
Deniz telefonu masaya bıraktı. Bir süre kimse konuşmadı.
Uygar gözlerini devirdi. "Bu adam gerçekten ruh hastası. Cümle kurarken bile tüylerim diken diken oluyor." dedi. Sonra başını iki yana sallayıp Deniz'e baktı. "Ne yapacağız şimdi?"
Sarp kollarını göğsünde kavuşturdu. "Kasayı boşalttıysa ve Eser gerçekten bilmiyorsa, işimiz çok zor."
"Evren Eser'den şüphelenirse hiç düşünmeden öldürür onu biliyorsun değil mi Deniz?" dedi Uygar. "Fazla vaktimiz kalmadı. Eser'in artık ayrılması lazım Evren'in yanından."
Deniz iç cebinden sigara paketini çıkarttı, dudaklarının arasına bir tane sigara yerleştirdi ve saniyeler içinde çakmağını yakıp sigarayı ateşledi. "Farkındayım." dedi zaten bariz olan bir şeyi Uygar'ın neden dile getirdiğini sorgular gibi. "Bütün ihtimalleri düşünmemiz lazım. Kimsenin canına zarar gelmeden bu işten kurtulmanın bir yolu olmalı. Benim harcayacak tek bir adamım ya da kaybedecek tek bir yakınım yok."
Sarp da Deniz'e eşlik edercesine bir sigara yaktı ve içine derin bir nefes çekti. "Ne yapacağız peki? Kasanın yerini öğrensin mi Eser?"
"Şu an riskli. Adam zaten şüpheleniyor. Biz şimdi gerçek kasayı bulursak Evren iyice delirir. Sular bir durulsun da öyle bakarız artık bir çaresine." dedi Deniz, bize ya da masaya değil dışarıya bakıyordu. "Eser'le de bir süre görüşmeyelim. Yani o aramadan biz onu aramayalım. Şüpheleri onu ilk olarak Eser'e götürür çünkü. Göze batmasın."
Uygar hafifçe başını salladı. O da sigara paketine uzandığında benim de nikotin damarlarım faaliyete geçmişti. Sigara istiyordum. Sarp'ın paketine uzandım, Deniz'in bakışları bir an elime kaysa da bir şey demedi ve dışarıya dönüp etrafı izleyerek sigarasını içmeye devam etti.
"Ben de Sarp'la Aydın'a gitmek istiyorum." dedim bir anda. Yani aslında demiş bulundum. Birkaç saniye önce asla aklımda böyle bir fikir yokken Aydın'a gitme fikrinin nereden geldiğini hiç bilmiyordum. Üçü de bana kısık gözlerle baktığında sigara dumanını üfledim ve küllüğe külleri düşürdüm. "Zaten Selay'ın düğünü için hep beraber gidecektik Aydın'a, ben önden gider hazırlıklara oradan devam ederim." Ne hazırlığı Ada? Görev dağılımının hangi kısmında olduğunu ve neyi organize ettiğini hatırlıyorsun sanki. "Melis'le de konuşurum." dedim Deniz'in gözlerine onu ikna etme çabasıyla bakarken. "Kız kıza konuşuruz. İkna ederim ben onu. Yani yumuşatmaya çalışırım."
Deniz yüzüme o kadar boş bir ifadeyle baktı ki ne düşündüğünü asla tahmin edememiştim. Bir süre bakışları bakışlarımda oyalandı. Ardından başını hafifçe salladı ve önüne dönüp başını eğdi. "O evde kalmasını istemiyorum. Yeni bir ev arattırıyorum Burak'a."
"Burak ev bulana kadar dayımın evinde kalırız. Güneş bayılacak bu fikre." dedim. Deniz'in Aydın'a gidişimi bu kadar çabuk kabul etmesi beni şaşırtmıştı. Muhtemelen işine geldiği için hemen kabul edivermişti. Beni İstanbul'dan uzak tutmak istediğini tahmin edebiliyordum ve nihayetinde İstanbul'dan uzaklaşacaktım. Deniz'in canına minnetti.
***
Eve döndüğümüzde evde bir sessizlik hakimdi. Deniz anahtarı çevirip kapıyı açtığında içeri önce ben girdim. Evin sessizliğini dinledim. Sanki ev bile ne yaşandığını anlamış da kendi içine çekilmişti. Sessizliğin içinde çok fazla ses vardı çünkü söz edilmeyen her şey duvarlara sinmişti.
Deniz hiçbir şey demeden merdivenlere yöneldi. Ben bana doğru koşarak gelen minik böceğim Roma'yı kucakladım ve minik kafasına birkaç öpücük bıraktım. Ardından ayaklarımı sürüyerek merdivenlerden çıktım, önce odamıza sonra giyinme odasına girdim. Kapadokya'dan gelen bavulu henüz boşaltmadığım için şanslıydım. O bavulu komple alacaktım. Ama içindekiler yetersizdi. Küçük bir bavul daha aldım ve dolabı açıp en sade, en rahat kıyafetlerimi seçip bavula attım. Selay'ı kandırmak için aldığım beyaz elbisemi, o elbiseden sonra giyeceğim sarı elbisemi dikkatlice bavula yerleştirdim. Adelia Dienes kimliğimi, bakır rengi peruğumu ve açık kahverengi lenslerimi de valize yerleştirdim.
Aynaya göz ucuyla baktım. Gözlerimin altı hafif mor, saçlarım dağınıktı. Deniz'in arkasından bir şey yapmaktan suçluluk duymuyordum. Çünkü ben de onun gibi onu korumaya çalışıyordum. Tabii kendi yöntemimle.
O sırada kapı zili çaldı. Gelen Sarp olmalıydı. Hızlıca odadan çıktım, Deniz ve Uygar çalışma odasında sohbet ediyordu.
"Yani evet, haklı. Gitmek istiyorsa gitsin. Ama neden bu kadar kolay evet dedim, onu anlamıyorum." dedi Deniz.
"Ee sen zaten İstanbul'dan uzak tutmak istiyordun ya kızı. Bak kendi isteğiyle gidiyor işte. Daha iyi değil mi senin için?"
"Öyle de." dedi ve derin bir nefes verdi. "Gözümün önünde olsa daha iyi olmaz mıydı? diye düşünmeden edemiyorum."
"Ona hiçbir şey olmaz, başının çaresine bakar o. Merak etme."
Deniz kısa bir süre sustu. "Bakar." dedi gururlu bir sesle.
Merdivenlerden hızlıca inip kapıya doğru koştum. Ama Sarp'ın içeriden gelen sesiyle salona döndüm. "Buradayım Ada."
"Sarp?" dedim kaşlarımı çatarak. "Kapıya gidiyordum ben de."
"Hakan kapıda beklediğimi görünce bahçeye açılan cam kapıyı gösterdi. Açıkmış." dedi, bahçeye açılan cam kapıya baktım, açık olduğunu gördüm ve tekrar Sarp'a baktım. "Oradan girdim."
"İyi yapmışsın. Otursana."
"Hazır değil misin? Çıkalım geç olmadan diyecektim."
"Hazırım hazırım. Bavullarım yukarıda. Onları alıp geliyorum, bekle sen."
Sarp başını sallayarak bir koltuğa oturdu. Ben koşarak merdivenlerden çıktım ve odamıza girdim. Tekerleksiz bavulu tekerlekli olanın üzerine koydum ve sapından çekerek odadan çıkarttım. Deniz çalışma odasından çıkmıştı. "Zil çaldı az önce. Sarp mıymış gelen?"
"Evet. Geç olmadan gidelim biz."
Deniz başını salladı, tekerlekli bavulu üzerindeki valizle birlikte kısa sapından tutarak havaya kaldırdı ve merdivenlere yürüdü. Uygar da çalışma odasından çıktı ve kolunu omzuma attı. "Selay'ı dert etme, Miray onu Aydın'a gelmeye ikna eder. Can işi de bende. Onu da ikna edeceğim. Cuma sabahı Aydın'da oluruz. Hazırlıkları hiç düşünme. Zaten sizin ilgilenmeniz gereken kısımlarla Gülşah ilgilendi ve her şeyi halletti. Kütüphaneyle de bizzat Hakan'la birlikte ben ilgileneceğim."
"Uygar sen bir tanesin." dedim minnetle gülümserken.
Önemi yok der gibi başını salladı. "Ee Selay benim baldızım. Sırf senin arkadaşın diye uğraşmıyorum yani. Can'la da bacanak olduk. Bir zahmet ilgileneyim değil mi? Kütüphaneye gelirsek, benim de kafam dağılır orayla uğraşırken. Bunaldım artık."
Gülümsedim. "Yine de sağ ol." dedim. Uygar kolunu çekti, saçlarımı karıştırdı. Merdivenlerden inmiş salona doğru yürüyorduk. Deniz'in sesi geliyordu. "Tamam, çalışma odama girmeyeceksiniz, yatak odama girmeyeceksiniz." diyordu. Kiminle konuştuğunu anlamıyordum. "Bu katta istediğiniz her yere girebilirsiniz. Ha bir de teras var. Orası da temizlenecek." Deniz ve hiç tanımadığım iki kadın görüş açıma girdiğinde Deniz'in temizlik şirketinden gelen kadınlarla konuştuğunu henüz anlamıştım. "Söyleyeceklerim bu kadar, başlayabilirsiniz."
Kadınlar hafifçe başını salladı ve birkaç saniye içinde gözden kayboldu. "Bu kadınlar ne kadar güvenilir Hakan?" dedi Uygar.
"Uygar Bey sizin eve de gelen şirketin çalışanları bunlar. Siz bizzat kendiniz araştırmıştınız. Ben de kefilim."
"Anladım, güzel." dedi Uygar.
Deniz bana döndü. "Hayatım artık Ülkü ablayı çağırsak mı? Eve yabancı girsin çıksın istemiyorum." dedi bıkkın bir sesle.
İçimde bir anlık sessizlik oldu. Yani öyle büyük bir hayal kırıklığı değildi. Ama küçücük bir biz hayalimin içinden geçen bir çatlak gibiydi. Bu evde sadece ikimiz olalım istiyordum. Sabah kahvemi mutfakta onun gömleğini giyerek hazırlayayım, banyoda onun havlusuyla kavga edeyim istiyordum. Ülkü ablayı çok seviyordum ama onun gelmesi bizim özel alanımızın kapısına bir başkasının daha ismini yazmak gibi oluyordu. Ve ben o kapının sadece ikimize ait kalmasını istiyordum.
Ama Deniz'in ses tonunda saklı olan başka bir duygu da vardı. Kararlıydı. Bir güvenlik sorunu yaşıyordu ve haklıydı. Kimse evine yabancı birini kolay kolay almak istemezdi. Bir savunma refleksi olarak Ülkü ablanın gelmesini istiyordu.
Bir şey diyememiştim. Sarp bavullarımı alıp bahçeye açılan kapıdan çıktı. Uygar da peşinden gidiyordu. Derin bir nefes aldım. Kalbimi biraz dizginledim. "Deniz?" dedim yavaşça.
Bana döndü. "Efendim sevgilim?"
Gülümsedim ama içten değildi. Yüzümdeki ifade kibar ama kırıktı. "Ülkü ablayı çağırman çok mantıklı. Temizlik işleri, alışveriş, mutfak falan haklısın. Hem güvenilir biri olması da içimi rahatlatır." Sözlerim çok düzgün çıkıyordu ama içimde hâlâ kendi küçük yalnızlık alanımın elden gittiği hissi vardı.
Deniz hafifçe başını eğdi, ne diyeceğimi bekliyordu. Gözlerinde dikkatle dinleyen bir ifade vardı.
"O sadece." dedim yavaşça. "Yani, sadece şey. Eğer mümkünse Ülkü abla gündüz gelse ama geceleri gitse? Hani en geç akşam yedide evine dönse mesela? Biz yine seninle yalnız olsak." Gözlerimi kaçırmadım. Onun gözlerinde yargı değil, anlama görmek istiyordum.
Deniz birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra gözleri yumuşadı. Gülümsedi. Bir adım yaklaştı. Elini belime doladı. "Sen var ya." dedi kısık sesle. ‘’Bazen bir cümleyle beni mahvediyorsun.’’ Sonra alnımı öptü. "Tamam. Gündüz çalışır, akşam gider." dedi. Bana ait alanı önemseyen bu adam benim kocamdı ve ben onu ölesiye seviyordum.
Başımı omzuna yasladım. Kalbim bir nebze olsun hafifledi. "Ben sadece seninle kendi hayatımı yaşamak istiyorum. Bu evin içinde sadece ikimiz kalalım istiyorum geceleri. Sığınak gibi."
Deniz ellerimi tuttu, parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi. "Bu ev senin Ada. Sen nasıl istersen öyle olsun."
Kocaman gülümsedim ve uzanıp yanağını öptüm. Deniz de önce yanağımı sonra üç kez boynumu, sonrasında da beş kez dudaklarımı öptü. "Nasıl ayrı kalacağım ben senden beş gün boyunca?" dedi neredeyse fısıldayarak. Hem bir şeyler anlatıyor hem de beni öpmeye devam ediyordu.
Dudakları hâlâ dudaklarımdaydı. Öyle çok öptü ki bir noktadan sonra nerede nefes aldım, nerede gülümsedim, nerede iç geçirdim hatırlamıyordum. Her öpücüğü bir hatıra gibi bıraktı tenimde. Burnumun ucuna geldiğinde gülümsedi, alnıma minik bir öpücük daha kondurdu.
Parmakları saçlarıma karışmıştı. Bir yanım gülüyordu, diğer yanım ona sıkı sıkı sarılmak istiyordu. Az önce sorduğu soruya cevap veremedim. Çünkü bir şey söyleseydim boğazımdaki düğüm çözülüp gözlerimden taşacaktı.
Ona usulca sokuldum. Kalp atışını duyacak kadar yakındım. "Çabuk geçecek." dedim, sanki kendime söyler gibi. "Sadece beş gün. Her gece mesaj at. Fotoğraf da yolla. Ne yediğini bile yaz istersen, yeter ki bir şey söyle."
Deniz usulca başını eğip omzuma yasladı. "Ben ne yersem, senin canın da çeker. O yüzden hep aynı şeyleri söyleyeceğim. Sensiz tatsız." Birlikte gülümsedik. Sonra elimi tuttu. Avucumun içine minik bir öpücük bıraktı. "Çıkalım mı artık?" dedi. "Sarp kapıda bekliyor."
"Çıkalım." dedim, kapıdan çıktık. Uygar ve Sarp bizi bekliyordu. "Roma'ya iyi bak." dedim Uygar ve Sarp'ın yanına vardığımızda.
"Seni aratmayacağım hiç merak etme." dedi Deniz. Arabanın kapısını açtı, Uygar'a sarıldım, koltuğa oturdum.
"Kendine iyi bak serseri civciv." dedi Uygar. Hemen ardından Sarp'a döndü. "Sen de dikkat et kardeşim."
Sarp hafifçe başını salladı. Kapısını açtı. Tam binmek üzereyken Deniz onu durdurdu. "Sana emanet." dedi bakışlarıyla beni Sarp'a gösterirken.
"Gözün arkada kalmasın." dedi Sarp. Deniz kapımı kapattı, camımı indirdim. Sarp motoru çalıştırdı, Deniz avucunun içini öptü, bana el salladı ve yola çıktık.
Araba harekete geçtiğinde içim bir anlığına boşaldı. Camdan dışarı bakarken Deniz'in gözlerini düşünüyordum. Sesi ne kadar sakin olsa da gözleri öyle bir konuşuyordu ki içimde bir yer hâlâ onun elini tutuyordu.
Yan koltuktaki Sarp sessizdi. Direksiyonu tutuşu kararlıydı ama ne düşündüğünü anlamak zordu. Yol bir süre rüzgâr gibi geçti. İstanbul'un çıkışına kadar birbirimize tek kelime etmedik. Zaten konuşsam, ağlayacak gibi hissediyordum.
"Sessizlik mi oynuyorsun yoksa bana mı öyle geliyor?" dedi Sarp bir anda. Ses tonu yumuşaktı. Hafif gülümseyerek kafasını bana çevirdi.
Kafamı cama yaslamıştım. Hafifçe gülümsedim. "Sessizliğe ihtiyacım var biraz."
"İyi. Çünkü ben de yol boyunca sana bütün hayat hikâyemi anlatacaktım. Ne güzel tesadüf." dedi gözlerini yola çevirirken.
Kahkaha atmadım ama gülümsedim. "Biraz kendi halimde kalmak istediğimi söyledim, kabalık etmek istemedim. Özür dilerim yanlış anlamanı istemiyorum."
"Yok canım, olur mu öyle şey." dedi. "Yani sen konuşmadıkça ben kendimle konuşurum, fena alışkanlıklarım var."
Radyoda hafif bir caz tınısı çalıyordu. Yolun titreşimi, motorun sesi, Sarp'ın ara sıra camdan sarkan eli. Hepsi bir şekilde güvende olduğumu fısıldıyordu.
"Ada?" dedi Sarp bir süre sonra.
"Hı?"
"Sessizlikte anlaştık biz ama acıkırsan söyle, bir köfteci ayarladım rotaya."
"Tabii ki ayarladın." dedim başımı iki yana sallayarak. "Çünkü aç Ada'yla uğraşmak tok Ada'yla uğraşmaktan daha zor."
Sarp kahkaha attı, başımı cama yasladım.
Yol düzleşmişti. Balıkesir'e yaklaşmıştık. Şehir ışıkları geride kalmış, geceyle baş başa kalmıştık. Camdan bakmaya devam ediyordum. Kafam hâlâ İstanbul'daydı, hâlâ Deniz'in yanındaydım.
"Gerçekten merak ediyorum." dedi Sarp. Ses tonu sıradan bir sohbet gibi değil, biraz dikkatliydi. Gözlerini yoldan ayırmadı ama kelimelerini ölçerek söylüyordu. "Aydın'a gitmek istemenin asıl sebebi ne Ada?"
Başımı yavaşça çevirdim. Sorduğu sorunun içime nasıl oturduğunu hissediyordum. O kadar aniden sorulmuş değildi ama yine de hazırlıksızdım. "Söyledim ya." dedim. "Melis'le konuşmak istiyorum. Selay'ın düğünü için hazırlık-"
"Yeme beni Ada. Tamam, Deniz'le evlisin." dedi. Tonu yargılayıcı değildi ama içinde belli belirsiz bir netlik vardı. "Adam senin kocan. Seni en iyi o tanıyordur muhtemelen. Ama ben de iki yıl boyunca senin yanındaydım. Dosttuk da biz. Hâlâ da öyleyiz. Ve seni tanıyorum. Neden Aydın'a gitmek istiyorsun, gerçek sebebini söyle."
Yalan söylemiyordum ama her şeyi de anlatmıyordum. Ve Sarp suskunluktan çok iyi anlam çıkaran adamlardandı. "Bazen." dedim yutkunarak, gözlerimi tekrar camdan dışarı çevirdim. "Bazen bir şeyi anlamanın tek yolu içine girmek oluyor. Sadece bakarak, uzaktan izleyerek çözülmüyor bazı şeyler."
Sarp ne yapacağımı anlamış gibi bir ses çıkardı. "Deniz bunu biliyor mu?" dedi yumuşak bir sesle. "Senin, içine girmeye karar verdiğin şeyin ne olduğunu?"
"Sence söylemem gerekir miydi?" dedim ben de soruyla karşılık vererek.
Sarp kısa bir kahkaha attı ama sesi buruktu. "Gerekirdi. Ama söylememişsin. Demek ki içinde taşıdığın şey ya onun kaldıramayacağı kadar ağır ya da onun seni durduracağını biliyorsun."
Gözlerimi kapattım. İçimde bir sızı vardı. Ne yaptığımı biliyordum. Ama neden yaptığımı hâlâ kendime tam anlatamamıştım. Ya da itiraf etmek istemiyordum.
"Sonart Holding'in paravan olduğunu düşünüyoruz biz Deniz'le. Ve içimden bir ses bu paravan holdingin temellerinin Aydın'da atıldığını söylüyor. Deniz'in sahte imar izinli oteli Aydın'da biliyorsun ki. Ee sahte izni veren de Aydın'ın belediyelerinden birinde çalışan bir memur. Bunları öğrenmek istiyorum Sarp."
Sarp başını yavaşça salladı. "Peki ya Deniz öğrenirse ondan habersiz hareket ettiğini?"
Boğazıma oturan o tanıdık yük geri gelmişti. "Öğrenirse..." dedim fısıltıyla. "O zaman, umarım beni affeder."
Sarp başını önüne eğdi, bir süre direksiyona odaklandı.
"Sen böyle söylediğinde içim sıkışıyor." dedi. "Çünkü Deniz'in seni affetmemesi değil, sana bir şey olması korkutuyor beni. Hem zaten Deniz'den önce Savaş'ın emanetisin sen bana." Gözlerimi yere indirdim. Yutkundum. "Bak Ada, ben seninle iki yıl geçirdim. Sabahın köründe uyanıp kahveni nasıl içtiğini, biri üzülmesin diye nasıl içinden koca koca cümleleri yuttuğunu, kendine ait kararları ne kadar ertelediğini biliyorum." Bir anlığına sustu. Sonra yumuşak ama kararlı bir sesle devam etti. "Şimdi yanımda oturan kadın, o kadının çok daha güçlü hâli. Ama hâlâ içinden geçenleri yüksek sesle söylemekte zorlanıyor."
Sözlerinin her biri dikkatle yerleştirilmiş taşlar gibiydi. İçime oturdu. "Ben seni yargılamam." dedi sonunda. "Ama bir şartım var." Başımı çevirdim. Bakışları netti. "Bu araştırma nereye gider bilmiyorum. Ama ne olursa olsun, önce bana söyleyeceksin. Tamam mı? Hemen Deniz'e koşmayacaksak bile, birbirimize karşı dürüst olacağız."
Gülümsedim. İçimde ince bir rahatlama yayıldı. "Tamam." dedim. "Söz."
Sarp başını çevirdi, göz kırptı. "İyi. Çünkü ikimiz de inadımız tuttuğunda Aydın Belediye'sini komple satın alabilecek potansiyele sahibiz."
Bu kez gerçekten güldüm. "Senin mizah anlayışın bazen tek kurtarıcı oluyor biliyor musun?"
"Biliyorum." dedi gururla. "Ve sana lazım olacak. Çünkü biz birkaç gün sonra bir memurun peşine düşeceğiz. Bulduğumuzda konuşmazsa çok kötü olur."
"Ben onu konuştururum." dedim.
"Eminim." dedi Sarp, direksiyonu kırarak sağa çevirdi. "Sen yeter ki konuşturmak iste."
***
Aydın'a vardığımızda saat geceye dönmeye başlamıştı. Gözüm saate takıldığında dijital ekran 21.46'yı gösteriyordu. Şehir, İstanbul'un kaotik kalabalığına kıyasla sessiz ama diri bir nefes alıyordu. Sokak lambaları sarı bir huzmeyle asfaltı yıkarken Melis'in yaşadığı apartmanın önüne geldiğimizde Sarp motoru kapattı.
"Geldik." dedi kısa bir sessizliğin ardından. Kapıyı açtım. Aydın'ın bahar gecesi, İstanbul'dan taşıdığım yorgunluğun üzerine ılık bir örtü gibi serildi. Buranın kokusu bile farklıydı. Daha az kirli, daha az gürültülüydü. Ama kalbimin ritmini değiştiremeyecek kadar yabancıydı.
Sarp bagajı açtı, bavullarımızı aldı. Tam o esnada apartmanın giriş kapısı açıldı.
"Hoş geldiniz." dedi Burak, gülümseyerek. Üzerinde gri bir tişört vardı, elinde de bir bardak su.
"Merhaba Burak." dedim hafif bir tebessümle. "Melis evde mi?"
"Evet, yukarıda. Siz çıkın, ben buradayım." dedi sonra Sarp'a döndü. "Yardım edeyim mi?"
Sarp başını iki yana salladı. "Gerek yok, hallederim." dedi. Ardından bavulları kavradı ve apartmana doğru yürümeye başladık.
Merdivenleri çıkarken içimde garip bir heyecan vardı. Hem Melis'i göreceğim için, hem de bu yolculuğun nereye varacağını bilmediğim için heyecanlıydım. Melis geleceğimi bilmiyordu. Ne tepki vereceğini kestiremiyordum.
Zili çaldım. Ayak sesleri geldi. Birkaç saniye sonra da kapı yavaşça açıldı. Önce tereddütlü bir sessizlik sardı aramızı. Melis kapının eşiğinde belirdiği anda nefesim tutuldu. Göz göze geldiğimizde bakışlarının arkasındaki yorgunluk ilk tokadı vurdu. Gözleri buğuluydu, kıpkırmızıydı. Şişmişti. Belli ki çok ağlamıştı. Üzerinde geniş, açık mavi bir tişört vardı. Altına salaş bir şort giymişti. Saçları dağınıktı ama yine de güzeldi. Yorgun görünüyordu.
"Ada." dedi fısıltıyla. Dudakları titredi, gözleri kocaman açıldı.
"Sürpriz." dedim. Gözlerinde hem tanıdığım o eski kız çocuğu hem de ondan geriye kalan yeni, kırılmış bir kadın vardı. "Ben geldim." Bir adım attım ama Melis hâlâ yerinden kıpırdamıyordu. Gözleri karışık duygularla dalgalandı. Şaşkınlık, kırgınlık, özlem, sitem. Hepsi aynı anda yüzüne oturdu. Ağzını açacak gibi oldu ama sesi çıkmadı. Elini saçlarının arasına götürdü. "Beni hiç beklemiyordun değil mi?" dedim.
Melis başını iki yana salladı. Dudaklarından güçsüz bir ses çıktı. "Hayır, hiç." Gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Sonra bir tane daha. Kıpırdadı. Önce ürkek, sonra adımlarına hız katarak yanıma geldi ve bana sımsıkı sarıldı. Nefesi omzumda kesik kesikti. "Hiç kimse gelmez sanmıştım." dedi. Sesi boğuktu. "Kimse."
"Bak ben geldim." dedim bir kez daha. "Yanındayım Melisçim. Yalnız değilsin."
Melis'in omuzları titriyordu. Ben sırtını okşarken, onun içini dökmesine izin verdim. Sarsılarak ağlıyordu. Bu ağlama bir kırgınlık değil, bir kendini bırakma gibiydi. Yalnızlığına tutunmaktan yorulan birinin, o yalnızlığı nihayet paylaşabileceğini anladığı andı.
Başını omzuma yaslayıp, kolumu sırtına sararak onu içeriye doğru yürüttüm. Sarp da peşimizden geldi. Biz salon olduğunu tahmin ettiğim yere doğru dönerken Sarp bavulları koridora bıraktı.
Melis'le salondaki koltuklardan birine oturduk. Melis başını göğsüme yasladı. İki kolumu da etrafına sardım ve saçlarına onlarca öpücük bıraktım. Bir krize yakalanmıştı. Keşke daha erken saatlerde gelseydim. diye düşündüm. Kim bilir kaç saattir bu haldeydi.
Melis biraz sakinleştiğinde başını göğsümden kaldırdı. Gözlerinde bir sürü soru, bir sürü korku, belki biraz da umut vardı. Ama hiçbirini söyleyemeyecek gibi duruyordu. Gözlerini sildi ama göz altları hâlâ nemliydi. Elimi uzatıp saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdım, önce sağ yanağındaki sonra sol yanağındaki yaşları sildim. "Çok ağlamışsın." dedim. "Ağlama artık. Yazık değil mi bu güzel gözlerine?"
"Ben yalan söyledim." dedi. Kaşlarımı çattım. "Abime Senden nefret ediyorum. dedim. Yalan söyledim Ada. Ondan nefret etmiyorum. Ben abimi çok seviyorum. Annemden, babamdan bile önce geliyor. O kadar çok seviyorum."
"Biliyorum. Abin de biliyor. Bu yüzden mi ağladın bu kadar?" dedim. Mutfaktan tabak sesleri geliyordu.
"Çok kırılmıştır, çok üzülmüştür."
"Kardeşler arasında olur öyle şeyler. Biz de Güneş'le çok kavga ederdik. Birbirimizi kırar, üzerdik. Ama sonra dayanamaz barışırdık. Savaş'ı ilk bulduğumda neler yaşadım hatırlıyor musun? Bana Sen asla benim kardeşim olamazsın, seni kabul etmiyorum. demişti."
"Ama seni tanımıyordu. Belli sebepleri vardı. Şimdi Savaş'la aranız çok iyi. Güneş'le ettiğiniz kavgalar da eminim ki küçükken yaptığınız kavgalardır. Yetişkin olduğunda hiç kavga ettin mi onunla? Birbirinize Senden nefret ediyorum. demediğinize eminim.’’
"Herkesin acıyla baş etme yöntemleri, öfkesini dile getirişi farklıdır Melis. Abin buna takılmadı. Bunun için üzme kendini." dedim ve Melis'in başını tekrar göğsüme yaslayıp saçlarını öptüm.
"Kendimi kaybettim. Korkmuştum çünkü. İyi değildim. Ama şimdi sen geldin ya, belki şimdi bir şeyler düzelir."
Elini tuttum. "Beraber düzeltiriz."
"Çok bunaldım Ada. Onca güvenlik önlemine rağmen güvende değilsem aşağıda Burak'ın dikilmesine ne gerek var? Boşuna duruyor bütün gün dibimde. Haksız mıyım? Sen söyle."
"Ben bir taraf seçemem Melis. Sana haklısın dersem abini haksız görüyorum gibi oluyor. Abin haklı dersem de seni haksız görüyorum gibi oluyor. Ama ben ikinizi de haklı buluyorum." dedim ve hafifçe gülümsedim. "Bildiğim tek şey abinin seni korumak istediği. Sana bir şey olursa abin ne hale gelir düşünebiliyor musun?"
Melis başını yavaşça salladığında saçları çenemi gıdıklamıştı. "Çok üzülür. Sevdiklerine bir şey olmasına dayanamıyor. Sen ortadan kaybolduğunda çökmüştü Ada. Yaşamıyordu, sadece nefes alıyordu. Ölü gibiydi diyemeyeceğim çünkü direkt ölüydü."
"Tekrar o günlerdeki gibi yaşamasını ister misin abinin?"
Başını iki yana salladı. "İstemem." dedi ve içini çekti. "İstemem, dayanamam onu öyle görmeye."
"O zaman ona hak vermeyi deneyebilir misin? O sadece seni korumak istiyor."
"Özgürlüğüm kısıtlanıyor."
"Yakında sona erecek. Eğer bana güveniyorsan biraz sabret. Abin için şu an yaşıyor olman özgürlüğünden daha önemli. Hem abin asla senin gittiğin yerlere, görüştüğün kişilere karışacak bir insan değil. Neden kısıtlanmış hissediyorsun?"
"23 yaşındayım Ada ama aşık olmaya korkuyorum. Bu yüzden hiç sevgilim olmadı."
"Abin sevgiline karışacak biri değil."
"Sevgilim bana gelmek istese ya da ben ona gitmek istesem abim asla müsaade etmez. Sevgilim olduğu için değil, kim olursa olsun biriyle aynı ortamda yalnız kalma ihtimalim onu korkutuyor. Olur da yalnız kaldığım o kişi bana bir zarar verirse kendisini asla affetmez çünkü. Açıkçası ben de korkmadan birinin evine gidemeyecek olmaktan ya da onu evimde ağırlayamayacak olmaktan çok yoruldum."
"Anladım." dedim her ne kadar bu duyguya yabancı olsam da. Ben Deniz'le tanıştığımda onunla çoğu kez yalnız kalmıştım. Bunu baskılayan ya da denetleyen kimse yoktu. O yüzden rahattım ve biz bu sayede sevgili olabilmiştik. Ama Melis'in böyle bir hakkı yok gibiydi ve ben ne diyeceğimi bilemiyordum.
"Ben nasıl gelecekteki sevgilime Sen abime yabancısın ve ben seni ne kadar tanırsam tanıyayım abim seninle yalnız kalmama izin vermez, kimseye güvenmiyor çünkü. diyeyim? Güler bana." dedi ve kendi de güldü. Ben de gülmüştüm.
"Birinden hoşlandığında abinle tanıştır. İyice tanısın, eğer abine güven veren biriyse gönül rahatlığıyla görüşmene ve yalnız kalmana izin verir."
"Abime güven verecek biri daha doğmadı bence." dedi, göğsümden başını kaldırdı. Yüzündeki hüzün silinmişti.
Gülümsedim. "Bu konuda elimden ne gelirse yapacağım. Söz." dedim.
Sarp elinde bir tepsi, içinde üç fincan çayla salona girdi. "Çay demledim. Kek de buldum dolapta. Kuru ama yenir gibi."
"O kekler iki gündür dolapta." dedi Melis. "Zehirlenirsin yersen."
"Hiçbir şey olmaz. Benim midem neler gördü sen bilsen." dedi Sarp. Tepsiyi orta sehpaya bıraktı. Çay bardaklarını bize uzattı. Hemen ardından keki dilimledi ve tabaklara koyup bize verdi.
"Teşekkür ederim." dedi Melis. Çatalın kenarıyla kekin bir kısmını kesti, küçük bir parçayı ağzına attı, ardından çayını yudumladı.
"Afiyet olsun. Kendi evinmiş gibi rahat et." dedi Sarp. Minik birer kahkaha attık. Melis kekine odaklandığında Sarp gözleriyle Melis'in telefonunu işaret etti. Kontrol etmek için alması gerekiyordu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordum. Anlaşılan Sarp da bilmiyordu.
"Aa." dedi bir anda. "Ada sen Deniz'e haber verdin mi vardığımızı?" Ufacık bir anda göz kırptığında bir planı işlediğini anladım ve oyununa ortak oldum.
"Yok, şarjım bitti ya benim. Haber veremedim. Sen kendinden haber versene. Merak eder şimdi."
Sarp ceplerini yokladı, Melis Sarp'ı izliyordu. Sarp huysuz bir şekilde homurdandı ve üzüntüyle bize baktı. "Hay Allah, arabada unuttum herhalde ben de telefonumu."
"Benden ara?" dedi Melis. "Açmaz büyük ihtimalle bana sinirli olduğu için ama yine de dene istersen."
"Yani iyi olur. Hem işle ilgili bir şeyler soracaktım ona ben."
Melis orta sehpadaki telefonuna uzandı. "Şifrem 131999"
"O nasıl bir şifre ya?" dedi Sarp gülerek. Şifre Melis'in doğum günüydü ve Sarp bunu anlamayacak biri değildi. Şifrenin basit olmasına gülmüştü. "Daha zor bir şeyler denesene."
"Unutuyorum ben öteki şifrelerimi. Böyle iyi. Hem daha önce kimse bulamadı. Bulsa anlardım."
Sarp bana kısacık bir bakış attı, ardından Melis'e döndü. "Neyse, ben abini arayayım." dedi. Melis'in telefonunu aldı, salondan ayrıldı. Birkaç saniye sonra sahte konuşmalarını duydum. Deniz'le konuşuyor gibi yapıyor ama aslında kendi kendine konuşuyordu. Aynı esnada Melis'in telefonunun tüm bilişimine eriştiğine emindim.
"Abim Burak'ın yanına birini daha göndereceğim senin için. demişti. O kişi Sarp mı?"
Kekimi mideme indirdim ve başımı salladım. "Hı hı."
"Sarp'ı pek tanımıyorum." dedi içten ama dikkatli bir merakla. "Sadece iki yıl boyunca seninle olduğunu biliyorum. Yani baya yakınsınız sanırım?"
Gülümsedim. "Yakınız evet. Artık kardeş gibiyiz."
"İlk tanıştığınızda nasıldı? Yani nasıl biri olduğunu hemen çözebildin mi?"
"Pek sayılmaz." dedim gülümsememi büyüterek. "İlk zamanlar sessizdi, mesafeliydi. Hatta biraz huysuzdu diyebilirim. Ama sonra, sanırım birbirimize alışmamız gerektiğini anladık. Ve o beni hiç yalnız bırakmadı."
Melis başını eğdi, dudaklarını birbirine bastırdı. "Senin için oradaydı yani."
"Her zaman. Savaş ona beni koruması için görev verdiğinde o işi sadece görev gibi görmedi. Ciddi anlamda sahip çıktı bana. Zor zamanlarımda omuz oldu, moral oldu. Fransızcayı da ondan öğrendim. Düşünsene, ben bir şey soruyorum, o tek kelime Fransızca cevap veriyor. Mecburen öğreniyorsun."
Melis hafifçe güldü. "Yani eğlenceli biri mi?"
"Çok." dedim başımı sallayarak. "Ama biraz geç açılır. Dışarıdan bakınca ciddi görünür ama içten içe yumuşacık biridir. Mizahı da ince. Bir de çok güvenilirdir Melis. Yani öyle biri yanında olduğunda başka birini aramazsın."
"Sana hâlâ bir şey olmasından korkuyor gibi." dedi Melis usulca.
"Çünkü ben onun iki yıl boyunca koruduğu kişiyim. Sadece bir tanışıklıktan ibaret değil ilişkimiz. Şimdi de dostuz. Hem ben onu çok iyi tanırım, o da beni. Deniz de biliyor aramızdaki sağlam arkadaşlığı."
"Yani." dedi Melis çayını bırakırken. "Ona güvenebilir miyim?"
"Güvenebilirsin." dedim net bir şekilde. "Sarp söz verdiği şeyden geri dönmez. Sana zarar verecek bir şey yapmaz. Senin yanında olması, Deniz'in de içinin rahat etmesi için. O yüzden ister istemez biraz mesafeli olabilir ama kötü bir niyeti asla yoktur."
Melis yavaşça başını salladı. "O zaman ona bir teşekkür borçluyum. Çünkü abimin bana bu kadar düşkün olmasının, benim yanımda bu kadar sağlam insanlarla olmasını istemesinin sebebi yaşadığı korkular. Ve bu korkular onun en kıymetlilerini koruma şekli."
"Evet." dedim fısıltıyla. "Ve Sarp da bu zincirin bir halkası artık."
Tam o sırada Sarp tekrar salona döndü. Telefon hâlâ elindeydi. Gözleri kısa bir süre ikimizin üzerinde gezindi, sonra çayına uzandı. Bana çaktırmadan göz kırptı. Halletmişti. "Güzel bir ekip olmuşsunuz siz." dedi. "Ben aranıza üçüncü kişi gibi girmeyeyim."
Melis hafifçe güldü. "Yok canım, sen de bizim gibisin artık."
Sarp çayı yudumlarken gülümsedi. "Tehlikeli sulardayım o zaman."
"Çok." dedim. "Ayağını denk al. Karşında Aladağ kadınları var."
Sarp güldü, çayını yudumlarken sandalyesine yaslandı. "Bu evde kurallar nasıl? Mesela gece üçte tatlı yemek serbest mi?"
Melis bir an duraksadı, sonra gülümsedi. "Şu an bunu sorman bile garip. Ama evet, serbest."
"İyi. Çünkü az önce dolapta şeker komasına sokacak potansiyelde bir çikolatalı şey gördüm. Onunla yalnız kalmak istiyorum gece."
Melis başını iki yana salladı. "O geçen haftadan kalma. Yalnız kalırsan komaya da yalnız girersin, haberin olsun."
"Bu evde taze bir şey yok herhalde." dedi Sarp alayla. "Nasıl besleniyorsun sen böyle?"
"Dışarıda yiyorum çoğu zaman." dedi Melis omuz kısarak.
"Neyse." dedi Sarp. "Vallahi benim için fark etmez. Tatlı yalnızlığı güzelleştirir." dedi dramatik bir ses tonuyla. "İnsan ne zaman çikolatalı tatlılara sararsa bilin ki içinde çözülemeyen bir yara vardır."
Melis kahkaha attı, ben de ona eşlik ettim. "Senin yaran ne?" dedi Melis, merakla ama oyunbaz bir sesle.
Sarp çenesini ovuşturdu, sonra ciddileşmiş gibi yaptı. "Onu Ada'ya sormak lazım. İki yıl boyunca her sabah aynı kahvaltıya uyanmak kolay değildi. Şaka gibi ama bir dönem sadece kruvasan ve karamel macchiato'yla beslendi bu kadın. Ben de yanında haşlanmış yumurta hayalleri kuruyordum."
Kaşlarımı kaldırdım. "Sen de sabahları sessizce telefonuna bakıyordun, iki kelime etmeyen bir adamdın."
"O senin Fransızca çalışman içindi. Her sessizliğim bir öğretme tekniğiydi." dedi Sarp ciddi bir edayla.
Melis tekrar gülümsedi. "Ada cidden kruvasan mıydı tek menün?"
"En sevdiğim şey. Ama Sarp yüzünden artık gizli gizli yiyorum, çünkü hâlâ laf ediyor."
"Sağlıklı beslen kızım. Hiç dengeli beslenmiyorsun." dedi Sarp esneyerek.
"Aa." dedi Melis. "Uykunuz geldiyse ben yataklarınızı yapayım sizin."
"Olur valla. Uzun süre araba kullandım. Uyku bastı." dedi Sarp. Melis yavaşça kalktı, salondan çıktı. Sarp Melis'in uzaklaştığına emin olduğunda ayağa kalktı. "Ada, balkona çıkmamız lazım."
Başını salladım. Sarp'ın peşinden gittim. Balkona çıktık kapıyı kapattık. Sarp anında bir sigara yakmıştı. Melis yakalarsa sigara içmeye çıktık yalanını söyleyecekti. Ona özenip ben de bir sigara aldım, Sarp sigaramı yaktıktan sonra konuşmaya girdim.
"Ne buldun?" dedim alçak sesle.
Sarp derin bir nefes çekip dumanı havaya üfledi. "İki tane uygulama. Biri basit bir takip uygulaması. Diğeri daha karmaşık bir şey. Telefon kopyalayıcı."
Kaşlarımı çattım. "Kopyalayıcı derken?"
"Yani ne demek biliyor musun Ada?" dedi, ses tonu kararmıştı. "Melis'in telefonuna gelen her şey, mesajlar, fotoğraflar, arama geçmişi. Hepsi başka bir cihaza eşzamanlı olarak aktarılıyor. Ve o cihazın kimde olduğunu tahmin etmek hiç zor değil."
İçimden bir ürperti geçti. Bir an elimdeki sigarayı dudaklarımın arasına götürmeyi bile istemedim. "Evren."
Sarp başını eğdi, sonra başparmağıyla alnını ovaladı. "Evet. Bu herif, Melis'in kimle konuştuğunu, kime ne yazdığını, hatta belki ne zaman ağladığını bile biliyordu Ada."
"Peki Melis'in nasıl haberi yok bu uygulamalardan?" Kaşlarımı çattım. "Yani nasıl anlamamış?"
Sarp başını iki yana salladı, gözleri ufka dalmıştı. "Anlamaz. Çünkü bunlar sıradan uygulamalar değil. Gölge uygulamalar."
"Ne demek o?"
"Yani görünmeyen uygulamalar. Ana ekranda ikonları yok. Uygulamalar klasöründe bile görünmüyorlar. Sadece özel bir erişimle, kodla ya da sistem dosyalarının içine bakarsan ortaya çıkıyorlar. Normal bir kullanıcı asla fark edemez."
"Yani aslında bu telefon bir süredir başka birinin gözü gibiydi."
"Evet." dedi Sarp kısık sesle. "Evren, Melis'in hayatına bir göz yerleştirmiş. Kim bilir ne zamandır takip ediyor?"
"Peki kim yapar bunu? Melis'in telefonunu kim bu kadar uzun süre eline alabilir ki fark ettirmeden?"
"Yani." dedi ve bir süre düşündü. "Ya telefonu biri onun bilgisi olmadan kurdu ya da okuldan biri yükledi."
"Bu işten anlayan biri yapmış olmalı. O potansiyelde birilerini araştırmak gerek. Yazılım bilmeyen birinin yapabileceği bir şey değil bu."
Sarp dirseğini balkon korkuluğuna yasladı. "Aynen. Şifresi zaten çocuk oyuncağı gibi. 131999. Hadi doğum tarihi olduğunu geçtim, beş dakika elinde tutsan denemeyle bulursun. Uygulamaları yükleyen biri hiç zorlanmamıştır Ada. Belki de Melis sınıfta değilken, belki de lavabodayken. Bilmiyorum. Ama o telefon birinin eline geçmiş, orası kesin."
"Silecek misin uygulamaları?"
"Evet."
"Ya Evren fark ederse?"
"Zaten fark edecek. Ama geç fark ederse bize zaman kazandırır. Şu an yapabileceğimiz tek şey bu."
Başımı öne eğdim. Bu düşünceler midemi bulandırıyordu. "Uzun sürer mi?"
"Evet." dedi başını sallayarak. "Önce telefonun kök dizinlerine ulaşmam lazım. Uykusu derinse gece halledebilirim. Gölge uygulamalar bu kadar sinsiyse, iz bırakmadan temizlemek de bir o kadar zor olacak."
"Yani gece gizlice telefonunu alacaksın."
"Evet." diye sözümü kesti. "Ama tek seferde temizleyemezsem, sabaha kadar uyanmazsa şanslıyız. Yoksa ikinci geceyi de kullanmamız gerekebilir."
"Ya uyanırsa?"
"Uyanmasın diye dua edeceğiz artık ne yapalım? Keşke beş dakikada hallolsa ama bu uygulamalar sıradan değil. Teknik olarak sinsiler. Ne kadar veri topladığını, ne kadar süre aktif olduklarını bile söyleyemiyoruz. Belki günlerce, belki haftalarca her şeyini izlediler."
"Melis fark etmese de bir şey hissetmiştir aslında, değil mi?"
"Evet." dedi Sarp başını eğerek. "Aniden telefonun yavaşlar, ekran kararır, ses kaydı bozulur ama hep başka sebeplere yorarsın. Halbuki bütün bunlar birer sinyaldir."
Sarp balkon kapısını aralayarak içeriye göz attı, Melis'in hâlâ olmadığını görünce bana döndü. Sigarasının son dumanını üfledi. "Bu arada Ada." dedi, sesi biraz daha alçaldı. "Neden burada kalıyoruz biz? Hani dayının evinde kalacaktık? Burası güvensizdi. Sen bile öyle demiştin."
Birkaç saniye sustum. Çünkü haklıydı. Ama içimde başka bir denklem çalışmıştı. "Biliyorum." dedim. "Şu an korksa da güvende olduğunu hissettiği tek yer burası. Her ne kadar aslında tam tersi olsa da Melis'in zihni buraya tutunmuş. Ve şu an başka bir yere götürürsem kendini iyice savunmasız hissedecek." Sarp başını hafifçe salladı. Düşünüyordu. "Zaten yarın konuşacağım onunla." dedim Sarp'ın bakışlarını yakalayarak. "Planım bu gece onun biraz toparlanmasını sağlamak. Yarın sabah kahvaltıdan sonra dayımın evine geçeceğimizi söyleyeceğim. Hep beraber gideceğiz, Selay'ın hazırlıkları için de daha rahat ederiz. diyeceğim."
Sarp kaşlarını kaldırdı. "Yani bugünlük idare ediyoruz diyorsun?"
Başımı salladım. "Aynen öyle. Bu gece için sakinliğe ihtiyacı var. Onu hemen başka bir yere sürüklemek yerine, bir gece daha kendi yatağında uyusun istedim. Ama uzun süre burada kalamayız. Burada kalmak hâlâ büyük risk."
Sarp sigarasını balkonun dışına uzatıp söndürdü. "Usulca ikna edersin. Melis'i zorlarsak daha çok direnç gösterir."
"Biliyorum." dedim. "Bu gece yavaş davranmalıyız. Ama yarın mutlaka çıkmalıyız buradan."
Sarp bir kez daha başını salladı, sonra gözlerini sokağa çevirdi. "Umarım fark edilmemişizdir."
"Fark edildiysek de." dedim, omzunu hafifçe dürterek. "Biz yanındayız."
Sarp balkon kapısını usulca açtı. Gözleri hâlâ temkinliydi. Birlikte içeriye adım attık. Sigara kokusunu dağıtmak için Sarp elini havada birkaç kez savurdu. Ardından kanepeye doğru ilerledik.
Ben yeniden koltuğa oturdum. Sarp da yan koltuğa çöktü, dizlerini hafifçe uzattı. Birkaç saniye sonra Melis odaya girdi. Yüzünde uykuyla mücadele eden bir ifade vardı.
"Yataklar hazır." dedi hafifçe gülümseyerek. "Biri oturma odasında, diğeri misafir odasında. Hanginiz hangisini isterse artık."
"Ben seninle uyusam?" dedim yumuşak bir sesle. Böylece Melis uykuya daldığında telefonunu alıp Sarp'a verebilirdim.
"Buna hayır demem." dedi Melis sıcacık bir gülümsemeyle.
"Ee ben de misafir odasına kaçarım o zaman." dedi Sarp.
Melis başını hafifçe salladı, sonra salondaki diğer koltuğa oturdu. Gülümsedi ama bakışlarında bir parça yorgunluk hâlâ vardı. "Yarın sabah erken kalkmamız gerekecekse bana önceden söyleyin." dedi. "Alarm kurup uyanırım ve size kahvaltı hazırlarım."
"Hiç gerek yok güzelim. Ne zaman uyanırsak o zaman yaparız kahvaltıyı. Hadi artık uyuyalım. Sen de yorgun görünüyorsun." Ayağa kalktım, Melis'in elinden tutup onu da ayağa kaldırdım. Sarp da ayaklandı ve nihayetinde salondan çıkıp odalara dağıldık.
Melis'in odası tam onun karakterine uygun, cıvıl cıvıldı. Renkli nevresim takımı, pembe duvar kâğıtları, beyaz yumuşacık ve pofuduk, yuvarlak halı.
"Hadi gel." dedi Melis, telefonunu çekmeceye bıraktı, pikeyi kaldırdı, gece lambasını yakıp odanın ışığını kapattı. Yavaşça yatağa ilerledim, yumuşacık yatağa uzandım. Melis de yattı, gece lambasını kapattı, yanıma iyice sokulup başını göğsüme yasladı, kolunu belime sardı.
Gözlerini kapamıştı ama nefesi hâlâ uyanıktı. Yorgun ama huzursuz bir uyanıklıktı. Parmaklarımı saçlarında gezdirdim, parmak uçlarım bukleleri arasında usulca dolanıyordu.
"Bir şey anlatayım mı sana?" dedim fısıltıyla.
"Hıh." dedi ama gözlerini açmadı. Onay gibiydi.
"Ben küçükken, odamın tavanına bakarak hayaller kurardım. Tavanın köşesindeki gölgeleri birer şekle benzetirdim. Biri kuş gibi olurdu, biri gül. Bir tanesi de hep bana yıldız gibi gelirdi. Dayım ya da yengem ışığı kapattıktan sonra, ben o gölgeleri izlerdim. Her biriyle konuşurdum sanki. O yıldız şekline Beni korkulardan koru. derdim. Saçma biliyorum ama işe yarıyordu. Korkmazdım."
Melis hafifçe kıpırdadı ama gözleri hâlâ kapalıydı. Başını biraz daha göğsüme bastırdı.
"Bazen, bir şeyin gerçekten bizi koruyup korumadığı önemli değildir. Ona inanmamız yeter. Senin de inandığın bir şey olsun. İstersen o yıldızımı ödünç al. Tavanın bir köşesine koy. Orada olduğunu düşün. Uyumadan önce ona bir şey fısılda. İçini dök. O seni dinler."
Melis'in nefesi daha derin, daha düzenli gelmeye başladı. Elini belime sarmıştı ama parmak uçları gevşemişti.
"Sadece bu gece için değil, ne zaman korksan o yıldızı düşün. Ne zaman yalnız hissetsen, sesini duyacak biri olduğunu unutma. Ben buradayım. Gerçekten buradayım."
Bir cevap vermedi. Sanırım çoktan uykuya dalmıştı. Nefesi iyice düzene girmişti. Yavaşça başımı yana çevirip göz ucuyla yüzüne baktım. Dudakları arasından çıkan nefes neredeyse duyulmayacak kadar hafifti. Uyumuştu.
Usulca yerimden kıpırdadım. Önce kolunu belimden ayırdım, sonra göğsümde yatan başını yastığa taşıdım. Kıpırdamadı. Derin uykudaydı.
Sessizce ayağa kalktım. Çekmece üzerindeki telefonunu aldım. Kapıyı araladım, koridora çıktım. Sarp'ın odasına girdim. Yatağın üzerinde bağdaş kurmuş bir vaziyette oturuyordu. "Uyudu Melis." dedim telefonu ona gösterirken.
"Süpersin Ada." dedi Sarp. "Hemen başlıyorum ben silmeye."
"Bir sorun olursa beni mutlaka çağır."
"Keyfine bak sen. Melis'in uyanmamasını sağla bana yeter."
Başımı salladım. "Tamam, gidiyorum yanına şimdi. Kolay gelsin."
"Sağ ol Ada. İyi geceler."
"İyi geceler." dedim ve yanından ayrılıp Melis'in yanına döndüm.
Yatağa girdim, saçlarını öptüm. Onu sıkıca sardım.
20 Mart, Pazar
Sabah olduğunda Melis'in odasına, ince bir turunculuğa bürünmüş gün ışığı süzülüyordu. Cam hafif aralıktı. Kuş sesleri arka planda titrek bir müzik gibi çalıyordu. Melis hâlâ uyuyordu. Yanı başında onunla birlikte geçen geceyi dikkatle izleyen ben vardım. Kıpırdamadan yatmış, her nefesini, her minik hareketini dinlemiştim. Ama gözlerim açık geçen saatlerin ardından artık biraz yanıyordu.
Sarp'tan hâlâ ses yoktu. Saate baktım. 06.28’di. Melis uyanmadan hemen önce bir şansım vardı.
Yavaşça pikeyi üstümden kaydırdım, Melis'i rahatsız etmeden yataktan kalktım. Sessizce kapıyı araladım ve dışarı çıktım. Koridora adım attığım anda karşı kapı aralandı. Sarp'ın yüzü belirdi. Elinde Melis'in telefonu vardı. Göz altları biraz morarmıştı ama ifadesi tatmin olmuş gibiydi. "Günaydın." dedi esneyerek.
"Günaydın." dedim ona karşılık ben de esneyerek.
Telefonu uzattı. "Temiz." dedi kısık sesle. "Her şey tamam."
Derin bir nefes aldım. "İz bırakmadığına emin misin?"
"Yüzde doksan dokuz. Kökten temizledim. Telefonun belleğinde hiçbir artık veri kalmadı. Geriye sadece normal uygulamalar var." dedi ve telefonu bana uzattı. "Şarjı da yüzde kırk beş, bana verdiğin yüzdeyle aynı. Melis şüphelenmesin diye şarja taktım."
"Harikasın." dedim usulca. Telefonu aldım.
Sarp hafifçe gülümsedi. "Geri kalan sende. Ben biraz uyuyacağım.’’
"Tamam.’’ dedim. Başımı salladım ve tekrar Melis'in odasına döndüm. Kapıyı yavaşça kapattım. Telefonu çekmecenin üzerine bıraktım. Melis uyanınca hiçbir şey anlamayacaktı. Her şey bıraktığı gibi görünüyordu.
Yatağa geri uzandım. Melis biraz kıpırdandı, kolunu yeniden belime doladı. Gözlerini açmadan fısıldadı. "Ada?"
"Efendim canım?"
"Gitmedin, değil mi?" dedi gözlerini hafifçe aralayıp.
Sarılışımı sıkılaştırdım. "Hiçbir yere gitmedim. Yanındayım."
Melis usulca gülümsedi, gözlerini tekrar kapadı. Birkaç saniye içinde tekrar derin uykuya geçti.
Ben de başımı yastığa bıraktım ve gözlerimi kapattım.
Öğlene doğru gözlerimi tekrardan açtım. Göz kapaklarım ağır, boğazım kuru, başım yastığa yapışmış gibiydi. Bir an nerede olduğumu hatırlayamadım. Sonra Melis'in başını omzuma dayayıp uyuduğunu fark edince geceyi hatırladım. Burası Melis'in odasıydı. Ve biz Sarp'la sabaha kadar hiç uyumamıştık.
Melis hâlâ uyuyordu. Önce kolumu kurtardım, sonra yavaş bir dönüşle pikeyi üstümden sıyırdım ve ayak uçlarımı yere değdirdim.
Telefonumu alıp saate baktım. 11.54’ü gösteriyordu. Kahvaltı için geç ama bizim için oldukça erken sayılırdı.
Sessizce odadan çıktım. Koridorda Sarp'ın odasının kapısı aralıktı. Birkaç adım atınca içeriden gelen esneme sesiyle durdum.
"Yaşayan var mı?" dedim kapıdan.
"Hayır. Kodlama ruhumu aldı. Aradığın kişiye şu anda ulaşılamıyor."
"Hadi Sarp, hadi. Saat 12.00 olmuş. Kalk çabuk." dedim fısıltıyla.
"Bütün gece uyumadım." dedi. "Yani artık beynim NULL hatası veriyor. Senin o Adelia Dienes kimliğini bile resetlemek üzereydim az kalsın."
Kıkırdadım. "Çok şükür seninle aynı evdeyiz de mizah anlayışın eksik kalmıyor hayatımda."
"Elimizdeki tek savunma bu Ada. Kod, kahve, kara mizah."
"Ben mutfağa geçiyorum. Geliyorsan gözünü yıkayıp gel, cadı gibi görünüyorsundur kesin." dedim Sarp kapısını açtı ve saçlarını kaşıdı.
"Bana diyene bak. Sen de pek manken gibi kalkmadın yani. Saçların savaştan dönmüş gibi."
"Geceden çıktık sonuçta, ne olacaktı?" dedim gülerek.
Sarp elini salladı. "Çay, kahve. Ne bulursan yap yalvarırım. Ayılmam lazım. Şerbet bile olur."
Gülerek mutfağa gittim. Sarp da banyoya yönelmişti. Dolapları usulca açtım. Bardakları yerleştirdim. Sonra ekmek kızartma makinesine iki dilim ekmek attım, çaydanlığı ocağa koydum. Tüm bu seslere rağmen Melis'in hâlâ uyanmamış olması içimi rahatlattı. Uykusu derinleşmişti demek ki. İyiye işaretti.
Beş dakika sonra Melis mutfağa geldi. Saçları dağınık, üstündeki tişört buruş buruştu ama yüzü geceye kıyasla daha aydınlıktı. Göz altlarındaki morluklar biraz azalmış, bakışı daha netleşmişti.
"Günaydın." dedi sabah mahmurluğuyla.
"Günaydın canım." dedim. "Aç mısın? Bir şeyler hazırlıyorum."
Melis oturdu. Başını iki elinin arasına aldı. "Çok yorgunum ama açım."
"Çok normal. Bütün gece dinlenmeye çalıştın. Bu gece daha iyi olacak."
Melis başını salladı. Sonra aniden bana baktı. "Ada. İyi ki geldin."
"Ben de bunu düşündüm sabaha karşı. İyi ki gelmişim."
Masaya tabakları koyarken Sarp içeri girdi. Gözleri hâlâ yarı kapalıydı. "Sabah mı oldu? Kim doğdurdu güneşi? Benim daha uykum var."
"Geceyi kapattık, gündüze geçtik." dedim. "Haydi bay kod büyücüsü, kahvaltıya otur."
"Ben sadece sizin güvenliğiniz için çalışıyorum, değerim bilinmiyor." diyerek sandalyesine oturdu. "Kek kaldı mı?"
"Hayır." dedim. "Ama tost yapıyorum. Sabaha kadar kod yazan birine uygun gördüğüm en sağlıklı şey."
Sarp göz kırptı. "Mideye ne girerse kabulüm."
Melis ayağa kalktı, dolabı açtı. Birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra Sarp'a baktı. "Sabaha kadar kod mu yazdın?"
"Evet." dedi Sarp yorgun bir sesle. "Abinin işleri işte. Artık Ada'nın sadece fiziksel koruması değilim. Bilişsel ve siber saldırılara karşı da abin için çalışıyorum. Gece uyku tutmayınca kodlar üzerine çalıştım."
"Sen kendin kaşınmışsın." dedi Melis. "Sahi Ada, sen uyuyabildin mi?" Dolaptan peynir çıkardı ve masaya koydu. Birkaç küçük kase de reçel koymuştu.
"Pek sayılmaz. Yerimi yadırgadım herhalde."
"Bugün daha iyi uyursun belki." dedi.
Dayımlara gideceğimizi söylemek için işte şimdi tam zamanıydı. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi ondan ayırmadan konuştum. "Bir şey konuşmak istiyorum seninle."
Melis birkaç saniye düşündü. Sonra başını salladı. "Tamam. Kötü bir şey mi oldu?"
"Yok yok. Değil." dedim. Melis masaya oturunca ben de oturdum.
Konu açılmıştı. Kabul etmeye hazır olup olmadığını bilmiyordum. Ama dinlemeye açıktı. Bu da fazlasıyla yeterdi. Gözlerimi kaçırmadım. "Bugün, dayımın evine geçsek diyorum. Hep birlikte."
Sarp çatalını bıraktı, sessizce çayını aldı. Melis gözlerini benden ayırmadan çatalını yavaşça tabağa bıraktı. "Neden?" dedi.
"Nedenlerinden biri şu." dedim. "Evren burayı biliyor. Kendini güvende hissetmen için elimizden geleni yapıyoruz ama bazen hissettiğimiz güven, gerçek güvenle aynı şey olmuyor."
Melis'in dudakları hafifçe büzüldü. "Burada her şeyi tanıyorum. Hangi saatte hangi araba geçer, hangi komşu ne zaman çöp atar, Burak nerede bekler. Her şeye hâkimim burada. O yüzden güvende hissediyorum."
"Biliyorum." dedim. "Ama asıl tehlike zaten tam burada. Burası onun bildiği yer Melis. Senin programını ezberlemiş olabilir. Kapını, pencereni, hatta alışveriş saatini. Ama dayımın evi öyle değil. O ev onun radarında değil. Senin için, yeniden başlamak gibi düşün. Sıfırdan bir güven alanı."
Sarp usulca başını salladı.
‘’Bu bir mecburiyet değil." dedim yavaşça. "Ama bir teklif. Hem Selay'ın hazırlıkları için daha uygun olur. Kalabalık oluruz. Ev geniş. Sana ait bir oda olur. Üstelik bizimle olursun. Burada kendini saklayan birisi gibi hissediyorsun ya orada buna gerek kalmayacak."
Melis kaşlarını çattı. Gözlerini kısıp bana baktı. "Bu fikir sana mı ait yoksa abime mi?"
Bir an duraksadım. Cevabım netti ama onun duymak isteyeceği hâle getirmem gerekiyordu. "Benim." dedim. "Benim fikrimdi. Ama abin de Sarp da Uygar da destekledi. En azından orada olmanın seni daha iyi koruyacağını düşünüyor."
Melis gözlerini çay bardağına indirdi. "Ama burası benim alanım Ada. Dayının evinde misafir olacağım."
"Elbette ilk başta öyle hissedeceksin. Ama o evde seni seven insanlar olacak. Burada, bu apartmanda yalnızsın. Dış kapıya Burak konmuş olabilir ama içeride sen tek başınasın. Orada öyle olmayacak. Misafir değil, evin kızı gibi olacaksın."
Melis'in çenesi titredi. "Eşyalarım? Her şeyim burada."
"Sadece bir süre için canım. Abin sana yeni ev baktırıyor. Yeniden kendi alanın ve düzenin olacak. Sana ev bulana kadar dayımda kalacaksın sadece."
Melis burnunu çekti. Gözleri dolmuştu. Ama ağlamıyordu. Bu sefer başka bir şey vardı yüzünde. Mücadele, direnç ve aynı anda pes etme isteği. "Peki." dedi kısık sesle.
Elimi uzattım. Elini tuttum. "Eminim orada birlikte çok daha güçlü olacağız."
Melis hafifçe gülümsedi. Bir damla yaş yanağından süzüldü ama silmedi. Gözleri hâlâ nemliydi ama sesinde ilk defa umut vardı. "Hadi o zaman. Ne zaman gidiyoruz?"
Sarp çatalı tekrar eline aldı, çayımı yudumladı. "Kahvaltıdan hemen sonra yola çıkarız."
Melis hafifçe başını salladı. "Hazırım. Galiba."
"İşte bu." dedim. Gülümsedim.
Melis reçelin kapağını açmaya çalışıyordu ama kapağın kenarına bulaşmış şekerlenmiş kıvam ellerini kaydırıyordu. Gülümsedim, tabaktan bir peçete alıp ona uzattım. "Ver, yardım edeyim."
"Ben açarım!" dedi biraz inatla ama kapağın direncine dayanamadı, peçeteyi aldı.
Sarp göz ucuyla bakıp kısık sesle "O kapak o kadar masum değil Melis, bırak bana." dediğinde hepimiz güldük.
***
Melis'in eşyalarını küçük bir valize sığdırmamız yirmi dakikamızı aldı. Sarp arabaya önce Melis'in, sonra benim bavulumu yerleştirdi. Ben Melis'in evine kısa bir bakış atıp usulca kapıyı kapattım. Burası onun için hem bir sığınak hem de bir hapishaneydi. Ve şimdi yeni bir sayfa açmak üzereydik.
Yola çıktığımızda hava açık, rüzgâr yumuşaktı. Aydın'ın içinden geçerken sokaklar tanıdık ama artık biraz geride kalmış gibiydi.
Melis arka koltuktaydı. Camdan dışarı bakıyordu. Sessizdi ama ifadesi ilk günkü gibi kırılgan değildi. Daha derli topluydu. Ben ön koltuktaydım, camı yarıya kadar açtım. İçeri giren rüzgâr saçlarımı dalgalandırıyordu.
Sarp bir süre bize müzik dinletti, sonra radyoyu kapattı. "Benim klasik sabah sorularımdan biri geldi." dedi gözünü yoldan ayırmadan. "Hazır mısınız?"
Melis hemen ilgiyle başını kaldırdı. "Hazırız sanırım. Sor bakalım."
Sarp ciddi bir edayla konuştu. "Sabah kahvaltısında zeytin mi daha önemli, peynir mi?"
Melis kahkaha attı. "Gerçekten mi? Bu mu sabah sorusu?"
"Elbette." dedi Sarp kendinden emin bir halde. "Bir insanın karakteri, kahvaltıda neyi önceliklendirdiğiyle belli olur. Zeytinci misin, peynir sever mi? Hayatında hangisini kaybedersen daha çok üzülürsün? Zeytin giderse eksik mi kalırsın, yoksa peynir mi her şeyin temeli?"
"Ben peynirciyim galiba." dedim düşünerek. "Ama sadece eski kaşar ve beyaz peynir için. Diğer peynirlerle aram yok."
"Ben kesinlikle zeytin diyorum." dedi Melis. "Kahvaltının ruhu o. Hele yeşil zeytin varsa, gün güzel geçer."
Sarp başını iki yana salladı. "Demek ki sen barışçıl ama duygu odaklı insanlardansın. Çünkü zeytinci olanlar genelde köklü insanlardır, sadık ve kararlı. Peynirci olanlar ise estetik düşkünüdür. Duygularla değil, detaylarla yaşar. Ama ikisi de iyi kombinasyon." Göz ucuyla bana baktı. "Ada bu yüzden iyi resim yapabiliyor belki de."
"Sen fazla yorumcusun Sarp." dedim, göz devirdim.
Sarp sırıtarak koltuğuna daha bir rahat yerleşti. "Ben her sabah kendi kahvaltımda varoluşumu sorgularım. Zeytinle mi başlasam, peynir mi yesem, yoksa direkt kruvasana mı geçsem? Hayat böyle işte."
"Sen sabahları kahvaltı yapmadan önce hayatı tüketiyorsun zaten." dedim kıkırdayarak.
Melis arka koltuktan gülümsedi. "Bence senin kahvaltı tercihin uyanmamak olabilir Sarp."
"En doğru cevabı Melis verdi." dedi Sarp gururla. "Hayat kahvaltı gibidir arkadaşlar. Yanlış seçim yaparsan tüm günün bozulur."
Kahkahamız yolda yankılandı. Araba ilerlerken Sarp sürekli espriler yaptı, ben de Melis de buna karşı koyamadık. Sarp, içten içe hem bizi rahatlatıyor hem de bizi olduğumuz yerden başka bir ruh hâline taşıyordu.
Ben camdan dışarı bakarken telefonumu elime aldım. Saat 13.43'tü.
Daha şimdiden Deniz'i özlediğimi fark ettim. Burnumun direği sızladı, göğsümde minik bir özlem kabardı. Ona bir mesaj yazdım.
+Yola çıktık. Melis şaşırtıcı şekilde ikna oldu. Sarp'la araları da fena değil. Biraz gülüyor bile. Sen nasılsın Ama gerçekten nasılsın?
Telefonu kucağıma bırakmadan bekledim. Beş saniye geçmeden cevap geldi.
-Ben senin sesini duymadan nasıl olayım? Sıkıntılı ama yönetilebilir. Yalnız kahvaltı pek çekilmiyor. Roma bile somurtuyor. Ne zaman özlemimle başa çıkmayı öğrendin?
Gülümsedim. Bu adam beni liseli hâlime döndürüyordu. Mesaj yazarken kalbim ellerimden dışarı sızıyordu sanki.
+Öğrenmedim. Hâlâ başa çıkamıyorum. Şu an bile sesini duymaya ihtiyacım var. O kadar çok özledim ki seni.
İç çektim. Melis bir şey anlatmaya başlamıştı ama ben yarı kulakla dinliyordum. Gözlerim ekrandaydı.
-Ben de özledim sevgilim. Her sabah seninle uyanmaya alışan biri için bu sabah biraz fazla sessiz geçti.
Sarp'ı ve Melis'i de kadraja alarak kocaman gülümsedim ve selfie fotoğraf çektim, Deniz'e gönderdim, bir açıklama yazdım.
+Bak. Herkes iyi. Ben de gülümsüyorum. Ama eksik bir yanım var.
Deniz bekletmeden yazmaya başladı. Ekranda Yazıyor. belirmişti.
-O eksik yanını tamamlamak için günleri sayıyorum.
Gülümsedim ve Deniz'e sarı bir kalp gönderip mesajdan çıktım. Melis'in sesi kulaklarıma nihayet ulaştığında Sarp'la konuştuğunu fark ettim. Kulağımı onların sohbetine verdim.
"...ama Tarkan diye bir gerçek var yani, bunu da kabul etmek zorundasın." dedi Melis hafif hiddetle.
"Ben Tarkan'a bir şey demiyorum." dedi Sarp sırıtarak. "Sadece şu anda Tupac çalıyor, saygı duruşundayız. Biraz susabilir miyiz?"
"Saygı mı?" dedi Melis kaşlarını çatıp. "Arabada ben de varım. Bu fon müziğiyle uyuşmayan tek şey benim ruh halim."
Sarp göz ucuyla dikiz aynasından Melis'e baktı. "Demek Tupac'ı beğenmedin. Bak seni incitmeden açıklayayım, şu an çalan adam, hiphopun tarihini yazdı. Adam sadece rap yapmadı, devrim yaptı. Onun sözleriyle büyüdük biz."
Melis kollarını göğsünde kavuşturdu. "Ben de Tarkan'la büyüdüm. O adam da devrim yaptı. Tüm Türkiye'ye yazın ne demek olduğunu öğretti. Ayrıca dans edebiliyor, bu senin Tupac'ta var mıydı?"
Sarp kaşlarını kaldırdı. "Tupac'ın dans etmeye ihtiyacı yoktu, çünkü onun sözleriyle insanlar zaten yerinden oynuyordu."
Melis göz devirdi. "Ya tamam işte. Biri politik, biri popüler. Ama ben şu an politik hissetmiyorum. Ben şu an Şımarık dinlemek istiyorum."
"Sen şu an çoktan şımarıksın zaten." dedi Sarp dudak ucuyla gülümseyerek.
"Sen de çok bilmişsin." dedi Melis hemen karşılık vererek. "İkimiz de formumuzdayız yani."
"Sen iste, sana Tarkan bile söylerim." dedi Sarp bir anda, sonra duraksadı. "Ama sadece Kuzu Kuzu. Çünkü o şarkıyı ezbere biliyorum. Ve sadece senin triplerini yatıştırmak için kullanırım."
Melis kaşlarını kaldırdı. "Yani ben tripliyim öyle mi?"
"Yani... biraz." dedi Sarp sırıtıp omuz silkerken. "Ama sevimli bir trip. Tarkan seviyesinde."
Melis bir an sustu, sonra kıkırdadı. "Bu çok kötü bir iltifattı."
"Lütfen yapma, başımıza DJ Melis geldi. Şimdi arkadan Dudu falan açarsan bu arabanın kontrolünü kaybedebilirim."
"Meydan okuma olarak algılıyorum bu cümleyi ve açıyorum."
Sarp ellerini direksiyona biraz daha sıkı bastırdı. "Aç bakalım. Şu an Tupac ağlıyordur mezarında."
Minik bir kahkaha attığımda Melis arkasına neşeyle yaslandı ve kendini müziğe vererek hafifçe dans etti.
***
Yolun sonuna geldiğimizde önce Selayların evinin önünden geçtik. Birkaç ev sonra da dayımların evi görüş alanımıza girmişti. Demir bahçe kapısını saran pembe ve sarı çiçeklere baktım. Sokaklar begonvil doluydu.
"Epeydir gelmiyordum." dedi Melis. "Bu sokağa bahar gelmiş. Çiçeklere baksanıza."
"Çok güzel görünüyorlar." dedim. Sarp motoru susturdu ve kapısını açıp arabadan indi. Onun ardından ben de indim. Sarp Melis'in kapısını açtı, Melis indikten sonra kapıyı kapattı. Ardından bagaja yöneldi ve valizlerimizi çıkarttı.
Melis'in koluna girdim, demir kapıyı açtım. Dayım ve yengem bahçede toprakla uğraşıyordu. "Ada, Melis." dedi dayım sevinçle. "Hoş geldiniz güzel kızlarım."
Neredeyse koşarak dayımın yanına vardım, ona sımsıkı sarıldım. Fransa'dan döndüğümden beri onu sadece bir kez görmüştüm ve doya doya hasret gideremediğimiz için çok özlemiştim. "Güzel kızım benim, pamuğum hoş geldin."
"Hoş buldum dayıcım benim." dedim sarılmamı sonlandırıp yanaklarını sıkarak. Yengem de geldi ve bana sarıldı.
"Güzel yavrum hoş geldin."
"Hoş buldum yengecim. Nasılsınız?"
"İyiyiz.' dedi ikisi de aynı anda. Yengem ve dayım Melis'le de selamlaşırken Sarp elinde valizlerle bahçeye girdi.
"Güneş'im nerede?"
"Buradayım." diye çığlığa benzer bir sevinç nidasıyla haykırdı. Koşa koşa bize doğru geldi. Üstüme atladı ve tüm yüzümü öpe öpe bana sarıldı. "Ablam, bi'tanem benim hoş geldin."
"Hoş buldum Güneş'im."
Güneş kollarını ayırdı, Melis'e sarıldı. "Hoş geldin balım."
"Hoş buldum Güneş. N'aber?"
"İyiyim." dedi Güneş. Dayım Sarp'ı selamladı, elindeki valizlerden birini aldı. "Hadi içeri geçelim. Tam da kahve yapıyordum."
"Ben gideyim izninizle." dedi Sarp.
"Aa olmaz öyle." dedi yengem. "Ateş almaya mı geldin oğlum? Geç içeri soluklan."
"Yok Meral Hanım. Gideyim ben, işlerim var."
"Pazar pazar ne işi oğlum bu? Gel işte, bir otur dinlen. Sonra gidersin nereye gideceksen."
Sarp Ne yapayım? dercesine bana baktı. Ne işi olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Ya Sonart Holding'i ya da Melis'in arkadaş çevresini öğrenip telefonuna uygulama yükleyen kişiyi araştıracaktı. Şu an ikisinin de acelesi yoktu. Yani Sarp kalsa da olurdu. Başımı aşağı yukarı salladım.
"E tamam madem." dedi Sarp. Dayımla beraber valizlerle önden ilerlediler. Ben de bir tarafıma Güneş'i, bir tarafıma Melis'i aldım ve eve doğru ilerledim.
Salonun kapısından içeri girdiğimiz anda evin sıcak kokusu bizi sardı. Güneş hâlâ kolumdaydı, sanki beni bir daha bırakmayacakmış gibiydi. Dayım ve yengem hemen mutfağa yönelip, Güneş'in yapmayı bıraktığı kahveleri hazırlamaya gittiler.
Ben, Melis ve Güneş koltuklara yayıldık. Melis ayaklarını altına alıp köşeye kurulmuştu. Güneş yine yanı başımdaydı. Sarp, valizleri yukarı bırakıp salona döndü ve pencerenin önündeki berjerlerden birine yerleşti. Üzerinde hafif bir yorgunluk vardı ama gözlerinde tatlı bir memnuniyet de parlıyordu.
Güneş beni dirseğiyle dürttü. "Ablacım, düğün varmış, doğru mu?" diye sordu gözlerini parlatıp.
Başımı salladım. "Evet. Selay'ın düğünü. Bir hafta sonra."
"Harika!" diye çığlık attı neredeyse. "Kıyafet bakacak mıyız,?"
Gülümsedim. "Senin için bakarız. Hem de bol bol."
"Yaşasın!" diye zıpladı yerinde. Gülümseyerek başını omzuma yasladı.
Dayım kahve tepsisini taşıyarak geldi. "Evet işte geldik."
"Elinize sağlık." dedim. O da gülümseyerek başını salladı. Yengem de minik tabaklara kek ve kurabiye doldurmuştu, dayımın arkasından geldi.
Kahveler masaya konduğunda salonun ortasında mis gibi kahve kokusu yayıldı. Herkes kahvesini aldı. Sarp fincanını usulca alıp kokladı.
"En sevdiğim kahve kokusu." dedi. "Ev kahvesi. En doğalından, en güzeli."
Yengem Sarp'a bakarak gülümsedi. "Afiyet olsun evladım."
Dayım kahvesinden bir yudum aldıktan sonra Sarp'a döndü. "Oğlum, Ada'ya iki yıl göz kulak olmuşsun. Çok sağ olasın."
Sarp hafifçe başını eğdi. "Görevimizdi Harun Bey. Biraz da kader birliği yaptık biz Ada'yla."
Ben kahvemi içmek üzere fincana eğilirken göz ucuyla ona baktım. O kader birliği lafını söylerken içten bir samimiyet vardı sesinde. Sadece koruma değil, gerçek bir dostluktu bizimki.
Melis kahvesini üfleyerek yudumladıktan sonra dayıma döndü. "Harun abi, Meral abla. Evinizi açtığınız çok teşekkür ediyorum."
Dayım kahkaha attı. "Kızım, sanki ilk defa misafir ediyoruz seni. Lafı mı olur hem?"
"Öyle ama şimdi ne kadar süre kalacağım belli değil. Abim ev baktırıyormuş benim için."
"Haberimiz var kızım. Başımızın üstünde yerin var. Ne kadar kalmak istiyorsan kal."
Yengem araya girdi. "Harun abin haklı kızım. Sen bizim kızımız sayılırsın artık."
Melis minnetle gülümsedi. "Çok sağ olun."
"Kalabalıkla kahve içmenin tadı da bir başka oluyor." dedi dayım gülerek.
Yengem de kahkahasına eşlik etti. "Evet ya, kahve içerken etrafımızda böyle gençlerin cıvıltısı olunca insanın içi açılıyor."
Güneş yerinde kıpırdandı. "Ben cıvıldıyorum her zaman yenge!" dedi neşeyle.
"Sen ayrı cıvıltıdan sayılırsın Güneş'im." dedim ve onun saçlarını karıştırdım.
"İstanbul'da durumlar nasıl?" dedi dayım. Sarp'la birbirimize baktık.
"Karışık." dedim kısaca. "Baya karışık. İçinden çıkılacak gibi değil. Deniz uğraşıyor işte."
Dayım ve yengem sıkıntıyla iç geçirdi. "Ne zaman dönecek sizin bu şansınız bilmem ki." dedi dayım. "Dertlerin biri bitiyor biri başlıyor."
"Abim Ada'nın başına bir şey gelmesine izin vermez." dedi Melis bir anda. Sanırım dayımların Deniz'e karşı önyargıyla yaklaşmasını ve tavır almasını istemiyordu.
"Elbette vermez kızım." dedi yengem. "Ona şüphemiz yok zaten. Babanın başına gelenlerden bahsediyor Harun abin."
Melis'in yüzü düştüğünde Sarp kahvesinden bir yudum aldıktan sonra başını hafifçe salladı. "Vallahi Harun Bey." dedi gülümseyerek. "Şans işi değil bu. Hayat biraz da ne kadar yumruk yediğinle alakalı. Önemli olan yumruğu yiyince ayağa kalkacak cesareti bulabilmek."
Dayım ve yengem hafifçe gülümsediler. Melis gözlerini kocaman açıp Sarp'a baktı. "Sen yumruk yedin mi hiç?"
Sarp kahkaha attı. "Az mı? Saymadım ama bir koleksiyonum var sanırım." dedi. Sonra hafifçe bana göz kırptı. "Ada bilir."
Gözlerimi devirdim. "Sarp, Fransa'dayken gerçekten ciddi bir kavganın içine düştü. Hem de sabaha karşı, sokakta."
Dayım ve yengem merakla bize bakarken, Sarp hafifçe başını salladı. Kahvesinden bir yudum alıp devam etti. "Aslında basit bir şeydi. Bir sabah, Ada'yla fırına gitmiştik. Ben kruvasan almak için sıradaydım. Ada dışarıda bekliyordu. Sonra bir baktım, iki adam ona laf atıyor." Melis'in gözleri irileşti. Dayımın da kaşları çatıldı. Sarp omuz silkti. "Sıradan bir laf atma değildi. Bayağı, kabaca. Seslerini yükselttiler. Ada anlamadı ilk başta. Fransızca konuşuyorlardı ve hızlıydılar. Ama ben anladım." Sessizce başımı eğdim. Sarp devam etti. "İçimden Sakin ol. dedim. Önce sadece uzaktan izledim. Belki vazgeçerler diye. Ama vazgeçmediler. Hatta biri Ada'nın koluna dokunmaya kalktı. O an bitti zaten." Salonda bir sessizlik oldu. "Ne yaptığımı tam hatırlamıyorum. Sadece bir anda aralarında buldum kendimi. Yumruklar uçuştu. İkisini de yere serdim sanırım. Sonra fırıncı koşarak geldi, polisi arayacağını söyledi. Biz de Ada'yla oradan kaçtık."
Melis'in ağzı açık kalmıştı. "Gerçekten dövdün mü onları?"
Sarp hafifçe gülümsedi. "Öyle romantik bir dövüş sahnesi bekleme. Gerçek kavga pis olur. Tekme, yumruk, itiş kakış. Üstüm başım kan içinde kaldı."
Güneş gözlerini büyüterek gülmeye başladı. "Vay be. Tam aksiyon filmi gibi!"
Sarp gülümsedi. "O yüzden Harun Bey." dedi dayıma dönerek. "Şans falan değil mesele. Sevdiğin birileri varsa, yumruk da yersin, kan da tükürürsün ama asıl kazancın onlar olur."
Dayım gülümseyerek başını salladı. "Helal olsun sana oğlum."
Yengem gözlerini usulca sildi. "Allah böyle evlatları, dostları eksik etmesin."
Melis de başını hafifçe önüne eğdi, gözlerinde derin bir hayranlık vardı. Fısıltıyla "Sen kahramansın." dedi.
Sarp kahkaha attı. "Yok yahu, kahraman falan değilim. Sadece gözüm gibi baktığım birini korudum. İnsan değer verdiği şey için göze alır her şeyi." Sözlerini bitirirken fincanını kaldırdı. "Ve işte o yüzden kahveyle tatlı anılar yapmaya devam edelim.’’
***
Kahvelerimiz bittikten sonra Sarp evden ayrıldı. Melis ve Güneş yukarıya dinlenmeye çıkmıştı. Dayım ve yengem pazara gitmişti. Burak kapıda bekliyordu. Yalnız olmaktan ve bir şey yapmamaktan çok sıkılmıştım. Birileriyle uğraşasım gelmişti. Telefonumu alıp Uygar'ı aradım.
"Uygar?" dedim açar açmaz. "Sen ne hayırsız ne vefasız bir şey oldun çıktın ya! Hiç Kardeşim Aydın'a vardı mı, nerede, ne yapıyor, hali vakti yerinde mi? diye sormaz mı insan?"
"Sorar!" dedi Uygar. "Sorar, ben çok vefasız oldum. Haklısın."
"Haklıyım tabii." dedim. "N'aber?"
"İyiyim. Miray'la oturuyoruz. Siz nasılsınız?"
"İyiyiz. Şu an her şey yolunda. Selay'ı ve Can'ı ikna edebildiniz mi siz cuma günü buraya gelmek için?"
"Selay çok kolay oldu da Can zorluyor biraz. Nasıl ikna edeceğiz bilmiyoruz."
"Bulursunuz bir şeyler." dedim. "Ben önümüzdeki günlerde bir mağazaya gidip Selay için gelinliğe en benzeyen elbiseyi alacağım. Miray sana da alırım. Oradan taşıma boş yere buraya kadar." dedim. Beni duyduğuna emindim. Uygar hoparlöre almış olmalıydı.
"Tamam canım." dedi Miray. "Eksikleri gözden geçireceğiz biz yarın son bir kez."
"Tamam." dedim sıkıntılı bir sesle.
"Sor hadi." dedi Uygar. "Lafı geveleyip duruyorsun."
Ofladım, derin bir nefes aldım. "Evren'den haber var mı? Ortalık duruldu mu biraz? Deniz nasıl?"
"Eh işte."
"Hangisine eh işte?"
"Ortalık duruldu diyemem. Deniz'e de iyi diyemem." dedi Uygar.
"Gözüm arkada kaldı Uygar. İçim o kadar rahat değil ki o kadar olur."
"Gözün arkada kalmasın. Sen Deniz'i düşünme. Biz hallediyoruz. Sen kendine iyi bak orada yeter."
"Bakıyorum."
"Melis nasıl?"
"İyi gibi. Dün çok ağlamış. Dokunsam yine ağlayacak."
"İyi ki gittin, yoksa toparlanamazdı."
"İyi ki." dedim. Telefonu kapatacakken son bir şey daha ekledim. "Uygar."
"Efendim kardeşim?"
"Kocama iyi bak."
"Bakarım." dedi Uygar gülerek. Telefonu kapattım.
Telefonu kapattıktan sonra bir süre elimde tuttum. Ekranı karardı ama elimden bırakamadım. İstanbul'a, Deniz'e olan özlemim biraz daha ağırlaştı. İçimde minik bir sızı gibi yayıldı. Derin bir nefes aldım, ayağa kalktım.
Bahçeye çıktım. Güneş yerini hafifçe bulutlara bırakmıştı. Hafif bir rüzgar çiçekleri titretiyordu. Çimenlerin üstünde yavaşça yürüdüm, güneşe bakmadan yüzümü göğe kaldırdım. Birkaç saniye sadece sessizliği dinledim. Sonra kapının açıldığını duydum. Sarp gelmişti. Elinde telefonla uğraşıyordu, bakışları ciddiydi.
"Buldum." dedi yaklaşırken.
Kaşlarımı çattım. "Neyi buldun?"
Sarp gözlerini kaldırdı, sesini alçalttı. "Melis'e gelen sahte kuryeyi."
İçimde bir yer gerildi. Birkaç adım yaklaştım. "Ne diyorsun Sarp?"
"Güvenlik kameralarından izledim, buldum."
"Sarp inanamıyorum, harikasın."
"Şerefsiz herifin ağzını yüzünü kırmazsam bana da Sarp demesinler."
"Nerede peki şu an? Gitsek bulabilir miyiz?"
Sarp Sence? dercesine bilmiş bir ifadeyle baktı. "Adamı bir depoya kapattım bile Ada çoktan."
"İnanmıyorum sana Sarp, çoktan alt ettin mi yani?"
"Sen beni ne sandın kızım? Biz boşuna Paris sokaklarında dayak yemedik."
Elimle ağzımı kapattım. "Tamam, konuştun mu? Ne diyor? Nasıl bulmuş adresi? Uygulamaları da o mu yüklemiş?"
"Sakin ol Ada." dedi ve içli bir nefes verdi. "Sormadım hiçbir soruyu. Bu akşam soracağım."
"Ne zaman gidiyoruz?"
"Sen gelmiyorsun Ada."
"Off başlama sen de Deniz gibi. Yapamazsın, edemezsin. diye. Geliyorum ben de."
"Gelmiyorsun Ada, ben halledeceğim."
"Bak Sarp, benim şirazemle oynama. Benim en deli yanlarımı sen de biliyorsun. Eğer biraz daha karşı çıkarsan hiç üşenmem seni döverim."
"Teorik olarak evet dövebilirsin, teknik olarak hayır dövemezsin."
"Belki." dedim. "Sen izin verdiğin için seni dövebilirim evet. Ama izin vermezsen dövemem tabii ki Sarp. On katımsın."
Sarp büyük bir kahkaha attı. "Sen bu kadar şiddete meyilli değildin ya. Ne oldu sana böyle?"
"Hayat işte." dedim. "Ee ne zaman gidiyoruz?"
"Birkaç saate çıkarız." dedi, cebinden çıkardığı sigarasını yaktı ve çardağa geçip ahşap banka oturdu.
Yanına gidip karşısına oturdum. Pencereden içeriye baktım, kızlar mutfakta bir şeyler hazırlıyordu. "Aç mısın sen?"
"Dışarıda yedim bir şeyler. Niye?"
"İyi güzel ben de aç değilim. Bulduğun o şerefsizin yanına gitmek için oyalanmamıza gerek kalmayacak yani." dedim. Telefonuma art arda gelen mesajlarla cebimden çıkarttım ve ekrana baktım. Deniz üç tane fotoğraf, iki de mesaj atmıştı.
Fotoğrafları açtım. Bana Roma'nın fotoğraflarını atmıştı. Altına da iki mesaja böldüğü bir soru bırakmıştı.
-Sevgilim.
-Ne yapıyorsun?
+Hiiiiç. Sarp'la oturuyoruz bahçede. Melis Güneş'le birlikte mutfakta akşam yemeği için bir şeyler hazırlıyor. Sen evde misin?
-Evdeyim sevgilim. Ama birazdan çıkacağım.
+Nereye?
-Dışarı çıkacağım.
+Tek başına?
-Evet.
+Anlamadım?
-Kafamı dağıtayım biraz diyorum. Evde sıkıldım.
+Pardon? Ben de sıkılıyorum evde. O zaman ben de çıkayım dışarı. Aydın'da çok güzel gece kulüpleri var. Kafa dağıtmaya bire bir. Bence sen de denemelisin. Buraya geldiğinde mutlaka git. Hatta sen buraya gelme. Ben tek başıma gideceğim. Gece kulübüne.
Deniz onlarca kelimeme sadece tek bir mesajla cevap vermişti, arkasından attığım mesajlara ise hiç cevap vermemişti.
-Ahahahaha.
Neden güldüğünü anlamıyordum. Tepkime mi yoksa gece kulübüne tek başıma gidemeyeceğimi ima etmek için mi gülmüştü kestiremiyordum. Benimle dalga geçiyor olmalıydı.
+Deniz sen ciddi misin?
+Deniz?
+Senin ne işin var ya gece kulübünde? Evli barklı adam. Tek başına. Hiç yakışıyor mu? Hey sana diyorum.
Deniz mesajlarımı gördü, birkaç saniye sonra çevrim dışı oldu. İçimden onu boğmak falan geliyordu. Ben burada Melis'e mesaj atan kişiyle uğraşma planları yaparken, Sonart Holding'in peşine düşmeyi planlarken, rüşvet alan belediye çalışanını bulmaya karar vermişken Deniz Beyler tek başına gece kulübüne gidiyorlardı. Deniz bunları bilmiyor Ada! Bilmiyor olması tek başına kafa dağıtmaya gidebileceği anlamına gelmiyordu. Bunu yüz yüzeyken konuşacaktım. Zira şimdi çok daha farklı sorunlarım vardı.
"E çıkalım o zaman?" dedi Sarp. Telefonumun ekranını kapattım, masaya bıraktım.
"Şimdi mi?" dedim. "E akşam konuşacağım adamla diyordun?"
"Bir an önce halledelim. Sen hazırlan da çıkalım hadi."
Başımı salladım, ayağa kalktım. "On dakikaya gelirim."
Sarp kısa bir bakış atıp sadece başını salladı. "Arabadayım." dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı.
Ben ise ağır adımlarla merdivenleri çıktım. Odaya girer girmez kapıyı kapattım. İçimdeki gerginlik öyle yoğundu ki elimle midemi bastırdım. Hızlıca dolabı açtım, sade bir tişört ve kot pantolon seçtim. Çantamı aldım. Aynaya baktım. Yüzümde gergin, yorgun bir ifade vardı. Saçımı aceleyle topladım, yüzümü buruşturarak derin bir nefes aldım. Kapıyı açtım ve sessizce aşağı indim.
"Abla nereye?" dedi Güneş merakla.
"Sarp'la ufak bir işimiz var. Geç olmadan döneriz."
"Ama yemek yiyecektik. Dayım ve yengem de gelir birazdan."
"Geç kalmayız balım. Siz bize de servis koyun. Vaktinde geleceğiz." Güneş Sen bilirsin. dercesine omuz silkti, evden çıktım. Bahçe kapısını açtım. Sarp arabaya yaslanmış bekliyordu. "Geldim, hadi gidelim."
***
Eski depo, Aydın'ın arka sokaklarından birindeydi. Sarp arabayı binanın hemen yanındaki boşluğa çekti. Motoru susturduğunda binayı inceledim. Yıllardır kullanılmıyor gibiydi. Duvarları çatlamış, sıvası yer yer dökülmüştü. Camların çoğu kırılmıştı, içerideki boşluk dışarıya yabani bir nefes gibi üflüyordu.
Sarp eliyle kapıyı işaret etti. "Burada." dedi sadece. Ses tonunda kararlılık vardı ama telaş yoktu.
Adımlarımı sessiz tutarak kapıya yaklaştım. Metal kapının menteşeleri paslıydı. Açıldığında bizi hırıltılı bir iniltinin ardından ağır bir demir kokusu karşıladı. İçeri adım attığımız anda havadaki rutubet ve pas kokusu burnumu sızlattı.
Adam, depo alanının ortasına konmuş eski bir sandalyede oturuyordu. Elleri de ayakları da bağlıydı. Başını hafifçe öne eğmişti ama kapı gıcırtısıyla irkildiğini gördüm. Bizi izledi. Gözleri nemliydi, korkuyla karışık bir çaresizlik taşıyordu. Dudakları çatlamıştı, yüzünde birkaç taze morluk vardı. Boynunun kenarında hafif bir kesik dikkatimi çekti. Büyük ihtimalle sürüklenmişti.
Adımlarımı yavaşça ona doğru attım. Mesafeyi koruyarak durdum. Mekan boştu ama yankılıydı. Her nefes, her ayak sesi duvarlara çarpıp geri dönüyordu. Birkaç boş palet, kenara istiflenmiş demir çubuklar vardı. Tavandan sarkan eski bir floresan lambası zayıf bir ışıkla titreyerek yanıyordu. Bütün bu detayları zihnim not ederken adamın avuç içlerini sıkıp gevşettiğini, dizlerini oynattığını, boğazını güçsüzce temizlediğini fark ettim.
Sarp yanımda dikiliyordu, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Bakışları keskin ve sabırlıydı. Gözlerini adamın üzerinden ayırmadan konuştu. "Anlat bakalım." dedi. Sesi sakindi ama alttan alta çelik gibiydi. "Kim gönderdi seni?"
Adam bir anlık tereddüt etti. Çatlak dudakları arasından neredeyse duyulmayacak bir ses çıktı. "Ben sadece paketi bırakmakla görevliyim."
Yalan söylüyordu çünkü göz kırpma sıklığı artmıştı. Sol eli bağlı olduğu ipten kurtulmaya çalışıyordu, bilinçsiz bir refleksti bu.
Sarp bir adım yaklaştı, sesi daha da soğudu. "İyi düşünerek cevap ver. Çünkü burada zaman senin aleyhine çalışıyor."
Derin bir nefes aldım. Sarp çömelerek adamla göz hizasına geldi. Dirseklerini adamın dizlerine koyarak başını hafif yana eğdi. "Paketi kimin verdiğini söyle." dedi bu kez çok daha yumuşak ama ürkütücü bir ses tonuyla. "Sana zarar vermek istemiyoruz. Ama doğruyu söylemezsen, bunun faturasını sana emir verenden değil sana ödetirim."
Adamın göz bebekleri büyüdü. Bir an için çenesini kaldırdı. Dudak kenarları titriyordu. Kafasını sağa sola salladı, zayıf bir sesle mırıldandı. "Ben Evren'i hiç görmedim bile. Emir geldi, paketi bırakmam söylendi. O kadar."
Sarp cebinden küçük bir bıçak çıkardı. Yavaş hareketlerle parmaklarının arasında çevirdi. Tehditkâr değildi. Ama oradaydı. Kendiliğinden bir baskı unsuruydu.
"Bak." dedi Sarp sakince. "Bizden korkmana gerek yok. Şu an sana zarar vermeyi hiç istemiyorum." Başparmağıyla aramızdaki mesafeyi gösterdi. "Bize gerçeği söylersen en azından hayatını kurtarma şansın olur."
"Söylemezsem?"
"Ölürsün." dedi Sarp hayatında söylediği en normal kelimeyi söyler gibi.
Adamın alnında küçük ter damlaları birikmeye başladı. Sırtı sandalyesine iyice yapışmıştı. Kafasını eğdi. Bir şeyler tartıyordu.
Adamın biraz üzerine eğildim, yavaş ve derinden konuştum. "Biliyor musun?" dedim. "Evren seni çoktan gözden çıkarmıştır. Sen gidip bu olanları anlatsan bile umurunda olmaz. Hatta sen hiçbir şey anlatmasan bile -ki her şeyi anlatacaksın.- Evren bize bir şeyler anlattığından şüphelenir ve seni öldürür."
Çatlamış sesiyle sordu. "Konuşursam beni korur musunuz?"
Sarp bir an bile tereddüt etmeden yanıtladı. "Konuşursan, seni saklarız. Söz."
"İsmini bilmiyorum." dedi. "Bana ulaşan ve paketi veren kişi bir kadındı."
Gözlerimi kısıp baktım. Kadın mı?
Sarp da kaşlarını çattı. "Ne kadını?" dedi ciddi bir tonla. "Bir kadın belalımız eksikti." dedi, derin bir nefes aldı. "Detay ver. Hemen."
Adam başını salladı. "Üstü başı lükstü. Üstünde gri bir mont vardı. Konuşması sertti."
"Kitapta karakter betimliyor sanki. Herife bak." dedi Sarp sinirle ayağa kalkarken. Adamın yakalarından tuttu. "Adı ne bu kadının? Kimdir, necidir? Bana ne görüntüsünden ulan!"
"Tamam sakin ol Sarp." dedim, elimi sırtına koydum. Adama döndüm. "Adı ne bu kadının?"
"Bilmiyorum." dedi. "Gerçekten bilmiyorum."
"Sikerler ama." dedi Sarp sinirle. Sabrının son demlerinde olduğunu anlayabiliyordum. Ben de sabrımın son demlerindeydim. Sarp'ın belindeki silaha uzandım, anlık bir reflekse silahı çektim ve adamın alnına dayadım.
"Kimdi o kadın?!" dedim sakince.
"Sakin olun." dedi adam titreye titreye.
"Şu an ben çok sakinim. Sen benim sakin olmayan ve sabırsız olan halimi görsen. Ohooo şimdiye seni akşam namazına müteakiben gömmüştük herhalde." dedi Sarp.
"Kadının kim olduğunu gerçekten bilmiyorum. Ama bana onu Evren'in gönderdiğini biliyorum."
"Tabii ki de Evren gönderdi. Bu bizim için yeni bir bilgi değil ki." dedi Sarp sinirle. "Başka kim gönderecek?"
Sabırlı bir nefes verdim. "Ne zaman ve nerede verdi bu kadın sana o paketi?"
"15 Mart'ta verdi. Burada, marinada."
"Saat kaçta?"
"Hatırlamıyorum."
Silahı alnına daha da bastırdım. "Saat kaçta dedim!"
"Öğlen sularında."
Sarp bana baktı, başını salladı. Silahı adamın alnından çektim. "Güzel." dedim. "Böyle işe yarar bilgiler vermeye devam edersen hayatta kalma süren de artar." Adam korkuyla başını sağa sola salladı. "Bir şey daha var." dedim. "Melis'in telefonuna iki tane gölge uygulama yüklenmiş. Biri takip, biri kopyalama yazılımı. Bu da senin işin miydi?" Adam cevap vermeyince sesimi yükselttim. "Senin işin miydi? dedim sana!"
"E..ee..vvet." dedi kekeleyerek.
"Ne zamandan beri izliyorsunuz kızın telefonunu?" dedi Sarp.
"Bir hafta oldu ya da olmadı."
"Nasıl ele geçirdin Melis'in telefonunu sen? Burak sürekli peşinde onun. Sen nasıl boş anını yakaladın ki Melis'in? Hiç mantıklı gelmiyor."
"Bir gün okuluna gittim, sahte öğrenci kimliğiyle. Arkadaşlarından birini ayarladım. Telefonu o getirdi bana. Hande diye bir kız."
"Eee?" dedi Sarp. "Hande nasıl almış Melis'ten telefonunu? Bu tür uygulamaları indirmesi, kurması saatler sürer. Melis nasıl müsaade etmiş Hande dediğin kıza?"
"Ders notlarım silindi, sendeki fotoğrafları kendime atabilir miyim? demiş. Melis de vermiş telefonunu. Başka detay bilmiyorum."
"Peki senden kim istedi bunu yapmanı. Uygulamaları yüklemeni yani? Kim söyledi sana yükle ve kızı izle diye?"
"Bileklik paketini veren kadın."
"Ne kadınmış amına koyayım." dedi Sarp. "Tanışmak için sabırsızlanıyorum."
"Ben de." dedim sıkıntılı bir nefesle. "Neyse sen şimdilik bizim misafirimiz olmaya devam et. Kadını bulunca karar vereceğiz akıbetine."
"Beni koruyacağınıza söz vermiştiniz!"
"Evet ama öldürmeyeceğime dair bir söz vermedim." dedim, arkama döndüm ve kapıya doğru ilerledim. "Sarp, bak şunun icabına."
Sarp zaten bu komutu bekliyormuş gibi adama bir yumruk attı. "Ulan sen utanmıyor musun gencecik kızı takip etmeye, onu izlemeye utanmıyor musun sen?" Bir yumruk sesi daha duydum. "Ulan seni gebertmeyeyim de ne yapayım? Sapık gibi nasıl izledin ulan sen o kızı?"
Sarp adama hakaretler ve küfürler yağdırırken ben dışarıya çıktım ve derin bir nefes aldım. Yarınki ilk işimiz o kadını bulmak olacaktı.
Elimi saçlarımdan geçirdim, topuklarımla tozu eze eze arabanın yanına yürüdüm. Kapıyı açmadım, öylece orada durdum. Birkaç dakika sonra kapı gıcırdadı. Sarp çıktı, elindeki sigarayı yaktı. Sol kolunun dirseğiyle ağzını sildi, boğuk bir sesle konuştu.
"Ne kadınmış hakikaten. Adam ne sorsam bilmiyor. Biri şu kadına bir isim versin artık."
"Bir bu eksikti gerçekten."
Sarp başını salladı, gözleri parladı. "Yarın sabah erkenden düşelim peşine. Kameralardan, marinadaki hareketlerden bir şey buluruz. Belki izini süreriz kadının."
"Yüzünü görmek yetmez." dedim sertçe. "Onun gözlerime bakmasını istiyorum. Bile bile o kıza tuzak kuran birinin gözlerinde ne taşıdığını bilmem lazım."
Sarp sigarasından derin bir nefes aldı. "Peki Deniz?" dedi sessizce. "Ne kadar daha haber vermeden devam edeceğiz buna?"
Gözlerimi kaçırmadım. "Ne kadar gerekiyorsa o kadar. Bunu bilmesine gerek yok. Henüz değil."
"Henüz mü?"
Başımı çevirdim. "Evet. Çünkü bildiği her bilgi onun zayıf noktası. Ve Deniz'in artık zayıf olmaya tahammülü yok."
Sarp başını eğdi, gözlerini yere sabitledi. "Tamam." dedi sadece. Sonra kapıya yöneldi. "Hadi gidelim. Yengen akşam yemeğine bekliyordu. Gecikirsek bahanemiz de yok."
***
Eve döndüğümüzde hava serinlemişti. Üzerimizdeki toz kokusu hâlâ burnuma geliyordu ama şikâyet etmeye halim yoktu. Yengemin hazırladığı yemek masasında sessizce oturduk, birkaç ufak sohbet dışında herkes kendi düşüncelerine gömülmüştü. Güneş arada birkaç espri yapmaya çalıştıysa da kimse fazla şakalaşacak havada değildi.
Dayım ve yengem yemek sonrası hemen salona geçip televizyonu açtılar, kahkahaları zaman zaman bize kadar ulaşıyordu.
Ben, Sarp, Melis ve Güneş ise verandada, büyük beyaz koltuklara yayıldık. Üzerimize hafif battaniyeler aldık, Mart gecesinin serinliği tenimize işliyordu. Masanın ortasında büyük bir demlik vardı, bardaklarımızda dumanı tüten sıcak çaylarla ısınıyorduk.
Güneş ayaklarını altına toplamış, bardağını iki eliyle kavrıyordu. "Bugün baya yoğun geçti." dedi, sesi yorgundu ama içten bir gülümsemesi vardı.
"Yoğun kelimesi hafif kalır." dedim, bardağımı dudağıma götürürken. Sarp hafifçe güldü, başını geriye yasladı. Gözlerini kapatmıştı ama dinliyordu.
Melis bardağındaki çayı karıştırırken bana baktı. "Ne işiniz vardı dışarıda?" diye sordu çekinerek. Belli ki içi içini yiyordu ama açık açık sormaya da çekiniyordu. Kendisi hakkında bir şeylerle uğraştığımızın farkında olmalıydı.
Sarp gözlerini açmadan cevapladı, sesi uykulu gibiydi. "Ufak bir iş, Melis. Merak etme. Her şey kontrol altında."
Melis gözlerini kıstı, hafifçe başını yana eğdi. "Sizin bu ufak işleriniz yüzünden elimizde koca bir dağ oldu."
Güneş kahkaha attı. "Özet geçtin resmen."
Sarp oturuşunu düzeltti. "İşler büyüdü evet." dedi. "Ama çözeceğiz. Önce kafamızı dağıtalım biraz. Birkaç gün daha buradayız. Birbirimizi yemeye falan kalkarsak işimiz zor."
Melis kıkırdadı. "Kimin kimi yiyeceği belli olmaz."
Ben çaktırmadan Sarp'a baktım. O da bana baktı. Gözlerinde yorgun ama dayanıklı bir ifade vardı. İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk. Bir süreliğine normal anların tadını çıkarmamız gerekiyordu.
Verandanın köşesindeki eski taş saksıda minik bir nergis açmıştı, gece serinliğine karışan hafif bir kokusu vardı. Bir an için her şey sanki normalmiş gibi hissettirdi.
"Nergis kokuyor." dedim fısıltıyla.
Güneş burnunu havaya kaldırdı. "Gerçekten! Bahar gelmiş."
Melis sessizce başını dizlerine koydu, gözlerini kapattı. "Bahar iyidir. Yeniden başlamak gibi."
Sarp hafifçe başını salladı. "Muğla da böyledir şimdi." dedi, sesi gece gibi derindi. "Her sokağı mis gibi çiçeklerle donanmıştır. Ne güzel kokuyordur şimdi."
"Muğla?" dedi Melis.
"Muğlalıyım ben." dedi Sarp özlemle.
"Yaa ne güzel." dedi Melis. "Çok severim ben Muğla'yı. Ben çok küçükken tatile gitmiştik bir kere. Bodrum Kalesi'ne çıkmıştık. Abimle gün boyu gezmiş, gece olunca da denize girmiştik."
"Nasıl ya? Korkmadın mı?" dedi Güneş.
"Abim yanımdayken hiçbir şeyden korkmazdım ben. O beni her zaman korudu. Hala da koruyor." dedi düğüm düğüm olmuş sesiyle. "Ama ben onu anlamıyorum, benim iyiliğim için yaptığını."
"Anlamıyor olsan O beni her zaman korudu. demezdin. Kendine haksızlık ediyorsun." dedi Sarp. Telefonu çaldı. Kısa bir an bana baktı, telefonu yanıtladı. "Efendim Hakan abi." Kaşlarımı çatarak baktım. Bu saatte Hakan Sarp'ı neden arıyordu? "Yoo söylemedi bana bir şey." dedi Sarp bana bakarken. "Haberim yok." Ne oluyor? dercesine göz kırptım ama Sarp yine de renk vermemişti. "İyi sorarım ben, tamam kolay gelsin." dedi telefonu kapattı.
"Ne oluyor?" dedim merakla. "Niye aradı Hakan seni?"
"Kütüphaneyle ilgileniyor ya, Masalar ne renk gelecekti, bilgin var mı? diyor."
"Dosyada yazıyordu hepsi. Niye bu saatte seni arayıp soruyor ki? Gündüzler çuvala mı girmiş?"
"Ne bileyim Ada?" dedi Sarp omuz silkerek. Ayağa kalktı ve içeriye doğru yürüdü.
Telefonuma gelen mesajla bakışlarımı kucağımda duran telefona kaydırdım. Deniz saatler sonra nihayet mesajlarıma cevap vermişti. Bir fotoğraf gönderdiği yazıyordu bildirimde. Herhalde bana gece kulübünden bir fotoğraf göndermişti. Olanlar yüzünden ona olan sinirimi unutmuştum fakat o kendini böyle hatırlatmayı münasip görmüş olmalıydı.
Sinirle fotoğrafı açtım. Deniz gece kulübünde değil, benim kütüphanemdeydi! Yere çökmüş, kulağının üstünde kalemi, ağzında tüten sigarasıyla kameraya poz veriyordu. Elinde de çekiç vardı ve çekici parkeye yerleştirdiği çivinin üzerine dokundurmuştu. Parkeleri mi yerleştiriyordu?
-Görmeyeli gece kulüpleri epey değişmiş sevgilim. Müzik yok, dans eden kızlar yok, DJ yok. Ama sanırım ben bu değişimi daha çok sevdim. Fena kafa dağıtıyorum.
Yazmıştı fotoğrafın altına.
+Sana inanamıyorum Deniz! Kütüphaneye mi gittin? Gece kulübüne gidecektin hani?
yazdım. Beni fena kandırmıştı.
-Gece kulübünü sen çıkardın hayatım. Ben sana kafa dağıtmak istiyorum dedim. Mesajlar yukarıda duruyor. Oku istersen ;)
+Ne bileyim sen öyle kafa dağıtacağım deyince ben de kulübe gideceksin sandım.
-Neden gidemez miyim?
Elbette gidemezdi. Benim olmadığım yerde kocamın gece kulübünde ne işi vardı?
+Gidemezsin efendim. Karın var senin!
-Ohooo ama biz böyle anlaşmamıştık.
+Nasıl anlaşmıştık?
-Sen beni böyle kıskanacaksan işimiz var.
+Bak seeeen. Kendimizi beğendiremiyoruz demek artık.
-Sevgilim sen çok medeni biriydin. Nereden çıkıyor bu kıskançlıklar? Hiç hoş değil.
+Deniiiiiiiz!
-Sevgilim.
+Efendim?
-Hiiiç hala sevgilim misin diye merak ettim de.
+Değiliz sevgili falan. Sen buraya gelene kadar konuşmayacağım seninle. Gelirsen barışırım ama.
-Sevgili değilsek neden Sevgilim yazdığımda Efendim yazdın?
+Sen her şeyi böyle soracak mısın?
yazdım ve kendi kendime kahkaha attım. Güneş ve Melis anlam arayan bakışlarla beni izledi.
-Evet soracağım. Senin de soruların varsa eğer, sorabilirsin.
+Niye kütüphaneye gittin? Hakan ve Uygar ilgilenmiyor mu?
-Hazırlıklara bakıyorum, nasıl gidiyor diye Hakan'ı denetlemeye geldim. Uygar'ın işleri başından aşkın.
yazdı Deniz. O sırada Sarp hepimizin önüne birer bira kutusu ve birer kase fıstık bıraktı.
-Fakat benim kastettiğim sorular kesinlikle bunlar değildi.
+Soru da beğenmiyor paşamız. Siz nasıl sorular sorarsınız mesela?
yazdım. Biramı açtım ve bir yudum aldım.
-Sevgili değilmişiz ya. Sevgilim olur musunuz hanımefendi?
Kendi kendime gülümsedim ve bir yudum bira daha aldım.
+Hayır, yani öyle hemen evet diyemem. Önce birbirimizi tanımamız lazım.
-Tanıyalım... Hakkımda ne bilmek istersin?
+En son ne zaman aşık oldun?
-24 Ağustos 2019, Cumartesi günü.
Saat 20.25'te.
dedi. Bu beni kütüphanede ilk gördüğü andı. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi mutlu olmuştum.
-Şimdi sıra bende. Hangi takımı tutuyorsun?
+Ben takım tutmuyorum.
yazdım. Çok büyük bir birayı yudumladım. Kendimi hiçbir zaman hiçbir futbol kulübüne yakın hissetmemiştim. Gerek de duymamıştım.
-Ben Fenerbahçeliyim.
+Biliyorum. Evimizin duvarında ellerimizin izi var. Sarı ve lacivert.
-Bildiğini biliyorum sevgilim. Yeni tanışmışız gibi yapıyoruz ya hani? Oyunu neden bozuyorsun? Seni tanımak için numaradan sorular soruyorum.
yazdı. Sadece gözleri yukarıya bakan emojiyi gönderdim. Deniz bir daha yazdı.
-Gel seni de Fenerbahçeli yapalım. Forma alırım sana. Maça gideriz.
+İstemem.
-Peki.
+Yalnız bu mesajlaşmanın gidişatı liseli aşıkların mesajlaşmalarına doğru gidiyor.
-Gitsin sevgilim.
+O zaman birbirimize emoji de gönderelim.
yazdım. Hemen ardından sarı renkli bir kalp gönderdim.
-Yok, ben anlamam o işlerden.
Sohbetin ekran fotoğrafını aldım. Klavyedeki emoji simgesini işaretledim. Fotoğrafı Deniz'e gönderdim.
+Bak sevgilim, buraya basınca emojiler görünüyor. Oradan gönderebilirsin.
-Nereden gönderildiğini biliyorum sevgilim. Gerek duymuyorum.
Yazdı. Ama asla kalp emojisi göndermemişti. Ben de Ada'ysam o kalp emojisini alacaktım.
+İyi.
Yazdım. Sanırım ilk tribimi atmıştım.
-Trip yerine yanaklarını yesem keşke.
Yazdı. Birayı hızlı içtim diye çakırkeyif olduğum için mi yoksa Deniz içimi ısıttığı için midir bilmem, yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Görmüyordum ama biliyordum. İnsan yanaklarının kızardığını elbette hissederdi.
+Yanağımı boş ver. Fıstık ye bence.
-?
+Birayla diyorum fıstık çok iyi gidiyor.
-Bence sen birayı boş ver. Uyu artık haydi.
+Çıks, uyumayacağım.
-Ama ben uyuyacağım.
+Sana masal anlatmamı ister misin?
-İçinde biz varsak anlatabilirsin. Biz yoksak anlatmana gerek yok ;)
+Bir varmış, bir yokmuş. Kütüphanelerine parkeleri kendi döşeyen, sigarası ağzında, kalemi kulağında olan bir prens varmış. Bu prens bir gün bir kıza aşık olmuş.
-Prensin yakışıklı olduğunu söylemedin. Bak bu detay önemli.
+Aman efendim, o kadar yakışıklıymış ki kız onu her görüşte elleriyle yüzünü kapatmak zorunda kalırmış. Kalbi küt küt atarmış çünkü.
-Peki ya sonra? Prensle kız ne yapmış?
+Kız biraz kıskançmış. Prens bir yere gitse kız hemen kafasında kurmaya başlarmış. 'Gece kulübüne mi gitti? DJ var mı? Dans eden kızlar?' diye.
-Aaa! O kız kim acaba? Tanıdık geldi.
+Tanıdık mı gerçekten? Bence hiç alakası yok. Masaldaki kız çok tatlı biriymiş.
-Mesajlaştığım kız çok daha tatlı.
+Ya Deniiiiiiiz.
yazdım. Bir sarı kalp daha gönderdim. Deniz mesajımı gördü, çevrim dışı oldu. Aradan yirmi dakika geçmesine rağmen cevap vermemişti.
+Sevgilim, uyudun mu?
Sanırım uyumuştu çünkü uyumaya karar verdiğim vakte kadar -ki o vakit saat 00.13 oluyordu- bana cevap vermesini beklemiş, vermeyince de yatağıma geçmiştim.
21 Mart, Pazartesi
Sabah pencerenin tülünden sızan hafif gün ışığıyla uyandım. Odanın içi gri bir aydınlığa bürünmüştü. Yastığa gömülü olan başımı kaldırdım. Telefonum yastığın yanında duruyordu. Ekranı sessizdi. Deniz'den gelen yeni bir mesaj yoktu. İçim onun yanımda olmadığı her sabah biraz daha eksiliyordu sanki.
Battaniyeyi üzerimden sıyırıp yatağın kenarına oturdum. Ayaklarımı yere bastım, parke soğuktu. Ürperdim. Pencereye doğru yürüyüp dışarı baktım. Bahçedeki nergisler sabah çiğini taşıyordu, serin rüzgâr dalları hafifçe sallıyordu. Havanın temiz kokusu camdan içeri doldu.
O sırada kapı tıklatıldı. "Abla?" dedi Güneş'in sesi. "Kahvaltı hazırlıyoruz. Geliyor musun?"
"Geliyorum." dedim.
Üzerime rahat bir kot pantolon ve sade bir kazak geçirip banyoda yüzümü yıkadım. Aynadaki yansımama baktım. Gözlerimin altında hafif halkalar vardı. Uykusuzluk ve endişe. İkisi de tenime kazınmış gibiydi.
Mutfağa indiğimde yengem kahvaltı masasını hazırlıyordu. Sıcak ekmek kokusu mutfağı doldurmuştu. Güneş domatesleri kesiyordu. Melis ise tost makinesinin başında bir şeyler yapıyordu. Hepsi bana döndü.
"Günaydın uyuyan güzel." dedi Güneş, hafifçe gülümseyerek.
"Günaydın." dedim, dudaklarımda silik bir tebessüm vardı.
Yengem önüme sıcak bir çay koydu. "Biraz solgun görünüyorsun. İyi misin?"
"İyiyim." dedim hemen, fazla aceleci çıkan cevabımı çay bardağıyla örttüm.
Melis masanın ucundaki sandalyeye ilişti. Beni dikkatle süzdü ama bir şey demedi. Sessizlik içinde kahvaltıya başladık. Sanki herkes ağız birliği yapmış gibi fazla soru sormuyor, günü hafifçe akıtmaya çalışıyordu.
Bir süre sonra mutfak kapısının önünde Sarp belirdi. Siyah tişörtü ve kot pantolonu vardı. Üzerindeki deri montu omzundan sarkıyordu. Göz göze geldik. Başını hafifçe eğdi. "Afiyet olsun." dedi hepimize bakarken.
"Oğlum gel de ye." dedi yengem. "Aç mı duracaksın öyle?"
"Yok Meral ablacım sağ ol. Acelem var. Birkaç işi halletmem lazım." dedi Sarp. Dayım ve yengeme ne ara abla ve abi deme evresine geçtiğini takip edememiştim.
"Anladım." dedi yengem. Anlamadığına emindim.
"Aa abla, bugün Selay'ın düğünü için elbise bakalım mı?" dedi Güneş.
"Aslında benim de Sarp'la gitmem gerekiyor. Ufak işlerimiz var."
"Ne işiniz var ki? Dün de çıktınız aniden."
"Deniz burada yeni bir otel yaptırıyor." dedim nefesimi sıkıntıyla havaya vererek. "Bir sene evvel başlamışlar yapımına. Onunla ilgileneceğim." Söylediğim şey doğruydu. Sadece bazı detayları saklıyordum ve şimdilik otelin imar izninin sahte olduğunu ve bunu araştıracağımı bilmeseler de olurdu.
"Katılamayacaksın yani bize?"
"Belki işim erken biter. Eğer akşama doğru alışveriş yaparsanız o zaman size katılabilirim." Güneş ve Melis birbirine baktı. Bakışlarından alışverişe şimdi gitmek istediklerini anladım ve arkama yaslanıp çayımı yudumladım. "Hem sizin dersiniz yok mu? Nasıl gideceksiniz şimdi alışverişe."
"Vaaaar." dedi Güneş. "Bir kerelik dersi asmaktan zarar gelmez bence."
Dayım ve yengem Ah bu kız. dercesine başını iki yana sallarken ve gülümserken aklıma yeni düşen bir haberle yerimde doğruldum. "Aaaa. Ben size neyi söylemeyi unuttum?" dedim heyecanla.
"Neyi?" dedi hepsi bir ağızdan merakla.
"Ben mezun oldum." dedim kocaman bir heyecanla. "Artık mimarım."
Güneş "Ne?" diye çığlık attı.
Melis "Adaaaa." diye sevinçle haykırdı.
Dayım ve yengem ayağa kalkıp yanaklarımdan öptüler. "Tebrik ederiz güzel kızım." dedi dayım. "Bir sürü başarı getirsin diploman."
"Ee bir mezuniyet hediyesi alırız artık." dedi yengem.
"Hiç gerek yok yengecim. Zaten geç kavuşulmuş bir diploma olacak."
"Erkeni geçi mi var kızım?" dedi dayım. "Söyle ne istiyorsun?"
"Dayıcım vallahi bir şey istemiyorum." dedim ve kapıya baktım. Sarp hala orada dikiliyordu. "Bak çocuk ağaç oldu, kök saldı. Kalkıyorum ben de." dedim. Apar topar kalktım. Herkesi yanağından öptüm ve sandalyeye astığım çantamı omzuma atıp Sarp'a doğru koştum. "Akşam görüşürüz kızlar. Alışveriş için sizden haber bekliyorum."
"Görüşürüz." dedi Melis ve Güneş aynı anda.
Yengemin Deli bu kız. dediğini duyar gibiydim.
Sarp'la evden çıktık, arabaya atladık. Motoru çalıştırdı. Direksiyonu tutan ellerinde hafif bir gerilim vardı. Arabayı yola çıkardı.
Sessizliği bozan o olmuştu. "O kadını bulacağız Ada." Sarp kadını düşündüğü için gergindi, bense Deniz mesajıma cevap vermediği için gergindim. Gece uyuyakaldıysa bile sabah illa ki telefonunu eline almıştı. Niye hala yazmamıştı? Deniz'le mesajlaşmak kesinlikle çok yorucuydu.
"Buna şüphem yok." dedim keyifsiz bir sesle. Telefonumun ekran kilidini açtım. WhatsApp'a girdim. Deniz'in sohbetine girdim. Hissetmiş gibi çevrimiçi olmuştu. İsminin altında Yazıyor... görünce gülümsedim.
-Günaydın sevgilim.
yazdı. Mesajını gördüm ve uygulamadan çıktım.
-Sevgilim?
yazdı ben cevap vermeyince. Sonra bir daha yazdı.
-Ada?
+Efendim?
-Günaydın?
+Günaydın günaydın.
-Hayırdır?
+Pek hayır sayılmaz.
-Ne oldu? Bir şey mi oldu? Herkes iyi mi?
+Herkes süper.
-Sorun ne güzelim?
+Mesela normal şartlarda konuşurken insanlar birbirine saatler sonra cevap verse ne olur? Çok saçma olur değil mi? Düşünsene bir şeyler anlatıyorsun. Karşındaki dinliyor. Ama hiçbir tepki vermiyor. Ve aradan saatler geçtikten sonra cevap veriyor. Ne saçma değil mi?
yazdım. Menstrüasyon döneminde olduğumu keşke bu kadar belli etmeseydim diye düşündüm.
-Geç cevap verdi diye insan kocasına küser mi? Ne ayıp.
Deniz'in mesajını gördüm ve uygulamadan çıktım. Amacım trip atmak değildi. Sarp odağımı bölmüştü.
"Kim bu kadın acaba? Bir fikrin var mı?" dedi ciddi bir sesle.
"İnan aklıma kimse gelmiyor Sarp. Evren'in tanıdığı biri olduğu muhakkak. Belki beraber iş yapıyordur. Belki de yakını falandır."
"Yavşak herif bir de utanmadan Melis'in arkadaşına ulaşmış, telefonunu almış. Melis'e acilen söylememiz lazım. Olur olmadık insanlara telefon verilir mi hiç?"
"Neydi adı?" dedim.
"Hande'ydi galiba. Onun da icabına sonra bakacağım."
"Offff." dedim sıkıntıyla. "Gerçekten bunaldım. Yoğunluktan ölmek üzereyim. Yapmamız gereken bir ton iş var. Hangi birisiyle uğraşacağımı şaşırdım resmen."
"Hallediyoruz ya işte Ada. Neden sıkıldın bu kadar?"
"Ayy kütüphane bir yandan, Selay'ın düğünü bir yandan, Evren bir yandan, Melis'in başına gelenler bir yandan. Şu sular ne zaman durulacak acaba?"
"Durulur, dert etme. Hem kütüphane boş değil. Hakan abi takip ediyor. E Selay ve Can'ın düğünü için herkes canla başla uğraşıyor. Evren ve onun açtığı sorunlarla da biz ilgileniyoruz malum. Çözülecek yakında az kaldı."
"Bilmiyorum Sarp." dedim ve camdan dışarıya baktım. Çoktan marinaya gelmiştik.
"Şimdi." dedi Sarp. "Herif bana bir tekne adı söyledi. Onun bağlı olduğu tarafta konuşmuş kadın onunla."
"Neymiş tekne adı?"
"Sancak."
"Bu herifin soyadı Sancaktar değil miydi? Tekne de onun herhalde. Bu kadar isim benzerliği olamaz."
"Aynı şeyi ben de düşündüm. Hadi gidip bakalım."
Arabadan indik ve marinaya ilerledik. Hafif bir rüzgar saçlarımı dalgalandırırken havada deniz suyuyla karışık motor yağı kokusu vardı. Yan yana yürüyorduk ama ikimiz de çevreyi gözlüyorduk. Buraya aşinaydım. Çünkü küçükken buraya çok geliyorduk. Marinanın biraz ilerisi halk plajıydı. Hep oraya giderdik. Dayım, yengem, Selay'ın annesi, babası, Miray, Selay ve Güneş yüzerken ben şezlongda onları bekler, kumlara resimler yapardım. Canım sıkılınca marinaya döner, küçük bir büfenin sahibi olan Yıldız abla ve Yusuf abiye yardım ederdim. Plajdakilere soda, limonata taşırdım. Yazlık harçlığımı onların verdiği paralardan çıkarır, kendime boyalar ve resim defterleri alırdım. Yıldız abla bana sadece harçlık vermekle kalmaz, gazozlar, kavunlu sakızlar ve şekerlemeler de verirdi. Kuşadası'nın yerlilerindendi, Ege'nin sıcaklığını iliklerime kadar hissettiriyorlardı.
Şimdi bir sürü büfe açılmıştı ve ben Yıldız ablayla Yusuf abinin büfesinin hangisi olduğunu hatırlamıyordum. Büfenin adını bile hatırlamıyordum.
Yıldız abla çok güzeldi. O zamanlar yirmili yaşlarının başındaydı. Filiz Akın'a benziyordu. Şimdi görsem tanır mıydım bilmiyordum. Yusuf abi de çok yakışıklıydı. Esmer, yağız bir delikanlıydı. O da karısı gibi yirmilerin başındaydı. Birbirlerine çok aşıklardı. Daha o zamanlar bile kendi kendime Ben de böyle bir aşk yaşayacağım. derdim. Halbuki aşkın ne olduğunu bile bilmezken onların aşkına hayrandım. Sanırım sevilen bir kuldum. Hayat bana hayal ettiğim aşkı fazlasıyla yaşama şansı vermişti.
"Nerede bu tekne ya?" dedi Sarp sabırsız bir sesle.
Ellerimi güneşe siper ettim ve denize vuran güneş ışıklarının arasında süzülen teknelere baktım. Gözlerim beyaz gövdeli bir teknenin üzerindeki isme takıldı. Sarp da fark etmişti, başıyla hafifçe işaret etti. Aynı anda aynı tepkiyi vermiştik. "İşte, orada."
Sancak.
Tertemiz, gösterişli ve modern bir tekneydi. Bayrakları, antenleri ve camlı güvertesiyle bakımlıydı. İsmi altın rengi harflerle yazılmıştı. Üzeri tente ile kapatılmıştı. Çevresinde ya da içinde kimse yoktu.
Etrafı taradım. Karşıdan bakıldığında tekneyi tam gören bir işletme görünüyordu. Küçük bir büfeydi. Birazdan kapanacak gibi duran, paslı tenteli, eski tip bir yerdi. Dışarda kamerası da vardı.
"Şurası." dedim başımla büfeyi işaret ederek. "Oradaki kameralar eğer düzgün çalışıyorsa tekneyi net görüyordur."
Sarp başını salladı, sessizce büfeye yöneldik.
Bizi 35-40 yaş aralığında olduğunu tahmin ettiğim çok güzel bir kadın karşıladı. "Kolay gelsin." dedi Sarp samimiyetle.
"Sağ olun." dedi kadın. "Buyurun?"
Sarp kadına biraz yaklaştı. "Bir konu hakkında yardımınıza ihtiyacımız var. Marinadaki bir tekneyle ilgili görüntüleri izlememiz gerekiyor."
Kadın önce temkinli baktı. Sonra kameraya döndü, ardından dışarıya. "Şu beyaz olan mı, Sancak mı?"
"Evet." dedim şaşkınlıkla. "Görünüyor mu oradan?"
"Görünüyor görünmesine de ne yapacaksınız siz görüntüleri?"
"Ufak bir araştırma. Önemli bir konu." dedi Sarp.
Kadın kaşlarını çattı. "Polis misiniz?" Sarp'la aynı anda başımızı iki yana salladık. Kadın devam etti. "Her gelen kamera görüntüsü isterse işimiz var. Kimsiniz siz?"
Sarp hafifçe iç çekti. "Bakın, resmi işlem başlatmadan önce sadece birkaç dakikalığına görüntülere göz atmak istiyoruz. Olur da bir şey bulursak, zaten gerekli izinlerle geleceğiz."
"Yok öyle şey." dedi kadın net bir sesle. "Ben kimseye görüntü veremem. O tekneyle sizin ne alakanız var? Kavga mı, hırsızlık mı?"
Araya girdim. "Sadece birini tanımaya çalışıyoruz. Belki bir yakınınızdır, belki de tanırsınız. Kamera görüntülerinde bir kadını görmemiz yeterli olur. Ne bir kopya istiyoruz, ne kayıt alacağız. Sadece birlikte bakalım, sonra çıkarız."
Kadın o kadar inatçı ve kararlı duruyordu ki görüntüleri asla vermeyeceğine çoktan ikna olmuştum. Bakışlarımı büfenin içinde gezdirdim. Eski fotoğraflar vardı. Birkaç adım attım. Fotoğrafları inceledim. O sırada Sarp kadını ikna etmeye çalışıyordu.
"Lütfen, hayati bir konu."
"Derdinizi polise anlatırsınız olur biter." dedi kadın. Fotoğraflar çok güzeldi. Birbirinden farklı insanların fotoğrafları duruyordu duvarda. Kimisi çocuğuyla, kimisi eşiyle, kimisi evcil hayvanıyla poz vermişti objektife.
Duvar boyunca ilerledim. İlerledikçe zaman eskiye doğru gidiyordu. 2011-2010-2009-2008 ve 2007.
2007'de durmama sebep olan bir fotoğraf gördüğümde olduğum yerde kalakalmıştım. Fotoğrafı aldım, ikna olmak için dikkatlice baktım. Dünya üzerinde başka Ada, Selay ve Güneş yoksa şu an elimde tuttuğum fotoğraftakiler kesinlikle bizdik.
Gözlerim kocaman açıldı, kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Fotoğrafın gerçekliğini kontrol etmek ister gibiydim. Renkleri biraz solmuştu ama her şey yerli yerindeydi. Güneş'in ayak parmaklarını kuma gömmüş hali, Selay'ın göbeğini çıkararak gülümsediği o tuhaf poz. Ve ben. İki elimle tuttuğum kocaman karpuz dilimini ısırıyordum. Karpuzun suları ağzımdan çeneme kadar akmıştı. Gözlerimde kocaman bir gülümseme vardı. Neden o kadar gülümsediğimi bilmiyordum. Bir çocuğun ancak çok sevdiği birine bakarken vereceği türden bir gülümsemeydi.
"Bu." dedim titreyen bir sesle. Kadın ve Sarp konuşmayı kestiğinde bakışlarımı kaldırıp kadına baktım. "Bu fotoğraftakiler biziz." dedim zar zor çıkan bir sesle. "Yıldız abla sen misin?" Kadın onu tanımış olmamın şaşkınlığıyla kısa bir süre afalladı. "Sensin biliyorum. Bu fotoğraftakiler biziz." Kendimi gösterdim. "Bak bu karpuz yiyen benim. Ayaklarını kuma gömen bu küçük cadı benim kız kardeşim Güneş. Göbeğini gösteren kız da arkadaşım Selay."
"Sen." dedi kadın kekeleyerek. "Sen Ada mısın?"
Sağ gözümden bir yaş aktı. "Evet. Evet Yıldız abla. Yani sana abla dememde bir sakınca varsa eğer, Yıldız Hanım. Bu fotoğraftaki benim. Yani inanamıyorum bu nasıl olabilir bilmiyorum ama. Yıllar sonra seni görmeyi hiç düşünmüyordum. Çok, çok şaşkınım şu an."
"Abla diyebilirsin." dedi. "Yıldız abla."
Kocaman gülümsedim. "Ben sizi hatırlıyorum. Ben hep buraya geliyordum. Yazları. Plajdaki insanlara soğuk içecek, dondurma falan götürüyordum. Siz de bana harçlık veriyordunuz. Hatta bana küçüğüm diye Ada değil, Adacık diyordunuz. Büyüdüğünde sana Ada diyeceğim. diyordunuz." Yıldız abla gülümseyerek ve aynı zamanda ağlayarak başını aşağı yukarı salladı. Yavaşça yanıma geldi ve bana çok samimi bir şekilde sarıldı.
"Yıllardır bugünü bekliyorum." dedi içli bir sesle. Anlamasam da sarılmaya devam ettim ve Yıldız abla bırakana kadar kollarından ayrılmadım. "Şimdi soracaksın Neden? diye."
"Soracağım." dedim gülümseyerek.
Kasaya doğru ilerledi, kasayı açtı, altından bir zarf çıkardı, bana doğru uzattı. Üzerindeki harfler yer yer silinse de ne yazdığını okuyabiliyordum. Gece Gözlü Kız'a.
Gözlerim harflerin üzerinde gezerken kulaklarım uğuldadı. Bu zarfı Deniz'in bırakma ihtimali kaç milyonda birdi? "Ama, ama nasıl?" dedim kaşlarımı çatarak. "Bu nasıl olabilir?" Notu ya gerçekten Deniz vermişti ya da biri bize oyun oynuyordu.
"Ne oldu?" dedi Yıldız abla.
"Bu zarfı ne zaman verdiler sana?" dedim.
"Bu fotoğrafı çektikten bir gün sonra verdi genç bir çocuk." dedi Yıldız abla. "Bu zarfı gece gözlü kıza ver. dedi. Çok acelesi vardı. Kimsin? diye soramadım bile. Bir daha hiç gelmedi. Sen de bir daha gelmedin ve ben bu zarfı sana veremedim."
"Bu fotoğraftan sonra." dedim ve yutkundum. "Dayımların yanına gittim. Biri akıntıya kapılmıştı. Dakikalarca suyun içinde onu aradılar. Bulduklarında yaşamıyordu. Gözlerimin önünde biri sulara kapılıp ölmüştü. O günden sonra ben." dedim ve hıçkırdım. "Ben sudan çok korktum. O yüzden hiç gelmedim bir daha buraya. Hala çok korkuyorum sudan." Yıldız abla bana yaşlı gözlerle baktı. Zarfı elimde iyice sıktım. "İzninizle ben dışarıya çıksam?" Zarfı gösterdim. "Okumak için."
Sarp da kadın da yavaşça başını salladı, koşar adımlarla dışarı çıktım ve kaldırımın köşesine oturdum. Zarfı açtım. İçim titredi, zarfın içindeki ikiye katlanmış notu çıkardım, ilk satırı okudum.
Merhaba. yazmıştı ilk satıra kısaca.
Merhaba,
Şu an neredesin bilmiyorum. Belki hala buradasın, belki çok uzaklara gittin. Belki bu zarfı hiçbir zaman açmayacaksın. Ama ben yine de sana yazmak istedim. Çünkü içimde taşıdığım bir şeyi sadece sana söyleyebilirim.
Bugün seni izledim. Korkma, yanlış bir şey değil bu. Sadece gözlerin çok tanıdık. Evet tanıdık. Çok garip ama bundan beş yıl önce küçük bir kızla tanıştım. Bizim hastanemizde ameliyat olmuştu. Sonra bir anda ortadan kayboldu. O günden beri onu arıyorum ve bugüne kadar ona benzeyen sadece seni gördüm. Eğer o sensen, sarı tokan hala bende.
O kızın adını bilmiyorum. Sormamıştım. Yarın sana bu mektubu ulaştıracağım Eğer oysan çok şanslıyım demektir.
Bugün arkadaşlarınla oynarken öyle komiktin ki. İki elinle karpuzu tutuşun, karpuz sularının çenene kadar akması, arkadaşlarınla gülüşmelerin. Dayanamayıp büfenin sahibi olan abladan fotoğraf makinesini istedim ve sizin fotoğrafınızı çektim. Gözlerindeki gülümsemeyle vermiştin pozunu.
Gece gözlü kız, eğer sensen, beni bul ve emanetin olan sarı tokanı al.
Not: İstanbul'da yaşıyorum. Aladağ Hastanesi'ne gelirsen beni bulabilirsin.
Deniz Aladağ
Dizlerimi karnıma çektim. Bir dirseğimi dizime koydum. Yüzümü koluma kapattım ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Durabilecek gibi değildim. Büyük bir krize, yıkıcı bir ağlama dalgasına yakalanmıştım. Sesimi kısamıyordum. Titreye titreye, içimi çeke çeke ve bağıra bağıra ağlıyordum.
Birçok şeyi bastıramayacağımı hissediyordum. Canımı yakan onlarca şey vardı ve ben yıkıcı darbeler almaya devam ediyordum.
Çözüme ulaşmayan onlarca şey vardı. Evren'le uğraşıyorduk, oğlu Güney'le uğraşıyorduk, Melis'e paket getiren ve telefonunu alan adamla uğraşıyorduk. Bunlar yetmezmiş gibi paketi gönderen ve Melis'in telefonuna uygulama yükleten kadınla uğraşacaktık.
Tüm bunlar olurken Deniz'le birbirimizi arka plana atıyorduk. Bunun için ona asla kırılmıyordum. Onun da bana kırılmadığını biliyordum çünkü birbirimizi anlıyorduk. Her şey bittikten sonra sadece birbirimize kalacağımızı ve birbirimizden başka kimseyi düşünmeyeceğimizi de biliyordum. Çünkü biz birbirimize yazılmıştık. Binlerce ihtimal bile olsa o ihtimallerin hepsinin bizi birbirimize getireceğini biliyordum.
Kısık bir hıçkırıktan sonra başımı kolumdan kaldırdım, Deniz'in yazdığı nota uzun uzun baktım. Bu fotoğraftan sonra bu marinaya ve plaja hiç gelmemiştim. Suda boğulan ve gözlerimin önünde ölen kişiyi gördükten sonra sudan o kadar çok korkmuştum ki bir daha kendi isteğimle hiç suya girmedim. Sahile bile gitmek istemediğim için dayım beni buraya hiç getirmemişti.
Birinin suda boğulduğuna şahit olmasaydım, bu fotoğraftan sonra marinaya ve denize gelmeye devam etseydim, bu notu hemen ertesi gün okuyabilseydim hayatım nasıl devam ederdi bilmiyordum. İstanbul'a gidip Deniz'i bulur muydum?
Hemen olmasa bile bir gün İstanbul'a sarı tokamı almaya gideceğime emindim. Belki sudan korkmak yerine marinaya gitseydim Deniz'le çok daha erken bir vakitte tanışabilirdim.
Fotoğrafa baktım. Neden bu kadar gülümsediğimi anlayamadıysam bile Deniz yazdığı notta bunu açıkça yazmıştı. Dayanamayıp büfenin sahibi olan abladan fotoğraf makinesini istedim ve sizin fotoğrafınızı çektim. Gözlerindeki gülümsemeyle vermiştin pozunu.
Yani ben Deniz'e baktığım için o kadar mutluydum.
"Ada." dedi bir ses. Gözyaşlarımı silip arkama baktım.
"Efendim Yıldız abla." dedim kuru bir sesle.
Aynı anda başka bir ses "Annecim." demişti.
Sesin geldiği yöne baktım. Lise çağlarında olduğunu üzerindeki üniformadan anladım güzeller güzeli bir kız Yıldız ablaya sıkıca sarıldı. "Anne sınavım çok iyi geçti. Kesin 100 alacağım!" dedi sevinçle.
Anlamamıştım. Yıldız ablanın kızının adı da mı Ada'ydı?
"Tebrik ederim canım kızım. Aferin sana." dedi Yıldız abla ve sarılmasını sonlandırıp kolunu kızının omzuna attı. Kızıyla beraber bana doğru yürüdü. "Bak, ismini aldığın kızla tanıştırayım seni."
Adaş olduğum küçük kıza uzun uzun baktım. Su gibiydi. Aynı annesine benziyordu. Altın sarısı saçları, güneşte kavrulmuş teni, minik burnu ve acı kahve gözleriyle elini bana uzattı. Üstümü başımı toparlayıp hızlıca ayağa kalktım ve bana uzattığı elini sıktım. "Merhaba." dedi sıcacık bir sesle.
"Merhaba." dedim, başka ne diyeceğimi bilmiyordum. Neyse ki bana asla benzemeyen ama çok da güzel olan adaşım ne diyeceğini biliyordu.
"Annem senden çok bahsetti."
"Öyle mi? Ne güzel. Nasıl bahsetti peki? Ne dedi hakkımda? İyi şeyler mi dedi?"
"Evet." dedi Ada gülümseyerek. "Yazları buraya gelip anneme yardım ediyormuşsun. Harçlıklarınla boyalar ve resim defterleri alıyormuşsun. Çok merhametliymişsin. Annem sana Gel benim kızım ol. diyormuş. Ama sen Ben senin kızın olamam, dayım ve yengem çok üzülür, eğer çok istiyorsan kendi çocuğuna benim adımı verebilirsin. diyormuşsun." Kaşlarımı hayretle kaldırdım. El alemin çocuğunun adına karar vermişsin Ada! "Annemin de çok hoşuna gitmiş, zaten Kuşadası'nda yaşıyoruz ya, anlamlı da olurmuş annem ve babam için. Bir sene sonra ben doğmuşum. Hiç başka isim düşünmeden Ada koymuşlar adımı. İyi ki de koymuşlar. Biliyor musun ben de senin gibi resim yapmayı çok seviyorum."
Şaşkınlığım giderek artıyordu. Paralel evrende yaşıyor gibi hissediyordum.
Gülümsedim, Yıldız ablaya baktım. Gözleri dolmuştu. Ne diyeceğimi de hala bilemiyordum. "Senin anneni çok severdim. O da beni severdi. Şimdi seni gördüm ya sanki geçmişin bana sarıldığı bir anda gibiyim. Ne garip değil mi? Belki sen de bir gün birinin hayatına böyle dokunursun."
Küçük Ada gülümsedi. "Umarım." dedi.
Yıldız abla kızının şakağını öptü. "Hadi sen eve geç kızım, ben geleceğim bir saate."
Ada başını salladı, bana gülümsedi, el salladı ve arkasına döndü. "Ada." diye seslendim. Heyecanla bana döndüğünde ona sarıldım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama bu hikaye benim içimde bir yerlere çok dokunmuştu.
"Annene numaramı bırakacağım. Beni istediğin zaman arayabilirsin. Tamam mı?"
"Çok sevinirim." dedi Ada. Beni uzun uzun izledi ve ağır adımlarla yanımızdan uzaklaştı.
Burnumu çekip yanaklarımı sildim. "Yusuf abi nerede?" dedim. "Artık beraber çalışmıyor musunuz?"
Yıldız ablanın yanaklarına aynı anda iki yaş süzüldüğünde kalbim acıdı. Vereceği cevabı tahmin etmiyordum çünkü direkt anlamıştım. Başımı iki yana salladım. "Yoo." dedim sessizce.
"Üç ay önce kaybettik Yusuf abini." dedi.
Zaten bu cevabı bekliyordum ama büyük bir üzüntüyle elimle ağzımı kapattım ve başımı yine iki yana salladım. "Yıldız abla." dedim kırık bir sesle. "Çok üzgünüm."
Yıldız ablayla Yusuf abinin aşkına hayrandım ben. Daha aşkın ne olduğunu bilmeden onların birbirine nasıl baktığını izlerdim. Birbirlerini bulmuşlardı. Hem de kalabalık bir dünyada, sessizce, gürültüsüzce, sahici şekilde. Bazen Yusuf abi Yıldız ablayı uzaktan izlerdi. Yıldız abla onu fark edince gülümserdi. O bakışta ne kıskançlık vardı ne gösteriş. Sadece aitlik vardı.
Ben o zamanlar kendi kendime Ben de böyle bir aşk yaşayacağım. derdim. Aşkın tanımı neydi bilmiyordum ama onlar gibi bakabilmek, onlar gibi sevebilmek isterdim. Ve istediğim olmuştu da. Hayat bana Deniz'i vermişti.
Kendimi Yıldız ablanın yerine koydum.
Kendimi derhal tekrar kendi yerime koydum.
Zira Deniz'in olmadığı bir hayatı bir saniye bile düşünmeye katlanamıyordum. Aklımı kaybedecek gibi olmuştum.
Onu zaten bir kere kaybetmiştim. Bir daha olmasına katlanacak gücüm yoktu. Onu bir gün böyle, sadece hatıralarda yaşatmak zorunda kalırsam ne yapacağımı düşündüm. Korktum. Çok korktum.
Neden bu kadar dağılmıştım bilmiyordum.
Ah, tabii ki biliyordum. Regl olduğum için tüm duygularım altüst olmuştu.
Ben zaten çocuğumun olmayacağını biliyordum. Bedenim bunu neden bana durmadan hatırlatıyordu? Regl olmaktan nefret ediyordum. Bebeğimi kaybettiğimden beri düzensiz regl olmaktan daha da nefret ediyordum.
"İyi misin?" dedi Yıldız abla. Bu soruyu benim ona sormam gerekiyordu. Bir şeye ihtiyacın var mı? Senin için ne yapabilirim? demem gerekiyordu. Çünkü o eşini kaybetmişti. Ve yalnız kalmıştı. Belki de duygusal desteğe ihtiyacı vardı. Miray psikologdu. Yıldız ablaya yardımcı olabilir miydi?
"Çok özür dilerim." dedim. "Ben kendimi tutamadım."
"Tamam, geçti. Gel otur şöyle tekrar." dedi, bakışları alyansıma kaydı. "Evli misin?" dedi gözlerine yerleşen buruk sevinçle. Başımı aşağı yukarı salladım. "Kim o şanslı adam."
Gözyaşlarımı silip nefesimi düzene soktum. Birkaç saniye bekledim. "İnanamayacaksın ama." dedim ve notla fotoğrafı Yıldız ablaya gösterdim. "Bu notu yazan ve bu fotoğrafı çeken adamla evliyim."
Yıldız abla bana hayretle bakarken Sarp'ın sesini duydum. "Ada, buraya gelmen gerek."
Fotoğrafı ve notu Yıldız ablanın eline tutuşturup koşa koşa Sarp'ın yanına gittim. Yıldız ablanın kamera kayıtlarını izlememize ne zaman izin verdiğini bilmiyordum. Sarp dakikalardır yoktu, demek ki kaydı izliyordu.
"Ne buldun?" dedim yanına ulaştığımda.
"Paketlediğim adamın söylediği tarihi açtım, öğle saatlerine sardım. Adam doğru söylemiş. Paketi bir kadın vermiş gerçekten de. Bak."
Görüntüler ağır çekimde oynuyordu. Sarp'ın tutsak ettiği adam telaşlı adımlarla marinada bir sağa bir sola yürüyordu. Çok ilgi çekiyordu ve anlaşılan çok acemiydi. Böyle giderse bir gün canından olacaktı.
O telaşlı adımlarla yürürken Sancak isimli tekneden iyi giyimli ve oldukça bakımlı bir kadın indi. Adama doğru yürüdü, uzun uzun bir şeyler anlattı. Çantasından bir kutuyu çıkarttı ve adama uzattı. Adamın ellerinin titrediğini buradan bile anlayabiliyordum.
"Kim bu kadın?" dedim. Yaşı elliye yakın bir civardaydı. Evren'le yaşıt görünüyordu.
"Tanıştırayım Adacım. Evren'in karısı Evrim Sancaktar." dedi Sarp bir çırpıda.
"Harika." dedim sinirle. "Kocası, oğlu yetmiyor bir de karısıyla uğraşıyoruz. Kafayı yiyeceğim artık."
"Tamam sakin ol. En azından kim olduğunu öğrendik."
"Öğrensek ne olacak? Ne yapacağız ki yani ne yapabiliriz?"
"Bakacağız bir çaresine Ada tamam, yıpratıp durma kendini artık."
"Kolaydı." dedim.
Sarp cevap vermedi, görüntüleri telefonuna attı. Büfeden çıktık. Yıldız abla onu bıraktığım yerde oturuyordu. "Yıldız abla." diye seslendim. Ayağa kalktı ve nemli gözlerle beni izledi. "Kayıtları izlememize izin verdiğin için çok teşekkürler."
"Önemli değil." dedi Yıldız abla. Notu ve fotoğrafı bana uzattı. "Al bakalım."
Gülümseyerek elindekileri aldım, telefon numaramı verdim, dayımın ve yengemin Güzelçamlı'da yaşadığını söyledim. İhtiyaç halinde onlara ulaşabileceğini sıkı sıkı tembihledim. Adaşımla iletişimimi devam ettireceğime dair söz verdim ve ona sarılarak yanından ayrıldım.
"Ee ne yapıyoruz şimdi?" dedi Sarp arabaya bindiğimizde. Motoru çalıştırdı ve yan gözle beni izledi. Ben ise ona cevap vermek yerine telefonumu elime aldım ve Deniz'in sohbet kutusunu açıp Seni Seviyorum. yazdım.
Deniz'in cevabı gecikmemişti. Hatta çok hızlı bir dönüş olmuştu.
-Ben de seni çok seviyorum sevgilim ama şimdi nereden aklına geldi? Affedildim mi yoksa?
+Hayır affetmedim hala.
yazdım. Ardından ikinci mesajı attım.
-Seni seviyor oluşum unuttuğum bir şey değil ki aklıma gelsin. Zaten hep aklımda olan bir şey bu.
yazdım. Yanına da sarı kalbi iliştirdim.
-Canım benim.
yazdı Deniz. Ama inatla kalp emojisi atmamıştı. Konuyu değişirdim.
+Hiç Aydın'a tatile geldin mi sen? Küçükken? Yani böyle 15-16 yaşlarındayken?
-Evet? Ama sen nasıl öğrendin bunu? Melis mi anlattı?
+Hayır. Buraya geldiğinde sana çok tatlı bir sürprizim olacak.
-Ne sürprizi?
+Cuma günü görürsün sevgilim. Akşam yine mesajlaşırız. Sahi biz neden mesajlaşıyoruz da sesli olarak konuşmuyoruz?
-Bilmem. İlk sen mesaj attın. Ben de sana uydum.
+Neyse bu konuyu daha sonra konuşalım. Şimdi halletmem gereken meseleler var.
-Başını belaya sokma.
yazdı Deniz. Kendi kendime gülümsedim ve uygulamadan çıktım. Sarp'a döndüm. "Belediyeye gidelim. Şu rüşvet karşılığı sahte imar iznini veren adamın izini sürmeye."
"Ohooo." dedi Sarp. "Sen çok geriden geliyorsun. Ben bu kararı vereli yirmi dakika oluyor."
"Yirmi dakika mı?" dedim.
"Aynen. Yirmi dakikadır kocanla mesajlaşıyorsun ve belediyeye geldiğimizi fark etmedin bile."
Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Gerçekten de belediyeye gelmiştik. Arabadan indim.
Belediye binasının ağır demir kapısından içeri adım attığımızda içerideki solgun floresan ışıkları ve boğucu evrak kokusu hemen burnuma çarptı. Tavanları yüksek, duvarları soluk sarıya boyalı bu bina, geçmişin hantallığını hâlâ üzerinde taşıyordu. Sarp yanımda yürüyordu. Sessiz ama tetikteydi. O alışkın olduğu gölgelerden çıkıp böyle resmi yerlere girince hep daha dikkatli olurdu.
Koridor boyunca ilerledik. Bir memurun telefonda "Evet müdür bey... evet, bakıyorum şimdi..." diye tekrar eden sesi yankılanıyordu. Zemin cilalı ama yıllanmış taşlarla kaplıydı. Duvardaki çerçevelerde ödül belgeleri, imar planı örnekleri ve bir köşede belediye başkanının kocaman çerçeveli bir portresi vardı. Sahte bir gülümsemeyle poz vermişti.
Danışma masasındaki görevli kadına yaklaştım. "İmar Müdürlüğü'yle görüşmek istiyoruz."
Kadın önce baştan aşağı bize baktı, ardından kaşlarını hafifçe çatarak sordu. "Randevunuz var mı?"
"Yok." dedim. Çantamdan kalın zarfı çıkardım, gözlerinin önünde hafifçe salladım. "Ama bu dosyada, belediyenizin geçmişte imza attığı bir usulsüzlük var. Ve biz sadece birkaç soru soracağız. Gerekirse resmi başvurumuzu yaparız ama vakit kaybetmek istemiyoruz."
Kadının bakışları sertleşti ama ciddiyetimi gördüğünde gözlerini kaçırdı. Telefona uzandı. "Şey... Müdür Bey? Burada sizi görmek isteyen iki kişi var. İmarla ilgili bir durumları varmış." Kısa bir duraksamadan sonra başını bize çevirdi. "Üçüncü katta, soldaki ilk oda. Geçebilirsiniz."
Başımı sallayarak teşekkür ettim, Sarp'la birlikte merdivenlere yöneldik. Adımlarımız binanın içinde yankılanırken ses tonumu alçaltarak konuşmaya başladım.
"Unutma, doğrudan suçlamak yok. Sadece bilgi almaya geldik gibi davranacağız."
Sarp başını salladı. "Yalnız bu müdür çok konuşursa, ben sıkılırım haberin olsun."
Kapının önüne geldiğimizde, üzerindeki tabelada İmar Müdürü Serkan Erden yazıyordu. Parmaklarımı kapıya iki kez tıklattım.
İçeriden "Gelin." sesi geldi.
Kapıyı açtım. Geniş ama dağınık bir odaydı. Duvarlar griydi, pencereyi yarı aralamıştı. Masanın arkasında oturan adam ellili yaşlarının sonundaydı. Kravatı gevşemiş, gömleği buruşmuştu. Önündeki bilgisayar ekranına bakıyordu ama biz içeri girince hemen toparlandı. "Buyurun?"
Masaya doğru iki adım attım. Sarp kapının yakınında kaldı. Dosyayı masaya koydum. "Ben Ada Dinçer Aladağ. Bu belgelerde adı geçen otelin sahibinin karısıyım. Bu projeye Sonart Holding ile başlanmış. Ama süreç işlerken holding bir anda ortadan kaybolmuş. Bu belgelerde imzası bulunan memur, Sonart Holding'e sahte imar izni vermiş. Sadece birkaç sorum olacak."
Müdür yüzünü buruşturdu. "Sahte imar izni mi?" dedi. "Bu çok ciddi bir iddia hanımefendi."
"Farkındayım." dedim sakin ama net bir sesle. "O yüzden önce bilgi almak istiyoruz. O dönemde belgelerde adı geçen çalışanınızın nerede olduğunu biliyor musunuz?"
Müdür dosyaya göz gezdirdi. Belirgin şekilde tedirginleşmişti. Gözlüğünü çıkarıp masanın üstüne koydu, parmaklarını alnına bastırdı. "Hayır bilmiyorum. İşten ayrıldı. Sonrasında hiç görmedim."
Sarp usulca içeri adım attı. "Yurt dışına kaçmış? Hiç duymadınız mı?"
Müdür bir an durdu, sonra toparlandı. "Evet duydum fakat nedenini bilmiyorum."
"Belediyenizde büyük bir usulsüzlük oluyor ve siz farkına varmıyor musunuz? Çalışanları denetlemiyor musunuz siz? Kamuda çalışıyorsunuz üstelik. Toplumu ilgilendiren bir yer burası. Önemli kararlar alınıyor. Ve sizin haberiniz olmuyor. Çok enteresan." dedi Sarp.
Müdür dudaklarını birbirine bastırdı. "Bakın, ben o dönemin detaylarını bilemem. O dönem benim yetkim farklıydı. Zaten o kişinin işe alım sürecinde bile yoktum. Belgeler kontrol edildiyse, imzalar atıldıysa demek ki sistemde bir açık olmuş."
"Ya da açık yaratılmış." dedim, bakışlarımı onun gözlerinden ayırmadan. "Bu belgede belediyenizin mührü var. Sahte bir imar izniyle milyonlarca liralık bir otel projesi başlatılmış. Sonart Holding ortadan kaybolmuş. Biri bedel ödemeli ama o kişi neden kocam olsun?"
Müdür kaşlarını çattı, geri yaslandı. "Hanımefendi ben bu konuyla ilgili elimde olan her şeyi söylemeye hazırım. Ama sizi tatmin edecek bir cevap alamayabilirsiniz. Çünkü bazı isimler dokunulmaz gibiydi o dönem."
"Kim o isimler?" dedi Sarp, ses tonunu hafifçe alçaltarak. "Sonart Holding sahipleri mi?"
Müdür başını sessizce salladı, cevap vermedi. Gözlerini pencereye çevirdi. O an odada bir sessizlik oldu, sadece duvardaki saatin tik takları duyuluyordu.
"Kimmiş bu holdingin sahipleri?" dedi Sarp. Raporlarda bir tane bile isim yok. Siz biliyorsanız söyleyin."
Müdür tereddütle bizi izlerken sinirlerimi yatıştırmaya çalışıyordum. "Bakın Sayın Müdür." dedim. "Bu işin peşini bırakmayacağım. Siz söylemeseniz bile Sonart Holding'i de bulacağım, o memuru da. Hepsini tek tek çıkaracağım ortaya. Ve size şunu söyleyeyim, eğer o zincirin bir halkası sizseniz sadece onlar değil, siz de yanarsınız. Kimsenin yanına kalmayacak bu."
"Laf aramızda dediğini yapar." dedi Sarp gözleriyle beni işaret ederken.
"Ben kocamın bu oyunla adının lekelenmesine izin vermeyeceğim. Bu işi burada bitirelim. Siz bana isim verin. Açık konuşalım, ben buradan cevapsız çıkarsam, bir daha geldiğimde bu sadece bir ziyaret olmaz. Sizi de o sahte izni alanları da rahat bırakmam. Şansınız varken konuşun. Eğer söylerseniz bu belediyede doğru insanlar da var diyebiliriz. Yoksa." Bir an durakladım. "Siz de bir parçası sayılırsınız."
Müdür gözlüğünü tekrar taktı, dudaklarının kenarı oynadı. "Sonart Holding aslında paravan bir isim. Öyle bir şirket hiç olmadı. İncelemişsinizdir, tek bir projeleri bile yok."
"Bilmediğimiz bir şey duymak istiyorum ben artık."
"Richard Warner." dedi arkasına yaslanarak.
"Nasıl yani. Yabancı mı bu adam?" dedi Sarp gerçek bir hayretle. Bense hiç şaşırmamıştım. Çünkü bu hayatta her şey olabiliyordu.
"Evet." dedi müdür.
"Siz de rüşvet aldınız mı ondan?" dedim, sesimi yükseltmedim ama tonumu sertleştirdim.
Müdür gözlerini kaçırdı. Parmağıyla alnını ovaladı, sonra cebinden bir mendil çıkarıp alnındaki teri sildi. "Bu çok ağır bir suçlama hanımefendi." dedi. "Ben imza sürecinde yetkili değildim."
Elleri yerinde duramıyordu, bir kalemi alıp çevirmeye başladı. O ana kadar bizi dikkatle izleyen gözleri şimdi masa üstüne odaklanmıştı. Gömleğinin yakasındaki düğmeyi gevşetti. Sarp bir adım yaklaştı ama konuşmadı. Müdürün sessizliği daha çok şey anlatıyordu.
"Rüşvet aldınız mı? diye sordum." dedim tekrar. Bu kez biraz daha yavaş ve biraz daha bastırarak konuşmuştum. "Aldınız mı, almadınız mı?"
Müdür cevap vermedi. Gözleri bir anlığına bana döndü, sonra hızla pencereye çevrildi. Sol elinin parmakları istemsizce masa kenarını tıklatıyordu. O an gözlerindeki panik, dudaklarının kenarındaki seğirme ve üst dudağının terlemesiyle her şey apaçık ortaya çıkmıştı.
Yalan söyleyen biriydi karşımdaki.
"Sessizlik bazen en net cevaptır, Serkan Bey." dedim. "Ne verdiler bilmiyorum sizi susturmak için. Belki para, belki başka bir vaat. Ama gelin görün ki işe yaramamış demek. Çünkü şimdi buradayım. Ve sizin hikâyenizle ilgilenmiyorum. Ben o holdingin gerçek sahibini arıyorum. Şimdi bana daha fazla bilgi verin. Kim bu Richard Warner denen herif?"
Müdür dudaklarını yaladı, bakışları hâlâ kaçaktı. Sonra derin bir nefes aldı. Gömleğinin yakasını gevşetti.
"Richard Warner adını ilk duyduğumda sahte bir danışman sandım. Öyle gösteriyorlardı zaten. Avrupa merkezli üç büyük yatırım firmasının Türkiye temsilcisi gibi tanıtıldı bize. Ama zamanla anladım, mesele temsilcilik değilmiş."
"Peki neymiş mesele?" dedim.
"Para. Hem de öyle böyle değil. Kara para, offshore hesaplar, müteahhitler, belediye bağlantıları. Ne ararsanız var. Türkiye'de tapu dairesinden ruhsata, imardan teşvike kadar her delikten sızıyor. Sizin otel dosyasında da aynısı oldu. Bir gün biri geldi, Şu imzalar atılacak. dedi. Soru soran olmadı. Çünkü Richard'ın adı fısıltı halinde bile geçince insanlar ya susar ya kaçar."
Sarp karşımdaki koltuğa oturdu. "Ne yani, hükümetten destek mi alıyor bu adam?"
Müdür başını hafifçe iki yana salladı. "Hayır. Ama onun kimlerle görüştüğünü, kimlerin önünü açtığını kimse bilmiyor. Sadece şunu bilin. Bir gün biri çıkıp Bu projeyi Warner finanse ediyor. derse, tüm kapılar kendiliğinden açılır. Kimse ne belge sorar ne kaynak. Çünkü herkes bilir ki bu adamın ipini çekmeye kalkarsan, kendi ipin de çekilir."
"Uluslararası arası çalışıyor demek?" diye sordum.
"Avrupa'da birkaç büyük inşaat firmasıyla bağlantılı. O firmaların Türkiye'deki yatırımlarının arkasında hep o vardır. Bazı projeler resmiyette iflas etti gösterilir ama aslında paralar başka ülkelerde döner. Yarın başka bir isimle, başka bir şehirde aynısını yapacaklar."
Bir anlığına içim buz kesti. Karşımda sıradan bir yolsuzluk dosyası olmadığını tam olarak anlamıştım. "Peki siz?" dedim. "Bile bile sustunuz mu?"
Müdür gözlerini kaçırmadan ilk kez net konuştu. "Çünkü susturuldum. Parayla değil. Açık açık tehdit edilerek."
"Neyle tehdit etti?" dedi Sarp kaşlarını çatarak.
"Ailemle." dedi müdür. Aileyle tehdit edilmenin ne demek olduğunu biliyordum. Özgür de beni ailemle tehdit etmişti. Başıma buyruk davrandığım için İlker savcı, Salih abi, Kerem ölmüştü. Bebeğim bile tehditlere boyun eğmememin sonucunda ölmüştü. "Belki beni anlamazsınız ama."
"Anlıyorum." dedim ve telefonu kaldırıp ekranı müdüre gösterdim. Yüzü anında bembeyaz olmuştu. "Sizi bir kere daha ziyaret etmem gerekebilir. Eğer bu süre zarfında ters bir şey yaparsınız sonuçları hiç iyi olmaz." dedim, ayağa kalktım. "Verdiğiniz her bilgi için teşekkürler. Benden size ufak bir tavsiye, yürüdüğünüz yol temiz olsun. Yoksa benimle uğraştığınız gibi hukukla da uğraşırsınız."
Birkaç saniye adama baktım, sonrasında hızlı adımlarla odasından çıktım. Sarp da arkamdan gelmişti. "Adama ne gösterdin de yüzü bembeyaz oldu?" dedi merakla.
Ekranı ona da gösterdim. On beş saniye önce kapattığım ses kaydına baktığında gururla gülümsedi. "Sen olmuşsun."
"Ee ustam sağ olsun." dedim gülerek.
Belediye binasının merdivenlerinden hızlı adımlarla indik. Havanın serinliği yüzüme çarptığında içimdeki gerilim biraz olsun dağıldı. Sarp arabayı uzaktan kumandayla açtı, ön koltuğa oturduğumda "Bayağı şey duyduk." dedim. Sesim düşünceliydi.
"Az daha adamı kalp krizine sokuyordun." dedi Sarp, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle. "Ama işe yaradı."
Başımı cama yasladım. "Richard Warner. Bu adam benim kocamdan ne istiyor Sarp?"
"Bilmiyorum. İşler iyice saçma sapan bir hal aldı." dedi Sarp. "Yani bizim hedefimiz sadece imar iznini veren memur değil miydi? Ne ara uluslararası kara para ağının ortasına düştük?"
"Ve Deniz tüm bunların içine karışmak üzere." dedim. Sarp başını salladı.
"Biz şimdi ne yapacağız?" diye sordu Sarp. Gözlerinde o tanıdık, strateji zamanı gelmiş bakışı vardı.
"Bir: Belediye memurunu bulacağız. İki: Richard'ı bulacağız. Üç: Evren bu işin neresinde, anlamamız lazım."
Sarp cebinden küçük not defterini çıkardı. "Memurun adını biliyoruz. Feyyaz Korkmaz."
"Bu Feyyaz Korkmaz'ın yurt dışına nasıl kaçtığını, kiminle bağlantılı olduğunu öğrenmeliyiz. Eğer onu bulursak, Richard'ın ipine de ulaşabiliriz."
Sarp kontağı çevirdi. "O zaman ilk iş onun dosyasını detaylı taramak. Belki bir uçuş kaydı buluruz."
"Bu iş sandığımdan çok daha büyük." dedim kendi kendime.
Sarp başını çevirdi. "Öyle." dedi. Yolculuğumuzun son kelimesiydi.
***
Sarp arabayı merkezin yakınındaki küçük bir parkın kenarında durdurdu. Camı aralayıp bana döndü. "Kesin eve mi döneyim?" dedi kaşlarını hafifçe kaldırarak.
"Kesin." dedim gülümseyerek. "Senin kıyafet bakmaya tahammülün yok, zaten yanımızda olmaman herkesin hayrına."
"Kalbimi kırıyorsun." dedi dramatik bir ses tonuyla. Sonra göz kırptı. "Ama haklısın. Dönüşte haber et, alırım sizi."
Kapıyı kapatıp arabadan indiğimde rüzgâr saçlarımı hafifçe savurdu. Caddede hafta içi olmasına rağmen ciddi bir kalabalık vardı. Yolda yürürken telefonumu çıkarıp Güneş'e mesaj attım. "Geldim. Neredesiniz?"
Yanıt bir dakika içinde geldi. "Melis bir takı dükkânına girdi. Bir pasajın önündeyiz. Kaldırımın üstünde onu bekliyorum."
Pasajın köşesini döndüğümde Güneş zıplamaya yakın bir enerjide, kollarını açarak yanıma koştu. Üzerinde oversize bir kazak, altında jean vardı. Yanakları gülümsemekten kızarmıştı.
"Ay kadar güzel ablam gelmiş!" dedi sarılırken. "Melis içeride, yine kendini kaybetti."
"Ne takısı alıyor ki?" dedim koluna girerken.
"Bilmem. Aynada kendine bakıp bakıp gülümsüyor. Kız takı bağımlısı."
"Boşuna mücevher tasarımcılığı okumuyor." dedim.
O sırada Melis dükkândan çıktı. Saçları gelişigüzel toplanmıştı ama dudaklarındaki hafif parlatıcı göz alıyordu. "Geldin mi?" dedi yanımıza yaklaşırken.
"Alışveriş zamanı." dedim heyecanla. Melis bana sarıldı, ardından geri çekildi.
"Hadi elbise bakalım artık." dedi Güneş. Pasajın karşısındaki mağazaya doğru yürürken içimde garip bir huzur vardı. Günlerdir dönen karanlık çemberin içinden çıkmış, sonunda nefes alınabilen bir an bulmuştum.
Mağazanın cam kapısından içeri girdiğimizde içeride hafif bir parfüm kokusu ve fonda çalan enerjik bir müzik bizi karşıladı. Işıklar parlıyordu, elbiseler ise raflardan taşmak üzereydi.
"Güneş, bak bu tam senlik." dedim, önü kocaman fırfırlı, abartılı derecede pembe bir elbiseyi göstererek. Güneş'in yüz ifadesi görülmeye değerdi.
"Ay bu ne! Barbie'nin evinden mi kaçmış?" dedi, kahkaha atarak. "Yakışır mı ki bana?"
"Yakışır tabii." dedi Melis. "Dene hadi."
Güneş heyecanla elbiseyi elimden aldı, kabine girdi. "Sen denemeyecek misin bir şey?" dedi Melis.
"Ben Kapadokya'dan almıştım."
"Yaa." dedi Melis. "Ne renk aldın? Nasıl bir şey aldın?"
"Sarı aldım Melisçim. Saten bir elbise. Abin biraz karşı çıkıyor ama onu giyeceğim."
"Abime karşı senin tarafında olabilirim eğer istersen."
Gülümseyerek ona döndüm ve göz kırparak bir elbise uzattım. "Hadi sen de bunu dene."
Melis'e lacivert, v yakalı, ince askılı pamuk kumaştan yapılmış, midi boy bir elbise uzatmıştım. Melis elbiseyi aldı, önce inceledi, sonra Güneş'in yanındaki kabine girdi. Ben de o sırada Selay için gelinliğe en benzeyen elbiseyi arıyordum.
Reyonlar arasında dolaştım. Önce Miray için beyaz bir elbise aldım. Nasıl olsa yanlışlıkla yırtacak, daha sonra gerçek düğün elbisesini giyecekti. Bu beyaz elbisenin çok da özenli bir elbise olmasına gerek yoktu. Elbiseyi reyon görevlisine verdim. Şimdi sıra zor olan kısımdaydı. Ben Selay'a nasıl bir elbise alacaktım?
Selay Helen tipi gelinlikleri çok seviyordu. Eğer öyle alırsam Selay anında onun bir gelinlik olduğunu anlardı. Ne yapacağımı asla bilmiyordum. Elime aldığım her beyaz elbiseyi yüzümü buruşturarak geri asıyordum. Bana sıradan olmayan ama gelinlik olduğu da belli olmayan bir elbise lazımdı.
Reyonlar arasında dolaşmaya devam ettim. Gözüme bir elbise çarpmıştı ve aradığım model tam olarak buydu.
Elbiseyi heyecanla elime aldım. Tok duruşlu ipek satenden yapılmış, A kesim bir elbiseydi. Bel kısmından itibaren genişleyen etek hacmiyle klasik ve çok şık duruyordu. Yere kadar uzundu, bel hizasında şık ve elbisenin kendi kumaşından bir kemer vardı. Asimetrik drapeli ve straplez bir tasarımdı. Hafif kalp yaka formunda başlıyor ve göğüs üzerinden çapraz şekilde toplanarak omza doğru yükseliyordu. Ön ve yan panellerde karşılıklı pililerle hacim verilmişti ve arka kısımda da hafif bir kuyruk uzantısı vardı. Selay'a çok yakışacaktı.
Hiç düşünmeden elbiseyi görevliye uzattım ve kızların yanına döndüm. Çoktan ikinci elbiseleri denemişlerdi. "Ne oldu? Beğenmediniz mi az önceki elbiseleri?"
"Beğendik beğendik." dedi Güneş. "Ama hazır gelmişken birer elbise daha alalım dedik. Finansal desteğim buradayken bu fırsatı değerlendirmek istedim."
"Bak sen." dedim başımı iki yana sallaya sallaya. "Kimmiş bu finansal destek?"
"Ada Dinçer Aladağ tabii ki. Başka kim olacak?" dedi Güneş. Minik bir kahkaha attığında ona sımsıkı sarılıp şakağını öptüm.
"İyi, peki. Madem istiyorsun. Al." dedim.
Bu sefer Güneş beni öptü. "Ablaların en güzeli."
"Şımarma Güneş, hadi çıkarın üzerinizdekileri de eve gidelim. Açlıktan öleceğim neredeyse." dedim. Melis ve Güneş kıkırdayarak yanımdan uzaklaştı, kabinlere girdiler. Sarp'ı aradım. "Alo Sarp. Neredesin?"
"Yakınım sizi bıraktığım yere. Bitti mi işiniz? Geleyim mi?"
"Evet, gel." dedim. Melis ve Güneş Sarp gelene kadar elbise denemeye devam etmişti. Bense o sırada bugün olanları düşünmüştüm. Dakikalar geçmişti.
"Ee hani kızlar nerede?" dedi Sarp. Sesi odağımı bölmüştü.
"Kabinde ikisi de. Onlar çıkınca gidelim. Fena acıktım."
"Bende de durumlar aynı." dedi Sarp bıkkın bir sesle. "Yoruldum da üstelik."
"Sen mi ben mi?" dedim. Kızlar yanımıza geldi.
"Hadi gidelim." dedi Güneş. "Bitti işimiz."
Hep beraber kasaya yürüdük. Güneş'e söz verdiğim için onun elbiselerini ben ödeyecektim. Ve hatta Melis'inkileri de ben ödeyecektim. Ama ufak bir aksilik vardı. Cüzdanım neredeydi?
"Off." dedim utana sıkıla. Burada resmen rezil olacaktım.
"Ne oldu Ada?" dedi Sarp.
"Cüzdanım yok."
"Ne demek yok? Çalındı mı düştü mü nerede? Hatırlıyor musun?"
"Yok düşmedi, çantamı değiştirdim sabah. Diğer çantamda bıraktım kesin. Rezilliğin böylesi."
"Ne rezilliği Ada saçmalama." dedi Melis. "Tamam ben öderim."
Anında Sarp'a döndüm. "Halletsene sen Sarp, sonra anlaşırız biz senle."
Sarp başını salladı, Melis'in uzattığı kartı kasiyerden önce elinden aldı ve bana uzattı. Melis benden almasın diye sıkı sıkı tuttum. "Saçmalama Ada, ver şunu." dedi Melis.
"Toplam 64.000." dedi kasiyer. Sanırım kızlar mağazadan hisse almıştı. "Toplam yedi parça."
"Tamam, alın buradan." dedi Sarp ve kartını uzattı. Kasiyer işlemleri hallederken biz mağazadan çıktık. Hava kararmış, güneş batmıştı.
"Çok açım." dedi Güneş.
"Ben de çok açım." dedi Melis.
"Ne tesadüf. Herkes çok aç." dedi Sarp. "Eve kadar sabredemem derseniz hemen arka sokakta bir gözlemeci varmış. Çok lezzetli yapıyormuş. Patatesli olana bayılıyormuş herkes."
"Sen ne ara Aydın'ı keşfettin de gözleme gurmesi oldun ya?" dedim gözlerimi kısarak.
"Sizi beklerken o kadar acıktım ki civardaki restoranları araştırdım. Karşıma bahsettiğim mekan çıktı, yorumları okudum."
Hepimiz minik kahkahalarla Sarp'ın yönlendirdiği yere doğru yürüdük. Yaklaştıkça gözleme kokusu içimize daha derin yayılıyordu ve ben daha çok acıkıyordum.
Masaya oturduğumuzda bir tane patatesli bir tane de peynirli gözleme söyledim.
Yemek yemek dünyanın en güzel şeyiydi.
***
Yemek yemek dünyanın en güzel şeyi miydi bilmiyordum ama sevdiğimiz adamdan çiçek almak dünyanın en güzel şeylerinden biriydi. Eve geldiğimizde yengem beni Deniz'in gönderdiği çiçeklerle karşılamıştı.
Çiçeğimle bir selfie çekildim ve fotoğrafı Deniz'e gönderdim. Altına da Sana çok aşığım. yazdım.
Deniz üç dakika sonra beni yanıtlamıştı.
-Sen cevap vermeyince başını belaya soktun sandım.
Önce gözlerinden gözyaşı çıkartarak gülümseyen emojiyi gönderdim. Sonra mesajımı yazdım.
+Başımı belaya sokmadım. Her şey yolunda. Bugün her şey çok güzeldi. Melis de iyi. Sen ne yaptın?
-Klasik şirket işleri sevgilim. Eve az evvel geldim. Şirketten sonra kütüphaneye uğradım. Hakan çok sıkı takip ediyor. İstanbul’a döndüğümüzde işlerin büyük çoğunluğu bitmiş olur.
+İnan şu an kütüphaneyi hiç düşünmüyorum. Seni çok feci özledim. Ve dört gece daha sensiz uyuyacağım. Bu berbat bir his.
-Biraz daha sabret sevgilim. Geldiğimde acısını çıkartırız.
+Nasıl çıkartacağız mesela?
-Gerçekten anlatmamı istiyor musun?
+Evet?
Yazdım. Bunda şaşırılacak ne vardı?
-Peki o zaman başlıyorum.
Yazdı. Ardından hemen devam etti.
-Önce seni soyacağım. Sonra yanaklarını öpeceğim. Sırasıyla dudaklarını. Boynunu. Sonra.
+Tamam. Dur.
Diye araya girdim. Bu sohbet çok değişik yerlere gidiyordu.
-Niye? Ne güzel gidiyorduk.
+Yok yok. Sen uyu bence. Ben de banyoya gidiyorum. En iyisi sabah konuşalım biz.
-Fotoğraf atsana bana.
+Attım ya az önce? Çiçeklerimle.
-Öyle değil. Duştayken.
+Cıks cıks cıks ne ayıp.
-Ahahahaha
+Hiç gülme. Atmıyorum ben fotoğraf.
-Peki sevgilim.
+Zaten bana kalp emojisi de atmıyorsun. Niye atayım ben sana fotoğraf?
-Bir emoji karşılığında istediğimi alacağım yani öyle mi?
+Alamayacaksın sevgilim.
Yazdım ve güneş gözlüklü, cool emojiyi gönderdim.
-Sen istiyor olsaydın ben sana atardım.
Yazdı.
+Kişisel tercihler işte sevgilim.
Yazdım. Aradan on beş dakika geçtiğinde ve Deniz cevap vermeyince bu sohbetin onun için bittiğini anlamıştım. Mutfakta su içerken telefonuma gelen mesajla bardağı tezgaha bıraktım. Mesajı açtım.
-Ben de sana aşığım sevgilim.
Yazmıştı Deniz. Ardından kırmızı kalp emojisini atmıştı. Kırmızı kalp, sarı kalp gibi değildi. Gönderildiğinde tıpkı gerçek kalbimiz gibi güm güm atıyordu. Gözlerinden kalpler çıkan emojiyi buldum ve Deniz’e gönderdim. Çünkü şu an gerçekten gözlerimden kalpler çıkıyordu.
22 Mart, Salı
Sabah güneşi perde aralığından sızarken gözlerimi açtım. Yatağımdan kalktım, odadan çıktım, aşağı indim. Güneş mutfakta mırıldanarak dolaşıyordu.
“Günaydın ablacım.” dedi Güneş yanağıma sulu bir öpücük bırakırken.
“Günaydın güzelim. Melis uyanmadı mı?”
“Uyuyor hala.” dedi. “Ben çayı koydum. Dayım ve yengem kliniğe gittiler.”
Başımı salladım. Güneş’in çenesini sevdim. “Senin bugünkü planın ne peki? Melis’le ne yapacaksınız?”
“Bilmem, bir şey düşünmedim. Senin yine işin mi var bugün?”
“Maalesef balım. Ama bu sefer can sıkıcı şeyler değil. Deniz’in asistanı Gülşah, bana tüm planı attı. Bugün düğünün olacağı mekana gideceğim. Organizasyonla konuşacağım. Çok işim var anlayacağın.” dedim. “Sarp nerede?”
“Taze simit almaya gitti.” dedi. Başımı salladım. Birden aklıma Mavi gelmişti. Mavi simidi çok severdi. Telefonumu cebimden çıkardım ve saniyeler içinde İpek’i görüntülü aradım.
“Ada.” dedi sevinçle. “Nasılsın canım benim?”
“İyiyim İpekçim. Sen nasılsın?” dedim.
“Ben de iyiyim.”
“Vakitsiz aramadım değil mi?”
“Yok yok uyandık çoktan.”
“Güzel sevindim. Annen nasıl?”
“Annem çok iyi. Taburcu oldu, evinde.”
“Bu harika bir haber. Ozan nasıl?"
"İyi o da. İşe gitti. Biz de Mavi'yle sabah oyunları oynuyoruz."
"Görebilir miyim onu?" dedim, İpek açıyı değiştirip bana Mavi'yi gösterdi. "Mavi." diye seslendim.
Mavi sesimi duyar duymaz ekrana baktı. "Adaaa." dedi çığlık atar gibi. Oturduğu yerde poposunun üstünde zıplaya zıplaya adımı seslendi. Minik elini kameraya uzattı.
"Mavicim. Güzeller güzelim. Ne yapıyormuş bakalım boncuk güzeli? Ne yapıyormuş?"
Mavi heyecanla gülümsedi. Bana pembe sincabını gösterdi. "Ada bak." dedi. "Bak şincab."
"Evet güzelim. Evet şincab." dedim gülerek. O kadar tatlıydı ki onu ısırmak istiyordum. "İpek." dedim. İpek açıyı tekrar kendine çevirdi.
"Efendim?"
"Cumartesi günü Selay'a sürpriz düğün yapacağız. Siz de gelsenize. Tabii eğer mümkünse."
İpek kaşlarını çattı ve bir süre düşündü. "Yani bilmem ki nasıl olur?"
"Bence çok güzel olur. Lütfen gelin, gerçekten."
"Ozan'la bir konuşayım Adacım. Tek başıma karar vermeyeyim. Nerede olacak düğün?"
"Aydın'da olacak. Eğer gelirsen mutlaka haber ver olur mu? Sizi bizzat ben kendim alırım havaalanından."
"Tamam tamam." dedi İpek.
Gülümsedim. "O zaman görüşürüz."
"Görüşürüz canım. Herkese selam."
"Sen de Ozan'a selam söyle." dedim ve aramayı sonlandırdım. Melis ağır adımlarla aşağı indi.
"Günaydın." dedi yorgun bir sesle.
"Günaydın." dedik Güneş'le bir ağızdan.
O sırada Sarp da gelmişti. "Eveeeet, simitler sıcacık. Çay var mı?"
"Var var." dedi Güneş.
"Sokak simidi mi o?" dedi Melis. "Çok güzel koktu."
Sarp poşeti açtı, bir simidi kırdı, Melis'e uzattı. "E al ye."
Melis dumanı hala tüten simidi aldı ve büyük bir iştahla ısırdı. "Teşekkür ederim."
Sarp belli belirsiz başını salladı ve sandalyelerden birine oturdu. "İpek'in selamı var." dedim ona dönerek. "Selay'ın düğününe çağırdım."
"Gelecek mi? Gelsin ya. Mavi de gelsin. Bebek sevesim geldi. Özledim cimcimeyi."
"Bilmem. Ozan'la konuşacakmış."
Sarp cevap olarak başını salladı ve az önce kırdığı simidin bir parçasını ısırdı.
***
Kahvaltıdan sonra herkes mutfağın dağınıklığıyla oyalanırken Sarp'la göz göze geldik. Başımı hafifçe salladım. Sessizce ayağa kalktı ve bahçeye çıktı. Ben de arkasından gittim. Hava güzeldi ama baharın o tatlı serinliği vardı. Masanın başına oturduk. Sarp dirseklerini dizlerine dayayıp bana döndü.
"Hazır mısın?" dedi.
Başımı salladım. "Aslında planım netti. Önce Feyyaz Korkmaz'ın izini sürmeye başlayacaktık. Sonra Richard'ın."
Sarp başını salladı. "Aynen. Dün de konuştuğumuz gibi."
Elleri ovuşturdum. "Ama artık böyle yapmamaya karar verdim." Kaşlarını kaldırmadan sadece gözlerini kısarak baktı. Cevap vermedi, bekledi. Bu onun en sevdiğim yanıydı. Yargılamadan dinlemeyi iyi bilirdi. "Savunmasızız Sarp. İki kişiyiz. Hazırlıksızız. Daha da dikkatli olmamız gerekiyor. Ve Deniz'den daha fazla gizli iş yapmak istemiyorum."
Sarp dudaklarını birbirine bastırdı, sonra bir süre düşündü. Ardından başını salladı. "Doğru diyorsun. Deniz geldiğinde konuşuruz. Bu mesele hepimizin sırtında zaten. Beraber yürütmek daha doğru olur."
"Teşekkür ederim."
Sarp omzunu silkti. "Seninle gurur duydum. Hem dürüstlüğünden, hem de korkmamandan."
Gülümsedim. "Biraz daha sabırlı olmalıyız. Deniz gelince her şeyi birlikte konuşur, ona da her detayı anlatırız."
Sarp başını salladı. "O zaman bugünü Selay'ın düğününe hazırlık günü yapıyoruz. Doğru mu anladım?"
"Doğru anladın Sarpçım." dedim. Arkama yaslandım ve ona göz kırptım.
Sarp güldü. "Yani düğün hazırlıkları, pastacı kavgası falan yerine ben yine Richard Warner'ı takip etmeyi tercih ederdim ama... Neyse, kader."
"Şansına küs." dedim. Gülmemek elde değildi. "Pastacılar seni bekliyor Sarpçım. Haydi bakalım, organizasyon cehennemine hoş geldin." dedim. O sırada Melis ve Güneş yanımıza gelmiş, önümüze çay bardaklarımızı koymuşlardı.
Sarp derin bir iç çekti. "Beni vur Ada. Hiç acıma." Gözlerini kapatıp başını geriye yasladı. Güneş saçlarının arasından geçip yüzüne vurduğunda bir anlığına hiçbir şeyin acelesi yokmuş gibi geldi. O hâlini izlerken gülümsedim. Hayat, bazen en karmaşık düğümleri bir fincan çay eşliğinde çözerdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 25.95k Okunma |
10.91k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |