı. Bir sigara yaktı. Eser'in yanında duran adam hızla salondaki çekmeceye ilerledi, bir dosya çıkardı ve Evren'e uzattı. Evren dosyayı uzun bir süre inceledi. Bizi neyin beklediğini bilmiyordum ve bu bilinmezlik beni çok korkutuyordu. Evren dosyayı inceledikten sonra ortamızdaki sehpaya deyim yerindeyse fırlattı. ''İncele bakalım Deniz, derdim neymiş öğren.''
Deniz çekinerek de olsa sehpaya uzandı ve dosyayı aldı, kapağını açtı. Dosya başlığında logolarıyla birlikte iki şirketin adı yazıyordu. Aladağ Holding & Sonart Holding. Deniz'in ortak proje yürüttüğü şirketlerden biri olmalıydı. İlk sayfada bir şey yoktu. İlgili firmalarla ilgili bilgiler vardı. Şirket sahipleri, iletişim bilgileri gibi detaylar yer alıyordu. Deniz ikinci sayfaya geçti. Yapımına geçen yıl başlanmış bir otelin detayları vardı. Otel geçen sene bahar aylarında Aydın'da, bir turizm alanına yapılmaya başlanmıştı. Deniz üçüncü sayfaya geçti. Bu sayfada arazinin tapusu vardı, Deniz sayfayı çevirdi. Bu sayfada arazinin uydu görüntüleri vardı. Deniz sayfaları çevirdikçe imar izinleri, yapı denetim raporları, Çevresel Etki Değerlendirme Raporu, zemin etüdü raporları, inşaat ruhsatı, altyapı raporları, yangın güvenliği raporlarını görmüştük. Her sayfada ve her belgenin altında sadece Deniz'in imzası bulunuyordu. Proje ortakken neden sadece Deniz'in imzası olduğunu anlayamıyordum. Deniz yeni sayfaya geçti. Bu sayfada Sonart Holding'in projeden çekildiğine dair bir belge vardı. Yani otelin yapımına başladıktan üç ay sonra ortak firma projeden ayrılmıştı. Demek bu yüzden sadece Deniz'in imzası vardı.
Saat ilerlerken, Evren'in salonundaki loş ışıklar odaya gölgeler düşürüyordu. Odadaki ağır hava, sigara kokusuna ve yoğun bir gerilime bulanmıştı. Nefes alırken bile bir tür baskı hissediyordum.
''Benim otelime ait belgelerin sende ne işi var Evren? Nasıl ulaştı bu belgeler sana?''
''Bence bu çok da önemli değil.'' dedi Evren. ''Sıkıntın daha büyük.''
''Ne saçmalıyorsun sen ya? Şurada oturmuş dakikalardır senin zırvalıklarını dinliyorum.''
''Ben olsam öyle demezdim.'' dedi Evren sigarasından bir duman çekerken. ''İmar iznin sahte Deniz.'' dedi keyifle. ''Sence bu basit bir zırvalık mı yoksa senin dikkatini çekecek kadar ciddi bir mevzu mu?''
''Saçmalık.'' dedi Deniz ve imar izni raporunun olduğu sayfayı aldı. Deniz o raporu incelerken ben de diğer sayfaları çevirdim. Her şey yerli yerindeydi. Tapular gerçekti. Her şey yasal görünüyordu. Biz elimizdeki dosyayı incelerken Evren'in adamı başka bir dosya daha getirdi.
''Onları da bir incele bakalım.'' dedi Evren büyük bir özgüvenle. Hâlâ aynı rahat tavrıyla sigarasını içerek bizi izliyordu. O burada ipleri elinde tutan kişiydi ve bunu her haliyle belli ediyordu.
Deniz hiç beklemeden o dosyayı da aldı ve büyük bir sinirle incelemeye başladı. Deniz sayfaları çevirdikçe yaşadığımız şok büyüyordu. Elimizde az önceki dosyada bulunan imar iznini reddeden bir belge vardı. Bu da yetmiyormuş gibi belediyeye rüşvet verildiğine dair bir belge daha vardı. Neler olduğunu anlamıyordum, bildiğim tek şey Deniz'in asla böyle bir şey yapmayacağıydı.
''Usulsüzlük yapmışsın görünüşe göre.'' dedi Evren.
''Oyun.'' dedi Deniz sinirle. ''Oyun oynuyorsun benimle.''
''Aynen Deniz. Her satırı kontrol ettin, değil mi? Her şeyin yasal göründüğüne emin oldun. Haklısın, her şey yasal.'' dedi Evren alayla.
''Ne işler çeviriyorsun sen Evren?'' dedi Deniz sinirle.
''Ben değil sen çevirmişsin Deniz. Sayfayı çevir de bak bakalım ne yapmışsın.'' Deniz Evren'in dediğini yaptı ve sayfayı çevirdi. Yeni bir şoku da burada yaşıyorduk. Otelin yapıldığı alan turizm alanı değil, doğal bir sit alanıydı.
Deniz'in gözleri dosyanın üzerindeki yazılara kilitlenmişti. Parmağıyla satırları takip ederken kaşları çatıldı. Gözleri hızla satırlar arasında gezinirken gözlerinden akan öfkeyi, kaşlarının gerilmesini ve dudaklarının titrediğini görebiliyordum. ''Bu mümkün değil.'' dedi Deniz. Sesi soğuk ve kontrolsüzdü.
Evren bacak bacak üstüne atıp keyifle sigarasından bir nefes daha çekti. Kendinden emin bir şekilde yerinde geriye yaslanmış, bizim yaşadığımız şaşkınlığı izliyordu. Avının farkında olan bir kurdun rahatlığıyla hareket ediyordu. "Ah Deniz. Bunu söyleyeceğini biliyordum. Ama belgeler yalan söylemez."
''Bu proje için tüm yasal süreçler tamamlandı. Tapular elimizde, her şey kontrol edildi. Burası turizm alanı olarak onaylandı." dedi Deniz. Yüzündeki gerginlik, henüz keşfedilmemiş bir felaketin habercisi gibiydi.
Evren başını iki yana salladı. "Doğal sit alanına otel dikiyorsun, imar iznin sahte, belediyeye rüşvet vermişsin. Daha başka kanunsuz işlerin var mı?"
"Ulan bana kanunsuzluktan bahsedecek en son insan bile değilsin sen! Silah kaçakçılığı yapan adam gelmiş bana kanunsuz iş yapıyorsun diyor ya, delireceğim gerçekten."
"Ben suç işliyor olabilirim ama sen de işlemişsin. Eşitiz yani."
"Eşit falan değiliz. Sahtekârlık bu. Olmayan bir şeyi olmuş gibi gösteremezsin. Üstüme yıktığın şeyin altında kalmayacağım. Oyununa gelmeyeceğim Evren."
"Oyun falan yok sevgili yeğenim. O belgelerin altındaki imzalar senin. Yani proje sahibi olarak tüm sorumlu sensin."
"Benim şirketim asla usulsüz iş yapmaz. İmar izni alınırken her şey yasal olarak halledilir. Beni aptal mı sanıyorsun? Bu sahte belgelerle nasıl karşıma çıkıyorsun sen?!"
"Öyle mi? O zaman açıklasana Deniz. Neden bu belgelerde projeyi onaylayan belediye yetkililerinin birkaç tanesine yüklü miktarda ödeme yapılmış görünüyor? Hatta bir tanesi, imza attıktan bir ay sonra yurtdışına kaçmış. Şans eseri mi dersin?"
Deniz sertçe sehpaya vurdu ve hızlıca ayağa kalktı. "Bunun benimle bir ilgisi yok. Ben böyle bir ödeme yapmadım."
"O dekontlar da sahte yani öyle mi?" dedi Evren gülerek. "Kabul et Deniz. Köşeye fena sıkıştın." Deniz büyük bir inkârla başını sağa sola sallarken Eser'e baktım. Bu yaşanılanlardan hiç memnun değilmiş gibi görünüyordu. Sıkıntıyla ofladı ama bunu sadece ben görmüştüm.
"Sahtekârın tekisin. Tıpkı bu belgeler gibi sen de sahtesin." dedi Deniz. Evren ayağa kalkıp Deniz'in tam önünde dikildi.
"Hesap hareketleri, ödeme dekontları, hepsi burada. Ve biliyor musun? Savcılık böyle şeyleri pek sıcak karşılamaz."
"Tekrar söylüyorum, bu belgeler sahte. Tıpkı yıllar önce babam için hazırladığın ameliyat raporu gibi bu belgeler de sahte."
Evren Deniz'in söylediklerini umursamadan konuşmaya devam etti. "Beni dinle Deniz. Ya benimle iş birliği yaparsın ya da bu belgeler basına ve savcılığa gider. Yolsuzluktan, sahte imar dosyasından, rüşvetten, kaçak otel işinden yargılanırsın."
"Beni tehdit edemezsin!" dedi Deniz giderek artan öfkesiyle. "Sana boyun eğmeyeceğim."
"Tehdit mi? Oo, hayır. Buna iş teklifi diyelim. Bana yardım edersen elimdeki her şeyi yok ederim. Eğer etmezsen senin için yolun sonu olur Deniz."
"Bana ne yapacağımı söyleyemezsin Evren! Ben senin piyonun değilim."
"Bana hayır dersen sadece sen değil, Ada da zarar görür."
Deniz öyle büyük bir öfkeyle Evren'in üstüne yürümüştü ki durdurmak için gücüm yoktu. Zaten durdurasım da yoktu. Herkesin beni tehdit malzemesi olarak görmesinden çok sıkılmıştım. "Bir kez daha Ada'nın adını senin sesinden duyursam seni bu evin salonuna gömerim." dedi Deniz Evren'in yakasına yapıştı.
Evren'in adamı silah çekip bize doğrulttuğunda kalbim yerinden çıkacak gibi hissetmiştim. Gözlerim Eser'i buldu. O da belindeki silahı çıkartmış, bize doğrultmuştu.
"Yarın akşama kadar düşün." dedi Evren. Deniz Evren'in yakasını bıraktı ve Evren'i arkasındaki koltuğa ittirdi. Orta sehpanın üzerindeki tüm belgeleri aldı, elimi tuttu, beni çıkış kapısına doğru yürüttü. "Unutma Deniz. Yarın akşama kadar vaktin var." diye arkamızdan bağıran Evren'i umursamadan evinden ayrıldık.
Akşamın karanlığı sokaklara inmişti. Deniz'in elleri direksiyonu sıkı sıkı kavramış, gözleri yola dikilmişti. Arabada sessizlik vardı ama bu huzurlu bir sessizlik değildi. Gerilim, motorun homurtusuna karışmıştı. İkimiz de Evren'in evinde yaşananları düşünüyorduk. "Sevgilim." dedim cılız bir sesle. "İyi misin?"
"Bilmiyorum Ada. Bildiğim tek şey, herifin bizi köşeye sıkıştırmaya çalıştığı. Ama ona istediğini vermeyeceğim."
Sıkıntıyla iç geçirdim. "Bu belgeler nasıl ulaştı Evren'e? Yani anlamıyorum. Bu önceden kurgulanmış bir şey mi? Hiçbir şey anlamıyorum... Ne yapacağız şimdi? Ya Evren dediğini yapıp bu belgeleri basına ve savcıya vermeye kalkarsa?"
"Ben hayatım boyunca her şeyi düzgün yapmaya çalıştım! Babamın isminin gölgesinde kalmamak için, kimseye bağımlı olmamak için gece gündüz çalıştım. Şimdi biri çıkıp bana usulsüzlük yaptığımı mı söylüyor?! Ve ben bunu sineye mi çekeceğim?"
"Öyle bir şey demiyorum Deniz. Sadece ne yapmamız gerektiğini düşünmeye çalışıyorum." dedim. Deniz cevap vermeyince de devam ettim. "Eser'in orada ne işi vardı? Onu görünce şaşırmadın bile."
"İki yıldır Evren'in yanında." dedi bıkkın bir sesle. "Benim için çalışıyor. Bana bilgi sızdırıyor."
"Bana söylemedin. En azından söyleseydin neyle karşılaşacağımı bilirdim."
Deniz sinirli bir kahkaha attı. "Sana her şeyi anlatmamı mı istiyorsun Ada? Anlatmadığım her şey için bana kızacak mısın? Beni suçlayacak mısın? Ben seni korumaya çalışıyorum! Evren'in oyunlarının içine seni sokmamaya çalışıyorum!"
"Ama ben zaten içindeyim Deniz! Evren'in karşısına seninle çıktım, tehditlerini ben de duydum! Sen ne kadar beni uzak tutmaya çalışsan da onun beni sana karşı bir koz olarak kullanmaya çalışacağını bilmiyor muyum sanıyorsun?"
"Ada... Yemin ederim ki seni bu işlerin içine sokmak istemiyorum. Ama her defasında, her şey gelip seni de içine çekiyor. Evren'in sana bir zarar vermesini izleyemem ben."
"Deniz ben korkuyorum."
"Korkma." dedi Deniz biraz olsun sakinleşen bir ses tonuyla. "Korkma hiçbir şey olmayacak."
Başımı koltuğa yasladım ve olabilecek her şeyi düşünmeye çalıştım. Eğer Evren doğruları söylüyorsa Deniz çok büyük bir suçlamayla karşı karşıya kalacaktı. Ve ben bu işten nasıl çıkacağımızı bilmiyordum.
***
Eve döndükten sonra Deniz içeriye girmemiş, dışarıdaki çardağa oturmuş, bir sigara yakmıştı. Çalışma odasının penceresinden onu izliyordum. Çok gergin ve sinirliydi. Aklında ne olduğunu, ne planladığını bilmiyordum. Onu nasıl teselli edeceğimi, nasıl yardım edebileceğimi de bilmiyordum. Canım çok sıkkındı, pencereden izlemeyi bırakıp aşağı indim. Çardağa yöneldim ama Deniz salona geçmiş, oradan kış bahçesine doğru ilerliyordu. Sessizce peşinden gittim. Deniz pencereden dışarıyı izlemeye başladı. Arkasından sarılıp kollarımı karnının üzerinde birleştirdim ve içli bir nefes aldım. ''Seni seviyorum.'' dedim usulca. ''Sen yapmadın biliyorum. Sana inanıyorum. Tüm kalbimle inanıyorum. Çözeceğiz, her şeyin üstesinden nasıl geldiysek bunun da üstesinden geleceğiz.''
Deniz bana doğru döndü, kollarını etrafımdan sarıp çenesini başımın üzerine koydu, ardından saçlarımı öptü. ''Sevgilim.'' dedi üzüntüyle. ''Seni seviyorum.''
Bir şey diyecektim ki Eser'in sesi kış bahçesinde yankılandı. ''Selam.'' dedi gergin bir sesle.
Deniz kollarını çekti ve kış bahçesine ne zaman aldığını bilmediğim koltuğa doğru ilerledi. Eser'e de eliyle gelmesini işaret ettikten sonra koltuğa oturdu. Eser bahçe takımının tekli koltuğuna oturmayı tercih ederken ben Deniz'in oturduğu koltuğun diğer köşesine oturmuştum.
"Geç kaldın.'' dedi Deniz meraklı ve gizli tutmadığı öfkesiyle.
"Senin gibi ben de Evren'in rezil işleriyle uğraşıyorum.'' dedi Eser. Yüzünde her zamankinden daha sert bir ifade vardı.
''Sen hiç mi fark etmedin bir şeylerin ters gittiğini?" Deniz, sönen sigarasının yerine bir tane daha yaktı. Ortamın getirdiği rehavet yüzünden bunalmış ve bir sigara da ben içmek istemiştim. Deniz her ne kadar istemiyor olsa da çekingen bir tavırla Deniz'in paketine uzandım ve bir dal alıp dudaklarımın arasına götürdüm. Deniz bıkkınlıkla gözlerini devirdiyse de bir şey dememişti. Ben de sigarayı yaktım ve arkama yaslandım.
''Fark etmedim Deniz.'' dedi Eser mahcup bir ifadeyle. Birkaç saniye sonra Uygar içeriye daldı.
''Ya.'' dedi sinirle. ''Bizim hayatımızda hiçbir şey yolunda gitmeyecek mi?'' Masaya doğru ilerledi, sandalyelerden birini aldı, sırtımızı yasladığımız kısmı önüne alarak bacaklarını iki yana açtı ve sandalyeye oturdu. Kollarını önünde birleştirmişti.
Havada bir elektrik vardı. Yoğun, ağır, keskin. Sanki bir şey patlamak üzereydi. Karşımdaki üç adamdan yayılan gerilim, gözle görünmese de ciğerime kadar işliyordu.
Eser tekli koltuğa yayılmış gibi görünse de gözleri Deniz'de tetikteydi. Uygar ise sessizce bizi izliyordu. Göz ucuyla bana bakıp durumumu anlamaya çalıştı ama ben sadece izliyordum.
Deniz, ellerini birbirine kenetlemiş, öne eğilmişti. Gözleri Eser'in üzerinde kilitliydi. Sesi yumuşak ama ciddiydi. ''Hoş geldin Uygar.'' dedi Deniz saniyeler sonra.
''Anlatın bakalım hoş bulacak mıyım?'' dedi Uygar. "Evren'in evinde ne oldu?" Gözleri Deniz'inkine kilitlenmişti. Sesi sabitti ama içinde bir şeylerin çatırdadığı belliydi. Uygar'ın yüzüne bakarken onun da endişeyle karışık bir öfkeyle baş etmeye çalıştığını fark ettim. Onu böyle görmek garipti, her zaman güçlü ve dengeli duran Uygar'ın içinde fırtına kopuyordu. Deniz başını hafifçe öne eğdi, gözleri hâlâ Eser'inkindeydi. Sonra derin bir nefes alıp konuştu.
"Evren ne istiyor?" diye sordu Uygar tekrar, sabrını zorlayan bir ses tonuyla.
Deniz bakışlarını yavaşça Uygar'a çevirdi. Yorgun, sert ama kararlıydı. "Güney'in adını temize çıkarmamı istiyor. Başka ne isteyecek? Derdi hâlâ aynı."
Karnıma bir sancı girdi. Evren'in takıntısının bu kadar büyük olduğunu tekrar duymak, içimdeki sıkıntıyı katlamıştı. Güney. Her şeyin başlangıcı. Tüm bu karanlık labirentin ilk duvarı.
Uygar başını salladı, yüzü kasılmıştı. "E kabul etmezsen ne olacak?"
Deniz ayağa kalktı. Ellerini başının arkasında birleştirip odada bir tur attı. Sonra cama yöneldi, dışarıya bakmadan konuştu. "Elindeki dosyaları savcıya ve medyaya verecek. Ben bu suçlamayla yüzleşemem! Usulsüzlük, yolsuzluk, rüşvet, doğal sit alanına otel yapma! Bunların hiçbirini yapmadım ben!"
Deniz'e bakarken kalbim bir anlığına duracak gibi oldu. O sözleri ne kadar kararlı söylese de içinde taşıdığı yükün ağırlığını görebiliyordum. Onun temiz kalmak için verdiği onca çaba şimdi yalan belgelerle gölgeleniyordu.
"Konuya dönüyorum.'' dedi Deniz, ağır ağır içine çektiği sigarasını küllüğün yanına bırakarak. ''Eser. İki yıldır Evren'in yanındasın. Nefes alışını bile takip ediyorsun. Bu imar izni mevzusunu nasıl bilmiyorsun?"
Eser bir an gözlerini kaçırdı. Sonra tekrar Deniz'e baktı. "Çünkü gerçekten bilmiyorum. Bu mesele benden gizlenmiş. Evren bana hiçbir zaman ticari projelerini açmadı. Basit şeyleri anlattı sadece. Ama bu otel, bundan tek kelime bile etmedi."
Deniz tekrar yanıma oturdu, kazağının kollarını dirseklerine çekti, kaşlarını çatıp öne doğru eğildi. "Yani benim adım kullanılarak bir sahtecilik yapılıyor, belediyeye rüşvet veriliyor, imar izniyle oynanılıyor ama senin bundan haberin yok. Sen benim için çalışmıyor musun Eser?''
Eser'in yüzü gerildi. "Sakın böyle konuşma. Ben seni korumak için oradayım. Ne yaptığımı sen bilmiyor musun Deniz? Bazı şeyler göründüğünden daha karmaşık. Evren her an, herkesi izliyor. En ufak şüphede onu satabileceğimi düşünsün istemedim."
"Off." dedi Deniz alçak ama dikenli bir ses tonuyla.
Uygar öne doğru iyice yaslandı. "Evren çok uyanık. Bir şeyleri saklamak istediyse, bunu sadece Eser'den değil, herkesten gizlemiştir.''
Eser başını iki yana salladı. "Benim anlamadığım konu şu; Neden sadece senin imzan var? Proje ortakken neden Sonart Holding yok belgelerde?"
O anda gözlerimi Deniz'den ayırmadan konuştum. "Belki de plan en başından buydu. Projeye ortak başlayıp ne kadar usulsüzlük varsa onları yaparak sorumluluğu tamamen sana bırakmak istediler belki de. İstedikleri olunca da projeden çekildiler? Olamaz mı? Rüşveti sen vermemiş olabilirsin ama kâğıt üzerinde veren sensin. Ve Evren, bu belgeleri adım adım toplamış."
Deniz gözlerini kısıp bana baktı. "Yani Sonart Holding'in bu işte bir parmağı olabilir diyorsun?"
Başımı salladım. "Bilmiyorum. Ama düşünün. Olamaz mı?"
Deniz parmaklarını dizine bastırdı. Gerginliği her hareketine yansıyordu. Gözleri düşmanını görmeden önceki bir savaşçının gözleri gibiydi.
"Sen nasıl anlamadın imar izninin sahte olduğunu?" dedi Eser. "Damga ve kaşeye dikkatli baksan anlardın. Resmi damga ve mühür değiller. Deniz, bu izni alırken sen süreci takip etmedin mi?"
Deniz bir an duraksadı. Sonra arkasına yaslandı. Yüzü karanlık bir bulutla kaplandı. "O dönem... Ada yoktu." dedi. Sesi boğuk çıkmıştı. Gözleri bana kaydı ama ben gözlerini yakalayamadım.
"Ada gittiğinde." diye devam etti. "Birçok şey anlamını yitirmişti. Ben sadece hayatta kalmaya çalışıyordum. Günlük rutinlerin, kontrol süreçlerinin hiçbir önemi kalmamıştı. Gülşah'ın getirdiği evraklara göz atıp imzalıyordum. Çünkü düşünemiyordum. Çünkü hiçbir şey hissetmiyordum."
Boğazıma bir şey düğümlendi. Deniz o kadar içten, o kadar kırık söylemişti ki bir an nefesim kesildi. Sanki o anlara geri döndü. Sessiz, darmadağın, bir o kadar yalnız.
Uygar sessizce başını salladı. "Yani Evren Deniz'i zayıf anında yakaladı. Ada yoktu. Deniz sağlıklı düşünemiyordu. Zihni kararlarını etkileyecek kadar bulanıktı, yalnız ve savunmasızdı. Ne yani şimdi Deniz'i mi suçlayacaksın?"
"Kimseyi suçlamıyorum ama gelinen noktada tablo ortada. Deniz farkında olmadan her şeyin altına imza atmış. Her şey oldu bittiye getirilmiş, çok belli."
"Benim bu işle en ufak bir alakam yok." dedi Deniz.
"Bunu biz biliyoruz ama başka kimse bilmiyor Deniz. Eğer Evren bunları medyaya ve savcıya verirse bu işten kolay sıyrılamazsın, benden söylemesi." dedi Uygar.
Eser dirseklerini dizlerine koyarak öne eğildi. "Ne yapmayı düşünüyorsun peki? Yani ne yapacağız?"
Deniz yavaşça dönüp gözlerini onlara dikti. Sesi bir anda alçaldı ama içinde bir kararın sertliği vardı.
"Evren'in teklifini kabul edeceğim."
O an nefes almayı unuttuğumu fark ettim. Deniz'in bu sözleri bir tokat gibi çarpmıştı. Bedenimdeki kaslar gerildi. Oysa Deniz hep direnmişti. Şimdi neden böyle söylüyordu? Gözlerim hafifçe büyüdü, dudağımı ısırdım. İçimdeki Hayır. çığlığı boğazıma düğümlendi.
Uygar başını hızla kaldırdı. Eser'in gözleri kısıldı. Ortamdaki hava bir anda ağırlaştı. "Ne yapacaksın, ne yapacaksın?" dedi Uygar.
"Evren'in teklifini kabul edeceğim." dedi Deniz tekrarlayarak. Sesi odada yankılandığında zaman bir anlığına durmuş gibiydi.
Kış bahçesinde bir sessizlik oldu. Eser yerinden doğruldu. "Bunu ciddi ciddi söylüyor musun?"
Deniz başını salladı. "Evet. Kabul edeceğim. Yardımcısıymışım gibi davranacağım. O ne istiyorsa yapıyor gibi görüneceğim. Ama sadece görünüşte. Çünkü içeriden bilgi toplamamız gerekiyor. Elindeki her şeyi öğrenmemiz gerek. Ve bunu yapmanın tek yolu, beni içeri almasına izin vermek."
Uygar başını hafifçe eğip Deniz'i inceledi. "Bu riskli bir oyun. Ayrıca Evren'in teklifini kabul etmeden de Eser sayesinde bilgi almaya devam edebiliriz, bu belgelerin bir kumpas olduğunu kanıtlayabiliriz."
"Aklımda başka bir şey var." dediğinde sorgulayan bakışlarla baktık. Gözlerini kıstı, sanki kendi içinde hâlâ karar vermemiş gibiydi ama sonra net bir şekilde söyledi. "Mersin hattından İzmir limanına taşıyacakları silahlara el koyacağım."
Oda buz gibi oldu. Nefes almayı unuttum. İçimde bir boşluk oluştu, gözlerim ona kilitlendi. Kalbim hızla atarken bir saniye herkes suskun kaldı, sonra üç farklı ses birden yükseldi.
"Ne saçmalıyorsun Deniz?" dedi Eser. Sesi sertti.
Uygar ayağa kalktı, elleri belindeydi. "Deniz sen kafayı mı yedin? Bunu yaparsan hayatını biter!"
Eser iki elini dizlerine dayadı, başını iki yana salladı. "Deniz, böyle bir karar hayatının sonunu getirir! Evren'in ağına düşemezsin."
Ben yerimden doğruldum. "Deniz, sen bu adamın kim olduğunu unuttun mu? Sana, bize neler yapabileceğini? Onunla aynı tarafta görünmek bile başlı başına bir felaket!"
Deniz hepimize birer birer baktı, ardından derin bir nefes aldı. "Evren'i oyalamam lazım." dedi, sesi artık daha yavaş ama netti. "Onun tarafında olduğumu zannetmeli. Zamana ihtiyacım var."
"Saçmalama Deniz. Bu çok büyük bir şey! Bizim altından kalkabileceğimiz bir şey değil!"
Uygar sağa sola volta atmaya başladı. "Eser haklı. Bu işin altından kalkamayız, sakın bulaşmayalım Deniz. Bu artık devlet işi. Yanlış bir adımda yok oluruz!"
Zorla yutkundum. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. "Deniz, bu çok riskli. Yani bu başka bir şey. Senin güvenliğin, bizim hayatımız. Başka bir yol bulalım."
Deniz başını iki yana salladı. Gözleri karanlıktı, sesi çatallaşmıştı. "Yanımda olun ya da olmayın, bunu yapacağım."
Uygar ilk itirazını yutmuş gibi başını yere eğdi. Ardından gözlerini Deniz'e dikti. "Ee ne yapacağız peki?" dedi sonunda, sesi kabullenmiş ama yorgundu. Deniz'e dikkatle bakıyordu. "Düşündüğüm şeyi mi yapacağız?"
Deniz'in yüzünde belli belirsiz bir ifade vardı. Kararlılık ve yorgunluk bir aradaydı. Ben ise ne konuştuklarını anlamamıştım. "Ne? Ne yapacağız?" dedim.
Deniz derin bir nefes aldı. Gözlerini tek tek herkese çevirdi. "Uygar, biz seninle Sonart Holding'i araştırmakla başlayacağız. İmar iznini hangi belediye çalışanı vermiş, kim hangi tarihte imza atmış, belediye çalışanlarına kim rüşvet vermiş, kim yurtdışına kaçmış. Hepsini öğreneceğiz."
Eser koltukta geriye yaslandı, ellerini kucağında birleştirdi. "Siz Evren'i oyalarken ben Evren'in elindeki belgeleri toplamaya çalışacağım."
Deniz başını sallayarak onayladı. Sesi bu kez daha sertti. "Aynen öyle."
"Bu hala çok riskli." dedim. Bir sessizlik oldu. İçimde bir kırılma hissettim. Deniz gözümün önünde kendini yakmayı seçiyordu. Ama onu tutmak ne kadar mümkündü?
Uygar başını sallayarak onayladı. Gözleri kararlıydı artık. Deniz Eser'e döndü. "Eser, sen belgeleri toplamaya çalışırken bir yandan da sevkiyatın ne zaman yapılacağını ve nasıl yürütüleceğini öğreneceksin. Gözünü kulağını dört açmanı istiyorum. Ters giden hiçbir şey olmamalı. Evren'in şüphelenmesine sebep olacak hiçbir şey yapamayız. Böyle bir lüksümüz yok."
Eser başını salladı. "Anlaşıldı."
"Tehlikeli biliyorum. Ama başka yol yok." dedi Deniz. "Üstelik hata yapma lüksümüz yok."
Eser başını eğip kısa bir süre düşündü. Sonra sessizce, "Evet." dedi. "Kendi adıma, ne gerekiyorsa yapacağım."
Ben hâlâ susuyordum. Bu konuşmanın merkezinde değildim ama zihnimde fırtınalar dönüyordu. Evren'in ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordum. Bu planın ince bir çizgide yürümesi gerekiyordu. Küçücük bir hata her şeyin sonu olurdu. Ama en çok korktuğum şey Deniz'in bu oyunun içinde kaybolmasıydı.
Dışarıdaki karanlık, içerideki yüzlere düşüyordu. Sanki hepimiz aynı karanlıkta ilerliyorduk, ama nereye gittiğimizi bilmiyorduk.
Roma pencerenin önüne kıvrılıp yatmıştı. Gözlerini kısarak bizi izliyordu. Kedimin bile içgüdüsel olarak hissettiği bu gerginlik kelimelerin ötesindeydi.
Deniz bir sigara daha yaktı, dumanı usulca yukarı yükseldi. Ardından alçak sesle konuştu. "Bu gece plan yapma gecesi. Yarın oyun başlıyor."
***
"Tamam, şimdi ne yapacağız?" dedim.
Kış bahçesindeki ışık hafifçe kısılmıştı. Ortadaki sehpanın üzerinde iki kalın dosya duruyordu. Üzerlerinde Evren'in ortaya koyduğu belgeler, evin içindeki gerilim kadar ağırdı. Dışarıda yağmur başlamıştı; camlarda dans eden damlalar, içerideki sessizliği kırmıyor, yalnızca derinleştiriyordu.
Deniz ayağa kalktı, orta sehpanın üstündeki dosyayı açtı. Sayfalar arasında parmak uçlarıyla geziniyordu, yüzündeki ifade keskinleşmişti. Uygar ve Eser hemen yanındaydı. Bense biraz geride koltuğa kıvrılmıştım.
Deniz gözlerini kısmıştı. Sanki her kelime kafasına çekiç gibi iniyordu. Sayfayı önüne çekti. Başparmağını mühürlü bölgenin üzerinden geçirdi. "Önce ben yarın Evren'le konuşacağım. Teklifini kabul ediyorum. diyeceğim. Yardımcı olacağımı söyleyeceğim. Ama bunu kabul ederken gözlerinin içine baka baka, onun güvenini kazanacağım." dedi, Eser'e yöneldi. "Sen içeriden ne varsa bana getirmeye devam edeceksin. Görüştüğü kişiler, para trafiği, illegal anlaşmalar. Hepsini. Bunları yaparken çok dikkatli olmalısın. Evren senden asla şüphelenmemeli. En ufak bir şüphesinde bütün plan suya düşer."
Eser başını salladı.
Uygar az önce kalktığı sandalyeye tekrar oturdu. "Ben de kendi kanalımda araştırma yapacağım. O sahte mühürlerin nerede basıldığını, bu belgelerde adı geçen kişileri. Ve eğer gerekiyorsa Sonart Holding'in geçmişteki işlemlerini inceleyeceğim."
Ayağa kalkıp yanlarına ilerledim ve imar iznindeki mühre baktım. Hafifçe öne eğildim. "Peki bu nasıl oluyor? Gerçek bir izlenim yaratıyor. Yasal belgelerde böyle bir bütünlük olunca insan şüphelenmiyor."
Uygar içini çekti. "Çünkü sahteciliğin en tehlikelisi gerçeğe en yakın olanıdır. Bu belgeleri hazırlayan çok profesyonel çalışmış."
Eser dosyanın son sayfasına geçti. "Bu sadece sahte bir izin değil. Belediyeye yapılan ödemelere dair belgeler var. Rüşvet gibi görünmüyorlar. Normal masraf dekontlarına yedirilmiş. Ama dikkatlice bakınca bazı ödemeler şüpheli."
Deniz dosyayı kaptı, hızlıca göz attı. Gözleri bir satırda durdu. "Bu dosyadaki isimleri iyi araştırmanı istiyorum Uygar. İmar iznini kim istemiş, arazi uygun olmadığı halde izni kim vermiş, belediyeyle kim görüşmüş. Hepsini öğrenmen gerek."
Uygar kaşlarını kaldırdı. "Belediyede çalışıp yurtdışına giden birinden bahsediyordun. Onun peşine düşerim."
Deniz başını salladı, dosyayı kapattı. Gözleri masaya sabitlenmişti. "Evren'in bu belgeleri bana karşı bir silah olarak kullanmasını engellemek zorundayız. Bu oyunu onun kadar iyi oynamalıyız."
Gözlerimiz ona çevrilmişti. Sesindeki netlik, artık bir kararlılık barındırıyordu.
Eser ağır bir nefes verdi. "Bu işin sonu ya zafer ya felaket olacak."
Deniz gözlerini kısarak camdan dışarıya baktı. "O zaman biz zaferi seçiyoruz."
***
Kış bahçesinde kısa bir süre daha oturmuş, durumu değerlendirmiştik.
Eser "Ben artık gideyim." dediğinde saat gece üçe yaklaşmıştı.
"Yarın haberleşiriz." dedi Deniz.
Eser eliyle hepimizi selamladı ve hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı.
"Uygar." dedi Deniz Uygar'a dönerek. "Çalışma odasına geçelim biraz. Evren gündemimizi yeterince meşgul etti. Rutin işlerle ilgili konuşmamız lazım."
"Olur." dedi Uygar, birlikte kış bahçesinden ayrıldılar.
Bütün uykum kaçmıştı, canım kahve istiyordu. Mutfağa gittim, kahve demledim ve salona dönüp battaniyeye sarılarak Roma'yı sevmeye başladım. Onunla vakit geçirmek yerle bir olan moralimi ve giderek artan kaygılarımı biraz olsun düzeltmişti.
"Kahve bana da var mı?" dedi Uygar, o kadar sessiz gelmişti ki adım seslerini duymamıştım.
Ona doğru döndüm, gülümsedim. "Senin için her zaman." dedim ve yerimden kalkıp mutfağa gittim. Uygar'ın kahvesini demledikten sonra salona döndüm. Uygar'ın omuzları düşüktü. Normalde kendinden emin duran adam, bu gece daha içe dönüktü.
"İşte, kahven hazır." dedim fincanını ona uzatırken.
"Teşekkür ederim." dedi kendine has bir samimiyetle. Canı hepimiz gibi sıkkındı. Biraz olsun kafasını dağıtmak için ona hiç beklemediği bir yerden bir soru sordum. "Eser'den neden hoşlanmıyorsun?"
Uygar elindeki fincanı sehpaya koyarken çok hafif bir duraksama yaşadı. Sonra bana baktı. "Hoşlanmıyorum demedim."
"Ama bir mesafe var." dedim yumuşakça. "Görmemek mümkün değil. Ve bu senin tarzın değil. Yani sen insanlara mesafeli durmazsın durduk yere."
Uygar başını eğip hafifçe gülümsedi. "Sen beni fazla iyi tanıyorsun Ada."
Gözlerimi ondan ayırmadım. "Cevap ver Uygar."
Uygar iç çekti, fincanını tekrar eline aldı ve kahvesinden bir yudum aldı. Işık loştu, dışarıda yağmur hâlâ devam ediyordu.
"Eser iyi biri." dedi Uygar sonunda. "Deniz'e bağlı. Güvenilir. Ben de bunu biliyorum. Bize zarar verecek biri değil."
"Ama yine de uzak duruyorsun."
Uygar başını yana eğdi. Gözleri camın buğulu yüzeyinde bir noktaya kilitlenmişti. "Çünkü onun varlığı bana bazı şeyleri hatırlatıyor Ada."
Gözlerimi kıstım. "Ne gibi?"
Uygar yutkundu. Sesini alçalttı. "Ben Deniz'i kaybetmeyi hiç istemem. Sırf birileri onun yanında daha doğru yerde duruyor diye onu daha uzakta görmek istemem. Ama Eser onun yanında durduğunda, sanki benim orada durmam gerekmiyor gibi hissediyorum." Sessiz kaldım. Bu cümle, Uygar'ın gardını indirdiği andı. "Kıskanıyorum." dedi Uygar, itiraf eder gibi. "Onunla olan bağını. Onunla konuşurken yüzünde oluşan o ifadeyi." Kalbim burkuldu. Uygar'ın sesinde bir iç kırılma vardı. "Tamam..." dedi, sesi alçaktı. Fincanındaki kahveyi karıştırmadan tutuyordu. Başını eğmiş, sanki bir şeyleri tartmaya çalışıyordu. "Tamam, Eser iki yılda çok iyi işler yaptı. Hale'yi buldu, Serhan'ı izledi, Özkan'ı ifşa etti. Deniz'e her zaman doğru istihbaratları verdi."
"Uygar sen Deniz'in en çok güvendiği kişisin. Eser onun için bir yoldaş olabilir ama sen onun ruhunu tanıyorsun. Kimse bunu değiştiremez."
Uygar başını kaldırdı. Gözlerinde kırık ama dürüst bir ifade vardı. Bir an durdu, boğazı düğümlenmiş gibiydi. Kahvesinden bir yudum aldı. Sonra gözlerini bana çevirdi. "Ama yine de kabul edemiyorum varlığını. Anlıyor musun?" Kaşlarını çattı "İki yıldır sanki ben yokmuşum gibi. Her olayda, her kararda, her riskte Eser vardı. Hep Eser vardı. Sanki o eksik olan her parçayı tamamladı, her boşluğu doldurdu. Peki ben? Ben neydim Ada? Çocukluğundan beri yanında olan ben? Sadece yedek mi oldum?"
Derin bir nefes aldım. "Uygarcım iki seneyi aşkın bir süredir ben yoktum. Deniz bunalıma girmişti. Kendini herkesten çekti, içine kapandı. Kimseyle doğru dürüst konuşmuyordu." Uygar bakışlarını kaçırdı. Sessizce başını salladı. "O dönem Eser vardı." dedim. "Ama sadece yanında olduğu için. Çünkü sen de elinden geleni yaptın ama Deniz kimseyi yaklaştırmadı. Eser ona hizmet etti, bilgi taşıdı, emir aldı. Ama dostluk başka bir şeydir. Senin ve onun arana kimse giremez Uygar. Ben bile giremem." Uygar hafifçe gülümsedi. "Kıskanma bence." dedim usulca, elini onun koluna koyarak. "Sen, Deniz'in otuz yıllık dostusun. Omzunu dayadığı, yüzünü saklamadığı tek kişisin. Eser sadece onun için çalışıyor. Sen onun bir parçasısın."
Uygar derin bir nefes aldı. Gözleri dolu dolu olmuştu ama gülümseyebiliyordu. O kendine has, yorgun ama samimi gülümsemesiyle bana baktı. "Seninle dertleşmeyi çok özlemişim."
Gülümsedim. "Biz ara verdik sadece. Dönüşü daha anlamlı oldu."
Uygar başını salladı. Bir an sessiz kaldık. Sonra gözlerimi ona diktim, alaycı ama sıcak bir ifadeyle sordum. "Peki şimdi Eser'e sinirlenmekten vazgeçiyor musun?"
Uygar gözlerini devirdi. "Sinirlenmekten değil, kıskanmaktan. Ama o hâlâ Deniz'e fazla yakın duruyor. O konuda pazarlık yok."
Kahkahamı tutamadım. "Tamam o zaman. Aranızı yapmaya çalışmam ama Deniz'in senin dostluğuna hâlâ ne kadar bağlı olduğunu da unutma. O bir başkasına güvenebilir ama yalnızca sana yaslanır."
Uygar yumruk yaptığı elini hafifçe omzuma vurdu. "Sen iyi ki varsın Ada."
Gözlerime muzur bir ifade yerleştirip gülümsedim. "Peki, ciddiyetin dozu yeterli. Şimdi söyle bakalım sevgili Uygar. Miray'la nasıl gidiyor?"
Uygar kaşlarını kaldırdı. "Ne demek nasıl gidiyor? Gidiyor işte."
Hemen dudaklarımı büküp başımı iki yana salladım. "Hadi yaaa? Uygar, gerçekten artık evlenme teklifi et şu kıza. Eminim ki düğün hayalleri kuruyordur kız, sen hâlâ Gidiyor işte. diyorsun."
Uygar başını geriye atıp güldü. "O da bana etsin. Kadın modern çağın savunucusu, neden ben teklif ediyorum? O da etsin."
Kahkahayı bastım. "Saçmalama Uygar."
Uygar omzunu silkti. "Hem kafamda ettim ben. Ruhsal olarak çoktan evlendim."
Gözlerimi devirdim. "Bak hâlâ ergen cümleleri kuruyorsun. Cümlelerin Ben sana içimden çok güzel şiirler okudum ama duymadın ki. tarzında. Seni var ya, bir odaya kapatıp çamaşır suyuyla silesim geliyor."
Uygar gülerek başını önüne eğdi. "Tamam tamam! Susuyorum."
Battaniyenin altından onu dürttüm. "Haydi anlat. Miray'la en komik anınızı anlat. Ama öyle gülmeyeceğim şeyler anlatma, gerçekten komik olsun."
Uygar sırıttı. "Sen istedin ama sonra Nasıl bir kızla birliktesin sen? diye sorma."
Heyecanla koltuğa kuruldum. "SÖYLE."
Uygar gözlerini devirdi, sonra başladı. "Geçen ay Miray'la bir doğa yürüyüşüne gittik. O kadar ısrar etti ki Uygar doğayla bütünleşelim, yürüyelim, nefes alalım. falan. Tamam. dedim, girdik ormana. Yürüdük, yürüdük, yürüdük. Bir noktadan sonra tabii sinyal gitti, GPS gitti, rota gitti, sadece biz ve ağaçlar kaldık."
Gözlerimi büyüttüm. "Kayboldunuz mu?"
"Hepsinden beter. Miray bir noktada dedi ki Dur ben yolumuzu işaretliyordum zaten, dönmek kolay olur. Ben tabii içimden Vay benim National Geographic sevgilim. diye geçiriyorum."
"Eee?"
"Dönerken bir baktım işaretlediği yol ağaçlara sardığı renkli tokalarla dolu. Saç tokaları Ada. Bir insan kaç tane toka taşır yanında sanıyorsun?"
Bu noktada kahkaha atmaya başladım. "YOL GÖSTERİCİ OLARAK SAÇ TOKASI MI?"
"Evet. Her ağaca bir tane takmış. Renk kodlaması yapmış: pembe sağ, mor sola. Geri dönerken bir noktada tokalar bitti. Dedim ki Şimdi ne yapacağız Miray? Yanında toka da kalmadı. Kız ne dedi biliyor musun?"
Gülmekten zor nefes alıyordum. "NE DEDİ?!"
"Bundan sonrası içgüdüsel. Doğanın sesiyle yolu bulacağız.'"
Koltuğa yığıldım. "Sonra nasıl buldunuz yolu?"
Uygar güldü. "En son bir saat sonra yoldan geçen bir traktörü durdurduk. Adam bizi alırken Miray hâlâ Bu macera ruhumu temizledi. falan diyordu. Benim ruhum çamur içinde kaldı. Ayakkabılarım hâlâ kurumadı."
Gözyaşlarımı silerken konuştum. "Yemin ediyorum bu kız terapi gibi. Sadece Miray'ın dediklerini dinleyerek bile serotonin salgılayabilirsin."
Uygar başını iki yana salladı. "Bak, Miray başka bir tür Ada. O bir anda sana yoga hareketleriyle saldırabilir. Mesela geçen gün bana trip attı ama tribi lotus pozunda oturarak attı."
"Sen bu kadını kaçırırsan var ya, doğaya seni gömeriz. Haber veriyorum."
Uygar omuzlarını silkti, hafifçe gülümsedi. "Zaten niyetim kaçırmak değil. Tam teslim oldum artık."
Sırıtarak elimdeki fincanı kaldırdım. "Miray'a! Saç tokalarına, doğa seslerine ve lotus triplerine!"
Uygar fincanını fincanıma tokuşturdu. Deniz'in ayak seslerini duyduğumuzda başımızı ona doğru çevirdik. Biraz daha sakinleşmiş görünüyordu. Ama gözleri kızarmıştı. Uykusu gelmiş olmalıydı.
"Ne kaynatıyorsunuz?" dedi, yanıma geldi, oturdu ve kolunu omzuma atıp şakağımı öptü.
"Miray'la ormanda kayboluşumuzu anlatıyordum." dedi Uygar.
Deniz gülümsedi. "Miray'ın saç tokalarını hafife alıyorsun." dedi yorgun bir sesle. "Sizin şu evlilik teklifi meselesinden önce Selay ve Can'ın düğün detaylarını konuşalım Uygar. Hepimize iyi gelecek bir şeyler yapalım."
"Yaparız, dert etme." dedi Uygar ve boş fincanını sehpaya uzattı. "Geç oldu, ben gideyim. Miray evde yalnız."
"Selam söyle." dedik aynı anda. Uygar ayağa kalktı, eliyle selamımızı aldı ve bezgin adımlarla salondan ayrıldı.
Deniz burnunu yanağıma yasladı ve hafif bir nefes aldı. "Her şey bitti derken seni başka bir şeyin içine sürüklediğim için çok üzgünüm. En az zararı alman için elimden geleni yapacağım."
"Ya en büyük zararı sen alırsan Deniz? Yapmayı planladığın şey çok riskli. Ve bu senin daha önce hiç girmediğin bir iş. Bunun için çok iyi hazırlanmamız gerek. Suçlu durumuna düşebilirsin. Tutuklanabilirsin."
Deniz alayla güldü. "Temiz çamaşır getirir misin bana karıcım?"
"Ya Deniz! Dalga geçmesene." dedim dirseğimle karnına vurarak.
Deniz bu darbeden hiç etkilenmemiş gibi kollarını etrafıma sıkıca sardı ve hareketlerimi engelledi. "Yarın akşam seninle film izleyelim. Burada, bu battaniyenin altında. Ne izleyeceğimizi sen seç."
Gülümsedim ve yüzümü ona çevirip burnunu burnumla sevdim. "Getiririm." dedim söylediği şeyle tamamen alakasız bir şey söyleyerek. "Temiz çamaşır yani. Getiririm."
Deniz minik bir kahkaha attı. Fincanımı elimden alıp sehpaya bıraktı. Bir elini dizlerimin altına, bir elini sırtıma kaydırdı ve beni kucaklayıp merdivenlere doğru yöneldi. "Çok uykum geldi benim." dedi hafif esneyerek. "Uyuyalım artık."
"Uyuyalım sevgilim." dedim, kollarımı boynuna sarıp köprücük kemiğini öptüm. "Seni çok seviyorum."
Deniz saçlarımı öptü, kısa bir nefes verdi. "Ben seni daha çok seviyorum."
Odamıza geldiğimizde Deniz beni yatağa yatırdıktan sonra battaniyeyi üzerimize çekti. Odanın loş ışığında birbirimizin gözlerine bakarak yattık. Sessizlik vardı ama bu, huzursuz bir sessizlikti. Deniz'in parmakları saçlarımda gezindi. "Seninle geçirdiğim her saniye, hayatımın en kıymetli anı." dedi fısıltıyla. "Ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım, benim en büyük şansım sen oldun. Ve ben, bu şansı asla kaybetmek istemiyorum." Gülümsedim. "Hadi gözlerini kapat sevgilim. Yanındayım. Seni koruyacağım. Her şey geçecek. Ve biz bu fırtınadan yine birlikte çıkacağız."
"Seninle her şeye varım." dedim. Sesim yorgundu ama içtendi.
"Ben de." dedi Deniz ve usulca gözlerini kapadı. O an biraz da olsa huzur bulduğumu hissettim. Deniz'in yanağına büyük bir öpücük bıraktım, göğsüne sokuldum ve gözlerimi kapattım.
10 Mart, Perşembe
Sabahın ilk ışıkları perde aralığından süzülürken gözlerimi açtım. Bir süre Deniz'i izledim. Yüzünde uykulu ama huzurlu bir ifade vardı. Birkaç dakika sonra o da gözlerini araladı.
"Günaydın güzelim." dedi, sesi hâlâ uykuluydu.
"Günaydın sevgilim." dedim ve dudaklarımı Deniz'in yanağına kondurdum.
Deniz gerinip biraz doğruldu. "Biliyorum kahvaltı yapmak isteyeceksin fakat benim şirkete gitmem gerek."
Elimi yanağına koyup uzun uzun gözlerini izledim. "Ben babama gitmek istiyorum. Kahvaltıyı onunla yaparım. Şirkete gidebilirsin, beni dert etme."
"Sonra ne yapacaksın?" dedi Deniz gözlerini kısarak.
"Kütüphaneye gitmek istiyorum. Dekorasyon planını çıkartmam lazım."
"Çocuklardan birini al. Yalnız gitmeni istemiyorum."
"Sarp'la bir an önce konuşup onu İstanbul'da kalmaya ikna etmen lazım. Ondan başkasını yanımda istemiyorum."
Deniz başını salladı. "En kısa sürede uğrayacağım yanına. Şimdilik Tolga ya da Hakan'la git."
"Tolga'yı alırım." dedim. "Kütüphaneden sonra şirkete geleceğim."
"Demek günüm sen şirkete geldikten sonra güzelleşecek." dedi Deniz burnumu öperek.
"Güzelleşir mi bilmiyorum ama çalışırken seni oyalacağımı çok iyi biliyorum." dedim kıkırdayarak.
"Sorun değil. Dikkatimi en çok senin dağıtmanı seviyorum." dedi Deniz, yanağımı öptü ve yataktan kalkıp banyoya ilerledi. "Bu akşam film izleyeceğiz unutma. Ne izleyeceğimizi düşün."
"Tamam." dedim arkasından. Battaniyeyi üzerimden attım ve yataktan kalktım.
***
"Ada, kızım." dedi babam kapıyı açar açmaz beni karşısında görünce. "Güzel yavrum nereden çıktın sen böyle?"
"Bu sabah işim yoktu, ben de canım babamı ziyarete gideyim dedim. Fena mı yapmışım?" dedim içeriye girerken.
"İyi yapmışsın ay parçam benim." dedi babam, ben içeriye girince de bana kocaman sarıldı. "Hoş geldin dünya güzelim."
"Hoş buldum yakışıklım." dedim ve yanağını kocaman öptüm.
"Çok şanslısın, biz de kahvaltı hazırlıyorduk."
"Siz?" dedim şaşkınlıkla. "Misafirin mi vardı?"
"Babasını tek özleyen sen olamazdın herhalde." dedi Savaş ve mutfak kapısından çıkıp kirişe yaslandı.
"Savaş!" dedim sevinçle. Bana açılan kollarına koştum ve ona da sarıldım.
"Siz Bursa'da değil miydiniz? Aydın'a gitmeyecek miydiniz? Niye döndünüz?"
"Deniz'in şirkette önemli bir imza atması gerekiyormuş." dedim gerçeği saklayarak. Aslında Evren Sancaktar meselesini çözmek için Deniz bir an önce İstanbul'a dönmek istemişti. Aydın gezimiz de iptal olmak zorunda kalmıştı. "Dün apar topar döndük."
"Neyse, Aydın'a başka zaman gidersiniz. Ben kızıma doyayım önce." dedi babam ve kolunu omzuma atıp yanağımı şefkatle öptü. O sırada Savaş da diğer yanağımı öpmüştü.
"Bu poşettekiler ne?" dedi Savaş elimdeki poşete bakarken.
"Kahvaltılık almıştım, mutfağa götüreyim."
"Kızım niye zahmet ediyorsun? Savaş zaten her hafta dolduruyor benim dolabımı."
"Aa olmaz öyle. Savaş'ın alması ayrı, benim almam ayrı. Bir tanecik babama elim boş mu gelseydim?"
Babam gülümsedi ve salona ilerledi. Biz de Savaş'la mutfağa doğru döndük. "Deniz niye gelmedi?" dedi babam, sesini duyalım diye biraz bağırmak zorunda kalmıştı.
"Şirkete gitti baba. Onunla daha sonra geliriz." dedim bağırarak. Mutfağa gelmiştik. Savaş telefonundan Ankara Rüzgarı şarkısını açmıştı.
"Bir sorun yok değil mi Ada?" dedi Savaş.
"Var." dedim ve elimdeki poşeti tezgaha bıraktım. Ardından babama seslendim. "Baba! Menemen ister misin?"
"Hiç hayır demem." dedi babam, ardından televizyonun sesi duyuldu.
"Ne sorunu var?" dedi Savaş. Kızarmış yağa patatesleri atıyordu. Poşetten biberleri çıkardım ve yıkamaya başladım.
"Savaş." dedim fısıltıyla. "Gökalp'in ölümüne dolaylı yoldan Deniz'in babası sebep olmuş."
Savaş elindeki işe ara verdi ve büyük bir şokla bana döndü. "Ne diyorsun Ada sen?"
"Yani Melih Oğlumu Deniz'in babası öldürdü. derken haklı mıydı?"
"Bir nevi haklı Savaş ama Evren Sancaktar diye biri-"
"Melih'le ortak iş yapıyordu." dedi Savaş benim söylememe gerek kalmadan.
"O adam Canan Hanım'ın üvey kardeşiymiş Savaş. Deniz'in üvey dayısıymış yani."
"Yok artık. Bu nasıl tesadüf?"
"Öyle saçma bir tesadüf işte. Bu Evren'in babası Kürşat Deniz'in anneannesini terk etmiş başka bir kadın için. Sonra Evren doğmuş. Yıllar geçmiş aradan. Evren yeraltı işlerine bulaşmış ve Melih'le tanışmış. Gökalp hasta olunca Kürşat ve Evren bunu kendi lehinde kullanmak istemiş. Gökalp ölünce Melih psikolojik olarak çöker ve gücü azalır diye düşünmüşler. Çareyi Gökalp'i öldürmekte bulmuşlar. Sahte bir ameliyat raporu hazırlatmış Evren. Fatih Bey de o sahte rapora göre ameliyat etmiş. Anestezi fazla gelmiş ve Gökalp ölmüş. Melih hiç bilmemiş sahte raporu. O yüzden Fatih Bey'i suçlamış hep."
"Ee şu an sorun ne?"
"Sorun şu. Evren'in oğlu Güney'in adı silah kaçakçılığına karışmış. Yani zaten silah kaçakçılığı yapıyormuş ama ilk kez ifşa olmuş gibi bir şey. Evren Deniz'den Güney'in adını temizlemesini istiyor. Eğer Deniz yapmazsa Evren sahte raporu medyaya verip Gökalp'in ölümünün Fatih Bey yüzünden olduğunu söyleyecekmiş."
"Yılan hikayesi gibi." dedi Savaş. Doğramayı bitirdiğim biberleri tavaya aldım ve kavrulmaya bıraktım. Dolaptan üç yumurta çıkardım ve bir tabağa kırdım. Savaş bir yandan beni dinlerken bir yandan da menemen için domates doğruyordu.
"Evet. Yani bu yüzden döndük Bursa'dan. Deniz duyulsun istemiyor. Babam da bilmesin. Üzülmesini istemiyorum."
"Babam üzülmez de Deniz ne yapmayı düşünüyor?"
"İnan hiçbir fikrim yok Savaş." dedim. O sırada Savaş'ın telefonundan yayılan şarkı bitti ama anında yine aynı şarkı çalmaya başladı. Kaşlarımı kaldırıp ona döndüm.
"İyi de bu şarkı az önce de çalıyordu?"
Savaş hızla biberleri karıştırmaya başladı, o kadar hızlıydı ki biberler neredeyse tavadan fırlayacaktı. "Öyle mi? Fark etmedim."
Gözlerimi kıstım. "Savaş, telefon tekrara alındı. Bir şarkı, yanlışlıkla iki kere üst üste çalamaz."
"Çalar ya! Telefon benim değil mi? Belki bu şarkıyı çok seviyorumdur?"
"Mmmhmmm." Şüpheyle başımı salladım. "Ankaralı Kız ha?"
"Sadece bir şarkı Ada."
Biberleri karıştırırken Savaş'ın eli hafiften titriyor gibi gelmişti. Hafifçe gülümsedim. "Bu kadar sevdiysen şarkıyı, düğününde çalarsın." dedim masumca.
Elindeki kaşık yere düştü. "Düğün mü? Ne düğünü?! Ne alakası var ya? Ben evlenmiyorum! Kimseyle evlenmiyorum!"
"Sakin ol şampiyon, sadece bir şarkı dedin az önce. Yoksa şarkının sahibi mi var?"
Savaş su içti, derin bir nefes aldı ve çok ciddi bir ifadeyle bana döndü. "Ada, menemenle ilgilensene. Bana yaptıracaksın çaktırmadan."
Gözlerimi devirdim. "Yok yok, ben hallederim. Ama sen de Ankaralı Kız'a bir mesaj at istersen. Şarkısını iki kere üst üste dinlediğini bilirse çok mutlu olur."
Savaş yeni bir kaşık aldı, biberleri karıştırmaya başladı.
"Ankaralı Kız yok Ada. Nereden çıkarıyorsun anlamıyorum."
"İçimden bir ses olduğunu söylüyor."
Savaş bana dönüp burnumdan makas aldı. "İçindeki ses yanılıyor sevgili ikizim." dedi ve kavrulan biberlere domatesleri ekledi.
Minik bir kahkahaya boğulduğumda babamın sesi duyuldu. "Ne kaynatıyorsunuz siz bakayım?"
"Kızın benimle uğraşıyor baba." dedi Savaş.
"Ne yapayım? Sevdiklerimin yanında çocukluğuma dönüyorum." dedim ve kıkırdayıp patatesleri çıkartmaya başladım.
"Bak sen gelince nasıl uslu bir kıza döndü." dedi Savaş.
"Çocuklar." dedi babam gülerek. "Didişmeyin bakalım. Var mı yardım edebileceğim bir şey?"
"Yok babacığım sen geç salona. Biz birazdan getireceğiz her şeyi."
"Peki." dedi babam ve sessiz adımlarla mutfaktan ayrıldı.
Savaş üstüne domates eklediği menemeni kavururken kısa bir sessizlik oldu. Ama o sessizlik benim içimde yankılanan o kaosu bastırmaya yetmiyordu. Dışarıdan bakıldığında gülümsüyordum belki ama içimde gece boyunca dinmeyen bir fırtına vardı. Ellerimle masaya yaslandım. Nefesim bile düzensizleşmişti. Sonunda dayanamayıp konuştum.
"Savaş."
Savaş hemen döndü. Yüzündeki ifade ciddileşti. "Ne oldu?"
Gözlerimi yere indirdim. Sesi çıkmayan bir iç çekişle konuşmaya başladım. "Biz dün gece Evren'in evine gittik."
Savaş'ın elindeki kaşık durdu. Kaşları çatıldı. "Ne işiniz var o adamın evinde Ada? Deniz seni niye yanında götürüyor böyle bir yere?"
Başımı salladım, hızlıca açıkladım. "Deniz götürmek istemedi zaten. Ben onun yanında olmak istedim. Evren sadece geçmişin değil, bugünün de belası. Elinde Deniz'e ait belgeler varmış. Sahte imar izinleri, doğal sit alanına yapılmış otel projesi, belediyeye verilmiş rüşvetler. Ve hepsinin altında Deniz'in imzası var."
Savaş olduğu yerde donakaldı. Yüzü düşmüştü. Gözleri birkaç saniye bir noktaya sabit kaldı. "Ada. Bu çok ciddi bir şey."
"Farkındayım." dedim, gözlerim doldu. "Evren bunları savcıya vermekle tehdit ediyor. Eğer Deniz, onun oğlu Güney'i temize çıkarmazsa her şeyi ifşa edeceğini söyledi."
Savaş'ın yüzü kaskatı kesildi. Elini alnına götürdü. Sessiz kaldı. Ama ben onun kalp atışlarını duyuyor gibiydim. Endişesi çok yoğundu. "Deniz ne yapacak peki?" dedi sonunda, sesi kısık ve kaygılıydı.
İçimdeki düğümle cevap verdim. "Kabul edecekmiş gibi yapacak. Ama içeriden bilgi alacak. Mersin'den İzmir'e taşıyacağı silahlara el koymak istiyor."
Savaş, bu kez başını kaldırdı. Gözleri kocaman açılmıştı. "Silah sevkiyatı mı?! Ada bu artık başka bir şey! Bu adamlar sıradan tehditler savurmaz. Bunlar gözlerini kırpmadan adam harcar!"
Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Titreyerek konuşmaya devam ettim. "Biliyorum. Biliyorum ama ne yapabiliriz Savaş? Deniz geri adım atmıyor. Bizi korumak için bunu yapıyor. Beni korumak için. Ama ben o kadar korkuyorum ki."
Savaş hızla yanıma gelip kollarını bana sardı. O anki sarılışı, beni dünyadaki tüm kötülüklerden koruma isteğiydi. Kalbi küt küt atıyordu, nefesi kesikti. Ama bana belli etmemeye çalıştı.
"Şşşt." dedi usulca. Başımı omzuna yasladım. "Ben buradayım. Sakin ol. Korkmanı anlıyorum." dedi. Sonra duraksadı, cümleye baştan başladı. Bu kez sesi daha sakin ve daha kontrollüydü. "Ama korkunun seni esir almasına izin verme. Deniz akıllı bir adam. Eğer başka bir yol olsaydı, yemin ederim ki onu seçerdi. Ama yoktu demek ki. Mecbur kaldı."
Gözlerim dolu dolu ona baktım. "Ya başına bir şey gelirse Savaş? Ya bir gün dönemezse eve? O zaman ne yapacağım ben? Ne yapacağız?"
Savaş bakışlarını yere indirdi. Birkaç saniyelik sessizlik oldu. Sonra başını kaldırdı, gözlerini gözlerime kilitledi. Artık içinde kaynayan korkuyu bastırmıştı. "Hiçbir şey olmayacak Ada. Bunu birlikte atlatacağız. O seni bırakmaz. Sen de onu bırakma. Birbirinize tutunursanız, bu karanlığı da aşarsınız."
Başımı salladım. İçimde bir yerlere değmişti bu sözler. Yine de içimdeki endişe tam olarak dinmiyordu ama Savaş'ın desteği bana biraz olsun nefes aldırmıştı.
"Sen iyi ki varsın." dedim fısıltıyla.
"Sen de öyle." dedi Savaş. Saçlarımı okşadı, sonra tekrar o koruyucu gülümsemeyi takındı. "Ama şimdi ağlama. Hadi menemene odaklan. Yoksa babam gelir, ağladığımızı görünce ikimizi de terapiye gönderir."
İkimiz de hafifçe güldük. Bu gülüş, içimizde taşıdığımız yükü biraz daha hafifletmişti.
***
"Ablaaaa." diye bağırdı Güneş. "Abicim, babacım."
"Kızım." dedi babam telefon ekranından bizi izleyen Güneş'e. "Nasılsın sarı papatyam?"
"İyiyim. Kahvaltı mı yapıyorsunuz? Hem de bensiz?!"
"Seninle de yaparız güzelim." dedi babam. "Sen ne yapıyorsun?"
"Kliniğimdeyim baba." dedi Güneş ve telefonunun çevirerek bize kliniğin içini gösterdi. "Bak bitti sayılır. Nasıl görünüyor?"
"Harika görünüyor." dedim. "Yarısı bitmiş bile."
"Melis sayesinde." dedi Güneş. "Her şeye yardım ediyor."
"Sahi o nerede?"
"Okula gitti. Öğleden sonra gelecek yine. Boyası olmuş mu abla ya? Başka renge mi boyasam?"
Gözlerimi kısıp renge dikkatlice baktım. Rezene yaprağı rengindeydi ve bir klinik için oldukça iyi bir seçimdi. "Yok ablacım. İyi o renk. Değiştirme hiç."
"Tablolar nasıl?"
"Onlar da güzel." dedim. Güneş kamerayı tekrar kendine çevirdi.
"Bak aynı soruları bize de sordu, aynı cevapları biz de verdik ama hanımefendi illa senin onayını da alacak." dedi Savaş.
"Ablamın zevkine daha çok güveniyorum. Sonuçta o bir mimar adayı." dedi Güneş.
"Kime güveneceğini iyi biliyorsun." dedim göz kırparak.
"Aman abisine hiç güvenmesin. Görürüm ama ben seni sevgili Güneşçim. Bana beğendiğin şeylerin linklerini atıp Abi bana bu elbiseyi al, abi bana bu kolyeyi al. dediğin günler de gelir elbet."
"Siz üç kardeş hep böyle didişecek misiniz?" dedi babam şaşkınlıkla.
"Didişmiyoruz babacım. Aile saadeti diyelim biz ona." dedi Güneş bilmiş bir sesle.
"Aile saadeti mi? Daha çok aile kaosu gibi." dedi Savaş.
"Dünyanın en güzel kaosu." dedi Güneş. "Neyse. Benim çok işim var. Yine ararım sizi görüntülü. Şimdilik görüşmek üzere."
"Görüşürüz." dedik hep bir ağızdan. "Melis'e selam söyle." Güneş aramayı sonlandırdı. Biz de kahvaltımıza minik kahkahalar eşliğinde devam ettik.
***
Babamın evinden ayrıldıktan sonra Savaş'la birlikte bir alışveriş merkezine gittik ve ben evimiz için üç tane vazo aldım. Tüm bu süreçte evden çıktığımdan beri benimle olan Tolga da vardı ve Savaş'la benim birkaç metre arkamdan yürüyordu.
Bir yandan dolaşıyor bir yandan da desenleri farklı olsa da hepsi sarı renkte olan vazoları evde nereye koysam diye düşünüyordum. Sanırım kararımı vermiştim. Bir vazoyu salona, bir vazoyu kış bahçesine, birini de çalışma odasına koyacaktım.
"Sarp aradı beni." dedi Savaş yürüyen merdivenlerden çıkarken. "İstifa etmek istediğini söyledi."
"Sen ne dedin?"
"Yani çok şaşırdım açıkçası. Hiç beklemiyordum böyle bir şeyi. Bir de İstanbul'dan gitmeyi düşünüyorum diyor herif." dedi ve bana döndü. "Sen niye şaşırmadın?"
"Ben onu ziyarete gittim. Bahsetti bana."
"Maşallah Sarp benden önce sana mı söyledi yani?"
"Emin olmayı beklemiştir, o yüzden ilk önce sana değil bana söylemiştir." dedim sıkıntıyla. "Kararını vermiş demek ki."
"Öyle görünüyor." dedi.
"Ona çok alışmıştım. Gitmesini hiç istemiyorum."
"Kalır belki. Vurulduğu için tedirgin olmuş olabilir."
Başımı salladım. Arabalarımızın yanına gelmiştik. "Sarp meselesini daha sonra konuşuruz artık Savaşçım. Ben kütüphaneye geçiyorum."
"Tamam güzelim dikkat et." dedi Savaş ve yanaklarımı öpüp beni kucakladı.
"Sen de dikkat et." dedim, vazolarımı arka koltuğa bıraktım ve ön koltuğa geçip motoru çalıştırdım. Radyodan hafif bir melodi yayıldı. Savaş'la mutfakta dinlediğimiz şarkı çalmaya başladığında gülümsedim. Sanırım bu aralar viral olan bir şarkıydı. "Şu Ankaralı Kız'ı ne zaman yakalayacağım bakalım?" diye mırıldanarak yola çıktım.
Trafik yoğundu ama aklım daha yoğundu. Evren'in planı, Deniz'in kararı, kütüphane. Hepsi kafamın içinde birbiriyle yarışıyordu. Kafamda planlar yaparken, kütüphanenin önüne geldiğimi fark etmemiştim. Göz ucuyla etrafa baktım. Kalabalık değildi.
Arabamı kütüphanenin önündeki küçük boşluğa park ettiğimde derin bir nefes aldım. Motoru susturdum, bir an ellerim direksiyonda öylece durdu. Gözlerimi binaya çevirdim. Kapandığı günden beri hiç kimsenin adım atmadığı, içinde ne rafı ne kitabı olan bu yer çok yakında insanların sığınağı olacaktı.
Kapıyı açıp arabadan indim. Çantamı omzuma taktım, not defterimi kolumun altına sıkıştırdım. Girişe doğru yürürken içimde tuhaf bir heyecan vardı. Burası sadece bir mimari proje değildi benim için. Bu hayata geçirilmiş bir düş olacaktı. Her ayrıntısı, her dokunuşu bana ait olacaktı.
Anahtarı çevirdim, kilit açıldı. Kapıyı ittim. İçerisi bomboştu. Toz kokusu hâkimdi. Pencerelerden süzülen ışıklar zemine yamuk yamuk düşüyordu. Duvarlar bembeyazdı, yerler betondu. Ne bir raf vardı ne bir sandalye. Hiçbir şey. Ama gözümde her şey vardı.
Yavaş adımlarla içeriye girdim. Ayak seslerim binanın içinde yankılandı. O an öyle bir his geldi ki sanki burada yankılanan sadece adımlarım değildi. Geleceğin seslerini duyar gibiydim. Kitap karıştıran eller, fısıltıyla sohbet eden insanlar, kalem kağıt sesi, hafifçe açılıp kapanan kitap kapakları.
Bir noktada durdum. Çantamı yere bıraktım, yere çöktüm. Not defterimi açtım, kalemimi çıkardım ve ilk çizgiyi attım.
"Buraya büyük bir masa. Ortak çalışma alanı. Etrafı raflarla çevrili olmalı. Yukarıya sarkıt lambalar ama eski dönem tarzında. Endüstriyel dokunuşlarla vintage birleşmeli." Yazdım.
Sonra başımı kaldırıp duvara baktım. "Şu köşeye renkli minderler. Alçak raflar. Camın önüne puflar." dedim kendi kendime. "Ve buraya." dedim arkamı dönüp diğer duvara bakarak, "Sessiz okuma bölümü. Yüksek koltuklar. Lambaderler. Belki bir şömine etkisi yaratacak sahte bir duvar paneli."
Ayaktaydım artık. Heyecanım büyüyordu.
"Cam kenarına sarkan bitkiler. Sessizliği tamamlayacak klasik müzik köşesi. Küçük bir kahve köşesi. Belki bir duvarı tamamen şiirlerle kaplarım."
Birden kendi kendime güldüm. O kadar heyecanlanmıştım ki ellerim titriyordu. Tüm bu detayların içinde bir hayal kurmuyordum aslında. Hayalden gerçeğe giden yolu çiziyordum.
Cebimden telefonumu çıkardım. Kütüphanenin boş halinin bir fotoğrafını çektim. Sonra Deniz'e attım. Aladağ Kütüphanesi. Şimdilik boş. Ama yakında senin en sevdiğin yer olacak.
Deniz anında cevap vermişti. "Benim en sevdiğim yer senin yanımda olduğun yerdir sevgilim."
Gülümsedim. Ona sarı bir kalp emojisi gönderdim. Ardından telefonu tekrar cebime koydum. Not defterime eğildim.
Renkler, raf ölçüleri, zemin kaplaması, perde detayları, kitap türlerine göre alanlar, ses yalıtımı planı. Her şeyi yazdım. Bu sadece bir proje değildi. Bu ruhunu benden alacak bir yerdi.
Saatler geçmişti. Fark etmemiştim. Ama içim tarifsiz bir huzurla doluydu. Kapıya yönelirken başımı son kez çevirdim. Gözlerim ışığın düştüğü boş alana takıldı.
"Burası insanların kendini bulduğu yer olacak." diye fısıldadım. "Ve her şey burada başladı."
Kapıyı kapattım. Anahtarı çevirdim. Ve o an hissettim. Burası artık benimdi.
Yaklaşık yarım saat sonra şirketin önündeydim. Çıkış saatine az kalmıştı. İlk kez okula giden bir çocuk gibi hissediyordum. Sanki şirkete ilk kez geliyordum.
"Ada Hanım!" dedi Gülşah büyük bir sevinçle. Beni görür görmez bana doğru koşmuştu. "Ada Hanım. Hoş geldiniz."
Kollarımı açtım ve Gülşah'a sarıldım. "Hoş buldum Gülşah." dedim sıcacık bir sesle. Bütün dişlerimle gülüyordum.
"Sizi ne çok özledik bilseniz. Ah Ada Hanım."
"Ben de sizi çok özledim Gülşah." dedim. Sarılmamızı sonlandırıp bana gülümseyen yüzüne baktım.
"Odanıza mı gideceksiniz?"
"Yok Deniz'in odasına gideceğim. Odasında değil mi?"
"Evet Ada Hanım. İstediğiniz bir şey var mı? Çay, kahve?"
"Çay alayım ama Uygar'ın odasına gelsin. Deniz'in odasında çok kalmayacağım."
"Tamam Ada Hanım, ben söylüyorum hemen sizin için."
"Teşekkürler Gülşahçım. Kolay gelsin."
"Sağ olun Ada Hanım." dedi Gülşah. Deniz'in odasına doğru döndüm ve hızlı adımlarla kapısına vardım. Kapı açıktı.
"Girin." dedi Deniz başını kaldırmadan. Sesindeki yorgunluk ve gerilim o kadar belirgindi ki içim burkuldu. Sessizce içeri adım attım. Deniz masasının başında oturmuş, gözlerini bilgisayar ekranına kilitlemişti. Kaşları çatılmış, elleri klavye üzerinde sabit duruyordu. Omuzları düşmüş, yüzündeki çizgiler belirginleşmişti. Her haliyle, içinde fırtınalar koptuğunu belli ediyordu.
Sessiz adımlarla odasına girdim ve kapıyı kapatıp kilitledim. Deniz'in bakışları beni buldu. Gözleri benimkilerle buluşunca önce bir duraksadı. Sonra yüzündeki o karanlık ifadenin yerini sıcacık bir gülümseme aldı. Omuzları biraz gevşedi, dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı. Bilgisayardan başını kaldırdı ve kollarını açtı.
"Güzel karım." dedi, sesi az önceki tonundan çok daha yumuşak çıkmıştı
Kalbim titredi. "Sevgilim." dedim ona doğru yürürken. "On dakikanı nasıl geçireceğine karar verdim."
Hızlı adımlarla ona doğru yürüdüm. Deniz'in tam önüne geldiğimde ellerimi masanın üzerine koydum ve eğilip gözlerinin içine baktım. Deniz gözlerini kısmış, hafifçe gülümseyerek beni izliyordu. "Öyle mi? Nasıl geçirecekmişim?"
Hiçbir şey söylemeden kucağına oturdum, kollarımı boynuna sardım. Deniz'in nefesi bir an duraksadı. Ellerini refleksle belime sardı. Hafifçe kaşlarını çattı ama dudaklarında istemsiz bir gülümseme vardı. ''İşte böyle.'' dedim.
"Eskiden olsa Aşkım şirketteyiz, ne yapıyorsun? derdin." dedi hafifçe gülümseyerek.
Başımı hafifçe yana eğdim. "Evet. Ama kapıyı kilitledim. Kimse giremez."
Deniz gözleri kısılana kadar gülümsedi ve boynumu öptü. "Öyleyse hoş geldin bi'tanem." Yanağına büyük bir öpücük bırakıp burnumu boynuna dayadım ve ciğerlerimi kokusuyla doldurdum. Ardından başımı hafifçe eğerek dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdum ama yüzümü geri çekmedim. Deniz'in elleri, belime daha sıkı sarıldı. Birkaç saniye sonra kendimi tutkulu bir öpüşmenin içinde buldum. "Sen gerçekten sabrımı test etmeye gelmişsin." dedi fısıltıyla.
Gözlerimi kısıp güldüm. "Peki, geçebilecek misin bu testi?"
Başını hafifçe eğdi, burnunu boynuma sürterek nefes verdi. "Senin her hareketin zaten sınav gibi. Ve ben bu sınavda her seferinde kaybediyorum."
Parmaklarımı Deniz'in saçlarının arasına daldırdım. "O zaman kaybetmeye devam et sevgilim."
"Eğer her kaybedişimin sonunda beni böyle öpeceksen, sonsuza kadar kaybetmeye razıyım."
Yüzümü biraz daha yaklaştırıp yanağına son bir öpücük kondurdum. "İşte tam da bunu duymak istiyordum." dedim, Deniz gülümsedi. "Biliyor musun?" dedim heyecanla. "Suna Hoca mail attı final ödevimi. Uygar'dan yardım isteyeceğim. Bir an önce ödevi verip mezun olmak ve odama kavuşmak istiyorum."
"Güzel. O zaman odana kavuşmana az kaldı öyle mi?"
''Eveeet.'' dedim abartılı bir sevinçle.
Deniz, dudaklarını boynuma yasladı. "Senin kokun bana o kadar iyi geliyor ki." Küçük bir öpücük bıraktıktan sonra, fısıltıyla devam etti. "Beni böyle iyileştirdiğini biliyor musun?"
Parmaklarımı saçlarına daldırdım. "Senin huzurun benim elimdeyse, görevimi hakkıyla yapmalıyım."
Birlikte biraz sustuk. Öpüşmeler, bakışmalar, gülüşmeler derken beş dakika geçmişti. Kalbinin yükünü beş dakikalığına bile hafifletmek beni mutlu ediyordu. ''Ee ne yaptın bugün bakalım?''
"Önce babama gittim. Savaş da oradaydı. Beraber kahvaltı yaptık. Sonra Savaş'la birlikte bir alışveriş merkezine gittik. Vazo aldım.''
''Vazo mu?''
"Evet. Sarı. Üç tane. Birini salona koyacağım, birini kış bahçesine, birini de senin çalışma odana."
Deniz'in gözleri gülümsedi. "Sonra ne yaptın peki?"
''Kütüphaneye gittim, biliyorsun." dedim yanağına bir öpücük kondurarak. "Bir sürü plan çizdim. Raf sistemlerini kâğıda döktüm. Okuma alanlarını belirledim. Birkaç mobilya örneği araştırdım. Şık ama samimi bir yer olacak. Orası bizim soyadımızı taşıyorsa, hakkını vereceğim."
Deniz gözlerini gururla, sevgiyle, huzurla bana kilitlemişti. "Senin dokunduğun her yer güzelleşiyor."
Sustum, çünkü kalbim o cümleyle dolup taşmıştı. Deniz gözlerini uzaklaştırdı, iç geçirdi. O güzel anı bir anda karanlık bir gölge sardı. "Dün geceyle ilgili bir gelişme var mı?" diye sordum usulca.
Deniz'in kaşları yeniden çatıldı. Gözleri yere indi. "Henüz bir ilerleme yok. Uygar araştırıyor, Eser belgelerin izini sürüyor. Ama Evren çok dikkatli. Adım atamıyoruz. O kadar ince örülmüş bir düzen ki. Hangi ipi çeksek düğüm bozulmuyor."
Üzgün sesi yüreğime dokundu. Daha fazla üzülmesine dayanamazdım. Hemen elini tuttum. "Tamam, yeter." dedim. "Senin gözlerinin içine bakıp gülümseyemeyeceksem ne anlamı var bu savaşın? Bizi yok etmek isteyen kim varsa, aşkımıza çarpıp paramparça olacak."
Deniz başını yana eğdi. Gözleri yavaşça yumuşadı. "Senin gibi bir kadınla evliyim. Yani kaybetme lüksüm yok."
"Zaten beni kaybetmene izin vermem." dedim kararlı bir tonda. Deniz ciddiyetle başını salladı. "Bu akşam film gecesi unutma."
"Unutmadım sevgilim.'' dedi.
"Romantik, yavaş, biraz ağlatan ama sonunda umut veren bir şey izleyeceğiz."
Deniz başını salladı, gülümsemesi tamdı artık. "Beni ağlatırsan sabaha kadar senin boynuna sarılırım, haberin olsun."
"Benim bütün planım o zaten." dedim, yanaklarını okşayarak. Deniz kısa bir an güldü, dudaklarımı öptü. ''Neyse ben Uygar'a gidiyorum. Ondan almam gereken bir yardım var.''
Deniz saatine baktı. ''Yarım saat sonra çıkıyoruz, ona söyle karımı oyalamasın.''
''Baş üstüne.'' dedim. Kucağından kalktım ve odasından ayrıldım.
Uygar'ın odasının kapısının önüne geldiğimde kapıyı tıklattım. Uygar başını kaldırıp kısa bir süreliğine bana baktı.
"Ada, gelsene.'' dedi sevinçle.
İçeriye doğru hızlı bir adım attım. "Final ödevi zamanı."
Uygar gülümsedi. "Yani yardım çığlığı mı bu?"
"Evet. En yakın dostumdan medet umuyorum. Yardım etmezsen mezun olamam."
"Otursana, çayını içerken anlat bakalım. Neye ihtiyacın var?"
Gülümsedim. Evet, bu kaosun içinde hâlâ gülümseyebiliyorum. Çünkü yanımda sevdiklerim vardı. Ve bu da bana güç veriyordu.
Dosyalarımı çantamdan çıkartıp Uygar'a uzattım. ''İmar Hukuku dersinden herhangi bir konu başlığıyla ilgili makale yazmam gerekiyor.'' dedim. Sonra anlık bir farkındalıkla Uygar'a baktım. O da benimle aynı şeyi düşünüyor olmalıydı ki yüzüne büyük bir şaşkınlık yerleşmişti.
''Tam da yasadışı imar izni gibi bir belayla uğraşırken senin benden yardım istediğin derse bak. İmar Hukuku. Şaka gibi.'' dedi huzursuz bir sesle. ''Neyse. Hangi konuda yazmak istiyorsun?''
Dersi boş verip konuyu değiştirdim. ''Uygar bu otel mevzusu savcıya giderse çok ceza alır mıyız?''
''Öyle bir şey olmayacak Ada. Çıkart aklından.''
''Deniz bir ilerleme kaydedemediğinizi söyledi.''
''Daha ilk gündeyiz. Bu kadar karamsar olmasan mı?''
''Korkuyorum Uygar.''
''Korkmaaaa.'' dedi sondaki a harfini uzatarak. ''Deniz ve benim sırt sırta verip de üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey olamaz.''
Sığ bir nefes aldım ve arkama yaslanıp çayımı yudumladım. ''Bu süreçte benim yapabileceğim bir şey var mı?''
''Senin düşüneceğin tek şey ödevin olsun Ada. Başka bir şeyi dert etme. Karar verdiğin konuyu bana söyle. Ben sana makaleni yazacağım.''
''Uygar sen bir tanesin.''
''Biliyorum canım.'' dedi gururla ve arkasına yaslandı.
''Karşılığında ne istiyorsun peki?''
''Neyin karşılığında ne istiyorum?''
''Yapacağın ödev karşılığında canım, ne olacak?'' dedim ve bir yudum daha çay aldım.
Uygar kaşlarını çatarak düşündü. ''Hmmm.'' dedi ciddi bir sesle. Sanırım çok büyük bir şey isteyecekti. Elindeki dosyaları karıştırdı, birkaç tanesini ayırdı ve bana uzattı. ''Patronun karısından böyle bir şey istenir mi bilmiyorum ama şunların fotokopisini çeker misin?'' dedi mahcup bir sesle. Minik bir kahkaha attım. Gözleriyle kendi fotokopi makinesini işaret etti. ''Benimki arızalı. Ece'nin odasında çekiyorum.''
''Ben senin patronunun karısı değil, kardeşinim Uygar. Ve evet, fotokopi çekerim.'' dedim. Dosyaları aldım ve odadan çıkıp Ece'nin odasının önüne gelip açık olan kapıyı tıklattım.
''Gelebilirsiniz.'' dedi kibar bir sesle.
''Kolay gelsin.'' dediğimde başını kaldırdı ve bana baktı.
''Aa hoş geldiniz.'' dedi ayağa kalkarken.
Ona samimi bir gülümseme gönderdim. ''Beni görünce ayağa kalkmana ve benimle resmi konuşmana gerek yok.'' Gülümsememe karşılık o da bana sıcacık bir gülümseme gönderdi. Fotokopi makinesine doğru ilerledim. ''Uygar'ın fotokopi makinesi bozulmuş da bu evrakların fotokopisini çekmemi istedi.''
Ece yanıma doğru yaklaştığında ben de fotokopi makinesine ilerliyordum. ''Ben hallederdim.''
''Yok, sen hiç benim yüzümden işini aksatma. Ben çekerim.'' dedim ve fotokopi makinesinin kapağını kaldırdım. Bir tane dosya vardı. ''Bu senin sanırım.'' dedim. Dosyayı aldım. Gözlerim istemsizce kağıdın üzerinde yazanları okuyordu. Ece'nin kimlik bilgilerinin yer aldığı bir belge olduğunu anlamam kısa sürmüştü. Adı, soyadı, doğum tarihi ve memleketi yazıyordu. Nereli olduğunu yazan satırda gözlerim bir an duraksamıştı. Ankara yazıyordu.
İstemsizce gülümsedim. Savaş'ın Ankaralı Kız'ı Ece miydi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 25.95k Okunma |
10.91k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |